25. Bölüm

25 BÖLÜM-KARADENİZ'İN GÜNEŞİ

Selin Eliz
selinelizben

Yorum ve oylamaları eksik etmeyin şimdiden keyifli okumalarrr🍯💖

 

~Karadeniz aşkina, gulim döndim şaşkina, koy ben boğulsayidum, bir damla gözyaşina-Resul Dindar~

 

****

 

Bir gün sonra..

 

Hafsa Polatlı.

 

Evde fazlasıyla bunalmıştım. Bu yüzden Yavuz'a mesaj atarak evden çıkmak istediğimi söylemiştim. O da bunu onaylamış, ama korumalarınıda peşimize takmıştı. Güvenliğimiz için buna karşı çıkmamıştım. Sonuçta hâlâ bir çok düşmanlarımız vardı. Dün ne olmuştu bilmem ama hepsi işten fazla keyifli gelmişti.

 

Sorduğumda toplantının iyi geçtiğini söylemiştiler. Açıkça bende fazla kurcalamamıştım. Bugün yine şirkete gitmiş, ama Zahir abiyi başımıza dikmiştiler. Farkettiğim tek şeyse Zahir abinin sürekli pişman çocuklar gibi Ceylan'ın peşinde dolandığıydı.

 

Ceylan'la konuşmuştu, ama bence Zahir abi kendini yeterince ifade edememişti. Zahir'in acılarını anlayamayan Ceylan onu affedemezdi. Onu affetmesi için, kabuslarını bilmesi gerekirdi. Bana göre Ceylan'da Zahir abiye karşı özürden sonra biraz olsun yumuşamış ama yinede affetmeye yanaşmamıştı. Onu yargılamıyordum, kim olsa affetmezdi. Ceylan'ın duydukları kolay şeyler değildi. Özellikle babasından yaralı bir kadının, sevdiği adam tarafından da yara alması çok zor bir durumdu.

 

Zerda ve Nisa birlikte bikinlere göz atarken Nisa fazla isteksizdi. Ama Zerda'ya sorsan, sırf abimi kışkırtmak için onları giyerdi. Yinede abimin buna izin vereceğini düşünmüyordu. İzin verirdi, ama sadece kendisinin yanında giymesine izin verirdi. Zerda'ysa iş kışkırtmaya geldiğinde bu konularda ustaydı, ama abimle yalnız başına böyle bir şey giyse utançtan kıpkırmızı olacağına emindim. Yaramaz çocuklardan farksız değildi.

 

Narin ve Özlem çocuk reyonunda dolanıyordular. Böyle, öyle sakin, öylesine huzurlu gözüküyordular ki onlara bakmak bile kalbimi ısıtıyordu. Özlem Narin'in annesi olduğunu bilmese bile, artık ona bağlanmaya başlamıştı.

 

Dudaklarım arasından sesli bir nefes kaçarken gözlerimi bebek kıyafetlerinde gezdirdim. Gözlerime takılan pembe ve mavi patiklere baktım. Yüzümde yer edinen tebessüm büyük bir sıcaklık taşıyordu. Usulca elimi uzatıp onları parmaklarım arasına aldığımda kalbim hızla attı. Yumuşacıktı, küçücük, nasıl bir varlık getiriyordum dünyaya? Daha kıyafetlerini bile görmek yüreğimde hem sevgi, hem şefkat, hemde büyük bir koruma duygusu uyandırıyordu.

 

Bebeğimiz kız mıydı, erkek mi henüz bilmiyordum. Kontrollere düzenlice gidiyordum, yakında dokuz haftalık olacaktı. Her kontrol Yavuz içinde, benim içinde büyük bir heyecandı.

 

Patikleri alarak kasaya yürüdüm. "Merhaba." Dediğimde kasadaki kadın beni başıyla selamladı. Sıcak bir tebessümle patikleri ona uzattım. "Bunları paketleyin lütfen, alışverişten ayrıldığımda almaya geleceğim."

 

Kadın. "Tabiki." Diyerek patikleri benden aldığında tekrarda reyonlara yöneldim. Gözlerim elbiselere göz atan Ceylan'a ve duvara yaslanıp onu izleyen Zahir'e takıldı. Hareleri bir an olsun Ceylan'ı terketmiyordu. Sanki ne yapacağını nasıl konuşacağını şaşırmış gibiydi. Kendi aralarında tüm meseleleri halledeceklerini biliyordum.

 

Adımlarımı ileri götürdüm, gözlerime çarpan sıralara baktım. Erkek parfümleri vardı. Açıkça Yavuz'a bir hediye almak istiyordum. Gözlerimi isimlerin üstünde gezdirdim, ardından siyah kalıplı bir parfümü elime aldım. Kokusuna bakmadan asla bir şey almazdım. Bileğime bir kez fıskırtarak sinmesini bekledim, ardından kokusuna baktım. Gerçi fena değildi, yinede Yavuz'un kokusuna yakışmazdı. Yavuz'un kokusuna hiçbir parfüm yakışmazdı. O eşsizdi. Bu yüzden parfümü yerine bırakarak gömleklerin olduğu kısıma yöneldim.

 

Parfüm almak basit olurdu, başka şeylerede bakmak istedim. Gerçi gömlekte fazla basit kaçar gibime geliyordu.

 

Parmaklarımı gömleklerde gezdirdim, ardından beyaz bir gömlekte durdum. Onu almak isterken aynı anda başka birisininde gömleği tuttuğunu farkettim. Kaşlarım havalandı. Bakışlarımı yukarı kaldırdığımda sıranın diğer tarafında aynı anda bakışlarını gözlerime diken iki çift yeşil gözle karşılaştım.

 

Birkaç saniye gözlerime baktı, ardından elini çekti. "Affedersiniz hanımefendi." Nazik bir tınıyla konuşurken bir adım geri attı. Gömleği hafifçe aldığımda gözleri yüzümde kaldı.

 

"Sorun değil." Diye geçiştirdim, gözleri gömlekte gezindi. Ardından bana baktı.

 

"Burada mı çalışıyorsunuz?" Dediğinde afalladım. Beni işçi mi sanmıştı?

 

"Hayır." Gömleğe baktım, ardından adama baktım. Anlam veremedim, ama nedense bakışları beni huzursuz etti.

 

"Anladım." Gözleri üstümde gezindiğinde rahatsız oldum. "Sizi daha önce buralarda görmedim." Ona cevap vermedim. Bu hoş bir durum değildi. Gözlerimi başka kıyafetlerde gezdirerek gömleği yerine koydum belki gömleği alıp gider diye.

 

"Sessizsiniz." Dediğini duydum, bu adamın sorunu neydi? "Sizi rahatsız edecek bir şey mi yapıyorum?" Evet, demek geldi içimden. Ama kaba olmak istemedim.

 

"İzin verirseniz alışverişime devam etmek istiyorum." Ondan uzaklaşmak için adımlar attım. Başımızda bu kadar bela varken hiçbir yabancıya güvenecek değildim. Yürüdüğüm an önüme geçtiğinde duraksadım. Boyu benden daha uzundu. Keskin yüz hatları, dik omuzları, ve fazlasıyla tehlikeli bakan yeşil hareleri vardı. Bir çok kızın ölüp bitebileceği bir karizması vardı, lakin bunlar umrumda değildi. Bir an önce burdan uzaklaşmak istiyordum.

 

"Sadece sohbet ediyorum, umarım sizi rahatsız etmiyorum."

 

"Ediyorsunuz." Bu sefer sesim hafifçe sert çıktı. "Lütfen çekilir misiniz?"

 

"Zihniniz kuvvetlimidir hanımefendi?" Dedikleri kafamı karıştırdı.

 

"Ne saçmalıyorsunız?" Hoşnutsuz bir ifadeyle sorduğum soruya karşılık gözleri kısıldı.

 

"Hafızanız diyorum, her şeyi unutur mu?" Neden benimle hesap sorar gibi konuşuyordu? Bu adamın derdi neydi?

 

"Çekilin." Yanından geçmek istediğimde kolumu kavradı, çığlığı basacaktım ama gereksiz yere kavga çıksın istemedim. Bu aptal adamdan kendi başımada kurtulabilirdim.

 

"Sanırım sizi rahatsız ettim." Dediklerimi duymuyor muydu?

 

"Ettiniz." Kolumu kabaca çekerek bir kaç adım geri atmak istedim ama izin vermedi. "Çekilin."

 

"Soruma cevap verin, bende sizi bırakacağım." Duygusuzca ona baktım.

 

"Size hiçbir şeyin cevabını vermek zorunda değilim." Yabancının biriyle kalkıp aklımın nasıl çalıştığını konuşacak değildim.

 

"O zaman bende sizi bırakmam." İyice sinirlermi bozuyordu.

 

"Kim olduğunuzu sanıyorsunuz?" Dişlerim arasında konuşurken ona hesap dolu bir bakış attım. "Kolumu bırakmazsanız sizin için hiç iyi şeyler olmaz." Biraz daha devam ederse tüm korumaları buraya yığacaktım. Sadece ses çıkarmak istemiyordum. Bunu yaparsam Zahir abi büyük ihtimalle bu yabancı adamla kavgaya girerdi. Son isteğim bile değildi onun başını belaya sokmak.

 

"Neye güvenip böylesine sert konuştuğunuzu merak ediyorum." Yüzüme yaklaşarak beni kendisine doğru çektiğinde ne yapacağımı şaşırdım. "Oysa eskiden daha ürkek görünüyordunuz. Yine de orda biraz cesurluk hatırlıyorum." Bu adam ne saçmalıyordu?

 

"Ne diyorsunuz siz?" Kolumu çekiştirerek ondan kurtulmaya çalıştım, ama tutuşu sıkıydı. Ben kurtulmak için çabaladığımda, daha da sıkılaştı. Canımın yanmaya başladığını hissettim. "Beni nerden tanıyorsunuz?" Şüpheci bakışlarla sorduğumda başını dikleştirdi. Kolumu çok sıktığını farkettiği an tutuşunu gevşetti ve hiç inandırıcı gelmeyen nazik bir tebessüm takındı.

 

"Çok eskilerden." Kolumu bırakarak nefesini verdi. "İnanın bana, tekrar görüşeceğiz Hafsa hanım." Son sözleriyle bozguna uğradım. Yanımdan geçip gittiğinde şaşkınca onun arkasından baktım.

 

Neydi bu? Yine birilerinin oyunu mu? O adamı tanımıyordum bile!

 

Kafam iyice allak bullak olmuştu. Şaşkın bakışlarımın yerini hem şüphe hemde merak sardı. Belki de birinin kurduğu oyunlardandı, bu sefer Yavuz'a zarar vermek için belki de beni kullanıyordular. İzin vermeyecektim. Arkamı dönerek koşar adım ordan uzaklaştım, tek isteğim bu adamla bir daha karşılaşmamaktı.

 

Diğerlerinin yanına geri döndüğümde Zerda'yla Nisa'nın yan yana durmuş bir şeyleri çekiştirir gibi söhbet ettiklerini farkettim. Az önce yaşananlar açıkça beni strese sokmuştu, şimdi ikisinin bu eğlenceli halleri stresimi biraz olsun azaltmıştı.

 

"Kızlar?" Kaşlarım çatılırken merakla yaklaştım onlara. "Neler oluyor?"

 

"Ceylan'a bak." Zerda'nın keyifli sesine karşılık gözlerim etrafı taradı. Gözüme çarpan Ceylan'ın yanında yabancı bir adam vardı. Gözlerim hafifçe genişledi. Alışveriş merkezinin işçilerinden birisiydi. Üstündeki üniformadan bu açıkça belliydi. Uzun boylu, kumral, sakin bir adama benziyordu. Açıkça Ceylan ona kıyafetleri sorarken resmen onunla flört eder gibi konuşuyordu.

 

"Şimdide bizim ağır abiye bak." Diyen Nisa'yla bakışlarım Zahir abiyi buldu. Vücudu gerilmişti, elleri iki yanında yumruk olmuştu. Dişlerini sıkıyor, ağır ağır nefesler alıyordu.

 

Ceylan'ı kıskanıyordu, ve Ceylan'ın tüm bunları bilerek yaptığına adım kadar emindim. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Biraz sonra adama saldırmazsa, bende Zerda değilim." Diye fikrini sundu, Zerda. Haksız da sayılmazdı. Zahir abi her an o adamın üstüne atlayacak gibi duruyordu. Ceylan her o güzel gülüşünü adama sundukca, Zahir abinin tüm vücudu geriliyordu.

 

"Neler oluyor?" Kollarında Özlem'le yanımıza gelen Narin'in yüzünde meraklı bir ifade vardı.

 

"Kardeşin büyük oynuyor, Narin." Zerda ona bakarken güldü. "Baksana." Narin önce onun dediklerine anlam veremedi, ardından bakışları önce Zahir'in ardından Ceylan'ın üstünde gezindi. Farkına vardığı şeyle afalladı. Ceylan'a azarlar bir şekilde baktı, ama Ceylan bunu hiç umursamadan karşısındaki adama kıyafetleri sormaya devam ediyordu.

 

"Onların ne konuştuklarından haberiniz var mı?" Diye sordu Narin, maalesef ki hiçbirimiz henüz bu konu hakkında bilgi sahibi değildik. En azından ben Zahir abinin özür dilediğini düşünüyordum. Çünkü son konuşmamızdan bu anlamı çıkarmıştım.

 

"Bilmiyoruz." Nisa nefesini verdi. "Ama muhtemelen Ceylan anlatacaktır." Narin haklı olarak kardeşi için endişeleniyordu, lakin ben artık Zahir abinin Ceylan'ı kırıp üzecek bir şey yapacağını sanmıyordum. Onun yanında başka birisini görünce bile böylesine delirirken, bir daha onu kendisinden uzak tutacak işlere kalkışmazdı.

 

Ceylan üstüne bir elbise daha tuttuğunda adam onu süzmüştü. Buysa, bardağı taşıran son damla olmuştu. "Ceylan!" Zahir abinin gür sesi mağazayı doldurduğu an Ceylan hafifçe irikilip ona döndü. Zerda'yla Nisa resmen kol kola girip heyecanla onları izlerken kendimi sinema salonunda hissetmeye başlamıştım.

 

"Ne var?" Ceylan elindeki elbiseyle ona dönerken, Zahir abi birkaç adımda çoktan Ceylan'ın yanına ulaşmıştı. Önce o adam soğuk ve öldürücü bir bakış attı, ardından Ceylan'ın kolunu yakaladı.

 

"Yüri, gideyuriz." Dedi ama Ceylan ayaklarını yere basarak ona iddialı bir bakış attı.

 

"Nereye gidiyoruz?" Çekti kolunu. "İşim bitmedi benim."

 

"İşuni beğenmedum." Zahir abi öfkesini kontrol etmeye çalışırken tekrar kavradı Ceylan'ın kolunu. "Yuri, delurtme benu!"

 

"Delir!" Ceylan çırpınarak kurtulmaya çalıştı ondan. "Odun kafalı, bırak kolumu!"

 

"Bırakmayacağum!" Bakışlarını çalışana çevirdi. "Sende s*ktir git, elimde kalacaksun!"

 

"Nereye gidiyor!" Aynı Zahir abi gibi çalışana döndü, Ceylan. "Gitmeyin beyefendi, ben sizi çok sevdim hatta biraz daha söhbet edelim." Yüzündeki o masum tebessümle konuştuğu an Zahir abinin gözü seğirdi.

 

Zerda'nın ağzından "oho.." diye bir ses çıktı. "Ortalık karışacak."

 

"Ne dedun sen?" Gözleri kısılırken Ceylan'ın yüzüne eğildi. "Sevdum nedur ula!"

 

"Çok güzel muhabbet ediyor beyefendi." Ceylan önce Zahir'e ardından adama baktı. "Ben size çok ısındım Yalçın bey." Adam şaşkınca bir Zahir'e bir Ceylan'a baktı. Ne yapacağını şaşırmış gibi küçük bir tebessüm etti.

 

"Çok güzel muabbet edeyi?" Zahir abinin tehlikeyle çıkan sesi iyiye işaret değildi. Ceylan'ın kolunu bıraktı, omuzlarını yuvarladı ve nefesini verdi. Ardından adamın yüzüne sert bir yumruk geçirdiğinde mağazada acı dolu inilti duyuldu.

 

"Oha!" Nisa şokla bağırdı. "Bunu beklemiyordum!"

 

"Ben bekliyordum." Zerda kaldırıp indirdi omuzlarını. "Tufan bunu çok yaptı."

 

"Nasi muabbet kuşi!" Adamın yakasını tutarak kendine çevirip bir yumruk daha attı. "Biraz da benlen koniş!"

 

"Zahir napıyorsun!" Ceylan şok içinde aralarına girmek istedi, ama Zahir abi ondan daha kıvraktı bir adımla adamın yakasını tekrar kavradı. Ceylan hızla bize döndü.

 

"Ne bakıyorsunuz! Bir şey yapsanıza, abla!" Zahir'i kışkırtırken bir kavgaya sebep olmuştu.

 

"Yavuz haklı, gerçekten hepiniz çocuk gibisiniz!" Dedim Zahir abinin yanına yürüyerek, ve benim peşimden diğerleri takip etti.

 

Daha sonra ne mi oldu?

 

Mağazadan atıldık. Bunlarda yetmezmiş gibi müdür Yavuz'u aramıştı! Payidar ailesi her yerde tanınan bir aileydi, tüm hasarın hesabını Yavuz'a kitlemişti. Eve dönünce kesin iyi bir azar yiyecektik! Buraya gelmek istemişti, ama Zahir öfkeyle konuşup eve geleceklerini söyleyip telefonu yüzüne kapatmıştı. Ne adamı öylesine dövmüş olması umrundaydı, ne de mağazadan atılmış olmamız. Tek umursadığı Ceylan'ın o sözleriydi. Hâlâ kıskançlıktan bir hâl olmuştu.

 

Neyse ki mağazadan atıldıktan sonra çalışan kadınlardan biri paketli patikleri getirip bana vermişti. Onca yaygaradan sonra bunu yapmaları bile büyük jestti.

 

Arabayı süren Zahir abi direksiyonu sıkmaktan herhalde kıracaktı. Arkada oturan Zerda, Ve Nisa yan yana sıkışmıştı. Narin Özlem'i kucağına almıştı. Ve bende ortada oturuyordum. Arabanın içi geniş olduğundan neyse ki sıkışmayı başarmıştık. Bunun yanı sıra arka tarafta bir sürü korumalar takip ediyordu, elbette onlarında arabalarına binebilirdik ama Narin hariç bizim istediğimiz Ceylan'la Zahir' ön koltuklara oturtmaktı.

 

Ve başarmıştık.

 

Birbirlerine bakmayı reddederek düz bakıyordular. Zahir o adamla kavga ettiği için ve adamda tabiki daha fazla dayanmayıp ona karşılık verdiği için yanağı morarmış dudağı kanamıştı. Hafif radyonun sesi arabayı doldururken bizim gözlerimiz onların arasında gidip geliyordu.

 

Çalmaya başlayan "Evlenmene bak" şarkısıyla Ceylan haraketlendi. Şarkının sesini sonuna kadar açtığında gözlerimi kırpıştırdım. İkisi arasında neler geçmişti bilmiyordum, ama bu şarkı kesinlikle Zahir abiye bir göndermeydi.

 

Şarkı sözleri devam ettikce Ceylan biraz daha artırdı sesi.

 

"Ben gidiyorum sen lütfen eğlenmene bak." Şarkının sözleriyle gerilen Zahir abiyi farkettim. O da Ceylan'ın bu şarkının sesini bilerek açtığının farkındaydı. "Nerden bileyim bu kalbimi kim dolduracak?" Sözler Zahir abiyi daha da delirtirken elini uzatıp şarkının sesini kıstı.

 

Ceylan anında başını ona çevirdi, kıstığı gözleriyle elini uzatıp şarkıyı fulledi. "Rahatsız olma, başkasıyla evlenmene bak."

 

"Evlenmeyeceğum ula!" En sonunda sabrını kaybeden Zahir abi öfkeyle ve büyük bir kararlılıkla konuştu. "Senden başka kimseyle evlenmeyeceğum unutma buni!"

 

Ceylan onun bu sözleriyle afalladı, ardından hızla ifadesini topladı. Gerçi afallayan tek kişi o değildi. Biz bile Zahir abinin böylesine konuşmasını beklemiyorduk.

 

Gerçekten Ceylan'a kendini affetirmek istiyordu.

 

Ceylan yola bakarken kollarını göğsünde kenetledi, ve kuru bir kahkaha attı. "Benden başka kimseyle evlenmeyecekmiş." Sert bir sesle konuştu. "Sen evlenme, ben evlenirim!"

 

"Evlenmeyeceksun!" Gaza basan Zahir abi kıskançlıktan deliye dönmüş bir şekilde konuştu. "Seninle evlenmek isteyenun ecdadini-!"

 

"Küfür etme, odun!"

 

"Huysiz!"

 

"Sensin o, goril!"

 

"Bak baa, doğri koniş!"

 

"Doğrudan anlasaydın konuşurduk!"

 

"Delureceğum!" Diye bir isyanla yola döndü Zahir abi. Onların bu hallerini kıkırdayarak izliyorduk. Tabi gülüşlerimiz sessiz olduğu için onlar farkında değildi. Narin bile hafif bir tebessümü yüzünden silememişti. Tüm bunlar ona bir şeyleri hatırlatmış gibi bakışları derinleşmişti. Belki de geçmişi.

 

Ya da Devran'ı. Her şeye rağmen, geçmişte onlarında güzel bir ilişkisi vardı. Gizli olsa bile, kim bilir birlikte ne kadar güzel anılar biriktirmiştiler.

