
Hoşgeldiniz🦋 Bol Bol yorum yapmayı ve yıldıza tıklamayı unutmayın.💓
******
Sezen Aksu-Keskin Bıçak
**********
Hafsa Payidar.
Gözlerimi açar açmaz burnuma dolan tanıdık koku birkaç saniye içinde beni mest etmeyi başarmıştı. Usul usul aralanan kirpiklerimle birlikte çok sevdiğim o kokuyu içime çektim.
Yavuz'un kokusuydu.
İlk başta her şey bir oyun sandım. Bir kez daha aklım bana oyunlar oynuyor sandım. Ben dün gece yaşadığım her şeyin bir rüya olduğunu sanıyordum. Oysa, gözlerimi açar açmaz karşılaştığım tek şey Yavuz'un yüzü olmuştu. Açıktı gözleri, yüzümün her zerresini izlerken bir kez olsun dahi gözünü kırpmamış kadar yorgun görünüyordu.
"Yavuz." İsmi döküldü dilimden. Anında bakışları yumuşayabildiği kadar yumuşadı. Gözleri doluydu. Sanki günler sonra tekrar burada, birbirimizin kollarında olmamız onu derinden etkiliyordu.
"Söyle benim güzel karım." Bir eli usulca yanağımı okşadığında günler sonra iyi bir uyku çekmek birazcık olsun vücudumun daha dinç olmasını sağlıyordu. Aklım yavaş yavaş yerine gelirken tüm bu olanların bir rüya olmadığı ağır bir gerçekten farksız yüzüme çarptı.
Varlığı fazlasıyla gerçekti.
Gözlerim yavaşça genişledi. Başımı kaldırırken onun yüzünün her zerresini izledim. Dün gece pek dikkat etmemiştim, çünkü onu gerçek sanmamıştım. Ancak şu an görüyordum ki yüzünde hâlâ iyileşmeye devam eden yara izleri, uykusuzluktan moraran gözaltları, ve hüzünlü bakışlara sahipti.
"Gitmedin." Pütürlü çıkan sesimde bir miktar sevinç belirdi. Ve, o sevinç giderek vücudumun her bir zerresine yayıldı.
"Sana gitmeyeceğim demiştim." Avuç içi yanağıma yaslandı. Kehribar hareleri gözlerime takıldı. Bakışlarını bile öylesine özlemiştim ki tarif edilemez bir duyguydu bu.
"Rüya değildin." Parmaklarım usulca yanağına tırmandı. "Sen gerçekten buradasın, Yavuz."
"Sevdam." Sahiplenir gibi çıktı kelime ağzından. Hâlâ olanlardan şüphe etmem canını yaktı. "Ben gerçekten buradayım, bir daha hiç gitmemek üzere buradayım." Gözlerimin bir kez daha dolduğunu hissettim. Kaç gün böyle uyanmıştım sayısını kaybetmiştim.
Geceler onu düşündüğüm, rüyalarımda gördüğüm, sabah gözlerimi açtığımda kaybettiğim sabahlara uyanmıştım. Ancak bu sefer farkındaydım, her şey rüya olmayacak kadar gerçekti.
"Gitmedin." Derken yüzümü göğsüne gömdüm. Gözlerimden akan yaşlarla dudaklarıma bir tebessüm yayıldı. Günler sonra belki de ilk kez gerçekten gülümseyecek bir sebep buldum.
"Gitmedim güzelim." Beni çekebildiği kadar göğsüne çekti. "Herkesten giderim de bir senden gidemem. Senden asla gidemem, Hafsa."
"Çok özledim." Hasretim sesime yansıdı. Burnumu gömleğine sürttüm, kokusunu içime çektim. "Seni çok özledim, Yavuz." Titrek bir sesle fısıldarken hafifçe yukarı kaydım. Yapabilseydim ona daha fazla sokulurdum. Neler yaşamıştı? Başına neler gelmişti? Düşündüm. Her şey birer birer kafamda canlandı.
Yavuz dönmüştü. Ama bana ne halde dönmüştü?
Eskisinden daha fazla acı çeken bir adam vardı sanki karşımda. Yanımda, yatağımda uzanan kocam sanki bu bir ay içinde biraz daha yok olmuştu. Tek bildiğimiz şey şuydu, Akgün'ün onu öldürmeye çalıştığı. Durum böyleyse, Yavuz'un geriye kalan 20 günde Akgün'ün esareti altında olduğunu anlamak zor olmadı.
"Hasretin yüreğimi öyle dağladı ki.." gözlerini kapatarak burnunu saçlarıma daldırdı. "Sensizlik öyle zordu ki, Allah'ım alsın canımı dedim. Hasretin, ölümden daha ağır güzel karım. Senin hasretin, yüz kez ölmekten daha ağır."
"Çok yorgun görünüyorsun." Ona kıyamıyordum. Ben ona kıyamazken insanlar ona neler yaşatmıştı? "Yavuz, neden bu kadar yorgunsun?" Sorguladım masum bir sesle. Oysa biliyordum. Sadece, bilmekten ve biliyor olmaktan çok korkuyordum. Yavaşça kaldırdım başımı. Gözlerim her geçen an biraz daha doldu.
"Sensizlik yordu beni." Şiir gibi fısıltısıyla konuştu. "Sensizlik her geçen gün biraz daha yaşlandırdı beni." Bir eli belimden kayarak karnıma indi. "Sizin yanınızda olamamak kahretti beni." Yalan söylemiyordu. Bunu biliyordum, ama hayır. Onu yoran daha fazla şeyler vardı. Ve ben bunları duymaktan deli gibi korkuyordum.
"Ne yaptılar sana?" Dediğimde sesimde korku belli oldu. Ben fiziksel bir zarar almamıştı. Peki o?
"Ne yapabilirler?" Onda değişen hiçbir şey yoktu. Sadece, her zamankinden daha yorgun ve acı içindeydi. "Benden seni aldılar, Hafsa." Hâlâ ne kadar öfkeli olduğu, hissettiği o çaresizlik yüzüne kazınmıştı. "Benden seni aldılar, daha ne yapsınlar?"
"Yavuz.." sesim daha fazla titredi. Gözlerinin içine bakarken avuç içimi göğsüne yasladım. Kalp atışlarını hissettim. Hasarlı kalbini tekrar hissettiğimde hıçkırarak ağlamama ramak kalmıştı. "Sana zarar mı verdiler?"
"Beni bırak, sana zarar verdiler mi?" Sanki bunun düşüncesi bile onu deli ediyordu. Gözleri vücudumda gezinirken herhangi bir iz aradığını biliyordum. Bunu dün gecede yapmıştı.
"Yavuz, konuyu saptırma." Her geçen an biraz daha yükseldi içimdeki endişe. Bu sefer onda bir iz arayan bendim. "Söyle, yaptı mı?" Başımı iki yana sallarken ellerimi gömleğinin düğmelerine götürdüm. Görmek istiyordum. Ancak hızlıca yakaladı bileklerimi.
"Ben sana sordum. Cevap istiyorum." Sanki evet dersem bu yataktan çıkacaktı, ve gidip bize bunu yaşatan Turaç ailesini yok edecekti. Ben konuşmadan o konuşmayacaktı.
"Fiziksel bir zarar almadım." Dedim hızlıca. Ardından gözlerim dolandı üstünde. "Şimdi sen söyle, zarar verdiler mi?"
"Hayır." Bana güvence vermeye çalıştığını anlamak hiçte zor olmadı. Dolu gözlerimde kararlı bir bakış belirdi.
"Öyleyse çıkar gömleğini." Görmeden inanmayacaktım. Ellerim titrerken uzanıp çözmek istedim düğmelerini.
"Hafsa, yapma." Bileklerimi tutarak beni incitmemeye çalıştı. Ancak benim titrek parmaklarım onun düğmelerini çekiştirdi.
"Göreceğim!" İnadım inattı. Görmeden, inanmayacaktım. Beni üzmememk için yalan söylemediğini nereden bilebilirdim?
"Güzelim yapma." Gözlerinde beni ikna etmeye çalışan bir bakış vardı. "Hiçbir zarar görmedim."
"Yalan söylüyorsun." Başımı hızla salladım iki yana. "Yalan söylüyorsun çıkar şu gömleğini!"
Son çareyi kaçmakta buldu, hızlıca yataktan kalktığında dolu gözlerim onu takip etti. Çıkıp gidebilirdi, ama benden birkaç adım öteye gidemedim. İki eli iki yanında yumruk oldu.
Benden gizlediği bir şeyler vardı.
Çok ürkekce izliyordum onu. "Yavuz görmek istiyorum." Yalvarıyordum. Bunun için ona yalvarıyordum. "Görmek istiyorum. Canını ne kadar yaktılar bilmek istiyorum."
Başı hafifçe haraket etti. Vücudunun gerim gerim gerildiği göz önündeydi. Ne kadar acı çekmişti?
Ne kadar acı çekmişti ki yine utanıyordu?
Yavuz'u tanıyordum. Ben kocamı bilirdim. Bana ilk kez yaralarını gösterdiğinde bile ondan kaçarım diye öylesine korkmuştu ki hâlâ bana bakışı gözümün önünden gitmezdi. Ama ben onu yaralarıyla sevmiştim, ve o gün geçtikçe buna alışmıştı. Benim onu olduğum gibi sevmeme alışmıştı. Bugün korktuğu şeyse, ondan korkacak olmamdı. Belki de ondan iğreneceğimi düşünecek kadar ağır şeyler yaşamıştı. Bunları düşündükçe biraz daha yok olduğumu hissettim.
Yeni yaraları mı vardı ki onları bana göstermeye utanıyordu?
Usulca ayaklarımı yataktan sarkıttım ve kalktım. Bir adım attığımda aramızdaki boşluğuda kapattım. "Yavuz." Sesim titredi. Elimi kaldırdım ve onun geniş omuzlarından birisine koydum. "Lütfen."
Başını çok az yukarı kaldırdı. Ciğerlerine derin bir nefes çekti. Ardından vücudunu bana çevirdi. Gözlerinde gördüğüm bakış bende hıçkırarak ağlama isteği uyandırdı. Elimde olsa yapacaktım, ama bunu yaparsam bana yaralarını göstermeyeceğinide biliyordum.
Bir şey demedi, bende söylemedim. Elimi omzundan çektim, usulca parmaklarımı gömleğine koyarak düğmelerini çözmeye başladım. Her açılan düğmede, çenesi biraz daha kasıldı. Açılan düğmelerin sonunda, göğsündeki bir iz nefesimi kesti. Ellerim sanki buz kesti. Daha bir bıçak yarası bile beni böylesine parçalara ayırırken ben daha fazlasını görmeye nasıl dayanacaktım?
Gözleri yüzümde gezindi. Canımın nasıl yandığını gördüğü an elleri bileklerime sarıldı. "Yapma." Yaralarını görmemi istemedi. "Yapma, görmeni istemiyorum, Hafsa."
"Ama ben görmek istiyorum." Büyük bir inatla diktim dolu gözlerimi ona. Oysa gram gücüm kalmamıştı. Eğer yapabilseydim yere düşecek gibiydim. Ancak o bunu bilsin istemedim. Yine bana kendini göstermekten utansın istemedim.
Bir şeyler söyleyecek gibi oldu, ancak ciğerlerine derin bir nefes çekti. Ağır ağır bıraktı bileklerimi. Bense, vakit kaybetmeden çözdüm onun kalan düğmelerini. Daha fazla durursam, bunu biraz daha geciktirirsem yapamayacağımı biliyordum.
Üstündeki gömleği geri ittiğim an yeri buldu. Daha omuzlarına tırmanan yanık izlerini farketmek soluğumu kesti. "Hayır.." kelime sessiz bir fısıltıyla döküldü dilimden. Hızla omzunudan tutarak onu hafif yana çevirdiğimde sırtı görüş alanıma girdi. Yavuz gözlerini sıkıca kapattı. Sanki bunları görmem onun ağırına gitti. Bir sürü yerde yara izleri vardı ama sırtı fena bir haldeydi. Bazı yaraları daha iyileşmemişti. Sırtındaki yara izlerinin bir çoğu yanıklardan ibaretti.
Sırtına kızgın demir mi basmıştılar?
Titrek bir nefes firar etti ağzımdan. Boştaki elim refleks olarak dudaklarımın üstüne kapandı. Çok acı çekmişti. Sandığımdan daha fazla canı yanmıştı. Çocukken yaşadığı ne varsa ona yine yaşatmıştılar.
"Yavuz." Konuşamayacak kadar çok ağlamaya başladım. Hızla vücudunu bana çevirdi. Sırtını görmemi engelledi.
"Hayır." Avuç içlerini anında yanaklarıma yasladı. "Bana bak bunun için ağlamayacaksın." Sertti sesi, ama bir o kadar da çaresiz. Sırtında yanıklardan ziyade daha fazla ve başka yara izleri vardı.
Ona işkence etmiştiler.
Yavuz'a işkence etmiştiler.
