3. Bölüm

3 BÖLÜM-YABANCI

Selin Eliz
selinelizben

 

 

(not;Henüz karakterlerin belirli bir modeli yok. Açıkça şu sıralar model konuları baya tartışıldığı için model bulmakta zorluk çekiyorum ki başka bir kitapın modelini kullanmak istemem.

Bu yüzden bir modele karar verene kadar karakter resimleri böyle gele bilir veya da siz kafanızda nasıl kurarsanız öyle devam ettirebilirsiniz💫🦋)

 

*****

 

Hafsa Polatlı.

 

Bazen insana en büyük yardımı bir yabancı ederdi. Gerçi ben buna inanmazdım. Çünkü şu yaşıma kadar karşılıksız iyilik yapan birisine hiç rastlamamıştım. Her iyiliğin bir bedeli vardır, bana yapılan bu iyiliğin bedeli neydi bilmiyordum. Ama ölmek istemiyordum.

 

Eğer ayağımı burkmasaydım bir yabancıdan yardım alacak kadar aciz değildim. O meydandan kendi başıma kurtulurdum, ama bu ayakla pek bir yere gidebileceğimide düşünmüyordum.

 

Sürücü koltuğunda oturan adama bakarken bir tarafacıyan bileğimi tutmakla meşguldüm. Göğüs kafesim hızla inip kalkarken etrafta ki insanlar merak dolu gözlerle arabaya bakıyordu.

 

"İndir ulan kızımı aşağı!" Babam arabanın önünden çekilmiyordu, ve bu manyak adam arabayı babamın üstüne sürüyordu.

 

"Çok boş yapayisin." Homurdandı kendi kendine, yüzünde sıkıntının aksine keyif dolu bir ifade vardı. Hiç çekinmeden arabayı babama doğru sürmeye devam ediyordu, ve babamında çekilmeye hiç niyeti yoktu.

 

"Öldüreceksin onu." Dedim ayağımdan dolayı acı dolu sesimle. Gözleri dikiz aynasından bana kaydı.

 

"Acıyor mu çok?" Bileğimi kastettiğini anladığımda sertçe yutkundum. Babamla olan konuyu tamamen görmezden gelmiş, ayağımın nasıl olduğunu soruyordu. Babam silahını üstüne doğru sürülen arabaya doğrulttuğunda yabancı gözlerini devirerek gaza daha fazla bastı.

 

"Eğ kafanı." Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Ne?" Sesli bir nefes verdi. "Kafanı eğ aşağı!" Daha fazla itiraz etmek istemedim, kafamı aşağı eğdiğimde koltuğun arkasına saklandım.

 

Aynı anda arabanın ön camını delen kurşunla ağzımdan şok dolu bir cıyaklama kaçtı. Nefeslerim hızlıyken başımı kaldırıp ona baktım. Gayet sapa sağlam bir şekilde oturuyordu yerinde. Başını hafifçe sola eğerek son anda kurtulmuştu arabanın camını delen kurşundan.

 

"İyi misin sen?" Dediğimde göz ucuyla baktı bana. "Hiç olmadığım kadar." Dudaklarında yumuşak bir tebessüm vardı.

 

Çatışmanın ortasında olduğumuzun farkında mıydı?

 

Camı aşağı indirip kafasını çıkardığında arabayı biraz yavaşlattı. "Cihan, çekiliyor musun? Yoksa bir fotokopini çıkarayım mı yere?" Babam öfkeden kudurur bir halde arabanın sürücü koltuğunda oturan yabancıya bakıyordu.

 

"İndir kızımı aşağı!" Sesi tüm meydanda yankılandığında boştaki elim gelinliğin eteğini sıktı.

 

"Yok diyorsun yani." Tekrar bastı gaza. "Emrin olur." Arabayı babamın üstüne sürerken korkuyla izledim olanları.

 

Hiç düşünmeden babamı ezmeye hazırlanırken onu durduran şey babamın yanında yerini alan adamın sesi oldu.

 

"Yavuz!" Gür sesi yankılandı meydanda. Sert bakışları sürücü koltuğunda oturan adam ile kesişti. Babamın kaşları hafifçe havalanırken yanında yer alan adama baktı. Benim gözlerim önce onlara ardından sürücü koltuğundaki yabancıya kaydı.

 

Adı Yavuz muydu?

 

Yavuz'un kulakları dikildiğinde gözleri şokla genişledi. Son anda frene basıp arabayı durdurduğunda dudakları arasından kısık bir küfür kaçtı. Öfkeyle önünü kesen adama bakarken omuzları gerginleşti.

 

Mahir Payidar'dı bu.

 

"İndur kızi aşağiya!" Öfkesi herhalinden belliydi. Konuşurken bize bile bakmıyordu, gözleri yerde gezinirken işaret parmağıyla zemini gösteriyordu. Yavuz tek bir haraket de bile bulunmadı. Ama benim kafamı asıl karıştıran şuydu, Mahir Payidar bu işe neden karışıyordu?

 

"Verecek misin beni onlara?" Korkumu gizlemeye çalışarak sorduğumda dilini damağına vurdu. "Ancak ben ölürsem." Omzunun üstünden baktı bana. "Seni benden ancak ölüm alır bu saatten sonra." Güven veren sözlerini duymak gerginlikle kasılan omuzlarımın gevşemesine neden oldu.

 

Neden bilmiyordum ama bu yabancının yüzüne bile bakmak bana fazlasıyla güven veriyordu. Sözleri bana bir garanti verirken bakışlarımı kaçırarak ona bakmayı es geçtim.

 

Mahir Payidar birkaç adım atarak arabanın önüne vurdu ellerini. "Saa indur kızi aşağiya dedum!" Öfkeden gözü dönmüş bir şekilde baktı Yavuz'a.

 

Yavuz'un Mahir Payidar ile arasında sessiz bir bakışma geçti. Elini uzatıp öndeki düğmeye bastığında kitledi kapıları. Beni ona vermeyeceğini açıkça gösteren bir bakışla dikleştirdi başını.

 

"Yavuz!" Dişlerini sıktı öfkesi içinde kaynarken. "Ya o kızi şimdu indirirsin aşağiya, ya da olacaklardan ben sorumli değulum!" Sert gözlerinde tehlike vardı. "Beni evlat katili etma Yavuz!"

 

Yavuz Mahir'in oğlu muydu? Kaşlarım havalanırken gözlerim boşluğa daldı. Düşündüm biraz, o an geldi aklıma. Öyleydi, Mahir Payidar'ın üç oğlu vardı.

 

Biri Cafer Payidar, diğeri 7 sene önce araba kazasında hayatını kaybeden Devran Payidar ve ortalıklarda hiç gözükmeyen Yavuz Payidar. Bu kadar tesadüf olmaz diye düşündüm, ayrıca Yavuz Payidar'ı daha önce hiç görmediğimden ilk başta onu tanımadım.

 

Yavuz öne ittiği vitesi tekrar çekti geriye. Ayağını gaza bastığında Mahir şok dolu gözlerle çekti ellerini arabanın önünden. Yüzündeki inanmayan ifadeyle oğluna bakarken Yavuz özür dileyen bir bakış attı babasına. Gaza bastığında Mahir bey kenara çekildi ve Yavuz arkasına bile bakmadan arabayı mahallenin çıkışına sürdü.

 

Babamın beni almasına izin vermemişti. Benim için kendi babasını görmezden gelerek çıkmıştı o mahelleden. Ama neden? Bir yabancı benim için neden öz babasını görmezden gelmişti? Onun yerinde bir başkası olsa beni babamın ellerine vermekten çekinmezdi.

 

"Peşine düşecekler." Onu bu işe bulaştırdığım için pişmanlık duymaya başlamıştım.

 

"Düşsünler." Dedi kayıtsızca. "Seni benden alamazlar." Arkasına yaslanırken bastı gaza ve mahalleyi geride bıraktı. "Varsa öyle bir cesaretleri, ilk beni bulurlar karşılarında." Bakışlarım yumuşarken ona baktım merakla.

 

"Neden?" Sorduğum soru göz ucuyla bana bakmasına neden oldu. "Ne, neden?"

 

"Neden yardım ediyorsun bana?" Dolu gözlerim arasında baktım ona. "Kendi babanı aldın karşına, tanımadığın bir kız için." Dudaklarına bir tebessüm yayılırken direksiyonu sağa kırdı.

 

Bakışlarında bir ima vardı, ama ben ne olduğunu anlamadım. Neden bana böyle bakıyor, neden beni koruyor hiçbirine anlam veremiyordum.

 

"Ne farkeder?" Arabayı biraz yavaşlatırken çoktan ana yola çıkmıştık. "Benden yardım isteyen kimseyi geride bırakmam." Sesli bir nefes verdi. "Seni o şerefsizin ellerine bırakmak delikanlılığa mı sığardı?" Başını iki yana salladı usulca. "Sığmazdı, onlar peşini bırakana kadar ben varım yanında."

 

Yabancı bir adam bana yalnız olmadığımı söylüyordu. Kim birisi için böylesine iyilik yapardı ki? Tanımadığı bir insanı canı pahasına neden korurdu? Kafam iyice karışmıştı. Çok yorgundum.

 

Ben az önce düğün masasında terkedilmiştim. Babam eline bir silah alıp sırf bu yüzden öz kızını öldürmeye çalışmıştı. Şaşırdığım bir şey değildi, beni babamdan koruyan bir tek abimdi. Bir tek biz bilirdik o cehennemi, ama şimdi ben abimide geride bırakmış resmen Mahir Payidar'ın oğlu ile kaçıyordum. İnsanlar ne diyecek umrumda değildi, insanlar konuşmak istiyorsa ilk önce beni nikahta terk eden Tarık Güngören'i konuşmalıydılar.

 

Tarık.

 

Canımdan çok sevdiğim Tarık, beni bir nikah masasında bırakmıştı. Başka bir kadın için. Eğer bunu yapacaksa neden daha önce söylememişti, bana başka birisini sevdiğini söyleseydi aradan çekilirdim. Beni sevmeyen bir adamın peşinden koşacak bir kadın değildim.

 

Ama merak ediyordum, üç senenin onun gözünde hiç mi değeri yoktu? İçimde bir öfke vardı. Hıçkırarak ağlamak istiyordum, saniyeler aktıkça yaşadığım şeyin acısı kalbimi sarıyordu.

 

Dolan gözlerimden bir damla yaş aktı. Yutkunmak istediğimde bunu bile başaramadım.

 

"Hafsa.." Dikiz aynasından bana bakan Yavuz'un bakışları ile kesişti bakışlarım. Gözleri canı yanıyormuş gibi izledi beni. Sanki gözümden akan bir damla yaş bile onun canını yakmıştı.

 

Neden? Neden bana böyle bakıyordu? Acıyor muydu?

 

"Bileğin mi acıyor?" Sesinde bariz bir endişe vardı. Başımı usulca salladım iki yana. "İyiyim ben." Başımı kaldırıp baktım ona. "Yolun kenarında bırak beni, kendi başımın çaresine bakacağım."

 

Sözlerim sanki onu rahatsız etmiş gibi çatıldı kaşları. Yüzündeki ifade donuklaşırken dikiz aynasından izledi gözlerimi.

 

"Saçmalama." Yumuşak sesinin yerini sertlik aldı. "Seni bırakayım, onlarda bulsun öyle mi? Bu asla olmayacak, Hafsa. Bu saatden sonra ben seni bırakmam, nereye gidersen git peşine düşecekler. Seni bulduklarında ya evlendirecekler ya da.." sözünün devamını getirmek istemedi ama ben biliyordum.

 

Polatlı ailesinde kızların fikri pek sorulmazdı. Düğün masasında terkedilen bir kızın kaderi ise şansızlık demekti. Yıllar önce aynı benim gibi nikah masasında terkedilen teyzemin dedem tarafından öldürüldüğünü biliyordum. Bir keresinde polise gidip kendi ellerimle dedemi şikayet etmek istediğimde beni durduran abim olmuştu. Teyzem ölmüştü ne bir mezarı vardı ne de bir hatırsa. Kimse o evde teyzemden bahsetmezdi, bana bu hikayeyi anlatan annemdi.

 

Kendimi korumamı söylemişti. Bu aileden, bu ailenin kurallarından kendimi korumamı söylemişti. Onun gibi zorla değilde, sevdiğim bir adamla evlenmemi istemişti. Ama sevdiğim adamla evlenmek istediğimde o da beni nikah masasında bir başıma bırakmıştı.

 

"Başını belaya sokacaksın." Endişeli bakışlarım izledi onu. "Ben kendi başımın çaresine bakarım, bunu yaparım. Bırak gideyim, benim yüzümden zarar göreceksin bunu istemem. Kimse benim yüzümden incinsin istemiyorum."

 

"Nasıl bakacakmışsın başının çaresine?" Öfkesine hakim olmaya çalışır gibi sıktı dişlerini. "Bu ayakla mı bakacaksın başının çaresine? Yok öyle dünya, seni bu halde hiçbir yere bırakmam ben. Hele bir iyileş, bakarız sonrasına." Soğuk bakışları yolu izlerken sözlerini bitirdi sert bir sesle.

 

Nedense bu dediklerine hiç inanmadım. Ayağımı bahane ediyordu, içimden bir ses beni bırakmaya hiç niyeti olmadığını söylüyordu. Nefesimi verip ayağımı haraket ettirmek istediğimde acıyla buruşturdum yüzümü.

 

"Çok acıyor mu ayağın?" Sert tınısının aksine gözlerinde bu sefer yumuşaklık vardı. Endişeli bir sesle konuşurken gözleri yol ile benim aramda gidip geliyordu. "Yok, iyiyim." Diye fısıldadım ama acı katlanarak artıyor gibiydi.

 

Sözlerime hiç inanmadığı belliydi. Yüzümdeki ifadeye bakılırsa kimse inanmazdı. Arabayı sağa çekip frene bastı ve bana döndü. "Göster ayağını." Bakışları yumuşaktı ama sesi itiraza yer bırakmıyordu. Kehribar hareleri büyük bir merak ve endişeyle yüzümü incelerken ayak bileğimi görmek istediğini açıkça gösteriyordu. Nefesimi verip ayak bileğimi açığa çıkaracak bir şekilde gelinliğin eteğini yukarı çektim.

 

Bileğimin etrafı şişmiş ve morarmıştı. Beklediğimden daha kötü durumdaydı, sandığım kadar küçük bir incinmeye benzemiyordu çünkü haraket bile ettiremiyordum. Ayak bileğime bakar bakmaz gözleri şokla genişledi.

 

"Kahretsin.." küfür eder gibi döküldü kelime dudaklarından. Arabanın kapısını açıp indi. Ben merakla ona bakarken kapıyı kapattı ve bu sefer arka kapıyı açıp oturdu yanıma. "Uzat ayağını kırık mı değil mi diye bakacağım." Başımı iki yana salladım. "Gerçekten iyiyim-"

 

"İyi halin bumidur?" Şivesi kayarken istanbul ağzı ortalıktan yok olmuştu. "Ayağin boydan boya morarmiş sen buna iyi mu diyisun? Uzat ayağuni!" Beni azarlar gibi konuştuğunda bir an için yüzünü inceledim.

 

Kahverengiye dönük saçlarını geri taramıştı. Üstünde siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. O da mı düğüne geliyordu? Çünkü zaten Yavuz'un ailesi düğüne katılmıştı. Mahir Payidar'da Tarık'ın beni terkettiğini kendi gözleriyle görmüştü. Ama bildiğimiz bir şey varsa, o da o adamın kimseye karışmadığıydı. Özellikle başkalarının aile meselelerine karışmaya kesinlikle karşı bir adamdı.

 

Bu yüzden onu babamın yanında gördüğümde şaşırmıştım. Ama sonra Yavuz'un onun oğlu olduğunu öğrenmek tüm taşların yerine oturmasına sebep olmuştu. Ayağımı yavaşca uzattığımda nazikce tutup kucağına yerleştirmekten çekinmedi. Parmaklarını nazikce deriye bastırdı ama bu bile dişlerim arasından acı dolu bir tıslama çıkmasına neden oldu.

 

"Burkulmiş." Yaptığı işe odaklanırken döndü bana. "Ama fena burkulmiş, bu ecnebi ayakkabularla burkulaca tabii!" Ayağımdaki topuklulara ecnebi dediğinde acıma rağmen gülümsedim. Komiğime gitti. Bir konuda haklıydı, topuklu ayakkabılar iyide görünse çok rahatsız ediciydi.

 

Gülümsediğimi farkettiğinde bakışları yüzüme takıldı. Gözlerindeki o sertlik ortadan kaybolurken birkaç saniye yüzümde gezindi bakışları. Hayranlıkla beni izlerken işte bu bakışlarımı kaçırmama neden oldu. Hızla başını iki yana sallarken nefesinin altında bir şeyler mırıldandı. Bakışlarını geri bileğime çevirip topuklunun tokasını çözerek nazikce çıkardı onu ayağımdan.

 

"Uzat diğer ayağını." Nefesimi tuttum ve diğer ayağımıda uzattığımda onuda aynı diğeri gibi nazik bir şekilde çıkardı. Koltuğun altına bıraktı beyaz ayakkabıları ardından bana döndü.

 

"Hastaneye gideceğiz." Ağzımı açmama bile izin vermeden uyarı dolu bir bakış attı bana. "Hiç, öyle itiraz etmeye çalışma. Önce bu bileğini göstereceğiz sonrada bakacağız ne yapacağımıza anlaşıldı mı?" Gözlerim onun yüzünü incelerken o benden bir cevap bekliyordu.

 

Kabul etmemi istiyordu ve bende onun beni kolay kolay bırakmayacağının farkındaydım. Gözleri bana büyük bir umutla bakıyordu. Ağzımdan çıkacak tek bir kelimeyi bekliyordu çünkü daha fazla itiraz etmemi istemiyor gibi bir hali vardı.

 

"Tamam." Sesli bir nefesle salladım başımı. "Dediğin gibi olsun."

 

Gülümsediğinde gözlerinin kenarı kırıştı. Teklifini kabul ettiğim için mutluydu. Dudaklarının kenarlarında gamze çukurları vardı. Boğazımı temizleyerek döndüm önüme.

 

Yavaşça indi arabadan. Ayağımı öne uzatmama yardım ederek baktı bana gizlemeye çalıştığı bir şefkatle. "Haraket ettirme bacağını." Elini arabanın üstüne koyarken hafifçe başını eğdi. "Yaslan arkana durumu daha da kötüleşdirme." Bir çocuğu azarlar gibi benimle konuşurken gözlerimi kıstım.

 

"Bebek değilim ben." Elimde değildi ama çocukluğumdan beri hep sert bir tavrım vardı. Sırf bu yüzden bile babam bana kimse senin nazını çekemez der dururdu.

 

"Hiç öyle davranmıyorsun ama." Kapıyı kapattı ardından ön kapıyı tekrar açıp oturdu sürücü koltuğuna. Kemerini göğsünün üstünden çekerek taktı. Yüzünde sıkıntının aksine keyif vardı.

 

"Ayağımı burkmasaydım bakardım kendi başımın çaresine." Tek kaşı havalanırken alayla izledi beni. "Ama bak ne oldu, burktun. Şimdi de benim arabamdasın, ve sanırım bende seni kaçırıyorum." Kaşlarını çatıp sahte bir merakla baktı bana. "Kaçırma sayılır değil mi bu? Bak şu işe aklıma bile gelmezdi bir gün kız kaçıracağım!" Benimle alay ettiğini farkettiğimde somurttum kendi kendime.

 

"İneceğim ben!" Dediğimde gülerek başını omzunun üstüne çevirdi. "Şaka yapıyorum, ne alıngansın sen? Hiç böyle hayal etmemiştim ki ben seni." Sözler ağzından çıktığından kaşlarım havalandı.

 

"Sen niye beni hayal ettin ki?" Sorduğum soruyla hızla döndü önüne. "Meydanı diyorum." Dedi sesindeki tınıyı gizlemeye çalışarak. "Meydanda hiç böyle alıngan durmuyordun." Şüpheyle ona bakarken o temizledi boğazını ve bir kez daha bastı gaza.

 

İçimden bir ses bunun içinden bir iş çıkacak diyordu. Ama ne tür bir şeydi işte onu tahmin edemiyordum. Bugün benim en mutlu günüm olması gerekiyordu, Tarık ile evlenmem gerekiyordu.

 

Birlikte satın aldığımız evde şu an birbirimizin kollarında olmamız gerekiyordu. Ama o, başka bir kadının kollarına gitmek için bırakmıştı beni. Sessizlikle geçen her saniyede ihanet duygusu bir azrail gibi çöküyordu tepeme. Beni terketseydi bu kadar yakmazdı canımı, ama başka bir kadına gitmesi düşündürmüyor değildi insana, o benden daha mı iyiydi? Belki de öyleydi. Tarık beni kandırmış, benden tüm mutluluğumu alarak gitmişti.

 

Ona olan sevgimi kısa saniyeler içinde nefrete çevirmişti. Canım çok yanıyordu, bir tarafım onu geri istiyor ama diğer tarafım onu kendi ellerimle boğmak istiyordu. Bir yanım o bana ait diyordu, diğer yanım o seni terketti diyordu.

 

Yavuz arabayı sürmeye devam ederken gözlerim ona kaydı. O sessizce yolu izlerken yüzünde anlam veremediğim bir gülümseme vardı. Sanki bir şeyleri bulmuş gibiydi, sanki kaybettiği her şeyi geri almış bir adam gibi izliyordu yolu. Onda anlam veremediğim garip bir şeyler vardı, ama kurcalamak istemedim. Bana yardım ediyordu ve bende ayağım iyileşene kadar onun yardımını kabul edecektim.

 

***

 

Yazar.

 

Yavuz'un Hafsa'yı alıp gitmesinin üstünden tam bir saat geçmişti. O bir saatde iki aile birbirine girmiş gibiydi. Cihan kızını geri istiyor, Mahir düğün masasında terkedilen bir kızı oğlunun kaçırmasını istemiyordu. Ama oğlu dinlememişti onu, içinde hem öfke hem hayal kırıklığı varken oturduğu koltukta gözleri tehdit dolu bakışlarla izliyordu yeri.

 

Zahir Hafize hanımı ve Özlem'i geri konağa götürmüştü. Mahir bu işe karıştırmak istememişti onları.

 

"Kızımı geri geterecek Mahir, senin o oğlun!" Cihan boş tehditler savururken Cafer kıstı gözlerini. "Napacasun kızi? Getirsun sende sık kafasuna he mu?" Cihan öfkeli bakışlarını çevirdi Cafer'in soğuk gözlerine.

 

"Ulan benim kızımdan size ne!" Elini salladı ona doğru. "İster döverim ister öldürürüm ister evlendiririm kız benim değil mi?!" Cafer sırtını itti duvardan ve yaklaştı Cihan'ın yüzüne. Bir adamın kızı hakkında böyle konuşması yeterince kızdırıyordu onu. Gerçi Cihan'ın tehditleri bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu.

 

"İndur ulan eluni kolinu kırmayayum!" Cihan öfkeyle bir elini Cafer'in yakasına doladığında onu kendine çekti. Cafer kıstı gözlerini. "Ula illa gel benum ağzumi burnumi dağut diyisin yani?" Yumruğunu havaya kaldırdığında babasının sesi durdurdu onu.

 

"Cafer yeter!" Sert bakışlarını kaldırdı oğlunun gözlerine. "Kardeşin çok iyu bir halt yemuş gibu bide savunayimisin?" Cafer kaldırdığı elini yumruk yaparak indirdi geri.

 

"Napacaktu baba başka?" Çattı kaşlarını. "Bu orospu çocuği almuş silahi eline öldüreyidi kızi!" Bakışlarını Cihan'ın gözlerine çevirirken dudaklarında soğuk ama alay dolu bir sırıtış belirdi. "Çok iyi yapmuş canim kardeşum. Hatta arayip diyeceğum ha oğa hiç geturmesun kızıni geri." Cihan bu sefer iki elinide doladı Cafer'in yakasına.

 

"Kardeşinin ölüsünü sererim senin önüne o zaman görürsün alay etmek neymiş!" Öfke kusar gibi bağırdığında Cafer güldü alayla. "Ula o Yavuz Payidar, sen mi öldürecsun oni?" Elini kaldırıp uzattı Cihan'a. "Bende Cafer Payidar, memnun oldim bak her orospi çocuğinide uzatmam elumi kıymetuni bil." Cihan onunla dalga geçen genç adama bakarken sıktı dişlerini.

 

"İki oğlunda elimde kalacak Mahir!" Cafer'i öfkeyle itti geriye. "İki oğlunda elimde kalacak!" Cafer devirdi gözlerini ve düzeltti yakasını. "Gömleğimi hele bir yırt bak nasi alayurim senden iki mislini, bu senun kından daha değerlu be!" Cihan öfkeyle ovuşturdu yüzünü.

 

Yavuz'un kendisi yetmezmiş gibi birde abisiyle uğraşıyordu. Mahir nefesini verip gözaltı baktı Cihan'a. "Getireceğum kızıni geri." Sesli bir nefesle kalktı ayağa ve dikleştirdi başını. "Saa sözim olsin, kızıni getireceğum geri. Ama sende baa bir söz verecesun." Cihan çattı kaşlarını ve baktı Mahir'e.

 

"Ne sözü?" Sesinde öfkeye karşı bir merak vardı. "Öldermeyecesun kızi."

 

"Baba ne diyisin sen?" Cafer kaşlarını çatarken Mahir es geçti ona. "Söz ve baa, ne yaparsan yap karuşmayacağim ama öldürmeyecesun kızi." Cihan verdi öfkeyle nefesini.

 

"Ula senin deli oğlun verecek mi kızımı geri!" Mahir bakışlarını sertleştirdi. "Alırum Cihan, gerekursa yakarim canuni ama alurum sen sözini tut bende tutarum."

 

"Baba!" Cafer uyarı dolu bir sesle bağırdı. "Kendi oğluni mi vuracasun, ne diyisin sen!"