 

Yol boyu Ceylan çalan her atarlı giderli şarkıyı fulledi, ve Zahir'de sinir krizi geçirmenin eşiğinden döndü. En sonunda eve döndüğümüzde, arabayı bağ evinin önüne park etti. Yavuz'un kollarını göğsünde kenetlemiş yüzündeki endişeyle arabaya baktığını gördüm. Ama bu endişenin yanı sıra 'birazdan iyi bir azar yiyeceksiniz' der gibi bir ifadeye sahipti.

 

Onun yanında duran abiminde aşağı kalır yanı yoktu. Kaslı omuzları fazlasıya gergindi, gerçek şuydu ki onlar bizi iki dakika yalnız bıraksa hemen başımız belaya giriyordu. Abimin hemen solunda duran Aziz abide bir hayli rahatsız ve endişeli gözüküyordu. Süleyman'la Cafer yan yana durmuş yine sırıtmakla meşguldü!

 

Zahir abi kemerini çözüp indi arabadan, patlamaya hazır bir bombadan farksız olduğu için kimse ona tek kelime etmedi. Onun hemen ardından Ceylan indi, onada tek kelime edemediler. Narin desen, kucağındaki Özlem'le arabadan iner inmez eve yürümüştü. Elbet kimse ona bulaşacak değildi.

 

"Hainler!" Diye bağırdı Zerda arkalarından. İkimiz arabalardan inerken abim Zerda'ya Yavuz bana bakmakla meşguldü.

 

"Neler oldu?" İlk sorana Yavuz oldu.

 

"Neyin kavgasını ettiniz gene!" Diye konuştu abim. Bizim bir suçumuz yoktu ki!

 

"Ve niye ilkokul ebeveyinlerini arar gibi müdür bizi aradı!" Diye aynı sitemle konuştu Aziz abi.

 

Zerda'yla birbirimize baktık, nasıl bir açıklama yapacağımızı bilemedik çünkü asıl suçlular kaçmıştı. Hemde arabadan iner inmez! Kıvranan çocuklar gibi Süleyman'la Cafer'e baktığımızda ikisi yan yana durmuş, Cafer bir dirseğini Süleyman'ın omzuna yaslayarak hafifçe öne eğilmişti.

 

"Hiç bakmayın bize öyle yengelerim." Dedi Keyifle Süleyman. "Bu sinirlerinin yatışmış halleri." Öyle mi? Yavuz'un o kehribar hareleri bana hiç öyle demiyordu!

 

"Kavga filan etmedik canım nişanlım." Zerda o köpek yavrusu gözleriyle konuştu masum masum. "Hep o Zahir'iniz yüzünden, alışveriş merkezini birbirine kattı!"

 

"Öncelikle o canım nişanlım lafını çıkar, abin burdayken bu ite hesap verecek değilsin!" Diyen Aziz abi abime kindar bir bakış attı.

 

"Canım nişanlım lafını filan çıkarma." Abim o bakışı es geçerek Zerda'ya baktı. "Çalışanlarla saç baş kavgaya girmişsin!" Dedi abim ve burun kemerini sıktı. "Zerda bunu nasıl başardın!"

 

Burayı atlamış olabilirdim, evet. Zerda bunu yapmıştı, kavgayı ayırmaya çalışırken kadın bir çalışanla saç baş kavgaya girmişti ve bunu nasıl başardığını bilmiyorduk! Kadın Zerda'yı kavga eden kişi sanınca, Zerda'da kendisinin koluna böylesine asılmasından rahatsız olmuştu. Birbirlerine bağırmaları sonucu, Zerda kadının saçlarına yapışmıştı!

 

"Ne var accık ucundan çekiştirdiysek?" Yeşil gözleri bir çocuğun masumluğunu taşıdı. Kolunu öne uzattı. "Hem bak, o kadın kolumu çizdi bence haketmiş!" Abim gözlerini Zerda'nın koluna indirdi, burnundan verdiği sesli nefesle bakışları yumuşadı.

 

"Bu sefer kanmayacağım sana." Homurdanarak yanımıza geldi. Zerda'nın kolunu nazikce tuttu ve çiziği inceledi. Fazla büyük bir çizik sayılmazdı, ama kadının tırnağı Zerda'nın derisine çok iyi geçmiş olmalıydı ki kanlanmaya başlamıştı.

 

"Valla acıyor." Zerda kendini acındırma moduna geçince Aziz'inde abiminde bakışları yumuşamıştı.

 

"Bakayım." Tufan'ın elini kabaca itip Zerda'nın kolunu inceledi. Gülmemek için kendimi tuttum. Zerda gerçekten işin içinde nasıl sıyrılacağını biliyordu. Ne abim ne de Aziz abi Zerda'ya kıyamıyordu.

 

"Sararız geçer." Dedi Aziz abi, Abim nefesini vererek bakışlarını bana çevirdi.

 

"Sende birinin saçlarına yapıştım deme düşer bayılırım!" Ağzımdan küçük bir gülüş kaçtı.

 

"Yapışmadım!" bakışları yumuşadı ve Zerda'yı terkeden gözleri üstümde gezindi.

 

"Sana bir şey oldu mu?" İyiliğimi her zaman düşünene abim, yine benim için endişelenmekten geri duramıyordu.

 

"Olmadı." Dedim tebessümle, kolumda küçük bir morluk vardı bu da o aptal adam yüzünden olmuştu. Onu tekrar hatırlamak beni rahatsız etti. Nefesimi vererek bakışlarımı Yavuz'a çevirdiğimde yutkundum.

 

Sonunda gözlerini iki saatir bana diken Yavuz tek kaşını kaldırdı. "Bir açıklama bekliyorum." Herkeste benden açıklama beklesin arkadaş!

 

"Git Zahir abiden al açıklamanı." Somurtarak yürüdüm kapıya doğru. "Gelen geçen benden açıklama bekliyor, yok bende açıklama." Ne yazık ki ben Zerda gibi işin içinden öyle kolay sıyrılabilen birisi değildim. Yanından geçtiğim an belime sarılan koluyla beni yanına çekmişti.

 

Yutkunarak ona baktığımda başını hafifçe öne eğdi. "Bir şey oldu mu sana?" Sesinde gerçek bir endişe vardı. Yumuşayan bakışlarımla fısıldadım.

 

"Olmadı." Dediğimde abimler ve Zerda çoktan eve yürümüştü. Süleyman'la Cafer gülerek onların didişmelerini dinleyip takip etmişti.

 

"Neyin kavgasıydı bu, Hafsa?" Dediğinde nefesimi verdim. Ellerimden birini onun omzuna koydum.

 

"Ceylan bir kıskançlık oyunu oynadı." Hafifçe kaldırıp indirdim omzularımı. "Zahir abide dayanamadı, adama saldırdı." Yavuz'un kaşları havalandı.

 

"O ikisi barıştı mı?" Diye sorduğunda başımı iki yana salladım.

 

"Bence hayır." Onun gözlerine bakarken düşünceli bir sesle konuştum. "Ama bence Zahir abi pişman."

 

"Umarım öyledir." Diyerek nefesini verdi, ardından bakışları üstümde gezindi. Kolumdaki hafif morarmayı farkettiği an gözleri kısıldı. Kaşları çatıldı, hızla kolumu nazikce kavrayıp görüş alanına getirdi. Yüz hatları kasıldı.

 

"Kim yaptı bunu?" Sesindeki tehlike ve gözlerindeki öfke kolumdaki morluğa her baktığı an çoğalıyordu.

 

"Bir şey yok, Yavuz." Onu sakinleştirecek bir sesle konuştum. Şimdi sebebini anlatırsam, endişelencekti. Bir çok soru soracaktı. Yavuz'un o adamla uğraşmasını, ya da karışlaşmasını istemiyordum.

 

"Kim yaptı dedim." Bu sefer ki bir soru değildi, sert sesi açıkca talep ediyordu. Söylememi bekliyordu.

 

"Mağazanın güvenliğinden biri." Diye açıkladım. Ama yalan söylediğim için üstüme pişmanlık akın etti. Nedensizce içimden bir ses, o adamın bilerek karışma çıktığını ve bize bir oyun oynadığını söylüyordu. "Zahir abi çıkmayı reddedince, onlarda bizi dışarı zorla çıkardılar." Her kelimemde öfkesi yükseldi.

 

"Başka bir yerine zarar geldi mi?" Diye sorarken gözleri durmaksızın üstümde geziniyor herhangi bir iz arıyordu. Aslında o adam kolumu öyle fazla sıkmamıştı, ama tenim fazla narindi ve anında iz bırakıyordu.

 

"Hayır, Yavuz." Kolumu nazikce çekerek ellerimi yanaklarına koydum. "Ben iyiyim, endişelenme."

 

"Kimdi?" Dedi. "Yüzünü hatırlıyor musun?"

 

"Yok artık, Yavuz." Dedim şaşkınca ona bakarak. "Gidip adama bir şey yapmayacaksın değil mi?" Soruma karşı sessiz kalışı, ve o sert bakışları bana tamda 'evet yapacağım' diyordu.

 

Bunu yapmasını istemiyordum. Çünkü o adam her kimse istediği tamda buydu.

 

"Saçmalama, Yavuz başını belaya sokmana izin vermeyeceğim." Dedim ona bakarken endişeyle. "Alt tarafı küçük bir morluk-"

 

"Değil." Dediğinde dişlerini sıktı. "Benim karıma kimse dokunamaz." Küçücük bir morluk bile onu böylesine delirtmişti.

 

Yavuz benim için herkesi karşısına almaktan çekinmiyordu. Kolumda böylesine küçük bir morluğa sebep olan adamı bile çıplak ellerle boğmak isterken, beni asıl korkutan Kemal Ordulu'ya ne yapacağıydı. Yavuz bana her şeyin iyi olduğunu söylüyordu, ama nedenini bilmediğim bir şekilde içimden bir ses sessizcede olsa Kemal'le uğraşmaya devam ettiğini söylüyordu.

 

"Yavuz, lütfen." Dedim ona bakarken. "Unut gitsin tamam mı? Bak ben iyiyim. Hem adam ne yapsın? Biz çıkmayı reddettik diye onlarda zor yola baş vurdular." Benim yüzümden onun başı belaya girmemliydi.

 

Yavuz'un sert çehresi sesli bir nefesle çok azda olsa yumuşadı. Dediklerimi kabul etmek istemiyordu, ama ne kadar zorlarsa zorlasın benim bu işe yanaşmayacağımı biliyordu.

 

"Canın yandı mı doğruyu söyle?" Dedi endişe ve sertlik dolu sesiyle. "Ağrın filan var mı?" Bu sefer endişesi bebeğimiz içindi.

 

"Yavuz, hayır yok." Kendimden emin bir sesle konuşurken tebessüm ettim. "Bebeğimizde bende çok iyiyiz, artık şu çatılan kaşlarını düzeltir misin?" Ben söyleyene kadar kaşlarını çattığının farkında bile değildi. Sesli bir nefes verdi. Yüz hatları yumuşamaya başladı. Kolumdaki morluğa küçük bir öpücük bıraktığında bakışlarıma sıcaklık erişti. Kaşları hafifçe çatıldı.

 

"Bu parfüm kokusu ne?" Diye sorduğunda önce algılyamadım. Ardından ne demek istediğini anladım. Bugün alışveriş merkezinde bileğime sıktığım parfümün kokusunu almış olmalıydı. Yavuz, benim kokumu ezbere biliyordu ki tenimin herhangi bir yerinde değişen kokumu bile hissediyordu.

 

"Sana bir parfüm almak istedim." Gülümsedim. "Ama kokusunu hiç beğenmedim." Ona doğru eğildim. "Biliyor musun? Sen tüm parfümlerden daha güzel kokuyorsum." Dudağının köşesi yukarı doğru kıvrıldı. Ona iltifat ediyor olmam çok hoşuna gidiyordu.

 

"Biliyorum." Dedi alayla. Egosunu konuşturmasa olmuyordu.

 

Kolumu usulca yanıma indirdi. Gözleri gözlerimin en derinine baktı

 

"Bugün kontrole gitmemiz gerekiyordu." Azarlar gibi bir bakış attı. "Bir saat kadar geç kaldık." Alt dudağımı içeri kıvırdım.

 

"Ben onu unuttum." Zahir abi sağolsun, öylesine bir duruma sokmuştu ki bizi her şey aklımdan uçup gitmişti.

 

"Dema." Alayla fısıldadı. "Heç farkinda değildum." Kıstım gözlerimi.

 

"Dalga geçme zalımın oğlu." Kolunu dürttüm. "Çene çalacağına beni kontrole götür!"

 

"Hay hay." Hafifçe eğildi, bir kolunu bacaklarımın diğerini belimin arkasından geçirdiğinde kollarımı düşmemek için boynuna sardım.

 

"Yürüyebiliyorum!" Ayaklarımı hafifçe kaldırdım ve iri gözlerle konuştum. "Hani ayaklarım var benim, hatırlatırım!"

 

"Ayaklarını mı?" Sahte bir şaşkınlıkla önce ayaklarıma baktı. Ardından bana döndü kulağıma eğilerek fısıldadı. "Hafsa, ayakların yok karım." Yüzünde çapkın bir sırıtış belirdi. "Ama dağ gibi kocan var, hiç üzülme. Ben seni her yere taşırım." Yaramaz halleri beni güldürürken dudaklarımı birbirine bastırdım, ona hem azarlar gibi hemde sevgi dolu bir şekilde baktım.

 

"İyiki kocam var o zaman." Gözlerimde eğlence dolu bir bakış vardı. "Sen olmasaydın ne yapardım ben."

 

"Üzülme." Dedi dilini damağına vurarak. "Ben varım, iyiki varım." Hayatta bildiğim en iyi şeylerden biriside buydu, Yavuz Payidar asla kendisiyle övünmesine bir son vermeyecekti.

 

Neşesi asla solmuyordu, Yavuz'un neşesi öylesine güzeldi ki yaşadığı her şeye rağmen dimdik durmayı başarıyordu. Bir gün o neşesini kaybederse, ne yapardım hiç bilmiyordum. Umarım böyle bir şey asla yaşanmazdı.

 

Çünkü ben onun bu hallerini çok seviyordum.

 

*****

 

Hastaneye gelir gelmez doktordan yediğimiz kısa bir azarın ardından sonunda sedyeye yatmayı başarmıştım. Tişörtümü yukarı çekmiş, karnımı açığa çıkarmış uzanırken, sedyemin baş ucunda Yavuz vardı. Bir eli saçlarımı okşarken hafifçe sedyeye yaslanmıştı. Gözleri yüzümü tetketmiyordu.

 

Doktor ultrason probunu karnımda gezdirirken, gözlerim Yavuz'u terkedip ultrason ekranın çıktı. Benimle aynı anda Yavuz'da hafifçe kıpırdanmıştı. Gözleri anında siyah beyaz ekranı bulmuştu.

 

"İşte burda." Diye fısıldadı doktor işaret parmağıyla biraz büyümeye başlayan fasulye tanesini göstererek. Gözlerimdeki bakış daha da yumuşarken elim Yavuz'un elini buldu.

 

Gözlerim onun yüzüne çıktığında hayranlık dolu bir şekilde ultrason ekranın bakıyordu. Başını hafifçe eğdi ve fısıldadı. "Bu büyümüş." Sözleri beni güldürdü. Kelimeler ağzından öylesine ürkek ve sevgi dolu çıkmıştı ki yüreğimi ısıtmıştı.

 

"Büyümesi normal değil mi sevgilim?" Dediğimde gözlerini zar zor ayırdı ultrason ekranından.

 

"Normal mi?" Diye sordu. Yine aklı durmuştu. Doktor güldü.

 

"Normal, Yavuz bey." Buraya geldiğimden beri son kontrollerimi Gonca hanıma yaptırıyordum.

 

Gonca hanım tekrar bakışlarını ultrason ekranında gezdirdi. Bakışları hafifçe kısıldı. "Daha önceki kontrollerimizde bunu farketmemiştik." Dediğinde sesinde saygılı bir neşe vardı. "Bebeklerinizin ikiz olduğunu biliyor muydunuz?" Gonca hanımın ağzından çıkan sözlerle şokla gözlerim genişledi.

 

Hızla yerimde kıpırdandım, yutkunarak ultrason ekranın baktım. "Ne?" Sanki kelimeler boğazımda düğümlendi. Şok dolu gözlerim Yavuz'un yüzünü buldu. Donup kalmıştı.

 

Soluğum kesilirken elini sıktım. "Bayılma!" Dedim ne yapacağımı şaşırmış bir halde. "Bayılma, bu sefer ben bayılacağım!"

 

Yavuz sertçe yutkundu. "İkiz?" Dili tutulmuş gibiydi. Şoktan çıkmaya başlayan gözleriyle elimi bıraktı. Ne yapacağını şaşırmış gibi sedyenin etrafında yürüdü ve ultrasonun yanında durarak başını ekrana doğru eğdi. "İkiz mi?" Dediğinde sesi hafifçe titredi.

 

İkimizde bir hayli şoktaydık. Doktor o ultrason ekranına eğildiği için ekranı göremiyordu. Nazik bir şekilde konuştu. "Kafanızı çekerseniz, daha net bakabilirim, Yavuz bey." Yavuz sertçe yutkundu, far görmüş tavşandan farksız uslu çocuklar gibi başını geri çektiğinde ne o ne de ben şoku atlamış değildik.

 

İkiz.

 

Bebeklerim ikizdi.

 

"Yanlış görmüyorum." Dedi doktor tebessümle. "Bebekleriniz ikiz." Yavuz'un ağzından titrek bir nefes firar ederken kaşları büküldü. Bakışları beni buldu.

 

"İkiz diyor." Dediğinde hayretler içindeydi.

 

"Öyle diyor." Kısık bir sesle bende konuşunca Yavuz doğrulttu sırtını. Hızlanan nefeslerini farkettim. Bir bebek şoku bile tazeyken, onların ikiz olduğunu öğrenmiştik. Duygularım karıştı, öyle bir karıştı ki ben ne diyeceğimi bilemedim.

 

Tek bildiğim ikimizinde gözleri dolmuştu. Yavuz sertçe yutkundu, dolu gözlerimi farkedince elimi bıraktığını yeni farketmişti. Hızlı adımlarla geri sedyenin etrafında dolandı. Yerinde duramayan çocuklar gibi tekrar elimi kavradığında derin bir nefes çektim içime. Sedyenin yanına eğildiğinde dizlerini kırdı. Doktora baktı. "Kalp atışlarını dinleye bilir miyiz?" Diye sorduğunda, doktor usulca başını salladı.

 

"Elbette." Dedikten hemen sonra, bir tuşa bastı. Odayı dolduran kalp atışlarıyla yanağıma bir damla yaş aktı. Bir değil, iki kalp çarpıyordu.

 

"Yavuz." Diye fısıldadığımda sesimde anlam veremediğim bir savunmasızlık oluştu. Gözlerimi zar zor çekip ona baktığımda aynı benim gibi gözleri dolmuştu, bir damla yaş kirpiklerinde asılıydı.

 

Büyük bir dikkatle sesi dinlediğinin farkındaydım, elimi hafifçe sıktığında orda olduğunu belli ediyordu. Omuzlarım çökerken sedyede daha rahat bir şekilde uzandım. Odayı dolduran kalp atışları gözlerimi kapatmama neden oldu. Karnımda iki çocuk taşıyordum.

 

Bu dünyanın en güzel hissiydi.

 

Anne olacaktım. Aynı annem gibi, bende çocuklarımı çok sevecektim.

 

Gözlerim kapalı kaldı, ta ki doktor sesi durdurana kadar. Bunun hemen ardından gözlerim usulca açıldı, doktor bana küçük bir tebessüm ettiğinde dolu gözlerimle başımı salladım. Yavaşça ayağa kalktı, ellerini önlüğünün cebine sokarak kapıya yürüyüp dışarı çıktığında Yavuz ağır haraketlerle doğruldu.

 

Konuşmadı, ama öne doğru eğilip alnıma bir öpücük kondurduğunda gözlerim tekrardan kapandı. Dudakları uzun uzadı alnımda kaldı, hemen ardından başı hafifçe eğildi. Gözlerim açıldığında onun sevgi dolu gözleriyle karşılaştım.

 

"Nasıl yapacağım bilmiyorum." Fısıltısı titrek bir şekilde dışarı çıkıyordu. "Ama sizi koruyacağım." Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oluştu. "Ne pahasına olursa olsun." Hissettiğim savunmasızlığa, büyük bir dayanaktı bu.

 

Onun sözleri, gözleri, ve sevgisi, beni güvende hissettiren tek şeydi..

 

****

 

Hastaneden çıkmıştık. Yan yana ele ele yürürken ikimizinde içindeki heyecan ve sevgi tarif edilmez bir şekildeydi. Yavuz bir elinde tuttuğu ultrason resmine bakarken dudaklarında sabırsız bir tebessüm vardı. "Dokuz ay nasıl geçecek?" Dedi başını bana çevirerek. Resmin üstündeki büyümeye başlayan çocuklarımıza bak bak doyamıyordu.

 

"Bakıyorumda birileri pek heyecanlı." Dediğimde aslında benimde ondan aşağı kalır yanım yoktu. Resmen benden resmi almaya çalışana kadar bin bir çene dökmüştü. Bense tabiki çocuklarımızın resmini aynı onun gibi büyük bir hayranlıkla izlediğimden vermeyi reddedince Gonca hanım bu halimize gülerek ikinci bir resim çıkarmıştı.

 

"Heyecanlı olacağım tabi." Önüme geçti ve resmi gösterdi. "Baksana Hafsa, bize ait." Gururlu çocuklar gibi konuştukca hevesi sesine yansıyordu. "İkiz çocuklar, sana ve bana ait." Söylemelere doyamıyordu, Yavuz bize ait olan küçük bebeklerimiz hakkında konuşmaktan asla bıkmıyordu.