"Yavuz, kötü.. bu çok kötü.." ben sadece onun iyileşmeye başlayan yaralarını görmüştüm. Çok belliydi, tedavi edilmişti ama buna rağmen kötü bir durumdaydı. Baş parmakları gözlerimden akan yaşları sildi. Gözlerimi bir türlü vücudundan ayırıp yüzüne çıkaramıyordum. Ona neler yaşatmıştılar? Ona bunu nasıl yapardılar?
"Kötü biliyorum, çok kötü." Utanıyordu. "Bakma dedim, sana söyledim."
"Yavuz hayır.." ondan utanmıyordum. Bunu söylemek istedim, ama ağlamam şiddetlendi. Ben sadece acı çekiyordum, onu bu halde görmek canımı yakıyordu.
"Bana bak, Hafsa. Gözlerime bak. Sana bunun için ağlama diyorum." Başını usulca iki yana salladı. Ellerini yanaklarına biraz daha yaslarken zar zor ona bakmamı sağladı. "Ben alışığım, dayandım. Ben dayanırım, Hafsa. Bunların hepsi geçer, ama sen böyle yaparsan, sen ağlarsan ben dayanamam." Kendisi günlerce acılar içinde kalmıştı. Canı çok yanmıştı. Ancak tüm bunlara rağmen tek düşündüğü benim gözümden akan yaşlar mıydı?
"Yavuz, canın çok yanmış." Dudaklarım arasından sessiz bir hıçkırık kaçtı. "Bunu sana nasıl yaparlar, canını yakmışlar..Yavuz seni çok incitmişler." Sadece sayıklıyıp duruyordum. Daha küçük bir çocukken yaşadığı ne varsa tekrar yaşamıştı. Hâlâ nasıl böyle güçlü durabiliyordu? Ben fiziksel bir zarar bile görmemiştim ancak vücudumdaki tüm güç tükenmiş gibiydim. O nasıl hâlâ ayakta durmayı becerebiliyordu?
"Ben dayanırım." Dedi kararlı bir sesle. "Umrumda değil, ne kadar canımın yandığı. Başıma ne geldiği umrumda değil." Yüzüme doğru eğildi. "Benim umrumda olan sensin. Benim umrumda olan burada olmak. Senin yanında." Yanaklarıma doğru akan her yaşı hızlıca sildi. "Ağlama, sana yalvarırım ağlama. Ağlayarak beni güçsüz bir adama çevirme."
"Yavuz.." çaresizce çıktı ağzımdan ismi. Başka ne diyeceğimi bilemedim. Böyle bir durumda ne söylenirdi? Ben onu nasıl teselli edeceğimi bile bilmiyordu. Nasıl dayanmıştı? "Kalbin.." diye döküldü ağzımdan. İşte bu daha fazla ağlamama neden oldu. Elimi kaldırıp göğsüne tam kalbinin üstüne yasladım. Onun hasarlı kalbi bunca şeye nasıl dayanabilmişti aklım almıyordu.
"Benim kalbimde varlığımda sen varsan iyi." Derin bir nefes soludu ve şefkatle fısıldadı. "Seni buldum ya, Hafsa'm. Sana döndüm ya, istersen kırk yıl çekeyim şu acıları, zerre umrumda olmaz."
Her anında beni seviyordu.
Her an, sırf benim için şu acılara dayanıyordu.
"Ağlama." Fısıldadı. "Gözünden akan yaşlar bu yaralardan daha fazla canımı yakıyor." Başımı hafif omzuma eğdiğimde sırf onun için ağlamamaya çalıştım.
Ancak çok zordu, böyle görmek. Onu böylesine görmek benim için öyle zordu ki. "Neler oldu anlat bana." Bir kez olsun güçlü durmaya çalıştım onun önünde. "Neredeydin, neler oldu hepsini." Gözlerinde kararsız bir bakış belirdi. Tüm bunları bana anlatmak istemediğinin farkındaydım. Ancak o ne kadar susarsa, bende o kadar soracaktım. Belki de bu yüzden anlatmayı seçti.
************
1 gün sonra.
Hastane odasında sedyenin yanında oturmuş Yavuz'a bakmakla meşguldüm. Dün bana olan biten her şeyi anlatmıştı. Onca şeyi duydukça daha fazla ağlamış, kendime engel olamamıştı. Çektiği işkenceler, aldığı yaralar, ve kalbinin durumu. Hepsi o kadar ağırdı ki, ne diyeceğimi bilememişti. Daha sonra aynı şekilde, Yavuz benim başıma neler geldiğini sormuştu. Bildiğim üzere benim bir zarar almadığımı Devran'dan öğrenmişti.
Devran ve Cafer.
Bu ikisinden alacağım vardı. Yavuz'u 10 gün boyunca benden nasıl gizlerdiler böyle saçma bir şeye nasıl kalkışırdılar? Gerçekten bana vermeleri gerektikleri çok büyük bir hesap vardı. Kaç gündür nasıl perişan bir halde olduğumu gördükleri halde gizlemeyi nasıl uygun görmüşlerdi? Ve Nadir abi. En çok kızdığım insanlardan biri de oydu. O da her şeyden haberdar olmasına rağmen benden gizlemişti.
Kurdukları oyunu anlatmıştı Yavuz bana. Nisa'yla konuşmuyordum, ama onunda bu planda olduğunu öğrenmiştim. Bir yanım onu anlıyordu, ama diğer yanım elimde olmayan bir şekilde ona kırgındı. Uygar dedikleri bu adam engel olmasaydı, Nisa ciddi bir şekilde bebeklerimin hayatına son verecek o ilacı bana içirebilirdi. Bildiğim üzere henüz Yavuz'un tüm bunlardan haberi yoktu. Ne Zahir'den haberi vardı, ne de diğerlerinden.
Bu sabah kalkar kalkmaz ilk işi Özlem'le vakit geçirmek olmuştu. Sürekli olarak diğerlerinin nerede olduğunu sorup durmuştu. Doğal olarak ona bir şey anlatamamıştım. Diğerlerinin onun arama işlemleri için başka bir yerde olduğunu söylemiştim. Ancak bu yalanı daha ne kadar sürdürebilirdim bilmiyordum.
Zahir abi hâlâ komadaydı, üstelik Yavuz onlarla aynı hastanede ve bundan habersizdi. Buraya gelmiştik, çünkü ilk işim Yavuz'un nasıl olduğunu öğrenmek olmuştu. Kalbinin ne durumda olduğunu bilmeliydim.
Abim, Aziz abi, Zerda, sadece bu üçlü Yavuz'la görüşme şansı bulmuştu. Aziz abi Yavuz'un haberini alır almaz arama işlemlerini sonlandırmıştı. Devran, Cafer, Nadir abi, ve Nisa dışında kimsenin Yavuz'un yaşadığından haberi olmadığı için son ana kadar arama işlemelerinede devam etmiştiler.
"Hafsa, dikme şu gözlerini bana." Deminden beri Yavuz'a dik dik bakmakla meşguldüm. Sabah hastaneye onu getirene kadar canım çıkmıştı. Benimle zaman geçirmek istediğini söyleyip yine hastaneyi geçiştirdiğinde benden iyi bir trip yemişti.
"İstediğim gibi bakarım." Sesimdeki o yorgunluk hâlâ yerli yerinde olsa da Yavuz'un artık yanımda olduğunu bilmek bir nebze olsun beni rahatlatıyordu. Geriye kalan tek isteğim Zahir ve Narin'inde iyileşmesiydi. Duyduğuma göre Narin'in durumu iyiye gidiyordu. Hatta doktor bu akşam taburcu olabileceğini söylemişti. Akşama kadar son kontrollerinide yapıp bırakacaklardı.
Yavuz derin bir nefes çekti ciğerlerine. "Nasıl istersen bak." Derken yumuşaktı bakışları. "Bana kızmanı bile o kadar özlemişim ki, güzel karım bu durumdan şikayet edecek değilim." Her halimizi özlemiştik. Dudaklarımda yumuşak bir tebessüm yer edindi. Ona kızmam gerekirken, bir aydır çektiğim hasreti bunun önünü geçiyordu.
"Nasılsınız? Yolunda mı her şey?" Kapı açılıp Aziz abi içeri girdiğinde başımı sağa çevirdim. Gözleri ikimizin üstünde gezindi. Sürekli olarak yanımızda olup bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını soruyordu.
"EyvAllah." Yavuz usulca salladı başını. "Sonuçlar çıktı mı?"
"Gelirken sordum, çıkmış." Sedyenin yanına ilerledi, bir kolunu omuzlarıma sararken derin bir nefes verdim. Aziz her an her saniye abimden farksız bir şekilde benim yanımda olmuştu. Bu yüzden diyordum ya, o gerçekten benim abimdi.
"Peki ne dediler?" Hızlıca sorduğumda hafif omuz silkti.
"Doktor birazdan gelip söyleyecekmiş." Her geçen saniyede biraz daha içim daralıyordu. Öyle çok korkuyordum ki o sonuçlarda Yavuz'un kalbiyle ilgili kötü bir şey çıkacak diye. Bunca acının karşısında kötü bir şey olmaması mümkün değilmiş gibi geliyordu ve bu beni daha fazla korkutuyordu.
"Tufan'lar nerede?" Yavuz'un şüpheyle sorduğu soru, Aziz abiyi duraksattı. Birkaç saniye bana baktı, ardından Yavuz'a. Bizimkilerin muhtemelen Ceylan'ın yanında olduğunu biliyordum. Zahir'i görmeye gitmiş olmalıydılar.
"Birazdan gelirler." Aziz abi ne diyeceğini bilemez halde geçiştirirken Yavuz tek kaşını kaldırdı. Gözlerini üstümüzde gezdirdi. Ona yalan söylememek için susmayı seçtim. Çünkü biliyordum konuşursam bu sefer dilimden gerçekler dökülürdü.
"Narin abla nerede?" Merak içinde sorarken artık bir şeylerden kuşkulandığını anlamak zor değildi.
"Narin şey de..-" Aziz abinin sözünü kesen açılan kapı oldu. Veli abi, tam zamanında içeri girmişti.
Ailenin doktoru olduğu için artık nerdeyse her kesle o ilgileniyordu. Tüm bu olaylar yaşanırken bile direkt olarak en yakın bildiğimiz için onun çalıştığı hastaneye gelmiştik. Yavuz'un her şeyden habersiz olduğunu bildiği için bir şeyler söylemeyeceğini artık biliyordum.
"Geçmiş olsun, Yavuz." Dedi Veli abi yumuşak bakışlarla. Yavuz'u en az bizim kadar önemsediğini biliyordum. Tüm bu olayları duyunca kendisi bizzat beni aramış bir yardımım dokunursa aramaktan çekinme demişti.
Yavuz'un başına gelenler tüm Karadeniz'in dilindeydi. O masada her neler yapmışsa, herkes bunu konuşuyordu. Bir şekilde kendini aklamayı başarmıştı ve benim için önemli olan buydu. Akgün'ün üstümüze yıktığı o suçtan sonra nihayet ki adımız temizlenmişti. Bu sayede Devran'da rahat bir nefes verebilmişti. Artık peşimize eskisi gibi fazla koruma takmıyordu. Akgün'ün şu an bizimle uğraşacak durumda olmadığını biliyordu.
Çünkü bütün masa bu sefer hem onun hemde Ordulu ailesinin peşindeydi. Öğrendiğim gerçeklerden biri de buydu. Kemal ve Rıfat kardeşti. Beni fazlasıyla şoka uğratmıştı, ancak bu saatten sonra onların başına ne geldiği umrumda değildi.
"Sonuçlar ne abi?" Sedyeden kalkarken öyle hızlı konuştum ki nasıl bir endişe içinde olduğunu fark eden Yavuz bana sakin olmamı ister gibi baktı. Ancak ben şu an sakin olacak bir durumda hiç değildim.
Veli abi elinde tuttuğu dosyalarla bize baktı. Benimle birlikte Aziz abide gözlerini Veli abiye dikmişti.
"İlerlediğini düşündüğünüz bir durum yok." Veli abinin ağzından çıkan sözlerle elim sedyenin kenarına yaslandı. Titrek bir tebessüm dudaklarıma yayıldığı an başımı Yavuz'a doğru çevirdim. Bu durumdan mutluydu, ancak daha çok ben mutlu olduğum için mutluydu. Elini kaldırıp sedyenin kenarına yasladığım elimin üstüne koyduğunda gözlerim hafifçe dolmuştu.
"Ama öyle hemen de sevinmeyin." Derken gözlükleri altından üstümüzde gezdirdi gözlerini. Dudaklarıma yayılan tebsssüm usul usul söndü.
"Niye abi?" Aziz endişeyle sorduğunda Veli abi başını dikleştirdi.
"Durum aynı, kötüleşme olmadığı gibi herhangi bir iyileşmede yok. Aksine, bünyen fazlasıyla zayıflamış." Son zamanlar olanları duymuştu, Yavuz'un kalp yetmezliğiyle bu kadar şeye nasıl dayandığına hepimiz şaşırıyorduk.
"Ne demek bu abi?" Sesim hafifçe titredi.
"Yani, sana buradan çıkış yok." Veli abi ellerini önünde birleştirdi. "Günlerinin bir çoğunu burada geçireceksin, tedavin başlıyor. Evine gidebilirsin ancak her hafta buraya geleceksin. Ciddi bir şekilde tedavine devam edilecek." Yavuz'un elimin üstündeki eli hafifçe sıkılaştığında konuşmak istedi ama ondan önce ben konuştum.
