
Yeni sezondan hepinize merhaba ballarım💖
Özleştik diye düşünüyorum bu yüzden söhbeti bölüm sonuna bırakayım ve bölüme geçelim🫂
Bol bol yorum yapmayı ve yıldıza tıklamayı unutmayınızzz!🌸

Bölüm şarkıları-Zeynep Baksi Karatağ-Talihim yok.
Yalın-Ben bilmem.
Koliva-Yüksek dağlara doğru.
Resul Dindar-Sebebi sensin.
********
10 gün önce.
Önümdeki kalem kağıtla bakıştım. Ziniclerimi çözmüştüler, beni burada bırakmıştılar. Yalnız bir şekilde hayatımın en acı anına mahkum etmiştiler. Günlerdir gerekmediği zaman bileklerimdeki zincirleri çözmeyen Akgün Turaç bugün bana böylesine biz eziyeti yaşatmak için bileklerimdeki zincirleri açmıştı. Bileklerim, perişan bir haldeydi. Morarmış, yaralanmış, kanlanmıştı. Biraz daha zincirli devam edersem yakında işlevlerini yitirmelerinden endişe duyuyordum.
Acıyordu, ancak hissetmiyordum. Sadece zincirlerin izleri değil, bir çok işkenceye maruz kaldığımı söyleyebilirdim. Sırf bana acı çektirmek için, dakikalarca bir suda boğduğu bile olmuştu. Onun emirleri gibi değildi bunlar, çocukken bana ne yaşatıldıysa aynısını yaşamıştım. Bunların emrini veren, Kemal Ordulu'ydu. Beni karanlığa hapsetmiş, sırtımda yeni yaralar açmış, nefesimi kesecek işkencelere maruz bırakmıştı.
EyvAllah, hepsine EyvAllah'da, bu sefer karşıma konulan kalem kağıt tüm işkencelerden daha ağırdı. Benden Sevdam'a bir mektup yazmamı istiyordular. Öyle bir mektup ki, onu benden iğrendirecek, benden nefret etmesini sağlayacak bir mektup.
Bana sevdanı unut diyordular, bir kez daha. Ve ben, bu kez onu unutmaya mecburdum. Hafsa'nın Akgün'ün elinde tutulduğunu öğrenmek her şeyiyle beni mahvetmişti.
Bunu yapmazsam, ona bir zarar gelecekti ve ben bunu kaldıramayacaktım. Titreyen elim yavaşça kaleme uzandı. Çok garipti, kaç gündür burada esirdim. Bir kez olsun titremeyen elim, şimdi zangır zangır titriyordu.
Derin bir nefes çektim içime. Eğer Hafsa onun ellerinde olmasaydı, iki elimi kesseler bile ben böylesine bir mektup yazmayacaktım.
Ancak şu an daha fazla şansımın kalmadığının farkındaydım.
Avucuma aldığım kalemin ucunu bembeyaz olan sayfanın üstüne bastırdım. Aklıma gelen her cümle sayfaya dökülmeden önce yüreğimi kesti.
İçinde bulunduğum durum acınasıydı. Fazlasıyla acınası.
İlk satırı yazmaya başladım.
Sırtıma kırk kırbaç vurulsa daha az acıtırdı.
"Sevdam." İlk kez ona sevdam demek kalbimi hiç ummayacağım bir şekilde yaktı.
"Her şey bu kadar kısa sürdüğü için özür dilerim. Seni geride bırakmayı asla istemedim. Ama bu sefer, bazı şeylerle baş edemediğimi anladım." Kısa sürmesini istemiyordum. Asla istemiyordum. Ancak, mecburdum. Ve bu mecburiyet beni öldürüyordu.
"Dayanacak gücüm kalmadı. Çabalasam bile bunu yapamadım. Ne seni ne de çocuklarımızı koruyamadım." Yalandı hepsi. Ben karımı ve çocuklarımı korumak için canımı bile verirdim.
Bir silah versinler istedim. Elime bir silah versinlerde ben kalbimin tam ortasına bir kurşun sıkayım, ancak karımı incitecek sözleri böylesine kağıta dökmeyeyim. Her satır, zorluklarla doluydu. Her satır, beni yıkıyor yerin dibine sokuyor geleceğin acı anılarını önüme seriyordu.
Gözlerim doldu. 20 gündür tek bir gözyaşı dökmeyen ben, hıçkırarak ağlamak istiyordum.
"Sizi bir daha göremeyecek olmaktan korkuyorum. Sizi bir daha göremeyeceğim biliyorum." Izdıraplar içindeydim. Asla kapanmayacak yaralarıma, yenilerini ekleyen bendim.
"Bu hayatta deli gibi korktuğum ne varsa, hepsini yaşadım."
Kandırıldım.
Babamı kaybettim.
Annemden ayrı kaldım.
Abimin ihanetini izledim.
Kendimi kaybettim.
Ve bugün, sevdamı kaybettim.
Ben bugün her şeyimi kaybettim.
"Seni kaybetmekten deli gibi korkuyordum, seni kaybediyorum. Sizi kaybediyorum, geri dönebilir miyim bilmiyorum, içimden bir ses, asla dönemeyeceksin diyor. Sevdam, ben bundan da çok korkuyorum." Kalem haraket ettikçe, ben biraz daha küçülüp yok oldum.
Onu kaybediyordum. Ne hissedecekti? Benim yazdığım böylesine zalim bir mektupu okuduğu zaman ne hissedecekti? Benden nefret edecekti. Göğsüm daraladı. Başımı kaldırdım, yerimde hafifçe sallandığımdan haberim bile yoktu. Bir deli gibi haraket ediyordum. Çaresiz bir durumun içindeydim. Kirpiklerimden asılı olan yaşlarla dudaklarım aralandı. Titrek nefesin dışarıya firar etti.
Kaldıramıyordum. Yaşadığım şeyleri artık kaldıramıyordum. Ben Hafsa'nın gözünde böylesine iğrenç bir insan olarak hatırlanmayı nasıl kaldırabilirdim?
Dirseklerimi yere yasladım. Daha fazla gücüm bile kalmamıştı. Dizlerimin ve dirseklerimin üstündeydim. Yüzüm önümdeki yazılarla süslenen sayfaya yakındı. Bir elim yere yaslıyken yumruk olmuştu. Diğer titrek elim hâlâ kalemi tutuyordu. Her satırı tekrar tekrar okudukça ben deliye dönüyordum. O nasıl dayanırdı?
"Unutulmaktan korkuyorum." Bunu en iyi o bilirdi. "Anılarından silinmekten, daha doğmayan çocuklarımızın beni hiç tanımamasından korkuyorum. " Korkuyordum. Çok korkuyordum. Çocuklarımızın yanında olamayacak mıydım? Ben onların ilk adımlarını göremeyecek miydim?
Nasıl bir cezayı reva görmüştü Allah bana? Bu kadar ağır hangi günahı işlemiştim?
Titrek nefesimle yazmaya devam ettim
"Bir zamanlar aptalca ölümü kabul ettiğimi hatırladım. Tedavileri nasıl redettiğimi, nasıl bir aptal olduğumu anladım." Bunu gerçekten anlamıştım. Şimdi elimde olsa bir hastaneye yatar, o sedyeden saatlerce kalkmaz sadece Hafsa yanımda olsun isterdim. Nasıl reddetmiştim bana sunulan böylesine bir şansı?
"Hâlâ bir aptalım. Hiçbir fark yok. Gidiyorum.
Korkağım, Hafsa ben sizi koruyamayacak kadar korkağım. Seni haketmiyorum. " Kalem, elime ağır gelen bir yüke dönüştükce gözümden bir damla yaş aktı. Usulca kaydı ve beyaz sayfaya düştü.
Böyle işi ben!
Bu olmamalıydı. Ağladığımı bilsin istemiyordum, eğer olsaydı başka bir boş sayfa alırdım ama maalesef bunu yapabilecek bir durumda değildim. Önümde tek bir sayfa altında onu üstünde yaslayacağım kalın bir kitap ve elimde tuttuğum kalemden başka bir şey yoktu.
Ne kadar çabalarsam çabalayayım, yapamadım. Ağladım. Sessizce, gözümden akan birkaç damla yaştı ama içime akan yaşlar çoktan bir sel başlatmıştı.
"Bana kız." Sonuna kadar hakkıydı. "İstediğin kadar kız, hatta seni geride bıraktığım için çocuklarımıza benim ne kadar kötü bir baba olduğumdan bahset." Kötü bir baba olmayı hiç istememiştim. Ben her zaman, çocuklarımı kollarımda tutmayı, onların yanında olmayı hayal etmiştim.
Nereden bilebilirdim bir gün onların hayatında kötü hatırlayacakları bir baba olacağımı?
"Ne kadar iğrenç olduğumu anlat onlara, yanında olamayacağım her anın acısını çıkar. Yapabilirsen, beni anılarından sil." Beni bekleyerek zamanları geçmesin istedim. Eğer yapacaklarsa, benden iğrensinler. İyi bir baba olduğumu düşünerek, hasretimle mahvolmasınlar.
"Beni affetme, senin affına layık bir adam değilim."
Karımın affına bile layık değildim.
"Özellikle, böylesine bir şeyden sonra asla değilim. Seni çok sevdim, ancak sevgim bazı şeylere yetmedi. Ben seni unutacağım." Düpedüz yalandı. Hafsa'yı unutmak için kalbimle birlikte benden ruhumuda almaları gerekirdi. Ben ruhumu Hafsa'ya bağlamıştım aklım unutsa, kalbim, ruhum, onu unutur muydu sanıyordular?
"Biliyorum buna inanmıyorsun, ama seni unutacağım. Bunu yapmaya çalışacağım." Yapmayacaktım. Ona yalanlar yazmak kalbimi acıttı.
"Benim en büyük korkum." O benim umudumken bugün korkuma dönüşmüştü. Ona bir şey olur endişesi umudu korkuya çevirmişti. "Seni kaybettiğim için beni affet." Affetmeyecekti.
Karımı en iyi ben tanırdım.
Ona karşı yapılan haksızlıkları affetmezdi.
Benim aksime, o affetmezdi.
"Benden nefret etme, ama beni unut." Unutur muydu gerçekten? Düşünmek gözlerimden daha fazla yaş akmasına neden oldu. İçimden dışarı çıkmak isteyen hıçkırığı bastırdım. Başımı eğerek kağıta yasladım. Titrek nefeslerim devam etti. Öyle bir işkenceydi ki bu bana her şeyin bittiğini hissettiriyordu.
"Unutma." Başımı ağır ağır iki yana sallarken sesim kısıktı. "Beni unutma sevdam, nolursun beni unutma." Sesimi duyamazdı. Beni anlayamaz, beni dinleyemezdi.
Ama ben ona yalvarıyordum.
Birileri olsaydı keşke, birileri olsaydı yanımda. Yalvarırım söyleyin ona derdim, beni unutmasın.
Unutulmaktan ne denli korktuğumu biliyordu değil mi? Beni unutmasın.
Alnımı zar zor kaldırdım kağıttan. Artık, içime çektiğim nefesler bir anlam ifade etmiyordu. Çünkü ben yaşamak için bir sebep bulamıyordum. Hafsa için her güne uyanan Yavuz Payidar, ben Yavuz Payidar artık ertesi sabah gözlerimi açmak için bir sebep göremiyordum.
Karımın kokusunu alarak uyanmadıysam, batan ayın, doğan güneşin, açılan sabahın ne anlamı vardı?
Duygularımda boğuldum. Bir kez daha ben duygularımda mahvoldum. Kalemi, zar zor haraket ettirdim.
"Sana yalvarırım, benden nefret etme." Onun benden nefret ettiğini bilirsem, dayanamazdım. "Anılarında iyi bir adam olarak kalmak istiyorum. Nefret ettiğin, ve her gün bunu düşünerek uyandığın bir adam değil." Yüzüm acıyla buruştu. Ya böyle olsaydı? Her sabah Karadeniz benzeri gözlerini açtığında ya aklına ilk ben düşseydim ve ilk duygusu nefret olsaydım?
"Allah'ım al canımı." Başımı tavana kaldırdığımda ezildiğim kadar ezildim. Yok olduğum kadar yok oldum. Bitsin istiyordum bu işkence, böylesine bir mektubu okumasını istemiyordum. "Yapacaksan yap, tam şu an burada al canımı.." kısık sesim titiyordu. Canımı alacaksa, tam şu an alsın istedim. Çünkü ben daha fazla dayanamadım. Gözlerimi kapatırsam, son bulur sandım bu işkencem.
Ancak biliyordum, almayacaktı canımı. Bugün değil, ben bugün bu mektubu yazmaya mecbur, ve mahkumdum. Ağır ağır indirdim başımı geri sayfaya.
"Bu sefer sana en güzel umudum demeyeceğim." Kokusuna hasrettim, sesine, saçlarına, yüzüne. Aşk dolu bakışlarına. Hasretimden geberiyordum. Ona her iltifat ettiğimde kızaran yanaklarını, her gözlerine baktığımda yüzüne yerleşen o geniş gülüşünü, umudunu, her şeyini, özlüyor, ancak ulaşamıyordum.
"Umutlar tükendi." En ağır şekilde tükendi.
Duy Karadeniz.
Yavuz Payidar'ın umudu tükendi.
"En azından. Benim için tükendi. Yaşa, Sevda. Çok güzel yaşa. Bilirsin, Cünha kabahatten ağır, cinayetten hafif olan suçtur. Ben sana ağır bir suç oldum. Ortası olmayan, ancak cana can katana mezar olacaka bir suç. Sana mezar olduğum, suç olduğum için affet beni."
Ona ağır bir suçtum. En başından biliyordum, ben Hafsa'ya Cühna'ydım. Ona asla kavuşamayacak olandım, onun mutluluğuna eşlik edemeyecek olandım.
Ben Yavuz Payidar.
Umudundan vazgeçmiş, hıçkırıklarla ağlayan, sevdasını maziye gömen, ve kendinden iğrenen bir adamdım.
**********
10 gün sonra.
Hafsa Payidar.
Bugüne kadar acı çektiğimi sanardım. Çekmiştim. Acı çekmemiş değildim. Çok acı çekmiştim. Lakin ben, sevda acısını hiç tatmamıştım. Böylesine ağırdan, böylesine acı dolu bir şekilde tatmamıştım. Sevda acısı, yürek denilen şeyi yok ediyordu. Sevda acısı, kalbi kırıp döküyor kanatıyor ve mahvediyordu.
Tıpkı şu an benim de mahvolduğum gibi.
Yüzüme çarpan rüzgar, gözlerimi kapatmama neden oldu. Ciğerlerime derin bir nefes çektim. Avuç içlerimi taşlara daha fazla yasladım.
"Sevdadan başka bir dert girmesun yureğune." Ayaklarımı aşağı sarkıtırken kısık bir fısıltıyla mırıldandım. "Yar, Mevlam benden alsın versin senin ömrüne." Şarkılara sarılmıştım. Uzun zamandır.
"Bu gönül senden sonra, hiç kimseyi sevmesun." Sesim titredi. "Dermansuz dertlerumun gizli sebebi sensun."
Gözlerimi açtığımda, sanki Karadeniz'in dalgalarıda bana eşlik etti. 10 gündür nerdeyse her gece soluğu burada alıyordum. Karadeniz'de.
Yavuz'dan bir iz, bir koku, bir sesleniş duyardım sanıyordum. Tek aldığım şey, denizin kokusu, dalgaların sesiydi. Nasıl bir işkenceydi bu? Allah'ım nasıl bir işkenceydi bu? Dayanamıyordum.
"Hafsa!" Abimin endişeli sesini duydum, yine beni kayalıklarda bulmuştu. Her gece olduğu gibi. Buraya gelirken zaten İshak'ın korumalarından birinin peşime takıldığına emindim. Belki de tek bir kişi bile değildiler.
Her ne kadar beni evde tutmaya çalışsalarda, ilk fırsatta evden çıkıyor buraya geliyordum. Abim her seferinde deliriyor, bana bir şey oldu sanıyordu. Oysa olmuştu. Bana öyle şeyler olmuştu ki, yaşadığımı bile hisettmiyordum.
Sanırım deliriyordum.
Yavuz olmadan geçen her dakika her saniye, beni delirtiyordu. Onun bu kayalıklardan düştüğünü öğrendiğim gece, çığlıklarla aramıştım. Öyle ki, sesim Karadeniz'in dört bir yanında duyulmuştu. Artık insanlar bana deli demeye başlamıştı.
Sokakta geçerken, kadınların konuştuğunu duymuştum bir keresinde.
"Kiz iyice dellendu." Demişti yaşlı bir teyze ben sokak sokak Yavuz'u ararken. "Ölmiş gitmuş kocasini arayi."
Ölmüş müydü benim kocam? Ölmemişti. İnsanların konuştukları, söyledikleri elbet canımı yakmıştı. Ancak ben, asla onların dediklerine inanmamıştım.
"Sen beni delirtecekmisin!" Abim omzularımdan tutarak beni ayağa kaldırdı. "Aklımı kaçırdım!" Bağırdı yüzüme karşı. Eskiden olsa, birisi bana bağırdı diye kabuğuma çekilir korkudan titrerdim. Bugün, hiçbir şey hisettmiyordum. Ben artık, korkularımı bile hisettmiyordum.
"Gece gece evden çıkmak nedir, Hafsa, kaç oldu bu!" Delirmişti endişeden. "Beni ne kadar korkuttun biliyor musun!" Ruh gibi halimi gördükçe, bana olan öfkesi usul usul söndü. Boğazı düğümlendi. Her gün gördüğü tek manzara buydu. Artık hiçbir şey hisettmiyordum.
Ben bebeklerimden başka hiçbir şeyi hisetmiyordum.
"Abim." Dedi zorlukla çıkan sesiyle. "Yapma bunu abim." Ne kadar üzüldüğü, nasıl mahvolduğu sesine yansıyordu. "Eve dönüyoruz."
"Dönmüyorum." Dedim hızlıca, bir tek buradan ayrılmak fikri korkutuyordu beni. "Burada kalacağım." Ellerini itekledim, tekrar yere oturmak istedim. "Hiçbir yere ayrılmam."
"Hafsa, saçmalama." Abim kolumu kavradı nazikçe. "Olmaz, Akgün iti ortalıkta dolanırken seni tek başına böylesine bir yerde bırakmayacağım." En çok canımı yakan noktalardan birine değinmişti.
Hayatımı mahveden Akgün, ölümüne tiksindiğim ve ellerimle öldürmek istediğim Akgün, yaşıyordu. Kurtulmuştu. Ancak Yavuz? Yavuz yoktu.
Yavuz 10 gündür yoktu.
Her yere bakılıyordu, Karadeniz'in her gün arandığını biliyordum. Ancak hiçbir iz yoktu.
"Hadi Hafsa." Abim beni de kendisiyle birlikte arabaya doğru çekmeye başladı. "Eve dönelim."
"Dönmüyorum!" Bağırdım titreyen sesimle. "Yavuz gelmeden, ben hiçbir yere dönmüyorum!"
"Yavuz burada değil!" Abim çaresizce yükseltti sesini. "Aradık, kızım her yeri aradık, burada değil, aramaya devam ediyoruz. Ama Yavuz geri döndüğünde seni böyle mi görsün isityorsun? Yıkılmış dağılmış bir halde mi görsün?" Sözleriyle yutkundum. Beni nasıl yola getireceğini çok iyi biliyordu.
İyice bulanan aklıma dokunuyor, ikna ediyordu.
"Abicim." Elini uzatıp elimi yakaladı. "Yapma bunu, yalvarırım sana bak gel dönelim. Hamilesin, burada daha fazla kalarak kendine zarar verme." Karnım büyümüştü. Bu geçen 10 günde biraz daha büyümüştü.
Ne zaman kendimi tehlikeye atacak olsam, herkesin yaptığı tek şey bebeklerimi dile getirmekti. Bozulan duygularımı, iyice yıpratmayı biliyordular. Beni güvende tutmak için yapıyordular. Başımı çevirdim, hoyratça dalgalanan Karadeniz'e baktım. Tüm hissettiklerimin bir yansımasıydı Karadeniz. Öylesine garipti ki, sanki Yavuz oradan çıkıp gelecekmiş gibi hiseddiyordum. Gelmiyordu.
Bir aydır ben Yavuz'u göremiyordum.
Öyle özlemiştim ki, artık hasreti beni öldürüyordu. Öyle korkuyordum ki, ona bir şey olacağından.
Abim, beni ikna etmeyi başarıp arabaya bindirmişti. Yol boyu ikimizde konuşmamıştık, artık bu sessiz hallerimi alışkanlık haline getirmişti. Yapabileceği başka bir şey de yoktu, ne yaparsa yapsın ben asla konuşmuyordum. Elimde olan bir şey değildi, düşüncelerim ve içimde hissettiklerim her geçen gün biraz daha beni mahvediyordu.
Eve vardığımızda, arabadan ilk inen ben oldum. Ev değiştirmek istemiştiler, ancak ben kabul etmemiştim. Bu evi Yavuz almıştı, tıpkı ikimizinde istediği gibi döşemişti. O yüzden, asla bu evden çıkmayı uygun görmemiştim. Bu yüzden, onlarda daha fazla önlem alarak burada kalmaya devam etmişti.
"Hafsa!" Zerda'nın endişeli sesini duydum. Kapının önünde durmuştu. Beni görür görmez omuzları çöktü. Hızla yanıma koşarak sarıldı. Ancak ben ona bile karşılık vermedim.
Günler öncesinde, fazlasıyla acı şeyler öğrenmiştim. Akgün sadece bizimle değil, herkesle uğraşmıştı. Abimi bir kafes dövüşüne mahkum ettiğini öğrenmiştim. Bunun için Zerda'yı almıştılar. Elbette işin arkasında yine Akgün vardı. Ancak abim o gün, o kafes dövüşünden kurtulmuştu. Kazanmıştı. Yarışı kazanmıştı.
Hemen ardından aralarında dönen bir takım olaylar sonrası, İshak Zerda'yı almalarında onlara yardımcı olmuştu. Beni Akgün'ün evinden çıkardıktan sonra soluğu abimin yanında almıştı. Aynı gün içinde, Zahir ve Ceylan'ın başına gelenleride duymuştum. Beni en çok mahveden şeylerden biri de buydu. Ceylan iyiydi, ancak Zahir abi uyanmıyordu.
10 gündür komadaydı.
Gözünü açmamış, bir yaşam belirtisi göstermemişti. Onun durumu hepimizi mahvediyordu. Akgün öylesine iğrenç oyunlar oynamıştı ki, bir gün içinde herkesi mahvetmişti. Devran'ı bile mahvetmişti. Devran'ın kendi elleriyle Narin'i vurmasını sağlamıştı. Hepimizin sevdiklerini teker teker almak için uğraşmıştı.
Neyse ki Narin iyiydi, ancak yarası yüzünden ve her an iç kanama geçirme riski olduğundan hastanedeydi. Birkaç kez ani iç kanama yüzünden ameliyata alınmıştı. Doktorlar, hastanede kalmasını uygun görmüştü.
Ceylan, bir gün olsun Zahir'in kapısının önünden ayrılmamıştı. Sadece, ara sıra eve gelir üstünü değişir duş alır geri dönerdi. Aynı şekilde Süleyman, Ceylan'dan beter bir haldeydi. Yavuz'u bulamıyor olmamız, Zahir'in başına gelenler. Hepimizi yerin dibine sokuyordu.
İki kişi vardı.
İkiside canıyla uğraşıyordu.
Yavuz, belki de canıyla uğraşıyordu..
Düşünmek bile gözlerimi dolduruyordu. Tüm Trabzon onun öldüğünü konuşurken, bunun düşüncesi bile beni yerle bir ediyordu.
"İyiyim." Dedim düz sesimle Zerda bana sarılmaya devam ederken. Oysa iyi miydim? Değildim. Asla değildim.
"Buldum abi buldum." Abimin telefonla konuştuğunu bile daha yeni fark ediyordum. Muhtemelen telefon diğer ucundaki Nadir abiydi. Ortalıkta olmadığımı anladığı an o da beni aramaya çıkmış olmalıydı.
"Nereye gittin sen?" Zerda başını geri çekerek bana baktı. Son zamanlar yaşanan her şey artık onu da benim kadar ürkek bir kadına çevirmişti. Ben cevap vermeyince, abim konuştu.
"Kayalıklara." Zerda önce abime baktı, ardından yeşil gözlerini bana çevirdi. Bu halime ne kadar üzüldüğünü dolan gözlerinden anlıyordum.
"Odamdayım." Diyerek yanından geçtiğimde elleri iki yanına düştü. Bense arkama bile bakmadan eve yürüdüm. Ne Cafer vardı evde ne Aziz abi.
O ikisi, durmadan Yavuz'un arama işlerine devam ediyordular. Geceleri uyku bile uyumuyordular.
Boş evde üst kata çıktım. Ama kendi odama yürümek yerine, Özlem'in odasına yürüdüm. Böyle gecelerde, çoğu zaman Özlem'in yanına giderdim. Bir o bana Yavuz'un varlığını hissettirirdi. Kapıyı usulca açtığımda, bu gece onunda yanında kalamayacağımı anladım. Benden önce, yanına bir misafir almıştı.
Devran yanındaydı.
Bir kolunu Özlem'in başının arkasına yaslamıştı. Sırtı yatak başlığına yaslıyken ayakkabılarını çıkarmış bir ayağını öne uzatmış diğerini dizinden kırmıştı. Narin'in olmadığı her an, Özlem'le ilgileniyordu. Bu 10 gün içinde, araları daha iyi bir hale gelmişti. Devran her ne kadar pişmanlığına devam etsede, artık Özlem'in yanında olmaya başlamıştı. Ve Özlem bu durumdan hiç şikayetçi değildi. Babası olduğunu bilmediği adama sığınmış mavi gözlerini kapatmış derin bir uykudaydı. Devran, usulca onun saçlarını okşamakla meşguldü.
Beni görür görmez başını kaldırdı. Gözlerinde yumuşama belirdi. Eskiden Devran'ın kimseyi umursamayan öz kardeşlerinin bile canını almaya çalışan bir adam olduğunu sanardım. Ama artık öyle olmadığını biliyordum.
Devran Karadeniz'i birbirine katmıştı.
Yavuz'dan tek bir iz bulmak için çalmadığı kapı, canını yakmadığı tek bir kişi kalmamıştı. Ancak, eli boştu. Yavuz'un o Karadeniz'e mahkum olduğunu öğrendiği günden beri aramaları bir gün olsun durdurmamıştı.
"Hafsa." Özlem'i uyandırmamaya çalışan sesiyle konuştu. "Gel içeri." Birkaç saniye onlara baktım, ardından ağır adımlarla içeri girdim. Kapıyı kapatmadan yatağa yürüdüm ve ayak ucuna oturdum.
Bu güne kadar yaşadığım her şey için Devran'ı suçladım. Hâlâ ona kızgınlığım ve kırgınlığım devam etsede ondan daha büyük bir tehlikenin başımızda olduğunun farkındaydım. Akgün Devran'ın aksine benden Yavuz'u tamamen almıştı.
"İyi misin?" Halimi hiç iyi görmüyordu. Boş gözlerim onu izledi.
"İyi göründüğümü sanmıyorum." Yorgundu sesim. "El birliğiyle kocamın hayatını mahvettiniz, daha sonra vurgun olduğu Karadeniz onu benden aldı." Bugüne kadar Yavuz'un canını yakan her kim varsa hepsine öfkeliydim. Devran'da buna dahildi.
Söylediklerimi ne kadar derinden hissetti bilmem, ama harelerinde suçluluk taşıyan bir adamın bakışları belirdi.
"Ne desen haklısın." Yüzümü izlerken dalgındı bakışları. "Bana kızmakta haklısın, ancak ben kaderin Yavuz'u senden aldığına inanmıyorum." Bir şekilde beni teselli etmeye çalışıyordu. "Yavuz'u bulacağım." Bana söz verdiğini, anlıyordum. Kararlılığı, ve tüm bunların aksine Yavuz'u kaybeder korkusu onu mahvediyordu.
Aslında seviyordu Yavuz'u.
Ancak bu onun hayatını mahvetmediği anlamına gelmiyordu.
"Bulmalısın." Net sesimin titremesini zar zor durdurdum. "Ben aklımı kaçırmadan önce, onu bana bulmalısınız." Yutkunamadı. Ne kadar perişan olduğumu görüyordu. İyi değildim, ve herkes bunun farkındaydı.
"Özlem'le uyumak ister misin?" Bunun beni daha iyi hissettireceğini düşünmüş olacak ki böylesine bir teklifte bulundu.
"Hayır." Gözlerim Özlem'in huzurlu ifadesine odaklandı ve bakışlarım bir nebze olsun yumuşadı. "Kızının yanında ol." Her ne kadar Özlem hiçbir şey bilmesede, büyük ihtimal hissediyordu. Çocuklar hissederdi.
Ayağa kalktım, dudakları aralandığında sanki bir şeyler söyleyecek gibi oldu ancak kelimeler asla dudaklarına varmadı. Burnundan sesli bir nefes verdiğinde bende arkamı döndüm. Odanın kapısına yürüdüm. Ancak aniden sesi doldurdu odayı.
"Yaşattığım ve yaşayacağın her şey için özür dilerim." Adımlarım bıçak misali kesildi. Başımı ona çevirdiğimde dudaklarımda buruk bir tebessüm belirdi.
"Daha ne yaşayabilirim ki?" Güçsüzdüm. "Bundan daha ağırını yaşayamam." Yaşardım. Yavuz hakkında duyduğum küçücük bir kötü haber bile beni yerle yeksan ederdi.
"Umarım." Bunu en çok o ister gibiydi. "Umarım ki yaşamayacaksın, yaşamayacaksınız." Ağır bir nefes derdi. "Bebeklerin iyi mi?" Her gün bana bunu sorardı.
"İyi." Diye geçiştirdim.
Sanki Yavuz'un geride bıraktığı karısı ve çocukları ona emanetmiş gibi davranıyordu. Artık roller değişmişti, Yavuz Devran'ın değil, Devran Yavuz'un emanetlerini korur olmuştu. Ağır bir kabus gibi çöktü üstüme tüm bunlar.
Artık emanetmiydik biz?
Gözlerimin dolduğunu hissederken koşar adım odadan çıktım. Adımlarımı odamıza götürdüm. Yavuz'la benim odama. Bu odaya girmek, artık daha ağır geliyordu. Yavuz'un olmadığı bu oda, anılarla doluydu. Derin bir nefes soludum. Kapıyı açarak içeri girdiğimde o hançer tekrardan yüreğime saplandı. Daha fazla kanattı her geçen an biraz daha kanattı.
Dolu gözlerimi odada gezdirdim. Dudaklarım büzülürken çoktan ağlamaya hazırdım. Omuzlarım çöktü. Ayaklarımı sürüyerek gardropa yürüdüm. Kapağını açtım. Yavuz'un bembeyaz gömleklerini gördüğüm an dudaklarımda hisli bir tebessüm oluştu. Beyaz kazaklar, beyaz tişörtler. Çok az siyah kıyafete sahipti. Hepsi benim içindi biliyordum. Dudaklarımdan kısık bir hıçkırık kaçtı. Askılıklardan bir kazak almak için uzandım. Yavuz'un kokusunu artık sadece böyle alabiliyordum.
Göğsüme bastırdığım kazakla birlikte yatağa yürüdüm ve uzandım. Dizlerime yatan adam, gözlerime bakan, bana şiirler fısıldayan adam yoktu. Ve ben, onun yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum. En ağırıda buydu.
Çekmecenin üstündeki küçük radyoyu çalıştırdım. Bir Karadeniz türküsü doldurdu odayı. Her gece aynı saatde aynı kanalda bu şarkı çalıyordu. Dizlerimi kendime çekerek cenin pozisyonunda uzandım ve kazağı burnuma yaslandım. Yavuz'un kokusunu içime çektim. Ancak ne kadar yaparsam yapayım, asla gerçekten Yavuz'un yanımda olduğuna beni inandırmıyordu. Ben sadece, kendimi kandırıyordum.
"Sevdam.." derken boğuktu sesim. "Nolursun dön, artık dayanmıyorum." Aklı başında davrandığım tek yer burasıydı. Bu oda, ve Yavuz'a olan hasretim.
Burnumu çektim. Onsuz geçen bir ay durmadan sayfalarla dökmüştüm içimden geçenleri. Akgün'ün evindeyken bile, yanımdan asla ayırmadığım bir defter kalem vardı. Delirmemek için duygularımı yazıyordum.
Ondan ayrı geçirdiğim her günün acısını böyle çıkarmaya çalışıyordum. Titrek hıçkırıklarla sarıldığıım kazak bana çok az bir huzur sağladı. O küçücük huzuru, uyumak için kullandım. Bebeklerim için yaptım. Ve belki, ertesi sabah uyandığımda bunun bir kabus olduğu gerçeğiyle uyanırım sandım.
*********
Yavuz Payidar.
Her sabah odada volta atmaktan artık kapana kısılmış bir fareden farksız haraket ediyordum. Bana zorla dayattıkları şeyleri yapmaktan bir hayli yorulmuştum. 20 gün esir hayatı yaşamış, 10 gündürde tutsak hayatı yaşıyordum! Bu durumda olmaktan fazlasıyla bıkmıştım.
"Gediz abi!" Ayağımı vurdum kapıya. "Beni duyduğunu biliyorum!" Etrafta tehlike var diye diye beni burada tutuyordular.
Devran böylesine saçma bir şeye nasıl kalkışırdı!
Onu gördüğüm yerde vuracaktım!
O uçurumdam düştüğüm zaman tamamen baygındım. Baygındım, ve gerçekten öldüğümü sanmıştım. Sanırım bir şekilde hayat bana ölümü kabul ettirmişti. Ancak, üstünden geçen bir günün ardından gözlerimi hiç bilmediğim bir evde açmıştım. Gediz abinin koruması altında olduğumu farketmek beni bozguna uğratmıştı.
Ne işim vardı benim burada? Kendime sorduğum ilk soru bu olmuştu. Hemen ardından, Gediz abi bana olanları anlatmıştı. Aslında ilk başta niyetleri, sadece beni kurtarıp geri eve götürmekti. Ancak bunu yapmamıştılar.