 

Ve gerçek şuydu ki, bende onu dinlemekten asla bıkmıyordum. Gözlerim karnıma indi, yüzümde yer edinen tebessümle içimdeki heyecanda büyüdü. Bu bir gerçekti, dokuz ay sonra kollarıma küçük bir çocuk alacağımı sanarken, bugün onların ikiz olduğunu öğrenmiştik. Kalbimin hızlı atışları hâlâ dinmiş değildi.

 

Karnımda Yavuz'dan iki parça vardı. İki can, ona ve bana ait.

 

"Hafsa'm bu benim bile hayallerimin ötesinde." Gözleri sevgiyle ışıldarken ellerini kaldırıp yanaklarıma koydu. "Bir ailem olsun isterdim, bunu her zaman istedim." Sesi nazik bir fısıltıdan ibaretti. "Sadece seninle istedim. Bugün, karnında benim çocuklarımı taşıyorsun. Hafsa bu dünyanın en güzel hediyesi." Onun sözleriyle içimdeki neşe giderek çoğaldı. Sözlerindeki o samimiyet, sıcaklık, ve aşk gözlerimi dolduruyordu.

 

"Sen benim hayalleriminde ötesinde bir kadınsın zalımın kızı." Sözleriyle dudaklarım arasından sessiz sıcak bir gülüş kaçtı. Onun gözlerine bakarken dudaklarımdaki tebessüm yerini korudu.

 

"Ve sen benim hayallerimi süsleyen adamsın." Yavuz, benim tüm hayallerimi gerçekleştiren adamdı. "Yavuz, sen benim tüm hayallerimsin." Sözlerimle afalladı, ifadesi yumuşak bir hâl aldı. Onunla gerçek olmayan tek bir hayalim bile yoktu. Yavuz hayatıma girdiği günden beri, beni mutlu etmek için çabalamıştı. Oysa ne kadar zordu belki de senden haberi olmayan bir insanın gözlerinin içine bakarken kalbinin yanmasına rağmen gülümsemek.

 

Yavuz bunu yapmıştı.

 

Bu konuda nedensizce kendimi affedemiyordum.

 

Kalbi hasarlı bir adama yıllarca acı çektirenlerden biride ben olmuştum, habersizdim. Ama keşke diyordum, keşke onu daha önce farketseydim. Belki bir kez görseydim, gözlerinin ardına uzun uzadı baksaydım hissederdim onu. Yapmamıştım, onu farketmem yedi sene sürmüştü.

 

Yavuz kendi kalbi bir orman yangınıyken bile bana en güzel çiçekleri sunmuştu.

 

Ve o çiçekler benim kalbimde yeşermişti.

 

Onun aşkı bana aşkı öğretmişti.

 

"Hayallerinden daha fazlası olacağım, Hafsa." Eli yanağımı okşarken bakışlarında sonsuz bir hayranlık vardı. "Ben sana hayalini kurduğun her şeyi yaşatacağım." Yaşatıyordu.

 

Söylemesine bile gerek yoktu. Yavuz benim tüm hayallerimi gerçek yapıyordu.

 

"Hadi." Dedi elini yanağımdan çekip aşağı indirerek, ve parmaklarını parmaklarıma geçirdi. "Akşam yemeğe çıkacağız." Beni hafifçe arkasından çekiştirirken gülerek ona ayak uydurdum.

 

"Yemek mi?" Dedim heyecanla. "Nerden çıktı bu beyefendi?"

 

"Çocuklarımın annesiyle baş başa bir yemek yiyemez miyim?" Neşeli bir şekilde konuştu. "Ayrıca, karımla biraz baş başa kalmak istiyorum. O beş koca bebek yüzünden doğru dürüst zaman geçiremiyoruz." Sözlerine kahkaha attım.

 

"Abim ona bebek dediğini duysa, seninle kavgaya girerdi." Sahte bir tiksinmeyle buruşturdu yüzünü arabaya yürürken.

 

"O herifle beni aynı ringe koysan, iki dakikaya yere sererim."

 

"Abimi hafife alıyorsun." Eğlenen bir bakış attım ona. "Boks yarışmalarına katılmaya devam etseydi, Aziz abi kadar başarılı olurdu." Yalanı yoktu. Abim çok iyi bir boksör dü, ama Aziz abi yerine kariyerine devam etmemişti.

 

"Devam etmediyse, demek ki iyi değilmiş." Dedi Yavuz alayla, nefesimi vererek ona baktım.

 

"Benim için bıraktı." Dediğimde adımları duraksadı. Ben Yavuz'un hayatı hakkında çok şeyler biliyordum, ama o benim hayatımda pek bir şey bilmiyordu. Annem dışında, ona bir şeyler anlatmamıştım.

 

"Nasıl yani?" Düşen yüzümü farkettiğinde kaşları çatıldı. İfadem hüzünlü bir hâl almıştı, yinede küçük bir tebessümle gizledim bunu.

 

"Aziz abiye Amerika'dan teklif geldiğinde, abimide götürmek istedi. Hatta kabul ettirmişti, ama Cihan Polatlı benim gitmeme izin vermedi." Ona baba demek istemiyordum, bu yüzden soğuk bir şekilde kendi adını kullanıyordum.

 

Yavuz'un alaycı ifadesi giderek soldu. "Ben gidemeyince, abimde gitmedi." Benim için yaptığı fedakarlıkların ucu bucağı yoktu. Hayallerinden vazgeçmişti, oysa abim çok ünlü bir boksör olmayı çok isterdi.

 

Her ne kadar babam o boks antermanlarında abime ezyet etsede, abim umursamamıştı. Canının yanmasına rağmen, her gün antermanlara katılmıştı. Daha sonra Aziz abiyle bir maçta tanışmıştılar, ilk başta iki düşman daha sonra dost olmuştular ve Aziz abiyle çalışmalara başlayan abim nihayet eve kolu yada bacağı kırık bir şekilde gelmiyordu. Çünkü Aziz abi, hiçbir zaman abime işkence ederek savaşmamış, onunla adil dövüşmüştü.

 

Onların kardeşlik bağlarına her zaman saygı duymuştum.

 

"Gitmedi, çünkü o it seni incitiyordu." Dedi Yavuz, usulca başımı salladığımda çenesi kasıldı. Ama abime saygı duyar gibi bakışları derinleşti.

 

Suskunluğum onun için evet demekti, konuşmak istiyordu. Hatta daha fazlasını sormak, ama bana her zaman saygı duyuyordu.

 

"Canını yakan her kes bunun hesabını verecek." Gözünü karartmış bir tınıyla konuşurken, bunların yanı sıra sesinde bir koruma üstünlük taşıyordu. "Benim güzel karım." Bu üç kelime benim için tüm dünyalar demekti. "Canını yakan herkes, bunun bedelini bir gün ödeyecek sana sözüm olsun." Ona bunu yapmamasını söylemek isterdim, ama şu an gözlerindeki o güven dolu bakışa öylesine odaklanmıştım ki yapamadım.

 

Benim için tüm dünyayı yerinden oynatırdı, bunu biliyordum.

 

****

 

Akşam yemeğe gideceğimiz için, öncesinde eve gelmiştik. Üstümüzü değiştirmemiz gerekiyordu, bir restorana gidecektik bu yüzden gündelik kıyafetlerle katılamayacağımız ortadaydı.

 

Eve girer girmez bizimkilerin sesi doldu kulaklarıma.

 

"Yok artık!" Aynı anda abim, Aziz abi, ve Süleyman bağırmıştı. Yavuz'la anlam veremeyerek birbirimize baktık. Ardından salona yürüdük, herkes ordaydı ve küçük sehpanın üstüne üç dört kutu pizza konulmuştu.

 

Nisa onlardan birini yemekle meşgulken, Zerda ve Ceylan diğerlerinin yüzündeki ifadeye gülmekle meşguldü. Özlem sehpanın yanında yere oturmuş pizzalardan birini mideye indirirken, Cafer'de rahatca geri yaslanmış Nisa'nın yanında oturmuştu.

 

"Ne şaşırayisiniz?" Dedi bir ısırık daha alırken pizzasından, Cafer. "Alt tarafi para ödedum ula, niye baa cimri gibi davranayisiniz!" Kapıdan giren bizi farkeder farketmez dikeldi yerinde. "Yavuz, abine cimri muamelesi edeyiler gel beni savun."

 

"Neler oluyor?" Diyen Yavuz gözlerini teker teker onların üstünde gezdirdi. Özlem'in oturduğu yerin hemen arkasındaki koltukta oturan Narin nefesini verdi.

 

"Cafer pizzaların parasını ödedi, çocuklarda kabullenmiyor."

 

"Ödemedi!" Diye isyan etti Süleyman. "Bu bize yapılan iğrenç bir şakadır!"

 

Şaşkınca gözlerimi sehpanın üstündeki pizzalarda gezdirdim, Cafer abi cebinden beş kuruş çıkınca rahatsız olurken tüm bunların parasını mı ödemişti?

 

"Pizzayı kim istedi?" Dedi Yavuz.

 

"Ben." Dedi Nisa.

 

"O zaman bu kesinlikle bir şaka değil." Diye devam etti dudaklarına alaycı bir sırıtış yayılan Yavuz. O an bende ne demek istediğini anladım, ve şaşkınlık dolu bakışımın yerine tebessüm yayıldı.

 

"Hiç yardimci olmayisin, Yavuz." Cafer gözlerini kısıp Yavuz'a bakarken, Yavuz güldü ve omuz silkti.

 

"Ne var canım ödemişse?" Sahte bir savunmayla konuştu. "Sonuçta benim abim cimri bir adam değil, yani gittiği her yerde asla hesabı bana kitlemez."

 

"Mesela kıyafetlerinin parasını bana ödetmez." Diye devam ettirdi abim Yavuz'u.

 

"Üstündeki ceketin parasini ben ödedum." Dedi soğuk bir şekilde Zahir abi.

 

"Çoraplarınıda ben ödedim!" Süleyman konuştu gözlerini kısıp ona bakarken. "Ulan madem para harcayabiliyordun, ne diye bize ödetiyordun!"

 

"En son dondurma alıp parasını bana kitlemişti!" Dedi Aziz abi belinin arkasındaki yastığı Cafer'e fırlatarak. Nisa tüm bunlar karşısında daha fazla dayanamayıp gülünce, Cafer iyice utanmıştı.

 

"Susaniza!" Yastığı yakalayıp geri onlara fırlattı. "Her şeyumi kendum aldim ben!"

 

"Donuna kadar ben aldım lan!" Diye yükseldi abim öfkeye karışık rahatsız bir sesle.

 

"Kardeş arasinda paranin lafi olmaz." Savunma yöntemi biten Cafer abi, kardeşlik bağlarına yol vurmuştu.

 

"Hay seninle kardeş olduğum güne!" İnatla Yavuz'u gösterdi abim. "Kardeşin para basıyor resmen, niye ona ödetmiyorsun bize ödetiyorsun!"

 

"Yavuz'la öz kardeş oldiğimiz için, onin cebunden giden bendende gideyi. En iyi yol sizsunuz."

 

"Adam bizi banka gibi kullanıyor!" Süleyman ona kinli bir bakış attı. "Tavşanımında rıskını yiyorsun!" Cafer ona sus der gibi bir bakış attığında Süleyman küçük çocuklar gibi kollarını göğsünde kenetleyip arkasına yaslandı.

 

"Abim Nisa'ya aşık." Dedi Özlem pizzasından bir ısırık alırken. "Size aşık değil ki, neden parasını harcasın." Nisa'nın yuttuğu lokma boğazına takılırken Cafer'in irisleri genişlemişti. Özlem'in sözleri tüm odada kahkahalara neden olmuştu.

 

"Ee naparsın canım abim." Dedi Yavuz Cafer abiye alayla bakarken. "Çocukların dedikleri her zaman doğrudur. Aşıksın sen avukata."

 

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken Cafer'in yüzündeki ifade daha fazla dayanmama izin vermedi. Diğerleriyle birlikte ağzımdan kaçan kahkahayla abimlerin oturduğu koltuğun arkasına koydum ellerimi.

 

"Kapa çeneni, Yavuz!" Cafer'in ne yapacağını şaşırmış sitemiyle onun kıvranan hallerinden zevk alan kahkahalar çoğaldı.

 

Nisa bardağındaki suyu içerken, yanakları çoktan kızarmıştı. "Ben, bir lavaboya gideyim." Dediği gibi kalkıp uzaklaştığında Cafer bize azarlar bir bakış attı. Ama tek kelime etmeden o da Nisa'nın arkasından kalktı. Kendini bir açıklama yapma mecburuyetinde hissettmişti.

 

"Bu abayı fena yakmış lan." Aziz abi keyifle söylenirken Zerda güldü.

 

"Nisa'ya sırılsıklam aşık, haberi yok." diye katıldı abisine.

 

"Yalnız, ben ciddiyim en sonunda başımıza taş yağmazsa iyi." Süleyman afallayarak konuştu. "Kurt saldırısına filan maruz kalsam bu kadar şoka girmezdim anasını satayım!"

 

"Kurtlardan korkayisin." Zahir abi sırıtarak Süleyman'a baktığında, Süleyman kıstı gözlerini.

 

"Ne yapayım abi, korkacağım tabi! O ne öyle? Dişleri sivri sivri!" Bir şeyleri hatırlar gibi vücudu gergindi. "Cafer'le ormanda kaybolduğumuz gece resmen beni kurtun üstüne itmişti! Çok korkunçtu!" Bu anları hatırlayan Yavuz ve Zahir sırıttılar. Onlar neler yaşamıştı bilmiyorum, ama birlikte çok şey atlatmış gibiydiler. Cafer abi gerçekten sadece insanlardan değil, hayvanlardan kurtulmak içinde birilerini kendine siper ediyordu.

 

"Ne güzel işte." Zahir abi rahatca konuştu. "Keşke getirseydinuz. Beslerdum." Süleyman'ın aksine, Zahir abinin hoşuna gidiyordu yırtıcı hayvanlar.

 

"İyi ederdin." Aklına bir fikir gelmiş gibi sırıttı, Süleyman. "Çokta iyi anlaşırdınız, zekanız aynı seviyede sonuçta." Dedi ve ardından elini kaldırdı, Ceylan dudaklarındaki sırıtışla elini Süleyman'ın havadaki eline çarptı.

 

Bu hallerine Yavuz'da bende şaşkınca güldük. İkisi birlik olmuş resmen Zahir abiyle didişiyordular. "Katılıyorum." Dedi Ceylan alayla. Ardından iğneleyici bir tavırla Zahir'e baktı. "Zaten kendisinin de o kurtlardan farkı yok, tek bildiği kırıp dökmek. Canavar gibi." Ceylan'ın sözleri üzerine Zahir abinin ifadesi sertleşti. Yüzündeki eğlence silindi. Gözlerine soğukluk erişti, ama nedense sanki sözler onu incitti. Hepimiz bunu farkettik, hatta Süleyman'ın yüzündeki tebessüm bile yavaşça soldu.

 

Yüzündeki tebessümü büyük bir zorlukla koruyan Ceylan'dı. İkisininde gururu birbirlerinkinden beterdi. Zahir abi oturduğu koltuktan kalkıp, merdivenlere yürüdü ve üst kata çıktı.

 

Yavuz'la kısa bir an birbirimize baktık, ardından burnundan verdiği sesli nefesle Zahir'in peşinden merdivenlere yöneldiğinde açıkça biraz şaşırdım. Kaç gündür Zahir'in yanına yanaşmayan Yavuz bugün onunla konuşmak kararı almış olmalıydı.

 

*******

 

Yavuz Payidar.

 

Aşağıda yaşanan şeylerden sonra merdivenlere yöneldim. Ceylan söylediği onca kelimeyle Zahir'i incitmeyi amaçlamıştı. Fakat bu onun istediğinden de ağır bir şekilde olmuştu. Zahir'e kızgındı, sonuna kadar haklıydı. Yine de Zahir'in bir canavar olarak anılması bu sefer onu inciten bir durumdu. Zahir'e her konuda kızgın olabilirdim, ama asla onun bir canavar olduğunu düşünmüyordum.

 

Canavarları olan bir insan, nasıl canavar olabilirdi ki? Zahir onlarla savaşıyordu, onlardan birine dönüşmemek için.

 

Merdivenleri çıkarak balkona yöneldim. Orda olduğuna adım kadar emindim. Her ne kadar hayattan nefret ettiğini söylesede, hep ya toprağa ya gökyüzüne sığınırdı. Adımlarımı balkona attığımda onu orda farkettim. Sırtı kapıya dönüktü, elleri cebinde omuzları dik sessizce önünü izliyordu.

 

"Zahir." Dedim düz bir sesle, ama dönüp bana bakmadı. Onun sessizliğini anlardım. Yavaş adımlarla yanına yaklaştım, aynı onun gibi ellerimi cebime sokarak derin bir nefes aldım.

 

"Dediklerini ciddiye alma." Sakin bir sesle konuştum.

 

"Ciddiye alinacak bir şey yok." Gözleri etrafta dolanırken konuştu. "Gerçeği söyleyi." Sözleri duraksamama neden oldu. Ona kızgın kalmayı isterdim, lakin kalamıyordum.

 

"Öyle değil, Zahir." Ona döndüm hafifçe. "Onu incittin, o da seni incitmeye çalışıyor."

 

"İncitmeye çalışmayi." Başını bana çevirdi. "Gerçekleri söyleyi."

 

"Atmadığım o yumruğu atacağım şimdi sana, Zahir." Kaç gündür sinirlerimi bozup duruyordu, şimdi daha da sinirlerimi bozuyordu.

 

"Farkindayim." Dediğinde nefesimi verdim, elimi omzuna koyarak onu kendime çevirdim.

 

"Derdin ne senin?" Belki de bunu ona daha önce sormalıydım, ama yaptığı şey yüzünden öfkem izin vermemişti.

 

"Derdim belli." Kısık bir sesle konuştu. "Dediğim şey aptalcaydi, kabul edeyim. Özür diledim, ama yüzüme bakmayi!" Sinirleri gerildi. "Bu da yetmezmiş gibi, sürekli beni kıskandırmak için oyunlar oynayi!"

 

"Kuru özürle olur mu, Zahir?" Gözlerimi kıstım. "Kıza nasıl bir şey dediğinin farkında mısın sen?" Pişmanlık bir kez daha ifadesini sardı. Gözlerinde gerçek bir suçluluk vardı.

 

"Farkindayim." Dedi sıkıntı dolu sesiyle. "Dilim kopaydida demeyeydim, ama ne edeceğumi bilmeyurim ki, ne desem affetmeyi!"

 

"Kendini anlatmayı dene." Zahir'i gram tanıyorsam öküz gibi kızın karşısına geçip kuru bir özür dilediğine adım kadar emindim.

 

"Kendimi nasi anlatayim? Buyim işte. Ne fazlam var ne eksiğim." Ellerini cebinden çıkarırken sıktı dişlerini. "Nasi bir adam olduğumun gayet farkinda, ondan affetmeyi beni." Gözlerini gözlerime çıkardığında kırgınlığını gizlemedi. "Ne dediğini duymadin mi? Canavardan farksizim ula onin gözinde." Ceylan'a söylediği onca şey yüzünden gerçekten pişmandı.

 

Şimdi Ceylan onu affetmiyordu, ve bu pişmanlığı iki kata çıkmıştı.

 

"Ya da sadece kalbini kırmışsındır." Hafifçe sıktım omzunu. "Gerçekten pişman olduğunu göster ona."

 

"Nasi?" Sabrımı sınıyordu.

 

"Ula ne bileyim kot kafali, bul bir yoluni!" Devirdim gözlerimi. "Milletinde ilişkisini biz düzelteyiz, git çiçek al, yemeğe çikar, diz çök özür dile, yap işte bir halt!" Diktim gözlerimi öfkeyle ona. "İki güzel laf et!"

 

"Ben en iyisu kendumi balkondan atayim." Zahir ne yapacağını bilemez gibi balkondan aşağı baktı.

 

"Niye balkondan atlayisin!" Boştaki elimle burun kemerimi sıkarken sinirlerimi öyle bir bozmuştu ki şivemi düzeltemiyordum. "Kizdan doğru dürüst bir özür dile!"

 

"Edemam!" Çattım kaşlarımı.

 

"Edecesun, halti yerken oh ne âlâ memleket, derduni tasasini, Yavuz çekeyi!"

 

"Yavuz edamam da uzatma!" Kıvranan çocuklar gibi baktı bana. "Nasi yapayim deduklerini!"

 

"Niye edemeyisin!" Öfke dolu sesimle sorarken yutkundum.

 

"Hayatimda özür mi diledum ula, utanirim!"

 

Utanırım? Yok arkadaş!

 

"Yalan atma lan, nerde görülmüş senin utandığın!" Dedim, ama yüzündeki o ifade duraksamam neden oldu. Gerçekten utanırdı!

 

"Zahir yemin ederim atarım seni şu balkondan!"

 

"Çok cazip geleyi." Dediğinde öfkeyle alnımı ovuşturdum. Gerçekten bu ikisinin ilişkisiyle başım dertteydi! Hayır arkadaş karımın yanında olmak varken niye evlilik programı sunucusu gibi millete tavsiye veriyordum ki?

 

"Bak." Elimi alnımdan çekerek zorla bir tebessüm ettim. "Kızdan doğru dürüst özür dile, Zahir." Beni anlaması için sakin sakin konuştum. "Dediğin şeyler çok ağırdı, kusura bakma ama kızın yerinde olsam ben yüzüne bakmazdım!"

 

"Bakmazsan bakma ula, sanki sen kiz olsaydin ben seni öperdumda!"

 

"Zahir konumuz bu mu!" Bağırımamla sıkıntılı bir nefes verdi ve sessizleşti. "Benim tepemin tasını attırma, al kızı karşına adam akıllı anlat."

 

"Ya dinlemek istemezse?" Diye sorduğunda bundan gerçekten korkuyor gibiydi. Ona bakarken gözlerimdeki öfke dolu bakış yumuşadı. Bir adım attım öne doğru.