"Tamam." Kabul ettim. "Gereken buysa, burada kalacak."
"Hafsa-" Uyarı dolu sesini duyduğumda başımı ona çevirdim.
"Hayır, bu sefer seni dinlemeyeceğim." Elimi çektim. "Eğer ki bunu reddersen, Yavuz-"
"Ne?" Dedi hızla. "Reddersem ne?"
Topladım kendimi. Her ne kadar zor olsa da yaptım bunu. "Giderim." Şakam yoktu. "Sana yemin ederim ki bu tedaviyi reddersen, kendini benden sonsuza dek ayırmayı göze alırsan giderim." Yutkunamadım. Bu ihtimal ona ne kadar ağır geldiyse gözlerinde yenilgi belirdi.
Bakışlarını Veli abiye çevirdi. "Bunu Devran mı istedi?" Şimdi neden yanaşmak istemediğini anlamıştım. Bana Devran'ın onun için bir tedavi başlatmak istediğinden bahsetmişti. Her ne kadar Yavuz bunu istemese de, ben istiyordum.
Devran belki biraz olsun mahvettiği hayatımızı düzene sokabilirdi. Bunu bize borçluydu.
"Devran'ın ne ilgisi var oğlum?" Veli abi geçiştiren bir sesle kaçırdı bakışlarını.
"O söyledi değil mi?" Gözleri kısıldı. "Ondan gelecek herhangi bir tedaviyi-"
"Edeceksin." Kestim sözünü. "Tedaviyi kabul edeceksin, Yavuz."
"Yavrum." Gözlerini bana çevirdi. Omuzlarım hafifçe çöktü onun bana olan bakışları karşısında. "Yine tedavi görürüm, ama ben ondan gelecek hiçbir şeyi istemiyorum."
"Neden istemiyorsun?" Aziz çattı kaşlarını. "Hayatını mahvettiği yetmedi mi? Bir işe yaramak istiyorsa bırak yapsın."
"İşte tam da bu yüzden istemiyorum." Gözlerini üstümüzde gezdirdi, hemen ardından Veli abiye döndü. "O mu söyledi bu tedaviyi?" Sorduğu soruyla afalladı Veli abi. Ardından derin bir nefesle başını salladı.
"Evet, ama sana en iyi imkanları sağlıyor, Yavuz." İkna dolu bir sesle konuştu. "İlerleme kaydedebiliriz. Tüm bunlar düzenli ilerlerse-"
"Tedaviyi yine kabul ederim, ama Devran'ın eliyle değil." Böyle konuşması artık sinirlerimi bozuyordu.
"Onun eliyle kabul edeceksin." Kararlı bakışlarımı yüzüne çıkardım. "Bunu en çok sen hakediyorsun, sana yaşattığı onca şeyden sonra en azından bunu yapsın."
"Hafsa." Diyerek afalladığında sözünü kestim.
"Bunu bir kez yaşadık, Yavuz." Yalvarır gibiydi bakışlarım. "Nolursun, tekrar yaşatma." Kararlı ifadesi benim dolu gözlerimle kesişince sarsıldı. Bir eli yumruk olurken çenesi kasıldı. Birkaç saniye düşündü.
"Peki." Fazlasıyla isteksizdi, ancak sırf benim için kabul etmişti. Bakışlarını geri Veli abiye çevirdi. "Gereken neyse yapalım." Gülümseyerek başını salladı, Veli abi. "O zaman ben gideyim diğer işlemleri halledeyim." Aziz abi onu başıyla onayladı.
"Sağol abi." Deyip onu yolcu ederken sedyeye oturdum. Bir an gerçekten korkmuştum Yavuz yine tedaviyi redder diye. Ancak son zamanlar yaşanan her şeyden sonra farkındaydım ki artık o da bizi geride bırakmak istemiyordu.
Ona yaklaştığımda bir kolunu belime doladı, beni sol tarafına gelecek şekilde iyice kendine çekti. Burnunu saçlarıma daldırıp kokumu ciğerlerine doldurduğunda gözlerimi kapattım ve elimi göğsüne yasladım. Dudaklarımda küçük bir tebsssüm yer edindi.
"Senin için kabul ettim." Dedi sevgiyle. "Sadece senin, sizin için." Bunu biliyordum. Eğer ben ısrarcı olmasam, Yavuz Devran'dan gelecek bir tedaviyi asla kabul etmezdi. Ayrıca karnımdaki çocuklarımda bence bize fazlasıyla yardımcı olmuştu.
"Biliyorum." Fısıldadım ve elimi göğsüne yasladım. "Teşekkür ederim, Yavuz." Başımı hafif kaldırıp yüzüne baktığımda dudaklarında küçük bir tebessüm yer edindi. Dudaklarını başımın üstüne bastırdı. Bir kolu sıkıca bana sarılıyken Aziz'e döndü.
"Aziz ara bizimkileri de gelsinler." Belki de bazı şeyleri ona anlatmalıydık. "Özledim lan, bir ay oldu hiçbirini göremedim." Yutkunarak Aziz abiyle göz göze geldik. Ona bunu nasıl anlatacağımızı bilmiyordum. En azından Narin'in durumu iyiydi.
Ama gözlerine baka baka kardeşin seninle aynı hastanede komada nasıl diyecektim?
"Noldu?" Sessizliğimizle anlam veremedi. Gözleri önce Aziz'in yüz ifadesinde gezindi. Ardından başını eğerek benim yüz ifademe baktı. Kaşları çatıldı. "Ne oldu?" Tekrar sorduğunda usulca başımı göğsünden kaldırdım. İçimdeki çaresizlik giderek büyüdü.
"Şey Yavuz.." nasıl konuşacağımı bilemiyordum. Bu konu benim içinde fazlasıyla ağırdı.
"Ne gizliyorsunuz?" En başından bir şeylerden şüpheleniyordu. Bakışlarını benden ayırıp Aziz'e çevirdi. "Aziz, neler oluyor?" Aziz abi ne yapacağını bilmez bir durumda yerinde kıpırdandı.
"Bir şeyler yaşandı." Derken konuya girmeye çalıştı.
"Ne gibi şeyler?" Yavuz'un nefesi sanki bir anlığına kesildi. Hızlıca gözlerini bana çevirdi. "Hafsa, korkutmayın beni." Benim gözpınarlarımda parlamaya başlayan yaşları gördükce rahat ifadesi yok olmaya başladı.
"Akgün'ün seni uçuruma götürdüğü gece." Aziz abi benim perişan halimi görünce çok zorda olsa lafa girdi. "Ne olmuş o gece?" Yavuz'un dilinden korkuyla döküldü bu soru.
"Akgün herkesi bir tuzağa çekti." Gözlerimi Yavuz'un üstündeki örtüye indirdim. Neden bilmiyorum ama yüzündeki o acı dolu ifadeyi görmek benim için çok ağırdı.
"Ne demek herkesi?" Hafif öne eğilirken kekeleyerek sordu. "Ne diyorsunuz siz?"
"O gece herkesin başına büyük bir bela açtı." Aziz abi öfkeye sarılan bir sesle konuşurken bir o kadar da çaresizdi. "Sırf onu takip etmeyelim diye herkesi tuzağa çekmiş. Devran'a Narin'i vurdurtmuş. Devran, Narin olduğunu bilmeden onu vurmuş." Yavuz duyduklarını şokuyla Aziz'e bakarken bana olan tutuşu da sıkılaşmıştı.
"Devam et." Derken, aslında duyacaklarından çok korkuyordu.
"Bize de aynısını yaptı, Tufan'la beni de büyük bir tuzağa çekti. Zerda'yı kaçırdı. Ama kurtulduk." Alıştıra alıştıra anlatıyordu. Esas meseleye henüz gelmemişti. Yavuz'un giderek yükselen öfkesini hisettim. Akgün'ün böyle bir şey yaptığından habersizdi. Bu yüzden her saniye sanki onu yakıp yok etmek isteği içinde büyüdü.
"Zahir, Süleyman?" Dediğinde yutkunamadı. Hızla bakışlarını yüzüme indirdi. "Bir şey olmadı de." Dolu gözlerimi örtülerden kaldırıp zar zor yüzüne çıkardığımda bende gördüğü ifade pek hoşuna gitmemişti.
"Hafsa, yapma." Gözlerinde yalavaran bir bakış yer edindi. Sanki umutsuzluk birkaç saniye içinde vücuduna nüksetti.
"Süleyman iyi.." sesim titrerken fısıldadım. "Zahir abi komada." Sözlerimle beyninden vurulmuşa döndü. Gözleri genişlerken nefesi boğazına takıldı. Birkaç saniye içinde yüzü bembeyaz oldu.
"Ne demek komada?" Vücudu gerginleşti. "Nerede?" Aziz'e bakarken çoktan gözleri dolmuştu. Zahir'in onda yeri çok başkaydı. Hepimizde öyleydi. Hepimizde yeri çok başkaydı.
"Burada." Aziz abi çenesi kasılırken konuştu. "Bu hastanede."
Yavuz ani bir refleksle kolunu belimden ayırıp üstündeki battaniyeyi itti. "Hangi oda?" Sorarken aklını kaybetmiş gibiydi. Kolay değildi. Bu olanlar hiçbirimiz için kolay değildi.
Onu ikimizde odada tutamamıştık. İstesek bile yapamazdık. Odanın yerini öğrenir öğrenmez koşar adım üst kata çıkmıştı. Tabii ki aynı çaresizlikle bizde onu takip etmiştik. Üst kata çıkıp odaya yaklaşır yaklaşmaz sırtını duvara yaslayan Süleyman'ın başı kalktı. Gözleri Yavuz'la kesişince Yavuz'un adımları birkaç saniyeliğine kesildi.
Aynı şekilde bizim de adımlarımız kesildi. Ceylan'sa hâlâ camdan bıkmadan usanmadan Zahir'i izlemekle meşguldü.
"Abi." Dedi sırtını duvardan ayıran, Süleyman. Yavuz'un yüzüne bakacak yüzü olmadığını söyleyip ziyaretine gelememişti. Hem Zahir'in başına gelenler hemde daha öncesin de yaşananlar onu derinden etikelmişti.
"Süleyman ne bu halin?" Hâlâ Zahir'i kendi gözleriyle görmeyen Yavuz tüm bu olanlara sanki inanmak istemiyordu. Gözümden akan bir damla yaşı sildiğimde sessizce onları izledim. Yanı başımda duran Aziz'de aynı durumdaydı.
"Abi başaramadım." Dedi, Süleyman. Gözlerimi tavana kaldırıp içime derin bir nefes çektim. Her geçen gün umudu biraz daha sönen Süleyman perişan bir haldeydi. "Zahir'i bu defa koruyamadım." Kimseye bir şey dememişti. Bir şekilde kendini teselli etmiş hepimizin yanında olmuştu, Süleyman. Ancak şu an görüyordum ki onun da artık bazı şeyler için gücü kalmamıştı.
"O ne demek lan?" Yavuz titrek bir nefesle sorarken elini uzatıp Süleyman'ın omzuna koydu ve kendine çekti. Anında Süleyman kollarını ona sararak sarıldığında bu sefer gözyaşlarımı tutma gereği duymadım. Aziz abi bile bu sahneyi dolu gözlerle izlerken biz sadece onlara zaman tanıdık. "Ne bu haliniz, Süleyman.." Yavuz boşlukta gibi konuştu. Hepimizin dağılması, onun bir aylık yokluğunda herkesin perişan olmasını şoklar içinde izliyordu.
"Başaramadım abi, biz sensiz kimseyi bir arada tutmayı başaramadık." Haklıydı. Açıkçası bunu farketmiştik. Bizi bir arada tutan Yavuz'du. Bu güne kadar herkesi koruyacak bir yol bulan, bir şeyler için uğraşan Yavuz'du. Onun yokluğu herkesi derbeder etmişti.
Süleyman sıkı sıkı Yavuz'a sarılırken konuştu. "Yüzüm yoktu karşına çıkmaya affet abi." Yavuz'un yaşadığını öğrendiği an sevinçten ağlamış ancak karşısına çıkamamıştı. "Affet abi, geride bıraktığın aileyi bir arada tutamadım."
"Hiçbirimiz yapamadık lan." Aziz konuştu titreyen sesini bastırarak. "Tüm suç sende değil, biz de yapamadık." Tüm suçu Süleyman kendisinde görsün istemiyordu. Aslında kimse suçlu değildi. Tüm bu olanların tek suçlusu Akgün'dü. Hepimizin hayatını mahvetmişti.
"Zahir?" Dedi Yavuz, hafifçe geri çekilip gerilen suratıyla izledi Süleyman'ı. "Zahir nerede?" Süleyman yorgun ifadesiyle başını Ceylan'ın içeriyi izlediği cama doğru salladı.
"İçeri girmemiz yasak." Dediğinde gözleri dolu doluydu. "Durumu iyi değilmiş." Yavuz ellerini usulca Süleyman'dan ayırdı. Yaşlarla dolu olan gözlerini cam pencereye çevirdi. Adımları büyük bir isteksizlike onu oraya götürdü.
Büyük bir korkuyla camın önünde durup içeri baktığında Ceylan ağır ağır bakışlarını ona çıkardı. Zahir'in haline öylesine odaklıydı ki bizim burada olduğumuzdan haberi bile yoktu. Ceylan, dünyadan kopmuş gibiydi. Onun tek odağı Zahir'di. Öyle çok seviyordu ki, Zahir'i ona bir şey olur diye ödü kopuyordu.
Yavuz'un irisleri hafifçe genişledi. Sanki her an yere düşecek gibiydi. Kardeşlerinden herhangi birini böyle bir durum da görmek istemezdi. Ve şu an olan tam da buydu. Zahir abiyi o kablolara bağlı görmek içinde bir şeyleri kırıp dökmüştü. Göğsü ağır nefeslerle kalkıp indi. Gördükleri ağırdı. Onun için tüm bunlar her şey çok ağırdı.
İleri birkaç adım atıp yanına ilerledim. Böyle bir durum da yalnız kalsın istemedim. Benim hemen ardımdan Aziz bir kolunu Süleyman'ın omzuna atarak onu kendine çekti.
"Yavuz.." dediğimde sesim büyük bir titreklikle çıktı ağzımdan. Elimi kaldırıp omzuna koymak istedim ancak o ağır adımlarla ileri yürüdüğünde bunu yapma şansım olmadı.
"Aziz-?" Cafer'in sesini duydum. Zahir'i ziyarete gelmiş olamlıydı. Koridora girer girmez Aziz abi elini kaldırıp durmasını ister gibi baktı ona. Cafer susarak yavaş adımlarla yaklaşıp Süleyman ve Aziz'in yanında durdu. Sertçe yutkundu ve Yavuz'u izledi. Az çok olanları anlamıştı. Yavuz burada olduğuna göre olan biten her şeyi de öğrenmişti.
"Nasıl lan.." aklı almıyordu. "Nasıl lan!" İyice yaklaşıp iki elini cama yasladığında nefesleri hızlandı. "Ne demek durumu iyi değil?" Başını çevirdi diğerlerine. "Nasıl, lan nasıl!" Deli gibi konuşurken geri indirdi gözlerini camdan Zahir abinin yüzüne.
"Bu ne lan?" Nefes alamıyordu. "Bu halin ne, Zahir!" Sanki onu duyuyormuş gibi bağırdığında titrek bir hıçkırık kaçtı ağzımdan.
Zahir abiyi bu halde görmek onu mahvetti. Ve beni de mahvetti. Abim dediğim adam hâlâ gözlerini açmamıştı. Yavuz'sa, abisini kaybediyordu. Bu durum ne zaman bitecekti? Zahir abi ne zaman uyanacaktı?
Yavuz kurtulmuştu, peki Zahir abi?
Zahir abiye baktıkça biraz daha ezilip yok oldu. "Kardeşim lan o benim!" Daha fazla görmeye dayanamaz gibi çekildi ve elini saçlarına daldırdı. "Nasıl yapar lan, nasıl yapar!"
"Kim?" Dedi Ceylan, sanki ilk kez dünyaya geri dönmüştü. "Kim yapmış?"
"Öldüreceğim onu, bu sefer sağ bırakmayacağım!" Yavuz ani bir refleksle koridoru koşar adım yürüdüğünde gözlerim genişledi. İstediğim son şey bile olmazdı Yavuz'un kendini tehlikeye atması.
"Yavuz, hayır!" Peşine takıldım. Benimle birlikte hiç vakit keybetmeden Cafer takıldı. İstediği şey gidip Turaç ailesine bulaşmaktı. Düşüncesi bile yüreğime korku saldı. Bunu yapamazdı. Bu sefer izin veremezdim.
"Yavuz, dur ula!" Yavuz'un bu hastaneden çıkıp herhangi birinden hesap sormaya gitmesi bile ona zarardı. Zahir abinin başına gelenlerin, tüm bu yaşananların intikamının alınmasını elbet istiyordum. Ama bu yolda Yavuz'u kaybetmek istemiyordum.
"Yavuz nolursun dur!" Merdivenleri indiğinde koşarak bende indim. Aziz peşimize takılmadan önce Cafer ona burada kal der gibi bir bakış atmıştı.
"Yavuz!" Koşarak önüne geçtiğimde nefes nefese kalmıştım. Ellerimi omuzlarına koyarak durdurdum onu. "Dur, lütfen!"
"Hafsa, bırak!" Yüzüme bakmıyordu. Çünkü biliyordu, bakarsa gidemezdi.
"Hayır bırakmam." Bir kez daha onu kaybedemezdim. Bir kez daha kendini böylesine bir tehlikeye atamazdı. Ya yine aynı şeyler olursa? Kalbim deli gibi çarpmaya başladı. "Yalvarırım gitme." Ellerimi kaldırıp yanaklarına koydum. "Nolur gitme, nolursun." Bir adım daha atarsa ben tüm gücümü kaybedecektim. Öyle bir hale gelmiştim ki bir saniye olsun Yavuz'u gözümün önünden ayırmak istemiyordum.
Bir şekilde onun bana bakmasını sağladım. "Kardeşimin halini görmedin mi?" Omuzları çökerken çekip gitmemek için kendini zor tutuyordu. "Kardeşimi o hale o getirdi, seni, bizi bu hale o getirdi. Kafasına sıkmalıydım. Orada o piç kurusunun kafasına sıkmalıydım!" Bunu yapabilirdi, ancak o an tek düşündüğünün ben olduğunun farkındaydım.
"Yapma." Sesim güçsüz bir fısıltıydı. "Benim dayanacak gücüm kalmadı, nolursun yapma, Yavuz. Nolursun, sadece yanımda ol." Elimi hızla indirip onun elini yakaladım. Avcunu karnıma yaslamasını sağladım. Çocuklarımızı hisettsin hisettim. "Sana yalvarırım beni tekrar kimsesiz bırakma." Sıktığı dişleri eşliğinde çenesi seğirdi. Yapabilseydi giderdi. Ama yapamadı.
Yenik düştü. Beni kendine çekip kolları arasına aldığında rahat bir nefes verdim. "Nasıl dayanacağım, Hafsa ben." Güçsüzdü. İkimizde güçsüzdük. "Kardeşimi o halde görmeye nasıl dayanayım, nasıl durayım, seni bu halde görmeye nasıl dayanayım, bizi bu hale getirenlerin yanına nasıl kar bırakayım bunca şeyi?"
Sadece Zahir abinin durumu değildi onu delirten. Bunun farkındaydım. Bende onun beklediği gibi değildim. Gerçekten hepimiz bir köşeye dağılmış ve mahvolmuştuk.
"Gitmeni istemiyorum." Derken kapattım gözlerimi. "Seni bir daha kaybedersem ölürüm-"
"Sakın, sakın, sakın.." boğuk bir fısıltıyla çıktı kelimeler ağzından. "Sakın devamını getirme."
Onu bir şekilde sakinleştirmeyi başarmıştım. Her an kalkıp gider diye gözümün önünden ayırmıyordum. Şimdi hastanenin kantininde oturmuştuk. Cafer bizi baş başa bırakmak için geri diğerlerinin yanına dönmüştü. Yavuz'la yan yana oturduğumuz için onun bir kolu omzularıma sarılıydı ve bende başımı onun göğsüne yaslamıştım.
"Biraz daha iyi misin?" Diye sorduğumda verdiği nefesin saçlarıma çarptığını hissettim.
"Değilim desem ne işe yarar." Gözlerini gezdirdi kantinde. "Zahir canıyla cebelleşiyor ben nasıl iyi olayım." Ne kadar ağırına gittiğinin farkındaydım. "Benden gizlemişler, kaç gündür bunu benden gizlemişler, Hafsa." Eğer Yavuz tüm bunları bilseydi her zamankinden daha fazla çaba gösterir Devran'ın korumasından bir şekilde kurtulurdu. Bu yüzden gizlemiş olmalıydılar.
"İyi olacak Zahir abi." Başımı usulca kaldırıp ona baktım. Buna inanmak istiyordum ve onun da inanmasını istiyordum. "Kurtulacak, bizi geride bırakmaz o."
"Kurtulur değil mi?" Dedi Yavuz güvence arayarak. "Bir şey olmaz değil mi, Hafsa? Benim kimseyi kaybedecek gücüm yok. Yapamam, bu sefer dayanamam."
"Bir şey olmayacak." Dudaklarıma zorla da olsa bir tebessüm yerleştirdim. "Bak görürsün, kurtulacak Zahir abi." Yavuz dönmüştü, herkes iyiydi. Ve geriye sadece Zahir abi kalmıştı. O da iyi olursa, hiçbir sorun kalmayacaktı. Böylece belki de bizde sonunda mutlu olmayı başarabilecektik.
"Dediğin gibi olsun, Hafsa'm." Bana inanıyordu. "Senin iki dudağın arasından çıkan ne varsa hepsi gerçek olsun. Aksini kaldıramam." Olacaktı. Dediklerim umarım ki gerçek olacaktı.
Yavuz'un parmakları saçlarımda dolanırken bir süre öyle kaldık. En sonunda görüş alanımıza giren Devran Yavuz'un dikkatini çekti. Parmakları saçlarım arasında donup kalırken yüzüne baktım. Bakışlarında yer edinen o soğuk ifadeyi sezdim. Devran'a kızgındı. Ondan tüm bunları gizlediği için. Aynı kızgınlığı Cafer içinde geçerliydi, ancak bir konu vardı ki Cafer'i kıracağına o Devran'ı kırmayı seçiyordu.
Kalkmak istediğinde kolunu tuttum. "Yavuz, bulaşma." Desemde kabul etmedi.
"İzin ver, Hafsa." Buna ihtiyacı vardı. Birilerinden hesap sormak istiyordu. Akgün'e gitmesine izin vermediğim için belki de bu sefer oklar ondan gerçekleri gizleyen Devran'ı bulmuştu.
İsteksizce kolunu bıraktım. "Ne işin var senin burada?" Ağzından çıkan ilk soru bu olmuştu. Kantine girip birkaç adımda duran Devran'ı izlerken ona Yavuz kadar bende kızgındım.
10 gün boyunca bana Yavuz'un varlığından tek bir haber bile vermemişti.
En azından iyi olduğunu söyleyemez miydi?
"Seni görmem lazımdı." Devran düz bir sesle konuştu. Ancak burada göreceği tek şeyin öfke olduğundan emindi.
"Ne konuşacaksın?" Yavuz sordu hızla ve onun tam karşısında durdu. "Yine hangi yalanları konuşacaksın, Devran efendi?"
"Yalan yok, öğrendiğini duydum. Gelip görmek istedim."
"Eserini mi?" Yavuz'un Devran'a olan öfkesi ve kırgınlığı asla geçmeyecekti bunu biliyordum. Bence hiçbirimizin geçmeyecekti. Onu anlıyordum, onu bir yerde anlıyordum. Hayatı mahvolmuştı, sağlığı elinden alınmış, gençlik yılları mahvedilmiş ve bir intikam istemişti.
Ancak bizi de bu intikamda yakmasını asla anlayacak değildim.
"Hayır." Dedi Devran aynı tınıyla. "Sinirini kimseden değil, benden çıkar diye. Cafer'e kızma diye. Ondan da susmasını ben istedim."
"Bana söylemeliydin." Yavuz'un elleri iki yanında yumruk oldu. "Bilmek hakkımdı. Kardeşim canıyla uğraşmış, benim karım her gün biraz daha yok olarak beni beklemiş. Bilmek hakkımdı, bana seni beklemiyor dedin, mektubu okudu sana inanmıyor artık dedin!"
Duyduklarımla şoka girdim. Gözlerim anından Yavuz'u terkedip Devran'ı buldu.
"Ne?" Bunu yapmış olamazdı.
Yavuz'un bakışları usulca bana kaydı. Bunu böyle dile getirmek istemesede ani bir öfkeyle yapmıştı. "Bunu dedin mi?" Derken Devran'a baktım. Gözlerimde gördüğü kırgınlık onu rahatsız etmiş gibi bakışlarını kaçırdı.
"Yapmazsam zaptedemezdim." Gözlerini zorda olsa bana çevirdi. "Bu yalanı söylemesem, durmazdı. Onu 10 günde olsa koruyabildiysem bunun sayesinde yapabildim."
"Ne diyorsun ya sen?" Devran Payidar beni her gün biraz daha şoka uğratmayı başarıyordu. "Ne diyorsun sen!" Yavuz'a onunla kavga etme derken şu an kendim bir kavgaya girmeye razıydım. "Her gün nasıl perişan olduğumu göre göre ona bunları mı anlattın? Sen ne kadar aşağılık bir adamsın!" Yavuz'a beni böyle nasıl anlatırdı? Bunu nasıl yapardı!
"Başka çarem-" kendime daha fazla engel olamadım. Elimi kaldırdığım gibi Devran'a tokat attım. Tokadın gücü öyle sertti ki tüm kantinde çarpma sesi yakınlandı ve herkes bize bakmaya başladı. Devran'ın kafası sağa savrulurken gözlerini sıkıca kapattı. Yavuz bile benden bunu beklemiyordu. Ancak hiçbir engelde bulunmadı. Hissiz bir şekilde izledi.
"Hayatımızı mahvediyorsunuz." Dişlerim arasından çıktı laflar. "Her gün biraz daha!" Beni Yavuz'dan vazgeçmiş bir kadın diye anlatması sandığımdan daha fazla yakmıştı canımı. Çektiği acılar yetmemişti tüm bunların üstüne Yavuz birde benim ondan vazgeçtiğimi düşünüp bunun acısıyla mı uğraşmıştı?
Yavuz uzanıp kolumu tuttu. Beni daha fazla strese sokmak istemiyordu. Nazikce geri çekti. Hemen ardından Devran'ın karşısında durdu. "Nasıl gizlersin, Zahir'in canıyla cebelleşdiğini benden nasıl gizlersin!" Bir cevap istiyordu. Kaç gündür bizden habersiz bu durumda olmak onu mahvetmişti.
"Seni korumaktı niyetim-"
"Beni korumak mı?" Tükrürü gibi çıktı kelimeler Yavuz'un ağzından. "Sen beni korumuyorsun, bunu o kafana sok artık!" Kolumu bıraktığı gibi Devran'ın yakasına yapıştı. "Benden acısını gizlediğin o adam var ya, senden daha fazla abi oldu bana!" Devran'ın yüzündeki o düz ifade sarsılırken Yavuz onu sarstı. "Senden daha kardeş oldu bana, acısını gizlediğin o adam senden daha abi bana!"
Devran tek kelime edemedi. Böyle bir durumda diyecek neyi vardı? İşleri düzelteyim derken nasıl her seferinde daha da berbat ediyordu?
"Seni gördüğümde hisettiğim tek şey ne biliyor musun?" Yavuz tüm öfkesini kusuyordu. "Silahımı alıp da kafana sıkmaktan başka bir şey istemiyorum. Abi değilsin, sen her fırsatta benim canımı daha çok yakacak seçimleri yapan beni tanımayan bir yabancısın!" Devran'ı yakasından tutarak geri itti. "Elimden bir kaza çıkmadan defol git!" Devran geri sendelerken gözleri birkaç saniye Yavuz'un yüzünde kaldı. Bir şey demek ister gibi dudakları aralandı. Ancak yapamadı.
Kendini savunamadı.
"Neler oluyor?" Narin'in sesini duyduğumda bakışlarımız oraya döndü. Yanındaki hemşire yardımıyla biraz dolaşmak amaçlı aşağı inmiş olmalıydı. Doktor artık iyi olduğunu söylediği için daha fazla sedyede durmak istemiyordu.
Yavuz henüz Narin'i ziyarete gidememişti. Ve şimdi onu burada çökmüş halde gördüğünde biraz olsun kendine hakim oldu. "Bir şey olduğu yok abla." Narin'e olan saygısı her zaman yerindeydi. "Ziyarete gelmiş, gidiyordu."
Narin'in gözleri bizi terkedip Devran'ı buldu. "Devran, konuşmamız lazım." Dedi. Ancak Devran başını çevirip onun yüzüne bakmıyordu. Nedenini biliyordum. Şu an yaşananlar ve Narin'i istemeden de olsa kendi elleriyle vurması onun yüzüne bakmasına engel oluyordu.
"Konuşmamız lazım." Diye tekrarladı, Narin. Bir rica ya da beklenti yoktu. Sadece olacakları söylüyordu. Bir nevi emir veriyordu. Devran derin bir nefes çekti ciğerlerine. Zorda olsa başını kaldırıp Narin'in yüzüne baktı. Bir tek ona bakarken asla gizleyemediği pişmanlığı gün yüzüne vurdu.
"Konuşalım." Derken daha fazla gücü kalmamış gibiydi. Her şeyi eline yüzüne bulaştırmakta üstüne yoktu. Devran Narin'in yanına yürüdü. Hemşire ile birlikte ortadan kaybolduklarında Yavuz'a baktım.
Devran'ın önünde gizlediği o hüzün bir anda ortaya çıktı. Omuzları çökerken aslında hâlâ abisine kıyamadığını farketmek boğazımda bir yumuru oluşturdu. "İyi misin?" Sorumla birlikte gözlerini onların kaybolduğu boşluktan çekerek bana baktı.
"Bir sen varsan iyiyim." Sessizce konuştu. "Onun dışında hep kötüyüm, Hafsa. Sen varsan iyiyim ama sen yoksan, ben perişanım." Bir kez daha güç aldı benden. Kollarını sararak kendine çektiğinde tuttuğum nefesimi usulca verdim. "İyi ki varsın, iyi ki varsın sevdam."
"Perişan olmana bir daha izin vermeyeceğim." Yemin eder gibi konuştum. "Kaderin bile artık seni perişan etmesine izin vermeyeceğim."
"Yine çok güzel konuşuyorsun zalımın kızı." Yorgundu sesi. "Tutacak mısın sözlerini?"
"Tutacağım." Diye fısıldadım göğsüne doğru. "Tutacağım zalımın oğlu."
Gerekirse kadere karşı bile savaşacak, ama Yavuz'u kaybetmeyecektim.
*********
Narin Ordulu.
Aşağı indiğimde gördüğüm şey kardeşin kardeşle kavga etmesi olmuştu. Artık onlara kardeş denilebilir miydi onu bile bilmiyordum. Yine de, ne yaparlarsa yapsınlar sanki hâlâ birbirlerine bağlı bir yanları vardı. Devran'ın gereksiz gururu Yavuz'unsa haklı olan kırgınlığı asla bitmiyordu. İkisinin bu halde olduğunu görmek bazen canımı acıtıyordu.
Çünkü eskiden böyle değillerdi.
Adı üstünde eskidendi. Eskiden, Devran Yavuz'dan bahsedince gözlerinin içi gülerdi. Hatırlıyordum, Yavuz'dan, Cafer'den, ailesinden bahsederken nasıl da gururlu olurdu..Oysa şu an gözlerinde gördüğüm tek şey pişmanlık, duygusuzluk ve geçmişe kırgınlıktı.
Ona üzülmemem gerekirdi biliyordum. Bunu yapmamalıydım. Ancak neden hâlâ kalbime söz geçiremiyordum? İçeride bir yerlerde nasıl oluyordu da hâlâ ona özlem duyuyordum?
Hayatımı mahvetmişti. Devran Payidar, benim aşık olduğum adam beni çaresiz bir kadına çevirmişti. Öldü sanmıştım. Karnımda çocuğumla, ben onu kaybettim sanmıştım. Geri dönmemiş, bana iyi olduğuna dair tek bir haber göndermemişti.
Senelerce onun yokluğuyla mahvolmuştum. Bu da yetmez gibi benden daha annesine muhtaç olan bebeğimi almıştılar. Onu kollarıma aldığım gün benden ayırmıştılar. Kokusuna doyamadan almıştılar. Bir annenin ahını almıştılar. Ahım nereye giderlerse gitsinler onların peşindeydi.
Bana yaşattıklarını unutmamıştım. Ne öz annemi babamı affederdim, ne de Payidar ailesini.
Kızımı senelerce görememiş, ona sarılamamış, saçlarını okşayamamış, kokusunu bilememiştim. Yüreğime yükledikleri acı öylesine büyüktü ki ateşi asla dinmemişti. Ve Devran, o benim kanayan yaramdı. Nasıl affederdim? Affedemezdim.
Bir yerim çığlık çığlığa onu affet dese de diğer yanım ondan nefret et diye bağırıyordu.
Ölmüştü, inanmamıştım.
Cenazesi olmuştu, gidememiştim.
Bana onun mezarının yerini bile söylememiştiler.
Ve ben yedi sene bunun için ağlamıştım.
En azından o evden çıkıp mezarına gidip bir çiçek bırakmayı istemiştim. Ancak bana bunu bile çok görmüştüler. Kızımı ayırdıkları yetmez gibi ölü bir adamı bile ziyaret etmeme izin vermemiştiler. Ve yıllar sonra, benim öldü sandığım adam tozlanmış bir albümle çıkmıştı karşıma. Hayatımı altüst edecek, daha fazla cehenneme çevirecek şekilde.
Tüm bunlar hâlâ bana bir rüya gibi hisettiriyordu. Şu an sedyede oturup arkama yaslanmış ona bakarken o da sedyenin ayak ucunun önünde durmuş gözlerini yüzüme dikmişti. Aynıydı bakışları. Nefret ediyordum bundan ki bana olan bakışları bile değişmemişti.
Nasıl bir azaptı bu?
"Yavuz'la neden kavga ediyordunuz?" Sorduğum ilk soru bu olduğunda omuzları hafifçe aşağı indi. Adam akıllı bir söhbetimiz yoktu. Onu gördüğüm her yerde kavga etmelere doyamazdım. Şu ansa yaralı olduğumdan ayrıca bununla daha fazla uğraşmak istemediğimden sakin kalmayı seçmiştim.
"Uzun mesele." Anlatmayacağını biliyordum. "İyi misin?"
"Sıktığın kurşunun beni öldürüp öldürmediğini soruyorsan, merak etme ölmedim görüyorsun ya sağım. Bu sefer de başaramadın." Dilimin acı olduğunu biliyordu. Ben hiç çekinmeden iğneleyici tavrımı kullanırken sözlerimle nasıl ezildiğini gördüm.
"Sen olduğunu bilmiyordum." Bana bunun açıklamasını daha önce de yapmıştı.
"Bu sefer bilmiyordun." Kaldırdım kaşlarımı. "Ama daha öncelerde biliyordum. Mesela, bana bir haber vermediğinde. Mesela, korkak gibi gizlendiğinde. Mesela, aptal intikamınla hepimizin hayatını mahvettiğinde." Kollarımı göğsümde kenetledim kısık gözlerim onu terketmezken. "Yani şansına küs, bu sefer de ölmedim."
"Narin o nasıl laf?" Ağırına gidiyordu. "Sana ölsem zarar vermem ben." Alaycı bir nefes verdim. Hemen ardından canımın yanmaasına rağmen dudaklarım arasından güçlü olmayacak bir kahkaha kaçtı.
"Eminim." O kahkaha dargın bir tebessüme dönüştü. "Eminim vermezsin."
"Narin imalı imalı konuşma bana." Üstünde olan baskı onu boğuyordu. "Hiçbir zaman niyetim seni incitmek olmadı."
"Devran bana masal okuma." Sert bir şekilde karşılık verdim ona. "Sen beni yedi sene önce karnımda bir çocukla bırakırken fazlasıyla incittin."
"Neden herkes her şey benim elimdeymiş gibi davranıyor?" Daha fazla kendine hakim olamadığını sıktığı ellerinden anladım. "Hayatımın içine ettiler benim, hakkım olanı istedim diye suçlu muyum?"
"Hakkın olan neydi?" Öfkeyle konuştum. "Beni, bizi geride bırakmak mı?"
"Hayatım!" Diye yükseldi. "Benim bir hayatım vardı, benim bir hayalim vardı. O hayallerde sen vardın! Elimden aldılar, sadece senin değil benim de hayallerimi aldılar, geri dönüp de sana birlikte kurduğumuz o hayalleri yaşatamayacaksam dönmemin ne anlamı vardı?"
"Hayaller umrumda değildi!" Çok sıkılmıştım bu konuyu tekrarlamaktan. "Bana sen lazımdın!" Bağırdığım için yaram acıdı ve ben yüzümü buruşturdum. Ancak yüreğimin acısına eş değer olamazdı bir kurşun yarası.
"Sana Devran Payidar lazımdı, tek ayağını bile oyanatamayan senelerce sana ayak bağı olacak bir adam değil, kolay mı olacaktı?" Uzun zaman sonra içinde birikenleri kusuyordu. Gözlerinin hafif dolduğunu görmek canımı acıttı. "Hiçbir şey yapamazdım, sana dokunamazdım, seni koruyamazdım, ben bizi bir arada tutamayacak kadar aciz bir durumdaydım!"
"Sen sadece intikam istedin!" Kendi gözleriminde dolduğunu hisettim. "Bahane üretme!"
"O intikam benim hakkımdı." Titreyen sesinde öfke vardı. Başını salladı. "Benim hakkımdı, bana çok gördüğünüz şey benim hakkımdı. Ölüme terkettiler beni, benim öz babam beni ölüme terketti, ne yapacaktım? Yanına mı bırakacaktım?"
"İntikamın aşkımızdan büyük müydü, Devran?" Kırgındı sesim. O öfkeli ifadesi anında sarsıldı. Bunu yapmak istemiyordum, ancak küçük çocuklar gibi ağlamaya hazırdım.
"İçime gömdükleri acı aşkımızdan büyüktü." Elini kaldırdı, beni gösterdi. "Seni bir acı haline getirdiler." Aynı elini göğsüne götürüp işaret parmağıyla kalbini gösterdi. "Seni, kızımızı bir acı haline getirip benim kalbimin en derinine gömdüler." Yanaklarıma birkaç damla yaş aktı.
Nasıl bir yanım onu deli gibi anlıyordu?
"Hanginizin acısını sustursaydım, Narin?" Artık onun da yanağına bir damla yaş aktı. "Kendimi sustursam sen bağırdın, seni sustursam kızımız bağırdı. Kolay mıydı? Benim için kolay mıydı? Tüm dünyam başıma yıkıldı kolay mıydı sanıyorsun?"
"O zaman neden dönmedin?" Ağlarken sordum. Ağlamak bile yasaktı bana, ama elimde değildi.
"Dönemezdim. Ne dönecek yüzüm vardı, ne gücüm." Yumuşak bakışlarının altında çaresizlik belirdi. "Bir sene boyunca kafam hariç tek bir kasımı haraket ettiremedim, kızımız doğmuştu ben daha başımı kaldıramıyordum. Sonra aldığım haberler her şeyi daha da berbat etti. Benim kızımı zehirli bir yuvaya bırakmıştılar-"
"Seni nasıl affedeyim, Devran ben?" Sözlerim böldü onun cümlesini. "Seni nasıl affedeyim?"
Sorduğum soru ona ne kadar ağır geldi bilmiyordum. Ama, sustu. Ağzını açıp edecek tek kelime bulamadı. Çok derin ve hassas bir yere dokunmuştum.
"Bana bir sebep ver." Başımı iki yana sallarken titriyordum. "Bana bir sebep ver ki affedeyim seni."
Hareleri bir an olsun terketmedi yüzümü. Düşündü. Bir şeyler söyleyecek gibi oldu. Ancak, biliyordum geçerli bir sebep bulamadı. O kadar çok istedim ki ağzını açıp tek kelime etsin, bana geçerli bir sebep versin ama yapamadı. Gözlerimi kapatarak başımı önüme çevirdiğimde daha fazla ağlamamak için direndim.
"Seviyorum seni." Dediğinde kalbim tekledi. Gözlerim anında açıldı. Önüme çevirdiğim başım aynı hızla ona döndü. Yenilmişti. Sanki çok büyük bir savaşta yenilmişti. "Geçerli bir sebep değil mi? Ben hâlâ çok seviyorum seni."
"Değil." Dedim çok zorda olsa. "Sevgin artık geçerli bir sebep değil." Doğru hisettirmesi gerekiyordu, ta ki Devran'ın kalbinin kırgınlığının gözlerine yansıdığını görene kadar.
Söylediğim her şeyden pişman oldum ama devam ettim.
"Sevgi her şeyi affetmez, Devran." Sert bir şekilde yutkundu. Artık sevgisinin bile gözümde bir değeri olmadığının farkındaydı. "Senin sevgin zehirden başka bir şey değil. Her gün biraz daha yok ediyor beni. Öldürüyor, bu sevgi mi? Sevgi öldürmez. Söylesene sen neden öldürüyorsun beni?" Gözlerini kapattığında başını aşağı eğdi.
İkimiz içinde ağırdı tüm bunlar. Hâlâ bir tarafım onu seviyordu. Nasıl bir şeydi bir türlü anlam veremesemde kalbimin onun sözleriyle hızlandığını bana her yaklaştığında teklediğini biliyordum. Hissetmek istemiyordum. Artık ona karşı bir şeyler hissetmek istemiyor ancak duygularımın önüne de geçemiyordum.
Bildiğim tek şey şuydu, bizim bir olurumuz yoktu.
"Bana verecek bir cevabın bile yok." Artık yorgun hissediyordum. "O yüzden, bir daha sakın beni sevdiğini dile getirme." Onun sevgisinden şüphe ediyordum ve bu sandığımdan daha fazla canımı acıtıyordu.
"Sen dile getirme dediğinde bu geçmeyecek." Başını kaldırmadı ama gözlerini açıp bana baktı. "Sana olan sevgim, aşkım geçmeyecek."
"Benim aşkına bir inancım kalmadı." Hâlâ onun sözleriyle hızlanan kalbimi susturdum. "Sana dair inançlarımın hepsi yok oldu. Yedi sene Devran." Gözlerim hafifçe genişledi. "Yedi sene." İçli içli konuştum. "Bir sene değil, üç sene değil, Allah'ın cezası adam dört sene de değil. Yedi sene! Tek bir haber yok, tek bir geri dönüş yok. En acısıda ne biliyor musun?" Sedyemde öne doğru eğildim. Karnımdaki yaranın acısı çoğalıyordu. "Ben köpek gibi bekledim seni!"
Her kelimenin üstüne bastırarak konuştuğumda düz ifadesi sarsıldı. Gözlerinde beliren suçluluk her geçen saniye yüzünede yayıldı.
"Bekledin mi?" Dediğinde sanki nefesi boğazına düğünlenmişti. Bunu beklemiyordu. Devran ölmüştü. Kim neden ölü bir adamı beklerdi ki? Oysa ben hissetmiştim. Onun yaşadığını, bir gün geri döneceğini hissetmiştim. Sonra delirdiğimi düşünmüştüm, o gelmeyince yeşeren tüm umutlarım çürüyüp yok olmuştu.
"Bekledim." Ağlamaklıydı sesim. "Ve seni beklediğim her güne lanet olsun." Sessizlik oluştu. Kelimelerim cam misali onun kalbine battı. Ama ikimizinde canı yandı.
İkimizinde gözleri dolu dolu, dargın, ve efkarlı bir şekilde baktı yüzlerimize.
"Beni beklediğin her güne lanet olsun?" Sandığımdan daha fazla kırmıştı bu cümle onu. "Yalanlar söyleme, Narin. Bana olan aşkın bitti mi?"
"Sana nefretten başka bir duygum kalmadı." Gerçekçi bir tiksinti ifadesi takındım. "Nefretimde sana hediyem olsun, Devran Payidar. O bile çok sana." Yüz ifadesi kasıldı. Her geçen an karşımda biraz daha ezilip yok oldu.
"Hiç mi bir şansımız yok diyorsun?" Hâlâ çabalamaya çalışıyordu.
"Yok diyorum." Başımı salladım iki yana. "İki cihan gelse, yine yok." Gözlerimi önüme çevirdim. Birkaç saniye durdu öyle, ardından haraketlendi. Arkasını döndü, gitmek için.
Kaçacaktı yine.
Her zaman olduğu gibi.
Alışmıştım artık. Garip hissettirmiyordu, her meselede arkasını dönmesine çekip gitmesine fazlasıyla alışmıştım. Dolu gözlerim önümü izlerken işler pekte beklediğim gibi gitmedi. Vücudunu bana çevirdi, bakışlarıda farklı bir cesaret belirdi. Sedyenin yanına ilerlediğinide neler olduğuna anlam veremedim. Ben daha ne olduğunu anlamadan tek dizini sedyeye yasladı, elleri yanaklarımı avuçladı. Yüzüme yaklaştığında sert bir şekilde yutkundum.
"O zaman it beni." Dedi gözü kara bir ifadeyle. "Bir olurumuz yok diyorsan, uzaklaştır beni." Nefesi yüzüme çarpacak kadar dibime girdiğinde kalbimin hızı durmadan çoğaldı.
"Devran, saçmalıyorsun." Çok istedim onu itmeyi, ellerim havalandı. Ama daha ona ulaşamadan yarı yolda durdu. Çünkü gözlerimiz kesişti.
İçimde öldürdüğüm, en derinlere gömdüğüm aşık kadını tek bir bakışı diriltti sanki. Öylesine bir acı ekti ki yüreğime, ne gidiyordu ne de geçiyordu. Kokusunu hissediyordum, ben onu hissediyordum. Daha fazla koklamak, sarılmak, hatta onun yanında olmak istiyordum. Sevgi affederdi. Ancak ben affetmek istemiyordum.
Peki nasıl yapacaktım?
"Saçmalamıyorum." Dedi fısıltıyla. "Benden vazgeçtiğine ikna et beni, inandır beni. İnandır ki bende senden uzak durayım."
"Vazgeçtim senden." Güçsüz ellerimi onun göğsüne koyarak itmeye çalıştım. "Sende vazgeç benden." Gözlerimi izledi. Ardından dudaklarında hisli bir tebessüm belirdi.
"Nerede bende o yürek yardan cayacak?" Göğsüne koyduğum ellerim kitlenip kaldı. Gözlerime daha fazla yaşlar dolduğunda bakışlarımı yüzüne çıkardım. Hıçkırarak ağlamak geldi içimden.
Bana hatırlattığı şeylerle işkence ettiğinin farkında bile değildi.
****
2017.
"Dileğini tut." Elindeki küçük meyveli pastaya baktığımda ağzımdan küçük bir gülüş kaçtı. Evden market adıyla çıkmıştım. Devran'ın arabasında oturmuş onun elinde tuttuğu çikolatalı meyveli pastaya bakıyordum. Tam ortasına küçük bir mum takmıştı.
"Hm.." Gözlerimi yukarı çıkarıp birkaç saniye düşündüm. Bu ifademi izlerken güldüğünü duydum. Ardından harelerimi onun yüzüne indirdim. İçimden tek bir şey diledim.
Hiç ayrılmayalım.
"Tuttum!" Heyecanıma bir kez daha güldü. Gözleriyle pastayı işaret etti. "Üfle bakalım."
Başımı öne eğerek mumu kısa sürede söndürdüm. Ardından ellerimi birbirine çırptığımda çocuksu hallerim hoşuna gitmiş gibi tebessüm etti. Pastayı ikimizin arasındaki kolçağa bırakıp can alıcı gülüşüyle beni izledi.
"Ne diledin?" Diye sorarken aynı anda plastik çatalları çıkarmakla meşguldü.
"Söylemem." Bana uzattığı çatalı aldım. "Hem söylersem, gerçekleşmez."
"Yapma, Narin." Devirdi gözlerini. "Böyle şeylere inanma, dilek dilektir. Söyle ya da söyleme gerçekleşir." Göz kırptı. "Benim gibi deli divane bir adama söylesen, net gerçekleşir. Sonuçta aşkından geberiyoruz, yani bana söyleyeceğin bir dileğin gerçek olmamasına imkan yok." Elini uzatıp işaret parmağıyla burnuma vurdu. "Çünkü ben senin tüm hayallerini gerçek yaparım."
Başımı geri çekip elimle burnumu ovuşturdum. Gözlerimi kıstım. "Yalancı."
"Sensun ula yalanci." Şivesine baş vurdu. "Ne zaman ne yalanimi gördin de bakayim?"
"Görmedim." Çatalımı pastama batırdım ve koca bir lokma aldım. "Ama bu görmeyeceğim anlamına gelmez, erkek değil misiniz? Yalan sizin soyadınız gibi bir şeydir."
"O zaman şansına küs, çok yakında sende yalancı olacaksın." O da benim gibi çatalını pastaya batırkeken kaşlarım çatıldı.
"Nedenmiş o?"
"Yakında benim soyadımı alacaksında ondan." Keyifle sırıttı. "Artık iki yalancı karı koca yaşar gideriz." Anında yanaklarım kızardığında çatalımı omzuna vurdum.
"Aklın fikrin evlilikte!"
"Her saniye her dakka." Keyifle pasta yemeye devam etti. "Seni karım yapmanın yollarını arıyorum."
"Yalanlar vaat etme bana." Dedim nazlı bir şekilde. "İnanmıyorum, ya vazgeçersen benden? Cayıp caymayacağın ne malum?"
"Nerede bende o yürek yardan cayacak?" Duyduğum sözlerle gözlerimi yüzüne çıkardım. Dudaklarımda seğiren tebessüme engel olamadım. Kalbimin hızlı atışını duyduğumda yanaklarımdaki kızarıklık her geçen an çoğaldı.
Kalbimi nasıl çalacağını biliyordu.
******
Şimdiki zaman.
"Git." Dediğimde ağlamanın eşiğindeyim. "Çık dışarı!" Onu iterken dikişlerimin acımasını bile umursamadım. Elleri ayrıldı yanaklarımdan.
"Gitmem!" Derken artık onun da sesi titriyordu. "Ben senden ne yapsam gidemem!"
"Defol!" Onu var gücümle ittiğimde canım daha fazla yandı. Yaralı olduğum için beni zorlamadı. Sendeleyerek geri çekildiğinde öfkeyle konuştum. "Geçmişin bir aynası gibi dikilme karşıma, yeter! Sen eski adam değilsin, ben eski kadın değilim yeter artık!" Bağırdığım için canım daha çok yandı, elimi karnıma götürdüğümde sızan kanı hisettim. Dikişlerim patlamıştı.
Yutkundu. Gözleri elime indi. Endişe bir anda yüzüne sarıldı. "Haraket etme, doktoru çağıracağım." Dedi, ardından hızla çıktı odadan. Daha fazla edecek lafı yoktu. Canım ağladıkca daha çok yanıyordu. Başımı geri yasladım ve sakin olmaya çalıştım. Ancak kalbim şu an kurşun yarasından daha kötü bir haldeydi.
*******
Hafsa Payidar.
Zahir abinin camının önünde durmuş içeriyi izliyorduk. Onu bu halde görmek her türlü canımızı yakıyordu. Yavuz' baktığımda ne kadar çaresiz bir durumda olduğunu anlıyordum. Cafer, camla karşı karşıya olan sandalyelerden birine oturmuş sessizce bize bakıyordu. Yavuz onunla da ufak çaplı bir kavga yaşamıştı ve şimdi ikiside konuşmuyordular.
Aziz ve Süleyman gözlerini ikisi arasında götürüp getirdi. Gerçek anlamda herkes bir yerlere dağılmış gibiydi.
"Hafsa?" Abimin sesini duyduğumda başımı kaldırdım. Bizim yanımıza gelirken gözleri kısa bir an Yavuz'a kaydı. Hepimizin çaresiz bekleyişi onun için yabancı değildi.
"Abi." Diye ona cevap verdiğimde diğerlerine baktı. Camın önünde durduğunda gözleri Zahir abinin haraketsiz yatan bedenine kaydı. Yüzünde hüzünlü bir ifade yer edindi. Bana baktığında bir gelişme yok der gibi başımı iki yana salladım.
"Yavuz?" Elini Yavuz'un omzuna koyduğunda sessizce ikisini izledim. "İyi misin?"
"Olacağım." Yavuz gözlerini bir kez olsun Zahir'den ayırmadan konuştu. Abim birkaç saniye ona baktı. Ardından sesli bir nefesle elini çekip diğerlerine döndü. Cafer'in yanına yürüyüp oturdu.
"Zerda ve Özlem?" Diye sordum abime bakarak.
"Zerda Narin'in yanına götürmek istedi. Daha fazla gizleyecek bir şey yok, Özlem sürekli olarak Narin'i sorup duruyordu." Usulca başımı salladım. Özlem'i daha fazla kandırmanın mümkün olmadığını biliyordum.
"Affedersiniz." Park yeri görevlisi bize doğru yaklaştığında bakışlarımız ona döndü.
"Sizin arkadaşınız olduğunu söyleyen bir kadın geldi montunu almak için. Arabada kaldığını söyledi. Ama mont bahanesiyle arabaya binip uzaklaştı." Mahçup tavırları yüzünden belliydi.
"Kimin arabası?" Dedi Aziz merakla.
Gözleri Süleyman'a kaydı. "Süleyman bey'in."
"Ne?" Süleyman yutkunarak sorarken anında bakışlarımız onu buldu.
"Kime verdin lan arabayı?" Abimin şaşkın sesiyle Süleyman hızla ona baktı.
"Ceylan'a." Olamaz.
Yavuz düşüncelerinden sıyrılarak Süleyman ve Aziz'e baktı. "Bir şey anlattınız mı kıza?"
"Biz, çok ısrar edince anlattık-"
"Delirduniz mi ula siz!" Cafer hızla ayağa kalkarken kaşları çatıldı.
"Arabada silah vardı." Süleyman endişeyle konuştu. "Abi, kendini tehlikeye atacak bir şey yapmasın." Onun sözleriyle hepimiz endişe içinde birbirimize baktık. Ceylan böyle bir şeyi yapabilirdi. Son zamanlar piskolojisi hiç iyi sayılmazdı. Ve öğrendiği bunca şeyden sonra etrafına saldırmaya meyilliydi.
"Kemal'in evine gidecek." Yavuz tedirgin bir sesle konuştu. "Başına bela açacak." Park görevlisine döndü. "Bizim arabaları hazırlat!" Yutkunarak onlara baktım.
"Yavuz." Dedim endişyle, Ceylan'a bir şey olmasını istemiyordum. Ama Yavuz'unda gitmesini istemiyordum.
"Bir şey olmayacak." Birkaç adımda bana yaklaşıp ellerini yanaklarıma koydu. Alnıma hızlıca bir öpücük kondurdu. "Yalnız olmayacağım, emin olabilirsin."
İçimdeki korku yerini koruyordu. Ancak abimlerinde onun yanında olacağını bilmek bir nebze olsun rahatlattı beni. "İshak'ıda arayın, tek başınıza gitmeyin."
"Endişelenme." Bana güvence verdi. Ardından Süleyman'a baktı. "Hafsa'yı eve götür, burada daha fazla durmayın." Aziz'e döndü. "Zahir'in yanında kal." Aziz hızla başını salladı ve onayladı onu.
"Bizi haberdar edin abi." Süleyman yanıma gelirken telaşlı sesiyle konuştu. Yavuz başını salladı, yüzüme, daha sonra belirginleşen karnıma baktı. Tekrar gözlerimin en derinine bakarak bana her şeyin düzeleceğini ima eden o bakışını sundu.
Son kez alnıma bir öpücük kondurup arkasını döndü ve koşar adım diğerleriyle gitti. Abimler onu takip ederken ben huzursuzluk içinde arkalarından bakakaldım.
"Gel yenge." Süleyman abi edasıyla yanıma yaklaşıp kolunun altına aldı beni. "Eve bırakayım seni." Ona baktım, ardından ağır ağır başımı salladım.
Gitmeden önce Narin'in yanına uğradık. Devran olanları öğrenince İshak'ı aramış Yavuz'dan önce iletişim kurup onları bizimkilerin peşine takmıştı. Narin'in dikişlerinin değiştiğini öğrenmiştim. Neden bilmiyordum ama Devran'la aralarında geçen bir sorundan sonra dikişlerinin patladığına emindim. Belki de kendini fazla zorlamıştı. Ancak şu an iyiydi, hemen halledilmişti.
Doktor değerlerinin iyi olduğunu söylemişti. Taburcu işlemlerini halledip çıkmıştık hastaneden. Aklım ve fikrim Yavuz'dayken düşünmek pek kolay değildi. Eve vardığımızda bir elim karnımı bilinçsizce okşuyordu.
Henüz ne bir arama vardı ne de bir ses. Ceylan içinde endişeliydim. Başına herhangi bir bela açmasını istemiyordum. Lakin şu an ne yaparsak yapalım bizi dinlemeyeceğinide biliyordum. Zahir abinin başına gelenler onu tamamen alt etmişti. Tüm duygularını çökertmiş geriye sadece intikam hissi bırakmıştı.
"İyi misin kardeşim?" Koluma giren Zerda'nın sorusuyla ona baktım. Küçük bir tebessüm ettim. Asla beni yalnız bırakmayan her daim yanımda olan kız kardeşim yine benim için endişe duyuyordu.
"Çalışıyorum." Sözlerimle birlikte afalladı ardından diğer eliyle kolumu okşadı.
"Narin inat etme!" Arabadan gelen seslerle bakışlarımız geri döndü. Devran Narin'in kapısını açmış onu indirmeyi teklif ederken Narin yardımını tamamen reddedip kendisi çıktı arabadan. Onların hemen ardından arka koltukta oturan Özlem indi. Gözleri bir an olsun anne ve babasından ayrılmıyordu.
"Yürürüm ben." Dedi büyük bir hırsla. "Senin yardımına ihtiyacım yok." Devran tek kaşını kaldırdı. Narin'in daha ilk adımda sendelemesi aynı anda hepimizin yüzüne endişe yaydı.
"Yürümüyor, koşuyor MaşAllah." Diye söylendi, Devran. Hemen ardından Narin'i kollarına aldığında Narin'in ağzından şok dolu bir ciyaklama kaçmıştı.
"Napıyorsun!" Hepimiz şaşkın bir şekilde onları izlerken Devran rahat bir sesle konuştu.
"Sana yardımcı oluyorum." Narin' taşımak onun için öyle kolaydı ki bunu tek koluyla yapıyordu.
"Yardım istemedim." Narin öfke dolu bakışlarını dikti Devran'ın yüzüne. "İndir beni."
"Canım seni indirmek istemiyor." Gülerek onları izleyen Özlem'i farkettim. İkisini durumundan bir hayli memnundu. En azından o mutluydu.
"Senin canından bana ne ulan!" Narin'in sert sesi doldurdu bahçeyi. "İndir!"
Devran dilini damağına vurdu. Hemen ardından gözleri onları izleyen Özlem'i buldu. Harelerinde yumuşak bir bakış belirdi. "Özlem bizi izliyor." Diye fısıldadığını duydum sonunda haraket edip eve yürürken. "Yerinde olsam fazla bağırmazdım, malum çocuk piskolojisi. Çocuğumuzun piskolojisini bozmak istediğini düşünmem." Yanımızdan geçerken söylediği her şey resmen hem bizi bozguna uğratıyordu hem de kafamızı karıştırıyordu.
"Senin piskoloji düşündüğün mü var hayvan herif!" Devran Narin'i eve sokarken Narin'in sesi giderek uzaklaştı. Didişerek yukarı kata çıktıklarına emindim. Aralarında olan biten nasıl olacaktı bilmiyordum.
Devran Narin'i bir an olsun yalnız bırakmıyor, bunun yanı sıra artık kızına babalık yapıyordu. Sanırım bir şeyleri gerçekten düzeltmeye çalışıyordu.
Süleyman Özlem'i kucağına alıp ardından omuzlarına oturttu. "Söyle bakalım cimcime, ne yapalım sana? Karnın açtır."
"Bir şey istemiyorum ben!" İki elini Süleyman'ın kafasının iki yanına koydu. "Narin ablanın yanına gidelim, onları izlemek daha keyifli!"
Narin ve Devran'ın didişmesi ona bir şekilde keyifli geliyordu. Onun bu haline hepimiz buruk bir tebessüm ettik. Özlem bu kötü dünyadan habersiz, gülücükler saçan bir çocuktu. Yaşadığı hiçbir şeyi haketmeyecek kadar masumdu. Ancak bu aile, onu da mahvetmişti.
"Gidelim bakalım." Gözleriyle içeriyi gösterdi, Süleyman. "Hadi yengelerim."
Süleyman'ın peşinden ikimizde içeri girdik.
Aradan yarım saat kadar bir zaman geçmişti. Narin'in yerinin rahat olmasını sağladıktan sonra mutfaktaydım. Özlem'in muhtemelen karnı acıkmıştı. Onun için bir şeyler hazırlarken bir yandan da Yavuz'u düşünmekle meşguldüm. Bildiğim kadarıyla henüz telefonlara cevap vermiyordular. Ve tüm bunlar beni daha fazla strese sokuyordu.
Sandalyede oturmuş önündeki resimli kitabı inceleyen Özlem'e baktım. Dudaklarımda küçük bir tebessüm yer edindi. Sabırla onun için hazırlayacağım kahvaltıyı bekliyordu. Bunu kendim istemiştim, her ne kadar Zerda kendini yorma ben yaparım dese de zaman geçsin diye yapmak istemiştim.
Mutfağa giren Devran gözlerimi Özlem'den çekmeme sebep oldu. Onunla herhangi bir söhbete girme gereği bile duymuyordum. Yaptığı onca şeyi geçtim, en son Yavuz'a benim hakkımda yalan yanlış şeyler söylemesi yeterince sinirlerimi bozmuştu. Ve bence ona attığım tokatı sonuna kadar hakediyordu.
Üst dolaptan bir bardak alıp musluktan ona su doldururken bende önümde yemek yapmaya devam ettim. "Bakıyorum da buraya baya alıştın." İğneleyici bir şekilde konuşurken kendime engel olamadan bir söhbet başlattım. Birkaç saniye sessiz kaldı, suyun bardağa dolmasını bekledi. Ardından musluğu kapattı.
"Gidecek başka bir yerim olduğunu sanmıyorum." Dedi elinde tuttuğu bardakla birlikte arkasını dönüp tezgaha yaslanırken. "Burada olmamdan rahatsız mısın gelin hanım?"
"Elimde olsa direkt Karadeniz'i terk et derdim." Ona baktım samimiyetsiz bir ifadeyle. "Ama Özlem için bunu yapmayacağım." En azından Özlem'in bunca şeyden sonra ailesini hakettiğini düşünüyordum.
"Haksızsın diyemem." Derin bir nefes soludu ve kızına baktı. "Ama gitmem." Gelişi güzel konuşurken sesine yansıyan acıyı duydum. "Yine aynı hataları yapmam."
"Yanındaki herkesin kaybolup gitmesinin sebebi sensin." Kazandaki yemeği karıştırırken konuştum. "Hayatın mahvedildi, seni bu konuda yargılayamam." Başımı kaldırıp ona baktığımda artık o da bana bakıyordu. "Ama herkesi kendinden uzak tutmayı seçen sendin. Yavuz ve Cafer'i abisiz bırakan." Sesimi kıstım. "Sevdiğin kadını yok edip kızından ayrı kalmayı seçen sendin."
Bakışları boştu. Ancak ben biliyordum, o bakışların altında büyük bir pişmanlık yatıyordu. Suçluluk yiyip bitiriyordu onu, gizlemeye çalışsa bile bir faydası yoktu.
"Ben kimsesiz kalmayı seçmedim." Sertleşti bakışları. "Bana kimsesiz kalmayı zorla seçtirdiler."
"Ve sende kabul ettin." Yavuz kadar bende kinliydim ona. Hem bize yaşattıkları yüzünden, hemde bunca sene Yavuz'u abisiz bıraktı diye. Oysa ben biliyordum, Yavuz bana nasıl da hevesle bahsediyordu abisinden. Ona olan güvenini, sevgisini anlatırken gözlerinin içi parlıyordu.
Devran mahvolmuştu, ve bununla birlikte herkesi mahvetmişti.
"Hayatımda bir kez olsun kendim için bir şeyler yapmak istedim. Doğru ya da yanlış."
"Yani sorumluluklarından kaçtın." Dediğim sözle kendini savunan tavrı bir an sarsıldı.
"Hayır." Bardağı tezgaha bıraktı. "Sorumsuz bir adam olmaya zorlandım." Herkes kendince haklıydı. Devran bir hayat istemiş, o hayatı alamayınca yaşayamadığı güzel günleri intikam almak için harcamıştı.
"Bu yolda hepimizi mahvettin, Devran." Ona kızgın mıydım kırgın mıydım bilmiyordum. "Yanımızda, ailemizde olmak varken karşımızdaydın. Bana yaşattıklarını belki affederim, ama Yavuz'a yaşattığın hiçbir şeyi affetmem. O bir abi isterken sen ona düşman oldun. Bencillikti bu."
Ne kadar yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin ben bunun affı olduğunu düşünmüyordum. Yavuz'a öz babasını öldürtmeye çalışmıştı. Yedi sene kendini öldü gösterip, bu da yetmezmiş gibi İshak tarafından alıkonulduğuna bizi inandırmıştı. Yavuz'un hapis yatmasına sebep olmuştu. Bizi kaç kez ayrı düşürmüştü. Tüm sırları en iğrenç şekilde öğrenmemizi sağlamıştı.
Yavuz'un canını yakmıştı, daha ne olsun?
Benimle konuşmanın bir anlamı olmadığının farkındaydı. Devran'ın bize yaşattığı şeylerin herhangi bir açıklaması yoktu, olamazdı. Bunun o da farkındaydı, ne söylerse söylesin bir yerlerde kendini savunacak kelimeleri tükeniyordu.
"Bencilsem kendime bencildim, gelin hanım." Düzdü bakışları. "Kimseye verecek hesabım yok benim." Onu artık çözmüştüm. Kendi acısını birilerinin canını yakarak geçirmeye çalışıyordu.
Konuşmanın bir anlamı yoktu. Bu hep böyle devam edecekti. Derin bir nefesle önüme döndüm ve piştiğini düşündüğüm yemeğin altını kapattım. Kapanan söhbetin ardından o da mutfaktan çıktı. Ne nasıl bitecekti bilmiyordum. Şu ansa tek düşündüğüm Yavuz'du.
Özlem'e yemeğini verdikten sonra kapı çaldı.
"Ben bakarım!" Diyerek kapıya yürüdüm. Yavuz olur umuduyla yüzümde gülücükler açtı. Açtığımda Nadir abiyi gördüm.
"Sen miydin, Nadir abi?" Dedim yüzümdeki gülüş çok az solarken.
"Ne o? Beklemiyor muydun?" Bana takıldığında nefesimi verdim.
"Yok abi ondan değil." Elimi yasladığım belimden çektim. "Yavuz'u bekliyordum."
"Yok mu evde?" İçeri girmesi için ona izin vererek yana çekildim. Usulca başımı hayır der gibi iki yana salladım.
"Yoklar." O ceketini çıkarırken merakla konuştum.
"Sen neredeydin abi?" Yavuz'un yaşadığını bilip de benden gizleyenlerden biri de Nadir abiydi. Bu yüzden ona da kırgın bir tarafım vardı ancak şu an bu konuyla hiç uğraşmak istemiyordum.
"Bir konu vardı, onu halletim." Gözlerini yüzüme dikti. "Tufan yok mu?"
"O da Yavuz'larla birlikte gitti, neden kötü bir şey mi oldu?" Yüzündeki ifade bana hiç iyi şeylerin habercisi değildi.
"Tufan gelsin, ikinizle konuşacağım bir mesele var." Kaşlarım çatıldı, ne olduğunu bilmiyordum ama nedense ciddi bir şeymiş gibi geliyordu.
"Tamam abi." Sorsam bile söylemezdi biliyordum.
"Bir konu daha var." Dedi nefesini vererek. Ardından gözleriyle dışarıyı gösterdi. Öncesinde ne olduğunu anlamadım. Ama arabadan inip eve doğru gelen yabancı bir kızı farkettiğimde kafam iyice karıştı. Nerdeyse benimle yaşıttı.
"Bu kim abi?" Fısıltıyla sorduğumda Nadir abi birkaç saniye sessiz kaldı. Ardından derin bir nefes çekti ciğerleirne.
"Zahir'in kız kardeşi." Duyduklarım beni büyük bir şoka soktuğunda gözlerim kapının önüne kadar gelip bana bakan kızı buldu.
Herhalde rüyanın içindeydim. Duyduklarımla birlikte büyük bir belirsizliğin içine hapsoldum.
"Anlamadım?" Ne yapacağımı bilemez halde gözlerim ikisi arasında gidip geldi.
"Merhaba." Derken yüzünde bir burukluk vardı. Ona bakarken açıkça bende nasıl bir tepki vereceğimi bilemiyordum. Her şey terse sapıyordu.
Zahir'in kardeşimiydi gerçekten? Eğer öyleyse Nadir abinin yanında ne işi vardı?
Neler oluyordu?
********
Yazar.
Ceylan, Süleyman'ın arabasını alır almaz ayrılmıştı hastaneden. Tuttuğu ilk rota babasının evi olmuştu. Aziz'le Süleyman'dan olan biten her şeyi öğrenmişti. Onun canını yakan kısımsa bu işte babasınında olmasıydı. Yavuz'un kestiği raconun ardınında herkes her şeyi duymuştu.
Ceylan üvey bir kardeşi, amcası olduğunu öğrenmiş, bu da yetmezmiş gibi öz babasının tekrardan hayatını mahvettiğini öğrenmişti.
Gözünü karartmıştı. Yıllar sonra ilk kez birini sevmişti, ve babası yüzünden onu da kaybediyordu. Kemal'in evine varır varmaz arabayı durdurdu. Dolu gözlerini büyük bir hırsla eve doğru çevirdi. Yan koltuktaki silahı eline aldı. Onu elinde sıkıca tutarken arabanın kapısını açıp aşağı indi.
Eli bile titremiyordu. Sanki bedeni ondan habersiz bir şekilde haraket ediyordu. "Ceylan hanım?" Kapıdaki korumalar onu görünce meraklandılar. Uzun zamandır bu konağa ne Narin adım atardı ne Ceylan. Ceylan'sa onları umursamadan kapıyı açıp geniş bahçeye adım attı.
"Ceylan?" Annesinin sesini duydu. Dolu gözlerini ona çevirdi.
"Nerede o!" Annesi kızının yüzüne baktı, ardından elinde tuttuğu silaha. Sertçe yutkundu.
"Odasındadır." Ceylan tek kelime daha duymak istemiyordu. Annesinin peşinden bağırdığını duysada umrunda olmadı. Merdivenleri çıkarken Cengiz kesti önünü.
"Ceylan neler oluyor?" Merakla sorduğunda Ceylan onun sağ tarafına yöneldi. Ancak Cengiz elini kaldırıp sağ demirliklere koydu.
"Ne o silah?" Çattı kaşlarını. "Saçmalama."
"Çekil önümden." Yeşil gözlerini büyük bir tehlikeyle dikti abisine. "Bugüne kadar sizin yapamadığınızı yapacağım, çekil!"
"Ceylan saçmalama, elini kana bulamayacaksın!"
"Buna sen karar veremezsin!" Sert bir şekilde ittirdi Cengiz'in kolunu. Ona fırsat bile vermeden yukarı kata çıktı. Daha Cengiz ona yetişemeden babasının odasına daldı. Telefonda bir şeyler konuşan Kemal'in onu görür görmez gözleri kısıldı.
"Arayacağım ben seni." Diye geçiştirdi karşı tarafı. Hemen ardından telefonunu indirdi. "Ceylan?"
"Ceylan." Ceylan elinde tuttuğu silahı kaldırdı babasına. "Öldürmeye çalışıp da öldüremediğin, Ceylan."
Cengiz yutkunarak kız kardeşini takip edip kapıda durdu. İkisini izlerken tek kelime edememişti. Bir tarafı Ceylan bu işe karışmasın istersen çok başka bir tarafı vardı ki artık babasından kurtulmak istiyordu.
"Ne istedin ondan!" Babasına doğru birkaç adım atarken gözleri dolu doluydu. "Bir can istiyorsanız benimkini alsaydınız ya, ne istediniz ondan Allah'ın cezaları!"
"Ceylan indir o silahı." Kemal soğuk bakışlarla konuştu. Kaç gündür herkes onu öldürmek için zaten kol gezerken şimdi bunlardan birine öz kızı eklenmişti.
"Niye?" Hissiz bir gülüş yayıldı dudaklarını. "Korktun mu?" Cesaretle bir adım daha attı ileri. "Kork, Kemal Ordulu. Kork, benim korkuttuğun her gün gibi sende kork. Beni yaktığın her gün gibi sende yan!" Silahın soğuk namlusunu babasının alnına yasladı. "Ne istediniz ondan!"
"Bir adam için babanı mı öldüreceksin-"
"O adam benim her şeyim!" Ağlamaya başladığında eli titredi diğer elinide silahın altına yaslayıp destek aldı. "O adama benim tüm dünyam, ona nasıl dokunursunuz, her şeyimi aldığın yetmedi mi? Her şeyimi aldığın yetmedi mi artık!"
"Sağlıklı düşünemiyorsun!" Kemal korkusunu gizlemeye çalışarak kızına baktı. "İndir şu silahı konuşalım." Kızının gözündeki o deli bakışı çok iyi tanıyordu. Tetiğe basması an meselesiydi.
"Benim senlen konuşacak tek sözüm yok." Parmağını tetiğe yasladı. "Bana acı çektirdiğin kadar çek, unutma ki değil bu dünyada diğer dünyada da iki elim yakanda olur. Bana, bize, yaşattığın her şeyin bedelini yaşa. Beni yaktığın kadar yan!" Tam tetiğe basacağı an başının arkasında bir soğukluk hissetti.
"Yerinde olsam o silahı bırakırdım." Ceylan tanımıyordu, ancak Akgün'dü bu. Silahı hâlâ babasına doğrulturken başını omzunun üstüne çevirdi. Gözleri tanımadığı adamda gezindi. Aynı şekilde Cengiz'inde alnına bir silah dayalıydı. Ceylan farketmemişti ama Akgün odaya girerken Cengiz'ide etkisiz hâle getirmişti.
Ölüm korkutmadı onu. Başını geri babasına çevirdi. "Ya sen ya ben." Öfkesinden ödün vermedi. "Ya seni öldüreceğim, ya da ben öleceğim." Kemal'in tüm vücudu kasılırken sertçe yutkundu.
"Kendi kararın." Dedi Akgün ve sesli bir nefes verdi. Tetiğe basacaktı, ancak onu engelleyen bir ses vardı.
"O tetiğe bastığı an, seni gebertir sonra da parçalara ayırırım." Yavuz'du bu. Akgün'ün başı anında sağ tarafa döndü ve odanın girişinde duran Yavuz'u farketti. Ardından peşinden içeri giren korumaları.
Keyifli bir tebsssüm etti, Yavuz. "Ya da önce parçalara ayırıp, sonra mı gebertsem?" Akgün soğuk gözlerini onun yüzünde tuttu. Yavuz, kapıya diktiği bir sürü korumayı geçmiş olsa gerekti. Üstelik yalnız gelmemişti, diğerleride içeri girdiğinde, İshak'ın adamlarından biri Cengiz'in kafasına silah dayayan adamı etkisiz hale getirmişti.
"Ceylan." Yavuz, bakışlarını Akgün'den çekerek ona baktı. "Buraya gel."
"Gelmem!" Başını salladı iki yana. "Gelmem abi, bu adam gebermeden gelmem!"
"Geleceksin!" Yavuz sert bir tınıyla yükseltti sesini. "Çıkacağız buradan, hemde hemen!"
"Hayır!" Parmağı tetikteyken soğuk ecel terleri döken babasına baktı. "Gözlerimin önünde ölmeden, onun acı çektiğini görmeden durmam. Her şeyimi aldı, benden her şeyimi aldı!" Çenesi titrerken kararlı bir sesle konuştu. "Ölecek."
"Hastaneden haber geldi!" Yavuz konuştu yumuşak bakışlarla. "Zahir uyanmış." Ceylan'ın anında bakışları babasını terketti ve Yavuz'da döndü. Onun ihtiyacı olan tek şey buydu.
İyi bir haber.
İyi bir haber diliyordu, Zahir'in yaşadığına dair.
Ve Zahir Çetiner uyanmıştı.
********
BÖLÜM SONU.
Merhabalarrrr, nasıl buldunuz bakalım bölümü?
Zahir uyandı🥹
En sevdiğiniz sahne hangisi oldu. (Bence son sahne)
Ceylan'ın deli dolu halleri🙏
Özlemişim hepsini bir arada yazmayı bundan sonra beraber olacağız sanırım 💖🫂
Bir bölümün daha sonunda geldik gelecek bölüm görüşürüz hepiniz çok çok iyi kalın Allah'a emanet. 🫂💙
Instagram;Selin_elizzz
Tiktok;Selin_elizzz
Ek bilgiler ve duyurlar için WhatsApp kanalımı takip edebilirsiniz!
selinelizben
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.82k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |