30. Bölüm

30 BÖLÜM-SUÇLU VE MASUM

Selin Eliz
selinelizben

Yeni bölümden herkese merhabalarrr🙏💓

 

Yorumlar ve oylamaları unutmayın keyifli okumalar şimdidenn💖

 

****

 

Gripin-Beş

 

**********

 

Yavuz Payidar.

 

Ceylan'ı evden hiçbir kaza bela olmadan çıkarmayı başarmıştık. Biraz daha geç kalırsak neler olurdu düşünmek istemiyordum. Kemal'in ölmesini istiyordum, ancak Ceylan'ın böyle şeylerden uzak durması gerekiyordu.

 

Kemal'in evine gelmeden önce aldığım telefonda Aziz bana Zahir'in uyandığını söylemişti. O an sanki dünyalar benim olmuştu. Zahir'i o halde görmek bile canımdan can alırken kardeşimi kaybetmeye dayanamazdım.

 

Zahir benim için bir abinden farksızdı. Cafer gözümde neyse o da oydu.

 

"Akgün iti nasıl hâlâ hayatta?" Diye sordum gözlerim yolu izlerken. Yarı yolda bizi İshak karşılamıştı. O olmasaydı muhtemelen kapıdaki adamları aşmamız daha zor olurdu.

 

"Rıfat'ın korumasında." İshak düz bir sesle konuştu. "Ama uzun sürmez, onun da ipinin çekilmesi yakındır." İshak'la ben aynı arabayı aldığımızda, Cafer, Tufan, ve Ceylan'da İshak'ın arabasını almıştı. İkimizde hastaneye doğru sürüyorduk.

 

"Kalbin nasıl?" İshak gözlerini bana çevirdi gerçek bir merakla. "Devran'dan bir şeyler duydum ama son zamanlar onu da doğru düzgün göremiyorum."

 

"Neden soruyorsun?" Arkama yaslanırken gaza biraz daha yüklendim. "Yine herhangi bir planın yoktur umarım."

 

"Akıllı adamsın ama zekanı çok boş yerlerde kullanıyorsun." Dirseğin araba camının kenarına yasladı. "Benim seninle bir garezim yoktu, Devran'ın planları beklediğimiz gibi gitmedi hepsi bu."

 

"Kalbim aynı." Sesli bir nefesle geçiştirdim. "Durum aynıymış."

 

"Donör bulundu mu?"

 

"Bulunsa burada olur muydum?" Kırmızı ışıkta durdum. Başımı ona çevirdim. "Amelyatımı olur sonra alır karımı çekilirdim bir kenara."

 

"Düşmanların?"

 

"Karımla sakin bir hayat sürmek varken düşmanlarla uğraşacak değilim." Benim hayallerim daha başka şeylerdi. Karımı ve çocuklarımı tehlikeye atacak her şeyden uzak durmak istiyordum.

 

"Kemal ve Akgün?"

 

"Onlar başka." Sesime tehlike sindi. "Onlar benim elimden acı çekmeden için soğumaz." Hafsa'ya zarar veren kimseyi sağ bırakmazdım. Hepsinin bir zamanı vardı. Ağır ağır, yavaş yavaş alacaktım onlardan intikamımı hiç beklemedikleri bir anda sonlarını getirecektim.

 

"İşleri kime devr edeceksin?" neden tüm bunları sorduğunu anlamıyordum.

 

"Kim geçerse geçsin yerime, umrumda değil."

 

"Cafer'e mi bırakacaksın?" Sözleriyle güldüm.

 

"Akıllıca bir fikir, cimri adamın teki. Masadakiler ondan para koparana kadar kendi canınlarına kıyarlar bizde böylece kurtuluruz." Bu onunda komiğine gitmiş olmalı ki kendini tutamayıp güldü.

 

Aslında bunu gerçekten yapabilirdim, babamın adıma bıraktığı her şeyi Cafer'e devr edebilirdim. O kabul eder miydi işte orasını bilmiyordum.

 

"Tüm bunlar durgunlaştıktan sonra ben masadan çekileceğim." Duyduklarımla şok olmadım desem yalan söylemiş olurdum.

 

"Sen mi?" Hiç inamıyordum. "Sen masadaki yerini kimseye bırakmazsın."

 

"Yoruldum be Yavuz'um." Alaycı bir tavırla konuştu. Ancak sesinde gerçekten yorulmuş bir adamın emaresi vardı. "Kendi kabuğuma çekileceğim, belki hayır işleri filan yaparım. Bir faydam dokunur insanlara." Hiç kendisi değilmiş gibi konuşuyordu. Ancak o acılı bir adamdı.

 

Bir yanım yadırgamıyordu. Bazen onun nasıl dayandığını düşünmüyor değildim. Karısını ve çocuğunu kaybetmişti. Kolay değildi.

 

"İşlerini kime bırakacaksın?" Diye sordum, ardından aklıma gelen isimle başımı salladım. "Devran'a."

 

"Kardeşim o benim." Omuzlarını indirip kaldırdı. "Ondan başkasına bırakacak değilim." Bir zamanlar İshak bize çok acı çektirsede Devran ile aralarındaki kardeşlik bağı gerçekten güçlüydü.

 

Bundan sonra sessizlik hüküm sürdü. Hastaneye vardığımızda arabadan inip hastaneye koşar adım adeta dalmıştık. Zahir'in o kanlı canlı halini görmemiz gerekiyordu.

 

Yoğun bakımdan çıkmıştı. Odasını değiştirmiştiler. İkinci kattaki odaya vardığımızda Ceylan vakit bile kaybetmeden açtı kapıyı. Aziz Zahir'in başı ucunda tebessümle onu izliyordu. Kapı açıldığı an o da bize doğru dönmüştü.

 

"Zahir." Ceylan'ın ağzından kopan hıçkırığı duyduk. Koşarak Zahir'in yanına varıp ona sarıldı.

 

"Ceylan." Zahir'in kuru sesini duyduğumda rahat bir nefes verdim. Diğerleriyle birlikte bende içeri girdim. Kollarını Ceylan'a sarmıştı. Çenesi onun omzuna yaslıyken gözleri bizi buldu. Beni burada görmek onu büyük bir şoka sokmuştu. Çünkü o vurulmadan önce ben kayıptım.

 

"Yavuz-" gözlerimi açıp kapatarak onayladım onu. İyi olduğumu belli eden sessiz bir mesajdı bu. Gözleri dolarken o da aynı şekilde karşılık verdi bana.

 

Benim de gözlerimin dolmasına ramak kalmıştı bunun farkındaydım. Koşup ona sarılmak hepimizin içinden geliyordu ancak Ceylan'a zaman tanıyorduk.

 

"Uyandın." Ceylan dolu gözlerle başını geri çekip Zahir'in yanaklarını okşadı. Zahir yorgun gözlerini bizden ayırıp ona baktı.

 

"Ağlayi misin?" Azarlar bir tınıyla sordu. Ceylan burnunu çekerek başını iki yana salladı.

 

"Ağlamıyorum." Zırıl zırıl ağlıyordu. "Hem öyle kendini çok değerli görme."

 

"Beni bu kadar sevduğuni bilsem daha önce vurulurdum." Zahir'in yorgun dilinden dökülen kelimelerle Ceylan çattı kaşlarını.

 

"O nasıl laf?" Her saniye daha fazla yaşlar akıyordu yanaklarına. "Çok korkuttun beni." Sedyeye iyice yerleşti ve elini Zahir'in elinin üstüne koydu. "Seni kaybettim sandım."

 

"Saa senule evlenmeden seni birakmam dedim." Muzip bir ifadeyle konuştu. "Sence benden kurtulmak öyle kolay mi Ceylan gözlüm?"

 

"Senden kurtulmak isteyen kim?" Zahir'in gözlerine büyük bir aşkla bakıyordu. Ceylan gerçekten Zahir'e değer veriyordu. Ve aynı ifade Zahir'inde yüzünde mevcuttu.

 

"Yeter da, aşk meşk işleruniz bittiyse kardeşume sarilacağim!" Cafer'in isyanıyla Zahir ve Ceylan güldü. Ceylan biraz yana kayarak Zahir'in yanına yerleşince Cafer Zahir'e sarılmıştı.

 

"Korkittin bizi." Dediğinde sesinde bir rahatlama vardı. "Bir an cenazeye para vereceğum diye çok korktim!"

 

"Cafer!" Ceylan'ın uyaran sesiyle Cafer gözlerini devirdi ve Zahir'e sarılmayı bırakıp hafifçe geri çekildi.

 

"Aklın fikrin parada." Tufan onu azarlayarak konuştu ve Cafer'in ardından Zahir'e sarıldı. Onların sarılması son bulana kadar bekledim.

 

Zahir Tufan'dan gözlerini çekip bana baktığında sedyenin yanına yürüdüm ve Zahir'e sıkı sıkıya sarıldım. "Kardeşim." Omuzlarımdan sanki büyük bir yük kalkmıştı. "İyisin."

 

"İyiyum kardeşim." Çok gücü olmasada bana aynı şefkatle karşılık verdi. "Bir kez daha kurtulmadaniz benden."

 

"Drama bağlama lan." Buruk bir tebessüm ettim. "İnsan abisinden kurtulmak ister mi?"

 

"Nasi?" Dediğinde olanlara anlam veremiyordu. "Yavuz, sen neredeydin, neler oldi?"

 

"İyiyim ben." Biraz geri çekildim ve elimi omzuna yasladım. "Her şey yolunda."

 

"Hafsa?" Dediğinde başımı salladım.

 

"Hepimiz iyiyiz, sen yorma kendini." Gözlerindeki endişe usul usul silindi. Hepimizin tekrar bir arada olduğunu bilmek onu mutlu etmişti.

 

"Süleyman?" Gözleri onu aradı.

 

"Arayın lan Süleyman'ı." Dedim omzumun üstünde Aziz ve Cafer'e bakarak. "Gelip best frendini görsün." Odada yükselen gülüşleri duydum. Uzun zaman sonra ilk kez huzurlu hissediyordum.

 

*******

 

Hafsa Payidar.

 

Salonda oturup gözlerini tedirgin bir şekilde bize diken kıza bakıyordum. Kabul etmeliydim ki böyle bir şeyi asla beklemiyordum. Karşımda benimle yaşıt belki benden birkaç yaş büyük bir kız oturuyordu. Nadir abi onun Zahir'in kardeşi olduğunu söylemişti. Bu nasıl olabilirdi? Kız fazlasıyla tedirgin ve ne yapacağını bilemez gibiydi. Sanki yabancı bir ortamda olmak onu geriyordu.

 

"Yani şimdi sen Zahir'in kız kardeşi misin?" Zerda şokunu gizlemeden patavatsız bir soru sorduğunda ona imalı bir bakış attım.

 

Karaca, rahatsız bir şekilde yutkundu. Bize bakarken ağır ağır salladı başını. "Ben.." kuruyan dudaklarını ıslattı. "Uzun yıllar dönemedim. Yani bulamadım." Gözleri birini arıyordu. "Yok mu?.." Sorduğu soruyu çok zorlukla sormuştu.

 

Afalladığımda gözlerim Nadir abiyle buluştu. Tekli koltuğun arkasında ellerini ceplerine sokmuştu. O da bana baktı. Zahir abinin durumundan Karaca'ya bahsetmemişti.

 

"Evde değil." Süleyman konuştu oturduğu koltuktan Karaca'yı izlerken. Ona bakarken bakışlarında yumuşama belirdi. Zahir abinin durumundan bahsetmedi, sanırım şu anlık en iyisi buydu.

 

İçim içimi kemirirken Nadir abiye bakakaldım. Bir şeyler söylesin istiyordum. Bakışlarımdaki imayı anladığında derin bir nefes soludu.

 

Tam konuşacağı sırada, Süleyman'ın telefonuna gelen mesaj sesi böldü ortamı. Telefonunu cebinden çıkarıp ekranını açtı. Gördüğü yazıyla yüzüne geniş bir tebessüm yayıldı. Başını kaldırdı, tam konuşacakken son anda Karaca'nın burada olduğunu farketti. Ancak ben ve Zerda onun umut dolu bakışlarından bir şeyler anlamıştık. Hissetmiştim.

 

"O mu?" Diye sorduğumda Süleyman anında başını salladı.

 

"İyiymiş." İçi içine sığmıyordu. Zerda ile aynı anda gülümsediğimizde Süleyman ayağa kalktı.

 

"Gitmem gerek." Dedi, şu an onunla gitmeyi çok isterdik ama evdeki durum buna pek musait değildi. Bir yanım Zahir abinin yanında olmak isterken diğer yanım burada olanları çok merak ediyordu. "Tufan yoldaymış, herkes iyiymiş."

 

"Yavuz?" Diye sordum anında. Gözlerimde endişe yer edindi.

 

"Her şeyi halettimişler, ben gidip durumlarına bakayım. Tufan birazdan burada olur."

 

"Tamam oğlum." Nadir abi salladı başını. "Sen git, bizi haberdar et." Zahir'in durumuna sevinen sesiyle konuştu. "Buradaki meseleyi halledelim, geleceğiz." Süleyman anında başıyla onayladı onu.

 

"Süleyman bak aramayı unutma!" Diye seslendi Zerda Süleyman çoktan salondan çıkarken. Gitmeden önce tamam diye bağırdığını duyduk.

 

Zahir abinin uyanmış olması hepimizin içine su serpmişti. Bir yanım bu yüzden kıpır kıpırdı. O benim abim dediğim adamdı, ve verdiği savaşı kazanmıştı. Tabii şu an bizimle karşı karşıya oturup abisinin durumundan tamamen habersiz bir kadın vardı.

 

Kısacık saçları vardı, omzunun üstünde kare bir kesim. Yüz hatları nerdeyse Zahir abiyle aynıydı. Ona kıyasla sadece biraz daha zarif ve yumuşak bir surata sahipti. Hareleri ve saçları simsiyahtı. Yüzünde hiçbir makyaj yoktu. Kısa bir şort, beyaz tişört. Beline mavi bir ceket bağlıydı.

 

Bakarken bile sade bir insan olduğunu anlamamak zor değildi. Bunun yanı sıra, yorgundu. Çok yorgun.

 

"Sen." Diye fısıldadım ona bakarken. Yanlış bir şey söylemek istemiyordum. "Neredeydin?" Zahir abinin acıyla nasıl savaştığını görmüştüm. Kız kardeşini koruyamadı diye nasıl suçluluk duyduğunu bana anlatmış, hatta bunu hissettirmişti.

 

"Gelemeyeceğim bir yerde." Bu konu sanki ona ağırdı. "Yaşadığım şeyler gelmemi engelledi." Gözlerinde gerçek bir acı vardı. Bir an Zerda ile göz göze geldik. İçimden bir ses hiç iyi şeyler olmadığını söylüyordu.

 

Sessizlik hüküm sürdü, ta ki abim gelene kadar. Sonunda eve girdi, olanları ona söylediğimzide büyük bir şoka girmişti. Şimdi tek yaptığı şey aynı bizim gibi koltukta oturup büyük bir merakla Karaca'yı izlemesiydi.

 

"Ee abi?" Nadir abiye baktım. "Abimde geldi, anlatacak mısın artık?"

 

Nadir abi kısa bir an bize baktı, ardından koltuğun arkasından çekilip önüne geldi ve oturdu. Her şeyi fazlasıyla merak ediyordum. Artık bu olanlar hepimizin kafasını karıştırıyordu. Nadir abinin sürekli ortadan yok olmaları, aniden ortaya çıkan sırlar, ve en sonunda Karaca'yı getirmesi. Nadir abi ile Karaca'nın nasıl bir bağlantısı olabilirdi?

 

Kafam allak bullaktı.

 

"Karaca'dan haberim olalı sadece iki hafta oluyor." Sakin bir yüz ifadesiyle bize anlattıklarını dinledik. Neyse ki Devran evde yoktu ve biz rahattık. Karaca'yı burada görmüştü ancak sorgulamayacak kadar önemli bir işi olmalı ki aniden evden çıkıp gitmişti.

 

Narin odasında uyuyor, Özlem'de yemeğini yedikten sonra yanına çıktığı için geriye Zerda, ben, ve abim kalmıştık.

 

"Peki nasıl oldu abi?" Abim merakla sorarken Nadir abi hafifçe geri yaslandı.

 

"Cihan sayesinde." Kaşlarım çatıldı. Neler oluyordu?

 

"Nasıl yani?" Zerda büyük bir kararsızlık içinde sorarken, Karaca sessizce dinliyordu.

 

"Onu bitirecek her bir şeyi araştırmaya devam ediyordum. Elime yeni belgeler ulaştı." Söyleyeceği şey her neyse sesine öfke eriştirdi. "Bir çocuk çetesi." Abimle aynı anda aynı tepkiyi verdik. İkimizinde gözleri genişlerken duyduklarıma uzunca bir süre anlam veremedim.

 

"Ne çetesi?" Cihan Polatlı, iğrenç bir adamdı. Olabileceği kadar iğrenç.

 

"Çocuk çetesi." Dedi, Karaca. O anları hatırlar gibi. "Bir nevi insan kaçakcısı. İşine yarayanları satıyor, yaramayanları dilendiriyordu." Göğsümün ortasına kocaman bir yük oturdu. Yanımda oturan abime baktığımda onunda yüzünün rengi solmuştu.

 

Abimle kesişti bakışlarımız. O an gördüğüm tek bir şey vardı, ikimizde hisettiği nefret. Kırgınlık, ve yükselen o kimsesizlik hissi. Artık şaşırmıyordum. O adam hakkında duyduğum şeyler sadece bizde daha fazla nefret uyandırıyordu.

 

Ondan şefkat dilenecek çocuklar değildik.

 

En kötüsü, en ağırı annemizi almıştı. O adam bizden annemizi almıştı. Görülecek hesabımız vardı. Hem bu dünyada hemde diğer dünyada ondan alacak büyük bir hesabımız vardı. Ne zaman olacaktı, ne zaman dikilecekti karşımıza bilmiyordum. Ama onun gözlerine bakmadan benim için soğmayacaktı işte bunu biliyordum.

 

Aynı durum abim içinde geçerliydi. O adam ikimizde annesiz bırakmıştı.

 

"Anlamıyorum." Zerda bizim sessizliğimizi farkedince temkinle konuştu. "Cihan Potlatlıyla tüm bu olanların ilgisi ne?"

 

"Topladığı çocukların arasındaydılar. Zahir ve Karaca." Diye açıkladı, Nadir abi. Ağzından çıkanları algılamak çok zordu. Yavaş yavaş kafamda bir şeyler otururken ruhum artık benden kaçıp gitmek istiyordu. Bu duyduklarım her geçen an daha ağır daha dayanılmaz bir hâl alıyordu.

 

Benim babam olacak adam sadece bizim değil, bizimle birlikte bir çok çocuğunda hayatını mahvetmişti.

 

Zahir abiyle daha önceden böyle bir bağlantımız olacağı aklımın ucundan geçmezdi. Çünkü ben Cihan Polatlı'nın böyle bir işe bulaştığından tamamen habersizdim. Evet eli kanlıydı, evet o bir şeyleri hep kanlı yollardan elde etmişti. Ama bu kadar alçalacağını eskiden düşünmezdim. Lakin, annemin başına gelen her şeyi öğrendikten sonra artık onun hakkında duyduğum her şeye inanmıştım.

 

O bir caniydi.

 

O bir katildi.

 

Annemin katili.

 

Göğüs kafesim daralırken dolu gözlerimi yukarı çıkardım. Bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Hiçbir zaman geçmiş değildi, geçmeyecekti. Bu konu kapanmayacaktı.

 

"Peki ne oldu?" Abim kahverengi harelerini dikti Nadir abiye. "Nasıl oldu?"

 

"Bir kız vardı." Dedi Karaca, güçsüz bir nefes vererek. "Böbrek yetmezliği yaşıyordu." Bakışlarım geri Karaca'nın yüzüne indi. Pür dikkat onu izlerken elim içgüdüsel olarak karnıma yaslanmıştı. Hepimizin dikkati ondayken Nadir abi zaten bildiği bir hikayeyi dinler gibi ifadesizdi.