 

"Ben demiştim oğa!" Mahir öfkeyle döndü ve baktı oğluna. "Bir yanluş yapar isen gömerum seni bu karadenuze demiştum. O arabaya binup gittiğunde başuna geleceklerude gayet iyi bileyidi!"

 

"Baba saçmalayisin iyice, yokim bu işte! Kendi kardeşimi vurdurtmam ben saa!" Mahir kıstı gözlerini. "Senden yardum mi istedum?" Bakışlarını çevirdi Cihan'a. "Bulacağum, ama öldürmek yoktir kızi, şartumi kabul edeyisan bende tutacağum sözümi." Cihan ellerini beline koyup düşündü birkaç saniye. Ardından öfkeyle sıvazladı çenesini. Başını kaldırıp baktı Mahir Payidar'a.

 

"Tamam." Diğer elini belinden çekip uzattı öne. "Sen getir kızımı geri, ben adımı temizleyeyim evlendireyim bitsin gitsin bu iş." Tek kaşı havalandı. "Ama eğer ki bunu yapamayacaksan, eğer iki gün içinde bana kızımı getiremezsen Mahir. Kendim bulurum, ve kendim bulursam sıkarım oğlunun kafasına." Mahir bozmadı duruşunu.

 

Ama içine düşen hafif korkuyada engel olamadı. Kaybetmek istemiyordu oğlunu, her ne kadar oğlu dinlemesede onu en kıymetlisiydi, Yavuz. Elini öne uzatıp sıktı Cihan'ın elini.

 

"Sözim söz." Donuklaştı bakışları. "Sen kızıni alacasun bende oğlumi."

 

"Baba!" Cafer öfkeyle çenesini sıktı. "Kardeşumin hayatiyla oynayisin!"

 

"Kapa çenenu!" Mahir başını hafifçe çevirdi omzuna. "Kiz geri dönecek Yavuz'da öğle! Bitecek her şey iki gün içunde!" Babasının sert sesine karşılık Cafer öfkeli bir nefes verdi.

 

Onu rahatsız eden bir şeyler vardı çünkü en iyi o biliyordu. Yavuz bulmuştu Hafsa'yı, bir kez daha bırakmazdı. Bir kere geç kaldığı için öyle pişman olmuştu ki Cafer kardeşinin gözlerine bakarken ne kadar çok acı çektiğini görmüştü.

 

Şimdi Hafsa'ya kavuşan Yavuz kolay kolay bırakır mıydı onu? Bırakmazdı.

 

Bu işin sonunda ne olacaktı bilmiyordu, ama çok huzursuzdu. Bilirdi Yavuz'un deli inatını. Biri incinecekti ve onun Yavuz olmasından çok korkuyordu.

 

Daha fazla duramadı burda. Havası boğuyordu, babası kendi oğluna zarar vereceğini söylüyor bir diğer babada kendi kızını öldüreceğini ima ediyordu. Mide bulandırıcı bir ortamdaydı. Nefesini verip öfkeyle çıktı bahçenin geniş kapısından dışarı. Kapıdaki korumaları geride bırakırken elini cebine attı ve telefonunu çıkardı.

 

"Başina bela alayisin Yavuz." Diye mırıldandı kendi kendine numaralar içinde Yavuz'un numarasını arayarak. Sonunda bulduğunda tıkladı üstüne ve onu kulağına götürmeden önce bir kez daha baktı arkasına. Kimse onu dinlesin istemiyordu. "Aç ula." Kendi kendine konuşurken bir elini cebine sokup yürümeye devam etti.

 

Bu sırada Yavuz çoktan hastanenin önüne varmıştı. Hafsa'nın yürümesine bile izin vermeden onu hastanenin içine kadar taşımıştı. Bir doktor bulduklarında sedyeye bırakmıştı. Doktor Hafsa'nın ayağıyla ilgilenirken kendisi kapı pervazına yaslanmış hayran bakışlarla izliyordu kızı. Düşünüyordu kendi kendine, tüm bunlar bir rüya mıydı acaba?

 

Allah'a ettiği tüm dualar kabul olmuştu. Hafsa öyle bir anda çıkmıştı ki karşısına, sevdasından vazgeçtiği anda tekrar bulmuştu. Bir daha bırakmazdı, bir daha kayıp gitmesine izin vermezdi ellerinden. Çok beklemişti bunun için, canı çok yanmıştı. Kaybetti sanmıştı, ama demek ki bazı şeylerin seni bulması için vazgeçmen gerekirdi.

 

Yedi senedir bir gün olsun unutamadığı kızı unutmaya karar vermişken kader tekrar çıkarmıştı onu karşısına. Bu sefer kader Yavuz Payidar'dan yanaydı.

 

Hafsa'nın turkuaz gözleri her kendi gözleri ile kesiştiğinde kalbi deli gibi çarpıyordu. Hafsa'nın akan makyajından haberi bile yoktu, ama bu hali Yavuz'a sadece tatlı geliyordu. Bu yüzden ona yüzünü silmesini söyleme gereği bile duymuyordu. O düğünde neler olmuştu bilmiyordu, daha Hafsa'ya sormaya cesareti yoktu. Açıkça bu saatden sonra ondan yardım isteyen bir kızı bırakacak değildi.

 

Hafsa'nın haberi bile yoktu. Ama Yavuz'un sevdası hâlâ yerli yerindeydi. Hâlâ Hafsa'ya bakan gözleri ışıldıyor dudaklarını bir tebessüm zorluyor gözlerinin içi gülüyordu.

 

Hayat Yavuz için tam olarak Hafsa demekti.

 

Aniden çalan telefonun sesi böldü düşüncelerini. Elini cebine atıp çıkardı telefonunu, abisinin aradığını gördüğünde Hafsa'ya baktı. "Dönerim hemen." Diye fısıldadığında Hafsa usulca salladı başını. Endişeli bakışları kızın acı dolu bakışlarında gezindi. Bir an önce o düğünde neler olduğunu sorsa iyi olacaktı.

 

Arkasını dönüp uzaklaştı hafifçe kapıdan. Telefonu açıp kulağına götürdü. "Abi?" Diye sorduğunda Cafer tuttuğu nefesini verdi. "Neredesun Yavuz?" Sesinde endişe varken cebindeki eli yumruk oldu. "Babam tüm adamlara haber saldi bile, her yerde seni arayiler." Yavuz bıkkın bir nefesle ovuşturdu şakaklarını.

 

"Niye arıyor ki beni? Cafer bak beni ikna etmeye aradıysan hiç yorma çeneni. Ben bu kızı bu saatden sonra ölsem bile bırakmam." Korktuğu başına geliyordu Cafer'in, Yavuz'un Hafsa'dan vazgçemeye niyeti bile yoktu. "Getir demeyeceğum kızi." Endişeli bakışları yerde gezinirken telefonu daha sıkı tuttu. "Ama babam seni arayi Yavuz. Saa zarar verecek kadar gözi dönmiş. Kızi bırak bir otogara gitsun, dön eve." Yavuz'un hayal kırıklığı büyüdü içinde.

 

Babası Hafsa'yı ondan almak için hiç acımadan yakacaktı öz oğlunun canını. Korkudan değildi, ama kırılıyordu bir şekilde insan.

 

"Bırakmam Cafer." Yavuz dikleştirdi başını. "Ula ne demek bırakmam!" Cafer kısık bir sesle bağırdı. "Babam öldürecek senu diyirim!" Öldürür müydü orası mechuldü, ama zarar verecek kadar öfke doluydu. "Bırak kızi bir otogara gitsun, Yavuz uzatayisin başıni belaya sokacasun oğlum korkayirim da!"

 

"Bir şey olmaz bana." Yavuz söylendi sert bir sesle. "Kapatıyorum Cafer." Abi demedi. Ve Cafer bunun anlamını çok iyi bilirdi. Yavuz'un girdiği yoldan geri dönmeye hiç niyeti yoktu.

 

"Kapatma!" Dedi Cafer öfkesini bastırarak. "Nasilsunuz siz, iyi musunuz? Nerdesunuz?" Yavuz sesli bir nefesle usulca salladı başını sanki Cafer onu görüyormuş gibi. "İyiyiz Cafer, hastanedeyiz Hafsa'nın ayağı burkulmuş onu göstermeye geldik. Sen endişelenme bizim için ben halledeceğim, bir şekilde halledeceğim."

 

Cafer'in yenilgiyle çöktü omuzları. Ne yaparsa yapsın Yavuz'u vazgeçiremezdi bunu farketmişti. "Tamam da, tamam bir şeye ihtiyacin olirsa ara beni." Yavuz elini saçından geçirirken dikleştirdi omuzlarını. "Tamam abi, ararım ben yine kapatıyorum." Cafer yüzüne kapanan telefonu oflayarak çekti kulağından.

 

"Allah sonuni hayur etsun kardeşum." Mırıldandı kendi kendine ve telefondan bu sefer başka bir numara çevirdi. Birkaç saniye süren sessizliğin ardından açıldı telefon.

 

"Alo, Tufi nerdesun?" Tufan nefes nefese bir şekilde açmıştı telefonu. Babasından önce bulmak istiyordu kardeşini, böylece başka bir yere kaçırıp bir süre koruyabilirdi.

 

Önündeki adamlara eliyle işaret verdi. "Arayın siz her yeri! Her köşeye her deliğe bakın!" Korumalar arabalara binerken Tufan bir elini beline koyarak konuştu telefona.

 

"Noldu?" Sesinde endişe vardı. "Kötü bir şey yok değil mi?" Cafer dilini damağına vurdu. "Yok, Yavuz'la konuştim. Hastaneye gitmuşler."

 

"Ne hastanesi?" Tufan sordu merakla. "İyimiymiş Hafsa?" Cafer salladı ağır ağır başını.

 

"İyi, iyi ama bizum bir konuşmamuz icab eder nerdesun sen?" Tufan sesli bir nefesle baktı etrafına. "Eve yakınım. Cafer, bu Yavuz'dan emin misin sen? Kardeşimin başına bir iş gelmesin?"

 

Haklı olarak endişeleniyordu kardeşi için. Çünkü Cafer'le her ne kadar yakın da olsa Yavuz'u pek tanımazdı. "Eminum." Cafer pürüsüz bir sesle söyledi. "Bekliyirim ben seni bahçede gel konuşalum."

 

"Tamam." Dedi Tufan çoktan yürümeye başlayarak arabaya doğru. "Geliyorum."

 

***

 

Hafsa Polatlı.

 

Doktorun ayağıma sardığı sargıyla oturuyordum sedyede. Bir taraftan da yüzümdeki makyajı temizliyordum hemşirenin verdiği peçeteyle. Bir ölüden farkım yoktu, gözlerimin içi kızarmıştı. Duvağım muhtamelen düğünden kaçarken düşmüştü. Özenle yaptığım saçlarım rüzgardan dolayı kabarmış ve beni resmen bir canavara çevirmişti. Üstümdeki gelinlikten kurtulmak istiyordum. Çünkü onu her üstümde gördüğümde vücudumu bir tiksinti sarıyordu.

 

Yavuz dışarıda telefonla konuşuyordu. Ne olduğunu bilmiyordum, ama benimle ilgili olduğuna emindim. Onunda başını belaya sokacaktım, istediğim bu değildi. Bir an önce gitmem gerekiyordu benim yüzünden başka birisi incinsin istemiyordum. Hele ki bana böylesine yardım eden bir adamın canı yansın istemezdim.

 

Yavuz sesli bir nefesle telefonunu cebine koyup geri girdi içeri. Yüzündeki keyif ifadesi silinmişti. Bir şeylerin onun canını sıktığına emindim. "Ne oldu?" Dediğimde başını dikeltti hiçbir şey der gibi. Ama yüz ifadesi bana aksini söylüyordu.

 

"Yavuz." İsmi dudaklarım arasından çıktığında yüzündeki sıkıntı ifadesi silindi. Adem elması yukarı aşağı haraket ederken sanki onun adını söylemem hoşuna gitmiş gibi bir ifade vardı yüzünde. Ya da ben kafamda kuruyordum, iyice saçmalamaya başlamıştım.

 

"Söyle." Dediğinde keyifi yerine gelmişti. Sesi bir çocukla konuşur gibi yumuşak çıkmıştı. "Bırak beni gideyim." Yanaklarını şişirip oflayarak verdi nefesini ve gözlerini devirdi. "Hayda." Diye bir isyan döküldü dudaklarından.

 

"Kızım anlamıyor musun sen? Ben seni bu ayakla hiçbir yere bırakmam." Yumuşak sesine meydan okuyan sert bakışları vardı. "Başını belaya sokacaksın." Dedim bende sert bir sesle.

 

"Kafa benim kafam değil mi? İstediğim yere sokarım sen sıkma canını bir şey olmaz bana." Kendinden o kadar emin konuşuyordu ki demirden olduğunu düşünmeye başlıyordum.

 

"Dokuz canlı filan mısın sen?" Kaşlarımı çatarak sordum. "Bana bir şey olmaz bana bir şey olmaz diye geziyorsun ortalıkta." Alayla dirseğini sedyenin başlığına yaslayıp yan eğildi.

 

"Öyleyim." Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. "Hepte dört ayağımın üstüne düşerim biliyor musun?"

 

"Ciddi bir şey söylüyorum." Dediğimde çattı kaşlarını. "Bende." Dediğinde o kadar ciddi konuşuyordu ki bir anlığınada olsa alay ettiğini unutuyordum.

 

"Yavuz bak ben ciddiyim." Sesimde endişe vardı. "Seni arayanlar kimdi? Benimle ilgiliydi değil mi?" Dirseğini çekti başlıktan ve sesli bir nefes vererek sorumu cevapsız bıraktı. "Bak benimle ilgili işte!" Gözlerim yüzünde gezindiğinde onun soğuk ifadesi geri geldi. "Bırak beni gideyim."

 

"Bırakmıyorum." Dedi kaşlarını hayır der gibi yukarı kaldırarak. "Bırakacaksın! Bırakmazsan kendim giderim!" Gözleri bana döndüğünde bakışlarında meydan okuyan bir alay vardı.

 

"Git bakayim nasi gideyisun." Gayet rahat bir tavırla yaslandı duvara ve kollarını göğsünde kenetledi. "Hadi yuri endamuni görelum." Büyük bir hırsla ona bakarken acımı görmezden gelip ayaklarımı sedyeden aşağı sarkıttım.

 

"Gideceğim göreceksin sende!" Çocuk inatım vardı ve o da bunun farkındaydı. Keyfile beni izlerken ben ayağımı yere bastım. Canım çok yandı ama yinede geri durmadım. Bir adım atmak istediğimde acıyla ağzımdan bir inilti kaçtı.

 

Aptallık ediyordum.

 

Yerimde sendelediğimde beni düşmekten kurtaran şey belimi yakalayan kol olmuştu. Burkutuğum ayağımı hafifçe yerden kaldırırken gözlerim onun kehribar hareleri ile kesişti. Belimi saran kolu sıkıydı ama acıtacak derecede değildi.

 

"İki dakika o çenenu kapatip şurada otirsan ölür misin?" Kaşlarım çatıldığında elimde olmadan somurttum. "Başını belaya sokmak istemiyorum." Tek kaşı havalandı. Belimi biraz daha sıkıp beni göğsüne yakın tuttuğunda nefesi yüzüme çarptı.

 

"Belki ben başumi belaya sokmak isteyurim." Sözleri bende hafif bir kalp çarpıntısına sebep olurken hızla ittim bu hissi bir kenara. "Var mi bir diyeceğun?"

 

"Var." Dedim yutkunarak. "Benim yüzümden zarar göreceksin." Sanki bunları duymaktan bıkmış gibi biraz daha yaklaştı yüzüme.

 

Gözleri gözlerimin en derinine bakarken bu yakınlık başımı hafifçe geri çekmeme neden oldu. Ağzını açıp konuşmak istedi ama yapamadı. Sanki bir şey onu geri tuttu, konuşmayı unutmuş gibi izliyordu beni. Ardından nihayet aralandı dudakları.

 

"Senun yüzunden zarar görursem bu şikayet edeceğum bir şey olmaz." İçi gider gibi gözlerimi izlerken içime çektiğim nefesi orda tuttum. Kokusu burnuma geldi. Yasemen barındıran bir erkek parfümü doldu burun deliklerime. Kokusunu hissedeceğim kadar çok yakındı bana.

 

Bu yakınlık doğru değildi. Kaçırdım bakışlarımı. "Bırak belimi." Diye mırıldandığımda yutkundu sertçe. Tarık beni terketmişti, başka bir kadın için. Ama ben hâlâ başka bir adamın bana dokunmasını bile istemiyordum.

 

Boğazını temizledi ve yavaşça ayırdı kolunu belimden. Nefesimi verip geri oturdum sedyeye. Ellerim sedyenin kenarını sıkarken elindeki reçeteyle içeri giren doktora baktık.

 

"Burkulmuş." Diye mırıldandı nefesini vererek ve uzattı reçeteyi. "Bu kremi sürsün, ağrısı olursa diye ağrı kesicide yazdım. Geçmiş olsun." Yavuz başıyla onayladı onu ve reçeteyi aldı doktordan. Ona bakmadan cebine soktu ve ardından gelip bir kolunu belimin arkasına diğer kolunuda bacaklarımın altına geçirip aldı beni kollarına.

 

"Kendim yürürüm." Gözlerini devirdi. "Ha gördüm oni." Bu sefer bilerek kullanıyordu şiveyi. "Az daha bir resmini çıkarayadin yere." Bu adam iyice sinir bozucu olmaya başlamıştı.

 

"Hep böyle boş mu konuşursun sen?" Uzun koridorda yürürken benim bir elim onun omzuna tutunuyordu. "Konuşturanlar utansın." Dudaklarımda yumuşak bir gülüş oluştuğunda gerçekten sinirlerim bozulmuş olmalıydı.

 

"Utansın bakalım." Dedim nefesimi vererek. Gözleri birkaç saniye aynı şefkatli bakışla izledi beni. Neden bana böyle bakıyordu anlamıyordum, daha önce Tarık bile bana böyle bakmamıştı.

 

Dışarı çıktığımızda soğuk hava tenime temas etti. Ürperdiğimi farkettiğinde arabaya varmıştı. Arka kapıyı açıp oturttu beni.

 

"Şey.." diye mırıldandığımda başını eğip baktı bana. "Söyle." Dedi merakla. Nefesimi verdim. Üstümdeki gelinlik beni artık boğuyordu. "Bana giyecek bir şeyler alabilir miyiz?" Normalde olsa bunu ondan istemezdim. Ama şu an üstümde ne para vardı ne de kıyafetlere bakmak için yürüye bileceğim bir ayağım.

 

"Emrin olur." Dediğinde ona baktım. Sanki ne dersen başım üstüne der gibi bir hali vardı. Bazen çok fazla sinir bozucuyken bazen de öylesine nazik bir adama dönüşüyordu ki beni şaşırtıyordu. Dediğimi ikiletmedi.

 

Yol üstünden bir mağazaya uğradık. Bu kez yürümek istediğimi söylediğimde her şeye rağmen bir kolunu belime dolamış benim yanımda yürüyordu. Fazla abartacak değildim, sadece üstümdeki bu kirli gelinlikten kurtulmak istiyordum.

 

"Hangisini istiyorsun?" Dedi bana bakarak. Gözlerim vitrinlerde gezindi. Mavi kazaklardan birini aldım, onunda altına siyah bir pantolon aldığımda bana baktı. "Birkaç bir şey daha al, uzun süre ihtiyacımız olacak." Başımı çevirip baktım ona.

 

"Gerek yok, ayağım iyileşir iyileşmez gideceğim zaten." Kolu belimdeyken çattı kaşlarını. "Hafsa." Dedi itiraza yer bırakmayan bir sesle. "Birkaç bir şey daha al." Tekrarladığında sesli bir nefes verdim.

 

"Gerek yok." Bende sözümü tekrarladığımda kısıldı gözleri.

 

"İnatçı bir keçi kaçırdığımın farkında değildim." Öfkeyle baktım ona.

 

"Kaçmadım ben, yardım istedim." Tek kaşı havalandı alayla.

 

"Kaçırdım." Kendiyle övünür gibi konuştu. "Sen ne dersen de, şu anda herkesin gözünde Yavuz Payidar'a kaçmış bir kızsın."

 

Öfkem ikiye katlanırken döndüm önüme. Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "İnsanların ne düşündüğü umrumda değil." Gerçekten insanların ne düşündüğü gram umrumda değildi.

 

"Benim de." Dedi keyifle ardından baktı bana. "Ama haklısın, benden yardım istedin Hafsa. Seni orda bıraksaydım ve eğer benim yüzümden sana bir zarar gelseydi ben kendimi affedemezdim." Alaycı sesi yok olurken bir kez daha şefkati aldı yerini.

 

"Niye bana bu kadar iyi davranıyorsun?" Sakin bir sesle sorduğumda kaçırdı bir kez daha kehribar gözlerini benden. "Şu nasıl?" Siyah bir kazağı alıp uzattığında konuyu değiştirdiğini farkettim. Yüzümü buruşturdum.

 

"Siyah rengi sevmem ben." Sırıttığında onu geri yerine koydu. "Beyaz mı alalım?" Salladım başımı usulca. Onunla aynı modelde olup da beyaz renkte olan kazağı aldı ve onu bana verdi.

 

Biraz sonra kabine girdim. Ayağımın üstüne basmamaya çalışarak çıkardım gelinliği üstümden. Büyük bir hevesle giydiğim gelinliğe şu an sadece tiksintiyle bakıyordum. Aynada kendimle göz göze geldim. Bu sabah yüzünde güller açan kızdan eser bile yoktu.

 

Neden yapmıştı bunu bana?

 

Dolan gözlerimi kapatıp açtım sıkıca. Ardından hızla beyaz kazağı geçirdim üstüme. Onunda altına mavi renkteki pantolonu geçirdim. Kabinden çıktım. Yavuz aldığım diğer kıyafetleri bir satıcının yardımıyla kasaya gönderirken kendisinede birkaç parça eşya almıştı. Onları eve bile taşımıyordu, yerini bilmediğim bir evin adersini verdi ve kıyafetlerin oraya bırakılmasını söyledi.

 

Karadeniz'in kenar köşe yerlerinden bir araziydi. Orman içinde ahşap evler olurdu orda. Muhtamelen gideceğimiz yerde kendisine ait bir ev vardı.

 

"Gidelim hazırsan." Usulca salladım başımı. Yanıma gelirken etrafına bakındı. Aniden gözüne takılan şeyle adımları bıçak gibi kesildi. Onun baktığı yöne baktığımda üç-dört korumanın büyük mağazanın içinde gezindiğini gördüm.

 

Yavuz'un dudakları arasından kısık bir küfür kaçtı. "Babamın adamları." Dedi, yanıma gelip beni kısa saniye içinde aldı kollarına.

 

"Babanın adamları mı?" O beni taşırken bu sefer itiraz etmedim. Çünkü başımız beladaydı. "Neden bizi arıyorlar ki? Peşimize benim babam düşmeli neden senin baban düşüyor?"

 

"Çünkü Mahir beyciğim seni benden almaya pek kararlı." Mağazanın arka çıkışına yürürken ara bir dönüp geriye bakıyordu. Adamlarından biri bizi farkettiğinde gür sesi mağazada yankılandı.

 

"Ordalar!" Dediğinde içime bir telaş ve korku düştü. "İlla saklanbaç oynamak istiyor bunlar." Yavuz kendi kendine homurdanırken ben geriye baktım. Korumaların elindeki silahları ikimizde aynı anda farkettiğimizde Yavuz hızla bana döndü. "Başını göğsüme yasla." Sert bir sesle söylediğinde ona baktım. "Ama-" ağzımı açmadan bağırdı.

 

"Başını göğsüme yasla!" Gür sesi kulaklarıma dolarken irkildim ve başımı göğsüne yasladım. O silahtan çıkan herhangi bir kurşunun bana denk gelmesi yerine kendi sırtına denk gelmesini tercih ederdi. Hızla mağazanın arka çıkışından çıktı. Kucağında ben varken hiç de zorlanmadan yokuş aşağı koşar adım ilerliyordu.

 

"Durun Yavuz beyim ateş ederim yoksa!" Bir korumanın sesi Yavuz'un adımlarını kesti. Birkaç saniyeliğine durup geri baktığında yüzüne bir sırıtış yayıldı.

 

Başımı hafifçe Yavuz'un göğsünden kaldırıp geriye eğdiğimde genç bir koruma farkettim. Nerdeyse Yavuz'dan birkaç yaş küçük. Sarıya dönük saçları eliyle geri taranmış, üstünde siyah bir gömlek kahverengi bir pantolon vardı. Yavuz'a bakıp göz kırptığında sesi gür çıkıyordu ama yüzünde alaycı bir ifade vardı. Başıyla duvarın arkasını gösterdiğinde Yavuz sırıtarak geçti hızla duvarın arkasına.

 

"Yavuz-" konuşmak istediğimde bana baktı. "Şş.." diye bir ses çıktı dudaklarından. Ardından kulakları dikildi. Bir sürü ayak sesi duyduğumda alt dudağımı ısırdım stresle. İçimdeki korku bizi bulacaklar diyeydi.

 

"Sağ tarafa gittiler abi!" Aynı korumanın sesi geldi. Ama diğer korumaları başka bir yöne yönlendirdiğinde kaşlarım havalandı. Birkaç saniye sonra bir ses daha geldi. Aynı korumanın sesi değildi.

 

"Yavuz, çikabilursun." Yavuz başını yavaşça çıkardı duvarın arkasından. Yüzünde yumuşak bir tebessüm varken sesli bir nefesle gerginleşen omuzları gevşedi.

 

"Ulan Süleyman." Dedi birkaç adım uzakta durup da bize yeni yaklaşmaya başlayan korumaya bakarak. Onun aksine saklandığımız duvarın hemen yanında başka bir koruma daha vardı.

 

"Bakma bana abi, Zahir'in fikriydi Valla." Yavuz Zahir'e baktı ve başını salladı. "EyvAllah." Dediğinde Zahir dediği adam tebessüm edip bir bana bir Yavuz'a baktı.