Bunu yapmamalarının nedeni ertesi sabah Akgün itininde o denizden kurtulmuş olmasıydı. Beni serbest bırakmadılar çünkü Akgün bunu öğrenirse yarım bıraktığı işi tamamlardı. Bir şekilde beni ona ölü ya da kayıp göstermeyi başardılar. Peki bu benim ne kadar umrumdaydı? Hiç.
Karımı görmek istiyordum.
"Bak Gediz abi 10 gün oldu!" Avuç içim üst üste vurdum kapıya. Artık alışmıştılar. Gece sabah farketmez günün belirli saatlerinde kendime hakim olamaz kapıya saldırırdım. Beni bıraksınlar diye. Buradan ne kadar erken ayrılabilirsem benim için o kadar iyi olurdu.
Belki onlar bilmiyordu, ama ben en sonunda buradan çıkacaktım. Sadece biraz aceleye gelsin istiyordum.
Tamam Devran beni Karadeniz'den kurtarmıştı. Daha oraya geldiği ilk andan beri hazırlıklıydı. İkinci bir planı vardı. Aynı Akgün gibi. Açıkça o gün benim kafam yerinde değildi, neler yaptığımı bilmiyordum. Perişan bir halde olduğum için olanlara anlam veremiyordum. Akgün, en başından beri oraya planlı gelmişti.
İşlerin ters tepeceğinden endişe duyduğu için, uçurumdan atlamadan önce kıyılara kendi adamlarını dikmişti. En küçük bir olayda, kurtulmak için bir gemi ayarlamıştı. Onun bilmediği şey, Devran'ında bunu yapmış olmasıydı. Beni denizden nasıl çıkarmıştı bilmiyordum ancak kurtarmıştı bir tek onu biliyordum.
Kurtarması pek bir işe yaramamıştı, ben hâlâ karıma hasrettim!
Kapıya bir kez daha vurduğumda, açıldı. "Sabah sabah ne oluyor yine!" Gediz abi sıkıntılı tavrıyla içeri girince birkaç adım geri atmak zorunda kaldım. Ellerim iki yanımda yumruk olmuştu. "Ne bağırıyorsun oğlum?'
"Ne mi bağırıyorum?" Öfkeyle karşılık verdim. "Tıktınız beni bu odaya, 10 gün oldu! Yeter, bıktım, söyle o adamlarına çekilsinler kapıdan!"
"Devran'ın kesin emri -"
"Başlatma Devran'ına Gediz abi!" Yükselterek sesimi yaklaştım ona birkaç adımda. "Yeter beni buraya kapattığınız, korunmak filan istemiyorum ben. Anlamak bu kadar mı zor!"
"Oğul bak zorlama." Beni burada tutmak istemediği yüzüne kazınmıştı. Ancak Devran'a itaat ediyordu. Kim benim yanımda sanıyorsam ya düşmanım çıkıyordu ya da Devran'a çalışıyordu. Bu iş artık tüm hayatımın içine etmeye başlamıştı!
"Siz zorlamayın!" Sıktım dişlerimi. "Burada bir dakika daha durmam, canıma tak etti!" yanında geçmek için yeltendiğim an kolumu kavradı.
"Yavuz, gidemezsin." Uyarı doluydu bakışları. "Dışarıda nasıl bir tehlike var bilmiyoruz!"
"Tehlike filan umrumda değil!" Kabaca çektim kolumu. "Ben bir aydır karıma hasretim, yemişim tehlikesini!" Ona olan hasretimi dile getirmeyecek değildim.
Benim asıl kafamı bozan şey Cafer'inde Devran'a hak verip beni burada tutmasıydı. Onlara göre bu evden dışarı adım atmam bile başlı başına bir tehlikeydi. Devran, Cafer, ve Gediz abi dışında kimse hayatta olduğumu bilmiyordu. Ne öldüğümü düşünüyordular ne de yaşadığımı. Sadece kayıptım.
Devran en küçük tehlikeyi bile göze alamaz hale gelmişti. Akgün Hafsa'nın peşindeydi, bunu biliyordum. Bunu hissediyordum. Eğer ki o it yaşıyorsa büyük ihtimal karımın peşindeydi. Her an her saniye bize zarar vermek için uğraşıp duran bir insandı. En son yaptıkları ortadaydı. Devran, her buraya geldiğinde yakında Hafsa'yı getireceğini söyleyip duruyor ancak bunu asla yapmıyordu.
Beni kandırıyordular. Buna ne hakları vardı?
Tamam dışarısı tehlikeliydi, ama bu kadar dikkatli davranmak istemiyordum ben. En azından Hafsa'yı buraya getirsinler istiyordum. Nasıl dayanıyordu? Yaşayıp yaşamadığımı bile bilmezken o tüm bunlara nasıl dayanıyordu? Bunu her düşündükçe yüreğimdeki acı çoğalıyordu.
"İkinizinde iyiliği için!" Anlamamı ister gibi baktı yüzüme. "Son olanlar ortada oğul, şu durumda bırak evden çıkmayı odadan dışarı adımı atman bile tehlike. Adamları dört bir yanda kol geziyor, eskiden gizli yapmak istediği işi bu sefer ulu orta yapmak istiyor. Gördüğü yerde kafana sıkmayacağının garantsini veremem!"
"Umrumda değil!" Saçmalıkları dinleyecek değildim. "Ölmek bile umrumda değil, anlıyor musun? Burada bir dakika daha durmam!" Kapıya yürüdüğüm an Gediz abinin sesli nefesini duydum.
"Kesin şunun önünü!" Beni böylesine bağlı tutmak onuda rahatsız ediyordu, ancak başka çareside yoktu. Onun emriyle kapıdaki korumalar önümü kesti. Gözlerim kısılırken kısık bir küfür savurdum.
"İlla gel benimle uğraş diyorsunuz." Daha önce birkaç kez denediğim şeyi tekrar denedim, önümdeki korumanın yüzüne sert bir yumruk geçirdim. Daha diğeri bana yetişemeden kapıdan çıktığım an önümü kesen üç korumayla afalladım. Bir çok kez kaçmaya çalıştığım içn elbette evdeki güvenlikleri çoğaltmıştılar.
Peşimden koridora çıkan Gediz abi sırtımla bakışıyordu. "Odana Yavuz." Dediğinde başımı omzumun üstüne çevirip ona baktım.
"Bak abi, bunun tutsak etmekten farkı yok." Çenem kasıldı. "Beni burada daha fazla tutma hakkınız yok!" Vücudumu hafifçe ona çevirdiğimde bakışları bir nebze olsun yumuşadı. Ancak beni buradan dışarı salmayacağını belli eden bir baş haraketiyle korumalarına sessiz bir emir verdi.
"Gediz abi!" Bağırdım onlar kollarıma girip beni geri odaya götürürken. Lanet olsun ki buradan kurtulamıyordum. Öfkeyle ayaklarımı yere diredim. "Bunu yapmaya hakkınız yok, bırakın beni!"
Tüm dirençlerime rağmen beni geri odaya sokmayı başardılar.
"Neler oluyor?" Devran'ın sesini duydum. Diğerleri beni odaya sokunca sert haraketlerle kurtuldum onlardan. Bu dört duvarda sıkışıp kalmak her geçen gün biraz daha beni boğuyordu.
"Gitmek istedi, yine." Gediz abinin kısa açıklamasıyla Devran çoktan kapıya varıp içeri girmişti. Birkaç saniye bakışlarında endişe belirdi. Ardından iyi olduğumu farketmiş olacak ki o endişesi dinginleşti.
"Oğlum, sen niye rahat durmuyorsun?" İçeri girerken beni azarlıyordu. Gerçekten buna hakkı mı vardı? Tamam hayatımı kurtaran oydu ama ben bana yaptıklarını unutmamıştım. Bugün sırf iyiliğim için beni burada tutmaya çalışması umrumda değildi.
"Niye mi rahat durmuyorum?" Sözler tükürür gibi çıktı dilimden. "10 gündür beni bu odaya tıktığınız için olmasın?"
"Ya ne yapacaktım?" Korumalara başıyla bir hareket gösterip dışarı çıkmalarını isterken gözlerini benden ayırmadı. "Tüm masa birbirine girmiş, seni gördükleri an kafana sıkarlar. Bunu göze mi alsaydım?"
"Daha önce yapmadığın şey değil." Acımasız davrandığımı asla düşünmüyordum. Hakediyordu. "Hiç canımı düşünüyormuş gibi konuşma." Sözlerimle ne kadar sarsıldığını farkettim. Gözlerine erişen pişmanlık yerli yerindeydi. Avucunda tuttuğunu rulo haline getirdiği kağıta indi bakışları. Ne olduğunu anlamadım, ama pişmanlığı giderek çoğaldı.
Çenesi kasıldı, ve gözlerini birkaç saniye kapatarak içine derin bir nefes çekti. Ardından geri açtı. "Canını umursuyorum." Özel bir konuşma başlıyordu, bunu farkeden Gediz abi kapıyı kapatarak bizi yalnız bıraktı. Olduğum yerden tek adım atmadım, boş gözlerle bir zamanlar sığındığım abimi izledim.
Bu doğruydu.
Bir zamanlar benim koşa koşa sığındığım abim bugün beni korumak isterken ben onun elini geri itiyordum.
"Umursuyorsun?" Alaycı çıktı sesim. "Bırak Allah aşkına, zırvalama. Söyle o adamlarına, beni bıraksınlar. Ben burada daha fazla durmayacağım!" İleri bir adım attım. "Ailemden ayrı tek bir gün geçirmeyeceğim!"
"Seni şu kapıdan dışarı salmam!" Eliyle ileriyi gösterdi. "En ufak tehlikeyi bile göze almayacağım!"
"Lan başlatma tehlikesine, bir aydır karımı göremiyorum ben!" Hasretim yüzüme kazınmıştı. Bunu o da farketti. Ne halde olduğumu görüyordu.
"Göreceksin!" Derken bana bunu açıklamaktan bıkmıştı. "Ama yaşadığını belli edersen, karını görme şansınıda tamamen kaybedeceksin, nasıl bir belada olduğumuzu biliyor musun? Kaç kez anlatacağım oğlum? Akgün herkesi üstümüze salmış durumda!"
Öfkeli bir nefes verdim. Bana bunu anlatmıştı. O itin kurtulur kurtulmaz yaptığı ilk şey herkesi üstümüze salmış olmasıydı. Herkese sanki onu ölüme iten benmişim gibi göstermişti oysa ölüme giderken beni peşinden sürükleyende oydu.
Onu öldürmeye çalıştığımı düşünen herkes peşimdeydi. Birkaç kişi hariç herkesin yaşadığımı öğrenir öğrenmez sonumu getirmek için uğraşacağını biliyordum. Zaten daha ölü veya diri olduğumu bile bilmeden peşimdeydiler.
"Ne yapmamı istiyorsun?" Kollarımı açtım iki yana. "Bu saçma sapan tehlike geçene kadar bu dört duvarda sıkışıp kalmamı mı?"
"Gerekeni neyse o." Başıyla sandalyeyi gösterdi. "Geç otur konuşacağız." Boş gözlerim onun yüzünde kalmaya devam ettim.
"Benim seninle konuşacak tek kelamım yok." Tek isteğim çekip gitmekti.
"Ama benim var." Odanın içinde ilerledi, bir sandalye alarak onu arkama çekti. Gözleriyle oturmamı işret ettiğinde sıkıntılı bir nefes verdim. Yumruk olan ellerimi dizlerimin üstüne koyarak oturdum. Gözlerim boş bir şekilde önümü izledi.
Sandalyenin önündeki sehpaya oturdu dirseklerini dizlerine koyarken gözlerini yüzüme dikti. "Kalbinin durumunu bana neden anlatmadın?" Sorusuyla bakışlarım onu buldu.
Şimdi neden böylesine pişmanlık içinde olduğunu anlamıştım. Harelerim birkaç saniye ellerinde tuttuğu dosyalara indi.
"Nasıl öğrendin?" Nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Boş bir sesle sormayı seçtim.
"Nasıl öğrendim sence?" Sıktı dişlerini. "Kalbindeki hasarın böyle bir durumda olduğunu 10 gündür bana anlatma gereği duymadın mı?" Endişe yansıdı sesine. "Beş ay ömrün kalmış, iki ayını kaybetmişsin ve ben tüm bunları yeni öğreniyorum!" Bana hesap soracak hakkı nasıl kendisinde görüyordu?
"Hayatımın içine etmek yerine sorsaydın belki anlatırdım." Kaçırdığı bakışlarını yüzüme dikti. İfadesi soğuklaştı.
"Ne?" Derken benden böyle bir cevap beklemediğinin farkındaydım. Ne sanıyordu? Bir canımı kurtardı diye beni kaç kez mezara koyduğunu unuttuğumu mu?
"Ne ne?" Öfke içinde sordum. "Sen kendini hâlâ benim abim mi sanıyorsun?" Öne eğildim hafifçe. "Uyan daldığın o rüyadan Devran Payidar, hayatımdaki abi konumumu uzun yıllar önce kaybettin."
"Aynı şey mi Yavuz?" Pişmanlık yüzünü öyle bir sardı ki öfkesi bile bunu gizleyemedi. "Hayati tehliken varmış!"
"Ölsem üstüme toprak atacak insanlardan biriydin, ne değişti?" Acımasızca dilimden dökülen cümle onu büyük bir acıyla sarsıttı. Öyle ki, boğazı düğümlendi ve ben onun yutkunamadığını anladım. "Sen bana daha önce mezar kazmadın mı Devran?" Ayağa kalkarken fevri bir haraketle elindeki dosyalarıda aldım. Yüzünün seğirdiğini farkettim. Başını kaldıracak cesareti bulamadı.
"Beni kaç kez mezara koymaya çalıştın?" Kaldırdım kaşlarımı. "Unuttuk mu bunları?"
"Niyetim hiçbir zaman senin canını almak olmadı." Fısıltısı boğuk bir şekilde döküldü dilinden. Burnumdan alaycı bir nefes kaçtı.
"Ne oldu niyetin?" Başımı salladım iki yana. "Hayatımı mahvettiniz, hepiniz. Canımı kurtardın diye bir beklentin olmasın." Dosyaları yere attım. Nasıl bir durumda olduğum onu zerre ilgilendirmezdi. "Aldığın hayatıma bir borcunu geri ödedin diyelim." Sert davranıyor olmak şu an umrumda değildi. Ne hissettiklerimi unutacaktım, ne de bana yaşattıklarını.
"Benim hayatım mahvolmadı mı?" Başını usulca kaldırdı. Yüzüne kazınan o pişmanlığın altında acılar içinde kıvranan abim lanet olsun ki canımı yaktı. Nasıl bana böylesine acı şeyler yaşatırken hâlâ onun için üzülmeyi başarıyordum?
"Senin hayatın mahvoldu." Hesap sorar gibiydim. "Sende benim, bizim hayatımızı mahvettin. Tebrik ederim, yaşadığın ne varsa bana yaşattın. Acını bana tattırdın."
"Hatalarımı yüzüme vurmaya devam mı edeceksin?" Ayağa kalkarken onun da içindeki öfke her geçen an körüklendi. "Acını mı çıkarmak istiyorsun? Sana yaşattığım her şeyin boktan bir saçmalık olduğunu bende biliyorum!" Büyük bir azabın içindeydi sanki. "Bana bunları hatırlatmana gerek yok, nereye baksam görüyorum!" Bana doğru bir adım attı. "Sana baktığımda görüyorum, sevdiğim kadına baktığımda görüyorum, kızıma baktığımda görüyorum!" Kızım derken yüreği ne denli yandıysa gözlerine yansıdı.
Acı çekiyordu. Bunu çok net görüyordum. Ama bir tek o acı çekmiyordu.
"O zaman bu aptal intikamın peşine düşmeyecektin." Çaresizliğimi bastırdım. "En azından, bana bu cehennemi yaşatmayacaktın." Ona olan kırgınlığım ve kızgınlığım geçmemişti. Bana yaşattığı şeyler affedilir değildi. "Sen söyle affediyor musun?" Dediğimde yutkundu sertçe. "Affetin mi? Hâlâ bir intikamın peşinde değil misin?" Başımı hafifçe yana çevirdim. "Babamızı öldürdün, intikamın uğruna. Sen sana yapılanları affetmedin, affedemiyorsun. Bugün nasıl bir saçmalıkla benim seni affetmemi bekliyorsun?" Konuşmasada, dile getirmesede bakışlarından anlıyordum.
Devran Payidar onu affetmemi istiyordu. Ancak ben bunu asla yapmayacaktım.
"Bu kadar mı koptu bağlarımız, Yavuz?" Kendi başlattığı oyun ona ağır gelmeye başlamıştı. Sesi bu sefer güçlükle çıkan bir fısıltıdan ibaretti. "Üç ay ömrün kaldığını bile bana söyleme gereği duymadın, ya senin ya benim başımıza bir şey gelirse artık mezalarımızın bile birbirimizin gözünde bir önemi olmayacak kadar mı koptu bağlarımız?"
"Sen ölsen ben senin mezarına bir çiçek bile bırakmazdım abi." Zar zor konuştum. "Öyle bir ahım var sende, asla ödenmez. Sen asla ödeyemezsin." Omuzları usulca çökerken tüm dünyası başına yıkılmış gibi kurduğum cümlenin altında ezildiğini acıyla kasılan suratından anladım.