 

"Anlar kardeşim." İçindeki şüpheyi silmeye çalıştım. "Sen anlatırsan, o da dinler." Zahir'in çok zor şeyler yaşadığını biliyordum. Annesinin ölümü bir faciyaydı, bu da yetmezmiş gibi kız kardeşi ondan en acı şekilde alınmıştı.

 

Bunu her hatırladığımda tüm tüylerim diken diken oluyordu, bir insan ne kadar cani olabilirdi ki? Karaca Çetiner, Zahir'in küçük kız kardeşi bir barın arkasında ölü bulunmuştu. Bunun dışında pek bir şey bilmezdim, tek bildiğim tacize uğradığı, ve o adam tarafından öldürüldüğüydü. Her aklıma geldiğinde yüreğim sıkışıyor, içimde bir şeyler kopuyordu. O zamanlar daha bizi tanımayan Zahir, bunca şeye nasıl dayanmıştı?

 

Sadece Zahir'in bana anlattıkları kadarını bilirdim, ve içimden bir ses onun bana daha anlatmadığı çok şeyler var diyordu.

 

Hâlâ o gün Zahir'i yaralı bir şekilde Karadeniz'in kayalıklarına bırakıp ölüme terkeden kimdi bilmiyorduk. Bunu bize hiç bir zaman anlatmamıştı, ve bizde üstüne gitmemiştik.

 

"Deneyeceğum." Dedi Zahir bana bakarken kararlı bir bakışla. "Umarim dediğin gibi olir." Biraz olsun onun rahatladığını görmek beni de mutlu etti. Usulca başımı salladım. Gözleri birkaç saniye etrafanda gezindi, ardından tekrar bana baktı.

 

"Kontrole gitmiştinuz." Bunca derdinin arasında hâlâ sormayı ihmal etmiyordu. "Nasi bebek?"

 

Sözleriyle tebessüm ettim. Aklıma gelen şeyler yüreğimi sıcaklıkla doldurdu.

 

"Bebek değil." Dedim genişce gülümserken. "Bebekler." Zahir kaşlarını çattı.

 

"Ne diyisin?" Anlamadı. "Başina güneş filan mi vurdi, Yavuz?"

 

"Yok kardeşim, beni aşk vurdu." Sözlerimle belli belirsiz güldü.

 

"Buni zaten bileyuriz." Bana anlam veremez bir şekilde bakarken elimi ceketimin cebine attım. Ultrason resmini çıkarıp öne uzattım.

 

"Bebekler ikiz." Heyecanımı gizleyemedim. Yüzümdeki ifade nasıldı bilmem ama, bir çocuk heyecanına sahiptim işte onu biliyordum.

 

Zahir'in gözleri şokla genişledi. Hızla elimdeki ultrason resmini kaptı. Evirip çevirdi ama bir şey anlamadı. "Hani nereda?"

 

"Çocuklarımın resmini çevirip durma, Zahir!" Diye azarladımmonu ben daha onları çerçeveletecektim. Parmağımı iki noktaya koydum. "Burda." İki noktayı farkettiğinde dudağının köşesi yukarı kıvrıldı.

 

"İkiz." Bana baktı. "Yavuz, sen ikiz babasi mi olacaksin?" Onunda sesinde heyecan duydum. Gururlu bir şekilde başımı salladım.

 

"Öyle olacağım." Güldü, onu nadiren böyle neşeli görürdüm. Beni kendine çekip sarıldı. "Tebrik ederum kardeşum." Kaç gündür aramızdaki soğukluk, eriyip son bulduğunda yüzümdeki tebessüm genişledi. Sarılmasına karışılık bende ona sarıldım. "Umarim Hafsa'ya benzerler, saa benzeler ise muhtamelen baş belasi olurlar." Gözlerimi devirerek geri çekilip ona sahte bir dargınlıkla baktım.

 

"Sağol Zahir." Samimiyetsiz bir tebessüm ettim.

 

"Diğerlerinin haberi var mi?" Dediğinde başımı iki yana salladım.

 

"Yok, daha kimseye söyleyemedik." Elindeki resme baktı, ardından bana.

 

"Tufan'i kışkırtmak için harika bir zaman bileyisin." Onun aklına gelen fikir benimde bir hayli hoşuma gitmişti. Normalde, böyle işlerle Süleyman ilgilenirdi. Ama bugün, bir farklılık olsa hiç bir zararı olmazdı.

 

*****

 

Hafsa Polatlı.

 

Yüzümdeki hafif makyajı bitiri bitmez aynada kendime baktım. Yüzümdeki tebessümle birkaç adım geri attım boy aynasından kendimi daha net görmek için. Açıkça hava ne sıcaktı, ne de soğuk. Üstüme dar, boğazlı, kolları uzun dizlerimin biraz üstünde biten siyah bir elbise giymiştim. Altına ayak bileklerimi biraz geçen bot benzeri topuklularımı.

 

Hava çok soğuk olursa diye beyaz ceketimi almıştım. O da belimin ortalarında bitiyordu. Elbise her ne kadar kapalı olsada, ince kumaşlıydı. Kahverengi saçlarımı düzleştirmekle yetinmiş, annemin bilekliğini takmıştım.

 

Bebeklerin ikiz olduğunu öğrenip odama dalıp bana tebrikler sunan arkadaşlarımın ayrılamsının üstünden iki saat geçmişti. Zerda abimle Yavuz'un durmadan didişdiklerini söylediğinde gülmüştüm. Bu beklediğim bir şeydi, daha birinci bebeğimin şokunu atlatamadan ikiz olduklarını öğrenmişti. Yine de her ne kadar naz yapsada, abimin gözlerindeki o yumuşak bakış bana her şeyi kanıtlamıştı.

 

Böyle konuşuyor olabilirdi, ama bence bu duruma en çok sevinen oydu. Belki de duygulu hissediyordu, onun yanından ayırmadığı küçük kız kardeşi, bugün karnında iki can taşıyordu.

 

"Güzelim, biraz daha beni burda bekletecek misin! Ona göre çay kahve filan alacağım!" Yavuz'un sevgi dolu ve aynı zamanda şakacı sesini duyduğumda güldüm. O benden önce hazırlanıp, çoktan aşağı inmişti. Bende ona beş dakikaya iniyorum diyerek yarım saattir hazırlanmakla meşguldüm.

 

"Geliyorum!" Diyerek seslendim aşağı, ardından küçük beyaz çantamı alarak çıktım odadan. Onu omzuma asarak merdivenlere yürüdüm ve aşağı indim yavaş adımlarla. Elleri cebinde beni bekliyordu. Ne zaman bir yerlere gitse, çok sevdiğim o kombini yapıyordu.

 

Üstüne beyaz bir gömlek giyiyor, onun üstüne kolsuz öne düğmeli siyah yelek geçiriyordu. ve ceketiyle uyumlu siyah pantolonunu giyiyordu. Kahverengi saçları, özenle yana doğru taranmıştı. Odadan çıkarken onu görmüştüm, ama tekrardan cazibesini takdir etmemek elde değildi.

 

"Beş dakika diyerek beni kandırdığını varsayıyorum." Alayla konuştu, ve başını önünden kaldırarak bana baktı. Dudaklarının kenarı yukarı doğru kıvrılırken gözlerinin içi ışıldadı. "Gerçi bu güzelliğin için bir ömür beklerim zalımın kızı." İç çekti alıcı gözüyle beni süzerken.

 

Her seferinde bana iltifat etmekten geri durmuyordu.

 

"Sadece güzelliğim için mi?" Dedim sahte bir alınganlıkla. Merdivenleri inerek onun yanına vardığımda kolunu belime sardı.

 

"Sadece güzelliğine değil." Bakışları gözlerimi buldu. "Gözlerinin mavisine benim zalim karım." Yüzümün her zerresinde dolandı hareleri. "O güzel harelerini bir kez olsun görmek için, tüm ömrümü yakarım." Sözleri içimdeki küçük kız çocuğunu tetikliyordu. Annemin aynısı olan gözlerim, Yavuz'un bana olan hayranlığını körüklüyordu.

 

"Gözlerim güzel mi?" Dediğimde sessiz bir gülüş kaçtı dudaklarından. Göz kapakları hafifçe aşağı indi.

 

"Beni özgür kılacak kadar güzeller." Nefesi yüzüme çarpıyordu. "İçimdeki Yavuz'u yaşatacak kadar güzeller." Dudaklarıma küçük bir tebessümü yerleşti. Onun sözleri, yüreğimin sesini daha da yükseklere çıkarıyordu.

 

"Başka nesi varmış gözlerimin??" Dedim gülerek, gözlerim hakkında ilk kez konuşuyordu. Ve bu çok hoşuma gitmişti.

 

"Bunu sana daha önce hiç söylemedim. Ama hep söylemeyi hayal ettim." Dediğinde o da bunu yeni farketmiş gibi derin derin daldı gözlerime. "Gözlerin Karadeniz gibi." Kalbim teklerken, irislerimin hafifçe genişlediğine emindim.

 

Sözlerinin derinliği beni vurdu, Belki benim gözlerim rengini Karadeniz'den almamıştı. Ama Yavuz için, gözlerimin içindeki duygular, Karadeniz kadar hoyrat, Karadeniz kadar aşk dolu, ve Karadeniz kadar vazgeçilmezdi.

 

Yavuz Karadeniz'den asla kopamazdı.

 

Bu demek oluyordu ki, ben onun vazgeçilmeziydim.

 

"Şimdi benim en güzel umudum." Dedi hasretle. "Bu gece seni masamda görebilir miyim?" Nazik daveti tekrar nefes almamı sağladı. Gülerek başımı salladım.

 

"Görebilirsin, benim en güzel umudum." Diyerek kollarımı boynuna sardım, dudaklarındaki tebessüm yumuşadı. Ona bana seslendiği gibi sesleniyor olmam sanki kalbini hızlandırmıştı.

 

Öyleydi, ikimizinde kalbi fazlasıya hızlıydı..

 

******

 

Evden çıkar çıkmaz yaklaşık bize 8 dakikalık uzakta olan şık bir restorana gelmiştik. İçeri girer girmez, üst kata çıkmıştık. Alt katta insanlar vardı, ama üst kat tamamen boştu. Özel bir masa vardı, şıkca hazırlanmıştı. Üstüne mumlar dizilmişti, kırmızı gül yaprakları mekanı ve masanın ortalarını süslüyordu.

 

Yavuz elimi tutup benimle yürürken yüzünde gururlu, ve mutlu bir ifade vardı. "Nasıl olmuş karıcığım?" Dediğinde, kendinden emin duruşu ve yaptığı işle gurur duyan sesi gülüşümü genişletti.

 

Alt dudağımı içeri kıvırarak dekerosyana göz gezdirdim. Masanın sağ tarafında küçük bir pastada vardı. Etrafa dizilen ışıklar sarımsı bir atmofser yaratıyor, ama asla gecenin karanlığın bölmüyordu, deniz manzarası ve gökyüzüne dikilen ay fazlasıya güzeldi.

 

"Yavuz, burası çok güzel." Dedim hayranlıkla, ve onunla birlikte yavaş adımlar attım. Masanın yanına geldiğimizde, benim için sandalyelerden birini çekti. Onun nazik haraketleri yüreğimi ısıtırken yavaşça oturdum. Masa yuvarlak, ne fazla büyük, ne de fazla küçüktü. Yavuz'la aramda sadece kol mesafesi kadar bir uzunluk vardı. Ben oturduktan sonra sandalyemi hafifçe öne itti, hemen ardından kendisi oturdu.

 

"Bu gece karımın özel şefi benim." Sözleri kafamı karıştırdı.

 

"Nasıl yani?" Şaşkın gözlerime bakarken sırıttı. Hemen ardından içeri giren garsonlar servis arabasını yanımıza getirdi. Çeşit çeşit yemekleri masaya bıraktı, ve en son gördüğüm kuymakla dudaklarımdan heyecanlı bir gülüş çıktı. Garson, Yavuz'a başıyla selam verip geri çıkmak için döndüğünde kafam karışmıştı.

 

"Şöyle ki benim güzel karım." Gözlerini yemeklerde gezdirip ardından bana baktı. "Bunları ben pişirdim, senin için. Sabah şirkette olduğumu söylerken yalan söyledim." Dudaklarım hafifçe aralanırken ona baktım.

 

Sabah erkende restorana gelip benim için yemek mi pişirmişti?

 

"Tüm bunları sen mi yaptın?" Dedim hayranca. Gülümseyerek başını sallarken uzandı, ve yemeklerden tabağıma koymaya başladı.

 

"Hepsini ben hazırladım." Göz ucuyla vişne suyunu gösterdi. "Ayrıca senin için vişne suyuda getirttim. Bence övünülmesi gereken bir kocayım." İçki sevmezdim, ve o bunu bildiğinden beri ne benim yanıma içki getirirdi, ne de kendisi ağzına sürerdi.

 

Gözlerimdeki hayranlık dolu bakış, giderek yumuşadı ve yerini sevgiye bıraktı. Babam içerdi, babam çok içerdi. Ben bir gün seveceğim adamın alkolik olmasından çok korkardım, çünkü ayıkken bize zarar veren babam, içtiği zaman daha kötü birine dönüşüyordu. Yavuz, bana nasıl iyi geldiğinin farkında değildi. Yavuz, sadece benim değil, içimdeki o küçük kız çocuğununda duygularını susturuyor, o küçük kızı güvende tutuyordu.

 

"Yavuz, ben seni çok seviyorum." Dediğimde bakışlarını yüzüme çıkardı. Hâlâ bile dudaklarımdan çıkan kelimelerin onu nasıl etki altına aldığı ortadaydı. Bunu ona her söylediğimde, bana ilk günkü gibi bakıyordu.

 

Hasreti geçer gibi, tüm acıları diner gibi. Benim aşkım, onun tüm yaralarına merhem olur gibi.

 

Gibisi az kalırdı, benim aşkım onun yaralarına merhemdi.

 

Ve onun aşkı, benim tüm hayatım olmuştu.

 

"Bunu duymanın bana ne yaptığını bilmiyorsun." Diye fısıldadı elindeki çatalı bırakırken.

 

Biliyordum. Birini sevmenin ne demek olduğunu, onun dudaklarından bu kelimeleri duymanın nasıl bir his olduğunu biliyordum.

 

Bana bunları Yavuz öğretmişti.

 

"Yanılıyorsun." Uzanıp elini tuttuğumda gözleri gözlerimden ayrılmıyordu. Parmakları parmaklarımın içine geçerken bile gözlerimi terketmiyordu. "Nasıl hissettirdiğini biliyorum." Bunu ona daha sık söylemeyliydim, onu sevdiğimi duymayı hakediyordu. Hemde her gün.

 

"Yavuz." Dedim sevgiyle. "Hani dedin ya bana Karadeniz gibisin diye." Büyük bir dikkatle beni dinlerken başını hafifçe yana eğdi.

 

"Her denizin bir güneşe ihtiyacı vardır." Onun kehribar harelerine atıfat bulunurken tebessüm ettin. "Sen bu denizin güneşisin." Her deniz soğuktur, ve onu ısıtan bir güneşe ihtiyacı vardır.

 

Karadeniz'in soğuğu, güneşin sıcaklığına muhtaçtı. Aynı benimde, Yavuz'a aşık ve muhtaç olduğum gibi.

 

Sözlerim onu ne kadar etkiledi bilmem ama, bakışları ardında gördüğüm duygular kalbimi yerinden çıkaracakmış gibi çarptırdı. Gözlerindeki o hayranlık çoğaldı, her seferinde bunu nasıl yapıyordu bilmiyordum ama bana olan hayranlığı çoğalıyordu.

 

"Sesinin tınısına aşığım, Hafsa." Dedi aşk dolu bir sesle. "Ağzından çıkan her kelimeye aşığım, sana aşığım." Elimi dudaklarına götürdü ve uzun bir öpücük kondurdu. Yüreğimi titrecek kadar nazik, ama sevgisini hissettirecek kadar da sert.

 

Ardından, dakikalar geçti. Yavuz, pişirdiği her yemekten tatmamı sağladı. Özellikle kuymağı bana kendi elleriyle yedirdi. Gecenin karanlığında, kahkahalarımız havaya karıştı. Durmadan, bıkmadan, usanmadan liseli öğrenciler gibi flörtleştik, sanki hiç büyümemişiz gibi. İşte ben bunu çok seviyordum, onun yanında çocuk olabilmemi seviyordum.

 

Hafif rüzgar saçlarımı geri iterken, yemeklerimizi bitirmiştik. Ama bu masadan kalkıp gitmeye hiç niyetli değildik. Yavuz vişne suyunu, viski gibi havaya kaldırıp bana göz kırpıtığında güldüm.

 

Aynı onu taklit ederek bende vişne suyumu kaldırdım. "Kocam için içiyorum." Dediğimde sözlerime sesli yürekten bir kahkaha attı.

 

"Çok cömertsiniz." Bir dirseğini masaya yaslarken bana baktı. "Bunu size nasıl geri ödeyebilirim?" Gülerek gözlerimi terasta gezdirdim, ardından gözlerime çarpan enstrümanlarla kaşlarım havalandı.

 

Harelerim gitara takıldı, hızla başımı Yavuz'a çevirdim. "Gitar." Ben çocukken, Nadir abi hep bize gitar çalardı. Annemin nasıl bir neşeyle onun muziklerini dinlediğini hatırlardım. "Gitar çalabiliyor musun?" Sözlerimle yutkundu, dudaklarındaki tebessüm hafifçe seğirdi.

 

Sanki tüm neşesi bir anda kayboldu, başını hafifçe omzunun üstüne çevirip gitara baktığında ifadesinin nasıl solduğunu gördüm. Bu benimde gülüşümü soldurdu.

 

"Yavuz." Dedim endişeyle. "Ben yanlış bir şey mi söyledim?" Hızla başını geri bana çevirdi. Bir şeyler onu rahatsız etmiş gibi gözlerinin ardında acı sezdim.

 

"Hayır." Zorla bir tebessüm ederken derin bir nefes verdi. "Ben çalamıyorum." Arkasına yaslnırken nasıl gerilediğini hissettim. "Yani, dokunamıyorum." Sözleri kaşlarımı çatılmasına neden oldu. Bundan bana daha önce hiç bahsetmemişti.

 

"Neden?" Diye fısıldadığımda çenesi kasıldı, ama sanki bana gerçekleri layık gördü. "Kemal tarafından kaçırıldığım gün." Rahatsızlığı yüzüne yansırken gözlerini kısa bir an gökyüzüne kaldırdı. Dizinin hafifçe sallanmaya başladığını farkettim. Gergin ifadesini kontrol edemiyordu. "O gün gitar yarışmasına katılmak için evden kaçmıştım." Onun acısı bana bulaştı. Bunu bilmiyordum, ve farkında olmadan ona kötü anıları hatırlatmıştım.

 

"Sen o gün mü?.." dediğimde gözlerini geri bana indirerek başını salladı.

 

"O gün kaçırıldım." Ağır bir nefes çekti içine.

 

Soluğum kesilirken gözlerim onun yüzünü inceledi. İçindeki o küçük çocuğa karşı nasıl pişmanlık duyduğunu hissetmek omuzlarımın çökmesine sebep oldu.

 

"Neden kaçtın?" Ailesi neden onu bu yarışmaya götürmemişti?

 

"Babam izin vermezdi." Mahir bey'i hatırladığında gözlerinde anlam veremediğim duygular titreşti. Kolları sandalyenin iki yanındayken düz bakışlarıyla beni izledi. "Gitar çalmama karşıydı, malum evde kimse onun sözüne karşı gelmiyordu." Oğlunun sadece acı çekmesine sebep olmamıştı, bir bakıma Yavuz'un Kemal'in eline düşmesinin tüm suçlusu yine Mahir Payidar'dı.

 

O adama karşı nasıl bir his beslemem gerekiyordu bilmiyordum. Ama böyle durumlarda, sadece öfke ve kırgınlık duyuyordum. Benim aksime, Yavuz babasına ne öfkeliydi, ne kırgın. Yavuz içindeki çocuğa kırgındı, ve bunun da sebebi Mahir Paydiar'dı.

 

"Yavuz." Dedim kısık bir tınıyla. "O günden sonra hiç mi dokunmadın gitara?"

 

"Dokunmadım." Sesi net ve düzdü. Yavuz, bir gitar yarışmasına katılmak isterken, dört aylık işkencelere maruz kalmıştı. Orda ne yaşadı, bilmiyordum. Ama işkence görmüştü, küçücük bir çocukken, işkence görmüştü.

 

Ama bence, müziğe küsmemeliydi. Gitarı tekrar eline almalıydı. En azından, Yavuz'un içindeki küçük çocuk bunu hakediyordu.

 

"Çalar mısın?" Dediğimde gözleri hafifçe genişledi. Nefesinin boğazında düğümlendiğine emindim. Harelerinde korku sezdim, ama o korkunun altında. Bir miktar, heyecan vardı

 

Yavuz hâlâ muziğe aşıktı.

 

"Ben uzun zamandır çalmadım." Dedi yutkunarak.

 

"Ama yarışmaya katılacağını söyledin." Afalladı, birkaç saniye beni izledi.

 

"Üstünden 22 sene geçti, Hafsa. Bildiklerimi de unutmuşumdur." Sözlerine karşı yumuşak bir tebessüm ettim.

 

"Ya da, içindeki küçük çocuk hâlâ unutmamıştır." Unutmadığına emindim, en azından hangi notalara basacağını biliyordu.

 

"Kötü çalacağım." Dediğinde kendinden emin değildi.

 

"Olsun." Hafifçe omuz silktim. "Ben dinlerim." Bakışları yumuşadı, gerginleşen vücudu biraz olsun yumuşadı.

 

"Dinler misin Hafsa?" Diye sordu, bunu bana içindeki küçük çocuğun sorduğuna emindim. Onun sesini, muziğinin sesini kimse duymamıştı. Ama ben, onu dinlemek istiyordum.

 

"Bir ömür." Dediğimde dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi.

 

Ardından başı hafifçe gitara doğru döndü. Ayağa kalktığında, ben ondan daha fazla heyecanlı hissettim. Gözlerim büyük bir beklentiyle onu izledi. Enstrümanlara yaklaştı, bir elini uzattı. Tereddüt etti, sanki ona nasıl dokunacağını bilmedi. Ama ardından, dudaklarını birbirine bastırarak elini uzatıp usulca gitarı aldı. Tenine temas eden yabancılık, onu korkuttu. Yine de bırakmadı gitarı, tuttuğu nefesi usulca burnundan dışarı çıktı. Eline aldığı gitarla, geri yanıma yürüdü.

 

Sandalyesinin arkasını yakalayarak onu benim sandalyemin yanına çekti. Yanıma oturdu, elinde tuttuğu gitarın tutuşunu zar zor ayarladı. Onu kolunun altına ve dizine yerleştirirken başını kaldırıp bana baktı.

 

"Yakın oturmam sorun olur mu?" Dediğinde ona doğru döndüm bende sandalyemde, başımı iki yana salladım hayır der gibi.

 

"Olmaz." Sözlerimle gergin bir nefes verdi.

 

"İyi, çünkü bunu nasıl yapacağım bilmiyorum." Parmakları tellere dokunmaya korkuyordu. "Ne çalacağım bilmiyorum." Yıllarca zihninde tozlanan anıları, bugün gün yüzüne çıkarmamız gerekiyordu.

 

"Ne çaldığının bir önemi yok." Diye teşvik ettim onu. "Ne istiyorsan onu çal." Sözlerimle birkaç saniye gözlerimin içini izledi. Hemen ardından, ciğerlerine derin bir nefes çekti. Parmakları usulca dokundu tellere, o an gözlerinin içinin nasıl ışıldadığını farkettim. Belki Yavuz farkında değildi, ama küslüğü gitara değil, ona bunu yaşatan insanlaraydı.

 

Geçmişin tozlu anılarını raflardan çıkarır gibi parmaklarından biri bu sefer dokundu tele. Ardından terasta tiz bir ses yankılandı, ve Yavuz'un içinde tuttuğu nefesi dudakları arasından çıktı. Gözlerini hafifçe bana kaldırdığında, yüzümdeki tebessümle onu izliyordum. Gözlerimde gurur parçaları vardı. Bunu yaptığı, buna cesaret ettiği için ben onunla gurur duyuyordum.

 

Bakışlarımdaki gururu o da sezmiş olacak ki, sanki bu hoşuna gitti. Dudağının kenarı hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. Gergin vücudu daha rahat davranmaya başladı. Başı tekrar aşağı eğildi, notaların yerini hatırlamaya çalışır gibi baktı tellere. Ardından parmakları usulca haraket etti. Bir ritim yakaladı. Bunu yaparken içine çektiği nefesi orda tuttu. Yıllardır gömüldüğü bir kabustan uyanmış gibi, omuzları hafifçe çöktü.

 

Ve ben biliyordum..

 

Bugün Yavuz'un omuzlarından bir yük daha eksilmişti.

 

O çaldı, dakikalarca. Parmakları haraket etti, unuttu sandığı notalar aslında aklının bir köşesine kazınmış uzun zamandır bekliyordu.

 

Muziği hissediyordu, Yavuz'un müziğe olan sevgisi başkaydı. Çok garipti, ama ilk kez onu böyle görüyordum. Parmakları haraket ettikce, sanki aklı ve kalbi tamamem başka evrenlere gömülüyordu. Hafifçe kapattığı gözleri, ve gitarda haraket eden parmaklarından habersizdi, ama öyle güzel bir muzik çalıyordu ki..hem sevdayı tattırıyor, hem hasreti hissettiriyordu.

 

Saniyeler sonra gitarda haraket eden parmakları durdu. Onu izlerken benim de gözlerimin dolduğundan habersizdim. "Bak." Dedim gecenin sessizliğini bölerek. "Çalabiliyormuşsun." Başı kalktı, gözlerini tellerden ayırırken onunda kehribar harelerine çok az yaşlar dolmuştu.

 

"Öyleymiş." Dedi savunmasız sesiyle. "Çalabiliyormuşum."

 

"Peki neydi çaldığın?" Dedim hevesle.

 

Dudaklarında bir gülüş belirdi, kaşları altından bana bakarken bakışları yumuşacık ve sıcacıktı. "Bir adı yok. Sözleri yok." Hafifçe kıpırdandı. "Ama sana yazdım." Ağzından çıkan kelimeleri gözlerimin hafifçe genişlemesine neden oldu.

 

"Bana mı?" Sorumla usulca başını salladı.

 

"Bir şeyler bestelemeyi severim." Gitara kısa bir bakış attı, ardından onu kucağına indirerek tekrar yüzüme odaklandı. "Hafsa, sen bana besteler yazdıran bir kadınsın, şiirler, muzikler, ve daha nice şeyler.." Yavuz'u tanıdığımı sanarken, her gün onun hakkında yeni bir şey öğreniyordum. Bugün görüyordum ki, bizim daha öğrenecek çok şeyimiz, gidecek çok yolumuz vardı.

 

"Ama sen gitara dokunamadığını-" sözümü nazikce kesti.

 

"Gitara hiçbir zaman dokunamadım." Derken sözleri acı doluydu. "Ama muzikler besteledim, senelerce, şarkılar yazdım." Dudaklarında yüreğimi yakıp yok edecek bir tebessüm belirdi. "Sen benim imkansızımdın. Ama bugün burda, Hafsa. Anladım ki her şey imkansız değilmiş. Öyle korkak bir adamdım ki, bir gün gitara dokunamayacağımı sanıyordum." Kendi haline hayıflanır gibiydi. "Yaptım, Hafsa. Senin için yaptım, senin aşkın korkularımdan daha üstün. Karanlıktan korkarım, ama bir tek senin için o karanlığa mahkum olurum. Gitara dokunamam, sen istersen bıkmadan usanmadan çalarım."

 

Her kelimesiyle gözlerim biraz daha yaşarıyordu. Sevgiden, üzüntüden değil saf sevgidendi tüm bu hissettiklerim. Elini uzattı, yanağıma akan bir damla gözyaşının usulca sildi. "Tek gözyaşına dünyayı yakarım, sevdam." Omzularım çökerken başım hafifçe yana eğildi. "Bir sürü böyle muzikler besteledim, ama hiçbiri kelimelere sığmadı." Dudakları arasından sesli bir nefes kaçtı. "Hiçbir kelime, sana olan aşkımı anlatmaya yetmedi." Yedi sene benim habersiz olduğum adam, benim için muzikler bestelemiş, hatta şarkılar şiirler yazmıştı.

 

Ne diyeceğimi bilemiyordum, beni kelimelerin kifayetsiz ve işlevsiz olduğu bir duruma sokmuştu. Tek bildiğim, ve duyduğum kalbimin hızı, ve ona karşı hissettiğim derin duygulardı.

 

Kollarımı öne uzatıp onun boynuna sarıldım. Bu kadar sevilmek, öyle güzel bir duyguydu ki. Bir insan sevildiği için ağlar mıydı? Yavuz'un sevgisi beni ağlatıyordu, ama acıdan değil, sevdasından ağlatıyordu.

 

Elleri belimi buldu, beni sıkıca sardığında yüzümü omzuna gömdüm. "Seni hakedecek ne yaptım bilmiyorum." Bilmiyordum, bunu gerçekten bilmiyordum. Nasıl bir iyiliğe sebep olmuştum ki kader onun gibi bir adamı benim karşıma çıkarmıştı?

 

"Beni hakedecek bir şey yapmana gerek yok." Dediğinde fısıldadım.

 

"Bir gün kader seni benden alır diye çok korkuyorum." En büyük korkularımdan birisi buydu. Bunu ona belli etmemek için direniyordum, ama kalbinin durumunu her hatırladığımda tüm dünyam alt üst oluyordu. Ona bir şey olur korkusu, kalbimi durduracak kadar yüreğime korku salıyordu.

 

Bir eli saçlarımı buldu. "Kader beni senden almayacak." Fısıldadı kulağıma doğru. "Ve kimsede, seni benden alamayacak." Bir vaatti bu, onun bana verdiği sözlerin en güzeliydi.

 

Başımı hafifçe geri çektim. Kucağındaki gitarı masaya yaslayarak yere bıraktı. Beni yan oturacak şekilde, dizinin üstüne oturttu, ayaklarım onun bacaklarının yan tarafına sarkarken arkasına yaslandı. Bir kolu belime sarılı kaldı.

 

"Kimsede seni benden alamaz." Dedim cesur bir şekilde, gözyaşlarıma rağmen. "Sen benimsin." Sözlerimle güldü, elleri yanaklarımı buldu ve ıslanmış kirpiklerimi sildi.

 

"Beni senden alacak halt etmiş." Diye söylendi. "Ayrıca, o son kurduğun cümleyi çok sevdim. Yani, bil diye söylüyorum sık sık söylesen benim için hiçbir sorun olmaz." Sesli bir şekilde güldüm.

 

"Hangisi?" Dedim ona yaslanarak. "Sen benimsin mi?"

 

"Tamda oni diyim." Cümle ne kadar hoşuna gitmişse şivesi kaydı. Gülerek kollarımı onun boynuna sarıp başımıda göğsüne yasladım.

 

"Kocam istiyor madem, söyleriz."

 

"Şöyle koca sözü dinle biraz." Dedi bana alaycı bir bakış atarken.

 

"Ben hep dinliyorum ki." Hafifçe omuz silktim. "Ne desen yapıyorum."

 

"Bu dediğine kimse inanmaz." Dediğinde gözlerimi kısıp başımı yukarı kaldırarak ona baktım.

 

"Kapar mısın çeneni?" Dilini damağına vurdu.

 

"Kapamam." Kolu belime daha sıkı sarıldı. "Karımla söhbet etmek varken, çenemi niye kapatayım?"

 

"Susta şiir oku bana." Diye mızmızlandım.

 

"Ne şiiri?" Dediğinde başımı hafifçe yana eğdim.

 

"Bana yazdığın şiiri." Gözleri yüzümü buldu, birkaç saniye düşünmesi beni şoka soktu. Kaç şiir yazmıştı ki bu kadar düşünüyordu?

 

Birkaç saniyenin ardından bana bakarken fısıldamaya başladı. "Herkes kendine göre yaşar hayatı. Ben sana göre yaşıyorum." Sesi şiirsel bir tınıya büründü, sadece şarkı söylerken değil, şiir söylerkende sesi çok hoş çıkıyordu.

 

"Sabah kalktığın saate bakıyorum mesela

10'u çeyrek geçiyor" Sözleriyle ona baktım hayran bir şekilde. Uyandığım saati biliyordu, çoğu zaman 10 çeyrek geçerdi, ve şiiri resmen buna uygun yazmıştı. "Saniyeler, kalbimin en güzel köşesinde senin adınla kazanıyor derinlere, Ben sana göre yaşıyorum." Küçük bir kız çocuğundan farksız onu izlediğimi görünce gülüşü sesine yansıdı.

 

"Nefes alıyorum sanıyorum. Oysa aynı şehirde olmasak, bir ölüyüm biliyorum. Ben sana göre yaşıyorum." Başını eğerek hafifçe yaklaştı yüzüme ve fısıldamaya devam etti. "Aynı gökyüzüne bakıyoruz. Aynı havayı soluyoruz

Ben sana göre yaşıyorum." Her kelimesinde biraz daha eriyip yok olduğumu hissettim. "Oysa ulaşamıyorum sana, Dokunamıyorum, sevmek istiyorum. Sevgim kalbimi yakıyor, Ben sana göre yaşıyorum." Derin bir nefes soludu son cümleleri fısıldar gibi.

 

"Ben sana göre yaşıyorum. Sen olmadan Senin için yaşıyorum, Sesini duymadan. Kokunu almadan. Sevgim de boğuluyorum." Ve vurguladı son sözlerini "Sevdam

Ben senin için yaşıyorum." Parmakları usulca kahküllerimi geri itti, gözlerimin en derinine bakarken noktaladığı sözleri zihnimde dönüp durdu.

 

"Benim için yaşıyorsun.." dedim, nefesim kesilmişti. Güldü bu hallerime, ve başını salladı.

 

"Senin için yaşıyorum sevdam." Avuç içi yanağıma yaslandı. "Senden başkasını bilmem."

 

"Ne zaman yazdın bu şiiri?" Dedim sevgiden kısılmış bir sesle.

 

Anında cevap verdi. "2021, Dokuz Mayıs." Üç sene önce yazmıştı bu şiiri. Benim için yazmıştı. Onun yüzünü izlerken bir an duraksadım.

 

"Dokuz mayıs?" Dedim kaşlarımı çatarak. "Yavuz, bugün dokuz mayıs." Her gün takvime bakmaktan geri kalmazdım. Bugün sabahta uyanır uyanmaz takvime bakmıştım.

 

"Bugün dokuz mayıs." Diye tekrarladı, ve nazikce beni kucağından indirdi. Ayağa kalktı, ve yerine beni oturttu. "Bugün, seni gördüğüm ilk gün." Sözleriyle nefesimi kesildi. Gözlerim genişlerken şaşkınca ona baktım.

 

"Bugün?" Başını salladı. Masanın başına astığı ceketini aldı ve cebinde bir şeyler aradı. Ben merakla ona bakarken, ceketinin cebinden bir kutu çıkardı. Kırmızı küçük bir kutu vardı.

 

"Sana evlendiğimiz gün hayalini kurduğun her şeyi gerçek yapacağım demiştim." Anlam veremedim. Elimi tutarak beni sandalyeden kaldırdığında kaşlarım çatıldı. "Her şey istediğin gibiydi, tek bir şey hariç." Heyecanlı bir şekilde derin nefes çekti içine. "Sana evlenme teklifi edemedim." Genişleyen gözlerim biraz daha genişledi.

 

Her şeyi bekliyordum.

 

Ama bunu beklemiyordum.

 

Kalbim çarptı, öyle hızlı çarptı ki sanki kafamın içinde attı.

 

"Sana yüzük alamadım." Bunun pişmanlığını taşıyordu. Bir yüzüğümü vardı. Ama bu yüzük evlilik yüzüğümüzdü. Tek bir gün olsun parmağımdan çıkarmadığım alyans yerli yerinde duruyordu. Bana bir yüzük alamamıştı, çünkü o zamanlar ben Yavuz'un aşkından habersiz, sevgiyi hiç haketmeyen bir adam yüzünden ölümle cebelleşiyordum.

 

Bir adım geri attı, tek dizinin üstüne çöktüğünde dudaklarım keskin bir nefesle usulca aralandı. "Biliyorum evliyiz." Sevgiyle bana baktı. "Ama seni hiçbir şeyden mahrum etmeyeceğim." Elindeki kırmızı kutuyu açtı, içindeki yüzük ayın ışığıyla hafifçe parlıyordu. "Benimle evlenir misin güzel karım?" Sanki hiç evli değildik.

 

Sanki o ve ben, iki gençtik. Aşkın baharında, yıllardır sevgili olan, ve sonunda evlilik kararı alan iki insandık. İki çocuktuk belki de, birbirimizi anlayan, birbirimizin yaralarını saran iki çocuk.

 

İki aşıktık.

 

Gözlerim yüzüğü terkederek onun yüzünü buldu. "Evet." Dedim önce şaşkın bir şekilde, ardından Kahkahaya karışan bir gülüş çıktı dudaklarımdan. "Evet!" Benim gülüşlerime onun gülüşleri eşlik etti. Dizinin üstünden usulca kalkarken ne yapacağını şaşırmış gibiydi.

 

Kutunun içinden yüzüğü çıkarırken, nerdeyee kutuyu düşürecekti. Bana mahçup bir bakış attığında, onunda en az benim kadar heyecanlı olduğunu sezdim. Nasıl olabilirdi bilmiyordum, ama evlilik teklifi sanki hiç evli değilmişiz gibi ikimizide heyecana boğmuştu.

 

Yüzüğü parmağıma taktığında önce yüzüğe sonra Yavuz'a baktım. Küçük bir çocuk neşesiyle boynuna atladığımda kolları belimi buldu. Daha önce evlilik teklifi almamıştım. Bu bir ilkti, ve açıkça bunun hayalini kurmuştum. Bir gün bir adamın bana evlenme teklifi etmesini istemiştim. Ama hiç olmamıştı, üç senemi verdiğim adam bile, bana bunu çok görmüştü. Bugün Yavuz bir hayalimi daha gerçek yapmıştı.

 

"Tekrardan düğün yaparız istersen." Dedi başını geri çekip bana bakarken. "Hayal ettiğin gibi olmayan her şeyi, tekrar yaparız."

 

"Hayır." Dedim sevgiyle onun gözlerine bakarken, ve elimi yanağına yasladım. "O düğün benim hayal ettiğim gibiydi." Yüzüne yaklaşarak fısıldadım. "Ve bugün yaptığın şey, Yavuz. Tüm hayallerimi tamamladı." Sözlerimle gözlerinde gurur belirdi. Beni mutlu ettiği zamanlar, kendisiyle gurur duyuyordu. Yüzümü güldürdü diye, o da mutlu oluyordu.

 

"Bu sadece senin hayalin değildi güzelim." Elleri yanaklarımı buldu. "Bir gün senin önünde böylesine diz çökmek, dudakların arasından o kelimeyi duymak benimde hayalimdi.".

 

"İkimizin hayaliydi." Diye fısıldadım derin bakışlarla. "Hayalimizi gerçek yaptığın için teşekkür ederim sevdam."

 

"Teşekkür etme, sen her şeyin en güzeline değersin." Bir eli aşağı kayarak karnıma yaslandı. "Siz her şeyin en güzelini hakediyorsunuz." Karnıma yaslanan eli yüreğimi sevgiyle doldurdu.

 

Ardından tebessüm etti. Usulca benden ayrıldı, ve tekrar ceketini aldı. "Ayrıca." Dedi ceketinin sağ cebinden katlanmış mor bir şal çıkarırken. Önüme adımladı. "Sana bunuda aldım." Şalı açarak bana gösterdi. Sağ tarafında üstünde özel nakışla yazılmış harfler vardı. Ellerim usulca uzandı ve onun tuttuğu ipeksi ince kumaşa dokundum. Üstünde bizim baş harflerimiz vardı.

 

H&Y

 

Güldüm hafifçe. "Yavuz, bu çok güzel." Üstündeki desenler, ve yasemen çiçek baskılarıyla fazlasıyla güzeldi.

 

Tebessüm ederek o şalı ikiye katladı, saçlarımın altından geçirerek bir toka gibi onu saçlarımda bağladı. "Ve sana çok yakıştı." Diye fısıldadı.

 

Verdiği hediyeler benim için öylesine değerli ve kıymetliydi ki hiçbir şeye değişmezdim..

 

O, Alnıma düşen kahküllerimi nazikce iki yana iterken fısıldadım. "Aslında, benimde sana bir hediyem var." Sözlerimle dudaklarına bir sırıtış yayıldı.

 

"Neymiş?" Diye sorduğunda masanın üstündeki çantamı aldım. Onu açarak içindeki küçük paketi çıkardım. Evden çıkmadan önce aldığım patikleri, çantama koymuştum. Yavuz'a vermek için.

 

"Ne bu?" Dedi elimdeki paketi alırken. Nazlı bir şekilde omuz silktim.

 

"Aç kendin bak." Güldü sessizce, ardından küçük paketi yavaşça yırtıp açtı. Kağıtları masaya bırakırken içinden çıkan kutunun kapağını açtı. Gördükleri nefesini kesti. Gözleri hafifçe genişledi.

 

Bu patikleri alırken bir bebeğim var sanarak, hem erkek için hemde kız için almıştım. Şimdi, ikiz olduklarını öğrenmiştim. Çok merak ettiğim bir şeyde, onların cinsiyetiydi.

 

"Hafsa." Derken Yavuz yutkundu sertçe. Ürkek bir şekilde kutunun içinden patikleri çıkardığında başı yana doğru eğildi. Gözlerini kaldırıp bana baktığında kehribar hareleri duygulara boğuldu. "Kalbimi durduracaksın."

 

Titrek bir gülüş kaçtı ağzımdan. Ellerimi kaldırıp onun ellerinin üstüne koydum. Baş parmağım usulca gezindi patiklerde. "Alışveriş merkezinde gördüğümde, almak istedim." Bakışları yumuşak bir şekilde beni izlerken başını haraket ettirip dudaklarını alnıma bastırdı. Patikleri sanki ona dünyanın en büyük hediyesini vermişim gibi tutuyordu.

 

Yavuz, aynı benim gibi çocuklarımızın ne kadar küçük olduğunun farkına varıyor ve bu kalbini sevgiyle dolduruyordu. Bugün aldığım patikler, dokuz ay sonra bebeklerimizin ayaklarına takılı olacaktı.

 

Ve bu akşam, ben bu akşamı hiç unutmayacaktım..

 

Harika bir akşam geçirmiştik.

 

Bu güzel geceyi bana yaşatan Karadeniz'in güneşiydi..

 

******

 

Eve döner dönmez duş almıştım. Duşun ardından daha rahat kıyafetler giyerek yatağa bıraktım kendimi. Yavuz aşağıda abimlerin yanında bir konuyu tartışıyordu, ona ilaçlarını içirdikten sonra duş almak için yukarı çıkmıştım.

 

Uzandığım yatakta elimi yüzümün önüne getirdim. Parmağımdaki yüzüğe baktıkca çocuk gibi seviniyordum. Tamda bununla meşgulken, kapı açıldı.

 

Zerda Ceylan ve Nisa'yı gördüm. "Kaçak kumrumuz neler yapıyor?" Dedi Zerda alayla. Gözlerimi hafifçe devirdim ve güldüm. Alayı, aslında sessiz bir izindi.

 

"Girin içeri." Dedim hafifçe doğrulurken. Üçüde içeri girerken gözlerim Narin'i aradı.

 

"Narin nerede?" Dediğimde Ceylan kapıyı kapattı.

 

"Ablam Özlem'i uyutuyor, geç oldu Özlem'in uykusu geldi. Sabahtan beri onunla saklambaç oynuyorduk." Başımı salladım tebessümle.

 

"İyi yapmışlar." İkiside yatağa doğru yürüyüp oturduğunda Zerda yeşil gözlerini bana dikti.

 

"Anlatsana, nerdeydiniz?" Meraklı haline karşı omuz silktim.

 

"Niye soruyorsun?" Bilerek onu süründürmekten zevk alıyordum. Gözlerini kıstı ve kolumu çimdikledi.

 

"Anlat, bak döverim Valla!" Sabırsız sesine karşılık dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Ne çimdikliyorsun? Hamileyim ben hamile kadınlar çimdiklenir mi!" Yeşil irisleri masum ifadem hiç inanmamıştı.

 

"Ölmezsin bir çimdikle." Ayağımı dürttü. "Konuşsana, patladık meraktan sabahtan beridir yoksunuz!"

 

"Nereye gittiniz?" Dedi aynı merakla, Ceylan.

 

"O parmağında ki yüzük mü senin?" Nisa tek kaşını kaldırıp sorarken, gözlerim elimdeki yüzüğe indi.

 

"Hadi canım." Zerda hızla elimi tutup önüne çekince Ceylan'la birlikte başı elime doğru eğildi.

 

"Tek taş kızım bu!" Diye sesini yükseltti, Zerda. "Bir dakika, bu evlilik teklifinde teklif edilmez miydi?"

 

"Ne alakası var, Zerda." Dedi Ceylan. "Hediye içinde alınabilir." Onların bu halini tebessümle izlerken konuştum.

 

"Haksız değilsin, Zerda." Elimi bıraktığında kaşları havalandı. "Bana evlenme teklifi etti."

 

Nisa anlam veremeyerek gözlerini kırpıştırdı. "Siz zaten evli değil miydiniz?"

 

"Öyleyiz." Dedim anılar bir kez daha aklımda canlanırken sıcacık bir sesle. "Ama bana evlilik teklifi etmemişti, bunu telafi etmek istemiş."

 

"Adamdaki romantikliğe bak arkadaş." Zerda kolunun altına bir yastık çekerken Ceylan'ı dürttü ayağının ucuyla. "Senle benimki ayının teki."

 

"Benim ki?" Dedi Ceylan hiç anlamamış gibi.

 

"Zahir." Üçümüz de aynı anda konuştuğumuz da abartılı bir nefes verdi.

 

"Benimki filan değil o!" Kucağına bir yastık çekerken homurdandı. "Gitsin başkalarının olsun."

 

"Başkalarının olsun?" Zerda düşündü birkaç saniye, ardından telefonunu çıkardı. Nisa'yla birbirimize kısa bir bakış attık, açıkça Zerda'nın yine bir işler çevirdiği açıktı.

 

"Evet." Diye diretti, Ceylan. Nisa yatakta haraket edip benim yanıma oturarak sırtını geri yaslarken ikimizde dikkatimizi Zerda'ya verdik.

 

"Olur " Dedi Zerda ve telefonundan bir kız resmi açıp Ceylan'a çevirdi. "Bak nasıl? Adı Serap 24 yaşında. Çokta güzel bir kız." Ceylan'dan bir tepki almak için resmen ona kız resimleri göstermeye başladı. Başka bir resime geçti. "Bak buda var, benim bir tanıdığım. Adı Irmak, 25 yaşında."

 

"Ne diyorsun, Zerda?" Dedi Ceylan gözlerini kırpıştırarak.

 

"Ne mi diyorum?" Zerda çok ciddi bir ifadeyle gülümsedi. "Hangisini beğenirsen onu Zahir abiye atacağım, böylece o da kendine yakışanı seçebilecek."

 

"Zahir'e mi atacaksın?" Dediğinde gözleri genişledi. Hızla Zerda'nın telefonunu kaptı. "Asla!"

 

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken Zerda sahte bir şaşkınlıkla baktı Ceylan'a. "Neden?" Dedi. "Gitsin başkalarının olsun demedin mi!" Dizlerinin üstüne kalkarak telefonu almaya çalıştı ondan. "Ona başkasını bulacağım!"

 

"Bulamazsın!" Dedi Ceylan telefonu arkasına saklarken.

 

"Niye bulamazmışım? Az önce reddetin onu!"

 

"Redettmedim, tamam mı? Yok işte olmaz konuşamaz başka kızlarla!" Yüzündeki o telaş ifadesine daha fazla dayanamadık ve Nisa'yla gülmeye başladık.

 

"Ne gülüyorsunuz?" Ceylan bozulmuş gibi bize bakarken Zerda gülerek telefonu aldı onun elinden.

 

"Öyle bir savunmaya geçtin ki, sanki Zahir'e başka kız bulsak yüzüne bakacak." Kendini sırt üstü yatağa bırakırken telefonuna bakıyordu. "Senden başkasını gözü görmüyor!" Zerda'nın sözleri karşısında Ceylan'ın yanakları hafifçe kızardı.

 

"Tüm gün seni izliyordu." Dedi dudaklarındaki sırıtışla, Nisa. Bu sözler Ceylan'ı daha da utandırdı.

 

"Alakası yok!" Kucağındaki yastığa sarılırken umursamaz davrandı. "Ayrıca ben onu affetmeyeceğim."

 

"Ceylan, bence fazla uzadı." Dedim nefesimi vererek. Tamam, Ceylan'a yapılan şey çok ağırdı ama Zahir abi yeterince pişman olmuştu.

 

"Uzamadı." Ceylan başını iki yana salladı. "Önce beni öpüp, sonra öyle konuşmaya hakkı yoktu." Ceylan çok haklıydı, ama bir yanım Zahir abiyi çok iyi anlıyordu. Kabusların nasıl olduğunu bilirdim, onlarla uğraşmak çok zordu.

 

Özellikle kabusların içinde birini kaybediyorsanız, bir ömür o rüya aklınızdan çıkmazdı. Tıpkı benimde o uçakta gördüğüm rüya gibi, asla akılmdan çıkmıyordu.

 

"Konuşmadınız mı siz hâlâ?" Dedi Zerda gözlerini telefondan ayırıp ona bakarak.

 

"Konuştuk." Diye sesli bir nefes verdi, Ceylan.

 

"Ne oldu?" Nisa merakla sorarken Ceylan ona baktı.

 

"Özür diledi, affetmedim. Olaylar karıştı, kavga ettik. En sonunda, sen beni affetmeden vazgeçmeyeceğim dedi." Yastığın kenarıyla oynarken sessizce konuştu. "Git kimle olursan ol dedim, 'senden başkasiyla olmayacağum senlan evleneceğum' dedi." Ceylan şive yaparak Zahir abiyi taklit ettiğinde, önce dediklerini algılamak için bekledik, ardından Nisa konuştu.

 

"Adam resmen sana evlenme teklifi etmiş farkında mısın!" Ceylan yutkunarak onlara baktı, ardından başını salladı hızla iki yana.

 

"Lafın gelişi söylemiş işte, ayrıca ben onunla evlenmem!" Öfkeyle konuştu. "Onunla bir ömür geçmez!"

 

"Kusura bakma Ceylan ama sen gerizekalı mısın?" Diye sordu Zerda. "Millet Zahir abinin peşinde köpek olmuş, biz sana beğendiremiyoruz!" Zerda'da haklıydı. Zahir abinin has bir çekiciliği vardı. Kendine ait bir aurası. Soğuk ifadesi bile insana fazlasıyla yakışıklı geliyordu.

 

"Kim köpek olursa olsun!" Diye söylendi, Ceylan. Zahir abiyle arasındaki konuları kendileri çözmeden, kimse onları barıştıramayacaktı.

 

"Ee?" Dedi Nisa alayla. "Düğün ne zaman?" Ceylan kucağındaki yastığı ona fırlattığında Nisa gülerek başını yana eğdi.

 

"Asıl sizin düğün ne zaman!" Ceylan, Nisa'yı kendi silahıyla vuruyordu.

 

"Ne düğünü?" Dedi Nisa yastığı geri ona atarak. "Benim bir kocam yok."

 

"Var." Ona alaycı bir bakış attım. "Cafer ne güne duruyor?" Sözlerimle Nisa kara gözlerini bana dikti. Yutkundu sertçe.

 

"Cafer benim arkadaşım." Dediğinde üçümüz de ona boş bir bakış attık.

 

"Nisa, Cafer hiç bir arkadaşı için para harcamaz." Birilerine mesaj yazan Zerda güldü sinirleri bozulmuş gibi. Abimle yazıştığına emindim, bu ikisi ayrılmak bilmiyordu. Ayrı odalarda olsalar bile, sürekli mesajlaşıyordular. "O adam her şeyi resmen benim nişanlıma ödetiyor, utanmasa Tufan'ıda alacak!" Yalvaran gözlerini Nisa'ya dikti. "Evli çiftler gibiler, ayrı duramıyorlar!" Telefonunu aşağı indirdi. "Allah için evlen şu Cafer'lede koca adayımı rahat bıraksın!"

 

Onun bu sözlerine daha fazla dayanamadan kahkaha attık. Ama Nisa, bu durum karışısında bir hayli utanmıştı. "Ben niye evleniyorum, dedim ya o benim arkadaşım!"

 

"Arkadaşlar uzun uzun aşk bakışmaları yaşamıyor Nisa'cım." Sözlerimle kara gözlerini bana dikti.

 

"Susacak mısınız siz? Ben onu arkadaş olarak görüyorum. Benim için daha fazlası değil." Dedi, ama nedense ben onun dediklerine hiç inanmadım. Bence, hiçbirimiz inanmadık.

 

Ardından kapı tıklatıldı, anında bakışlarımız oraya döndüğünde, Cafer'i farkettik. Usulca boğazını temizledi, bir adım atarak kapıyı hafifçe araladı. "Ceylan, iki dakika vaktin var mi?" Dediğinde ifadesi durgundu. Yüzümdeki tebessüm usulca soldu.

 

Nisa'nın dediklerini duymuş olabilir miydi?

 

Nisa'ya baktığımda onunda duraksadığını farkettim. Sanki o da bunu anlamaya çalışıyordu. Ceylan birkaç saniye ona baktı. "Ne oldu?" Diye sorduğunda Cafer nefesini vererek içeri adımladı.

 

"Zahir bunu saa vermemi istedi." Elindeki kağıtı uzattığınıda, Ceylan temkinli bir ifadeyle ayağa kalktı. Cafer'in ona uzattığı notu aldı. "Bu adreste seni bekleyimiş. Gitmek istersen, şöför aşağida bekleyi." Ceylan kağıtı açarak adrese baktı. Birkaç saniye yeşil irisleri dolandı adreste. Ardından sesli bir nefes verdi. Kapıya yürüdüğünde, onun aklında tamamen Zahir'in yanına gitmek vardı. Belki de Zahir abi sonunda Ceylan'la doğru düzgün bir şekilde konuşmak istiyordu.

 

Zerda hafifçe doğruldu, Nisa'yla Cafer arasında gidip geldi gözleri. Odayı sanki bir anlığına soğuluk sarmıştı. İçimden bir ses Cafer'in Nisa'nın sözlerini duyduğunu söylüyordu. Ve emindim ki, bu onu incitmişti.

 

Nisa ne yapacağını şaşırmış gibiydi. Yutkunarak yataktan kalktı, kaçmaya yer arar gibi. "Benim otele dönmem gerek." Burda tatilde olduğumuz için, o kendine bir otel ayarlamıştı. "Geç oldu, iyi geceler." Cafer'le yüzleşmekten korkar gibi kaçıyordu.

 

Onların arasındaki gerginlik bizide germişti. "Ben bir Tufan'a bakayım." Dedi yataktan kalkan, Zerda. Nisa odadan çıkarken, Cafer birkaç saniye onun arkasından baktı ardından geri Zerda'ya döndü.

 

"Deminden beri yaziştiğiniz yetmeyi mi?" Onun sorusuna sıkıntılı bir nefes verdi Zerda.

 

"Yetmeyi, tamam mı? Bırak kocamın peşin Cafer!" Diye söyelenerek çıktı odadan, Zerda.

 

"Kocan benim peşime düşsin ula, ben niye onun peşine düşeyirim!?" Cafer onun arkasından bağırdı. Zerda'nın karşılık olarak bir şeyler söylediğini duydum. Ama tutarsızdı.

 

Odada ikimiz kaldığında Cafer nefesini vererek bana baktı. "Benim hakkimda mi konuşayidiniz?"

 

Sırtımı yatak başlığından ayırırken sordum. "Duydun mu?" Dediğimde bu soruyu sormaya fazla çekiniyordum. Hafif çöken ifadesi bana her şeyi çoktan anlatmıştı.

 

"Duydim." Kara gözlerinde bir parça kırgınlık sezdim. Elleri cebinde orda dururken, gözleri onun sözleri yerine konuşuyor gibiydi.

 

"Seviyorsun değil mi onu?" Dediğimde yutkunamadı. Sorumla birlikte vücudunun nasıl kasıldığını sezdim. Duruşu hafifçe dikleşti, ama bunun aksine omuzları aşağı indi.

 

"O kadar belli olayi mi?" Dudaklarımda küçük bir tebessüm belirdi.

 

"Açıkça, para harcamaya başladığın günden beri belli oluyor abi." Sözlerimle birlikte onunda ağzından buruk bir gülüş kaçtı. Ellerini cebinden çıkardı ve yatağın yanına yürüyerek yan profilini göreceğim şekilde oturdu. Dirsekleri dizlerine yaslıyken ellerini birleştirdi. Başı hafifçe öne eğildi.

 

"Sevsem ne fayda edeyi?" Derken çoktan vazgeçmiş gibiydi. "Onun için sadece bir arkadaşim." Arkadaş kelimesini söylerken nasıl dargın olduğunu hissettim, ve bu canımı acıttı.

 

"Bence değilsin." Bana göre değildi. "Nisa seni seviyor, ve bunu kabul etmek istemiyor." Belki eskiden aşktan anlamayan bir kadın olabilirdim. Ama artık, biliyordum. Nisa, aşkından korkuyordu. Cafer, onu kaybetmekten korkuyordu.

 

Bu yüzden ikiside bir adım atamıyordu.

 

"Ben öyle düşünmeyim." Başını omzuna doğru çevirerek bana baktı. "Duymadin mi? Onun gözunde bir arkadaş olduğumi gayet net söyledi."

 

"Çünkü utanıyordu." Dilini damağına vurdu.

 

"Ben onin kalbinde bir yer edinemedum." Gözleri kısa bir an odada dolandı. Ardından iç çekti. "Kendi kendume sevup durdim. Biraz sonra geçti sandim. Geçmemuş." Her kelimesi ağırdı, çok ağır ve yaralayıcı.

 

"Onu yıllardır tanıyordun, neden hiç açılmadın abi?" Sözlerimle dudaklarında hisli bir tebessüm belirdi.

 

"Başkasini seveyidi." Sanki o anları düşdükce yüreği sıkıştı. "Öyle seveyidi ki, onin adi geçunce gözlerinin içi ışıldayidi." Çenesini sıkarken bana baktı. "Hafsa, baa bakarken bir kez bile gözlerinin içi öyle ışıldamadi." Yutkunamadım. "Oninla çikmaya başladiklari an, aradan çekildim. Baa başka bir şans birakmadi." Zordu. Sevdiğin birisini başkasıyla görmek çok zordu. Ve Cafer bunu görmek istememişti.

 

Senelerden söz ediyordu. Liseli yılllarından, ve şu an Cafer abi 30 yaşında bir adamdı. Yıllardır Nisa'yı söküp atamamıştı. Unutamamıştı.

 

Yavuz gibi.

 

Payidar ailesinin oğulları, aşklarını kalbinden söküp atamamıştı.

 

"Peki şimdi?" Dedim Cafer'e bakarken. "Yıllar geçti abi, belki de her şey değişti? Ona hiç sordun mu?" Belki de Nisa ayrılmıştı. Ben böyle düşünüyordum.

 

"Sordim, beş sene önce ayrilmişlar." Dediğinde sırtını dikleştirdi hafifçe. "Ama bu neyi değişir Hafsa?" Gözleri acıyla beni izlerken konuştu. "Nisa'nin beni görmemesinun sebebi o adam değildi, Nisa beni hiç görmek istememişti. Hâlâ da istemeyi." Boğazım düğümlendi. Buna ne diyeceğimi gerçekten bilmiyordum.

 

Ama emindim. Nisa'nın Cafer'in aşkından haberi bile yoktu. Pişman olacaktı, aynı benim gibi belki de o da böylesine bir adamı farketmediği için pişman olacaktı.

 

"Görecek." Dedim net bir sesle. "Zamanla, zamanla seni farkedecek." Sesimdeki umutla tebessüm etti. Hafifçe kaldırıp indirdi omuzlarını.

 

"Bu kadar seneden sonra inanasim gelmeyi. Ama umarim, bir gün beni farkeder." Bunu söylerken gerçekten ne kadar çaresiz olduğunu farkettim.

 

Başkasını sevemiyordu. Başkasını kalbine alamıyordı. Eğer yapsaydı, şimdiye kadar yapmış olurdu. Cafer abi, Nisa'ya takılıp kalmış ve ondan geçmemişti.

 

*****

 

Yazar.

 

Siyah araba denizin uzak kıyısında park edildikten sonra Ceylan arabadan indi. Gözleri kısa bir an denizde ve yerdeki büyük boy taşlarda gezindi. O taşların birinin yanında Zahir'i farketti. Sırtını kendisinden daha ağır ve büyük olan kayalık benzeri taşa yaslamış denizi izliyordu. Araba gaza basıp uzaklaştığında Ceylan sertçe yutkundu.

 

Birkaç saniye gözleri uzaktan uzağa onu izledi. Ardından cesaretini toplayarak Zahir'in yanına ilerledi. Önce bir şey demedi, elleri iki yanında sıkılmış ona baktı. Zahir denizin sesini dinlerken başını çevirip Ceylan'ın yüzüne bakmadı. Ceylan, bunu onun kibirinden sandı. Ama Zahir, Ceylan'ın yüzüne bakmaya utandı.

 

Ceylan onun bu sessizliği karşısında bozulsa bile usulca oturdu onun yanına. Aynı onun gibi dizlerini kendine çekti. Elbisesinin eteğini dizlerinin üstünden geçirerek bacaklarını örttü ve sırtını geri yasladı.

 

"Neden çağırdın beni?" Sakin bir ses tonuyla sorarken Zahir birkaç saniye kapattı gözlerini. Ardından geri açtı usulca. Bakışlarını çevirdi Ceylan'a.

 

"Konuşmamiz lazim." Sırtını ayırdı kayadan. Hafifçe kıpırdanıp yüzünü Ceylan'ın yüzüne doğru çevirdi.

 

"Konuşacak bir şeyimiz kalmış mı?" Ceylan'ın dargın ses tonuna karşılık yutkundu, Zahir.

 

"Senin dinleyecek sabrin kaldi mi bilmeyim." Derin bir nefes çekti içine. "Ama benum edecek lafim çoktir." Konuşmayı sevmezdi, Zahir. Ona göre sessizlik en güzeliydi. Ama bu gece, susmak istemiyordu.

 

"Sana bir şeyler anlatacağum." Dediğinde kararsız gibiydi. "Ama dinlemek istemezsan, kalk git bir şey demeyeceğum." Ceylan onun bu sözleri karşısında duraksadı birkaç saniye. Ardından, usulca o da ayırdı sırtını kayadan.

 

"Anlat." Derken hem soğuk, hemde meraklıydı. Zahir'in beklediği cevap bu değildi, hafif kalkan kaşları bunu açıkça ortaya koyuyordu. Ceylan'dan herhangi sert bir cevap, veya daha fazlasını bekliyordu. Oysa genç kızın ona tek dediği anlat olmuştu.

 

"Bunlari baa aci diye anlatmayim." Sanki nasıl cümle kuracağını bile unutmuş gibiydi. Ama bir yerlerden başlaması gerekiyormuş gibi hissetti. "Aşk ne demek bilmeyim." Dediğinde Ceylan sessizce dinledi onu. "Yani bilmeyidim." Diye fısıldadı Zahir kısık bir sesle. "Senden önce bilmeyidim." Ceylan onun bu sözleri karşısında sert ifadesini korusada, yeşil hareleri usulca yumuşamaya başlamıştı.

 

"O gün sana söylediğim her şey korkularimdan kaynaklanayidi." Birisine böylesine açılmak, onun için zordu. Zahir acılarını, kalbinde tutar insanların onu görmesini istemezdi. Ama bugün yaptığı hatanın bedeli, içindeki acıları dökmek olmuştu.

 

"Ne korkuları, Zahir?" Dedi Ceylan dargın bir sesle. "Bir kadına böylesine iğrenç lafları edecek ne yaşamış olabilirsin? Bana kendimi kullanılmışım gibi hissettirdin." Ceylan'ın sözleri ağırdı. Ve o ağırlık, Zahir'in nefesini kesti. İrisleri hafifçe titreşti.

 

"Seni kaybetmek istemedum." Dedi acıdan kalınlaşmış sesiyle. "Kabuslarimin gerçek olmasindan korktim. Annem gibi, kardeşim gibi gitmeden korktim." Kelimeler ağzından hızla çıkıyordu. Çünkü yavaştan alırsa, daha fazla konuşamayacağını biliyordu.