 

Bizi korumalarının nedeni Yavuz'un onları tanıyor olmasıydı. Rahat bir nefes kaçtı dudaklarım arasından. Kendimden çok Yavuz için endişelendiğimi yeni farkediyordum.

 

"Al buni." Zahir cebinden bir araba anahtarı çıkarıp onu Yavuz'un cebine koydu. "Araba aşuğda, kendi arabanla gitma her yerde seni arayiler zaten." Yavuz salladı başını ve sesli bir nefes verdi.

 

"Her yere adam salmış baban abi." Süleyman silahını beline koyarken yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. "Seni bulmadan durmayacak." Yavuz kıstı gözlerini.

 

"Bulsa bile alamayacak benden istediğini." Zahir ve Süleyman aynı anda baktılar bana.

 

"Kusura bakma yenge." Dedi Süleyman alayla, bana yenge dediğinde gözlerim genişledi hafifçe. "Kendimiz tanıtmayı unuttuk, Ben Süleyman, bu da Zahir." Dirseğini koydu Zahir'in omzuna. "Yavuz abinin best bodyguard'larıyız." Zahir kaşlarını çatarak döndü ona. "Ula sen baa küfür mü edeyisin?"

 

"Hayda." Ofladı Süleyman. "Sana bir ara ingilizce öğretelim biz."

 

Zahir kıstı gözlerini. "Baa diyene bak, sanki kendusi çok bileyi kot kafali." Yavuz onların bu haline bakarken gülümsedi.

 

"Hadi gidin çok dikkat çekmeden." Süleyman ve Zahir salladılar aynı anda başlarını. "Bir şeye ihtiyacin olirsa ara."

 

"Görüşürüz yenge." Dedi Süleyman ve arkalarını dönüp uzaklaştıklarında çatık kaşlarımla döndüm Yavuz'a.

 

"Bana neden yenge dedi?" Sözlerimle Yavuz güldü ve yokuş aşağı yürümeye başladı. "Sürekli hatırlatmamı gerek kaçak gelin, Yavuz Payidar'a kaçmış bir kadınsın onların gözünde."

 

"Ben düğünü terketmedim." Adımları yavaşlarken yüzüme baktı. Başını hafifçe yatırdı omzuna.

 

"Niye kaçtın o zaman?" Bakışlarımı kaçırdığımda tüm bunları düşünmek gözlerimin dolmasına neden oldu.

 

"Bıraktı beni." Dediğimde sesim kısık çıktı. Adımları bıçak gibi kesilirken bana olan tutuşu sıkılaştı. "Bıraktı seni? Nikah masasında..?" Sorusu göğsümün ortasına bir yumruk gibi indi. Dolan gözlerim etrafta gezinirken üzüldüğümü farketti.

 

"Halt etmuş orospi çociği." Şivesi bir kez daha bozulurken ona baktım. Konuşması komik geldiğinden dolan gözlerime karşı gülümsedim. "Üzülme." Diye mırıldandı önüne bakarken soğuk sesiyle. Ama bu soğukluğu bana değil beni nikah masasında terk edip giden Tarık'aydı.

 

"Hem sana gülmek daha çok yakışıyor." Sözleri küçük bir tebessüme sebep oldu. Başımı önüme eğip gizledim o tebessümü. Kısa süre içinde arabaya vardığımızda bindirdi beni. Yolculuk sessiz geçti. Sürekli peşimizde birilerinin olup olmadığını kontrol edip durduk.

 

Ormanlık alana vardığımızda indirdi beni arabadan. Bir kolu belime sarılıyken anahtarları takıp çevirdi ve kapının koluna asılı olan poşetleride alarak girdi içeri. Üç odalı ahşap bir evdi. Banyoyu saymazsak bir yatak odası bir salonu ve bir mutfağı vardı.

 

Şömineyi yakıp markete çıkmak için yalnız bırakmıştı beni. Gitmeden önce ondan başka bu evi kimsenin bilmediği konusunda da uyarmıştı. Bense şöminenin yanında otururken dolu gözlerle izliyordum ateşi. Sonunda yalnız kalmanın verdiği acı çöktü üstüme. Tüm gün sakladığım gözyaşlarım aktı sessizce. Hâlâ parmağıma takılı olan yüzüğü izledi gözlerim. Kıyamıyordum.

 

Tiksiniyordum kendimden, Tarık'a olan aşkım giderek bir nefrete dönüşüyordu. Tüm kirlerden arınmak ister gibi çıkarmaya çalıştım yüzüğü. Altı aydır bir kez olsun parmağımdan çıkarmadığım o yüzüğü bugün sökmek ister gibi çıkarıyordum.

 

Gözyaşlarım arasında parmağımdan söküp çıkardığım yüzüğü yere fırlattım. Hıçkırıklarım boş evde yankılanırken ellerimi saçlarıma daldırdım.

 

"Neden yaptın.." zorlukla kelimeler çıktı ağzımdan.

 

Tüm hayallerimi başıma yıkıp gitmişti. Sessizce çektim dizlerimi kendime şöminenin yanındaki koltukta otururken ağlamayada devam ettim. Böyle anlarda küçük bir kız çocuğuna dönüşürdüm. Normalde olsa abim teselli ederdi beni, ama şimdi o bile yoktu yanımda.

 

Açılan kapıyı duyduğumda çektim burnumu. Hızla sildim gözyaşlarımı. Saçlarım yüzümü kapatırken sessizdim.

 

"Geldim." Diye fısıldadı yorgun bir sesle, Yavuz. Poşetleri masaya bırakırken üstündeki yeni aldığı montu çıkardı. "Ne seversin bilmiyorum, o yüzden aldım ne gördüysem." Gerçekten elinde üç tane poşetle dönmüştü.

 

"Teşekkürler.." diye fısıldadım ama ağlamaktan sesim çatallamıştı.

 

"Hafsa?" Dedi merakla. Adımlarını atıp yanıma geldi. "Ne oldu?" Sorusunda bariz bir şefkat ve endişe vardı. Kızaran gözlerimi gördüğünde canı yanar gibi izledi beni. Tek dizinin üstüne çöktü elini uzattı saçlarımı geri itmek ister gibi ama kendine her ne hatırlattıysa aynı eli yumruk olarak indi geri.

 

Sanki bana dokunmaktan korktu.

 

"O it için mi ağlıyorsun?" Öfkesini bastırmaya çalıştığında alt dudağım hafifçe öne çıktı. Dolu gözlerle başımı salladım.

 

"Neden bıraktı beni bilmiyorum.." titreyen sesimle gözlerimi yere diktim. "Güvenmiştim." Alnımı dizlerime koydum. "Başka bir kadın için bıraktı beni." İçimde tuttuklarım ağır geliyordu.

 

Birilerine anlatmazsam delirecek gibi hissediyordum. "Hafsa.." diye fısıldadı hıçkırıklarımı dinlerken. "Ağlama lütfen." Sesinde acı vardı. Ben ağlıyordum diye onun canı mı yanıyordu? Bu yabancı neden bana karşı böylesine iyiydi?

 

Hıçkırıklarım devam etti. Aniden saçlarımı okşayan elini hissettiğimde başımı kaldırdım dizlerimden. Bir eli usulca gezindi saçlarımda. Sanki beni kırmaktan korkar gibi, incitmekten korkar gibi okşadı nazikçe. Bakışlarında bir kız çocuğuna bakıyormuşcasına ürkeklik vardı.

 

"Ağlama." Yumuşak bir tebessüm etti. "Senin gözyaşların o köpekten daha değerli. Değmez, onun için ağlama." Burnumu çektiğimde saçlarımda dolanan elini yanağıma getirdi ve baş parmağı sildi gözümden düşen yaşları.

 

"Seni terkeden bir adam için değmez." Yumuşak tınısı kulaklarıma dolarken sesli bir nefes verdim.

 

Tarık beni terketmişti. Eskiden olsa onsuz bir hayat düşünemezdim. Ama şimdi burdaydım, yaşıyordum. İnsan gerçekten bir türlü yaşıyor, bir türlü alışmaya başlıyordu. Ve Yavuz.

 

Yavuz bana öyle bakıyordu ki, ben daha önce Tarık'ın bile bana böyle baktığını görmemiştim. Başka bir şeydi bu, daha önce hiç görmediğim ama unutmakta istemediğim bir şeydi.

 

***

 

Yazar.

 

Mahir durduğu mağzanın önünde gözlerini kıstı. "Burası mıydi?" Yanında duran koruma salladı başını. "Buraydi abi." Mahir salladı başını ve adımlarını ileri götürdü. Mağazanın kapısını açıp girdi içeri.

 

Gözleri kasaya takıldı, oraya yürürken çıkardı telefonunu. Kasada çalışan kadına baktı. "Merhaba." Galeriden açtığı resmi gösterdi. "Bugün buraya böle bir adam geldu mi?" Kadın bakışlarını indirdi resme.

 

"Geldi evet." Dedi usulca sallayarak başını. "Yanında bir kızla geldi, alışveriş yapıp ortadan kayboldular sonrada." Mahir salladı başını şüpheyle ve dikkatle orta yaşlı kadına baktı. "Bir iz bir adres bıraktı mi?" Kadının gözleri adamı inceledi, ardından arkasında duran korumalara baktı. Kemerlerine takılı olan birkaç silahı görmek açıkça onu tedirgin etti. Sesli bir nefesle sipariş defterini açtı ve baktı isimlere.

 

"Bir teslimat istedi evet." Defteri çevirip Mahir'in önüne itti. "Bu adrese."

 

Mahir'in gözleri defterde dolandı. Gördüğü adresi kazıdı aklına ve salladı başını. "Sağolasun bacim." Adamlarına döndü. "Gideyuriz yuruyin." Avucunun içi gibi bir arazide bir ahşap evdi muhtemelen.

 

Oğlunu bulmak zor olmayacaktı, ama asıl sorun bulduğunda ne olacağıydı. Adamları arabalarına binerken o da hızla oturdu sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa. Bir dizini sabırsızca sallarken adresi tarif etti. Yaklaşık iki saatin ardından vardıkları ormanda indiler arabalardan. Gözleri ahşap eve takıldığında sesli bir nefes verdi.

 

Yavuz'un kulaklarına dolan araba sesleriyle çatıldı kaşları. Hafsa'nın dakikalarca ağlamasından sonra onu fazla yormak istememişti. Üstünü değiştirip siyah kazak ve siyah bir pantolon giyerken sessizce yemek yapmakla meşguldü. Ara bir gözleri onu izleyen Hafsa ile kesişiyor aralarında küçük atışmalar geçiyordu.

 

Mutfağın pencersindeki perdeyi hafifçe itti kenara, dudakları arasından kısık bir küfür kaçtı. "Yavuz." Dedi Hafsa telaşla. "Noldu?" Yavuz gözlerini onu endişeyle izleyen kadına çevirdi.

 

"Babamın adamları dışarıda." Hızla çekildi pencereden ve koltuktaki montu alıp giydi. Hafsa'nın da montunu alıp uzattı ona. "Giy şunu, çabuk." Hafsa telaşla geçirdi montu üstüne.

 

Yavuz hızla aldı onu kollarına. "Arka pencereden çıkacağız burdan." Güven veren bir sesle fısıldadı. "İtiraz yok." Dediğinde Hafsa usulca salladı başını.

 

Kapıya çarpan yumruklarla başı kapıya döndü. "Yavuz içerdesun bileyurim! Aç kapıyi uğraştirma ha beni!" Yavuz hızla arka odaya yürüdü. Geniş camı açıp önce Hafsa'yı çıkardı dışarı. Ardından kendisi çıkıp bir kez daha aldı kızı kollarına. Ormanda yürürken gözleri dikkatle gezindi etrafta.

 

"Yavuz." Diye mırıldandı Hafsa. "Ver beni, ne olacaksa olsun artık. Başına bir şey gelsin istemiyorum." Titreyen sesine karşılık Yavuz hızla salladı başını iki yana.

 

"Ancak ben ölürsem." Fısıldadı kısık bir sesle. "Ben ölmeden seni benden alamazlar Hafsa." Ormanın içinde yürürken bir ses bağırdı.

 

"Kaçıyorlar Mahir bey!" Yabancı bir korumanın sesiyle Yavuz hızlandırdı adımlarını. Ne kucağındaki kızı bırakıyor ne de kendisi duruyordu.

 

"Yavuz!" Mahir'in sesi yankılandı ormanda. "Dur ula! Dur!" Yavuz'un durmaya hiç niyeti yokmuş gibi koşarken Hafsa sıkıca kollarını doladı ona.

 

Ama tam yanından geçen bir kurşunla sendeledi yerinde. Göğüs kafesi hızla inip kalkarken aynı sesli nefesler babasındanda çıkıyordu.

 

"Dur Yavuz!" Dedi nefes nefese. Yavuz ağır ağır başını çevirdi omzuna. Babası onun sırtına bir silah doğrultmuş öfkeyle izliyordu oğlunu. Hafsa korkuyla Yavuz'a bakarken Yavuz usulca bıraktı onu yere ve arkasına aldı. Döndü babasına ve dikleştirdi başını.

 

"Bırak gideyim." Sözlerinde bir öfke vardı. "Zira benim ölümden başkasını alamazsın." Mahir sıktığı çenesiyle ileri birkaç adım attı.

 

"Bırak kızi." Sert sesiyle konuştu. "Uzatma bu işi Yavuz, bırak kızi."

 

Hafsa korku dolu gözlerle baktı Yavuz'a. Gözleri dolmuştu. Onun yüzünden olanlar yeterince yakıyordu canını. İleri bir adım atmak istediğinde Yavuz onu geride tuttu.

 

"Gitmiyorsun hiçbir yere!" Hafsa baktı ona yalvaran gözlerle. "Bırak gideyim!" Yavuz onun kolunu daha sıkı tutarak çekti arkasına. "Asla." Hafsa'nın gözünden bir damla yaş aktı.

 

"Öldürecek seni." Dediğinde kısıktı sesi. Yavuz başını çevirip baktı ona. "İyi ya, demiştim ancak ben ölürsem." Aynı sert bakışlarını çevirdi babasına. "Sıkacaksan sık, ölümden korkum yok benim. Eğer sıkamayacaksan söyleyeyim bu kızı benden alamazsın."

 

"İlla beni evlat katili edecesun!" İleri birkaç adım daha attığında silahın soğuk namlusu Yavuz'un göğsüne baskı yaptı. Omurgasından aşağı bir ürperti indi, korkudan değildi. Öz babasının ona silah doğrultuyor olmasındandı. Ama belli etmedi zayıflığını. Dikleştirdi başını.

 

"Sık." Dedi soğuk sesiyle. "Sık baba, belki o zaman durdurursun kalbimi." Başını iki yana salladı. "Başka çaresi yok, ne yaparsan yap baba. Değil sen tüm dünya gelse alamaz bu kızı benden!" Hafsa dolu gözlerle baktı Yavuz'a. İlk kez o an kalbimde bir şeyler haraketlendi.

 

Canı pahasına koruyordu bu adam onu.

 

"Gel öldür diyisin yani?" Silah'ın emniyetini çektiğinde Hafsa'nın gözleri genişledi. "Hayır!" Dedi yalvaran bir sesle. "Hayır! Yapmayın lütfen! Gelirim sizinle gelirim!"

 

"Gitmeyisun hiçbir yere!" Yavuz sert bir sesle bağırdı. "Ne sen ha bu kızi alayisin ne de sen Hafsa, ne de sen ha bu adamla gideysun!" Mahir bastırdı namlunun ucunu sertçe oğlunun göğsüne ve parmağını yerleştirdi tetiğe.

 

"Bir söz verdum Yavuz." Dedi soğuk bir sesle ve hafifçe bastırdı parmağını tetiğe. "Ya kızi vereyusin ya da sıkarum." Sesinde acımanın tınısı yoktu. "Evladum demem Yavuz." Yavuz sert gözlerle baktı babasına.

 

"Hiç demedin ki baba." Kendinden emin bir sesle mırıldandı. "Sık." Usulca salladı başını iki yana. "Çünkü ancak ölüm alır bu kızı benden." Hafsa'nın kalbi göğsünde deli gibi çarparken gözlerinde korku vardı. Yavuz onun kolunu sıkıca tutarken hiç korkmuyordu.

 

Ölüm onu korkutmazdı, ama eğer Hafsa bir kez daha ellerinden kayıp giderse işte bu korkuturdu onu.

 

"Yapma.." fısıldadı Hafsa korku dolu sesiyle. Yavuz geri adım atmıyordu. Babasına meydan okuyan bakışları yerindeydi.

 

Mahir parmağını bastırdı tetiğe. Ormanın içinde yankılanan gür sesle bir Payidar'ın kanı döküldü. Hafsa'nın dudakları arasından keskin bir nefes kaçarken gözleri şokla genişledi ve bakışları indi Yavuz'un göğsüne.

 

Bir kurşun sesi, sanki tüm dünyayı dar etti ona. Yavuz'un bakışları babasının gözlerinde kalırken yutkundu sertçe.

 

Bir kan döküldü, ve o kan bir savaş başlatıyordu..

 

***

 

Bölüm sonu.

 

Evet biliyorum çok harika bir yerde bitirdim. (harika şüpheli ) Yeni bölümde görüşmek üzere, hoşçakalınnn....🙉💫

 

 

 

Bölüm : 04.02.2025 15:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...