 

"Babanın uygun olarak bulduğu donör bendim." Babama büyük bir nefret duyduğunu yüzüne kazınan ifadeden anladım. Haklıydı. O nefreti hakeden bir insandı. "Karlı bir işti, çok para alacaktı." Artık bir şeyleri anlatmak, ona acı ya da ağlama hissi getirmiyorda, sanki içindeki o kini körüklüyordu.

 

Onu dinlerken hepimizin hissettiği o duygu, çaresizlik ve öfke çoğalıyordu. Bunun yanı sıra, nedensizce utanıyordum. Böyle bir adamın kızı olduğum için çok utanıyordum. Öyle bir utanmaktı ki bu, Karaca'nın yüzüne bakarken ben pişmanlık duyuyordum. Ve canımı daha çok yakan kısım, abiminde böyle hissettiğini biliyor olmamdı.

 

Onun yüzüne dönüp bakamayacak kadar çok istiyordum yerin dibine girmeyi. Bizim hayatımızı mahvettiği yetmez gibi başka çocuklarında hayatlarını mahvetmişti

 

"Sonra?" Çenesi kasılan abim zar zor sordu. Gözleri yeri izliyordu.

 

"Sonra, bu mesele düşmanlarının kulağına gitti." Nadir abi konuştu bu sefer, sanki Karaca'yı daha fazla zorlamak istemedi. Sessiz bir şekilde onları dinlerken içimde büyük bir savaşla cebelleşiyordum. "Cihan'ın karlı işini mahvetmek için, Karaca'yı öldürmek istemişler."

 

Babam bir kız çocuğunun daha hayatını mahvetmişti. Bir kadının daha, tıpkı annem, ve benim gibi. Başkasının adına utanır mıydı insan? Öz annesinin katilinin adına utanır mıydı? Ben utanıyordum. Biz utanıyorduk.

 

"Ne yapmışlar?" Zerda yutkunarak sordu. Hiçbirimiz bu durumu sindiremiyorduk.

 

"Yaptılarda." Karaca ince parmaklarıyla saçını kulağının arkasına geçirdi. Kabullenmiş bir kadın vardı karşımda. Hiç çocuk olmamış, yaşadığı her şeyi kabullenmiş. "O gece canımı almak için geldiler." Hikaye usul usul daha derinlere inerken nefesimi bile tutmuştum.

 

Onun gerçekleri acı bir şekilde zihnimde sesleniyor, ardından kalbime iniyordu. Vicdanıma dokunuyor, vicdanım acımasız bir katilden farksız beni kırk yerimden bıçaklıyordu.

 

"Dirensem bile fayda etmedi." Gergindi yüz ifadesi, o anları hatırlamak sanki kendisi için bir işkenceydi. "Onun işini mahvetmek için beni harcamaya hazırdılar." Sesine sinen özlem, ve yüzüne kazınan bir hasret vardı.

 

"Daha sonra?" Abimin zorlukla çıkan fısıltısı içinde dönen her şeyin bir habercsidiydi. Zerda elini kaldırıp onun elinin üstüne yerleştirdiğinde abim derin bir nefes verdi. Anında parmaklarını Zerda'nın parmakları içine geçirdi ve ondan güç aldı.

 

"İstediklerini yaptılar, abim bir ev tutmuştu." Ağlamamak için zor durdum. Gözlerimi dolduran şey Zahir abinin hayaliydi. O bir aile istemişti, belki de bir kez olsun sonunda kendi evine çıkmış kendi ailesini kuracakken bunu ondan almıştılar. "O evde yokken saldırdılar."

 

*********

 

Geçmiş.

 

İki odası olan küçük tatlı bir evin mutfağına bakındı, Karaca. "Uygar, burası çok güzel değil mi?" Diye neşeyle konuştuğunda sonunda kendilerine ait bir evleri olması durumu onu bir hayli mutlu ediyordu.

 

Bazen sokaklarda, bazen otellerde, bazense depo köşelerinde uyumaktan çok yorulmuştu artık. Abisi ona söz verdiği gibi sonunda bir ev tutmuştu. Eskiydi, ama onun için çok güzeldi.

 

"Senin kadar değil." Dediğini duydu, Uygar'ın. Kalbinin hızlandığını hissederken başını ona doğru çevirdi. Abisinin her daim yanında olan ve bu evi tutmalarına en büyük desteği sağlayan genç adamı izledi. Yanaklarına ulaşan sıcaklığı bir kenara itesede, beden dili heyecanını pek gizleyemedi.

 

"Abim nereye gitti?" Konuyu değiştirdi. Bunu yapmazsa saniyeler içinde daha fazla kızarıklığın yanaklarına ulaşacağına emindi.

 

"Bu gece geç döner." Uygar, Karaca'nın mutfakta dolanmasını izlerken omzunu kapı pervazına yasladı. Sağ ayağını sol ayak bileğinin üstüne geçirdi.

 

"Sen neden onunla gitmedin?" Merak içinde sordu. Genelde Uygar Zahir'in bir saniye olsun yalnız bırakmazdı. O ikisi sokaklarda birlikte dövüşmüş, ne badireler atlatmıştı.

 

"İşini yalnız başına yapacağını söyledi." Derin bir nefes verdi. "Zahir'i bilirsin, sırf izini sürmeyeyim diye yalnız ve habersiz gitmiş." Ne Karaca konuştu daha fazla, ne Uygar. O gece, Zahir eve henüz dönmemişti. Karaca Uygar'ın hazırladığı sandiviçin son lokmasınıda yedi.

 

"Abim hâlâ dönmedi." Derken ağzındaki lokmadan dolayı zar zor konuşuyordu.

 

"Kaç kere diyeceğim ağzın doluyken konuşma, Karaca." Uygar azarlayan bir sesle konuştu. Ancak bakışlarında sert sesine kıyasla büyük bir şefkat hüküm sürüyordu.

 

"Ne yapayım?" Karaca çırptı ellerini birbirine ve duvardaki saati gösterdi çenesinin ucuyla. "Saat bir oldu, hâlâ yok."

 

"Sendeki bu abi sevdası nereden geliyor?" Uygar bozulmuş bir sesle konuştu. "Ben geç gelsem bu kadar endişe etmezsin."

 

"Niye edeyim, sen benim abim değilsin." Karaca, keyifli bir sesle söylendi. Uygar'ı kızdırmayı çok severdi, ve öz abisiyle onun arasında ayrım yapması Uygar'ı bir hayli rahatsız ederdi.

 

"Kıymetim hiç mi yok gözünde?" Uygar boş bir sesle sordu. "Yani geberip gitsem bir sokağın köşesinde umrunda olmaz mı?"

 

"Uygar o nasıl laf?" Karaca'nın siyah irisleri genişlerken yüreğini büyük bir korku sardı. "Söyleme şöyle şeyler, düşüncesi bile kötü."

 

"Beni kaybetmekten korktuğun kadar korkuyorum seni kaybetmekten, Karaca. Hatta daha fazla." Uygar derinleşen bakışlarını Karaca'nın yüzünde gezdirdi. "Biliyorsun değil mi?" Bakışları yumuşadı Karaca'nın. Bunu biliyordu, Uygar'ın söylemesine bile gerek yoktu. Hissettiriyordu. Ve bazen en önemlisi hissetirmekti.

 

Ağzını açıp konuşacağı sırada, kapıya çarpan bir ses doldurdu evi. İkiside yerinden fırladığında, korku bir misafirden farksız daldı eve. Yavaş yavaş sardı iki gencin etrafını. Sessiz, ama bir o kadarda yaralayıcı.

 

"Neler oluyor?" Karaca korkuyla sorarken, Uygar onun kolunu yakaladı. Dışarıda nasıl bir tehlike vardı bilmiyordu. Ama bu sesi tanıyordu. Birileri kapıyı kırmaya çalışıyordu.

 

"Yürü!" Karaca'yı küçük koridora götürüp kapısı açık odalardan birine itti.

 

"Uygar, neler oluyor ne yapıyorsun-!" Karaca daha ne olduğunu anlamadan, Uygar kapıyı çekip üstüne kitlemişti.

 

"Sesini çıkarma." Uygar, sesine sinen bariz korkuyu gizledi. Bu gece neler olduğunu bilmiyordu, ama iyi şeyler hissettmiyordu.

 

"Uygar saçmalama!" Karaca, ellerini kapıya vurdu. Dolu gözlerinde binlerce acı belirdi. "Aç şu kapıyı, napıyorsun!"

 

"Sana sesini çıkarma dedim!" Uygar'ın sesi yükseldi. "Çıtını bile çıkarma!" Karaca, omurgasından aşağı inen ve giderek her bir zerresini ele geçiren o soğukluğu hissetti.

 

Dediğini yaptı, zorda olsa sustu. Ardından kırılan kapının sesiyle yerinde sıçradı. Ancak sesini çıkarmadı. Uygar, koridora dalan, ve muhtemelen kendisinin iki katı olan iri yarı adamlara baktığında yutkundu. Korkmuyordu, korkusu bu adamlardan değildi. Tek korkusu Karaca'ya bir şey olmasıydı. Nasıl karşı koyacaktı? Onu nasıl koruyacaktı?

 

Daha kendisi bile 17 yaşındaydı.

 

"Bakın içeriye." İki adamın arkasından birkaç kişi daha çıktı. Anında içeri daldıklarında Uygar dikildi karşılarına.

 

"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" Bir eli her ihtimale karşı cebindeki bıçağı tutuyordu. Bir silahı yoktu. Ama eğer olsaydı belki daha fazla koruyabilirdi, Karaca'yı.

 

"Çekil, çocuk." Adamlardan biri sıkıntıyla konuşurken, diğerlerinden biri Uygar'ın omzuna çarparak salona geçti. Uygar'ın gözleri bir an olsun kapalı kapıya kaydı. Ardından onlara döndü. Bir korumadan farksız dikiliyordu o kapının önünde.

 

"Kimsiniz siz!" Dişleri arasında sorduğunda aslında kendisinin fazlasıyla güçsüz olduğunun farkındaydı.

 

"Karaca nerede?" Adamlardan biri onun önünde durduğunda tek kaşını kaldırdı, Uygar. Elinde tuttuğu bıçağın sapını daha sıkı kavradı.

 

"Evde yok." Yüzünde yalanın emaresi bile yoktu.

 

"İçerisi boş!" Diye bağırdı içlerinden biri. Tek bir oda kalmıştı. Uygar'ın arkasındaki oda.

 

"Çekil." Önünde dikilen sert bakışlı adamı izledi, Uygar.

 

"Leşimi çiğnemeden beni buradan alamazsınız." Elinde tuttuğu bıçağı açarak öne doğrulttu. "Öldürürüm, şakam yok." Önünde duran adam, önce genç adamın elinde tuttuğu bıçağı baktı. Ardında dudaklarına cansız, ancak bir o kadar tehlikeli olacak bir gülüş yerleşti.

 

Elini uzattı, daha Uygar ona saldıramadan onun yakasını kavrayıp kenara savurdu. Uygar, sağ tarafındaki çekmeceye başını çarptığında acı dolu bir inilti çıktı ağzından. O daha gözlerini açıp kendine gelemeden, iri yarı adam silahını çıkarıp kapının kapalı deliğine ateş etmişti. Hemen ardından, Karaca'nın korku dolu çığlığı duyulmuştu.

 

"Karaca.." fısıldadı, Uygar tek dizinin üstünden ayağa kalkamaya çalışarak. Parmakları arasında daha sıkı tuttu bıçağı. Dişleri arasından kaçan acısını dile getiren o tıslamayı serbest bıraktı.

 

"Bırak!" Karaca'nın yardım dolu çığlığı zihninde bir zincirden farksız yüksek sesler çıkardı. Sanki zihninde birileri çığlık çığlığa bağırdı.

 

"Düş önüme, canımı sıkma benim!" Uygar kendine geldiğinde, gördüğü tek manzara Karaca'nın odadan dışarı sürüklenmesi olmuştu. Bir şekilde topladı kendisini, acısını ve korkusunu itti kenara.

 

"Bırakın lan onu, orospu çocukları!" Öne atıldı, elindeki bıçağı hiç acımadan Karaca'nın koluna asılan ve az önce onu bir kenara fırlatan adamın koluna sapladı. Daha demin kendi acı dolu iniltisini dinlerken, şimdi onlara saldıran adamın acısını dinliyordu.

 

"Tutun kızı!" Yaralı olmasına rağmen, emir verdi kolu yaralı adam. Ardından yüzündeki acıyı silerek soğuk hissiz bakışlarını kaldırdı Uygar'ın yüzüne. Karaca'yı koruması bir anlam ifade etmemişti, yaraladığı adamın korumaları kısa saniyeler içinde Karaca'yı esir almıştı.

 

"Size onu bırakın dedim!" Uygar, bir kez daha öne atıldığında bileğini yakaladı yaralı adam.

 

"Seninle çok bile uğraştım, orospu çocuğu!"

 

"Uygar, hayır!" Karaca dolu gözleriyle ağlarken başını iki yana salladı. "Bulaşma, nolursun!"

 

"Seni bunlara bırakmam-!" Daha kelimesini tamamlayamadan yüzüne yediği sert tokat onu yere sermişti. Karaca korkuyla irkilirken daha fazla yaşlar aktı gözlerinden.

 

"Yapmayın, ona zarar vermeyin!" Kollarını çekiştirerek onu tutan adamlardan kurtulmaya çalıştı. Ancak yaptığı her şeyin nafile olduğunu biliyordu.

 

Uygar, yediği tokatın etkisinden çıkamaya çalışırken elindeki bıçak başka bir tarafa savruldu. Soluğunu kesen tokat, tüm vücuduna büyük bir şok göndermişti. Daha önce çok fazla dayak yemişti, ve her seferinde böyle aklı patlayacak gibi olmuştu. Avuç içlerini yere bastırıp kalkmak istediğinde, karnına yediği tekme onu geri indirmişti.

 

"Bana senin sorun çıkaracağını söylemiştiler." Uygar, olduğu yerde öksürürken adam belindeki silahı çıkarmıştı.

 

"Suat abi, cinayet yok demiştiler." İçlerinden biri konuştuğunda, Suat ona boş gözlerle baktı.

 

"Kim ne sorarsa, ben cevap veririm."

 

"Hayır." Karaca, korkudan genişleyen gözlerini Suat denilen adamın elindeki siyah silaha dikti. Yüreğindeki o korku çığı her saniye biraz daha büyüdü. Büyüdükce, Karaca o çığın altında ezildi. "Yapmayın-!" Onun Feryadı bile bitmemişti, bir silah sesi duyuldu. Uygar, karnına iki kurşun yedi. Göz kapakları titrerken bakışları karnına doğru kaydı. Kan, kazağına bulaştı.

 

"Uygar!" Deli gibi bağırdı, Karaca. O kandan bile korkardı, Uygar'ı bu halde görmek cehennemden farksızdı.

 

"Götürün kızı arabaya."

 

"Hayır." Uygar, kaybettiği kana rağmen direnir bir sesle konuştu. Yerden kalkacak gücü olsa, bunu yapacaktı. Ancak o kadar bile gücü kalmamıştı. Dolmuş gözleri son kez izledi Karaca'yı.

 

"Gitmem!" Karaca ayaklarını yere bastırırken iki adam zar zor onu sürüklemeye başladı. Küçük bir kızdaki güce hayran kalmamak elde değildi. Onu güçlü yapan şey, Uygar'ın ölümün eşiğinde olmasıydı. "Uygar, bırakmam seni!" Başını iki yana sallarken deli gibi ağlıyordu. Sırf gitmemek için, kendini dizlerinin üstüne bıraktı.

 

"Bırakın beni!" Çırpındı. "Böyle kalırsa ölür, böyle bırakamazsınız onu bırakın beni!" Bağırdı, avazı çıktığı kadar. "Abi!" Yardım diledi. "Abi nolur gel!" Başını geri çevirip Uygar'ı görmek istedi.

 

Uygar, yerde biraz sürünerek haraket etmiş. Ancak daha fazlasını yapamamıştı. "Karaca.." fısıltısı kanla karışık bir şekilde öksürdüğünde çıktı ağzından.

 

"Uygar!" Karaca, onun bu hallerini asla unutmayacaktı. İki adam onu dışarı sürüklediğinde, çığlıkları hiç susmamış. O gece devam etmişti. O gece, can vermişti.

 

Her şeyi elinden alınmıştı.

 

******

 

Şimdiki zaman.

 

Dinlediğim her şeyin sonucunda artık ağlamaya başlamıştım. Daha bir yabancının acısı bile beni etkilerken, öz babamın hayatını mahvettiği insanları dinlerken binlerce parçaya ayrılmam normaldi.

 

Zahir abi nasıl bir cehnnem yaşamıştı? Karaca tüm bunlara nasıl dayanmıştı? Ve Uygar, hâlâ Karaca'nın katillerini arayan, Uygar. Yaşadığını bildiği an neler yaşayacaktı? Nefes alamadığımı hissettim. Baba demeye bile artık tenezzül edemediğim adamın ne kadar iğrenç bir insan olduğu bir kez daha yüzüme vurulduğunda kendimi hiç iyi hissettmemiştim.

 

Daha fazla burada duracak gücüm yoktu. Karaca'nın yüzüne bakacak yüzüm yoktu.

 

Abi dediğim adamın bir yerde hayatını mahveden benim babamdı. Koltuktan kalktığımda hıçkırığımı bastırdım. Abim, benim kalktığımı farkedince boğazına oturan yumuruyu yutmuş ve o da kalmıştı. Nadir abinin endişe dolu bakışlarını sırtımda hissetsemde abim onu durdurmuştu. Ne Zerda'nın gelmesine izin vermişti peşimden, ne de bir başkası.

 

Kendimi salondan dışarı attığım an sırtımı duvarın sağ tarafına yasladım. Elimi göğüs kafesime yasladığımda içeride canımı almaya niyetli gibi çarpan kalbimi hissettim. Vicdanım öyle ağır bir yük gibi çöktü ki üstüme, ben suçluluktan başka bir duygu tatmadım. Sınırlı değildi. O adamın yaptıkları sınırlı değildi. Sadece Karaca'nın, Zahir abinin değil, bir çok çocuğun, kadının, insanın hayatını mahvetmişti.

 

Onun vicdanı gram sızlamazken, ben nasıl eziliyordum bu duyguların altında?

 

"Abim." Abimin sesini duyduğumda başımı sağıma çevirdim. Salonun kapısından çıkar çıkmaz onum gözleriyle kesişti gözlerim. Kahverengi harelerinde tek bir duygu gördüm. Aynı benim kadar çaresiz bir durumda olan o çocuğu. Suçluluğu.

 

Baba dediğimiz adam, omuzlarımıza kendi günahlarını yüklemişti.

 

"Abi çok ağır." Sesimin titrekliği artık takatim olmadığını gösteriyordu. Ağırdı. Günahları çok ağırdı. Abim, diyecek bir şey bulamadı. Sessizce onuda yiyip bitiren vicdan yüzünün her zerresine kazındı.

 

"Abisinin gülü." Bana böyle seslendiğinde kendimi tutamadım. Dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı. Önüme geçti. Avuç içlerini yanaklarıma yasladı. "Senin bir suçun yoktu." Titriyordu elleri. Her ne kadar gizlesede, hissediyordum.

 

"Öyle hisettirmiyor." Başımı önüme eğerken dudaklarım titredi. "Tüm suç benimmiş gibi hissediyorum. Neden abi? Neden böyle hissediyorum?" Abim, sessiz kaldı. O sessizliğin altında yatan sebebi çok iyi biliyordum. O da benim gibi hissediyordum.

 

"Günahlarını omzulama." Elini başımın arkasına götürdü. Alnımı göğsüne yasladığında fısıldadı saçlarıma doğru. "O piç kurusunun günahlarını omuzlama, senin suçun değildi." Onun göğsünde ağlarken hıçkırıklarım göğsümü titretti.

 

"Senin de değildi." Dedim ondan güç alırken. "Senin de suçun değildi, abi." Tek şanslı olduğum konunun bu olduğunu düşünürdüm her zaman. Benim abim babasının bir kopyası değildi.

 

Çocuklara kıyamaz, bir kadına kalkan eli kırar, bana sesini bile yükseltmeyecek kadar beni çok severdi. Aşkı için herkesten vazgeçer, karısını çocuklarını canı pahasına korurdu. O babamın bir kopyası değildi.

 

"Ben suçluydum, Hafsa." Pişmanlık ağır bir işkence gibi çökmüştü üstüne. "Seni o evde tutarak suçluydum, gitmediğimiz için suçluydum. Senin yapacağın bir şey yoktu benim güzel kardeşim, abisinin gülü-"

 

"Abi deme şöyle şeyler," Kollarımı onun iki yanına sararken içimde binlerce yıkım varmış gibiydim. "Senin yapabileceğin bir şey yoktu.." Kendini suçlu görmesine gerek yoktu. Yaşanan her şeyden beni zaten korumaya çalışmıştı. O benim için kariyerinden bile vazgeçmişti. "Suçladığım son kişi bile değilsin." Başımı kaldırıp ona baktığımda beni sevgiyle izliyordu.

 

Bana olan bakışları hiç değişmezdi. Ne kadar büyürsem büyüyeyim abim bana hep onun küçük kız kardeşiymişim gibi bakardı.

 

"Böyle mi düşünüyorsun, Hafsa?" Sesinin tınısında kendine yönelttiği bir öfke vardı. "Hiç mi suçlamıyorsun beni, gönülde mi koymadın? Abi olamadım sana, koruyamadım diye seni. Hiç mi kızmadın bana?"

 

"Hayır." Hızlıca ellerimi kaldırıp yanaklarıma yerleştirdiği ellerinin üstüne koydum. "Bir gün olsun kızmadım sana abi, hatta git istedim. Beni bırak git istedim." Bencil bir insan değildim. Benim için vazgeçtiği her şeyi biliyordum. Ona yalvardığım günleri bir an olsun unutmuş değildim.

 

Bana rağmen bile bırakmamıştı abim beni. Onun hakkını asla ödeyemezdim. "Allah biliyor ya abi." Sessiz bir fısıltıyla konuştum. "Ben sana hiç kızmadım." O koskoca adam beni izlerken çoktan gözleri dolmuştu.

 

"Daha iyi bir hayat hakediyordun, Hafsa." Belki de o bir abi olduğu için böyle hissediyordu. Her an her saniye beni korumak istiyor, en küçük olayda bile günahı kendisinde arıyordu.

 

"Senin olmadığın bir hayat istemezdim, abi." Söylediğimde sonuna kadar samimiydim. Onun olmadığı bir hayatta bana ömrünün sonuna kadar mutlu olacaksın deseler bile kabul etmezdim. Benim çocukluğumun, ve gençliğimin, her anımın kahramanı abimdi.

 

Sözlerim karşısında yumuşayan yüz ifadesi gözlerimi terketmedi. O duygusallıktan nefret ederdi. Ancak her ne kadar gizlese bile beni çok sevdiğini biliyordum. Gözlerindeki bakış bile bana bunu kanıtlıyordu. Ona bakarken her zaman sığınacağam bir limanım olduğunu biliyordum.

 

"Henüz kocandan bahsetmeye başlamadın." Dedi abim, gözlerinin dolmasına rağmen alayla. "Ne zaman kocam diye ağlamaya başlarsın? Ayrıca beni bu kadar övdüğünü duymasın. Sonra bana iyice düşman kesilir." Sözlerine ağlamanın eşiğinde olmama rağmen güldüm. Onun da istediği buydu. Beni güldürmek.

 

Benimle birlikte onun da yüzüne sakin bir tebessüm yerleşti. "Şöyle gül.." Bir eliyle saçlarımı okşadı. "Senin gözünden akacak tek damlaya dünyayı yakarım ben biliyorsun değil mi?"

 

"Biliyorum." Derken, artık ağlamıyordum. Tek hissettiğim kirpiklerimde asılı duran yaşlardı. Bildiğim tek şeyse şuydu, ben böyle bir abiye sahip olduğum için dünyanın en şanslı kız kardeşiydim.

 

Hiçbir şey bizi ayıramazdı.

 

Yaşanan hiçbir şey beni abimden ayıramazdı.

 

*********

 

Yarım saat sonra.

 

Evde olup bitenlerden biraz olsun uzaklaşmak iyi gelmişti. Çünkü artık düşüncelerimin bir bıçak misali zihnimi oyduğunu hissediyordum. Berbat bir histi bu. Ve ben uzun zamandır bundan kurtulamıyordum. Dinlenmek istiyordum bazen. Yavuz'uda alıp çekilmek ve dinlenmek. Ancak yapamıyordum. Hayatımıza yön veren olaylar buna izin vermiyordu.

 

Hastaneye gelir gelmez düşündüğüm tek şey Zahir abiydi. Karaca'yı evde Nadir abiyle bırakmıştık. Onu buraya getiremezdik. Üstelik Zahir abi gözlerini yeni açmışken onu görürse ve bu olanları öğrenirse sağlığı için kötü olabilirdi.

 

Hemşire bize onu normal bir odaya aldıklarını söylediklerinde nerdeyse ağlayacaktım. O kablolardan kurtulmuştu. En güzel yanıysa, uyanmıştı. Hemşirenin söylediği odanın önüne geldiğimizde abiminde Zerda'nında, benim de adımlarımızı duraklamıştı. Açık kapıdan içeri baktığımda herkesin orada olduğunu gördüm.

 

Süleyman Zahir'in kafasının etrafına kollarını dolamıştı. Yanına oturmuyordu. Bunu muhtemlen onu incitmemek için yapıyordu. Onları bu halde gördüğümde titrek bir nefesle beraber sessiz gülüşün kaçtı ağzımdan.

 

Yavuz, sedyenin hemen yanında durmuş biraz endişeli ve fazlasıyla mutlu gözlerle Zahir'i izlerken yüzündeki o rahatlama ifadesi bana da güç vermişti. Öyle huzurlu görünüyordu ki, sanki bir an olsun içinin ateşi dinmişti. Onun hemen yanı başında duran Aziz'in yüzünde aşağı kalır bir ifade yoktu. Yumuşak bakışları Süleyman ve Zahir'n halini izliyordu.

 

Süleyman'ın en yakınında duran Cafer'in yüz ifadesine baktığımda gözlerinin hâlâ kızarık olduğunu farkettim. Sadece o değil, diğerlerininde durumu aynı gibiydi. Sanki hepsi ağlamıştı.

 

Ceylan, Zahir'in yanında uzanıyordu. Sanki onu bırakırsa kaybedecekmiş gibi öyle sıkı tutunmuştu ki eline korkusu yüzünün her zerresine yazılmıştı. Başını Zahir'in göğsüne yaslamamış, ağırlığını vermemişti. Ama onun yanındaydı. Ve Zahir abi, kolunu Ceylan'ın belinin etrafına dolamış yumuşak bakışlarla onun yüzünü izliyordu.

 

"Süleyman." Dediğini duydum kuru bir sesle. "Kafami birak, nefes almamı engelleyisin!"

 

Sesini duymayı bile özlemiştim.

 

Olduğum yere çivilenmiş gibiydim. Zahir abinin yeri bende öyle başkaydı ki bunu anlatamazdım. Ve onun hayata gözlerini açması, tekrardan aramızda olması beni dünyanın en mutlu insanı yapmıştı.

 

"Bırakmam." Süleyman'ın inat dolu sesini duydum. Ta ki Cafer onu ensesinden tutup geri çekene kadar.

 

"Birak ula uşaği, komadan yeni çıkmış tekrar mı sokacasun!" Cafer'in geri çekmesiyle sendeleyip yüzünü düşüren Süleyman'ı gördüm. Ama o konuşamadan, Zahir abinin gözleri kapıdan bizi buldu.

 

Gözleri önce abimi buldu, hemen ardından abim içeri girdi. Yüzünde kocaman bir gülüş belirdi. Ardından Zerda onu takip etti. İkisi içeri girince Zahir abinin gözleri benimle kesişti.

 

Beni burada görmek onu mutlu etmişti. O gözlerini kapattığında ne ben vardım ortalıkta ne de Yavuz her şeyin yoluna olduğunu ona anlatmış olmalıydılar.

 

"Duracak misun orada, yoksa gelip baa sarılacak mısın?" Ayaklarım benden habersiz odaya girdiğinde koşarak sedyenin yanına ulaştım. Odadakiler daha ne olduğunu anlamadan kollarımı Zahir abiye sarıp ona sarıldığımda hafif öksürdüğünü duydum.

 

O an anlamadım, ama daha sonrasın da hâlâ yarası olduğu çarptı yüzüme. "Özür dilerim." Telaşla başımı geri çektiğimde, Zahir abinin bir eli belime yaslandı. Acısına rağmen tebessüm etti.

 

"Dileme." Ceylan biraz başını kaldırıp hafifçe doğrularak bize izin verdiğinde bile Zahir'in elini bırakmadı. Zahir abide aynı şekilde onu bırakmadı. "Acimadi zaten."

 

"İyi misin abi?" Gözlerimdeki yaşlarla sordum. Günlerce onun rengi solmuş yüzünü ve bir sedyeye mahkum halini izledikten sonra böyle kanlı canlı karşımda olması hıçkırarak ağlamama sebep olacaktı.

 

"İyiyim abim." Dedi canla başla. "Kurşin yarasi mi öldürecekti bizu?" Sözlerine güldüğümde diğerlerininde gülüşlerini duydum.

 

O daha ağır şeyler yaşamıştı biliyordum. Yine de, Zahir abiyi ilk tanıdığım andan bugüne çok zaman geçmişti. Bugüne kadar fark ettiğim tek şeyse onun gerçekten yaşamak istediğiydi. Bunu bana daha bir mutfakta aile hayalinden bahsettiği gün anlamıştım. O en çok yaşamayı istiyordu, ancak herkes onun canını almak için uğraşıyordu.

 

Verdiği savaşı kazanmıştı. Doktorların bile umut kestiği, her şeye hazırlıklı olun dediği Zahir abi uyanmıştı.

 

"Öldürmez tabii." Titrek sesime rağmen tebessüm ettim. "Kurşun yarasından mı korkacağız?" Sahte bir ciddiyitle konuştuğumda çok hafif güldü.

 

Hepimizin dağıldığı bu ortamda, sanırım yavaş yavaş toparlanmaya çalışıyorduk. En azından ben artık öyle düşünmek istiyordum.

 

"Korkmayız." Dedi babacan bir tavırla. Kabul etmeliydim ki onun bu hallerini bile özlemiştim. Başımı kaldırıp Yavuz ile göz göze geldiğimde pür dikkat beni izlediğini farkettim. Deminden beridir yüzüne bakmamı bekliyormuş gibi gözleri kısıldı.

 

Gözlerime baktı, derin derin izledi. Ardından bakışları karardı. Ağladığımı anlamıştı.

 

Bunu nasıl anlıyordu?

 

Ona suçlu çocuklar gibi baktığımda daha bir şey konuşmadan daha net anlamıştı her şeyi. Ben Zahir abiyle biraz daha söhbet edip geri çekildiğimde abim ve Zerda'da onunla konuşmuştu. Bir yerde anlıyordum ki Zahir sadece benim değil, herkesin abisi olmuştu.

 

Onun bu hallerine ağlayan koca bir aile vardı.

 

Dakikalar sonra, hemşire hepimizi dışarı çıkarmıştı. Zahir abinin iyi olduğundan emin olduktan sonra hepimizin içine adeta ferahlık gelmişti. Sadece Ceylan yanında kalabilmişti. O da Zahir abinin ısrarlarıyla. Ceylan'ı bırakmak istememişti. Ve Ceylan'da bundan şikayetçi değildi.

 

Saatler sonra beni gülümseten bir olay yaşamak ilaç gibi gelmişti. Derin bir nefes verdiğim an koluma sarılan eli hissettim. Başımı çevirdiğimde Yavuz olduğunu farkettim.

 

Başlıyorduk.

 

Beni diğerlernin olduğu koridordan uzaklaştırdı. Ardından tam önüme geçti. "Ne oldu?" Sesine bariz bir endişe sinmişti. Ona bakarken aptalı oynadı.

 

"Ne ne oldu?"

 

"Neden ağladın?" Net sorusu omuzlarımın düşmesine neden oldu. Kuruyan dudaklarımı ıslatarak bakışlarımı kaçırdım.

 

"Ağlamadım, yani ağladımda." Harelerimi yüzüne kaldırdım. Bana inanmayan bir ifadeyle bakıyordu. "Zahir abi için ağladım işte."

 

"Gözlerini kaçırıyorsun." Bir dedektif gibi konuşmaya başladı. "Gözlerinin içi kızarmış, dudaklarını ıslattın ki bu beni deli ediyor. Zahir için ağladığın doğruysa bile başka bir mesele olduğu yüzüne kazınmış." Elini cebine atıp bir mendil çıkardı. "Ayrıca burnunun kenarında çok az sümük kalmış." Elini kaldırıp mendille burnumu nazik bir şekilde sıkarak sildi.

 

Utançtan şu an yerin dibine girebilirdim.

 

"Sümük mü?" Mendili geri çekip sağ taraftaki çöp kutusuna attığında çattım kaşlarımı. "Onu nasıl farkettin!" Evden çıkmadan önce yüzümü bile yıkamıştım oysa.

 

"Ben farkederim." Meraklı gözlerini yüzümde gezdirmeye devam etti. "Anlat, ne oldu?" Bu konuyu ona açmadan vazgeçemeyeceğini biliyordum.

 

Çok saçma bir durumun içindeydik.

 

"Zahir abinin kız kardeşi gelmiş." Pat diye söyledim. Başka nasıl açıklayacağımı bilmiyordum!

 

Yavuz uzaylı görmüş gibi bana baktığında oturup ağlayacak gibiydim. "Ya Yavuz bakmasana şöyle!"

 

"Yavrum sen iyi misin?" Elini kaldırıp ateşimi yokladı. "Ateşinde yok." Yüzüme yaklaşıp sordu. "Hafsa, hayalet filan mı gördün-" Elimi kaldırıp sertçe omzuna vurdum.

 

"Kapa çenenide bir dinle hayvan herif!" Sert tepkimle irkildi. Omzuna baktı, ardından bana.

 

"Bana neden vuruyorsun, ben ne yaptım?" Gözlerimi devirip solumda duran sandalyeye bıraktım kendimi.

 

"Nadir abi geldi sabah." Beni pür dikkat dinlerken geçip soluma oturdu. "Yanında yabancı bir kız." Hayretler içindeydim hâlâ. Başımı çevirip Yavuz'a baktım. "Yavuz, Zahir abinin kız kardeşi yaşıyormuş." Söylediğim şeylerden hiçbir anlam çıkaramadı. Hâlâ yüzüme şok içinde bakmaya devam ediyordu.

 

"Ne diyorsun, Hafsa?" Anlamıyordu. "Zahir'in kız kardeşi öldü, mezarı bile var."

 

"Değil işte." Arkama yaslandım ve elimi karnıma yaslayarak okşadım. "Yaşıyormuş, düşünsene. Uygar'ında öldüğünü sanıyorduk ama o da yaşıyormuş." Yavuz'un bakışları derinleşti. Bir an karnıma yasladığım elime kaydı, harelerinin arkasına şefkat ulaştı. Hemen ardından, şu an olan meseleyi düşünmeye başladı.

 

"Anlamıyorum, yaşıyorsa Nadir'le ne alakası var?" İşte asıl beni yıkan kısıma geliyorduk.

 

"Karaca ve Zahir abi eskiden babamın yönettiği bir çetenin eline düşmüşler." Gözlerimi yere diktim. Avucumu karnıma bastırırken neyi korumaya çalıştığımı ben bile bilmiyordum.

 

Yüzümün ifadesine erişen utançı gören Yavuz'un canı yandı. Sessizce ve tek kelime etmeden beni dinlemeye devam etti.

 

"Karaca'yı bir donör olarak kullanmak istemiş." Tüm duvarlar üstüme üstüme geliyordu. "Uygar'ın öldü sanıldığı gece de o geceymiş, Karaca'yı kullanacaklarını duyan düşmanları o gece saldırmışlar. Yani babam daha Karaca'yı kullanamadan, öldürmek istemişler." Yavuz'un dizinin üstünde yumruk olan elini farkettim.

 

O her zaman bir kadına yaşatılan acılara karşıydı. Ve vücut dili yine kendinden habersiz olaylara tepki veriyordu. "Sonra?" Sesine geceden daha derin çöken o karanlığı hissettim. Onun diline dolanan karanlık, benim yüreğimi sardı.

 

"Sonra, o gece Karaca'yı yaralayıp bir sokağa atmışlar. Zahir abi onu bir şekilde bulmuş, ama öldü sanmış. Hastaneye götürmüşler, Karaca babama lazım olduğu için o gece yardımlarını sunmuş." İçimdeki sıkıntı her geçen an biraz daha büyüdü. "Zahir abiye Karaca'nın öldüğünü söylemişler." Dolu gözlerimi Yavuz'a çevirdim. "Sırf böbreğini almak için yapmışlar bunu, daha sonra nasıl yaşadığını, nasıl hayatta kaldığını anlatmadı. Tüm bildiğim bu, bu bile bana yetti."

 

"Hafsa bazı şeyler uyuşmuyor." Yavuz, bilge bir sesle konuştu. "Eğer baban yaptıysa, Zahir nasıl onu tanımaz? Yüz yüz geldikleri zamanlar oldu."

 

"Babam kendini göstermemiş, çocuklar bile kimin için dilendiğini bilmiyormuş. Babama sadece doysalar ulaşıyormuş." Titrek sesimi bastırdım. "Yani binlerce çocuğun hayatını mahvetmiş." Benim gibi.

 

"Piç kurusu." Nefesinin altında bir küfür savurdu. Yüzümün her zerresini izlerken öfkesini bir kenara itti. Başımı önüme eğmiş olmam hoşuna gitmiyordu.

 

"Bak bana." Elini kaldırdı, çenemi işaret parmağı ve baş parmağı arasına alarak yüzümü görüş alanına soktu. "Ne bu yüzünün hali?"

 

"Kötü hissediyorum." Derken, ondan bile kaçırıyordum gözlerimi. "Her geçen gün o adamın nasıl iğrenç bir insan olduğunu öğreniyorum, Yavuz..ben buna nasıl dayanayım? Kaç çocuğun günahı var kanını taşıdığım adamda? Kaç kadının ahı var?"

 

Bu yüzden kendimden de nefret ediyordum. Onun kanının damarlarımda dolaştığı her an için kendimden elimde olmadan nefret ediyordum.

 

"Seninle bir ilgisi yok." Kendimi suçladığımı anladığı an içinde büyük bir şefkat yükselmişti. "Kalk." Dediğinde önce anlam veremedim, ama fırsat vermeden elimi tuttu ve beni kaldırdı. Hiç ses çıkarmadan onu takip ettim. Hastanenin boş odalarından birine girdiğimizde kapıyı kapattı.

 

"Gel." Beni içerideki sedyeye götürdü, sedyenin yanına vardığımızda zahmetsizce kaldırıp oturttu. Hemen önümde durdu.

 

"O orospu çocuğunun adına utanmayacaksın, Hafsa." Derken bu konuda bana kızıyordu.

 

"Öyle yapmam gerektiğini biliyorum." Kaldırıp indirdim omuzlarımı. "Ama doğru hissettirmiyor, buna göz yummak, görmezden gelmek.." Boğazıma dolanan o zehir durmaksızın kanıma karışmaya devam ediyordu.

 

"Kaldır başını." Sürekli boynumu bükmem onu rahatsız ediyordu. "Sen benim karımsın, o başını asla eğmeyeceksin. Utanılacak bir şey yapmadın."

 

"Öyle değildi." Boğuluyormuş gibi çıktı sesim. "Yavuz, o kızı görmen lazımdı." Yüzü gözlerim önüme geldiği an ağlama isteğim çoğalıyordu. "Hayatı mahvolmuş, o adam yapmış." Gözlerimi üstüme indirdim. Hoşnutsuz bir ifadeyle bacaklarımı ve kollarımı süzdüm. "Onun günahları beni de suçlu yapmaz mı?"

 

"Suçlu?" Dediğinde gülecek gibi oldu. "Sevdam, senin bu hayatta işlediğin tek suç benim kalbimi çalmaktı." Nasıl böyle bir durumda bile kalbimi hızlandırabiliyordu anlamıyordum.

 

Benim hoşnutsuz ifademin aksine, o beni aşık bakışlarıyla süzdü. Kendimi suçlu gördüğüm her günahı sanki birer birer yıkadı. Beni akladı. Onun bakışları, bana dünyanın en masum insanıymışım gibi hissettirdi. İstediği buydu, ve başarıyordu. Aklıma düşen her karmaşıklığı bir bakışıyla çözüyor, ömrüme saplanan her bıçağı canımı acımayacak şekilde söküp çıkarıyordu.

 

"Sen öyle güzelsin ki, Hafsa." Elini kaldırdı, parmaklarının arkasıyla yüzümü okşadı. Parmak eklemleri soğuk yanağıma sürtündü ve ateşten bir iz bıraktı. "Sen bana ölmeden cenneti hisettirecek kadar masumsun." Derin bir nefes soludu. "Cennetlik bir adam mıyım onu bile bilmiyorum, ama bana dünyanın en güzel şeylerini tattırıyorsun. Seni hakediyor muyum bilmiyorum benim güzel karım, ama sen bana yaşadığımı hissettiriyorsun."

 

Kendimi suçladığım her bir anı öldürüp yok etmişti. Bunu nasıl başarmıştım bilmiyordum. Ama Yavuz'un sevgisi bana öyle büyüktü ki bana oturup beni anlatsa ben bile kendimi severdim.

 

Onun sayesinde kendimi severdim, ve seviyordum.

 

"Bu hormonlar beni çok duygullaştırıyor." Ağlamanın eşiğinde olduğum için söyleyecek yalan bulamadım. "Ağlayacağım sanırım." Dudaklarında derin bir tebessüm hüküm sürdü. Gözlerini aşağı indirdi.

 

"Karımla derdiniz ne?" Çocuklarımızı azarlar gibi konuştuğunda gözyaşlarıma büyük bir savaş açtı gülüşüm. "Üzmeyin annenizi."

 

"Seni duyabildiklerini sanmıyorum." Ona alaycı bir ifadeyle baktığımda gözlerinin ardına yerleşen eğleneceli bakışlarını yüzüme kaldırdı.

 

"Daha doğmadan baba sözü dinlemiyorlar diyorsun yani." Hayıflanır gibi nefesini verdi. "Desene başım baya bir belada."

 

"Çocuklarım hakkında doğru konuşur musun?" Ellerimi karnıma sarıp ona korumacı bir bakış attığımda kaşlarını kaldırdı.

 

"Çocuklarımız hakkında istediğimi konuşurum." Diye beni düzelttiğinde, büyük bir gerçeği bana söyler gibiydi. Yüreğimi eritecek tebessümüyle beni izlerken yine gözlerim tek yanağında ortaya çıkan gamzesine kaydı.

 

Onun gülüşünü görmek, beni de mutlu ediyordu.

 

"Sinir bozucu adam." Diye homurdandıp sedyeden indim. Yürümek istediğimde vücudunu hafifçe bana bastırdı ve haraketlerimi kısıtlayarak yüzüme yaklaştı.

 

"Zalımın kızı." Kalın bir sesle fısıldadığında sesini tonu kalbimi hızlandırdı. Bir elini belimden usulca yukarı kaldırdı. Avuç içini boynuma yaslarken baş parmağı çene çizgimi okşadı. "Hasretinden mahvolup da vurgun olduğum."

 

Kirpiklerim arasından onun yumuşayan yüz hatlarını izledim. Ağzından çıkan kelimeler zehirli bir ok gibi saplanıyordu tenime. Sorun şu ki onun zehri bile çok güzeldi. Tatlı bir zehirdi, beni öldürecek değil, bana yaşadığımı hissettirecek bir zehir.

 

Hasretime bile vurgun bir adam vardı karşımda. Benden gelecek her şeye vurgun olacak bir adam.

 

"Sen bana bile günahlarımı unutturacak kadar temizsin, bunu hiç unutma." Beni buna inandırmak isteyen bir sertlik oturdu bakışlarına. Hâlâ babam denilen adam yüzünden kendimi kötü hissettiğimin farkındaydı. Sırf bu yüzden aklımdan silip atmak istiyordu her şeyi.

 

"Sevdasından mahvolup da vurgun olduğum." Dilimden dökülen her kelime sanki onun kalbini nişan aldı. "Sen günahkar olduğuna inanmayacağım kadar merhametlisin." Kime ne yaptığıyla ilglenmiyordum. Geçmişte yaptıkları umrumda değildi.

 

Bildiğim tek şey vardı, Yavuz kimseyi bile isteye incitmezdi. Onun merhameti o kadar büyüktü ki, öz babasını bile affetmiş, abisine bile küsememişti. Yaşadığı her acının altında ezilmiş ama kimseye sen suçlusun dememişti.

 

Bazen fedakarlığı yüzünden ona kızsamda, çok iyi bildiğim şeylerden biride onun bu huyunu çok sevdiğimdi.

 

"Sevdam mahv mı ediyor seni?" Sesine binlerce duygu akın etmiş bir tınıyla sorduğunda başımı ağır ağır salladım iki yana.

 

"Sevdan yaşatıyor beni." Harelerinde bir şeyler kesinleşti. O alaycı, kendinden emin ifadesi yıkılıp yok oldu.

 

O yaşatıyordu beni. Bunu çok net anlamıştım. Onsuz geçirdiğim bir ay benden tüm hayat enerjimi almıştı. Bebeklerim dışında hiçbir şeyi düşünemez olmuş, ailem dediğim insanların yüzüne dönüp bakmamıştım.

 

"Sevdan kurban olsun sana." Aşkla fısıldadı.

 

Vurgun olduğum aşkıyla.

 

********

 

Zahir abinin yanında epeyce bir süre geçirmiştik. Bir ara İshak'da ziyarete gelmişti. Ardından Yavuz'la bir şeyler konuşmuştular. Ne konuştuklarını bilmiyordum ama öğrenecektim. Yavuz'un artık benden gizli bir işler çevirmesini istemiyordum.

 

Zerda abim, ve Aziz abi bu gece Zahir abinin gözetimini üstlenmişti. Devran'ın kapıya iki koruma diktiğini duymuştum. Burada olmasa bile Zahir'i koruyordu. Onun büyük ihtimalle evde Narin ile ilgilendiğini biliyordum.

 

Şu an arabadaydık. Güneş yavaş yavaş süzülüp yok olurken arkama yaslanmış etrafı izliyordum. Yavuz, tek eliyle direksiyonu kullanırken birkaç saniyelik bakışları bana kaydı. Bakışlarında derin bir şeyler belirdi. Günler sonra belki de ilk kez normal bir an yaşıyorduk. Arabadaydık, eve gidiyorduk. Belki çok kısa sürecekti bu an ama bir önemi yoktu. Önemli olan birkaç dakikalığınada olsa bizim tek başımıza kalabilmemizdi.

 

"İleride eczanede dur." Dedim ona uyaran bir sesle. "Bu sefer o ilaçlardan kaçamazsın." Veli abinin verdiği reçeteyi avucumda tutuyordum.

 

Yavuz ne kadar inkar etsede Devran'ın sağladığı o tedaviyi uygulayacaktık. Bu sefer reddetmesine hiçbir şekilde izin vermeyecektim. Zaten son zamanlar yaşanan her şey onu fazlasıyla yormuştu.

 

"Emrin olur." Dediğinde dudaklarımda seğiren tebessümü tutamadım.

 

"Olur." Diye keyiflendim. "Emrim olur tabii." Kendimi beğenen tavrıma güldüğünü duydum.

 

"Bugün egoist tavırlarımı sen mi üstlendin yavrum?" Direksiyonu tek eliyle sağ tarafa çevirip önündeki yoldan dönerken sırıtıyordu.

 

"Hep sen mi egonu konuşturacaksın?" Kaldırıp indirdim omuzlarımı. "Biraz da ben konuşturayım."

 

"Yok ondan sormadım." Ciddi bir yüz ifadesi takındı. "Bugün egomu sen aldıysan, bende trip atabilirim."

 

"Erkeğin trip atanı mı olur?" Ona baktım gülmemek için zor dururken.

 

"Neden olmazmış?" Alıngan davranmaya başladı. "Erkeğiz diye trip atmayacak mıyız?" Kaldırdı kaşlarını. "Kadınlara özel bir şey mi bu?"

 

"Kadınlara özel olsaydı, bugüne kadar bana hiç trip atmamış olurdun." Gerçek şuydu ki Yavuz bana ara sıra trip atardı.

 

"Ben?" Alayla sordu. "Ben sana ne zaman trip atmışım? Pes doğrusu." Alt dudağımı içeri kıvırdım.

 

"Yavuz, şu an bile trip atıyorsun-"

 

"Susar mısın sen?" Kaşlarını çattı ve yakışıklı suratına bozulmuş bir ifade yerleştirdi. "Bir Payidar'ın trip attığı nerede görülmüş?"

 

"Burada görülmüş. Çünkü tam olarak şu an bana trip atıyorsun." Dedim elimle arabanın içini göstererek. İçimdeki kahkahayı bastırmak için her bir zerremi zorluyordum.

 

"Atmıyorum trip filan, sus dön önüne." Gözlerini yola diktiğinde kaşlarımı çattım.

 

"Az önce erkekler trip atar diye savunan sen değil miydin? Şimdi ne bu afra tafra?" Onun damarına basmak bu hayatta sevdiğim en güzel şeylerden biri olabilirdi.

 

"Halt etmişim ben." Elini kaldırdı çenesini hafif yukarı iterek. "Sen at tribni ben çekerim, bırak egom bana kalsın." Kıstım gözlerimi.

 

"Ne demek şimdi bu?" Şimdi trip atan bendim. "Erkek gibimiyim demek istiyorsun sen bana? Sadece erkekler mi egoist olabilir yani?" Hızla başını bana çevirdiğinde gözleri genişledi.

 

"Yavrum onu nereden çıkardın?" Gözleri karnıma inerken dünyanın en garip şeyine bakar gibiydi. "Bu hormonlar seni iyice garipleştirdi, duyguların bir değişik oldu-"

 

"Yani?" Sert sesimle konuştuğumda yutkundu. "Ne demek bu?"

 

"Hafsa-"

 

"Ne dedin şimdi sen bana? Duygularım değişti diye saçmalıyor muyum artık? Tabii, daha ilk aylardan başladın sen şikayet etmeye." Kendi kafamda kurmaya başladım. Kollarımı göğsümde kenetleyip başımı önüme çevirdim. "Yakında boşarsında sen beni!"

 

"HasbinAllah!"

 

"Allah tabi!" Sızlandım. "Şimdi yaradanada isyan etmeye başladın!" Abartılı bir ifadeyle konuştum. "Yakında Allah'ım kurtar beni bu kadından diye duada edersin sen!" Son dediklerimle yüzüme bön bön bakmaya başladı.

 

"Yok artık." Güler gibi oldu, ama ben bunu bile şu an radarıma kabul ediyordum.

 

"Gülüyor musun?" Gözlerimde şüphe yer edindi. "İstemeyeceksinde beni, çek sağa ineceğim!" Kendimi rolüme kaptırıp elimi arabanın kapısına koyduğumda elini uzatıp kolumu kavradı.

 

"Sevdam, manyak mısın sen!" Gözleri yolla benim aramda gidip geldi. "Yaslan arkana!"

 

"Manyak?" Genişlettim gözlerimi. "Şimdi de çocuklarının annesine manyak diyorsun öyle mi?" Dudaklarımı birbirine bastırıp salladım başımı. "Vay be, bana olan sabrında buraya kadarmış, Yavuz Payidar."

 

"Hay ben dilimin ayarını-"

 

"Küfür etme, sinir bozucu adam!" Ağzını açıp bir şeyler diyecek gibi oldu, ama yapmadı. Elini çekip başını hafif yana eğerek bir kez salladı.

 

"EyvAllah, boynum kıldan ince." Sesinin tonunu yumuşak tutarak derimin altına sızmaya başladı. "Sen ne dersen o karım, ağzını açma de açmam." Birkaç saniye süzdüm onu. Gerçekten suskun çocuklar gibi arabasını sürdüğünde bir tebessüm seğirdi dudaklarımda.

 

"İyi, ağzını açma." Gözlerim yolu izledi, oysa aynı benim dediğim gibi tek kelime etmiyordu. İlk başlarda eğlenceliydi, ama daha sonra sessizliği sinir bozucu olmaya başladı. "Yavuz, cidden susacak mısın?" Konuşmadı, onun yerine dudaklarını birbirine bastırıp. 'hmhm' diye bir ses çıkardı.

 

Çattım kaşlarımı. Böyle de hiç eğleneceli olmuyordu. "Canım köfte çekiyor benim." Diye homurdandığımda anında başı bana döndü. İlk kez gerçekten bir şeyler aşerdiğimi hissediyor, ve bunu ona karşı dile getiriyordum. Aramızdaki o alaycılık silindi. Yavuz'un bakışlarında daha önce hiç görmediğim bir bakış belirdi. Adını koyamadım, ama bana böyle bakıyor olmasını çok sevdim.

 

Bakışında öyle büyük bir koruma, ve şefkat belirdi ki yeni yaşadığı bir duygunun esiri olmuş gibiydi. "Hay hay." Derken dünyanın en mutlu adamı olmuştu. "Karım ve çocuklarım yeter ki istesin, rotamız köfteci." Ona olan çocuksu tavırlarım yok olurken elimde olmadan çoktan yumuşamıştım.

 

"Önce eczane." Diye tatlı bir sesle uyardığımda bana kıyamadığını belli eden bir nefes verdi.

 

"İlaçları sonra alırız, öncesinde karımın canının çektiği şeyi yapacağız-"

 

"Yavuz yemin ederim bana bir daha romantik tavırlarını sunup ilaç meselesini kapatmaya çalışırsan-"

 

"Yavrum, ne haddime?" Artık hormonlarımın gösterdiği tavırlardan korkuyordu. "İlk eczane." Diyerek sessiz bir itaat sunduğunda kendimi bir an sultan gibi hissetmiştim. Bence bazen küçük şeylerle şımarmak kötü bir şey değildi.

 

"Ha şöyle." Sokak ağzıyla ona takıldığımda dudaklarında sessiz bir gülüş belirdi.

 

"Yaklaş." Dediğinde önce anlamadım, ama gözlerini yoldan ayırıp bakışlarıyla yanını işaret etti. "Yaklaş." Tekrarladığı zaman koltuğumda biraz sola eğildim. Anında dudaklarını sol yanağıma sertçe bastırdığında huylanarak güldüm. Tenime batan yeni çıkan sakallarını hissettim.

 

Bir eliyle arabayı kullanırken, sağ kolunu kaldırıp omuzlarıma sardı. Yol boş olduğu için rahattı. Uzun zaman sonra geçirdiğimiz en kaliteli zaman şu an olabilirdi.

 

Yavuz çok vakit kaybetmeden bir eczane bulmuştu. İlaçları aldıktan sonra uzun yıllardır Karadeniz'de nam salmış bir köfteciye gelmiştik. Küçük tatlı bir mekandı. Tahtalardan yapılmış olduğu çok belliydi. Loktanın içinde ve önünde insanların oturması için sandalyeler vardı. Bizde onlardan birine kurulmuştuk. Elimdeki yarım ekmek köfteyi gömmekle meşgulken uzun zaman sonra iştahımın ilk kez böyle açıldığını hissediyordum.

 

Ağzımdaki lokmayı daha yutmadan uzanıp ayranımı alarak içtiğimde Yavuz'la göz göze geldim. Gülmemek için zor durur gibi bir hali vardı. "Ne?" Ağzım dolu bir şekilde sorduğumda ayranı dudaklarıma götürdüm. Çiğnediğim lokmayı yuttuğumda sesim daha rahat çıktı. "Açım aç, hiç mi aç insan görmedin?"

 

"Ağzımı bile açmadım." Dedi kendi ekmeğinden bir ısırık alırken. "İstersen tüm lokantayı iste, onu bile satın alırım."

 

"Oldu." Dedim alayla. "Sonra da kilo alayım değil mi? Sağol ben yarım ekmeğimle mutluyum." Bir ısırık daha aldım, ardından çoktan bitirmeye yakın olduğum köfte ekmeğime baktığımda yüzüm düştü. "Yavuz bu bitiyor." Ellerimi öne uzatıp ona köfte ekmeğimi gösterdim.

 

"Mutluyum dedin." Omuz silkti kendi ekmeğinden koca bir ısırık alırken. Benim ki sadece köfte ekmekken o kendi köfte ekmeğinin içine acı biber ekletmişti. Evet bunu da yeni öğreniyordum, ben daha önce hiç yapmamıştım ama belli ki Yavuz köfte ekmeğini böyle seviyordu.

 

"Ama bitiyor." Ellerimi geri çekip son birkaç lokma kalan ekmeğide ağzıma tıkıştırdım. "Bitti." Dedim dolu ağzımla.

 

"Görüyorum." Keyfi gayet yerinde kendi yemeğini yemeye devam ettiğinde somurttum. Ağzımdakileri yuttuktan sonra gözlerimi onun yemeğine dikmiştim. Bunun zaten farkındaydı.

 

"Hiç bakma bana." Kaldırdı kaşlarını hayır der gibi. "Az önce sana tüm lokantayı teklif ettiğimde bana hayır dedin."

 

"Lokantayı istemiyorum." Başımı iki yana salladım. "Senin yemeğini istiyorum."

 

"Yarım ekmeğinle hani mutluydun sen?"

 

Ona çok büyük bir sır veriyormuş gibi fısıldadım. "Ama yarım ekmek artık midemde." Dediğimde can alıcı kahkahasını duydum.

 

"Farkındayım, beş dakikada bitirdin." Bir ısırık daha aldığında kendi yemeğinden artık bilerek yaptığını düşünmeye başlamıştım. Normalde olsa onun yemeğine sulanmazdım ama sanırım artık aşermeye başlamıştım.

 

"Hâlâ açım." Kendimi acındırdım.

 

"Kilo almak istemediğini söyledin." Benimle bilerek uğraşıyordu.

 

"Vazgeçtim."

 

"Kararlılık seviyene hayranım." Ciddi ciddi konuştuğunda bende onu ciddiye alarak gülümsedim.

 

"Valla mı?"

 

"Yoo." Gayet rahat bir tavırla söylendiğinde dudaklarım aralandı.

 

"Duygusuz herif!" Kollarımı göğsümde kenetleyip önüme döndüm. Birkaç saniye eğlenen bakışlarıyla beni izledi. Ben ona bakmayı reddederken, garsonlardan biri önüme yeni bir köfte ekmek bıraktı.

 

Gözlerimi önümdeki ekmeğe indirdim, ardından Yavuz'a kaldırdım. Daha önceden sipariş mi vermişti?

 

"Acılı." Diye açıklama yaptı yumuşayan ifadesiyle. "Benimkinin aynısından."

 

Bir şekilde beni utandırmayı başarıyordu. Hoşnutsuz ifademi sürdürmeye çalışsamda daha çok küsmüş küçük çocuklar gibiydim. Önümdeki tabağı Yavuz'un önüne ittim. "Sen, seninkini istiyorum." Bana kızmak yerine tebesüm etti.

 

"İnadına kurban." Kendi yemeğini bana uzattı. Zafer kazanmış gibi gülerek onu ellerinden kaptım ve bir ısırık aldım. Böyle tadı daha bir güzel olmuştu. Kollarını küçük masaya yaslamış beni izleyen Yavuz'a bakarken ona tatlı bir gülümseme sundum.

 

Elimdeki köfte ekmeğe yumulurken aklıma nereden düştü bilmiyorum ama tatlı ve acı bir şeyler istemiştim. "Burada çikolata var mıdır acaba?" Fazlasıyla düz bir sesle sorduğumda Yavuz'un kaşları havalandı.

 

"Çikolata mı?" Kafası karışmıştı. "Ne yapacaksın çikolatayı? Canın mı çekti?"

 

"Köftenin üstüne koyacağım." Gayet normal bir şeyden bahseder gibi konuştuğumda Yavuz bana aval aval bakıyordu.

 

"Köfteye." Dediğinde anlamaya çalışıyordu. "Güzelim, köfteye çikolata mı dökeceksin?"

 

"Evet." Başımı salladım. "Olmaz mı?" Elimi aşağı indirip karnıma yasladım. "İçinde acı biber var, çikolata dökersem tatlı, acı, bir şey olur. Canım çekiyor!"

 

"Senin canın acı, tatlı, bir şeyler istiyor, hemen karşıda bir pastaneci var-"

 

"Yavuz hayır!" İnadım inattı. "Ben çikolatalı köfteli ekmek istiyorum."

 

"Onu yiyemeyeceğine bahse girerim." Midemi bozmamdan korkar gibi bir hali vardı.

 

"İyi, bahsini kabul ediyorum." Dudaklarının kenarı yukarı kıvrıldı.

 

"Nesine?"

 

Birkaç saniye düşündüm, ardından karar verdim. "Bana ders çalıştıracaksın." Hiç beklemediği bir şey söylediğimde kaşları çatıldı.

 

"Ders mi?" Sorusuyla hızla başımı salladım.

 

"Üniversiteteye gitmedim ben." Derken yüzüme kazınmak üzere olan hüzünü gizledim. "Yani gidememiştim." Bunu zaten biliyormuş gibi yüzüme baktı. Pür dikkat beni dinliyordu.

 

"Kendi isteğinle gitmediğini sanıyordum." Benim hakkımda bir çok şeyi biliyordu. Bunu artık yadırgamıyordum. Yavuz beni yedi senedir tanıyan bir insandı. Hatta birkaç hafta önce bu sekiz seneye ulaşmıştı.

 

"Kendi isteğimle olsaydı şu an doktor olurdum." Hayallerimden ona daha önce hiç bahsetmemiştim.

 

"Doktor?" Derken gözleri beni süzdü. Sanki beni o doktor önlüğüyle hayal etti. Ardından dudaklarında içimi eritecek bir tebessüm belirdi. "Çok yakışır."

 

"Ünverstiteye gitmeme izin vermedi." Kimden bahsettiğimi gayet iyi biliyordu. Bir an tüm iştahım kaçmış gibi ekmeği geri tabağa bıraktım.

 

Bazen ne kadar isterseniz isteyin gidemezdiniz. Neden daha önce gitmemiş, o kapıyı çarpıp çıkamamıştım bilmiyordum. Belki de annem içindi. Annemin o evdeki anıları içindi. Ne ben kopabilmiştim o evden ne de abim. Kendimize yaptığımız en büyük kötülük belki de buydu.

 

İçimdeki burukluk yerli yerindeydi. Gerçekten okumayı ne kadar çok istediğimi farketti. İçinde Cihan Polatlı'ya karşı bir öfke yeşerirken bunun yanı sıra önüme tüm dünyaları sermek isteyen bir adamda vardı.

 

"O şeyi ye yada yeme." Elini uzatıp elimin üstüne yerleştirdi. "İstediğin ders olsun, okul birincisi kocan var çalıştırmaz mı seni?" Yüzüme çöken hüzünü silip atmayı başarıyordu. Öyle ki ben artık tamamen onun okul hayatına odaklanmıştım.

 

"Birinci mi oldun sen?" Sözlerimle keyiflendi. Arkasına yaslandı ve elini elimden çekerek gömleğinin yakasına götürüp onu ağır abi edasıyla düzeltti.

 

"Oldum tabii." Kendini övecek bir konu bulduğu için mutluydu. "Hemde okuduğum her yerde." Onun dersleri sandığımdan daha iyi olmalıydı.

 

"Orta okul?"

 

"Birincilik."

 

"Lise?"

 

"Birincilik."

 

"Üniversite?"

 

Sorumla birkaç saniye duraksadı. Harelerinde adını koyamadığım bir bakış belirdi. "Okumadım." Derken onunda sesine yansıyan burukluğu sezdim.

 

Benim şansım yoktu, ama o neden okumamıştı?

 

"Neden?" Diye sorduğumda, hafif bir rüzgar estiğini hissettim. Tenimi okşamasıyla kollarımı birbirine sardım ve Yavuz'un konuşmasını bekledim.

 

"Seçeceğim bir meslek yoktu." Kayıtsızdı. "Hayallerim uzun yıllar önce elimden alındı. Okusam bile bu konservatuar olmalıydı, bense buna cesaret edemedim." Sözleri cam misali kalbime battı. Neden bahsettiğini gayet iyi anlamıştım.

 

Yavuz muzikle bir bütündü. Şarkıları sever, gitar çalar, besteler yapardı. En azından yedi yaşındaki Yavuz'un hayali buydu. Gitara bile benim isteğim üzerine dokunmuştu. Geçmişi onda öyle bir yaraydı ki, asla söküp atamıyordu.

 

"Muzisyen mi olmak istiyordun?" Yumuşak bir tınıyla sorduğumda gözlerinde beliren umudu gördüm. Öyle bir hızla yerleşti ki o umut harelerine ben ağlamanın eşiğinde olduğumu hissettim.

 

"Evet." Derken içindeki heyecanı bastırmak iste gibiydi. Hafif öne eğildi. Dirseklerini masaya yasladı. "Çocukken şehir şehir gezmek isterdim, Hafsa." Bende onun gibi öne eğilip dirseklerimi masaya yasladım. Artık aramızdan akıp giden tek şey rüzgardı. Ve biz bir-birimizin gözlerine odaklanmıştık.

 

"Anlatsana." Onun hevesi öyle güzeldi ki dinlememek elde değildi.

 

"Devran bana bir gitar almıştı." Dudaklarında yumuşak bir tebessüm belirdi. "Babam izin vermiyordu ama, ben akşamlar ondan gizli anneme konser verirdim." Annesinden bahsederken sesine sinen özlem beni parçalara ayırdı. "Sesim ve çalma şeklim berbattı, buna rağmen beni dinlerdi." Gözümün önünde Yavuz'un küçüklüğü belirdi. Dudaklarımdan küçük bir gülüş kaçtı. "Hayallerim vardı." Dedi, artık yok gibi.

 

Artık hayallerim yok diyordu.

 

"Babamın bir arkadaşı vardı, Rıza abi, o da gitar çalardı. Ne zaman bize gelse, ya da onu görmeye gitsek bana bir şeyler öğretmesini isterdim. Babam arkadaşı olduğu için ona bir şey diyemezdi. Onun gözünde, yaptığım şey çocuk hevesiydi." İçinde birikmiş her şeyi anlatmaya başladı. Ondan duyduğum bazı şeyler yeni bazı şeyler bildiklerimdi. "Ne öğrendiysem ondan öğrendim." Rıza dediği adam muzik konusunda iyi olmalıydı. Yavuz hâlâ onun öğrettiklerini unutmamıştı.

 

"Tüm muzik camiasını takip ederdim." Çocukluğu sanki durdu gözleri önünde. Silik bir gülümseme sundu. "Öyle büyük hayallerimde yoktu, bir gitar, bir dinleyen. Birde ülke ülke dolaşmak isterdim." Yüreğindeki ukdesi diline döküldü.

 

"Hayat istediklerimi bana sunmadı, kapanıp kısıldım. Gidemedim, hayallerim teker teker silindi." Karadeniz'e hem büyük bir ah eder gibi, hemde sevgi sunar gibi iç çekip gözlerini etrafta gezdirdi. "Burada hayalini kurduğum ne varsa elimden alındı," harelerini yüzüme indirdiğinde benim gözlerim dolu doluydu. "Sen hariç."

 

Elini uzatıp avuç içini yanağıma yasladı. Başımı onun avucuna doğru eğdim. "Sen Karadeniz'in bana bağışladığı sevdamsın." Gözlerinin içi ışıldadı. "Varsın tüm hayallerim batsın, içinde senin olmadığın hayaller umrumda değil." Gözümden akan bir damla yaşı baş parmağıyla sildi. "Karadeniz seni vermiş bana, varsın alsın tüm hayallerimi. İçinde senin olduklarına dokunmasın."

 

Karadeniz sevdaların kavuşmadığı, mahkum olduğu bir yuvaydı. Kopamadığın, ancak bağlıda kalamadığın. Kazandığın kadar kaybettiğin, sevdadan vurgun yediğin bir limandı.

 

Yavuz sevdadan vurgun yemişti.

 

Bense ondan vurgun yemiştim.

 

Bu hikayenin Karadeniz'i ben değildim.

 

Bu hikayenin Karadeniz'i oydu. Sevdasına deli gibi sahip çıkan, asla bırakmayan oydu. Benden vazgeçmeyen, ve zamanla beni de kendine aşık eden, deli sevdasına vurgun eden bir adamdı.

 

"Bir dinleyen olsun dedin." Elimi kaldırdım. Yanağıma yaslı olan elinin üstüne yasladım. "Ben seni dinlerim." Tebessüm ettim. "Ülke ülkede gezeriz." Bu ihtimal, sanki ona tüm dünyaları verdi.

 

"Yapabilir miyim diyorsun, Hafsa?" Sesinde kendine duyduğu çok büyük bir şüphe vardı. "Bu acının içinden çıkıp, seninle ülke ülke gezer miyiz? Ben şarkılar söylesem, sen dinler misin?"

 

"Sadece ben değil." Gözlerimi aşağı indirip karnıma baktığımda gözlerimde yaşlar parlıyordu. "Bence onlarda babalarının sesini dinlemek için bir hayli heyecanlı olacaklar."

 

Gözlerine usul usul çöken bir şefkat vardı. Aynı benim gibi o da belirginleşen karnımı izledi.

 

"Yani artık üç tane hayranım mı var?" Tınısında beliren titreklik yüreğimi sızlattı.

 

"Daha fazlası olacak." Gözlerimi yüzüne kaldırdım. "Yavuz, hayallerini gerçek yapmalısın." Elini yanağımdan indirdim ve parmaklarımı parmaklarına geçirdim. "Bana söz ver, tüm bunlar bittiğinde konservatuar okuyacaksın." Bunu söylememi beklemiyormuş gibi ifadesi duruldu. Ondan çok büyük bir şey istediğimi biliyordum. Ama Yavuz, hâlâ hayalinden vazgeçmiş değildi.

 

Vazgeçmemiş, bunun aksine kendini inandırmıştı. Kendini vazgeçtiğine inandırmıştı.

 

"Zalımın kızı, sandığın kadar cesur değilim bu benim altımda kalkamayacağım bir şey."

 

"Benim için yapmaz mısın?" Ona zorla bir şeyler yaptırmıyordum. Onun yapmayı çok isteyip yapamadığı şeyleri görmesini sağlamaya çalışıyordum. "Daha ağırlarını yaşadın, Yavuz." Elini sıktım. "Sen çocukken hapis olduğun o karanlığa tekrar hapsolup da benim için dayanmadın mı?" Daha önce hiç farketmediği bir şeyi farketmesini sağlamıştım.

 

20 gün boyunca esir tutulmuş, bir sürü acı yaşamış, benim için dayanmıştı. Sırtının hali her gözlerim önüne geldiğinde kalbim patlayacak gibi sıkışıyordu. Ben onun tüm yaralarını teker teker sarmak istiyordum, ve buna ilk olarak müziğe olan dargınlığı dahildi.

 

"Dayandım."

 

"Üstesinden gelebileceğin bir şey." Ona güven veren bir gülümseyle baktım. "Üstesinden gelebileceğimiz bir şey." Onun yanında olduğumu vurgulayan her kelime kalbine ulaştı.

 

"Şu an seni öpme ihtiyacım çok fazla." Dedi hem arzu hem şefkatle. Etrafta insanlar olmasa eminim ki bunu yapardı.

 

Dudaklarım yerine, elimi tuttu ve dudaklarına doğru götürüp üstüne uzun uzadı bir öpücük kondurdu. Her haraketi kalbimi ısıtıyordu.

 

"Tüm bunlar biter bitmez, dediğini yapacağım." Onu ikna etmiş olmak tüm vücudumda büyük bir mutluluğa neden oldu. "Bizim için yapacağım. Geçmişi kapatacak, bir rafa kaldıracağım." Bana göz kırptı. "Ve karımı sınavlara hazırlayacağım." Keyifle sırıtı. "Her sınav içinde bir öpücüğünü alacağım." Son dedikleriyle kahkaha attım.

 

"Her durumu suistimal ediyorsun."

 

"Karım bu kadar cilveli olmayıp beni sık sık öpseydi, belki de yapmazdım." Hayıflandı. "Yapacak bir şey yok."

 

"Sen önce git bana çikolata al." Elimi çekerek kolunu çimdikledim. "Hâlâ yemedim ben köfte ekmeğimi!"

 

"İyice beni köle gibi kullanmaya başladın." Sandalyeden kalktı. Yanımdan geçerken aşağı eğildi ve bir elini başımın sağına yaslarken saçlarıma hızlı bir öpücük kondurdum. "Alıp geliyorum." Hemen sağ tarafımızda market olduğundan, ve esnaf tanıdığı olduğundan rahattı. Başımı salladım gülümseyerek ve onun markete doğru yürümesini izledim.

 

Bu akşam sandığımdan daha huzurlu geçmişti.

 

Daha sonra ben Yavuz'un aldığı çikolatayı ekmeğe sürerek yerken o bunu midemin nasıl kullandığını düşünmüştü. Bir ara onada teklif etmiştim ama nazik bir şekilde geri çevirmişti. Bence tadı fazlasıyla güzeldi.

 

Yemeklerimiz bittikten sonra abim aramıştı, eve gelmemizin bir konu hakkında konuşması gerektiğini söylemişti. Yavuz arabaya bindikten sonra direkt olarak eve sürmüştü. Tüm dönen olayların artık açıklığını anlamak istiyordu.

 

Araba evin önünde durduğun indik. İçeri girdiğimizde Devran'ın salonda oturduğu gördük. Sadece o değil diğerleride oradaydı. Yavuz'un gözleri ilk yabancı kıza takıldı, yani Karaca'ya.

 

Zahir'le aralarındaki benzerliğe şaşırdığına emindim. Öyle benziyordular ki onları tanımayan birisi bile abi kardeş olduklarını söyleyebilirdi. Gözlerini Karaca'dan ayırıp Nadir abiye baktı. Ona az çok her şeyi anlatmıştım ve artık Nadir abide daha fazlası olduğunu biliyordu.

 

"Özlem nerede?" Bu soruyu ortaya attı, ve Devran cevapladı.

 

"Narin'in yanında, yukarıdalar." Yavuz onun cevabını onayladığını belli ederek geçip koltuğa oturmadan önce elimi tuttu. Abim nefesini vererek yaslandığı tekli koltuktan kalçasını ayırdı ve Nadir abiye baktı.

 

"Evet Nadir abi?" Derken ona dargın bir hali vardı. Neler olduğunu anlamıyordum. "Anlatacak mısın?"

 

"Neyi anlatacak mı?" Dedim merak içinde. Zaten her şeyi anlatmamış mıydı? Nadir abi bakışlarını bana çevirirken gözlerinde sessiz bir özür vardı.

 

Ben neler olduğunu anlamasamda, Yavuz konuştu.

 

"Cihan senin elinde, değil mi?" Kaşlarım havalandı.

 

"Öyle." Nadir abinin cevabıyla ona şok içinde baktım. Bu sabah bize Karaca'ya dosyalardan eriştiğini söylemişti, ama Cihan'ın onun elinde olduğuna dair bir şey söylememişti. Tam olarak neler oluyordu?

 

"O günden beridir seninle." Abimin sesinde öfke vardı. "Ben o ringe girdiğim günden beri seninle, onu ortadan yok eden sendin."

 

"Bendim, ama sizin onunla karşılaşmanızın bir anlamı yok oğlum!" Dediğinde sesinde bizim için olan bariz endişesi yer edindi. "Değil o adamı görmek, karşısına geçip tek kelime etmenizi istemiyorum!"

 

"Buna biz mi karar versek?" Abim sıktı dişlerini. "Bizim hayatımızı mahvetti, karşısına çıkmak da hakkımız değil mi? Ne zamana kadar gizleyecektin? Koruyor musun sen bu adamı?" Abim ileri yürümek istediğinde Zerda onun kolunu tuttu. Kavga çıksın istemiyordu.

 

"Tufan, sözlerine dikkat et." Gerginlik giderek artıyordu. "Nesini koruyacağım o piç kurusunun? Bana anlatacakları var, anlatmadan ölmeyecek!"

 

"Neyi öğrenmek istiyorsun?" Devran'ın yönelttiği soruyla Nadir abi derin bir nefes verdi.

 

"Zümra'yı bizden neden aldığını." Netti cevabı. O adamın annemin hayatına neden son verdiğini bilmek istiyordu. Bunu bende istiyordum. Hatta abimde. Annemden bahsetmek bile yüreğimdeki acıyı körüklerken belki onun karşısına geçip hesap sorarsam iyi hissederdim.

 

"Nerede?" Nadir abinin gizlediği bir yerlerde olduğuna emindim. "Nerede tutuyorsun bu adamı?"

 

"Aklından bile geçirme." Nadir abiden önce, Yavuz konuştu. Ne yapmak istediğimi çok iyi biliyordu. "O adamın karşısına çıkartmam seni."

 

"Çıkacağım." Kimse döndüremezdi beni bu düşünceden. "Onunla konuşmak istiyorum."

 

"Hafsa hayır." Abim sert çehresiyle bana döndü. "Ondan hesap soracak biri varsa, bu benim sen değilsin-"

 

"Neden değilim?" Ona baktım hızla. "O odada bende vardım abi, bir tek sen yoktun." Ona bir şeyler hatırlatmak değildi niyetim, ama emin olduğum bir konuda vardı ki ikimizde asla o geceyi unutamıyorduk.

 

Abimin bakışları gözleri görülür bir şekilde yumuşadı. Bir şeyler söyleyip inkar edebilirdi ama haklı olduğumu da biliyordu. Gözlerimi abimden ayırıp Yavuz'a baktım. "Onun karşısına oturup içimdeki tüm soruları teker teker sormazsam içimdeki acı asla dinmeyecek."

 

Doğru olsun ya da olmasın, o adam bana cevap vermek zorundaydı. Sonrasında Nadir abi ona ne istiyorsa yapabilirdi.

 

Yavuz bir şeyler söylemek istedi, ancak gözlerimdeki yalvaran bakış onu durdurdu. Endişe içinde olduğunu biliyordum. Beni strese sokmak istemiyordu, ancak bende artık sorularımın cevabını istiyordum.

 

Gözlerini açıp kapattı. "Bende orada olacağım." Bunu kabul edebilirdim. Onu onaylar gibi başımı salladığımda gözlerini benden çekip Karaca'ya baktı.

 

"Sen." Dedi. "Zahir'in kız kardeşisin, öyle mi?" Devran olan biten her şeyi biliyor gibi olanları izledi. Nadir abinin belki de daha önceden ona bir şeyleri anlattığını düşünüyordum.

 

Karaca onu sessiz bir baş sallamayla onayladı. "Peşinde, birileri var mı?" Yavuz bir şeylerden şüphe eder gibi konuştu. "Donörü olmanı istedikleri kişi kimdi?" Her şeyin nasıl geliştiğini daha detaylı öğrenmek istiyordu. Zahir'in başına gelenleri bilmek istiyordu.

 

Karaca Yavuz'un niyetini anlamış gibi sessizce birkaç saniye onu izledi. Ardından kara gözlerini etrafta gezdirip konuştu.

 

"Arya Turaç." Dedikleriyle kaşlarım çatıldı. Turaç.

 

Rıfat Turaç'ın kızı mı?

 

Duyduklarım beni şoka sokarken abiminde benden aşağı kalır yanı yoktu.

 

"Tahminin doğru." Diyen Devran, sanki Yavuz'un düşüncelerini okuyordu. "Uygar'ın Zahir'in hayatını anlatma sebebi buydu." Kahverengi gözlerinde manidar bir bakış belirdi. "Karaca'nın donörünün Turaç ailesi olduğunu biliyordu, böbrek alındı. Turaç'ın kızına nakledildi. Uygar'ın bunlardan haberi yok. Tek bildiği şey Arya'nın hasta taraf olduğuydu, ona başka birinin böbreği verildi sanıyor, çünkü o da Karaca'nın öldüğünü sanıyor." Harelerini Yavuz'dan ayırıp Karaca'ya baktı. "Bir hafta öncesine kadar o da Uygar'ın öldüğünü sanıyordu." Karaca'ya baktığımda nasıl bir acıyla kıvrandığını gördüm.

 

Susuyordu, ama bunun yanı sıra bakışları altında o günlerin anısıyla boğuşan bir kadın vardı.

 

"Akgün'le iş birliği yaptı, çünkü Akgün Karaca'nın katillerinin kim olduğunu biliyor. En azından Uygar Karaca'nın öldüğünü sandığı için ortada bir katil olduğunu sanıyor. Akgün'de bunu kullandı." Diye açıklamaya devam etti, Devran. "Ortada bir katil yok, ama yaralayan var. Cihan'ın o zamanki düşmanlarından biriydi. Karaca öldü sandılar, onu yaraldıktan sonra bir sokağa atmışlar." Olanları anlatırken çenesi kasıldı. Eksik anlattığı bir şeylerde vardı ama sanki Karaca'yı rahatsız etmemek için sustu.

 

Şimdi bazı şeyleri daha net anlamaya başlamıştım.

 

Çocukken Rıfat'ın bizi ziyaret etmesi, Akgün'ün orada olması. O gün yaşananlar.

 

Cihan'ın bir işden bahsettiğini hatırlıyordum. O iş bu muydu? Midemin bulandığını hissettim.

 

Nelere şahit olmuştum ben böyle?

 

"Hafsa?" Yavuz'un elimi hafifçe sıktığını hissettiğimde gözlerimi daldırdığım boşluktan ayırdım ve ona baktım.

 

"İyiyim." Geçiştirdim ve Nadir abiye baktım. "Konuşmak istiyorum, onunla. Yanına gidebilir miyiz?"

 

"Kızım, hiç bulaşmasan mı sen?" Nadir abinin benim için endişelen sesi bile şu an beni durduramazdı. Gözlerimdeki bakış artık nasıl bir kararlılık sergiliyorsa konuşmama bile gerek kalmadı.

 

Gidip o adamla konuşacaktım.

 

*******

 

Aradan bir saat geçmişti. O bir saati yolda geçirmiştik. Eski bir mekana gelmiştik, kullanılmadığı çok belli olan orta boyutlarda eski bir mekandı. Dışarıdan bakınca bir kumar mekanına benziyordu, ama içerisinin ve dışarısının boş olduğu çok belliydi. Nadir abi gerçekten izole bir yer bulmuştu.

 

Sadece abim, Yavuz, Zerda ve, Nadir abi benimle gelmişti. Hangimizin nasıl bir tepki vereceğini henüz hiçbirimiz bilmiyorduk. Tek bildiğim içeri girmeli ve artık kafamı kurcalayan her zehirli kelimeyi dışarı çıkarmam gerektiğiydi.

 

Nadir abiyi takip edip demir kapıdan içeri girdik, mekanın dışı kadar içeriside eskiydi. Belki de önceler pavyon olarak kullanılmış olabilirdi.

 

"Başka yer mi yoktu, Nadir?" Yavuz'un sinirleri bozuk bir şekilde sorduğu soruyu duydum. Beni böyle bir yere getirmek istemediği yüzünün her zerresinden belliydi. Aynı ifade abiminde yüzünde mevcuttu. Zerda'nın elini tutmuş yanından bir adım uzağa bırakmıyordu.

 

"Güvenli burası." Nadir abi güven veren sesiyle konuştu. "Endişe edecek bir şey yok, ayrıca bu itin başka bağlantıları olup olmadığı belli değil. Şu an bile birileri onu arıyor olabilir, daha güvensiz bir yerde tutup tekrar elimden kaçırmanın riskini alamazdım."

 

Nadir abiyi her geçen gün biraz daha tanıyordum. O kesinlikle benim bildiğimden daha fazlasıydı. Bizim evimizde sadece bir koruma olduğunu düşündüğün adam aslında daha fazlasıydı. Bu işin sonu nereye varacaktı emin değildim.

 

Yavuz parmaklarını parmaklarıma geçirip elimi tuttuğunda daldığım düşüncelerden ayrılıp ona baktım. Derin bir nefes vererek çok zorda olsa tebessüm ettim. Nadir abinin peşinden sağdaki koridorlardan birine döndüğümüzde iki üç kapı karşıladı bizi.

 

"Başka bir odadaydı, ama siz görmek isteyince çocuklara söyledim buradaki odaya geçirdiler." Diye açıklama yaptı, Nadir abi. Nedense yüzündeki o rahatsız ifade asla silinmiyordu. Sanki onu rahatsız eden ciddi bir şeyler vardı.

 

Abimle aynı anda ileri adım atınca ikimizinde elleri sevdiğimiz insanlardan ayrılmıştı. Aynı anda elimiz kapıya gitmişti. Peki ikimizinde birlikte o odaya girmesi ne kadar doğruydu? Başımı çevirdiğimde onunda çoktan bana baktığını farkettim. Neden bilmiyordum, ama sanki aramızda bir şeyler oldu. Sanki, o odaya girersek, hiçbir şey eskisi gibi olamayacakmış gibi hissettim. İçime doğan bu hissin sebebi neydi?

 

İkimizinde içeri girip o adamdan hesap sormak için can atıyorduk.

 

"Birlikte." Dediğini duydum abimin. "Birlikte girelim, seni orada yalnız bırakmam." Yavuz ve Zerda ikimizi izlerken bir an göz göze geldiler. Belki de onlarda içeri girmek istiyordu, ancak bu durumda abimle benim yalnız kalmamızın daha iyi olacağınıda biliyordular.

 

Abimi sessiz bir baş sallamayla onayladım. Elimi uzatıp kapı koluna koydum. Abiminde elini elimin üstünde hisettiğimde içime sinen o yalnızlık ve korku bir an içinde sanki silindi. Geçmişle yüzleşmekten korkuyordum, ama belki abim yanımda olursa bu benim için daha kolay olurdu.

 

Diğerlerini dışarıda bırakıp kapıyı açarak içeri girdik. Geniş bir odaydı, ancak o kadar eskiydiki duvarların rengi bile solmuştu. Belirli yerlerde tavanda ışıklar vardı. Birkaç tanesinin lambası patlamış, odaya loş bir görünüm vermişti. Gözlerimi etrafta gezdirince odanın ortasındaki masayı ve orada oturan Cihan Polatlı'yı gördüm.

 

Benimle eş zamanlı abiminde gözleri o adama takıldı. İkimizinde yüzünde tek bir ifade belirdi, onun da nefret olduğuna emindim. Hayatın en berbat hissiydi bu.

 

Biz hem öz babamıza bakıyorduk.

 

Hemde annemizin katiline.

 

Midem bulanırken tam şu an kusmamak için zor duruyordum. Öyle iğrenç bir insandı ki yüzüne bakmak bile midemi bulandırıyordu. Nadir abinin ona nazik davranmadığı belliydi. Yüzü gözü yara içindeydi, sanki burada olduğu her gün işkence görmüştü. Vicdanım bile sızlamadı. Yaşadığı her şeyi hakediyordu. Kilo vermişti, eski kendinden emin tavrından eser kalmamıştı. Gözlerim belki de ilk kez büyük bir cesaretle gezindi onun üstünde.

 

Parmaklarının üstü yara ve kanlıydı. Tırnaklarının söküldüğünü anladım. Başka birisi olsaydı karşımda, kendime engel olamaz ona yardım ederdim. Ama bu adam benden hayattaki tek dayanağımı almıştı. Abimide beni de annesiz bırakmıştı.

 

Başımı zar zor çevirip abime baktığımda yüzünü nasıl bir tehlikenin sardığını hissettim. Elleri iki yanında yumruk olmuştu. Sanki ona baktıkca annemin yüzü dikiliyordu karşısına. Öyle olduğuna emindim, çünkü bana da öyle oluyordu. Öne atılıp ona saldırmamak için iki ellerini sıkıca yumruk yapmıştı.

 

Kalbimizde bir yangın vardı, ama bu yangının mazlumu annem, sebebi babamdı.

 

Abimle bense, uzun zamandır o yangının içinde bir çıkış yolu arıyorduk. Bu yol o yol muydu henüz bilmiyordum.

 

Cihan Polatlı'nın gözleri ikimizin üstüne dikilmişti. İnsan hiç mi pişmanlık duymazdı? Zaman da geçse, yıllar da geçse onun bakışlarında değişen hiçbir şey yoktu. Hâlâ bize o duygusuz gözlerle, o suçsuz bakışlarla bakıyordu.

 

Bir katilin ne kadar soğukkanlı olabileceğini bu adamdan öğrenmiştim.

 

Sessiz bir nefesle adımlarımı ileri atıp masaya yürüdüm. Benimle birlikte abimde haraket etti. Daha fazla uzatmanın anlamı yoktu. Bu adamın bize verecek büyük bir hesabı vardı.

 

Cihan'ın yorgun bakışları ikimizde onun karşısına oturduğumuzda yüzlerimiz arasında gidip geldi. Açıkçası onu bu halde görmek bende hiçbir duygu uyandırmamıştı. Annemin o çaresiz halleri, çığlıkları, hıçkırıkları, aklımda canlandıkca şu an ona bunu yaşatanın bu durumda olması bana sadece zevk vermişti.

 

"Hayırdır?" Soğuk sesi kulaklarıma dolduğu an gözlerime çöken tiksintiyi hissettim. Ellerim istemsiz bir şekilde üstümdeki pantolonu sıktı. Tırnaklarımı etime geçirmekle meşgulken masanın altında abimin elini elimin üstünde hissettim. Bir güven haraketiydi bu.

 

Sanki babamla aramızda soğuk bir rüzgar vardı, acıları vardı, geçmişin izleri vardı. Ve abim, beni tüm bunlardan korumak istedi.

 

"Ziyarete ziyaret." Abimin tok sesi altında binlerce tehlike yatıyordu. "En son beni görmeye geldin hatırlıyor musun? Ödemeye geldim."

 

"Görüyorum." Cihan boş gözlerle abime baktı. "Yine becerememişsin ölmeyi."

 

"Doğru konuş." Dişlerim arasından çıkan kelimelere engel olamadım. Abimin yüzünün her zerresine yayılan öfkeyi hisettim.

 

"Ölmedim piç kurusu." Kaldırdı kaşlarını abim meydan okur bir edayla. "Bu sefer da başaramadın." Sırf abim girdiği o ringde maçı kaybetsin diye abimin tüm zayıf noktalarını rakibine söyleyende karşımızda arsızca oturabilen bu adamdı.

 

"Bir daha ki sefer başarırım belki, nereden biliyorsun?" Ayağa kalkıp ellerimle boğazına yapışmama ramak kalmıştı.

 

"Sen buradan sağ çıkacağını mı düşünüyorsun?" Hızlıca döküldü kelimeler ağzımdan. Eskiden olsa onun karşısına dikilmekten belki korkardım ama artık değil ondan korkmak hiçbir duygu hissetmiyordum.

 

"Her zaman bir ihtmal olduğunu düşünüyorum." Vücudunda fazla yarası olmalıydı ki hareket ettiğinde yüzü acıdan buruşuyordu.

 

"Çok boş düşünüyorsun." Abim sert tavrını ortaya koydu. "Seni onlar sağ bıraksa ben bırakır mıyım sanıyorsun? Ümüğünü sıkmaya yer arıyorsum kolay kolay kurtulur musun sanıyorsun?"

 

"Boş tehditler savuruyorsun, Tufan." Bir baba oğluna böylesine nefretle bakar mıydı? O bakmayı beceriyordu. En başından beri tek istediği hepimizden kurtulmak olmuştu.

 

Onun gözünde biz sadece ayak bağı olmuştuk.

 

"Eğer beni öldürebilseydin yapardın, neden bekledin?" Ona tanıdığımız zamanı, belki de içimizde yaşattığımız merhameti zayıflık olarak görüyordu.

 

"Ölmeyi bu kadar arzuluyorsan, isteğini yerine getireyim şerefsiz!" Abim ayağa kalkıp babamın yakasına yapışamadan ayağa kalktım.

 

"Abi otur!" Kavga çıkmasını, ve bu işin yarım kalmasını istemiyordum. Bu adamın bize verecek cevapları vardı.

 

"Hafsa-"

 

"Abi nolursun otur." İkan edici bakışlarımı diktim yüzüne. Kavgayla gürültüyle bir şey olmadığını anlamıştım. Evet ölmeyi hakediyordu, ama abimin bir daha böyle insanlar için ellerini kana bulamasını istemiyordum.

 

Her ne kadar ona saldırmak istesede yalvaran bakışlarım karşısında yerine oturdu. Öfkeli gözlerini başka tarafa çevirdiğinde bende yerime oturdum. Abime baktığımın aksine ona bakarken gözlerimde saf nefret yer ediniyordu.

 

"Niyetin ölmekse bunu başka bir yerde yaparsın." Dedim sertçe. "Bugün bize cevap vereceksin."

 

"Neyin cevabını vereceğim?" Sıkılmış gibiydi. Buna hakkı var mıydı? Karşımıza oturup sıkılmış ve bunalmış tavırlarını bize sunmaya hakkı var mıydı?

 

"Neyin mi cevabını vereceksin?" Dalga mı geçiyordu? "Bize hayatı zindan etmendeki amacı mesela?" Yüzümde inanmaz bir ifadeyle öne doğru eğildim. "Annemden başlamak ister misin? Ne dersin?"

 

"Nadir abiniz anlatmadı mı?" Hafifçe kıpırdandı sandalyesinde. "Neyi anlatacağım, annenizin nasıl bir orospu olduğunu-"

 

"Seni gebertirim!" Daha cümlesini bitiremeden abim ayağa kalkıp yumruğunu onun yüzüne geçirmişti. Bu sefer ona engel olmamıştım.

 

Yumruğun etkisiyle sandalyesinden yere düştüğünde abimde masanın etrafında dolanıp onun üstüne çıkmıştı. "Seni mahvederim, senin o dilini sökerim!" Her kelimede attığı yumruklar sanki tenime daha fazla soğukluk eriştiriyordu.

 

"Abi." Derin bir nefesle ayağa kalktım. Abimin yanına giderek kolunu kavradım. "Bırak şunu!" Abim hırsını alamamış bir şekilde son bir yumruk daha geçirdiğinde çok zorda olsa onu geri çektim. "Sakin ol!"

 

"Ne sakini?" Dediğinde bağırdı. "Duymadın mı!"

 

"Duydum!" Bende yükselttim sesini. "Sırf bu yüzden bana hesap vermesini istiyorum!" Yerde acıyla kıvranan Cihan'a döndüğümde ona karşı hiçbir acıma belirtisi hissetmedim. "Dışarı çık beni onunla yalnız bırak."

 

"Hafsa, ne diyorsun?" Abim sığ nefesleri arasında bana baktı. "Asla."

 

"Abi çık dışarı, beni onunla yalnız bırak." Abime bakmadan konuştum. O buradayken ben ne ağzımı açabilecektim, ne de sorularımı sorabilecektim. Öfkesine hakim olmayacak, belki de onu öldürecekti.

 

"İyice saçmaladın!"

 

"Asıl sen saçmaladın, çık dışarı!" Kendime hakim olamayarak titreyen sesimle bağırdım. "Onunla yalnız kalmak istiyorum!" Abim öfkeli gözlerini bana dikti. Şu an onu engelliyor olmamın sinirlerini bozduğunu biliyordum, ama yapabileceğim bir şey yoktu. Burada kalıp onu öldürmesini izleyemezdim. Böyle bir yükü taşımasını istemiyordum.

 

Abim birkaç saniye bana baktı, ardından sesli bir nefes vererek kapıya yürüyüp dışarı çıktı. Hızlı adımlarla peşinden yürüyüp kapıyı kitledim. Onun hemen ardından Yavuz'un içeri girmek isteyeceğine emindim. Çünkü benim içeride yalnız kalmamı istemiyordu. Abimse tamamen bana olan öfkesiyle haraket etmişti. Kapıyı kitlediğimde yerde hâlâ sızlanarak yatan adama baktım.

 

Sert adımlarla yanına yürüdüm. "Kalk." Dediğimde uzanıp kolunu kavradım. Ona soracak sorularım olmasa yerde kıvranarak ölmesine izin verirdim. Ancak oturacak o masaya dikilecekti karşıma. Onu zar zor yerden kaldırıp sandalyeye oturttum. Vakit kaybetmeden kendi sandalyeme geçtim.

 

Saçlarımı kulaklarımın arkasına geçirdim ve dirseklerimi masaya yasladım. "Konuş." Dedim. "Anlat, herşeyi."

 

"Kaldırmayacağın şeyler soruyorsun." Hâlâ yediği yumrukların etikisinde yorgun bir sesle konuştu. Bir kaç kez öküsürdü, ağzından gelen kanı yere tükürdü. Boş gözlerim onun yüzünü izledi.

 

"Kaldırmayacağım şeyler yaşadım, ve dayandım." Dikleştirdim başımı. "Şimdi konuş, yoksa inan bana içeri girip kimin seni öldüreceği gram umrumda olmaz."

 

"Ne bilmek istiyorsun?" Bir an önce o sandalyeden kalkmak ister gibiydi. Sanki ben onun en büyük günahıydım, ve karşısına dikilmiş hesap soruyordum. Bana hep böyle bakmıştı. Bazen, çok az zamanlarda abimi bile o eve kabul ederken beni hiç kabul etmediği zamanlar olmuştu.

 

Sanki ben onun hayatına yüklenen en ağır günahlardan ve suçlardan biriydim.

 

"Nedenini bilmek istiyorum, Allah'ın cezası adam." Tiksintiyle konuştum. "Neden?" Aciz görünememek için binbir türlü çaba verdim. "Bir kez olsun saçlarımı okşamak için kalkmadı o elin bana, benden her şeyimi aldın, baba. Benden annemi aldın, neden?" Her kelimemde gözlerine oturan soğukluk içime işledi.

 

"Öz kızım bile olmayan birinin saçlarını neden okşayacaktım ki?" Soluğum kesilirken onun ağzından çıkanlar beni büyük bir bozguna uğrattı. Ne demekti bu?

 

Kapının kolu aşağı indi, ancak açılmadı. "Hafsa!" Yavuz'un sesiydi. Kapıyı açmak içeri girmek istiyordu. Ancak şu an onun sesi fazla uzaktan geliyordu.

 

Yüzümdeki ifade nasıl bir haldeyse, karşıma oturan adam bundan sadece zevk aldı. "Israrla öğrenmek istediğin şey bu muydu?" Zar zor topladığı gücüyle öne doğru eğildi. Yüzümü izledi.

 

"Annenin ölüm sebebi neydi biliyor musun?" Daha fazla dinlersem tüm dünyam başıma yıkılacak gibi hissediyordum. "Sendin."

 

Tek bir kelime beni binlerce parçaya ayırdı. Nefes dediğimiz şey bu sefer ciğerlerime ulaşmadı. Ezildim. Tek bir kelimenin altında öyle ezildim ki gözlerimin dolmasına engel olamadım.

 

"Annen beni aldattı." İnce bir buzun üstünde yürüyordum. O buz kırıldı, ve ben denizin en derinle daldım.

 

Boğuldum.

 

Boğuldukca, hayatımdan bir şeyler eksildi.

 

"Kimle biliyor musun?"

 

"Sus." Artık duymak istemiyordum.

 

"O çok sevdiğin Nadir abinle." Yine onun karşısında ezilmek istemiyordum. "Duymak istediğin bunlar değil miydi? Annen o adamla yattı, sonra ne yaptı biliyor musun?" Dudaklarında alaycı bir tebessüm belirdi. "Seni bana benim kızımmışsın gibi gösterdi, bende salak gibi inandım. Tufan benim oğlumdu ama sen benim kızım değildin."

 

"Yalan söylüyorsun." Annemin Nadir abiyle ilişkisi olduğunu biliyordum, ama bunu yapmış mıydı?

 

"Yalan söylemek için bir sebebim yok." Rahat bir tavırla başını kaldırdı. "Odana geldiğim o günü hatırlıyor musun?" Yutkundum sertçe.

 

Hangi günden bahsettiğini hatırlıyordum. "Benden saç tokamı istemiştin." Tırnaklarım bir kez daha pantolonumun kumaşına battı.

 

"İtirazsız vermiştin."

 

"Saçlarımı okşamıştın."

 

"Yalandı." Dört duvarın üstüme üstüme geldiğini hissediyordum.

 

Bir kez, sadece bir kez saçlarımı okşamıştı. O zamanda bunu saçlarımdaki tokayı çıkarmak için yapmıştı. Şaşırmıştım. Çünkü babam benim saçlarıma sadece canımı yakmak için dokunurdu.

 

Saçlarımdan tokamı almış, daha sonra anneme anlatmamam için bunu çok nazik bir şekilde yapmış, hatta saçlarımı okşamıştı. Öyle sevgiye aç bir çocuktum ki o zamanlar bu yaptığı hoşuma gitmişti.

 

"O tokayı senden alma sebebim annenin konuşmalarını duymuş olmamdı, telefonda birileriyle konuşurken duydum." Bilmiş bir tavır takındı. "Yanılmadım, sen benim kızım değildin."

 

Buz kesmiş vücudum haraket etmiyor, harelerim bir an olsun onun yüzünü terketmiyordu. Test yaptırmıştı, ve benim onun kızı olmadığıma emin olmuştu.

 

"Onur duydum." Diye döküldü kelimeler dilimden. "Senin kızın değilsem," dolu gözlerle masada öne eğildim. "Gurur duydum." Ben onun canını yaktım. Aynı onun da benim canımı yaktığı gibi. Bozuldu. Dediklerime çok bozuldu.

 

"Senden neden hep nefret ettim biliyor musun?" Küçümser bakışları yüzümü izledi. "Bana hep anneni hatırlattın. Gözlerin aynı onun gibi, yüzün, saçların, her zerren. Her zerren bana onun ihanetini hatırlattı."

 

"O zaman daha çok bak bana." Saf nefretle fısıldadım. "Kaçırma bakışlarını, bak gözlerimin içine. İşlediğin günahı daha fazla gör!" Benim annem ona ihanet etmemişti. Bu ihanet değildi.

 

Kaşrımda kendini aklamaya çalışan adam daha annem onu aldatmadan koynuna başka kadınlar alan iğrenç bir insandı. O hep böyle bir insan olmuştu. Biz varkende yokkende annemi aldatmıştı.

 

"Tek günahkar ben miyim?" Sorguladı. "Zümra'nın katili bensem, bunun sebebi sensin." Ben ondan hesap soracakken o benden hesap sordu. "Söyle bana, sen olmasaydın annen ölür müydü?" Her kelimesinde beni biraz daha yok etmeyi başarıyordu. "Annen ölmeden önce o odada dönen tek konu neydi biliyor musun?"

 

"Sus artık!" Avuç içlerimi masaya vurduğumda ayağa kalktı.

 

"Senin benim kızım olmadığını öğrendim." Suçludan çok masum gibi davranıyordu. "O odada bahsi geçen tek kişi sendin!" Sanki karşısına annem dikilmişti. Sanki o geceyi tekrar yaşıyordu. Elinde bir silah olsaydı, hiç acımadan beni vuracaktı.

 

"Sus dedim sana!"

 

"Duydukların ağır mı?" Masanın etrafında topallayarak dolanıp üstüme geldiğinde yutkunarak bir adım geri attım. "Anneni öldüren sendin, ben değildim." Bir adım daha geri attığımda geri sandalyeye oturmak zorunda kaldım. Boştaki elim masanın kenarını kavradı. "Annenin katili sen ve Nadir'sin." Yanağıma doğru bir damla yaş aktı. İrisleri gözlerimin en derinine odaklanmıştı. Kafamın içinde bir ses vardı.

 

Sen suçlusun diyordu.

 

"Sen her şeyi öldürüyorsun, Hafsa." Yüzüme doğru eğildi. "Annenin katili yalnızca sensin. Onun ölüm sebebi sensin." Zihnimde yankı yaratan bu sözlere daha fazla dayanabileceğimi sanmıyordum. Sanki bir şimşek çakıyor ve her saniye zihnimin içinde daha derinlere ulaşıyordu.

 

Tüm bu oda, oturduğum bu sandalye bile ağır bir yüktü benim için. Kendimi büyük bir günahı işlemiş gibi hissediyordum. Oturduğum sandalyeden hızla kalkıp kapıya koştum. Dudaklarımdan kaçan hıçkırıkla beraber anahtarı titreyen ellerimle çevirip kapıyı açtım.

 

"Hafsa-" Yavuz'un konuşmasına bile izin vermeden odadan koşarak çıkıp koridoru arkamda bıraktım. "Hafsa, nereye!"

 

"Hafsa!" Aynı anda Zerda'yla abiminde sesini duydum. Şu an tek istediğim kaçmaktı. İçinde bulunduğum bu mekan sadece beni boğuyordu. Her şeyi unutmuştum. Kim olduğumu bile.

 

Dudaklarım arasından kaçan hıçkırıklarla tüm sesler ve adımı bağıran Yavuz'u sadece boğuk bir şekilde duyuyordum. Öyle hızlı koşup o koridorları geçmiştim ki bu hızıma kendim bile şaşırıyordum. Demir kapıyı titrek parmaklarımla tutup açtığımda kapıdan dışarı çıktım. Tenime çarpan soğuk hava gözlerimi yakıyordu.

 

"Hafsa!" Daha Yavuz bana yetişemeden kendimi dışarı attım. Hafif yağan yağmurun damlaları tenime çarparken yağmurun bile beni günahlarımdan temizlemeye çalıştığını düşünüyordum.

 

Belki de yağmurda bunun için yağıyordu.

 

Duyduğum her şey çok ağırdı. Onun önünde güçlü durmaya, aciz olmamaya çalışmıştım. Ama başaramamıştım. Çıktığım sokakta, nereye gittiğimi bile bilmiyordum.

 

Sadece koşuyordum, uzaklaşmak istiyordum. Sanki peşimde canımı almak isteyen birileri vardı ve ben ondan kaçıyordum. Nefes alamıyordum, karnımda hissettiğim sancılar vardı. Kriz mi geçiriyordum?

 

"Hafsa!" Yavuz'un adımları bana yetişirken bir kol belime sarıldı, ben daha fazla koşamadan beni kendine çekti. "Dur, dur!"

 

"Bırak!" Hıçkırıklarım arasında onun kolunu itmeye çalıştım. "Bırak beni!"

 

"Benim." Sıcak nefesi kulağıma çarptı, sanki o da benim kadar çaresizdi. "Benim, Hafsa sakin ol benim." Başımı iki yana sallarken kolunu itmeye çalışıyordum ama daha fazla gücümün kalmadığını hissettim. Dizlerimin bağı çözülürken aşağı çöktüm, Yavuz'da benimle birlikte aşağı çöktü.

 

"Hafsa'm." Derken ne yapacağını bilemiyordu.

 

"Benim suçumdu." Gözlerimi sıkıca kapatırken sırtımın onun göğsüne yaslandığını hissettim. "Çok özür dilerim, benim suçumdu.." sanki kafamın içinde bir koro vardı, ve hepsi bir ağızdan Cihan Polatlı'nın dilinden dökülenleri tekrar ediyordu.

 

O odada annemin katili Cihan'dı.

 

Ama ölüm sebebi bendim.

 

"Ne senin suçundu?" Olanlara anlam veremiyordu. "Ne dedi sana?"

 

"Benim yüzümden öldü, özür dilerim." Annemin katili bile değilken tüm suçu kendimde görüyordum.

 

"Ne diyorsun güzelim?" Beni teselli edecek tek bir kelime bulamadığı için artık o da ne diyeceğini bilemiyordu. "Neden bahsettiğini bilmiyorum ama senin suçun yok." Sokağın ortasında olmamızı umursamadan beni kendine doğru çevirdi, sıcak elleri soğuk yanaklarımı buldu. "Sem bu dünyada suçlu olacak son kişi bile değilsin." Göğsüm her hıçkırıkta titredi.

 

"Annemin mezarına götür beni." Dedim ağlarken. Elim onun montuna asıldı. "Annemin mezarına gitmek istiyorum."

 

"Gözlerini aç." Baş parmakları yanaklarıma akan yaşları sildi. Onun küçük emriyle gözlerimi ağır ağır araladı. Gözyaşlarımdan zar zor seçtiğim yüzünü izledim. "Sancın var mı?" Endişesi yüzüne yansımıştı. Başımı ağır ağır iki yana salladım. Ciddi bir sancım yoktu. Tek istediğim annemin mezarına gitmekti.

 

"Yavuz!" Abimin sesini duydum, ardından onu takip eden Zerda'yı. İkiside yokuş aşağı bize doğru koşuyordular.

 

"Tufan arabayı buraya getir!" Dedi Yavuz beni kollarına alıp ayağa kalkarken.

 

"İyi mi!" Abimin sorusuna karşılık Yavuz başını salladı. Abim yarı yoldan geri dönerek arabaya koşarken Zerda yanımıza gelmişti. Endişeli gözleri yüzümde gezindi.

 

"Hafsa." Dediğinde sesinde bir annenin şefkati vardı. Ona cevap verecek gücüm bile yoktu. Yüzümü Yavuz'un göğsüne gömerken tüm dünyadan saklanmak istiyordum.

 

Abim arabayı getirdiğinde kimseyle konuşmadan Yavuz beni arabaya bindirmişti. Bir ara abimin pişmanlık dolu bakışlarıyla karşılaştım. Beni o odada yalnız bıraktığı için kötü hissettiğini biliyordum. Yavuz arabaya binmeden önce abime bir şeyler söyledi, ancak ne olduğunu sorgulayacak durumum yoktu. Başımı geri yaslamış yorgun gözlerle ireliyi izliyordum.

 

Yavuz sürücü koltuğuna oturduğunda bakışları sık sık yüzüme kaydı. Benimle konuşmaya çalıştığı zamanlar da oldu ancak ben ona cevap verecek gücü bulamadım. Tek istediğim annemin mezarına gitmekti.

 

Dakikalar sonra vardığımız mezarlıkta, bileğimdeki şalı açıp saçlarıma örttüm. Yavuz kendi kapısını açıp indi, ardından arabanın önünde dolaşarak benim kapımı açmak için haraket etti. Açtığı kapıdan indiğimde bir kolunu belime sararak beni destekledi.

 

Buraya gelerek ne düşündüğümü bilmiyordum. Bir yanım çok korkuyor, diğer yanım burada olmak istiyordu. "Hafsa, istemiyorsan dönelim." Yavuz'un sevgi dolu tınısını duyduğumda bir ruhtan farksız başımı iki yana salladım. Küçük adımlarla onunla yürüdüm.

 

Annemin mezarının yanına geldiğimizde kolunu belimden çeksin istedim. Nazik bir haraketle ona bunu belli ettiğimde bir kez salladı başını ve çekti kolunu belimden. Diyecek sözüm yoktu.

 

Annemin mezarınım yanına oturduğumda Yavuz birkaç adım geri attı. Belki özel bir şey konuşmak istiyorumdur diye bana izin verdiğini biliyordum. Ancak benim ağzımdan çıkacak kelimeler belliydi.

 

Başımı eğerek annemin soğuk toprağına yasladığımda gözlerimi sıkıca kapattım.

 

Hangi günahın bedeliydim ben?

 

Dudaklarımdan kaçan sızlanmayla bir elimi kaldırıp toprağına yasladım. Birinin mezarına sarılmaktan daha ağır bir şey var mıydı bu hayatta? Sıcak değildi. Oysa benim annemin elleri sıcacık, yanakları her zaman al al olurdu. Ne zaman beni kolları arasına alsa, dünyada hiçbir şey beni korkutamaz sanıyordum. Ama şimdi çok korkuyordum.

 

Soğuk mermer bile beni üşütüyor, korkutuyordu.

 

"Özür dilerim." Alnımı toprağa yasladığımda titrek bir isyan döküldü dudaklarımdan. "Anne çok özür dilerim." Gözlerimden akan damla damla yaşların onun toprağına damladığını hissediyordum.

 

Kafamın içindeki sesler giderek çoğalıyordu. Suçlu olan bendim.

 

Onun soğuk bir toprağın altında olma sebebi bendim.

 

Keşke.

 

Dedi kafamdaki ses.

 

"Keşke ben olsaydım anne özür dilerim.." Keşke onun yerine ölecek olan ben olsaydım. Keşke o silahı alıp benim odama girseydi ve bana sıksaydı.

 

Mezarlığın içinde duyulan tek şey benim hıçkırıklarımdı. Öyle savunmasız hissediyordum ki sanki annemin başına gelen her şey benim suçumdu.

 

"Hafsa." Yavuz'un iki eli omuzlarımda hissettiğimde, kendimi biraz daha bastırdım annemin mezarına. "Hafsa, güzelim yapma." Beni bu durum da belki de ilk kez görüyordu. Yavuz'la daha önce hiç annemin mezarına gelmemiştik. Oysa ben eskiden sık sık annemin mezarına gelir onunla sohbet ederdim.

 

Artık ona bile yüzüm yoktu.

 

"Gelsin, Yavuz." Hıçkırıklarım coğalırken alnımı bastırdım toprağa. "Benim ona çok ihtiyacım var." Ölmüş bir insanı geri getiremezdi. Ne yapacağını bilemiyordu.

 

"Sevdam, yapma." Çaresizlik sesine yansıdı. Bunu yapamazdı. Benim için her şeyi yapacak olan Yavuz annemi geri getiremezdi. Bunu ondan istemem hata olurdu.

 

"Benim yüzümden öldü, ben ondan özür bile dileyemedim." Zar zor konuşuyordum. Yavuz'un yanıma çöktüğünü kolunu omuzlarıma sardığını hissettim. "Kanlar içindeydi, Yavuz. Gözleri kapalıydı, beni duymuyordu, ben ondan özür bile dileyemedim."

 

"Hafsa." Dediğinde artık onun da sesi titriyordu. Ben ağladığımda o buna dayanamıyordu. Çünkü bu sefer yapabileceği bir şey yoktu. Ağır ağır başımı kaldırdığımda annemin isminin yazdığı soğuk mermerle bakıştım. Yavuz, başını sola doğru çevirdi ve dolu gözlerini kapatıp açtı. Geri bana baktığında, benim için güçlü durmaya çalıştı.

 

Beni yanına çekerek kolunu sıkıca doladı omuzlarıma. "Annenin kanını yerde bırakmayacağım." Onun bana vaat ettiği sözlerden biri daha doldu kulaklarıma. "Kendini suçlama." Dudaklarını saçlarımın üstüne bastırdı. Ne olduğunu bilmiyordu. Olaylardan emin değildi, ama o adamın kendimi suçlu hissetmemi sağlayacak bir şeyler söylediğine emindi. "Senin suçun yoktu, çocuktun. Suçlu olamayacak kadar güzel bir çocuk."

 

"Ama ben öldürmüşüm." Güçsüz sesim titredi. "Sebebi benmişim."

 

"Senin tek bir zerrende kan lekesi yok benim güzel karım." Kulağıma doğru fısıldadı. "Kimsenin günahı değilsin, kimsenin acısı, kimsenin kini, nefret değilsin. Sen sadece sevdasın." Burukluk vardı sesinde. "Benim sevdam."

 

"Benim yüzümden ölmüş." Çocuk gibi söylendiğimde eli kolumu okşadı. Yere oturduğunda beni göğsüne daha fazla çekti. O da benim gibi annemin mezarına izledi.

 

"Suçu işlemişler, günahı en masuma atmışlar." Derin bir nefes verdi. "Günahkarların suçlarını temizlemek için masumları kullandığını bilmiyor musun?" Sesinde annemin katiline beslediği bir kin vardı. "Sen ne günahsın, ne suçsun. Benim sevdam, aşkım, gücüm, kuvettim, kalbimsin. Ama kötü olacak hiçbir şey değilsin." Bana iyi hissettiriyordu. Kafamın içindeki sesleri sustuyordu.

 

Bir yanım suçlu olduğumu bağırıyor, Yavuz onları teker teker ezip geçiyordu.

 

"O soyismi silebilir miyiz?" Ağlamaklı sesimle konuştum. "Annem o adamın soyisimini taşımasın." Hâlâ mermerde Polatlı yazıyordu. Tırnaklarımla kazıyıp yok etmek istiyordum o yazıyı oradan.

 

"Emrin olur." Bir eli saçlarımı okşadı. Yağmur ikimizide sırılsıklam etmişti. Ama ikimizde kalkıp gitmek istemiyorduk.

 

En azından ben iyi hissedene kadar.

 

****

 

2 saat sonra.

 

Bir süre daha orada kalmıştık. Ardından eve dönmüştük. En azından şu an biraz daha iyi hissediyordum. Eve vararak içeri girdik.

 

Doktor Zahir abinin bir kaç gün daha hastanede kalması gerektiğini söylemişti. Ceylan ve Süleyman onun yanındaydı. Eve girdiğimizde Devran Karaca'ya bir oda verdiğini söylemişti. Kaç saattir kız salonda oturmaktan bir hâl olmuştu. Üstelik sürekli olarak Zahir'i sorup durmuştu. Süleyman olanları Aziz'e anlattığı için Aziz abi olayları hiç yadırgamamıştı.

 

Zerda ve abim evdeydi, ama ben artık abimle ne konuşacağımı bilmiyordum.

 

Bir tokattan farksız çarpmıştı bu gerçek yüzüme.

 

Annelerimiz birdi, ama aynı adamın çocukları değildik.

 

Öğrenmiş miydi?

 

"Abime bakacağım." Dedim Yavuz'a bakarak. Benimle birlikte eve girmişti. Usulca başını salladı. Ayakkabılarımı çıkardım ve üst kata çıktım. Yüreğimdeki korkunun sebebi şuydu, acaba abim de beni suçlar mıydı?

 

Gözlerimi tavana kaldırdım ve derin bir nefes çektim içime. Adımlarımı abimin odasına götürdüm. Usulca tıklattım.

 

"Kim o?" Zerda'nın sesini duydum. Abimin yanında olmalıydı.

 

"Benim." Güçsüz bir şekilde konuştum. "Girebilir miyim?" Haraketlenme duydum.

 

"Gel, Hafsa." Kapıyı açarak içeri attım adımlarımı. Zerda yataktan kalkarken abimde sırtını yatak başlığına yaslamıştı. Başını kaldırıp yüzüme bakmıyordu. Bu sandığımdan daha fazla canımı yaktı.

 

"Siz konuşun." Dedi Zerda kapıya doğru yürürken elini omzuma koydu ve başını salladı. "Ben dışarıdayım." Ağır ağır salladım başını.

 

Zerda dışarı çıkıp kapıyı kapattığında abime baktım. Gözlerini yüzüme çıkarmadığı her dakika sanki işkenceydi. Neden di bu soğukluk? Ve neden yabancı gibi hissediyorduk? Dolu gözlerimi bir kenara iterek yatağa yürüdüm.

 

Oturmaya cesaret edemedim. Sessizce ondan bir teklif bekledim. Elini kaldırdı, usulca yatağı işaret etti ama yine konuşmadı. Sessiz soğuk bir teklifti bu. En azından ben öyle anladım. İçime çöken acılarla birlikte oturdum yatağa. Ellerimi bacaklarımın üstüne koyarak gözlerimi onun üstünde tuttum.

 

"Abi." Fısıldadım sessizce. İlk kez ona abi derken çekindiğimi hissettim. Berbat bir duyguydu bu.

 

Sessizdi. O sessizliğine devam ettikçe ben daha da yok oluyordum.

 

"Abi sende mi beni suçluyorsun?" Öğrenmişti değil mi? Artık o da her şeyi biliyordu. Yüzüme bakmıyordu. Gözlerimin daha fazla dolduğunu hissettim. Abimide kaybetmiştim. Artık o da beni istemiyordu.

 

Gözleri boşluğa dalmıştı. Bir kez olsun bakmıyordu yüzüme. Belki de bakmak istemiyordu. Çenem titrerken parmaklarım avuç içlerime doğru kıvrıldı.

 

"Annemin ölümünden sende mi beni suçluyorsun?" Ağzımdan kaçmak üzere olduğum hıçkırığı bastırdım. "Abi ben böyle olsun istemedim." Herkesten özür dileyesim vardı. Ancak böyle aklarım kendimi sanıyordum.

 

Peki kendimi aklamamı gerektirecek bir durum var mıydı? Tek kelime etmiyordu. Bana sen suçsuzsun demiyordu.

 

"Beni suçluyorsun değil mi?" O konuşmadığı sürece ben daha fazla suçladım kendimi. "Beni suçluyorsun, sebebi benim." Gözlerimden yaşlar akarken onun önünde ağlamak istemedim. Ellerimi kucağımdan çekerek yüzüme bastırdım ve gözyaşlarımı gizledim. "Annemin ölümünün suçlusu benim, senden annemizi alanda benim. Ben hiç doğmasaydım-" sözlerim yarıda kesildi.

 

Öne eğilip beni kollarına çekti, sıkıca sarıldı. "Devamını getirme." Onun kollarının sıcaklığını hissettiğimde dudaklarımdan ağlamaklı bir sızlanma kaçtı. "Sen benim kardeşimsin." Güçlü kolları beni kendine çekti. "Biricik kardeşimsin." Elleri hızlı hızlı buklelerim arasında dolanıyordu.

 

"Sana kızmıyorum, seni suçlamıyorum." Dünyanın yükünü omuzlamış gibi fısıldadı. "Kendime kızıyorum abim, ben kendime kızıyorum." Nefesi saçlarıma çarptı. "Sen benim kardeşimsin, kimse bunu değiştiremez. Sen bana annemin emanetisin, Hafsa."

 

"Yüzüme bakmadın." O kararsızlığı, gözlerini benden kaçırışı aklımda belirdi. "Beni suçluyorsun."

 

"Ondan değil." Sesi titredi. "Senden değil, kendimden tiksindim." Dediklerini anlamıyordum. Başımı usulca geri çekip yüzüne baktım. Gözlerimdeki belirsizliği farkettiğinde buruk bir tebessüm etti.

 

"En azından sen annemizin katili olan adamın çocuğu değilsin, Hafsa." Onu derinden yaralayan buydu. "Ama ben öyleyim." Kahverengi harelerinde yaşlar parladı. "Bu yüzden bakamadım yüzüne."

 

Onu suçladığımı mı düşünüyordu? Bunu nasıl düşünürdü? O adam babam olsun ya da olmasın senelerce babam olduğunu düşünmüş ve aylar önce de onun annemin katili olduğunu öğrenmiştim. Kanımızın bir olması ya da olmaması neyi değiştirirdi? Duygular aynıydı.

 

"Bir şey değişmedi." Başımı iki yana salladı. Abimin gözlerine baktım. "Hiçbir şey değişmedi abi, sen bu yükü tek başına omuzlamadın. Ben burdayım, ben senin kardeşinim." Onun bir suçu yoktu.

 

"Ne değişebilir bunu?" Dediğinde beni sevgiyle izliyordu. "Dünya gelse ayıramaz seni benden, sen benim kardeşimsin." Onunla aramızdaki bağ sadece kandan ibaret değildi, can bağımız vardı. "Burada masum bir insan varsa o sensin. Sen benim geriye kalan tek ailemsin." Yüzüme doğru eğildi gözleri parlarken. "Annemden bana hediye, düştüğümde yaralarımı saran, hasta olduğumda bana çorba yapan, ateşimi ölçen. Geceler bana sarılan. Sen benim kardeşimsin, Hafsa. Hiçbir boktan gerçek bunu değiştiremez." Harelerim onun yüzünü terketmezken ağlamakla meşguldüm.

 

"Abimsin." Elimi eline götürdüm ve parmaklarımı onun serçe parmağına sardım. Çocukken ne zaman korksam, ya da geceler uyuyamasam abimin yanına koşardım. Her sabah mucizevi bir şekilde elim onun serçe parmağına sarılı bir şekilde uyanırdım. "Hiçbir gerçek bunu değiştiremez." Diye tekrar ettim onun gibi.

 

O benim için hayatından bile vazgeçmişti. Abimdi.

 

Benim için herkesten, her şeyden vazgeçen abim.

 

********

 

Abimle uzun uzadı zaman geçirdikten sonra odama girmiştim. Sıcak bir duş almıştım. En azından bu biraz olsun iyi hissettirmişti. Gece yarısı olduğundan tek istediğim biraz uyumaktı. Ancak Yavuz buna izin vermeden kahvaltı etmemi istemişti. Bende onu dinleyerek bunu yapmıştım. İkimizde kahvaltı ettikten sonra onun ilaçlarını içmesini sağlamıştım. Şimdi ıslak saçlarımı aynanın karşısında durmuş taramakla meşguldüm.

 

Saçlarımı tararken, harelerim aşağı indi. Karnımı gördüğümde tebessüm ettim. Bir elimi aşağı indirip karnımın altına doğru getirdim. Üstümdeki siyah gecelik tenime yapıştığında karnım daha belirgin bir hale geldi.

 

Avuç içimi karnımda gezdirdiğimde gerçekten huzurlu hissettim. En azından onlar benim için bu hayatta birer umut ışığıydılar. Mutlu olmak istiyordum. Yavuz'la yaşamak, çocuklarımızı büyütmek ve bir kez olsun gerçekten mutlu olmak istiyordum.

 

Düşüncelere öyle çok dalmıştım ki içeriye giren Yavuz'u farketmem zamanımı aldı. Gözleri sevgiyle üstümde dolanırken arkama geçerek kollarını belime sardı. Başını eğerek çenesini omzuma yasladı. "Hamilelik sana çok yakışıyor biliyor musun?" Gözleri aynadan vücudumu buldu istekle ve bir o kadar da koruyucu bakışlarla süzdü beni. "Daha bir güzel yapıyor seni."

 

"Önceden güzel değil miydim yani?" Diye ona takıldığımda gülümsedi.

 

"Güzeldin." Elleri aşağı kayarak karnımın üstündeki elime yaslandı. "Her gün daha bir güzelsin, günümü güzelleştiren tek şey sensin." Başını eğerek dudaklarını çıplak omzuma bastırdı. Öpücüğünde sadece sevgi vardı. Burnunu boynumun kıvrımına sürttü.

 

"Bu gece gitmem gereken bir yer var." Huzurlu ifadem solarken kaşlarım çatıldı. Vakit kaybetmeden vücudumu ona doğru çevirdim.

 

"Anlamadım?"

 

"Gitmem gereken bir yer var." Kolları belime sarılıydı. Bana bakan hareleri ciddi bir sorun olmadığını kanıtlamaya çalışır gibiydi.

 

"Nereye gidiyorsun, Yavuz?" Sesime korku sindi. "Gece oldu."

 

"Korkacak bir şey yok." Beni rahatlatmaya çalıştı. "Ufak bir iş, sabah olmadan döneceğim."

 

"Hayır." Delirmiş olmalıydı. "Hiçbir yere gitmiyorsun."

 

"Hafsa senden gizli gitmek istemiyorum." Omuzlarım çökerken onun yüzünü inceledim. Bana yalan söylemek istemediği için gideceğini de söylüyordu.

 

"Anlamıyorum, nereye gideceksin?"

 

"Halletmem gereken bir şeyler var." Beni ürkütmekten korkuyor, bu yüzden söylemiyordu. "Sen rahat bir şekilde uyu, ben döneceğim."

 

"Yavuz, nasıl rahat bir şekilde uyuyayım beni delirtmeye mi çalışıyorsun sen?" Gözlerimde merak ve endişe vardı. "Gitmeni istemiyorum."

 

"Bu sefer döneceğim." Yüzünde kararlı bir ifade hüküm sürdü. "Sana söz verdim, Hafsa. Bir daha senden hiç gitmeyeceğim, sadece bekle. Beni bekle, sabah olmadan döneceğim." Onu bırakmak ne kadar doğruydu?

 

"En azından nereye gittiğini söylesen?" Sorumu cevapsız bıraktı. Öne uzandı, alnıma uzun uzadı bir öpücük kondurdu. Ardından bir adım geri attı. Aşağı eğilip karnımı öptüğünde endişe dolu ifadem biraz olsun yumuşadı.

 

"Ben gelene kadar uyutun annenizi." Dediğini duydum. Tebessümle onu izlerken geri doğruldu.

 

"Yalnız değilim, bunu bil yeter." Israr edebilirdim, ama söylemeyeceğini biliyordum. O hep böyleydi, beni tehlikeye atacak ya da üzecek konuları kapalı tutuyordu.

 

"Uyandığımda seni yanımda göremezsem-"

 

"Öyle bir şey olmayacak." Baş parmağıyla işaret parmağı arasına aldı çenemi. Dudaklarıma nazik denilecek şefkateli bir öpücük kondurdu. "Döneceğim." Bu haraketi karşısında kalbim erirken dudaklarımdaki tebessüm yerini korudu.

 

Söz veriyordu, sözünü tutacaktı.

 

************

 

Yavuz Payidar.

 

Yağmur bir an olsun durmamıştı. Bugün havanın garezi neydi bilmiyordum ama hiç durmaksızın yağmur yağmaya devam ediyordu. Karanlık yolda arabayı sürmeye devam ettim. Hafsa'yı evde bıraktığım için bir an önce işimi bitirip geri dönmek istiyordum. Ona bir söz vermiştim, uyandığında yanında olacaktım.

 

Bizimkilerle konuşmuştum, Aziz Süleyman'a olanları anlatmıştı. Nöbet değiştirmiştiler. Bu kez Süleyman Zahir'in yanında kalmıştı.

 

Ceylan ve Zahir'in çoktan uyuduğunu söylemişti, Süleyman. Bir ara Zahir'in yanında uyuyamadığı için sızlanmıştı. Ceylan'ın ondan önce davrandığını söylediğinde kendimi tutamayıp gülmüştüm. Onun bu hallerine şaşırmıyordum. Eğer Zahir'e bir şey olsaydı Süleyman'ın asla eskisi gibi olamayacağını biliyordum. Onun Zahir'e olan bağı anlatılmazdı.

 

Telefonum çaldığında sonunda beklediğim arama gelmişti. Vakit kaybetmeden onu açıp kulağıma tuttum. "Aziz?"

 

"Seni bekliyoruz." Dediğinde bir şeylerle uğraşır gibiydi.

 

"Yoldayım." Cam sileceklerini çalıştırdım ve derin bir nefes çektim. "Kimler orada?"

 

"Devran, İshak, Cafer." Birkaç saniye duraksadı ardından ellerini birbirine çırptığının sesini duydum. Muhtemelen ellerindeki tozu temizliyordu.

 

Tufan'ı bu işe bilerek buraştırmamıştım. Yeterince çekmişti buna bulaşmasın istiyordum.

 

"Nadir?" Dediğimde Aziz nefesini verdi.

 

"Cihan'ı bize teslim ettikten sonra bir yerlere gitti. Kimsenin karşısına çıkacak yüzü yok gibiydi. Fazla kurcalamadık, zamanı geldiğinde kendisi ortalığa çıkar." Ağır ağır salladım başımı.

 

"Yaklaşıyorum ben." Dediğimde Aziz'in onaylar sesini duydum. Hemen ardından telefonu kapattım.

 

Bu gece bazı şeylerin son bulacağı gün ve, benim intikamımın ilk adımıydı.

 

Araba çok kuytu bir köşede durdu. Kapıyı açıp indiğimde damlaların arabaya ve yere çarparak çıkardığı sesleri duyuyordum. Normalde bu zamanlar yağmur yağmazdı ancak bugün hava bile kasvetliydi.

 

Adımlarım yerdeki su birikintilerine çarptığında ellerimi üstümdeki ceketin ceplerine soktum. Ağır adımlarla ormana girdiğinde yapraklardan akarak yere damlayan birkaç yağmur damlasına çarptı gözlerim. Toprak çamur haline gelmişti. Her adımıda botlarıma bulaşan çamuru hissediyordum.

 

İleriye doğru ilerlediğimde fener ışığını farkettim. Bizimkiler oradaydı. Elleri ve kolları bağlı bir şekilde kendi mezarının kazılmasını izleyen Cihan'ı farkettiğimde bırak ona acımayı bu durumdan sadece zevk almıştım.

 

Yaptığı şeylerle sonunu getirmişti. Onu gördüğüm her yerde öldürmek istemiş, ancak zamanını beklemiştim. Bugün yaptığı her şey son damla olmuştu. Bugüne kadar Hafsa'ya çektirdiği her şeyin hesabını verecekti. Bir kadının hayatını mahvetmeyi, ve öz oğlunun canını yakmış olmasının hesabını verecekti.

 

Bunun yanı sıra onca çocuğa çektirdiği ezyetlerin bedelini ödeyecekti. Bu adamda fazlası vardı, can yakmış, can almış, binlerce çocuğun, kadının hayatını mahvetmişti.

 

"Yavuz!" Aziz bana seslenip elini salladığında oraya doğru ilerledim. Aynı anda İshak ve Devran'ında bakışları bana doğru döndü. Cafer hâlâ mezarı kazmakla meşguldü. Benim geldiğimi farkettiğinde başını kaldırdı.

 

"Ula nihayet!" Elini uzattığında elimi uzatarak onun çıkmasına yardım ettim. "Hep beni çaliştirdiler!"

 

"Büyük bir sevap işledin say." Dediğimde elindeki küreği toprağa batırıp dizlerindeki çamurları temizledi.

 

"O yüzden kabul ettum zaten." Dedi düz sesiyle ve Cihan'a boş bir bakış attı.

 

Gözlerimi Cafer'den ayırıp Cihan'a baktığımda gözlerindeki korkuyu gördüm. Aynı Hafsa'da bugün gördüğüm gibi. Ona bunu yaşatıyor olmamdan pişmanlık bile duymuyordum. O kadar fazla can yakmış, öyle korkular salmıştı ki binlerce masum insanın kalbine bugün yaşadığı ve yaşayacağı her şeyi hakediyordu.

 

"Ee?" İshak düz bir sesle sordu. "Ne yapacaksın şimdi bu orospu çocuğuna?" Kollarını göğsünde kenetleyip ağaca yaslandı. "Diri diri gömecek misin?"

 

"Yok." Dilimi damağıma vurdum. "O ölüm başka birinin hakkı." Elimi belime atarak silahımı çıkardığımda Cihan'ın gözleri içi boş mezarı terkedip beni buldu.

 

"Yanlış yapıyorsun." Ne geveliyordu?

 

"Yanlışı doğruyu bana sen mi öğreteceksin?" Birkaç adım atarak onun çaprazında durdum. Soğuk namluyu alnına yasladığımda soğuktan mı korkudan mı bilmem titriyordu.

 

"Bak, Yavuz." Dudaklarını ıslattı. Bakışlarında yalavaran bir adam yer edindi. Hiçbir duygu belirtisi hissettmedim. Ona acımıyordum. Ona baktığımda gördüğüm tek şey mahvettiği hayatlardı. En kötüsü, o iki küçük çocuğu annesiz bırakmıştı.

 

"Bakacak görecek bir şey yok, Polatlı." Sanki ben onun celladıydım, karşısına dikilmiş ve ona tek bir şans vermeden canını alıyordum. Oysa o yanlış biliyordu, defalarca kez şansı varken kullanmamış en sonunda böyle bir ölüme layık görülmüştü. "Mahvettiğin tüm canların ahının bir gün karşına dikileceğini hiç mi düşünmedin?" Parmağımı tetiğe yasladım. "Şöyle düşün." Boşdu sesim.

 

"Ben bugüne kadar canını yaktığın herkesim, ben canını yaktığın o kadının kocasıyım." Silahı alnına bastırdığımda başı geri eğildi. "Sen benim karıma dokunarak hayatının hatasını işledin. Sen benim karımın canını yakarak beni karşına aldın." Dudaklarımda samimiyetsiz bir tebessüm belirdi. "Sen benim canıma dokundun."

 

"Konuşabiliriz, Yavuz-"

 

"Konuşursun." Tetiğe bastığımda ormanda bir kurşun sesi yankılandı. "Ama benim seni dinleyecek zamanım yok." O artık ölü bir adamdı. Bu dünyadan bir kötülüğü temizlediğim için pişmanlık duymuyordum. Dengesini kaybetti, ve kazılan o mezara düştü.

 

Hakettiği son buydu. Ne onu arayacak birisi vardı ne de soracak. Öğrendiğim şeylere göre karısı Zerrin bile ondan boşanmış ve terktmişti.

 

Bu onun sonuydu. Ama benim için bir başlangıçtı.

 

Cafer ve Aziz kürekleri alıp onun üstüne toprak atarak gömdüklerinde düz bakışlarım olanları izledi.

 

Devran ağır adımlarla gelip yanımda durduğunda sessizce olup bitene odaklanmıştı. "Sırada kim var?" Dediğinde nefesimi verdim.

 

"Orası da bana kalsın." Başımı çevirip ona baktım. "Eve dönmem gerek, karım bekler."

 

Beni onaylar gibi gözlerini açıp kapattı. "Silahı bana ver." Elini uzattı. "Ne olur ne olmaz."

 

Tek kaşımı kaldırdım. "Peşinden gelecek kimsesi yok." Silahı istiyordu, çünkü bir sorun çıkarsa cinayeti kendi işlemiş gibi gösterecekti. Bunu istemiyordum. Ayrıca bir sorun çıkmayacağına emindim.

 

"Bir kere de laf dinle oğlum." Diye isyan ettiğinde sıkıntılı bir ifadeyle silahı ona uzattım.

 

"EyvAllah." Gözlerini aç kapa yaparak sözümü kabul ettiğinde onların kalan şeyleri halledeceğine emin olarak oradan ayrıldım.

 

Eve gider gitmez bir duş alıp yapacağım tek şey karımın yanına uzanmak ve ona sarılmak olacaktı. Bugün yaptığım şeyse, oyunumun ilk adımı olmuştu. Ve bu oyunda, canı yanması gereken birkaç kişi daha vardı.

 

********

 

BÖLÜM SONU.

 

Evettt, nasılsınız bakalımm?

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Hayret bu bölümde mutsuz bitmedi hiç benden beklenmeyen şeyler 🤷‍♂️

 

Her an her şeyi yapabilirim yine de siz fazla alışmayın diyeceğim de bence artık mutlu olmayı hakettiler hsksjkd

 

Yazdığım en karışık bölümlerden biriydi ben bu bölüm kısa sürer sanarken sandığımdan daha uzun sürdü ama olsun🥹

 

Bir bölümün daha sonuna geldiğimize göre ben kaçar hepiniz Allah'a emanet gelecek bölüm görüşürüz.💖

 

Ara sıra attığım alıntıları görmek için Whatsapp kanalım takip edebilirsiniz.🫂

 

 

 

 

Bölüm : 19.09.2025 20:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...