 

Onun sözlerinin altındaki ima Ceylan'ın sert ifadesini yavaşça sarsıttı. Yeşil irislerinde anlamayan bir bakış belirdi.

 

"Bu ne demek?" Dediğinde sorduğu sorudan kendisi bile korkuyordu.

 

"Annemi kaybettum." Dünyanın en ağır yükünü taşıyormuş gibi zorlukla çıktı sesi. "Sekiz yaşinda." Bakışları ellerine indi. "Ondan sonra geriye kiz kardeşim kaldi." Boğazı düğümlendi. "Onida kaybettum. 17 yaşindayken." Elleri yumruk oldu. Aklına kazınan her görüntü yüreğini derinden kanattı.

 

Kardeşini bir barın arkasında, kanlar içinde bulan bir abi için hayat pembe panjurlu değildi. Karanlıktı, sürekli susmayan çığlıklardı. Zahir her gece bunları düşünürdü. Sessiz kişiliği altında, binlerce acı yatardı. En acısı ve en büyük pişmanlığı kız kardeşiydi. Annesi diri diri gözleri önünde yanarken, onun çığlıkları aklına kazınmıştı. Ama en acısı, kardeşinin sessiz çığlıklarıydı. Kaç kez bağırmıştı? Kaç kez yardım istemişti? Orda olamamıştı.

 

Karaca Çetiner 15 yaşındayken sokakta en feci şekilde öldürülmüştü.

 

"Onlara ne oldu?" Ceylan kısık bir sesle sorarken Zahir kapattı gözlerini. Bunu söylemek istemiyordu. Ama söylemesi gerekiyordu. Ceylan ona acısın diye değil, onu anlasın diye.

 

Zahir Çetiner sadece birileri tarafından anlaşılmak istiyordu.

 

"Annemi babam aldi benden." Dediğinde nefesi daraldı. Her seferinde o ateşin alevleri gözleri önünde parlıyordu. Ürkek bir şekilde açtı gözlerini. "Gözlerimin önünde yakarak aldi canini." Ceylan'ın duyduğu sözler karşısında vücudu kaskatı kesildi. Zahir'in söylediği her şey bir şakadan ibaret sanmak istedi. Ama öyle değildi. Gözleri önünde gözleri dolu bir adam vardı. Zihnindeki düşüncelere dayanamayan, ürkek bir çocuk gibi tüm gücünü kaybeden bir adam.

 

"Kiz kardeşimi şerefsiz bir it yüzünden kaybettum." Dişlerini sıkmaktan nerdeyse kıracak dereceye getirmişti. "Bir sokakta, cesedini buldim." Derken sesi titredi. Daha fazla konuşmayacak durumdaydı. "Benim hatamdi. Kardeşime bir ev veremeyecek kadar kötüydi durumim." Zahir Çetiner için, şu an milyonları olması önemsizdi. "Belki ona bir çatı verebilseydum, bunlar olmazdi." Dolu gözlerinde yaşlar asılıydı, ama ağlamıyordu.

 

Ceylan onun her kelimesi altında ezildi. Az önce ona sorduğu soru, yoğun bir pişmanlıkla çöktü üstüne. Kendi gözlerininde dolduğunu hissetti.

 

"Senide kaybetmekten korktim." Bir kabus görmüştü. Diline getiremediği kadar acı. Annesi gibi, Ceylan'ın yangınların içinde görmüş onun çığlıklarını duymuştu. O kabustan sonra, en akıllı kararı aldığını varsayarak Ceylan'ı kendinden uzak tutmuştu. Ama bu hayatını daha berbat bir hale getirmişti.

 

"Bileyim iğrenç bir insanim-" cümlesini tamamlamadan dudaklarına çarpan sıcaklıkla vücudu kaskatı kesildi. Yanaklarında iki el hissetti. Buz kesen yanaklarına değen sıcak eller Ceylan'a aitdi. Önce, haraketsiz kaldı. Ardından duygularına yenilerek gözlerini kapattı. Dudaklarındaki sıcaklığın sürmesine izin verdi.

 

"Değilsin." Diye fısıldadı Ceylan titrek sesiyle. Zahir'i öpmüyordu, ama dudaklarını geri çekmiyordu. "İğrenç bir adam değilsin."

 

"Öyle mi düşüneyisin?" Aynı Ceylan kadar kısıktı Zahir'in sesi. "Ettiğum onca laftan sonra bile mi?"

 

"Öyle düşünüyorum." Ceylan'ın gözleri Zahir'in yüzünde gezindi. Zahir'in gözleri onun bakışlarını hissettmiş gibi usulca açıldı.

 

"Her şeye rağmen?" Dediğinde Ceylan usulca dudaklarını geri çekti.

 

"Söylediğin şeyler kırıcıydı." Elleri Zahir'in yanağında kalırken gözlerindeki dargınlık yok olmuştu. "Yine de bu seferlik seni affedeceğim." Ceylan, Zahir kadar ağır şeyler yaşamasada yalnızlığın ne demek olduğunu iyi bilirdi. O yalnızlığın korkusunu tanırdı. "Ama bir daha bana böyle sözler edersen, Zahir. O zaman bir daha yüzüne bakmam." Zahir'i anlıyordu. Lakin kaç gündür gururu incinmiş, kendini kötü hissettirecek o sözler kafasında dönüp durmuştu.

 

Aynı şeyleri tekrar yaşamak istemiyordu. Aşık olduğu adam tarafından, kalbinin kırılmasını istemiyordu.

 

"Demem." Diye hızla cevapladı, Zahir. "Bir daha ağzimdan kirici bir laf duymayacaksin." Aynı Ceylan gibi ellerini kaldırdı, onun yanaklarına yerleştirdiğinde nefesini verdi. "Bir daha kalbini kiracak tek kelime etmeyeceğum." Avuç içlerini hafifçe bastırdı Ceylan'ın yanağına. "Seni kaybetmek istemeyim." Ceylan'ın kalbi onun sözleri karşısında hızlandı.

 

İlk zamanlar soğuk diye adlandırdığı bu kişiliğin altında binlerce acı vardı. Bugün Ceylan belki de ilk kez onun soğuk, ve kibirli tavrını anlamıştı. Daha önce Zahir'e söylediği her kelime usul bir pişmanlıkla çökmüştü üstüne.

 

"Sana daha önce elindeki izi sormuştum." Dedi yutkunarak. Gözleri Zahir'in elindeki yara izine doğru kaydı. Hikayesini sormuştu, ama Zahir anlatmamıştı.

 

"O geceden bana bir hatira." Zahir'in hareleri kendi elindeki ize kaydı. Nefesinin boğazına takıldığını hissetti. "Heç sevmediğim bir ani."

 

Ceylan yeşil haralerini Zahir'in acıyla kıvranan gözlerinden çekemedi. Zordu, Zahir'i bu konuda anlamak çok zordu ama anlamak istiyordu. Onun yaralarını anlamak, dinlemek, ve sarmak istiyordu.

 

"Sana bu sabah söylediğim şeyler." Ceylan suçluluk duygusuyla konuştu. "Seni tanımadan ettiğim laflar için, özür dilerim, Zahir." Nefesini verdiğinde kalbinin acıyla kasıldığını hissetti. "Çok kırıcı konuştum."

 

"Hayir." Zahir sert sesiyle konuştu. "Hakliydin, asil ben kirici koniştim. Sen baa ettiğin her lafta hakliydin. Hakedeyidim."

 

"Etmiyordun." Ceylan onun sözlerine karşı pişmanlık dolu bir öfke duydu. "Seni dinlemeyi hiç denemedim." Kaç gündür Zahir'den köşe bucak kaçıyor, Zahir ondan özür dilese bile yüzüne bakmıyordu. Bir tarafı haklıydın diye bağırıyor, diğer tarafı kırgınlığını dile getiriyordu.

 

Yine de Zahir'i dinlemeyi seçmediği için duyduğu suçluluğa engel olamıyordu.

 

"Ben dinlenilecek bir adam değilim, Ceylan." Zahir zorlukla bir nefes alırken Ceylan ellerini usulca onun yanaklarından ayırdı. "Konuşmayi bilmem, gülmeyi bilmem, sevgiden anlamam, kim olduğumi bile bilmem." Başı hafifçe sağa doğru dönerken denizin dalga seslerini dinledi. O da ellerini usulca çekti Ceylan'ın yanaklarndan. Ve aşağı indirdi.

 

"Bir kadinin yaninda isteyeceği adamlardan değilim." Onun bu sözleri karşısında sanki Ceylan'ın yüreğine hançer saplandı. Dalgalar sustu. Dalgalar sustu ve sanki ilk kez Zahir'in duyguları konuştu. Ceylan elini uzattı, Zahir'in soğuk elinin parmaklarına kendi sıcak parmaklarını geçirdi.

 

"Sen tamda benim istediğim adamsın." Ağzından çıkan cümle yüzünden belki başka zaman olsa çok utanırdı. Ama şu an, utanmak bir kenara dursun kalbindeki sevgi çoğaldıkca çoğalıyordu.

 

Zahir onun sözleriyle bakışlarını Ceylan'ın yüzüne çıkardı. İltifat almaya, güzel söz duymaya alışık değildi.

 

"Ben?" Dediğinde kuru bir gülüş çıktı dudaklarından. "Her gece kabuslarla uyanan, kafasinin içi susmayan, ne halt yediği belli olmayan elleri kanli, deli olan ben mi?"

 

Ellerinde kan vardı. Bunu gizlemeyecekti. Yanında olmak isteyen bir kadından nasıl bir insan olacağını gizlemeyecekti. Evet masumlar zarar vermezdi. Zahir, tüm bunların aksine darda olan herkese yardım etmeye çalışırdı. Eskiden böyle değildi. Eskiden, kimseye zarar vermemek için çalışırdı. Ama kardeşini kaybettiği o gece, dünyanın tüm iyilik kapıları Zahir'in yüzüne çarpmış, onu bazı zamanlar vicdansız ve duygusuz bir insana çevirmişti.

 

"Sen." Dedi Ceylan sevgiyle. "Her gece kabuslarla uyanan, kafasının içi susmayan, ne halt yediği belli olmayan, ve ellerinde kan olduğunu sanan deli sen." Ceylan'a göre Zahir kötü bir insan değildi. Ceylan'a göre, Zahir kendi içindeki karanlığa gömülmüş bir insandı. "Sen benim istediğim adamsın, Zahir." Ceylan'ın ağzından çıkan her kelime Zahir'i bozguna uğrattı.

 

Ne diyeceğini bilemedi, çünkü diyecek kelimeleri boğazına düğümlenip kalmıştı.

 

"Ceylan." Dedi Zahir fısıltıyla ve hafifçe eğildi ona doğru. "Ben sanirim saa aşik olmayi çok sevdum." Onun sözleriyle Ceylan'ın dudaklarına geniş bir tebessüm yerleşti. Normal insanlar, seni seviyorum derken, Zahir Çetiner ona aşık olmayı sevdiğini söylüyordu.

 

"Zahir." Dedi Ceylan dudakları arasından kaçan sessiz gülüşle. "Bende sana aşık olmayı çok sevdim." Bu sefer dudaklarına içten bir tebessüm yerleşen Zahir'di. Kendi kelimelerini Ceylan'ın ağzından duymak fazla hoşuna gitmişti.

 

Başını hafifçe eğerek alnını Ceylan'ın alnına yasladığında huzur içini doldurdu. Ceylan'ın kokusu nedensizce burnuna dolar dolmaz tüm derdi tasası sanki bir anda yok oluyordu.

 

"Kalalım mı burda?" Diye sordu Ceylan tebessümle. "Eve dönmek istemiyorum." Zahir'le arası düzelmişken, biraz daha yalnız kalmak istiyordu. Zahir ona bakarken onaylar bir mırıltı çıkardı.

 

"Kalalım." Serin hava tenine çarparken Ceylan'ın kokusunu rüzgarla birlikte içine çekti. Ceylan hafifçe alnını geri çekti. Oturduğu kumların üstünde haraketlendi. Ardından Zahir'in hiç beklemediği bir haraket yaptı.

 

Usulca kumlara uzandı, başı Zahir'in dizinin üstüne denk geldi. Saçları onun kucağına dağıldığında Zahir'in nefesi kesildi. Bunu beklemiyordu, Ceylan'ın onun dizlerine yatmasını beklemiyordu. Aşık olduğu kadın fazla sürprizlerle doluydu. Bunun aksine Ceylan onun hayranlığından ve şokundan habersiz gözlerini kapatıp tebessüm etti. Ona göre en huzurlu yer Zahir'in yanıydı.

 

Sırtı hafifçe geri taşa yaslandı. Gözleri Ceylan'ın yüz hatlarını takip ederken bir eli usulca kalktı. Önce çekindi. Aklında silik anılar belirdi. Küçük bir çocukken, onun dizlerine yatan annesini hatırladı. Ceylan farkında olmadan, Zahir'e ilk kez güzel bir anı hatırlatmıştı. Oysa Zahir için o depodan başka anı yoktu. Zahir Çetiner'in içine gömülü güzel anılardan birini, Ceylan farkında olmadan gün yüzüne çıkarmıştı.

 

Bir eli korkusuna galip gelerek Ceylan'ın ipek saçlarını buldu. Dudakları arasından sanki yıllardır içinde tuttuğu o nefes kaçtı. Ceylan onun parmaklarını saçlarına hissederken usulca araladı gözlerini. Kalbi sevgiyle dolarken fısıldadı.

 

"Madem bana aşık olmayı seviyorsun, o zaman artık bir çift olabiliriz değil mi?" Dedi hafif bir alay ve sevgi karışımıyla. "Ne demeliyim sana?" Çocuk heyecanıyla konuştu merakla. "Aşkım mı? Sevgilim? Birtanem? Gülüm?" Son dediğine kendini tutamayıp güldü. "Bence gülümü sen desen daha iyi olur." Zahir onun ağzından çıkan kelimeler karşısında sırıttı. Ardından usulca konuştu.

 

"Ben sana gülim demem." Ceylan onun inkarını anlamayarak kaşlarını çattı.

 

"Neden?" Dediğinde Zahir parmaklarını onun saçlarında gezdirmeye devam etti.

 

"Gülin ömri az olur." Ceylan onun bu sözleri karşısında gözlerini kıstı.

 

"Ne saçma bir terim bu?" Cenin pozisyonuna geçerek vücudunu ona doğru çevirdi ve ellerini yanağının altına koydu. "Ben inanmam öyle şeylere, ayrıca sen demesen ben sana gülüm derim." Zahir onun bu sözleri karşısında kendini tutamayıp güldü.

 

"De, ne diyeceksen de, konuşmani gerektirecek her şeyi dinlemeye hazirim. Yeter ki sesini duyayim, kaç gündir yüzüme bakmayisin, sesine hasret kaldim."

 

"Ne güzel işte, kıymetimi bilmişsin." Dedi Ceylan iğneleyici bir sesle. "Ara bir böyle şeyler yapmaya devam etsem iyi olur."

 

"Olmaz." Dedi Zahir. "Bugünden sonra her gün sevgilimin sesini duymak isteyim." Derken gözlerini etrafta gezdirdi. Ceylan onun ağzından çıkan sevgilim kelimesini duyduğunda usulca kaldırdı başını. İçindeki heyecanla konuştu.

 

"Sevgilin?" Dediğinde Zahir dünyanın en basit şeyinden konuşuyormuş gibi başını salladı.

 

"Sevgilim." Bir kolunu Ceylan'ın beline dolayarak onu zahmetsizce yakınına çekti. "Ceylan gözlüm." Zahir'in kullandığı lakap, Ceylan'ın fazlasıyla hoşuna gitmiş kalbi hızlanmıştı.

 

"Dudakların arasından çıkınca çok hoş sesleniyor biliyor musun?" Diye konuştu Ceylan fısıltı gibi bir sesle.

 

"Söyleten hoş olinca, kelimelerde bir hayli hoş çıkayi." Zahir annesinden ve kız kardeşinden sonra belki de ilk kez bir kadına iltifat etmişti.

 

Ve iltifatı o kadını güldürmüş, yanaklarının kızarmasına sebep olmuştu.

 

Zahir Çetiner yıllar sonra, ilk kez yaşadığını hissetmişti.

 

*****

 

Hafsa Polatlı.

 

Cafer abiyle olan söhbetimizin ardından, salona inmiştik. Abimlerle toplantı hakkında bir şeyler konuşan Yavuz salonda geniş yemek masasının yanındaki sandalyelerden birine oturmuştu.

 

"Peki ya o bize karşı bir oyun oynamaya kalkarsa?" Dedi Aziz abi elindeki evrakları masaya bırakırken. Yavuz başını ağır ağır iki yana salladı.

 

"Yapamaz." Fazlasıyla netti sesi. Kaşlarımı çatıp merakla onları izlerken elimi yanımda oturup patlamış mısırını yemekle meşgul olan Süleyman'ın kasesine daldırdım.

 

"Kimden bahsediyor bunlar?" Diye sorduğumda omuz silkti. Konuşmadı, çünkü konuştuğu an yalan söylüyordu. Yalan söylemeyide hiç beceremiyordu.

 

"Biliyorsun." Dedim aldığım patlamış mısırları ağzıma atarken.

 

"Yavuz abi dediki, sen sorarsan hiçbir şey bilmediğimi söyleyecekmişim." Bana çevirdi ela gözlerin. "Yenge, bir şey bilmiyorum." Onun bu hallerine kendimi tutamayıp güldüm.

 

"Bence Yavuz kısmını çıkarsan gayet başarılı olurdu, Süleyman." Sözlerimle bir an afalladı. Ardından kısık bir küfür savurdu.

 

"Haklısın yenge." Dedi başını sallayarak. "Bir dahakine öyle yaparım." Ondan söz alamayacağımı farkettim. Hem yalan söylemeyi başaramıyordu, hemde konuyu çok güzel değiştiriyordu.

 

Elimdeki mısırların bittiğini görünce kaseyi bana uzattı. "İçeride biraz daha var getirmemi ister misin?" Diye sordu gözleri bir an karnıma indi geri yüzüme çıktı. "Canın başka bir şey çekiyor mu yenge? Çekerse bana söyle gider alırım."

 

Gülümseyerek uzattığı kaseden birkaç mısır aldım. Süleyman benden sadece birkaç yaş büyüktü. Ama küçük bir erkek kardeşten farksızdı. Hamile olduğum için benimle ilgileniyor, canımın bir şey çekip çekmediğini merak ediyordu.

 

"Teşekkür ederim, Süleyman. Canım bir şey çekmiyor." Başını salladı o da tebessümle.

 

"Tamam, çekerse söyle emrine amadeyiz." Alaycı sesine gülerek başımı salladım.

 

"Söylerim." Dedim, gözlerim Yavuz'a kaydı. Elindeki dosyadan başını kaldırıp bana baktı. Kimse farketmeden bana göz kırptığında gülümsedim.

 

O an zil sesi yankılandı. Kapı çalıyordu. "Ben bakarım!" Diyen sesini duyduk Narin'in. Merdivenlerden indi. Ardından kapı sesi duyuldu, kısa bir sessizlik ardından Narin sesi duyuldu.

 

"Ne işin var senin burda?" Salonla kapı arasında pek uzun bir mesafe yoktu. Bu yüzden sesi net duyuluyordu. Soğuk ve duygusuzdu.

 

"Yavuz'u görmem lazım." Devran'ın sesini duyduğumda kaşlarım çatıldı. Tam olarak neler oluyordu?

 

Yavuz'a baktığımda onunda kaşları hafifçe çatıkdı. Ayağa kalktığı an, diğerleride kalktı. Onlara birlikte bende kalktım. Mutfakta kek yapmakla meşgul olan Zerda bile seslere dışarı çıkmıştı merakla. Hepimiz kordioru geçip kapıya yaklaştığımızda, Devran'ı gördüm.

 

Onu en son elimde bir silah varken görmüştüm. Şimdi, ifadedi duygusuzdu. Gözlerinde gizlediği duygular için çok iyi bir oyunculuk harcıyordu. Elleri cebindeydi, üstünde siyah gömlek ve pantolon vardı. Saçları hafifçe dağınıktı.

 

"Ne oldu?" Dedi Yavuz, mesafeli bir sesle. Yabancıyla konuşur gibi.

 

"Konuşmamız lazım." Devran gözlerini Narin'den ayırıp ona baktı. "Önemli bir mesele, şirkete gitmemiz lazım." Yavuz onun bu sözleri karşısında gözlerini kıstı.

 

"Bu saatte mi?" Saat nerdeyse gece yarısına geliyordu.

 

"Evet." Dedi Devran. "Rakip takım atağa geçti diyelim." Sözlerinin altındaki imayı sezen Yavuz'un çatılan kaşları usulca düzeldi. Soğuk bakışlarıyla abisine bakarken konuştu.

 

"Tamam, gidelim." Dediği an kolunu tuttum.

 

"Yavuz, neler oluyor?" Soruma karışılık bakışları beni buldu. Gözlerindeki sert bakış yumuşadı.

 

"Bir şey yok yavrum." Bana güven dolu bir bakış attı. "İşle ilgili, sen beni bekleme geç kalırsam uyu." Dedi, ama nedense onun sözlerine hiç inanmadım. Usulca kolunu bıraktığımda Devran'a baktı ve kapıdan çıktı. Onların peşinden abimler takip ederken Zerda kaşlarını çatarak yanımda durdu.

 

"Bunlar bir işler çeviriyor." Dediğinde nefesimi verdim.

 

"Farkındayım, ve umarım tehlikeli bir şeye bulaşmıyorlar." Narin kapıyı usulca kapatırken onunda kafası en az bizimki kadar karışıktı.

 

Dakikalar geçti, o dakikalar saatlere dönüştü. Salonda koltukta oturmuş bir şekilde cama bakıyordum. Narin bir süre sonra Özlem'in yanına çıkıp muhtamelen orda uyumuştu. Zerda benimle birlikte diğerlerinin dönmesini beklerken uyku ona galip gelmiş, koltukta uyuyakalmıştı. Yavuz'a en son mesaj attığımda, bir saate kadar döneceklerini söylemişti.

 

Ceylan'la Zahir hâlâ dönmemişti. Umuyordum ki onların araları iyiydi. Zaten tersi olsaydı, şu an didişerek kapıdan girmiş olurlardı. Bir elim usulca karnımı okşarken başımı geri yasladım. Artık elimde olmayan bir şeydi bu, hiç olmadığı zamanlarda bile elim sürekli karnımı buluyordu.

 

Telefonuma gelen mesaj sesiyle uykuyla kıpırdanan gözlerimi açtım. Telefon ekranını açarak mesaja baktığımda bilinmeyen bir numara olduğunu farkettim. Kaşlarım çatılırken mesajın üstüne tıkladım.

 

"Bu sabah olanlardan hâlâ eşinizin haberi yok gibi."

 

Sertçe yutkundum, içime belli belirsiz bir korku erişti. Bu sabah karşıma çıkan adam olabilir miydi?

 

Bir şey yazacak cesaretim yoktu.

 

"Biliyorum, biraz şaşkınsınız ama merak etmeyin size sadece gerçekleri söylemek için burdayım. Dışarıdayım, kaldığınız bağ evine en yakın kafenin önünde."

 

Ekrandaki mesajla bakıştım. Neler olduğuna bir türlü anlam veremiyordum. Bu adamın derdi neydi ve ne istiyordu? Bir mesaj sesi daha geldi.

 

"İnanın bana niyetim size zarar vermek, değil. Benim için kıymetlisiniz."

 

İyice kafam karıştı. Okuduğum kelimeler beni sadece rahatsız etti. Bu adam her kimse artık ileri gidiyordu. Oturduğum koltuktan kalktım. Ses çıkarmamaya dikkat ederek salondan çıkıp kapıya yürüdüm. Bahsettiği kafe bizden sadece birkaç adımlık mesafe kadar uzaktaydı.

 

Derdi neydi öğrenmem gerekiyordu.

 

Evden çok sessiz bir şekilde çıktım. Ön tarafta korumalar olduğu için, verandanın demirlikleri olmaması avantajını kullanarak sağ taraftan sessizce indim verandadan. Çekinmiyordum, çünkü o kafe geceleri bile çalışırdı. Büyük İhtimalle içeride çalışanlar vardı. Ayrıca korumalar, sesimi duyabilecek kadar yakındılar. Her ne kadar beni göremeselerde tek bir çığlığımla başımıza toplanırdılar.

 

Bana bir zarar veremezdi.

 

Evden uzaklaşarak kafeye vardığımda, gerçektende onu orda gördüm. Sabah karşıma çıkan o ürkütücü adamdı bu.

 

"Sen." Dedim öfkeye karışık sesimle. Sesimi duyar duymaz bakışları beni buldu. Elleri rahat bir şekilde ceplerinde, yüzünde nazik bir ifade vardı.

 

"Geldiniz." Dediğinde kaşlarımı çattım.

 

"Senin derdin ne?" Diye sordum sesim hafifçe yükselirken ona yaklaşıp. "Ne istiyorsun? Kim gönderdi seni?" Bu sefer nasıl bir oyun dönüyordu bilmem ama bu adam her kimse içimden bir ses Yavuz'la ya da benimle bir derdi olduğunu söylüyordu.

 

"Sakin olsanız?" Kıstım gözlerimi.

 

"Sakin mi? Oldu olalı çay kahvede söyleyelim iki oturur söhbet ederiz ne dersin?" Dedim sert sesimle, ve ona yaklaşarak sinirle konuştum. "Bana bak derdin ne bilmiyorum, o kafanın içinde ne var onuda bilmiyorum ama son ver şuna!" Sabah karşıma çıktığı yetmezmiş gibi, şimdide bana mesajlar gönderiyordu.

 

"Beni hiç hatırlamıyorsun değil mi?" İfadesi kararırken bu sefer resmiyeti bir kenara bıraktı. Neden bilmiyordum, ama bana bir yabancıya bakar gibi bakmıyordu. Benim aksime, onun bakışları yıllardır tanıdığı bir insana bakar gibiydi. Ama böyle bir şey mümkün değildi. Ben onu tanımıyordum.

 

"Ne saçmaladığın hakkında gram fikrim yok, ama şu saçmalığa bir son ver. Bir daha asla, ne bana mesaj at ne de karşıma çık. Anladın mı? Seni hangi piç kurusu gönderdiyse git söyle ona düşsün yakamızdan!" Artık bu adam ileri gitmeye başlamıştı. Belki de Yavuz'a her şeyi anlatmamın zamanı gelmişti.

 

"Sakın bir daha karşıma çıkma." Dedim dişlerim arasında. Arkamı dönerek yürüdüğümde soğuk sesini duydum.

 

"Kocana sor." Dedi hafifçe yükselterek sesini. "Onda bir resim var, her şeyi sana hatırlatacak." Dediklerinden bir anlam çıkaramadım. Başımı geri çevirip birkaç saniye ona baktım. Yeşil irisleri fazla manidardı, sanki bir şeyleri hatırlamamı ister gibi. Ya da benimle sadece oynuyordu.

 

Hızla ordan uzaklaştım. Eve dönene kadar söylediği her kelime beynimde dönüp durdu. Daha ben verandaya varmadan bir ses duydum.

 

"Hafsa hanım nerdesiniz siz?" Korumalardan birinin sesiydi. Yanlarında Zerda vardı. Beş dakika kaybolmuştum, hemen farketmiştiler.

 

"Hafsa nerdesin kızım sen? Aniden çıktın gittin!" Zerda ben çıkarken uyuyordu. Ama belliki ben evden çıkarken sese sebep olmuştum.

 

"Hava almak istedim biraz, burdayım." Yalan söyledim, çünkü gördüklerimi şu an birilerine anlatıp bununla uğraşmak istemiyordum. Yavuz geldiğinde her şey ona anlatmam gerekiyordu.

 

"Bunu yaparken en azından bana söyle!" Diye azarladı Zerda beni endişeyle. "Hamilesin sen, birde bir sürü düşman var başına her an her şey gelebilir." Sesli bir nefes vererek başımı salladım.

 

"Haklısın, Zerda." Ona bakarken mırıldandım. "Hadi, eve girelim." Bende bir haller olduğunun farkındaydı, ama şu an kafam çok doluydu.

 

Eve girer girmez yaptığım ilk şey odama çıkmak oldu. O adamın ne istediğini bilmiyordum. Bunu bilmemek beni delirtyordu. Yatağımda oturmuş sırtımı geri yaslarken stres dolu bir nefes verdim. Karnımda hafif sancılar oluşmuştu, doktor bazen bunların olabileceğini söylemişti ama şiddetlenirse işte bu hiç iyi olmazdı.

 

O adamın stresi yetmezmiş gibi, tüm bunları Yavuz'a nasıl anlatacağımı düşünüyordum. Ya bir oyunsa? Yine birileri bize zarar vermek istiyorsa? Gerginlik dolu bakışlarım odada gezindi. Elim durmaksızın karnımda yavaşça haraket ediyordu.

 

Yavuz'u bekledim, ama saatler geçti ve o gelmedi. En son bir kez daha mesaj attığımda, işlerin uzadığını söyledi. Neyle uğraşıyordular bilmiyordum. Ama artık öğrenmem gerekecekti.

 

Nerdeyse gece beşe kadar uyanık kaldım. Tavanla bakışırken bir türlü beni uyku tutmadı. En sonunda duyduğum seslerle hafifçe haraketlendim. Alt kattan kapının sesini duydum. Dudaklarıma küçük bir tebessüm yerleşti. Muhtemelen bizimkiler dönmüştü.

 

Ayağa kalktım, yataktan çıkarak odanın kapısına yürüdüm ve onu açarak adımımı dışarı atmıştım ki buraya doğru gelen Yavuz'u gördüm. Sonunda burda olması, biraz olsun içimi rahatlatmıştı.

 

"Yavuz." Dedim rahat bir sesle, yüzü karanlık kordiorda görüş alanıma girdiğinde yorgun bakışlarını farkettim. Bunların yanı sıra, saçları dağınık, gömleğinin yakası birileri tarafından çekiştirilmiş gibiydi. Yine burnunda kan vardı. İçimi endişe sardı.

 

"Yavuz?" Dediğimde yanıma geldi, kolumu nazikce yakaladı ve beni kendisiyle birlikte odaya soktu. Ne olduğuna anlam veremedim. Kapıyı kapattı, ve diğer eliyle odanın ışığını yaktı.

 

"İki saat önce nerdeydin?" Dediğinde soluğum kesildi. Yutkunarak ona baktım.

 

"Anlamadım?" Dediğimde dişlerini sıktı. Sanki kendisine hakim olmaya çalışıyordu.

 

"Hafsa, iki saat önce nerdeydin?" Tuttuğu kolumu bıraktı. Sanki onu sıkıp incitmekten korktu.

 

Bir şeyleri öğrenmişti..bir şeyleri öğrenmiş ve yanlış anlamıştı.

 

"Sana aldığım şalın o adamda ne işi vardı?" Gözlerimi kırpıştırdım, elinde tuttuğu şalı kaldırdığında gözlerim genişledi.

 

Ben o şalı çekmeceme koymuştum.

 

Şaşkınca onun elindeki şala baktım. Ardından ona. "Hangi adamda, Yavuz? Ne diyorsun hiçbir şey anlamıyorum!" Gerçekten anlamıyordum.

 

"İki saat önce kafenin önünde görüştüğün o adamda!" Dediğinde sesi hafifçe yükseldi. Tüm vücudu gerginlikle doluydu.

 

Şalı Yavuz'a o yabancı adam mı vermişti?

 

"Yavuz bir şeyleri yanlış anlamışsın." Dedim sakin sesimle ona olanları anlatmaya çalışarak. "O adam beni oraya çağırdı, kim olduğunu bilmiyorum ama peşimizde!" Gözlerindeki bakış kararsızdı. Bu canımı sandığımdan daha fazla acıttı. Ona neler söylemiştiler? Neler anlatmıştılar ki bana böyle bakıyordu?

 

"Neden gittin?" Dediğinde dişleri arasından çıkıyordu sesi. "Hafsa, bu sabahta o adamla görüşmüşsün, bana bir şey söylemedin." Nefesim boğazıma takıldı.

 

"Ne görüşmesi?" Sesim fazla kırgın çıktı. "Onunla görüşmedim, adını bile bilmiyorum! Aniden karşıma çıktı!" Yalan söylemiyordum. Yavuz'un gözlerindeki bakış bana inanmak istiyordu. Ama aniden aklına her ne geliyorsa, irisleri genişliyor öfkeyle vücudu kasılıyordu.

 

"İnanmıyor musun?" Dedim yutkunarak. "Mesajlar var." Yanından geçerken gözlerimin hafifçe dolduğunu hissetim. Telefonumu aldım ve açarak bilinmeyen numaraya tıkladım ekrana bile bakmadan telefonu Yavuz'a çevirip yanına yürüdüm.

 

"Bak." Bana inansın istedim. "Beni o çağırdı, saçma salak bir şeyler geveledi derdi ne bilmiyorum!"

 

Gözleri telefon ekranına indi. Kehribar harelerini soğukluk sardı. Aynı bakışları geri yüzüme tırmandı. Bana inanmak isteyen bakışları bile artık yavaşça soluyordu. Önce anlam veremedim, ardından telefonu kendime çevirdiğimde mesajların kaybolduğunu gördüm.

 

"Bu." Kekeledim. "İmkansız, Yavuz mesajlar vardı yemin ederim!"

 

"Fotoğraflar gösterdiler bana." Dediğinde aklını kaçıracak gibiydi. "Sabah onun yanındaydın, akşam yine onun, sonra sana aldığım şal ondan çıktı." Dişlerini sıkarken canı yandı. Canının yandığını soğuk bakışlarının arkasına sakladı. "Hafsa, neler oluyor bana doğruyu söyle." Bana bağırsaydı canımı yakmazdı. Belki gözlerimin içine baksa, kırıcı laflar etse incinmezdim.

 

Yalan söylediğimi neden düşünüyordu? Ona anlatacaktım. Tek suçum biraz geç kalmış olmamdı..

 

"Hakkımızda her şeyi biliyor." Yüzüme yaklaşırken olanlara o da anlam veremiyordu. "En karanlık sırlarımızı, her şeyi! Zahir'in hayatını bile biliyor!" Sözlerinin ne kadar kırıcı olduğunun farkında değildi. Sırf Zahir abi bana hayatını anlattı diye gidip o adama söylediğimi mi düşünüyordu?

 

"Ne ima ediyorsun?" Ağzından öfkesine hakim olmaya çalışır gibi bir hırıltı kaçtı. Önümden çekilerek odanın ortasına yürüdüğünde kendisine ne kadar hakim olmaaya çalıştığını daha yeni anladım.

 

"Bir şey ima etmiyorum!" Kontrolszüce konuştu. "Kafam almıyor, nasıl? Neden! Sana aldığım şalın o adamda ne işi var, neden onunla görüştün? O resmin onda ne işi vardı!" Cümleleri arasında aklım bir tek son kelimelere takıldı.

 

"Ne resmi?" Dediğimde bu sefer sesi soğuklaşan bendim. "Beni tamda bunun için çağırdı. Bana sende bir resim olduğunu söyledi. Ne resmi?"

 

Kaşları hafifçe çatıldı. Kendisiyle içsel bir savaş yaşıyordu. "Aramızda bir hain var." Dediğinde sesi buzdan bile soğuktu. Ellerim yavaşça iki yanımda yumruk haline geldi. Gözlerimin dolduğunu hissetim.

 

"Ve sen o hainin ben olduğumu mu ima ediyorsun?" Dediğimde sesim bıçak misali odanın sessizliğini kesti.

 

"Öyle bir şey demedim!" Gözleri yüzüme çıktı. Dolu gözlerime baktıkça içinde verdiği savaş daha da büyüdü. "Neden bana söylemedin?" Onu kararsız bırakan tamda buydu. "Sabah o adam gördüğün hakkında neden bana tek kelime etmedin?"

 

"Çünkü bir oyun olduğunu düşündüm!" Dedim omuzlarımı kendime çekip yumruk yaptığım ellerim açıp hafifçe öne getirerek. "Yine birileri bize zarar vermeye çalışıyor sandım!"

 

"Zarar versin ya da vermesin, bana söylemen gerekez miydi, Hafsa?" Sesinin tonunu aşağı tutmak için her zerresini zorluyordu. Elinde tuttuğu şalı kaldırdı. "Şal o adamın odasından çıktı. O s*ktiğimin evladının odasından bulmuşlar!" Bir oyun dönüyordu. Öyle bir oyundu ki, Yavuz'un aklına şüpheler sokmuştu.

 

"Nasıl olduğunu bilmiyorum!" Diye sesimi yükselttiğimde çenem titredi. "Anlamıyorum!"

 

"Hafsa." Dedi öne birkaç adım atarak, buz kesen ellerini kollarıma koydu. Gözlerinde çaresiz bir bakış belirdi. "Hafsa, bize ihanet mi ettin?" Sonunda aklını kurcalayan o soru dudakları arasından firar ettiğinde her hücreme kadar kırıldığımı hissettim.

 

"Seni aldattıp aldatmadığımı mı soruyorsun?" Sesim titredi. Öyle bir titredi ki onun bile canı yandı.

 

"Hayır." Başını iki yana salladı. "Hayır, bunu sormuyorum!" Yutkundu. "Hakkımızda onca şeyi nasıl bildiğini soruyorum!'

 

"Bilmiyorum!" Diye bağırdım çaresizce. "Yavuz, neden inanmıyorsun bana bilmiyorum diyorum!"

 

"Tek kopyası olan bir resim o piç kurusunda ne arıyor! Ona ne kadar güvendin ki böyle bir resmi emanet etin!?" Ellerini kollarımdan ayırırken haraketleri fevriydi. Elini ceketinin iç cebine attı. Her zerresi titrerken onu bana uzattı. "Bu resmi ona sen mi verdin, Hafsa?" Duymak istediği cevabın hayır olduğu sesine yansıdı. Gözlerinde öyle bir acı belirdi ki, ben yer yedi kat yarılsında altında kalayım istedim.

 

Başım aşağı eğildi, onun elinde tuttuğu resmi görmek her zerreme kadar beni üşüttü. Nefes alamadım. Zaman kavramını yitirdi, ve bu oda artık olduğundan daha küçük gelmeye başladı.

 

O an tüm taşlar yerine oturdu. Annemle Nadir abinin yan yana bir köprüde olduğu resim dönüp dolaşıp yıllar sonra beni geri bulmuştu.

 

Oysa ben yıllar önce bu resmi küçük bir erkek çocuğuna vermiştim.

 

Gözlerim resime takılıp kalırken, o an o yeşil hareleri nerede gördüğümü hatırladım. Yıllar önce bu resmi ona emanet etmiştim, ve bugün en acı şekilde resmi bana geri göndermişti.

 

Karşıma çıkıp durması, bana sorduğu sorular, hepsi birer birer aklımda yankılandı. Bundandı hafızam hakkındaki soruları, bundandı bana öylesine tanıdığı biriymişim gibi bakması.

 

Emanetimi geri göndermişti.

 

Ama emanetime, çok büyük bir ihanet etmiş.

 

Hayatımı cehenneme çevirecek şekilde göndermişti.

 

"Hafsa bir şey söyle." Yavuz'un sesi çaresizlikten kısılmıştı. "Ben vermedim de sevdam." Sevdam kelimesi ilk kez böylesine acıyla ve umutsuzca dökülmüştü dilinden. "Söyle inanırım." Resmi daha sıkı tuttu. "Yalvarırım söyle, söyle inanırım. Ben vermedim de, yapmadım de Hafsa'm. Aklımı kaçıracağım, konuş. Nolursun konuş." Belki ağzımı açabilseydim, ona yılların anılarını anlatırdım.

 

Ama yapamadım. Bunu yapmamı engelleyen, karnıma giren büyük sancı oldu. Ardından dudaklarım arasından kaçan acı dolu bir iniltiyle iki büklüm oldum. Kolum anında karnıma sarıldı.

 

"Hafsa?" Yavuz'un çaresiz sesini endişe sarmaladı. "Hafsa, iyi misin?" Tutarsızdı kelimeleri. Konuşmak istedim, ama o acı giderek çoğaldı. Acı dolu iniltim tüm evi uyandıracak bir çığlığa dönüştü.

 

Ardından bacaklarım arasında bir ıslaklık hissettim. Yutkunamadım. Korku hissi bir kabustan farksız üstüme çöktü.

 

"S*ktir!" Yavuz'un dudakları arasından korku dolu bir küfür kaçtı. Az önceki adamdan iz bile kalmamıştı. Şu an karşımda, korkudan ve endişeden kıvranan bir adam vardı.

 

"Yavuz-" acıdan konuşamaz bir haldeydim. Elindeki resmin yere düştüğünü hissettim. Hemen ardından kolları beni sarmaladı ve kucağına aldı.

 

"Sakın." Sesi titrerken kapıyı dirseğiyle açıp koşar adım çıkardı beni odadan. "Sakın bunu yapma, sakın bunu yapma! Dayan, Allah belamı versin dayan, dayan güzelim hastaneye götüreceğim seni dayan!" Acıyla onun kollarında kıvranırken, gözlerimden yanaklarıma akan yaşları hissettim.

 

Yaşadığım tüm stres beni bu duruma sokmuştu. Ve ben, acıdan değil, bebeklerime bir şey olur korkusunda ağlıyordum. Ağzımdan kaçan acı dolu iniltiler ve hıçkırıklar birbirine karıştı.

 

Ya her şeyin sonuydu, ya da bir savaşın başlangıçı.

 

Ama ben şu an hangisi olduğunu bilmiyordum.

 

******

 

Bölüm sonu.

 

Merhabalarr, nasılsınızz??

 

Bir bölümü daha bitirmek 12 gün sürdü👍

 

Nasıl bir bölümdü?? Fikirlerinizi belirtin gerçekten sizden gelen yorumlar aşırı güzel ve motive edici💖

 

Açıkça benim son sahnede baya parçalandığım bir bölüm oldu. Yine de yanlış anlaşılmadan söyleyeyim. Yavuz'un ağzından okumadığımız için konuşmalar biraz ağır gelebilir, ama asla öyle değil. Gelecek bölümü Yavuz'un ağzından okuduğumuzda daha net neler olduğunu anlayacağız. Duydukları karşısında sakin bile kaldı diyebilirim. Zaten gelecek bölüm neden böyle davrandığını daha iyi bir şekilde anlayacağızz💖

 

Bu arada şiir nasıldı? Ben yazdım hsjsj aslında böyle bir şiir aklımda hiç yoktu ama aniden bir kaç kelime sayesinde aklıma geldi devam ettirdim ve böyle bir şey çıktı ortaya. Bende madem yazdım, Yavuz gibi hissettiriyor Hafsa'ya hediye etsin dedim şiir yazmayı severim ama ilk kez bir yerde kullanıyorum.

 

Yavuz bana şiirler yazdıran bir karaktersin nasıl bir şeysin sen gerçekten anlamıyorum..

 

Sanırım aniden Hafsa'ya şiir yazmak istemiş ondan benim aklıma gelmiş tüm bunlar hhsjsjsj

 

Neyse şimdi ben çok tutmayayım sizi birazcık gidip dinleneyimm gerçekten kalktığımdan beri bölümü bitirmek için uğraşıyorum💓

 

Gelecek bölüm görüşürüz hepiniz Allah'a emanet💞💞

 

 

Bölüm : 21.06.2025 20:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...