Söylerken canımı yakan her kelime dilimde acı bir tat bıraksada devam ettim. "Sanıyorsun ki intikamın için mi kızıyordum sana?" Bakışlarını yere indirdi. "İntikamını alırken o ateşin içine beni de attığın içindi ki artık sana kızgın bile değilim. Bende tek bir izin bile kalmış değil. Sen öldün Devran Payidar, yıllar önce bir arabanın içinde kollarımda can verdin. Bugün olduğun kişi, benim abim değil."
Ne kadar daha dayanmam gerekiyordu bu saçmalığa? Herkesin kurbanı ben olmak zorunda değildim. Herkes ilk fırsatta kolumdan tutup ateşin ortasına beni itmek zorunda değildi. Ama bunu yapmışlardı. Şimdi benden af dilemek ne hadlerineydi? Affı haketmiyordular. Belki bir gün, bir gün ben onları kendi içimde affetsem bile bunu duymayı haketmiyordular.
Birkaç saniye bakmadı yüzüme. Başını kaldıracak cesarete sahip değildi. Kafasında dönüp duran düşünceler belki de en sonunda ona benim haklı olduğumu haykırdı.
"Tedavine başlayacaksın." Derken, söylediğim sözler onun canını yaksa bile bu konuya devam etmedi. "Bugün, hemen bugün tedavine başlayacaksın. Bizzat her adımını izleyeceğim."
"Hiçbir halta başlamayacağım." Derken fazlasıyla nettim. İyileşmek istiyordum, bunu her şeyden çok istiyordum. Ancak karım yanımda yoksa, Hafsa yoksa ben bunu bile yapamazdım.
"Sana bir şans sunmadım." Kaldırdı başını. "Dediğim olacak, tedaviye başlayacaksın. Hatta iyileşeceksin." Bana doğru bir adım attı. "Gerekirse tüm dünyayı dolaşacağım, kalbine uygun kalbi bulacağım."
"Bana fedakar abi rollerini oynama, Devran." Ona gram güvenim kalmamıştı. Öyle ki, canımı kurtarmak istiyordu ve ben bunun bile altında bir şey var sanıyordum. Bana bunu o yapmıştı böyle düşünmeme o sebep olmuştu.
"Rol felan oyanmıyorum!" Damarına basmışım gibi iki elleri yanında yumruk oldu. "Sana, hiçbir oyun oynamıyorum. Bitti, sana yaşattığım ne varsa geçmişte kaldı istemeden sana zarar verdim ancak, daha fazla yapamayacağım."
"Tek kelimene inanmıyorum." Küçümserdi bakışlarım. "Her iyiliğinin altından bir kötülük çıkmasına alıştım, beni buna sen alıştırdın."
Benimle konuşmanın bir faydası olmadığını farketti. Derin bir nefes soludu yumruk yaptığı ellerini açarak parmaklarını saçlarına daldırdı. Oradan elini yüzüne indirip ovuşturdu. Kaşları altından bana baktı. "Bu akşam masada toplanacağız." Derken sakindi. "Peşindeki herkesi uzak tutabilir miyim, bu saçmalığı üstümüzden çekip alabilir miyim diye bakacağım." Elini yüzünden çekti. "Ve sen bu akşama kadar sabırlı olacaksın." Ondan önce benim bir oyun oynadığımdan habersizdi. Bu gece o masada hiç beklemediği bir şeyle karşılacaktı.
"Beni burada tutmanın bir yolu yok." Yalan sevmezdim. "İlk fırsatta çıkıp gideceğimi pekâlâ biliyorsun."
"Biliyorum." Daha fazla konuşmak istemedi. Kapıya yürüdü. "Bu yüzden kapıya 50 koruma daha ekledim." Gözlerim kısılırken öfkem yükseldi.
"İşin gücün beni eve hapsetmek şerefsiz!" Bu durum canımı sıkıyordu.
"Tedbir amaçlı." Derken kayıtsızdı.
"Aldığın tedbirler bizi canımızdan etmekten başka bir boka yaramıyor Devran efendi!" Odadan çıkıp kapıyı üstüme kitlerken arkasından bağırdım. Bu saçmalığa daha fazla sabredecek değildim. Bir an önce buradan kurtulmalıydım.
****
Hafsa Payidar.
Doktora gelip tüm kontrollerimi yaptırmıştım. Bu süreçte Zerda bana epey yardımcı olmuştu. Artık korumasız tek adım bile atamadığımız için İshak'ın peşimize taktığı iki koruma sürekli olarak bizi korumak için yanımızdan ayrılmıyordu.
Kendi kontrollerimi yaptırdıktan sonra doktor bu geceyi hastanede geçirip dinlenmemi daha iyi olacağını söylemiştim. Bebeklerim iyiydi, ancak ben ne fiziksel ne de zihinsel olarak iyi bir durumda değildim. Birkaç saat sedyemde uzanmıştım. Bu bile işkence gibiydi.
Yavuz'un olmadığı her an işkenceydi.
Zaman geçti, ve o zaman beni boğdu. Aynı hastanede kaldığımız için odamdan çıkıp Zahir abinin odasına yürüdüm. İçeri uzun süreli girişler yasaktı, koridora ulaştığımda Ceylan'ı gördüm. Perişan bir haldeydi. Kaç gündür yemeden içmeden kesilmişti. Yorgundu. Bitkindi. Benden bir farkı yoktu. Yan şekilde duvara yaslanmış alnının sağ tarafını cama yaslamış Zahir abiyi izliyordu.
Oraya vardığımda canım sandığımdan daha çok yandı. Zahir abi bir sürü kablolara bağlıydı. Her an, hayati tehlikesi vardı. Komadaydı ve uyanmıyordu. Doktorlar her geçen an biraz daha umudu kesiyor ancak biz bunu kabul etmek istemiyorduk. O yangın olayından Ceylan'ı sapasağlim çıkaran Zahir canıyla cebelleşiyordu.
Benim abi dediğim adam gözlerini açmıyordu.
Ben sadece kocamı değil, abimide kaybediyordum.
Her şey öylesine ağırdı ki nasıl baş edecektim bilmiyordum. Bir elimi kaldırıp Ceylan'ın omzuna yasladığım an gözlerini kapattı içine derin bir nefes çekti. "Ceylan." Fısıldadım şefkatle. Bu birkaç günde kilo bile vermişti.
Onu en iyi ben anlardım. Ve öyleydi, onu en iyi ben anlıyordum. Vücudunu usulca bana çevirdi, kollarını bana dolayıp sarıldığında dudaklarımdan titrek bir nefes kaçtı. "Uyanmıyor." Derken küçük bir kız çocuğu gibiydi. Teselliye ihtiyacım vardı ama ben Ceylan'ı teselli etmek istedim. Ben düşmek istemedim, ben mahvolmak istemedim.
Ben bu acıları kabullenmek istemedim.
Ben Hafsa Payidar, Yavuz'un bir toprağın altında olacağına ihtimal bile veremedim.
"Uyanacak." Fısıldadım gözlerim camdan Zahir abiyi bulurken. Yüzünün rengi solmuştu, her zaman sert olan çehresi bu sefer düz bir ifadeden ibaretti.
"Doktorlar umut azalıyor dedi." Titrekti sesi. "Ona bir şey olursa ne yapacağım Hafsa ben?" Yine ağlamaya hazırdı. "Daha birbirimize doyamadık ki biz." Kırgınlığı, kadereydi. Bu kırgınlığı öyle iyi tanıyordum ki. Kader insanları ayırırdı. Kader, insanları mahvederdi.
"Olmayacak." Derken ondan çok kendim güçsüzdüm. "Zahir abi iyileşecek." Bunu canı gönülden istiyordum. O benim abimdi, bir şey olmasını kaldıramazdım.
Gözlerinden akan bir kaç damla yaşla başını kaldırıp bana baktı. "10 gün oldu." Izdırap içinde söylendi. "10 gündür tek bir değişiklik yok."
"Yenge?" Süleyman'ın buruk sesini duydum. Başımı çevirip baktığında elinde iki şişe suyla bize doğru geldiğini gördüm. İhtiyaçları dışında Süleyman'ında buradan ayrıldığı yoktu.
Perişandı.
"Bir haber mi var?" Yavuz'u sorduğunu çok iyi biliyordum. İç çekerek başımı iki yana salladığımda Ceylan usulca kollarımdan sıyrılıp geri camdan içeri bakmaya başlamıştı.
Süleyman, uykusuzluğunu belli eden gözleriyle beni usulca onayladı. "Ceylan." Dedi bir adım atarak. "Biraz su iç." Ceylan nerdeyse yemek yemeyi bile unutmuştu. Süleyman onunla ilgilenmese yemek yemenin bile ne demek olduğunu hatırlamazdı.
"Canım istemiyor." Kuru bir sesle geçiştirdi Ceylan onu. Gözlerini bir saniye olsun Zahir abiden ayırmak istemiyordu. Onu anlıyordum. Ne yapacağını şaşırmış, ne edeceğini bilemez bir haldeydi.
Süleyman afallayarak bana baktı. O da bizim kadar çaresiz bir durumdaydı. "Diğerlerini aradım." Ceylan'ın haline ne kadar üzülsede Zahir abinin böyle bir durumda olduğunu bilmek onu da yerle bir ediyordu. "Bir gelişme yokmuş." Yanımda durduğunda ağır ağır başımı salladım.
"Yok." Ağlamamak için direndim. "Hiçbir haber yok."
"Yeğenlerim nasıl?" Dediğinde bebekleri kastettiğini anladım. Dudaklarımda buruk bir tebessüm yer edindi. Hafif çıkmaya başlayan karnıma baktığında onun da gözlerinde mahçup bir tebessüm belirdi. Yavuz'u nasıl abisi gibi görüyorsa onun çocuklarınıda yeğeni gibi görüyordu.
"İyiler." Bir elimi karnıma yaslarken derin bir nefes soludum. "Bir tek onlar iyiler." Sağlıklıydılar. Doktor kontrollerini aksatmadan geliyordum. Yavuz dönünce onlara bir şey olduğunu görmemeliydi. Onların yokluğunu görmemeliydi. Bu yüzden ben kendime çok iyi bakmalıydım.
Dönecekti. Biliyordum o bana dönecekti. Hep dönerdi.
"Sen iyi misin?" Diye sorduğumda Süleyman ağır bir yükü omuzlamış bir adamdan farksızdı.
"Ailem dağıldı." Kadere isyanlıydı. "Bir kez daha ailem yok oluyor, iyi olabilir miyim?" Onun ailesi bizdik, ancak ona bir yuva olan Zahir'di. Kimse bunun aksini söyleyemezdi. "Hepsini geberteceğim." Süleyman'ın bile birilerine öfke ve nefret duyduğunu ilk kez görüyordum. "Benim kardeşlerime bir şey olursa, onlara bu dünyada gün yüzü göstermeyeceğim." Gözünü kararmıştı. Yapacaktı.
"Sadece sen değil." Derken efkarlı ama bir o kadar da cesurdum. "Bunu bende yapacağım." Bu zamana kadar kandan ve silahtan korkan ben ve Süleyman ailemize bir şey olmasın diye herkesi mahvederdik.
Süleyman ve Ceylan'ın yanında biraz daha durduktan sonra yaptığım tek şey Narin'in odasına gitmek olmuştu. Kaç gündür dinleniyordu. Ceylan ara bir ablasının yanına ziyarete geliyor ardından Zahir'in kapısının önüne dönüyordu.
Kapıyı usulca çaldım, Anında Narin yorgun sesiyle beni içeriye davet etti. Bir türlü iyileşmiyordu. Sürekli olarak tam iyileşti derken bir iç kanama başlıyordu. Doktorlar şu an kontrol altına almıştı. Uyanıktı, ama her an her şey olabilirdi ve bu düşüncede beni mahvediyordu.
"İyi misin?" Dedim fısıltıyla kapıyı açıp içeri girerken. Uzun zamandır onu görmeye gelemiyordum. Bazen doktorlar izin vermiyordu, bazen kendisi kimseyi görmek istemiyordu. Usulca gözlerini aç kapa yaparak beni onayladı.
Gözleri direkt olarak karnıma indi yumuşak bir tebessüm belirdi kuru dudaklarında. "Biraz daha büyümüşler." Ağır ağır salladım başımı sedyenin yanına varınca yavaşça oturdum.
"Öyleler." İç çektim. "Biraz daha büyüdüler." Ama Yavuz yoktu. Yavuz onların bu anlarını kaçırıyordu.
Çocuklarımızın tek bir anını kaçırmasın istediğim adam bir aydır yoktu.
"Özlem nasıl?" Onu fazla zorlamamam gerektiğini biliyordum, hızlıca konuştum. "İyi, Devran ona çok iyi bakıyor." Yalan söylemeyecektim, Devran gerçekten kızına çok iyi bakıyordu.
Devran ismini duyunca gözlerinde bir kırgınlık belirdi, ancak bunun aksine Devran'a olan güvenini gördüm. Çok garipti, Devran Narin'e cehennemi yaşatsa bile Narin ona güveniyordu.
"Beni soruyor mu?" Dediğinde nefesimi verdim.
"Soruyor, her gün." Özlem beni gördüğü her an, Narin'i soruyordu. Ona öylesine alışmıştı ki şimdi yokluğunda üzülüyordu.
"Siz ne dediniz?" Titrek bir gülüşle cevapladım.
"Devran ona seni tatile gönderdiğini söyledi."
"Hayvan herif." Yorgun sesine rağmen homurdandı. "Beni vurdu, sonra da kızıma beni tatile gönderdiğini mi söylüyor?" Bunca acının içinde bile dudaklarıma küçük bir tebessüm yerleştirmeyi başarmıştı.
Bunu da duyduğumda şoka girmiştim. Akgün'ün bize oynadığı oyunun kurbanlarından biri de Narin ve Devran olmuştu. Akgün Devran'a sevdiği kadını vurdurtmuştu. Sevdiği kadın diyordum, çünkü hâlâ birbirlerini çok seviyordular.
"O nasıl?" Devran bugün Narin'i ziyarete gelmemişti. Ne zaman Özlem'i yalnız bıraksa Özlem mızmızlanmaya başlıyordu.
"İyi." Dedim, hepimiz iyi olmaya çalışıyorduk. "Tek istediğimiz iyileşmeniz."
"Zahir?" Derken derin bir nefes soludu. Ancak bunu yaparken yarası acımış olacak ki yüzünü buruşturdu.
"Aynı." Canım yandı. "Hiçbir değişiklik yok." Hüzünlü gözlerle beni izledi.
"Yavuz?" Dediğinde gözlerimi kapattım. Kanayan yarama tuz bastı sanki. Ama onun bir suçu yoktu doğal olarak merak ediyordu.
"Aynı." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Gözlerimi odada gezidirirken ağlamamaya çalışıyordum.
"Hafsa, sen iyi değilsin." Bana zaten bildiğim bir şeyi söylüyordu. "Bir piskolog yanına gittin mi?"
Bana bir şey olmasından endişe duyuyordu. "Gittim." Abimin zoruyla gitmiştim. 20 gün boyunca Akgün'ün yanında olduğum her an piskolojik şiddet görmüştüm. Her gün her saniye beni Yavuz'un gittiğine inandırmıştı. Birkaç gün gittiğim senaslarda terapistim bana ilaçlar yazmıştı.
"Ne dediler?" Sorusuyla nefesimi verdim.
"Bana deliymişim gibi ilaçlar yazdılar." Ağırıma gidiyordu. Ben sadece Yavuz'u istiyordum, tek bir haber istiyordum. Gelmesin, isterse gelmesin ama bana iyi olduğunu tek bir kişi söylesin istiyordum. "İçmedim." Derken kararlıydım. "İçmeyeceğim."
"Hafsa, kendini heba ediyorsun." Bende kendini görüyordu, bende kendini görüyordu değil mi? Bir yabancıya bakar gibi değil de çok yakından tanıdığı birinin geçmişine bakar gibi izliyordu beni.
Düşündükce farkediyordum, nasıl da benzemeye başlamıştı kaderlerimiz. Narin tek başına bir hamilelik sürmüştü, ve ben şu an aynı durumdaydım. Tek başıma, yapayalnız. Evet etrafımda bir sürü insanlar vardı, evet benim ailem arkadaşlarım vardı. Ama Yavuz yokken hayatın ne anlamı vardı?
Sahi Yavuz'suz bir anlamı var mıydı Hafsa'nın?
Yoktu.
Yavuz olmadan benim bir anlamım yoktu.
Ben yarım kalmıştım.
"Heba olduğum kadar oldum, Narin." Sesim titremesin diye çok uğraştım. "Olmayada devam edeceğim. Hiçbir ilaç bana iyi gelmeyecek, gittiğim yerler bana güzel hissetirmeyecek. Hayat hoş olmayacak, ben yaşadığımı hissetmeyeceğim. Yavuz olmadan, en iyi doktorlar bile beni iyi edemeyecek." Elimi göğsüme götürerek kalbimin üstüne yasladım. Nasıl daraldığımı, nasıl boğulduğumu gizleyemiyordum. "Her an her saniye kalbimin acısı dinmiyorda artıyor." Dolu gözlerimi ona çevirdim. "Çok acıtıyor."
"Biliyorum." Aynı benim gibi onunda gözleri yaşlarla parladı ancak ağlamadı. "Nasıl hissettirdiğini biliyorum."
"Narin sen nasıl dayandın?" Dediğimde hayretler içindeydim. "Narin yedi sene nasıl dayandın?" Nasıl dayanmıştı? Sorduğum soruya karşılık yaptığı tek şey acı dolu bir tebessüm sunmak olmuştu. Sessizlik bazen insana en ağır cümleleri kurardı. Narin bana acılarını sessizliğiyle anlatıyordu.
Ben daha bir ay dayanamazken o yedi sene böylesine bir acıyı yüreğinde nasıl da taşımıştı? Devran'ı asla affetmeseydi hakkıydı.
"Dayanmadım ki, Hafsa." Yorgun bakışları yüzümü izledim. "Çok istedim, ölmeyi çok diledim." Bunu gerçekten istemişti. "Ama kızım vardı." Gözlerini tavana kaldırırken ağlamamaya çalıştı. "Yanımda değildi, kollarımda değildi, ama bir kızım vardı. Beni yaşatan, ayakta tutan bir kızım vardı." Dudaklarını birbirine bastırdı onun gözünden bir damla yaş aktı ve uzatıp sedyenin üstündeki elimi tuttuğunda benim de gözlerimdeki yaşlar daha fazla dayanamdı.
"Senin de var." Mavi gözlerini karnıma indirdi ona karşılık elini sıktım. "Dayanman, savaşman için iki sebebin var." Çocuklar gibi ağlayacaktım. Narin yaralı olmasaydı, ona sıkı sıkı sarılacaktım. Ancak incitmekten korktum.
Derin bir nefes soludum. Onun dediği gibi ben güçlü olmak zorundaydım. Biliyordum ki güçlü duracaktım, ama ne zaman ki Yavuz dönecekti ben o zaman yerle yeksan olacaktım. Yavuz dışında ben kimseye acımı bildirmeyecek, göstermeyecektim.
********
Yazar.
"Abi, Cafer'i arayacağım sadece başka ne yapacağım Allah için!" Yavuz, bıkkın sesiyle evin içinde Gediz abiyi takip etmeye devam etti. Bir çocuk gibi Gediz'in peşinde dolaşmayı sevmese de şu an mecburdu.
"Olmaz dedim!" Gediz merdivenleri inip mutfağa yürürken sabır diledi içinden. Devran Yavuz'u onun başına bırakıp gitmişti. 10 gün boyunca Yavuz'la uğraşmak kendisi için işkenceye eş değer olmuştu. Evine gidip rahat rahat ayaklarını uzatmak varken 10 gündür deli dolu bir adamın peşinde dolanıyordu.
10 gün içinde 5 kez Yavuz'u kaçma fikrinden döndürmüş, yedi kez onu kapıda yakalamış, üç kez kaçtığında durdurmuş, yedi kez de kapıdaki korumalarını baygın bulmuş, en sonunda onu odaya kitleme kararı almıştı. Yemek dışında dışarı salmamıştı. Ve şu an, tamda yemek saatiydi.
"Kardeşimle konuşacağım, neden kaçıp gidecekmişim gibi davranıyorsun!" Mutfağa giren Gediz'i takip etti.
"En son Cafer'i arayacağım diye telefonumu aldığında polisi aramıştın!"
"Napalım, kanımızdan canımızdan olanlar bizi dört duvara tıkınca kendimizi emniyetin güvenli kollarına bırakalım dedik!" Sitemle yükseldi, Yavuz. Gediz boş bakışlarını ona çevirdi.
"Attırma benim tepemin tasını, geç otur şuraya." Yavuz'a mutfağın geniş masa ve sandalyelerini gösterirken kendisi dolaba doğru yürüdü.
"Mahir Payidar sana sıkmak istediği zaman hiç durdurmayacaktım." Yavuz kin dolu ifadesiyle sandalyeye otururken Gediz nefesini verdi.
"O bir yanlış anlaşılmaydı." Yıllar önce Mahir'le arasında bir kavga çıkmış, hain sanılmıştı. Ancak daha sonra her şeyin bir oyun olduğu ortaya çıkmıştı. "Daha o zamandan beri babanla uğraşıyordular." Dünden kalan yemeği ısıtırken sırtı Yavuz'a dönük bir şekilde konuştu. "Bu aleme girdim gireli gözlerim tek bir şey gördü." Yavuz'a doğru döndü. "Payidar ailesinin yer yüzünden yok edilmesi için çalıştıklarını."
"Ama yapamadılar." Yavuz kendinden emin tavrıyla geri yaslandı. "Yapmayacaklar, istedikleri her neyse onlara bunu vermeyeceğim."
"Oğlum fazla cesursun, cesaret iyidir." Gediz yemeği ısınmaya bırakırken derin bir nefes çekti ve Yavuz'la karşı karşıya olan sandalyeye oturdu. "Ama bu cesaretini sakın deli damarınla bir tutma."
"Ben ne yaptığımı biliyorum-"
"Bok biliyorsun!" Gediz bozulan sinirleriyle sıktı çenesini. "Bir lafımı bölmede dinle." Yavuz düz ifadesiyle onu izlerken fazlasıyla sıkılmaya başlamıştı. "Babanı bitirmek için senelerce durmadılar." Efkarlı bir şekilde iç çekti. "Gerçi kimsenin yapamadığını öz oğlu yaptı ama, konumuz bu değil. Konumuz senin ona benzemen." Yavuz duyduklarıyla sertçe yutkundu.
"Benim onunla bir benzerliğim yok." Her ne kadar babasını affetiğini söylesede ona olan kırgınlığı yerli yerindeydi.
"Öfkenden böyle konuşuyorsun." Gediz kendi acısıyla boğuşan Yavuz'a baktı. "Oğul, sen ne dersen de babandan kopamıyorsun."
"Babamdan koptum ben, Gediz abi." Yavuz bozuk sinirleri eşliğinde konuştu. "Aylar önce koptum, bana yaşattıklarını unutmadım, unutmam. Onu affediyor olmam bir şey değiştirmedi, hayatım dahil benim çocukluğumu mahvetti." Gediz önünde oturan adamı izledi. Karşısında bir çocuğun olmadığını biliyordu. Tüm bunların aksine binlerce acıyı sırtlamış bir adam vardı.
"Ama öldüğü zaman onu sen gömdün." Dedi Gediz yarım ağız bir tebessümle. "Hey gidi Yavuz Payidar, ne ölüme ne ölüne diyen sen değil miydin? Tüm Karadeniz'in diline beni babamın yanına bile gömmeyin kelamlarını dolayan sen değil miydin? Söylesene, yanına gömülmek bile istemediğin adamın cenazesinde işin neydi?"
Yavuz, duyduğu her kelimeyle biraz daha sarsıldı. İçinde bir yerde bildiği şeylerin yüzüne vurulması onu germişti. "Amacın ne Gediz abi?" Derken çaresizdi. "Yaşanan yaşandı bitti, yaramı deşmenin amacı nedir?"
"Yaranı deşdiğim yok. Senin yaran hiç kapanmamış ki deşeyim."
"Bak beni darlayisin." Yavuz kayan şivesine engel olamadan homurdandı. "De ne diyecesen."
"Diyeceğim odur ki, cesaretini babandan almışsın ama bu deli damarın nereden bilmiyorum."
"O da bana has bir şey." Yavuz kehribar hareleri dikti Gediz'in yüzüne. "Deliliğimle bir sorunun mu var?"
"Var." Gediz güldü hafifçe. "Başımıza dert açacak bir gün."
"Benim kendimden başkasına zararım dokunmaz."
"Bilirim." Gediz yumuşuyan bakışlarla konuştu. "Ama, her şey toz pembe değil, Yavuz. Babanın elinde olan her şey sana kaldı, sırf seni toprağın altına koymak için yapmayacakları şey yok. Tüm Karadeniz peşinde, işin ciddiyetini biliyorsun değil mi? Devran bu işi halletmeden buradan çıkışın yok."
"Biliyorum." Yavuz usulca mırıldandı. "Ama bu telefonunu bana vermen için engel değil, sadece Cafer'le konuşmak istiyorum." Bir dirseğini masaya yasladı. "Lütfen abi, karımın nasıl olduğunu bilmek istiyorum."
Gediz uzun uzadı Yavuz'un yalvaran ifadesini izledi. Ardından karşı koyamadı ve elini cebine attı. "Hızlı ol." Telefonu uzattığı an Yavuz ayağa kalktı ve telefonu kaparak mutfak kapısına ilerledi. "Devran abine bir şey demek yok, birde onunla papaz etme beni!"
"Gediz abi, bazen karşında beş yaşında çocuk varmış gibi konuşuyorsun!"
"Pek bir farkın yok!" Gediz'in son azarlamalarını es geçen Yavuz koridora çıktı. Cafer'in numarasını ararken yüzünde fazlasıyla ciddi bir ifade vardı.
Bulduğu numaraya tıkladı, birkaç saniye içinde telefon açıldı. "Buyir Gediz abi?" Cafer'in yorgun sesi doldu Yavuz'un kulaklarına.
"Benim ben." Yavuz'un düz sesiyle Cafer afalladı.
"Yavuz?" Derken bir şeylerle uğraşır gibiydi. "Bişi mi oldi ula, neden kendi telefonun- Bir dur Ayşin saçimi yolacasun!" Yavuz, kaşlarını çattı. Olanlara anlam veremedi ama konuşmaya devam etti.
"Telefonumu Gediz abi aldı." Birkaç gün önce Cafer Devran'dan gizli Yavuz'a bir telefon getirmişti ancak kısa bir sürede farkedilip Gediz tarafından el konulmuştu.
"O telefona kaç para saydim, gizli aşiklar gibi yetmedu o sesuni duyalim diye saa telefoni getirip kıymetli canimi tehlukeye attim ama sen telefoni Gediz'e mi kaptirdin!"
"Gene boş konuşuyorsun, bir dinle zamanım az zaten!"
"İyu, ama sonra telefonun parasini verec- Ayşin bak oni kırayum dema!"
"Ulan nerdesin sen?" Yavuz en sonunda kendine hakim olamadı.
"Nisa'nin evunde nereda olacağum!" Derken birinin peşinde koşar gibiydi.
"Nisa'nın kızı mı orada?" Yavuz'un sorusuna karşılık Cafer afalladı. "Kızi mi? Ne kızi? Canavar!" Ardından bir camın kırılma sesi geldi.
"Canavar değilim ben!" Diye bir kız çocuğu bağırdığında Cafer'in sessiz isyanı duyuldu.
"Ayni anasi." Derken bir taraftan da telefona konuştu. "Sen devam et, eğer ki hat kesilirse bil ki beş yaşinda bir çocik tarafindan katledildum."
"Cafer ne işin var senin Nisa'nın evinde planda bu yoktu?" Yavuz'un sorusuna karşılık önce hışırtı sesleri ardından Cafer'in sesi duyuldu.
"Anlaturum, sen söyle ne diye aradun?"
"Her şey tamam mı sormak istedim." Yavuz'un bir planı vardı, kimsenin aklına gelmeyecek kadar ince işlenmiş bir plan.
"Ayip edeyisin." Sırıttı Cafer. "Her şey harika."
"İyi." Yavuz tebessüm ederek başını salladı. "Hafsa'm nasıl?" Hasreti sesine en derin şekilde yansıdı.
"İyi olacak." Cafer kardeşinin acısını hissederken usulca konuştu. "Her şey iyi, sen gelduğunde daha iyi olacak."
"Diğerleri nasıl?" Yavuz, bir çok şeyden habersizdi. Özellikle diğerlerinin başına gelenlerden.
"Herkes çok iyi." Cafer'in boğazı düğümlense bile zar zor sesini nötr tuttu. "Sen dert etme bunlari, akşam geleceğum ben."
"Tamam." Yavuz dikleştirdi omuzlarını ve konuştu. "Abi, sağol." Cafer'e yardımları için teşekkür ederken Cafer tebessüm etti ve telefona büyük bir sevgiyle konuştu.
"Abi diyen diline kurban, vazgeçtum telefonun parasini filan verme." Onun alaycı hallerine karşı Yavuz bezgin bir şekilde iç çekti.
"Defol git, Cafer."
"Tekrar vazgeçtum." Homurdandı. "İki katini ödeyecesun."
"Heç bir fuşki ödemeyeceğum, hayde selametle." Telefonu Cafer'in yüzüne kapattı. Bu gece olacaklar onu karısına kavuşturacaktı.
Yavuz geri Gediz'in yanına dönerken, bu sırada Cafer kapanan telefonu kulağından çekti. "Zeka akayi, ayni ben." Diye övünürken, başını kaldırdı. Nisa'nın kızı Ayşin vazoyu eline almış gözlerini kısmış Cafer bakarken Cafer'in gözleri genişledi.
"Bak baa, sakin atma oni-!" Daha cümlesi bitmeden Ayşin vazoyu yere fırlattı ve param parça etti.
"Ula, kabir azabi!" İsyan dolu sesiyle salonun ortasına yürüdü. "Bir yerleruni kesecesun!" Ayşin'i eğilip kucağına aldı.
"Bırak beni!" Ayşin onun kollarında çırpındı. "Annemi istiyorum ben, seni istemiyorum!"
"Anan yok!" Cafer kollarına aldığı kızla salondan çıktı. "Şeytan mi kaçti senun içune anlamayirim ki, anan bile bu kadar yaramaz değuldu!"
"Bırak beni!" Avazı çıktığı kadar bağırdı Ayşin, Cafer'in kollarında çabaladı ve yüzünü ona döndü. İri siyah gözlerini yüzüne dikti. "İndir beni."
"Bacaksiz." Cafer kıstı gözlerini. "İndirmeyeceğum."
"İndireceksun!" Ayşin ona karşılık çattı kaşlarını. Öfkeli görünmek isterken fazlasıyla tatlı göründüğünün farkında bile değildi.
"Çok konuşayisin, çok konuşan çocuk hiç sevmem." Gayet rahat bir tavırla Ayşin'i ayaklarından tutarak ters çevirdi. "Biraz böyle durda aklin başina gelsun."
"Ya düzelt beni napıyorsun, anneme söyeleyeceğim seni!" Baş aşağı sallanırken çoktan midesi bulanmaya başlamıştı.
"Dema şöyle şeyler, korkidan altuma edeceğum-"
"Cafer napıyorsun sen!" Nisa iri gözlerle kapıyı açıp içeri girerken Cafer hızla yutkundu. Ani bir korkuyla Ayşin'i eski haline çevirip onu kollarında tuttu.
"Anne!" Ayşin Cafer'in boşluğundan yararlanıp kucağından inerek annesine koştu. "İyi ki geldin, bu adam bana işkence ediyordu!"
"İşkence?" Cafer gözlerini kırpıştırdı. "Atma bacaksiz, alt tarafi iki dakika dünyaya tersten baktin!"
"Cafer." Dedi Nisa afallayan sesiyle, aşağı eğilip kızını kollarına aldı. Cafer gözlerini devirmemek için zor durdu. Ancak Nisa'yı kollarında bir kız çocuğuyla izlemek harelerina usulca şefkat eriştirdi.
"Atmıyorum!" Ayşin kendisini kucağına alan annesinin boynuna sarıldı. "Lütfen bir daha beni bu koca canavarla birlikte bırakma!"
"Benmiyum canavar?" Cafer şokla sordu ve eliyle salonu işaret etti. "Tüm evi başima yıkayidi!"
Nisa nefesini verdi. "Ayşin'i yatıracağım." Derken sesinde açık bir uyarı vardı. Cafer bıkkın bir sesle başını salladı. Her ne kadar Ayşin istemesede saat epey geç olmuştu.
Nisa Ayşin'i binbir çabayla uyutturken, Cafer salondaki camları temizlemişti. Ne Nisa'nın ne de Ayşin'in ayağına cam batsın istemiyordu. Bunu yaparken kendi avuç içinde küçük bir yara açmıştı ama pek umrunda değildi. Son zamanlar daha ağır şeyler yaşamıştı. Bunlardan biri de öz kardeşinin bir uçurumdan düştüğünü görmekti.
Zaten yıllarca abisinin acısını yaşamışken Yavuz'uda kaybedeceğinin korkusunu en derinde hissetmişti. Neyse ki böyle bir şey olmadan Yavuz kurtulmuştu.
"Cafer napıyorsun?" Ayşin'i yatırdıktan sonra üstüne sade bir eşofman ve tişört giyen Nisa aşağı inmişti.
"Cam parçalari vardi." Diye nefesini soludu Cafer. "Eşyalarinin pek çoğuni kırdi."
"Uğraşmasaydın." Yavaş adımlarla içeri girdi. Her ne kadar o olayları unutmaya çalışsada Cafer ile arasında bir soğukluk olduğunu hissediyordu. Son olanlardan sonra Cafer Nisa'ya eskisi kadar yakın durmuyordu.
"Hallettum." Cafer süpürgeyi bir kenara bıraktı. Nisa'nın siyah gözleri Cafer'in eline sardığı mendile kaydı. Anında yüz ifadesi endişeye sarıldı.
"Elini mi kestin?" İyice salona girerek Cafer'e yaklaştı ve uzanıp elini tuttu.
"Ciddi bir şey değul." Cafer yutkunarak elini çekti ve koltuğa yürüdü. "Sardim, iyileşur."
"Cafer, saçmalama." Nisa usul adımlarla takip etti onu. "İzin ver bakayım."
Nisa yanına oturup elini tutunca hızlanan kalbine engel olamadı, Cafer. Her ne kadar kendisini bu konuda uyarıp Nisa'dan uzak durmak istesede kalbi laf dinlemiyordu. Kalbi yıllardır laf dinlemiyordu.
"Önemli bir şey yokidur."
"İzin ver dedim." Nisa ona uyarıcı bir bakış atınca usulca omuzları çöktü. Nisa Cafer'in avuç içini kendine bakacak şekilde çevirdi. "Derin kesmişsin." Derken yüzü buruştu sanki onun acısını hisseder gibi. "Dur burada." Ayağa kalktı ve salondaki çekmeceye doğru yürüdü. İçinden ilk yardım çantası çıkararak geri Cafer'in yanına dönüp oturdu.
"Elini dizime koy." Dediğinde Cafer itirazsız bir şekilde elinin tersini Nisa'nın dizine yasladı. Nisa nazikçe onun yarasını temizlerken Cafer tenine değen sıvı yüzünden irkildi ancak acısını belli etmedi.
"İşler nasıl gitti?" Diye sorduğunda Nisa nefesini verdi. Cafer'in elindeki kanı temizledi ardından sararken göz ucuyla Cafer'e baktı.
"Her şey yolunda." Düzdü yüz ifadesi. "Bir şeyden şüphe etmiyor, benim de senin de Yavuz'a ihanet ettiğimizi sanıyor." Bu duydukları üstüne Cafer küçük bir tebessüm etti. Zafer yatıyordu bakışları altında.
"O piç kurusi öyle bir oyuna gelecek ki." Gözünü karartmış ifadesiyle konuştu. "Bize yaşattiği her şeyin bedeluni ödeyecek."
Nisa Cafer'in elini sarmayı bitirince usulca başını kaldırdı. "Bana hâlâ dargın mısın?" Diye sordu. Bu soruyu bir şekilde sormak zorundaydı. Cafer sertçe yutkundu. Ne zaman Nisa bu konuyu açsa kaçacak yer arıyordu.
Nisa'nın ihaneti onu derinden sarsmıştı. Tüm bunların aksine, eğer ki Uygar engel olmasaydı şu an Hafsa'nın bebekleri bile hayatta olmayacaktı. Nisa, beş gün bundan önce hıçkırarak ağlayıp bir şeyleri anlatırken o ilacı Hafsa'ya verdiğinden de söz etmişti. O gece ilacı değiştirenin Uygar olduğunu öğrenen İshak olmuştu. Uygar'la görüşüp konuşmuş hatta onu araştırmıştı.
"Gidip Hafsa'yi görmem gerek-" ayağa kalkmak istedi, belki de kaçmak için Hafsa'yı bahane etti. Ama Nisa tuttu onun kolunu.
"Cafer lütfen." Sesi hafifçe titredi. "Konuşalım."
"Konuşmayalim." Gözlerini kaçırırken oturmayı redetti. "Kalbini kıracak bir şey demekten korkayirim, Nisa. Ne sen bu konuyi baa sor, ne de ben anlatayim."
"Kır." Hızla konuştu, Nisa. "Ama nolursun kaçma benden." Cafer derin bir nefes çekti ciğerlerine. Başını çevirip Nisa'nın yalvaran ifadesine bakınca daha fazla karşı koyamayacağını anladı. İsteksizce geri oturdu.
"Ne konuşalim, Nisa?" Ona bakmayı redettip odaya göz gezdirdi. "Her şey ortada değil mu?"
"Ortada." Boğazı düğüm düğüm olmasına rağmen konuştu, Nisa. "Ama senin böyle içine atmanı istemiyorum, Cafer. Ne istiyorsan söyle, ağzımı açıp tek kelime etmeyeceğim. Yeter ki kaçma benden, biliyorum hata yaptım. Ama elimde olsaydı yapmazdım." Konuştukça sesi titredi. "Ayşin için yaptım, Cafer. Ben kötü biri değilim."
"Baa neden söylemedun?" Dedi Cafer çenesini sıkarken. Öfkesine hakim olmak istiyordu. Öfkesi Nisa'yı incitmesin istiyordu.
"Söyleyemezdim." Nisa'nın her söylediği Cafer'in kulağına bahane gibi geliyordu.
"Neden?" Hesap sormaktan çok, onu affetmesi için bir neden sunsun istiyordu. Hayır istemiyordu, bakışları bunun için adeta yalvarıyordu.
"Her an beni dinliyordu." Nisa harelerini önüne dikerken gözleri çoktan dolu doluydu. "Ayrıca, bunu yaparsam başıma daha berbat şeyler gelirdi."
"Ne gibi şeyler?" Cafer çattı kaşlarını. Nisa'nın küçük bir kız çocuğu gibi bakışlarını kaçırması içine endişe düşürdü. "Sana bir şey mi yapti?" Bir anda beyninden vurulmuşa dönerken elini uzatıp Nisa'nın çenesini tuttu. Nazik olmaya çalışarak yüzünü kendisine çevirdi.
"Söyle, ne yapti?" Nisa'nın gizlediği bir şeyler vardı. Çekindiği.
"Elinde bana ait bir şey var." Gözlerini kapattı ve derin bir nefes çekti içine. "Geçmişe ait."
"Ne var?" Cafer sakin kalmaya çalışarak sordu. "Bak, Nisa, kafamda binbir türlü şey döneyi elunde ne vardi?"
"Aileme ulaşmış." Sesinin titremesine. "Abime."
"O şerefsize?" Diye tükürdü, Cafer. "Seni neyle tehdit etti?" Cafer Nisa'nın geçmişini çok iyi biliyordu. Bir zamanlar çok yakın arkadaş olduklarından Nisa her şeyini Cafer'e anlatırdı.
"Hapse attırmakla." Yanağına akan bir damla yaşı hızla sildi. "Sana söylemek istedim, yemin olsun ki istedim. Ama her an her saniye üstümde bir dinleme cihazı vardı. Yalnız kaldığımız anlarda bile bizi dinleyen birileri vardı, Cafer. Hapse girmek umrumda olmazdı, ama kızıma bunu yapamazdım."
Cafer, içinde bulunduğu durumda boğuluyordu. Nisa ihanet etmişti, ama bunu mecburen yapmıştı. Bir yanı ona dargındı, ama diğer yanı onu çok iyi anlıyordu.
"Ayşin'in babası." Dediğinde üstüne çöken kasvet onu boğdu. "Nevzat mıydı?" Nevzat, Nisa'nın aylarca peşinde koştuğu, aşık aşık izlediği adamdı. Nisa, Nevzat'la çıkmaya başladıktan sonra Cafer aradan çekilmişti.
"Nevzat'tı." Nisa, sesine çöken çaresizliği bastırdı.
"Nerede?" Cafer elini çekti Nisa'nın çenesinden. "Nerede bu piç kurusi, ne diye kızinin yaninda değul?"
"Çünkü istemedi." Nisa dolu gözlerini önüne çevirdi ve parmaklarıyla oynadı. "Ona anlattığımda bebeği istemediğini söyledi, buna hazır olmadığını söyledi. Bana aldır dedi, bende onu terk etmeyi seçtim."
"Aldirmiş, kalıbina tükürdüğüm!" Diye yükseldi, Cafer. "Arayacaktin beni, bak nasi hayati dar edeyudim oğa!"
"Bir şey değişmezdi, Cafer." Dedi Nisa derin bir nefesle. "Hem, seni arasam bile gelmezdin."
"Gelmez miydum?" Cafer anında bakışlarını çevirdi ona. Harelerinde bir kırgınlık belirdi. "Sen bana gel desen iki elim kanda olsa gelirdum."
"Ama uzaklaştın benden." Nisa, gerçekten bunun kırgınlığını taşıyordu.
"Araniza girmek istemedum."
"Aramıza girmiyordun ki." Nisa dolu gözlerini Cafer'e çevirdi. "Aksine, sen gittikten sonra çok yalnız kaldım." Cafer'in sert ifadesi yumuşarken hafifçe koltukta Nisa'ya doğru döndü.
"Gümüşhane kızi." Dedi, yıllar olmuştu Nisa'ya böyle seslenmeyeli. Nisa, sözler karşısında hafifçe hayretlensede dudaklarından yumuşak bir gülüşün kaçmasına engel olamadı.
"Efendim, Trabzon'lu?"
"Kendini bana affetirebilecek misun?"
"Bilmiyorum." Nisa usulca omuz silkti. Ancak gözlerinde büyük bir istek belirdi. "Ama affetmeni isterim, hemde çok." Onun umutlu sözleriyle Cafer'in bakışları yumuşadı.
Ne yaparsa yapsın karşı koyamayacağını biliyordu. En azından, Nisa'yı bir gün affedeceğini biliyordu.
*******
4 saat sonra.
"Yavuz?" Dedi, Yavuz'un odasına giren, Cafer. Çoktan Gediz'le Devran'ın Yavuz'u sakladığı eve varmıştılar. Zaten burayı tanıyan bilen başka hiçkimse yoktu. Yavuz'un yaşadığından Nisa ve Nadir'in dışında kimsenin haberi yoktu. Nisa'nın haberi olmasının tek sebebiyse planın içinde olmasıydı.
"Sonunda." Yavuz oturduğu koltuktan kalkarak derin bir nefes oldu. "Yarım saat geç kaldın."
"Kusira bakma paşam, trafiği açmanın büyüsüni bulamadim henüz." Diye geveledi, Cafer. Gelirken çok yoğun bir trafiğe tutulmuştu.
"Boş konuşma, yeterince geç kaldık." Yavuz kapıya yürürken hızlıca konuştu.
"Acele etma." Cafer ağır adımlarla takip etti onu. "Masadakileri bilmez misun? Birbirlerini yerken zaman epey bir uzanayi." Haklıydı Cafer. Yeraltında o masaya oturan herkes öncesinde birbirlerine laf sokmakla uğraşırdı.
"Bu benim zaman kaybetmem gerektiği anlamına gelmez." Merdivenleri inerken homurdandı. "Kaybedecek tek dakikam kalmadı." Karısından ayrı artık bir saniye bile geçirmek istemiyordu.
******
Yavuz Payidar.
Araba büyük bir şirketin önünde durdu. İçeride neler döndüğünü çok iyi biliyordum. Herkesin öldü sandığı ben, bu gece o toplantı odasına girecektim. Açıkça hepsinin yüzünün alacağı ifadeyi epeyce merak ediyordum. Kimsenin yaşadığıma dair gram bir fikri yoktu. On gündür ortalıkta olmadığım için herkes çoktan kafasında beni öldürmüştü. Öyle sanıyordular, öldüm sanıyordular. Yaşıyordum. Her ne kadar kabul etmesemde bu durumda Devran'ın payı büyüktü.
Ancak daha sonra beni bir eve tıkması, yine ona aynı kinimi sürdürmeme neden olmuştu. Bir oyun istiyordular, hepsi. Ve ben bu gece o oyunu onlara sunacaktım.
"Geleyim senunle." Dedi yanımda duran, Cafer. "İnat etme, Yavuz. İçeruden birinin ani bir hamle yapmayacaği belli değil." Tüm yolculuk boyunca kafamın etini yiyen, Cafer. Yine devam ediyordu. Bıkkın bir nefes verdim.
"Çok istiyorsan gel." Ona hayır dedikce, son kalan beyin hücrelerimide yakacağını çok iyi biliyordum. Bu yüzden belki de benimle gelmesi daha iyiydi. Eskiden babama, şimdi bana ya da şu anlık Devran'a ait olan şirkete girdik. Çalışanlar yoktu, kapılarda korumalar yoktu. Devran bunlara gerek duymamıştı, bu geceki toplantı bir barış toplantısıydı.
Gün yüzüne çıkarmadığı birkaç gizli nişancısı olduğuna emindim. Eğer Cafer olmasaydı, her şeyden daha önce haberi olurdu. Evden çıktığım zaman korumaları inandıran, Cafer olmuştu. Onlara bir oyun oynamıştık, kalbimin tuttuğunu sanmıştılar. Hastane bahanesiyle evden ayrılıp yarı yolda korumaları atlatmıştık. Devran'a henüz haber uçup uçmadığını bilmiyordum. Eğer planımız yolunda gitmeseydi o evden çıkmama asla izin vermeyeceğini biliyordum. Gediz abi iyi ki evde değildi. Yeraltının önemli isimlerinden olduğundan bugün o masaya o da gitmişti.
Daha fazla onları bekleyemezdim. Hafsa'yı bana getirmeyecektiler. Cafer'den öğrendiğime göre sık sık hastaneye gidiyordu. Kontroller gereği bunu yapıyordu, ve eğer Hafsa benim yanımda olsaydı, sürekli bir yerlere gidip geri dönseydi dikkat çekerdi. Yerim Sırf beni yaşatmak için karımdan ayrı tutuyordular.
Üst kata çıktığımızda toplantı odasından gelen bir takım bağırışları duydum.
"Kardeşimin yakasına yapışıp aşağı çeken sendin orospu çocuğu, hangi intikamdan bahsediyorsun!" Devran'ın sesiydi. Cafer'le aynı anda adımlarımız duraksadı.
"Bu durumdaki tek mağdurun ben olduğumu herkes biliyor." Akgün'ün kendinden bir hayli emin olan sesini duyduğumda, beynimden vurulmuşa döndüm. İleri atılıp odaya dalmak onu kendi ellerimle öldürmeyi çok istedim. Ama sabırlı oldum. Bugün başka planlarım vardı.
"Kanın dökülmesinin ne anlama geldiğini biliyorsun, Devran." Bunu söyleyen Rıfat Turaç'dı. "Senin kardeşin, yeğenimin kanını döktü. İlk gördüğümüz yerde kafasına sıkmak sence de hakkımız değil mi?"
"Tek kelime daha edersen, kafasına sıkılacak tek kişi sen olacaksın." Devran'ın öfkeli sesi yükseldi.
"Devran, bir otur yerine!" Bu ses İshak'a aitti. Onu geri tutmak için çabalıyordu. Yanımda duran Cafer'in bile iki eli yumruk olmuştu.
"Ya öldüyse?" Dedi, yerlatının başka isimlerinden birisi. Önce çıkaramadım, ama daha sonra bunun Ferhat olduğunu anlamak zor olmadı. "İntikamınızı kimden alacaksınız piç kuruları?"
"O zaman konu hepten kapanır." Kemal Ordulu, listemde ismi başlarda olan o isim. Bir gün onunda icabına bakacaktım.
Bugün masada pek kişinin olmadığını biliyordum, sadece önemli olan birkaç isim. Yerlatını gerçekten yöneten kişiler.
İshak.
Devran.
Kemal.
Gediz.
Rıfat.
Akgün.
Ferhat.
Ekrem.
Bora.
Cenk.
Nedim ve Taner.
Geçen sefer masama davet ettiğim birkaç kişi.
Ve Uygar.
Diğer isimler katılmasa bile bu masada olan her şeyin kulaklarına ulaşacağına emindim.
Bilmediğim ve Cafer sayesinde öğrendiğim şeylerden biri de buydu. Uygar. Zahir'in geçmişinden olan bu Uygar'da sandığımdan daha fazla iş vardı. Bugüne kadar ismini hiç duymamamın nedeni kendi yerine hep birilerini göndermiş olmasıydı. Onun henüz düşman mı dost mu olduğunu bilmiyordum, ama son kez onu gördüğümde bana yardım etmeye çalışıyordu. Tabii, öncesinde bizi sattığını saymazsak.
Bize bir zararı dokunmasada, Zahir'in geçimini anlatmış olması bana ihanetten farksızdı. Kardeşime yapılan ihanet bana da yapılmış demekti.
"Ya ölmediyse?" Diye sordu, Uygar'dı bu. Sesini bir kez duyduğum için tanımıştım.
"Her şey açık." Rıfat buz gibi bir sesle konuştu. "Ölmediyse, öldürürüz." Öldürsün bakalım, gerçekten öldürebilecekmiydi.
"Çiçekte koy mezarıma, kuru kuruya ölmek hiç bana göre değil. Ama öyle küçük bir şey istemem. Koca bir çelenk yaptır." Kelimeler ağzımdan dökülürken çoktan kapıyı açıp içeri girdim. Ardımdan takip eden Cafer benimle birlikte içeri girdi.
"Yavuz?" İlk şoku yaşayan Devran olmuştu. Bana bakar bakmaz gözlerinde bariz bir şok belirdi aynı şekilde endişesi ortadaydı. Demek ki henüz hiçbir şeyden haberi yoktu. Aynı şekilde masanın sağında oturan Gediz abinin beni görünce irisleri genişlemişti. Kimse beni burada beklemiyordu.
Akgün'ün adamları anında silahına davranınca, Cafer vakit kaybetmeden silahını çıkarıp Akgün'ün kafasına dayamıştı. Böylece bana gelecek kurşunların karşısını kesmişti. Bu masada gerekli kişilerden biride oydu. Mesela, bana fazlasıyla gerekliydi.
Bazıları şok ifadesiyle, bazıları hayretle beni izlerken başımı dikleştirdim. "Sorun ne?" Bir hayli soğuktu sesim. "Az önce hakkımda fazlasıyla iddialı konuşuyordunuz, şu an susuyor olmanızın sebebi nedir?"
Bazıları gerilmeye başlamıştı.
Akgün'le bakışlarım kesiştiği an yüzündeki hoşnutsuz ifadeyi sezdim. Her ne kadar sakin kalsada ikimizde şu an birbirimizi öldürmeye can atıyorduk. Gözleri usulca Cafer'e kaydı. Aklından ne geçtiğini biliyordum, ve bunu Cafer'de biliyor olacak ki sırıtmaya başladı.
Akgün'e bir oyun oynamıştım. Öyle bir oyun ki, o neyin içinde olduğunu anlamamıştı.
Cafer'in bana ihanet ettiğini sanmasını sağlamıştım. Nisa'ya olan aşkını kullanmıştık. Cafer, Nisa'nın aşkı için bana ihanet ettiğini Akgün'e düşündürtmüştü. Nisa'yıda bu oyuna alet etmiştik. Cafer'in duygularından haberdar gibi görünüp sanki onu ihanet etmeye çekmiş bir kadın gibi davranmıştı. Cafer, tam on gündür benim Devran tarafından tutulduğumu ancak yerimi bilmediğini söyleyerek Akgün'ü oyalamıştı. İkiside rolünü öylesine iyi oynamıştı Akgün hiçbir şey anlamamıştı.
Gerçekten Cafer'in Nisa'nın aşkından dolayı böylesine bir bataklığa çekilip bana ihanet edeceğini düşünmüştü. Bilmediği bir şey vardı ne ben ne de Cafer asla birbirimize ihanet etmezdik. Durum ne olursa olsun, hep birbirimizin arkasında dururduk.
En sonunda, bana gerekli olan her bilgi elime ulaşmıştı. Buna ses kayıtlarıda dahildi.
"Napıyorsun, Yavuz?" Devran dişleri arasında sorarken bakışlarımı ona çevirdim.
"Hakkımda konuşulan her şeye bir son koyuyorum, çünkü görüyorum ben bunu yapmadan siz yapmayacaksınız." Ben böyle bir plan kurmasam, günlerce tutsak yaşamaya devam edecektim.
"Ne demek bu?" Devran hızlıca sordu. "Nasıl bir şeyin peşindesin, Yavuz?" İçlerinden herhangi birisi silahını çıkarıp beni hiç çekinmeden vuracak diye ecel terleri döküyordu.
"Bazı şeylerin, Akgün Turaç'ın bahsettiği gibi olmadığını anlatmak için burdayım." Usulca adımladım. Akıllı tahtanın önünde durduğumda usulca nefesimi verdim. Tüm gözler merakla beni izledi.
"Ne yapmaya çalışıyorsun?" Dedi, Bora. Elinde olsa beni ilk o vururdu biliyordum. Yoluna taş koyacak herkesi itmeye hazırdı.
"Buradan sağ çıkamazsın biliyorsun değil mi?" Ekrem boş bakışlarla konuştu. "Umarım iyi bir planın vardır."
Beni kurtlar sofrasına düşmüş bir kuzu olarak gördüklerinin farkındaydım. Ama tam aksine, burada kurt olan bendim. Onlarsa benim sadece avımdı.
"Hay hay." Başımla masanın üstündeki bilgisayarı işaret ettim. Ferhat usulca kaşlarını çattı, ancak oturduğu sandalyede öne eğilip bilgisayarı önüne çekti. İshak, merakla bakışlarını bilgisayar ekranına dikti. "Eğer delillerim sizin için yeterli olmazsa, seve seve beni öldürebilirsiniz." Her şeyi önceden kurmuştum. O bilgisayarı bile saatler önce Cafer bırakmıştı masaya. Belki bugün biri ölecekti, ama onun ben olmayacağıma emindim.
"Dosyalardan en birincisini aç." Dedim keskin bakışların Akgün'ün kasılan yüzüne dikilirken. Öldüğümü sanmıştı, kendince bir zafer kutlamıştı. Ama yanılmıştı. Ona söylemiştim.
Ölmezde sağ kalırsam, Karadeniz'i yakarım demiştim. Tüm bunlar, sadece başlangıçtı.
Benim zaferim.
Turaç'ların mağlubiyetiydi.
Ferhat dediğimi yaparak bilgisayarın ilk dosyasını açtığı an bir ses dosyası açıldı. İki gün öncesine ait bir ses dosyası. Bunca zaman fazlasıyla dikkatli davranan Akgün'ün ağzından en sonunda istediğim kelimeleri duymayı başarmıştım.
"Ölmediyse bile öldürürüm." Bana olan kini açıktı. Birkaç gün önce Nisa ile yaptığı bir konuşmada herşeyi itiraf etmişti. "Ben tüm bunları boşuna yapmadım, söyle o Cafer'e elini çabuk tutsun."
"Elinden geleni yapıyor." Bu ses Nisa'ya aitti. "Hem zaten, belki de çoktan ölmüştür."
"Ölmemiştir, dokuz canlıdır o." Akgün'ün boğuk sesi devam etti kayıtta. "O gün bunu başaramadım, belki onu Karadeniz'e gömemedim. Ama bu sefer, yapacağım." Ağzından çıkan bir itiraftı. Akgün'ün yalanı tamda burada ortalığa dökülüyordu.
O gün olan her şeyi, sanki ben yapmışım gibi göstermişti. Onu kayalıklara götürmüştüm, kavga etmişiz daha sonra onu öldürmek istemişim gibi göstermişti. O gün Uygar onu omzundan vurduğu için insanları inandırması daha kolay olmuştu. İşte kafamı karıştıran kısım buydu. Uygar, o gün Akgün'ü vurmasına rağmen on gündür tek kelime etmemişti. Herkesin Akgün'ü ben vurmuşum gibi görmesine izin vermişti.
Niyeti neydi bilmiyordum, belki de bu meseleyi benim halletmem için bana zaman tanımıştı.
"Vay vay vay." Ferhat'ın dudaklarında alaycı bir sırıtış belirdiğinde gözlerini Akgün'e çevirdi. "Vermek istediğin bir cevabın var mı?" Masada beni öldürmeye hazır herkes, bu kez oklarını Turaç ailesine dikmişti. Devran'ın bakışları beni bulduğunda bana karşı olan o endişesinin yerini gurur hissi almıştı. Böyle bir şey yapacak olmamı o da beklemiyordu.
"O gün seni öldürmeye çalışan ben değildim." Derken sesime nükseden nefrete engel olamadım. "Beni diri diri öldürmeye kararlı olan sendin. Ancak, saçma oyunların buraya kadardı." Üstüme saldığı kim varsa, bugünden sonra ona düşman olacaktı.
"Bu durumda ölmesi gereken tek kişi sensin." İshak keyifle söylendi. "İzin verirseniz beyler, bunun keyfini yaşamak isterim." Elini belindeki silaha götürdüğü an Rıfat Turaç konuştu.
"Aklından bile geçirme." Fazlasıyla kendinden emindi. "Yeğenime atılan her kurşun, bana gelmiş gibidir." İshak boş gözlerini ona çevirdi.
"Kuralların dışına çıkıyorsunuz." Sabırsız sesiyle konuştu. "Aynı şeyi Yavuz yaptı diye ölüm emri veriyorsunuz, ama konu kuzeninize gelince cömert olmayı mı seçtiniz?"
"Öyle seçtim." Rıfat soğuk gözlerini masada gezdirdi. "Yeğenime elini sürenin iki elim yakasındadır!"
"Sen konuşmayacak mısın?" Gözlerimi Kemal'e çevirdiğimde ona olan tiksintimi usta bir alaycılıkla gizledim. "Oğlunu korumayacak mısın?" Asıl kozumu yeni oynuyordum.
Tüm masanın yüzünde şaşkınlık ifadesi belirdi. Buna Cafer dışında herkes dahildi. Kemal'in o sert ifadesi bir an içinde gözlerim önünde sarsılmıştı. Bunu zaten biliyordular. Bunu bekliyordular. Yaşadığım an onlarıda ifşa edeceğimi bilmeliydiler. Kendi oyunlarına öylesine kapılmıştılar ki, en gizli sırlarını bana söylemiştiler. Bunu benden başka birileri biliyor muydu bilmiyordum ancak esir tutulduğum süre Akgün'ün Kemal'in oğlu olduğunu anlamıştım.
Bunun yanı sıra kurtulur kurtulmaz, Cafer'e her şeyi araştırmasını söylemiştim. Bizden önce bu bilgilere ulaşan Nadir'di. Bu yüzden Cafer ondan gerekli her bilgiyi almıştı. Benim hayatta olduğumu bilen insanlardan biri de Nadir'di. Bu durumda yanımızda olmuş, sırrımı korumuştu.
Daha önce defalarca kez çıkmak istediğim o evden Devran'ın gözetiminden dolayı ayrılamamıştım. Açıkça, her ne kadar gitmek istesemde içimde bir yerlerde böyle ortaya çıkarsam tüm ailemi tehlikeye atacağımın bilincindeydim. Bu yüzden, öncesinde onları bitirecek bilgiler toplayıp çok zor olsa da sabretmiştim. Ancak yine de farketmezdi, ben o bilgileri bulamasam bile bu gece yine tekrar kaçardım.
Ölüm pahasına olsa bile, Hafsa'yı görmek için o evi terkederdim.
"Ne demek bu, Kemal?" Erdem'in sinir sızan sesini duydum.
"Ne oğlu lan?" Nedim kaşlarını çatarak sordu. "Ne oğlu piç kurusu, sen Akgün Turaç'la düşman değil miydin?!" Nedim Maraz ile fazlasıyla iyi bir ilişkisi olan Kemal'in bağlantıları şimdiden sarsılmaya başlamıştı.
Düşman temizlemek için oturdukları masada daha fazla düşman kazanmıştılar. Cafer, rahat bir nefesle silahını indirip beline taktı. Bana göz kırpıtığında yalnızca onun farkedeceği bir tebessüm sundum. Ardından harelerimi masaya çevirdim.
"Sadece oğlu değil." Dikleştirdim başımı. "Rıfat Turaç, Kemal Ordulu'nun anne bir olan üvey kardeşi." İkisinin babası farklıydı, ancak anneleri aynı kişiydi. Her türlü bilgiye ulaşmıştık. Bu on gün içinde biraz olsun dinlenmemiştim. Nisa, eski bilgilere ulaşmış, Cafer bu zamanda eline geçen her şeyi bana getirmişti.
"Ne kardeşi?" Cenk şok içinde sordu. Hızla kafasını Rıfat'a doğru çevirdi. "Daha geçen gün benimle birlik olup bu itin şirketine casus sokmadın mı sen!" Öyle bir öfkenin içindeydi ki şu an yaptıklarını itiraf etmekten çekinmiyordu.
"Hani düşmandınız lan siz!" Ekrem elini masaya vurarak ayağa kalktı. "Nasıl bir oyun oynadınız lan bize!" Silahını çıkarıp Kemal'e doğrulttu. "Bana dost gibi davranıp arkamdan iş mi çevirdin piç kurusu, yaşatır mıyım seni!"
Akgün'ün yerinde rahatsızca kıpırdandığını görmek bana büyük bir keyif verdi. Bugün bu masada olan her şey sadece küçük bir başlangıçtı.
"İndirin silahları." Devran'ın sesiydi bu. Mesafeli ama bir o kadar da temkinli. "Benim masamda birbirinize sıkacak kadar delirmediniz herhalde?" Gözlerini Ekrem'e dikti. "Asıl kan dökersen ben seni yaşatır mıyım?" Elinde olsa Kemal'i bir kaşık suda boğardı. Ancak buradaki haberler dışarı sızmadan böyle bir şey yapmak istemiyordu. Niyetini biliyordum, öncesinde tüm yeraltının benim masum olduğuma emin olmasını istiyordu.
Ekrem sıktı çenesini, boş gözlerle onu izleyen Kemal'e baktı. Ardından öfke dolu bir haykırışla silahını geri beline taktı. Tehdit dolu bakışları Kemal'i terketmezken yerine oturdu.
"İstediğiniz kadar birbirinizi yiyin." Duygusuz ifadem yerini korudu. "Benim bundan sonra yapacak daha önemli işlerim var." Rıfat Turaç'ın gözleri yüzümü tertketmezken aynı şekilde Akgün'ün yeşil hareleri yüzüme kitlenmişti. Masanın üstündeki eli sert bir yumruk halindeydi.
Yerimde haraketlendiğimde, Devran kolumu tuttu. "Dışarısı hâlâ tehlikeli." Gözlerimi masadan çekip ona baktım.
"Başımın çaresine bakarım." Bakardım. Bugün tüm bunları yaptıysam, devamınıda yapabilirdim. Devran bir şey diyecek gibi oldu, ancak ona vakit tanımadan kolumu çektim.
İstedikleri gibi birbirlerini mahvedebilirlerdi. Artık burada olacak hiçbir şey umrumda değildi. Gitmek istediğim tek bir yer vardı. Karımın yanı.
Kapıya yürüdüm, ancak adımlarım duraksadı. En önemli şeyi unutmuştum. "Gitmeden önce." Düz bir sesle konuştum. Usulca vücudumu sağa çevirip Akgün'e baktım. Kuduran bakışlarıyla beni izliyordu. Eğer daha önemli bir işim olmasa onunla daha fazla uğraşır hatta leşini şu masaya sererdim. Ancak bence, şu anlık küçük bir uyarı yeterli olurdu.
Belimden silahımı çıkardım, daha o ne olduğunu anlamadan tek bir ateşle masanın üstünde duran elinin ortasına kurşun sıktım. Acı dolu inlemesi doldurdu odayı.
"Karıma bir kez daha dokunursan, bırak dokunmayı senin ona ulaşmaya çalıştığını bile duyarsam.." Yüzü acıyla buruştuğunda refleks olarak elini geri çekip acıyla kıvrandı. Gözlerinde intikam ateşi belirdi. Sandalyesinde geri yaslanıp yaralı elini tuttuğu an birkaç adımla ona yaklaştım. "İki elinide yerinden söker, köpeklere yem diye atarım. Seni öyle yok ederim ki, kimse izini tozunu bulamaz." Hiç vakit kaybetmeden omzuna bir el ateş daha ettim.
Bunu yaptığım için kimse bana engel olmadı. Rıfat bile, izlemekten başka bir şey yapamadı. Haklı olduğumu biliyordular. Akgün'e daha ağırını yapmam gerekirken şu an onu sadece küçük bir kurşunla uyarmıştım.
"Bu bitmedi." Elinden ve omzundan kan akarken nefesinin altında küfür savurduğunu duydum. Ancak kendini tehlikeye atacak tek kelime etmedi. "Seninle işim bitmedi." Gözlerimi masada gezdirdim. "Andım olsun, bu günden sonra aileme bulaşacak herkese hayatı dar ederim. Yaşatmam!" Gür sesim toplantı odasını doldurdu.
Beni takip eden soğuk bakışları umursamadan arkamı döndüm.
Bugünlük gerçek anlamda burada işim bitmişti.
Daha sonra onlarla uğraşmaya devam edecektim, ama şu an bunlar umrumda değildi.
Artık gönül rahatlığıyla karımın yanına gidebilirdim. İntikam umrumda değildi.
******
Hafsa Payidar.
Hastaneden beni eve bırakan Süleyman olmuştu. Zerda, Özlem'i çoktan uyutmuştu. Aziz abi hâlâ Yavuz'u arama işlemleriyle uğraşıyordu. Gece yarısı çökmüştü. Balkonun korkuluklarına yaslanmış karanlık geceyi izlerken derin bir nefes soludum. İçimde anlam veremediğim huzursuzluk giderek çoğalıyordu. Yüreğimdeki ateş öyle derindi ki sanki her geçen an birazcık daha harlanıyordu.
Yavuz'u özlemiştim.
Deli gibi özlemiştim.
Nasıl dayanacağımı bilmiyordum.
Ben onun yaşayıp yaşamadığından bile habersizdim. Göğsüm bir kez daha daraldığında bakışlarını gökyüzüne çıkardım.
"Anne ne yapacağım ben?" Çaresizlik dilime sarıldı. Hıçkırarak ağlamak istiyordum. Güçlü durmaya çalışmaktan öyle çok yorulmuştum ki dizlerimin üstüne çöküp saatlerce ağlamak istiyordum.
Son zamanlar olanlar, ve ondan önce yaşanan her şey. Ben bunu yeni anlıyordum ama kendimi bildim bileli güçlü olmaya mecbur bir kadın olmuştum. Kaybetmiştim. Herkesi kaybetmişti. Ama bugün, Yavuz'la birlikte kendimide kaybetmiştim. İçimde herhangi bir umutsuzluk olmasın istiyordum. Nasıl kapılırdım umutsuzluğa? Ben Yavuz'un umuduydum.
Eğer ki ben vazgeçmeyi seçersem, o da dönmekten vazgeçmez miydi?
Karnımda hissettiğim huzursuzlukla başımı aşağı eğdim. Titrek bir tebessümle avuç içimi karnıma yasladım. "Sizde benim kadar korkuyorsunuz değil mi?" Şefkatli bir tınıyla karnımdaki çocuklarımla konuşmaya başladım. "Ama korkmayın." Kararlıydı sesim. "Tüm dünyaya karşı gelmem gereksede, size bir zarar gelmeyecek." Elim karnımı okşarken kalbimden binlerce kez tekrarladım.
Babanız dönecek.
"Sevdam." Titrek bir ses duydum.
Bir an delirdiğimi sandım. Bir an, tüm dünya beni derin bir uykuya çekti de ben en güzel rüyaya daldım sandım. Nefesim kesildi. Gerçek anlamda ben hayatı unuttum. Elim refleks olarak demirlikleri sıkarken duyduğum sesin tek bir kişiye ait olabileceğine emindim.
Delirdim. Böyle düşündüm. Çığlık atmam, birilerini çağırmam gerekirdi. Ama ben tam aksine, bu bir rüyaysa ya da delilikse bile bitmesin istedim.
Çok korktum. Bu bir rüya diye çok korktum. Tuttuğum nefesimle birlikte arkamı döndüğümde gördüğüm tek bir şey vardı.
Yavuz.
Dudaklarım aralanırken titrek bir nefes kaçtı ağzımdan. Buradaydı. Balkona geçiş kapısından sadece birkaç adım dışarı atmıştı. Omuzları çökmüştü. Gözleri doluydu. Her an yığılıp kalacak gibiydi. Sakalları uzamıştı. Saçları dağınıktı. Elbiseleri farklı. Ama bir o kadar yorgun, halsiz, yüzü hasret doluydu.
Göğsüm titrek bir nefesle kalkıp indi. Bir adım geri attığımda ellerimi demirliklere yasladım. Belimin arkası demirliklere yaslanırken ben nasıl bir tepki vermem gerektiğini şaşırmıştım. Yavuz kanlı canlı bir şekilde karşımdaydı. Ona yaklaşamıyordum. Çünkü bunların bir rüya olacağından ve benim ona dokunduğum an kaybolacağından korkmuştum.
Yerinden kıpırdamadı. Hareleri ağır ağır aşağı kaydı ve tam karnımda durdu. Bununla birlikte tüm ifadesi yumuşadı. Yanağına doğru akan bir damla yaş yüzünün hatlarını izledi. Kalbim göğsümde deli gibi çarparken ben çoktan ağladığımın farkında değildim. Büyüyen karnımı izledikçe, gözlerinde acılar içinde kıvranan ancak bunun yanı sıra şefkate sarılan bir adam belirdi.
Hareleri, zar zor karnımı terkedip yüzüme tırmandı. Bende öylesine dağınık bir kadın gördü ki sanki bir anda yaralarımı sarıp sarmalamak istedi.
"Geldim, ben döndüm, Sevdam.." fısıltısı doldu kulaklarıma. Hızlı atan kalbim, bir an duracak gibi oldu.
Rüya değildi.
Yavuz Buradaydı.
Benim umudum geri dönmüştü.
Kaybettiğim aşkım, bugün bana geri dönmüştü.
Dizlerimin bağı çözüldüğünde yere düşecektim, ancak öne atılıp kısa bir an içinde yere düşmeden beni yakaladı. Kokusu burnuma doldu. Göğsüm hızlı nefeslerle kalkıp inerken ben uyuşan ellerimle ona tutundum. Ayakta duramıyordum. Gerçek anlamda ben ayakta duracak gücümü kaybetmiştim.
"Yavuz.." Bir aydır onu görmüyordum. Bir aydır hasret olduğum adam kanlı canlı bir şekilde karşımdaydı ve ben felç geçirmiş bir insandan farksız bir haldeydim.
Başını eğip yüzüme baktı. İçinde olduğum durum, gözlerimde beliren bakış onda ağır bir acıya sebep oldu. "Tamam.." derken aşağı eğildi. Sesi titrerken sanki içinden bizi, beni bu hale getirenleri mahvedeceğine and içti. "Tamam, sevdam..ben buradayım tamam." Gözlerimdeki şoku atlatamadım. Usulca bir kolunu bacaklarımın altından geçirdi, diğer kolunu belimin arkasına ve beni kucağına aldı.
Sanki onun da daha fazla yürüyecek gücü kalmamıştı. "Rüya mı görüyorum?" Dolu gözlerimden yaşlar akarken bakışlarımda korku vardı. Elim, gömleğinin yakasına asıldı. Gitmesinden korktum. Balkonu geçip odamıza girdiğinde gözleri bir an olsun yüzümü terketmiyordu.
"Rüya görmüyorsun." Derken, sesine binlerce acı sığdırdı. "Rüya görmüyorsun sevdam." Ah eder gibi fısıldadı, yatağa varıp oturduğu an beni kucağında tuttu.
Ben gerçekten deli olduğuma inanmıştım.
Titreyen ellerimle yüzüne dokundum. Tüm vücudum titrerken genişleyen irislerimle onun yüzünü taradım. Tenine her dokunuşumla kıvrandı. Hal ve haraketlerim onu nasıl yaraladıysa yanağına bir damla yaş aktı.
"Hafsa'm buradayım." İnce parmaklarım sert sakallarında gezindi. Gerçekten buradaydı.
Yavuz gerçekten buradaydı değil mi?
"Yapma." Bileklerimi yakaladı. Başını çok az omzuna eğdi. "Yapma." İnanmıyormuş gibi ona dokunmam, bir deli gibi davranmam sanki ona işkence ediyordu.
"Yavuz.." fısıltıyla konuştum. Bileklerimi çekerek bir kez daha yüzünde gezindirdim ellerimi. Bu sefer daha sert daha fevri. "Yavuz, burada mısın?"
"Yapma, kurban olayım yapma." Bileklerimi tuttu. İki avuç içimide dudaklarına yaslayarak gözlerini kapattı. Birkaç öpücük kondurup kokumu ciğerlerine doldururken sesi titredi. "Yabancıya dokunur gibi dokunma, bana böyle bakma. Rüya değilim, gerçeğim."
Bileklerimi bıraktığı an ellerim kucağıma düştü. Büyük elleri yanaklarımı kavradı. "Ne yaptılar sana?" Deliye dönmüştü. Bıraktığı kadın gibi değildim. "Ne yaptılar sana, Hafsa?" Kaç gündür berbat bir piskolojideydim. Defalarca onun halisyasyonlarını görmüştüm. Açıkça şu an gerçek olup olmadığından şüphe ediyordum.
"Konuş, kurbanın olayım konuş." Çaresizlik her zerresine nüksetti. "Bakma bana böyle, konuş nolursun."
"Gerçek değilsin." Kendimi kandırmaktan çok yorulmuştum artık. "Gerçek değilsin!" Kucağından kalmak istediğim an bir kolu belime sarıldı.
"Nolursun yapma, bak buradayım işte!" Artık, benim gibi o da ağlıyordu. Gözlerinden yaşlar akıyordu.
"Değilsin, rüyasın, gideceksin yine!" Kapattım gözlerimi. Nefeslerim kısıktı. "Gideceksin, yine gideceksin."
"Gitmeyeceğim, nolur bak yüzüme." Her geçen an biraz daha mahvoldu. "Bak bana, yavarırım bak bana. Ne yaptılar sana, Hafsa ne yaptılar sana? Görmüyor musun buradayım, hiç yalan söyler miyim ben sana?"
Aklım bana oyunlar oynuyor sanıyordum. Burada olup olmadığından emin olamıyordum. Tekrardan kendimi onun burada olduğuna inandırıp kaybolmasından öyle çok korkuyordum ki gerçekliğini bile algılayamıyordum.
"Bak ben burdayım." Bakışlarımı kaçırmayayım diye bir elini yanağıma sertçe yasladı. "Yanındayım."
Tuttuğum nefes ağır ağır burnumdan kaçtı. Dolu gözlerimden yaşlar akarken korumacı tavrım usulca sönmeye başladı. "Burada mısın?" Kısık sesim büyük bir güçlükle dudaklarım arasından çıktı.
"Burdayım." Hızlıca konuştu. "Geldim, döndüm. Döndüm, Sevdam. Artık hiçbir şey beni senden alamayacak ben döndüm."
Varlığını hissettirmek istedi, gözlerimdeki şüpheyi silip atmak istedi. Öne eğildi sıcak nefesi yüzüme çarparken üstüme bir kova soğuk su döküldü. Uyuşan vücudum yavaş yavaş sıcaklığa sarıldı.
Bu sefer hayal değildi. Onu hissediyordum.
Yavuz buradaydı.
"Yavuz." Dedim dudakları dudaklarımın üstündeyken. Gözleri dolu doluyken dudaklarıma doğru gülümsedi. Ardından, dudakları yanaklarım haraket etti. Yüzümün her zerresine öpücükler kondurdukca ben onun gerçek olduğuna ikna olmaya başlıyordum.
Usulca başını geri çekti gözlerimini en derinini izledi. "Affet beni zalımın kızı." Beni bu halde gördüğü her saniye canından biraz daha can kopardılar sanki. "Seni koruyamadığım için affet beni." Yıkılmıştı. Onu yıkan beni koruyamadığını düşünmesiydi.
"Buradasın sen." Titreyen ellerimi yanaklarına koydum. Hemen ardından, kollarımı sıkıca boynuna sardım.
"Buradayım." Anında kolları etrafıma dolandı. Yüzünü boynuna gömdü. Burnunu saçlarıma daldırdı. Özlediği kokumu ciğerlerine doldururken bende aynı şeyi yapmakla meşguldüm. Parmaklarımı saçlarına daldırdım. Ani bir refleksle onlara asıldığımı bile farketmedim.
"Yavuz, bana seni unutturmaya çalıştılar." Dediğimde hıçkırarak ağlamaya başladım. Hıçkırıklarımla, kolları bana daha sıkı sarıldı. "Bana seni unutmamı söylediler." İçimde öylesine biriken şeyler vardı ki, hıçkırıklarım odayı doldurdu. "Bana seni unutmamı söyledin." Kokusunu içime çekerken sayıklıyordum. Kendimde bile değildim.
"Allah belamı versin." Kendine isyan etti. "Sana yazdığım her kelime için Allah belamı versin." Nasıl bir durumda olduğu sesine yansıdı. Onun git gite çekildiği suçluluk ve pişmanlık yüreğinde yer edindi.
"Yalvarırım gitme." Gözlerimi sıkıca kapattım. "Rüya olmasın, nolursun bu rüya olmasın."
"Değil." Beni her şeyden korumaya çalışır gibi yakın tutabildiği kadar tuttu. "Her şey gerçek, ben gerçeğim. Ben döndüm, Hafsa'm. Güzel karım, benim umudum. Döndüm. Ben döndüm."
Umudum diyordu. Bana tekrardan umudum diyordu.
"Ağlama." Diyordu ama onun da sesi titiyordu. "Kurban olurum ağlama." Bir elini yanağıma yaslayıp başımı geri çekmemi sağladı. Ancak kollarım asla onun boynunu terketmedi. Islak kirpiklerimle birlikte hıçkırıklarımla omuzlarım titredi.
"Yavuz, ben sensiz öldüm." Yalan değildi. Ben onsuz bir ölüden farksızdım. "Yavuz, neredeydin sen ben sensiz yok oldum.." Bir ay bana asırlar gibi gelmişti. Ve gözlerine kazınan acıdan görüyordum, onun için de bu durum pek farklı değildi.
"Beni senden ayrı tutan herkesin hayatını cehnenneme çevireceğim." And içiyordu. "Seni bu hale getirenleri mahvedeceğim." Onsuzken nasıl bir hale gelmişsem, bıraktığı kadın gibi bulamamıştı beni. Yıpranmıştım, çok yıpranmıştım.
"Ama önce kendimi mahvedeceğim." Doldu gözleri. "Senden ayrı günler geçirdiğim için, daha önce gelmediğim için. Daha önce gelemediğim için Allah beni kahretsin, Hafsa."
"Böyle konuşma." Ağlarken güçsüzce alnımı alnına yasladım. "Böyle şeyler söyleme.." o gerçekten buradaydı. Ben hâlâ inanmak istemiyordum, ancak kalbim bana fısıldıyordu. Buradaydı. Bunu farketmek gözyaşlarımın daha fazla akmasına neden oldu. Ben küçük bir çocuktan farksız ağlarken, canı yandı. Elinde olsa beni içine saklayacakmış gibi daha sıkı sarıldı.
Hafif çıkan karnım karnına baskı yaptığında bakışları aşağı indi. Önce, dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi. Hemen ardından, gülerken dudaklarından bastırdığı bir hıçkırık kaçtı.
"Büyümüşler." Bir aydır yoktu, bu bir ay içinde bana pekte büyük gelmeyen karnım ona fazlasıyla kocaman gözükmüştü. "Allah belamı versin, bu anlarında bile yanında-"
Avuç içimi dudaklarına yasladım. Dolu dolu gözlerim onun yüzünü izledi. Kendi akli dengemi korumaya çalışırken onun da nasıl çöktüğünü, bir ay önceki adam olmadığını farkettim.
"Sensiz hiç uyuyamadım." Omuzlarımı kendime çekerken yaşlar akmaya devam etti. "Beni kollarında uyutur musun? Ama bu sefer gözlerimi açtığımda gitmeyeceğine söz vererek." Gidiyordu. Her gece ben onun beni kollarına aldığını düşünürken, gözlerimi açtığımda yok oluyordu.
"Uyumadın mı?" Acıyla çatıldı kaşları. İçinde öylesine bir savaş başladı ki gözlerinde gerçekten tüm dünyayı yakıp yok etmek isteyen bir adam belirdi.
"Yalvarırım kollarına al beni." Zaten kollarındaydım, ama daha fazlası için yalvarıyordum. "Yavuz..nolursun artık bir rüya olma."
"Olmayacak.." beni sıkıca göğsüne çekti. Burnunu bir kez daha saçlarıma daldırdı. "Uyuyacaksın." Derken sesi titriyordu. "Ve gözlerini açtığında, ben burada olacağım. Yanında olacağım." Usulca haraket etti. Yatağa iyice tırmanıp beni kollarında tutarak uzandı.
"Güzel karım." Acı her zerresini sarsa bile bastırıyordu sesindeki o ızdırapı. "Benim güzel karım." Elim sıkıca yakasına asıldı. Sessiz nefeslerimle kokusunu içime çekerken gözlerimi kapattım.
Yalvardım içimden, defalarca. Gitmesin diye. Bu sefer gitmesin. Bu sefer gerçekti.
"Gerçeksin..." Ağlarken fısıldadım. Anında dudaklarını saçlarıma bastırdı. Kolu belime sıkıca sarılıydı.
"Seni benden ayıran herkese öyle acılar çektireceğim ki." Geri dönüşü olmayacak bir söz veriyordu. "Sana bunu yaşatanları yok edeceğim."
"Ben buradayım, sevdam." Güvence doluydu sesi, Özlem, çaresizlik, binlerce duygulu, ve bir o kadar da aşk dolu. Nasıl da özlemiştim. Onun sesinin tınısını bile özlemiştim. Günlerce süren uykusuzluğumu kokusu öyle bir giderdi ki göz kapaklarım ağırlaştı.
Ben daha fazla uyanık kalmak istedim. Hıçkırarak ağlamak istedim. Ama vücudum öyle yorgundu ki, biliyordum. Yavuz'un döndüğü an ben tüm gücümü kaybedeceğimi zaten biliyordum.
Gücümü kaybetmiştim. Kaybettiğim gücümü Yavuz'dan alacaktım. Parmakları saçlarımda dolandı. Gözlerim kapanmadan önce o fısıldadı. "Canını yakan herkesin eceli olacağım. Seni benden alan herkesin, benim karımı mahveden herkesin eceli olacağım." Acısını büyük bir intikam hissi sardı. Bana yapılanların hesabını soracaktı.
Ben bir deli gibi davranmıştım. Gözlerim kapandığında bile aklımdan şüphe etmiştim. Ve bunun bilincinde olan Yavuz kırk bıçak darbesi yemiş gibi kıvranmıştı.
Bir ayın sonunda beni onun elleri, dokunuşları, kokusu uyutmuştu. Rüya değildi.
Yavuz dönmüştü. Yavuz bana dönmüştü.
Ve ben yarın bunu daha net anlayacaktım buna emindim.
Şu an yorgunluk beni dibe çekmiş, resmen Yavuz'un kollarında bayılmıştım.
Ve Yavuz, bıraktığı gibi beni bulamayınca bir intikam yemini etmişti.
**********
BÖLÜM SONU.
Nasıl buldunuz bakalım ikinci sezonun ilk bölümünü?
Ben aşırı özlemişim buraları, sizleri🫂
Bir ay bir asır gibi geldi bir an jdksjjdd ama sonunda geldikk🙏
En sevdiğiniz sahne hangisi oldu? Alayım cevapları ✨
Bence Yavuz'la Hafsa'nın sahnesi özellikle Yavuz'un inandırmaya çalışmasını yazarken ben kahroldum..
Bundan sonra herkesin canını okuyacak bir Yavuz okuyacağız 🤌
Bölümler yine aynı sırayla devam edecek. 10-15 gün içinde gelecek önceki döngümüze geri dönüyoruz💓
Bölümü atıp bitirdiğime göre şimdi ben kaçıyorum hepiniz seviliyorsunuz gelecek bölüm görüşürüz Allah'a emanet🙏🫂
*
Instagram; Selin_elizzz
selinelizben
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.82k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |