
Hafsa Payidar.
Gözlerimi açtığımda yanımda bir haraketlenme hissettim. Birkaç saniye uykulu olduğum için neler olduğunu anlamadım ancak belime sarılan bir kol farkettiğimde Yavuz'un kokusu burnuma doldu. Duş almış gibiydi, hâlâ sabun kokuyordu.
"Yavuz?" Yorgun bir şekilde fısıldadığımda nefesini yanağımda hissettim.
"Uyumaya devam et." Beni uyandırmak istemiyordu. Sesi sakin ve bir o kadar da nazikti. Yorganın altında yanıma iyice yerleştiğinde ona doğru döndüm.
"Saat kaç?" Kısık çıkan sesime karşılık bir elini saçlarımda hissettim.
"3;27." Burnumu göğsüne yasladım.
"Neredeydin?" Uykuyla büyük bir savaş vermeme rağmen ona soru sorumayıda ihmal etmiyordum.
"Ne bu sorgu sual hanımefendi?" Yüzümü izlediğine emindim ama ben gözlerimi açamayacak kadar uykuya muhtaçtım.
"Sorarım ben, sen cevap ver."
"Bir işimi hallettim geldim." Burnu yanağıma sürtündü. "Önemli olan burada olmam değil mi?" Tebessüm ettim ve sokuldum ona.
"Öyle." Başka zaman olsa diretirdim, ancak şu an çok kıymetli uykuma onun kollarında dönmek istiyordum. "Bir yere gitme."
"Gidecek gibi mi duruyorum?" Beni daha da kendisine çekti. Eli aşağı inerek karnıma yaslandı. Yanımda olduğunu bana hissettirdi.
"Kalacak gibi duruyorsun." Alnımla burnumun arasındaki mesafe onun çenesinin altına yaslandı. "Kadere rağmen kalacak gibi."
"Kalacağım." Saçlarıma doğru fısıldadı. "Şimdi uykuna dön, yarın seninle gitmek istediğim bir yer var." Kafasında ne vardı bilmiyordum ama tek yaptığım onaylar bir mırıltıyla onu onaylamak oldu.
Bana geri dönmüştü ve bu yüzden düşündüğüm tek şey derin bir uykuydu. Onun yanında.
Ertesi sabah.
"Süleyman, bırak şu çocuğu rahat etsin!" Duyduğum bağırışma sesleriyle elimi uzatıp Yavuz'u aradım. Yanımda yoktu. Başımı kaldırdığımda yüzüme dağılan saçlarımla ofladım. Aziz abinin bu saatte neden Süleyman'ı azarladığını bilmiyordum.
"Yavuz.." Sızlandım. Neredeydi bu adam? Yanım boştu. Uykulu halimle doğrulduğumda kapının açık olduğunu gördüm.
"Kendisi şikayetçi bile değil, sana ne oluyor?" Süleyman'ın isyanı yukarı kata kadar çıkıyordu. Kaşlarımı çatarak gözlerimi duvardaki saate çıkardım. Sabah on olmuştu. Üstümdeki yorganı iterek kalktığımda yataktan çıktım. Saç diplerimi kaşıyarak odanın kapısına yürüdüm.
Yavuz neredeydi? Acaba dün gece rüya filan mı görmüştüm? Rüya olmayacak kadar gerçekti her şey.
Merdivenleri inip salona yürüdüğümde bizimkilerin neden bağırıştığını anlamıştım. "Zahir abi?" Dediğimde resmen uykudan ayılmıştım. Bildiğim kadarıyla biraz daha hastanede kalması gerekiyordu ama şu an evin salonunda uzun koltuklardan birinde oturuyordu. Ve tabii ki Süleyman'da onun hemen yanı başında oturuyordu. Sürekli bir şeye ihtiyacın var mı diye soruyordu.
"Abim." Diye bana cevap verdiğinde yüzümdeki tebessümle salona girdim.
"Ne çabuk çıktın sen hastaneden?" Koşar adım yanına yürüyüp ona sarıldım.
"Sıkildim." Dediğinde o da bana karşılık verdi. Kollarını etrafıma sardı. Hastaneden ne kadar sıkıldığı yüzüne yansımıştı.
"Ne sıkılması abi?" Azarlayarak genişlettim gözlerimi. Geri çekildiğimde abimlere baktım.
"Doktor izin verdi mi çıkmasına?"
"Vermedu." Cafer sesli bir nefesle kara gözlerini dikti Zahir abiye. "Ama bizim uşak durmayi."
"Sıkildim ula." Zahir abi sanki onu zorla bir yerlere kapatmışız gibi oflayıp ben yanına oturunca kolunu omuzlarıma attı.
"Evimi özledum."
"Özledin özledin de doktor biraz daha kalman gerek demişti!" Ceylan'ın sesini duyduğumda sağ çaprazımızda hemen karşımızda duran tekli koltuğa baktım. Yeşil gözlerini hem endişe hem de öfkeyle Zahir abiye dikmişti. Bu kadar erken hastaneden çıktığı için sinirli ve üzgün olduğuna emindim. Onun aksine Zahir abinin bakışları yumuşacıktı.
"Ceylan'im ben orada duramam." Diye açıkladı kendini Zahir abi, ancak bunu yaparken fazlasıyla nazik tuttu sesini.
Ceylan ona baktı. Zahir abinin nazik sesine ve yüz ifadesine daha fazla karşı koyamıyordu. Ayağa kalktı ve tekli koltuktan uzaklaşarak oturduğumuz koltuğun yanına geldi. Süleyman hiç oralı değilmiş gibi yere bakarken Ceylan onu ayağıyla dürttü.
"Kalk." Derken başını hafif öne eğdiğinden saçları yüzüne dağılıyordu.
Süleyman boş bir ifadeyle başını kaldırdı. "Oturuyorum."
"Kalk sevgilimin yanımdan." Ceylan kaşlarını çatarak izledi Süleyman'ın masum görünen ifadesini.
"Senin sevgilinse benim de kardeşim." Ceylan'ın dediklerini hiç umursamadan Zahir'in kolunu kaldırdı ve altına yerleşti. Artık o da aynı benim gibi Zahir abinin kanatları altındayken güldüm. Ceylan bu görüntü karşısında şokla onları izledi.
"Sana kalk diyorum ve sen sevgilime mi sırnaşıyorsun!" Elini uzatıp Süleyman'ın ceketinin ensesini yakaladı. "Kalk!"
"Zahir bir şey de şu aslan görünümlü kediye!" Zahir abi ikisinin bu halini izlerken dudaklarındaki tebessümü korumakla meşguldü.
"Kalksana, Süleyman!"
"Ulan yat yat doymadın!" Ceylan'ın onu çekiştirmesiyle sendeleyip koltuktan kalkan Süleyman şekeri elinden alınmış çocuklar gibiydi. "Hastanede yanından bile kalkmadın derdin ne anlamıyorum ki, bırak da kardeşimizle iki laflayalım." Süleyman'ı sonunda yerinden etmeyi başaran Ceylan keyifle onun yerini aldı.
Zahir abi hızla kolunu Ceylan'ın omuzlarına dolayıp onu kendine çekti. Saçlarına bir öpücük kondurduğunda Süleyman gözlerini devirip tekli koltuklardan birine geçti. "Hanımcı oldun iyice. Tanıyamıyorum artık sizi."
Başını kaldırdı, Zahir abi. Ben neşeyle onları izlerken yılların aşığı gibi konuştu. "Hele bir aşik ol, o zaman göreceğum senu." Süleyman sıkıntılı bir nefes verdi.
"Hiç almayayım."
Onların bu halini bile özlemiştim. Uzun zamandır bir araya gelemez olmuştuk. Tüm bunları düşünüp mutlu olacakken aklıma Karaca geldi. Zahir abinin hiçbir şeyden haberi olmadığı ortadaydı. Kaşlarım çatılırken bir bahaneyle ayağa kalktım. Zahir abi ani refleksimi garip bulsa bile hızla toparladım. "Ben Yavuz'a bakayım, nerede o?" Uyandığımdan beri ne burada ne de odada onu görememiştim.
"Mutfakta." Dedi Aziz abi ellerini tekli koltuklardan birinin arkasına yaslayıp hafif öne eğilirken. "Yemek yapacağını söyledi."
"Kılıbik." Cafer, Aziz'in ellerini yasladığı koltuğa bıraktı kendini. "Karim uyanmadan sofrayı kurayim dedi."
"Kılıbık mı?" Kıstım gözlerimi. "Kocamın neresi kılıbık?"
"Kusura bakmayasin, Hafsa. Kocan kılıbik." Gözlerini benden çekip Zahir'le Ceylan'ı neşeyle izleyen Zerda'ya baktı. Zerda küçük çocuklar gibi herkesin ilişkisini izlmeye bayılırdı. "Seninkide kılıbik." Abimle, Yavuz'a aynı kalıba koydu. Zerda, hızla gözlerini Zahir abilerden çekip Cafer'e baktı.
"Sen benim nişanlıma kılıbık mı dedin?"
"Dedum." Cafer homurdandı. "Yavuz'in peşune takılip bende mustakbel karima yemek yapacağim diye tutturdi!"
"Ay öyle mi dedi?" Zerda'nın sert ifadesi abimin dedikleri karşısında yumuşadı. "Birtanecik aşkım, gidip benim için ne pişirdiğine bakayım!" O ayağa kalktığında Cafer boş gözlerle konuştu.
"Ula o yumurta bile kıramaz, kesin kardeşumi çalıştırayi." Bana baktı. "Git kocanı abinden kurtar, yakında Yavuz'in kafasini yemeğun içune sokarsa heç şaşurmam." Bir an Zerda ile göz göze geldik.
Sorun şu ki Cafer abi haklıydı. Abim yemek konusunda berbattı.
Obur birisiydi durmadan yerdi ama yemek yapmaktan hiç anlamazdı.
Her an kocama her şeyi yapabilirdi!
"Yavuz!" Diyerek mutfağa koşar adım yürüdüğümde Zerda'nın konuştuğunu duydum.
"Benim nişanlım onun kocasının kafasını tavaya sokarsa onun da kocası tavayı benim nişanlıma yedirir." Endişeliydi. "Tufan!" Aynı tınıyla o da bağırıp peşimden geldiğinde ikimizde mutfağa girdik. Tam da tahmin ettiğimiz gibi..
Abim ve Yavuz birbirlerinin yakasına yapışmıştılar. Komik olansa ikisininde üstünde mutfak önlüğü vardı.
"Soğan filan eklemeyeceğum!" Diyen Yavuz'un sesi sitem ve öfke doluydu. Ne kadar öfkelenmişse yine şivesi kaymıştı.
"Ulan menemenenin soğansız olduğu nerede görülmüş?" Abimde dişlerini sıkarak konuştu. "Tepemin tasını atırıyorsun damat."
"Defol git lan!" Yavuz abimi geri itekledi ve gözlerini kıstı. "Soğan sevmem ben."
"Senin keyfinin kahyasına göre mi haraket edeceğim?" Yavuz'un elindeki bıçağı kapmak için ileri atıldı. "Soğanlı yapacaksın!"
"Ula takıntıli piç kurusu, git kendune başka yemek hazirla!"
"Yemek yapmayı bilmiyorum." Diyen abim fazlasıyla masumdu, ama hızla öfkesi geri geldi. "Bu yüzden soğanlı yapacaksın."
"Yemeği ben yapayisem içeriğune neden sen karar vereyisin?" Yavuz'un kaşları çatılırken yüzünde vazgeçmez bir ifade vardı. "Heçbir halta yaradığın yok!"
"Yağını ben döktüm." Dedi abim gururla.
"Büyük başarı afferin, nerede bu itin ödülü getir Cafer!" Diye içeri seslenen Yavuz bizi farketti.
Onları ayırmak için mutfağa koşan biz açıkça şu an tam tersini yapmış yan yana durmuş gülmemek için direniyorduk.
"Siz menemen kavgası mı ediyorsunuz?" Zerda'nın kahkahasını bastırarak sorduğu soruya karşılık abim ona baktı. Açıkça şu an ne kadar komik gördüklerinin farkında değildiler.
İki çocuk gibi sırf bir yemek yüzünden birbirlerini boğmadıkları kalmıştı. İkiside yüz ifadesinden belli olacak şekilde birbirlerini boğmak için can atıyordular işte buna hiç şüphe yoktu.
"Söyle kocana yemeğe soğan eklesin." Abim Yavuz'u bana şikayet ederken Yavuz Zerda'ya döndü.
"Şu nişanlının parçalara ayırmadan önce al başımdan."
"Parçalara mı!" Zerda endişeyle bağırdı. "Daha evlenmedik bile, nereye ayırıyorsun nişanlımı!"
"Ne diyorsun lan sen?" Abim hızlı bir şekilde Yavuz'a bakarken sinirden kuduruyordu. "Gel bakalım kim kimi parçalara ayırıyor!"
"Elimde kalacaksın uğraştırma beni!"
Yavuz kehribar harelerini tehlikeli bakışlarla abime dikti.
"Senin elini-!" Abim, Yavuz'un önlüğüne daha sıkı asılınca Yavuz dizini onun karnına geçirdi. Ağzım şokla açılırken abim iki büklüm olmuştu.
"Napıyorsun!" Zerda'nın şaşkın sesini duydum. Hızla abimin yanına yürüyordu ki daha o ulaşamadan abim doğrulup Yavuz'un yüzüne yumruk geçirdi.
"Abi!" Şu ana kadar her şey komikti ama Yavuz kırmızı çizgimdi abim bile ona dokunamazdı.
"Delirdiniz mi!" Zerda, abimi geri çekerken bende hızla Yavuz'un yanında belirip elimi yanağına koydum.
"İyi misin?"
"Dur bir güzelim." Bana bakmadan elimi indirip küçük bir çocuğun savaş edasını taşıyan gözlerini abimden çekmeyi reddetti. "Sen kime yumruk atıyorsun ulan?"
"Pek anlaşılmadıysa tekrar atayım, belli ki olmayan beynine kan gitmiyor!"
"Tufan, susar mısın sevgilim?" Zerda'nın uyarı dolu gözlerine karşılık abim kolunu çektiğinde Yavuz'da bir adım ileri atıp abimin yüzüne yumruk geçirdi. Şok içinde gözlerimi kırpıştırdım.
Yemek için resmen birbirlerine giriyordular!
"Yavuz, abime niye vuruyorsun-!" Ben daha konuşmadan abim doğrulup Yavuz'un sağ yanağına başka bir yumruk geçirdi. "Abi kocama neden vuruyorsun!" Aynı soruyu bu sefer farklı şekilde sorduğum da Zerda aynı benim gibi şok içinde olanları izliyordu.
"Senin ben o elini kırmaz mıyım!" Yavuz dişlerini sıkarak sendelediği yerden gücünü toplayıp abime döndü. Vurmak için yumruğunu kaldırdığında aynı anda abimde kaldırdı. Zerda ile eş zamanlı araya girdik.
"Sakın!" Ellerimizi kaldırdığımızda abimde Yavuz'da hızlarını son anda almıştı.
Eğer durmasaydılar, muhtemelen Yavuz'un yumruğu bana abimin yumruğu da Zerda'ya çarpardı.
Yavuz'un gözleri genişlerken sertçe yutkundu. Bu ifadenin abimin yüzünde de yer edindiğine emindim. "Yavrum, ne yapıyorsun?" Süt dökmüş kedi gibi kolunu yanına indiren Yavuz'a iğneleyici bir tavırla baktım.
"Zerda'm niye araya giriyorsun!" Yavuz'dan sonra abimin isyanını duydum.
"Ha araya girmeyeydim yani, Tufan?" Zerda'nın sert sorusuyla abim nasıl yutkunduysa sesini duydum.
"Onu mu dedim çiçeğim-"
"Ne dedin, Tufan? Çocuk gibi kavga ediyorsunuz. Pes doğrusu."
"Ne yapıyora benziyorum, Yavuz?" Kollarımı göğsümde kenetledim. "İzin verelim de burada ikinizin de yüzü kan içinde kalana kadar kavga mı edin?" Genişlettim gözlerimi. "Birde yumruğunu kaldırdın bana!"
"Ne?" Yavuz hızla gözlerini kırpıştırdı. "Sana değil, abine!"
"Abime vuracaktın yani?" Somurttum. "Abimden ne istiyorsun sen benim?"
"Abinde bana vurdu."
"Doğru." Çatık kaşlarımla abime döndüm. "Kocama niye vurdun!"
Yüzünde afallayan ifade beliren abim bana çevirdi kahverengi harelerini. "Abim-"
"Sus." Zerda işaret parmağını kaldırdı ona doğru, ardından beni yanına çekti. "Hamile kızcağızı üzüyorsunuz." Yavrusunu koruyan anneler gibi cıkcıkladı. "Sizden adam olmaz."
"Bizden adam olmaz mı?" Şaşkınca sordu abim.
"Hafsa'm bir beni dinler misin?"
"Neyini dinleyeyim?" Omuz silktim. "Üzdün sen beni, dinlemeyeceğim." İşaret parmağımla karnımı gösterdim. "Çocuklarımızda üzdün."
"Birde koca olacaksın bu kıza." Yangına körükle gitti, Zerda. "Daha doğurmamış, üzüyorsun!" Bana baktı. "Boşa kız bunu!"
"Boşayacağım!" Abimi gösterdim. "Sende at şunun nişanını!"
"Atacağım!" Zerda hızla başını salladığında abimle Yavuz aval aval birbirlerine baktılar.
"Ne boşanması lan?" Yavuz'un küfür eder gibi sesinin ardından abim tekrar etti. "Ne yüzük atması!"
"Susun, ayrıldık biz sizden, yürü." Zerda, beni yanına çekiştirdiğinde yürümeye başladım. Uzun kirpiklerim arasından ona baktım ve fısıldadım.
"Rol yapmıyor muyduk?" Zerda yeşil gözlerini bana çevirdi ve tek kaşını kaldırdı.
"Rol mü? Ne rolü. Ne halleri varsa görsünler."
"Hayır." Başımı iki yana salladım. "Boşanmam ben kocamdan."
"Bende yüzüğü atmam." Dedi keyifle birlikte mutfak kapısından çıkarken. "Ama bunu onların bilmesine gerek yok." Sözlerine kendimi tutamayıp güldüm. Mutfaktan gelen sesleri duymak için birkaç saniye durduk.
"Şaka yapıyordur." Yavuz'un sesi tutarsızdı. "Şaka yapıyordur dimi lan?"
"Başka türlüsü olamaz." Daha demin birbirlerine giren abim ve kocam şimdi utanmasalar ağlayarak birbirlerini teselli edeceklerdi.
"Ben Hafsa olmadan yaşayamam." Yavuz'un endişeli sesiyle kalbimin yumuşadığını hissettim.
"Sanki ben Zerda'sız yaşarımda," Abim kederle konuştu ve içeriden seslendi. "Kayısı çiçeğim, biz bir konuşsak mı!"
"Hafsa, bizde konuşalım güzelim!" Yavuz'unda abimi onaylar tınısı doldu kulaklarımıza.
Zerda ile aynı anda kahkaha atıp koşar adım üst kata çıktık.
Bazen onları böyle kışkırtmak fena olmuyordu.
*******
Aramızda geçen didişmelerin ardından hep beraber salondaki büyük masada toplanmış kahvaltı ediyorduk. Uzun zaman sonra herkesi bir arada görmek öylesine garip ama huzurluydu ki tüm bunlar bozulur diye çok korkuyordum.
Devran bile bu masadaydı.
Karaca'yı evden uzaklaştıran, Devran'dı. Zahir'in taburcu olacağını öğrenir öğrenmez Karaca'yı bir bahane ile evden çıkarmıştı. Açıkça şu an onun bile masada olması beni mutlu ediyordu. Çünkü Özlem mutluydu. Narin ve Devran'ın ortasında oturmuştu. Böylece Narin ve Devran'ın arasında yer edinen tek engelde kendi kızlarıydı. Eğer bir gün tüm bu olayları aşabilirlerse aslında çok güzel bir aile olurlardı. Ancak, bunun pek mümkün olmadığını biliyordum.
Ne Devran affedilecek şeyler yapmıştı, ne de Narin onu affetmeye meraklıydı. Yine de Devran'ın çabasını görüyordum ve bu içimde bir yerlerde ona karşı olan öfkemi bir nebze olsun siliyordu.
Yavuz'un kuymağa batırıp dudaklarıma uzattığı ekmeği kabul ettiğimde tebessüm ettim. Uzun zamandır onun elinden kuymak yememiştim. Açıkça bunu bile özlemiştim. Yüzümdeki tebessümü sevgiyle izledi ve yanağımdan bir makas aldığında sessiz bir gülüş çıktı ağzımdan.
Aynı şekilde abimde Zerda'nın nazıyla oynuyordu. Masada aksine olan tek çift Zahir ve Ceylan'dı. Onlara bakarken gülmemek için zor duruyordum. Yavuz'un bana yaptığı şeyleri, Ceylan Zahir'e yapıyordu. Tabağına bir ton yemek eklemekle meşguldü. Zahir abiyse bu durumdan hiç şikayetçi değildi.
"MaşAllah." Diyen Cafer'i duydum. "Bu kadar romantik olma, Zahir. Sevginden boğulacağuz." En sonunda sessiz kalamamış ve gülerek konuşmuştu. Zahir abi boş duvara bakar gibi ona bakarken ağzını yemekle dolduruyordu.
"Ne deyisun ula?"
"Az romantik ol deyurim!" Cafer elini salladı gelişi güzel. "Kiz seni besleyi, öküz gibi tıkınıp bir teşekkür etmeyisin." Zahir abi önce tabağına sonra Ceylan'a baktı. Bir an gerçekten öküzlük ettiğinin farkına vardı. Sonra omuz silkti.
"Zorla ettirmeyiz ya." Ceylan'la uğraşıyordu. "Çok sevduğunden baa çok iyi bakayi, sende bul saa deli gibi aşik birini göster romantizumini."
"Ben miyim sana deli gibi aşık?" Dedi Ceylan güler gibi.
"Benim saa deli gibu aşik." Diye cevapladı Zahir abi onu.
"Güzel bir laf mı etti o?" Sağ sandalyelerden birinde oturan Aziz abi şok içinde konuştu.
"Başımıza taş yağması için bu hayatta iki şeyin olması gerekir." Süleyman masanın kenarına oturttuğu tavşanına havuç kırıntıları verirken konuştu. "Birincisi, Cafer'in para harcaması." Çok ciddi bir işi yapar gibi tavşanın tüm havuçu yediğinden emin olduktan sonra başını kaldırdı. "İkinicisi Zahir'in romantik davranması."
"Yanlış." Yavuz konuştu keyifle. "Cafer para harcarsa, başımıza taş yağar." Cafer düşmanına bakar gibi Yavuz'a bakarken Yavuz geniş bir şekilde geri yaslandı. "Zahir romantik bir adam olursa, herhalde kıyamet filan yakındır."
"Abartma." Zahir abi konuştu soğuk bir sesle ama gözlerinde eğlence vardı.
"Abartmayim." Karadeniz ağzıyla sesini yükseltti, Yavuz. "Gayet te haklıyım."
"Romantik değulim, aşiğim."
"Kötü bir haberim var, Zahir." Dedi Aziz abi kolunu sandalyenin arkasına atarken. "Aşığım demek bile romantikliktir, özellikle aile içinde bunu açık açık dile getirmek, ekstra cesaret ister."
"Kafami şişireyisin, Aziz." Zahir abi ofladı. "Susun da zıkkımlanayim ula!" Zahir abinin açıkça utanıp bu meselelerden kaçındığını gören tüm masa gülmüştü. Narin bile onları izlerken yüzünde tebessüm vardı.
Önceler Zahir'in haraketleri ve tavırları hiç hoşuna gitmesede tüm bu olanlardan sonra onların ilişkisini onaylamaya başlamıştı. Derin tebessümü kız kardeşinin mutlu olduğunu gördüğün de genişledi. Ve o an bir şey farkettim. Devran'ın Narin'i gözlerinde beliren hüzün parçalarıyla izlediğini. Başını sola çevirmiş, kahverengi harelerini Narin'in yüzündeki o sıcak tebessüme dikmişti.
Yıllar aşkı öldürmezdi, yaşanmışlıklar sevdayı silmezdi. Devran, her şeye rağmen hâlâ aşkını ilk günkü kadar diri tutmuştu. Ancak araya ihanetler, acılar, ve ayrılıklar girmişti.
Yıllar aşkı öldürmez.
Yaşanmışlıklar sevdayı silmezdi.
Ama ayrılıklar, bir aşkı diri diri gömer nefesini keserdi. Her ayrılık, aşkı öldürürdü.
Özlem'e baktığımda gözlerini Devran'la Narin arasında götürüp getirdiğini farkettim. "Narin abla çok güzel gülümsemiyor mu?" Özlem, pat diye Devran'a bakarak sordu. Narin anında bakışlarını çekti Zahir ve Ceylan'dan. Onu izleyen Devran'ı farkettiğinde Devran bakışlarını önüne çevirdi. Yakalanmanın verdiği telaş sanki üstündeydi. Narin'de ondan farksız sayılmazdı.
Sanki, Devran'ın sessizce onu izlemesine..sevinmişti.
Masada herkes sesssizce onları izlerken, Devran göz ucu Özlem'e baktı. Onu cevapsız bırakmak istemediği açıktı. "Güzel." Sesini düz tutmaya çalıştı. "Gülüşü güzel." Bunu söylerken ne birine bakmıştı, ne de Narin'e. Bir şeyler itiraf etmekten çekinen bir adam da sayılmazdı. Kısa bir an Yavuz'a baktığımda düz bir bakışla onları izlediğini gördüm.
Ama onu biraz olsun tanıyorsam, üzüldüğünü biliyordum.
"Benim ki de güzel mi?" Özlem hevesle avuç içlerini oturduğu sandalyenin kenarlarına bastırdı. "Narin ablanın ki gibi mi?" Devran gözlerini ona çevirdi. Harelerinde yumuşak bir bakış belirdi. Bunun yanı sıra..baba sıcaklığı.
Gözlerinde gördüğüm bakış buydu.
Kalbimde bir acı hissettim. Nadir abinin bana baktığı gibi bakıyordu, Özlem'e. Bu masada üstüme çöken en büyük ağırlıktı bu. Özlem'le kaderimiz nasıl da benziyordu..
Aslında Nadir abide gördüğüm sevgi her zaman baba şefkatiydi.
Ama ben o kadar sevgiden mahrumdum ki, bunun bir babanın sevgisi olduğunu düşünmemiştim.
Bunu bir acıma olarak görmüştüm.
Bir an abim ile göz göze geldiğimde onun da aklından bunların geçtiğini hissettim. Evet Nadir abi onun öz babası değildi, ama her zaman bana nasıl davrandıysa abimede öyle davranmıştı.
"Eskiden bir kadının gülüşü benim için birinci sıradaydı." Dedi, Devran yumuşak bir tınıyla. "Ama sanırım, bugün sen onu geçtin." Onun için en güzel ilk gülüş, Narin'in gülüşüydü. Ve aşkının önüne geçecek ikinci gülüş, kızının gülüşüydü.
Narin'in yüzünün her zerresi acıyla ve yumuşak bir ifadeyle kıvranırken Ceylan elini onun elinin üstüne yerleştirmişti. Her daim ablasının yanındaydı. Masada ağır bir sessizlik vardı. Tek gülen ise, Özlem'di. Mutluydu. Masumdu.
Her şeyden habersiz.
Ona bakarken kendi çocukluğum dikiliyordu karşıma.
Elimin üstünde Yavuz'un elini hissettim. "Sevdam." Gözlerimin dolduğunun farkında bile değildim. Başımı ona çevirdiğimde elini kaldırdı parmak eklemlerinin arkası yanağıma sürtündü. "Kalkmak ister misin?"
Bana ne olduğunu sormuyordu. Çünkü ne olduğunu biliyordu. Ben anlatmadan, o bir çok şeyi anlıyordu. "İyiyim." Dedim nefesimi vererek ve başımı salladım. "Kahvaltını et, daha ilaçlarını içeceksin." Endişeli bakışlarında yumuşama sezdim.
"Emrin olur." Demesine rağmen hâlâ elini elimden çekmedi. Eğer istersem benimle birlikte kalkıp gideceğine emindim. Aynı benim kadar o da Özlem'e bakarken açıkça acı çekiyordu. Yavuz'un Özlem'e nasıl düşkün olduğunu biliyordum.
Kahvaltılarımızı yerken, bundan sonra masa sessiz kalmıştı. Bir ara Devran'ın telefonuna gelen mesaj sesi ortamış bölmüş, yüzünde anlam veremediğimiz bir endişe oluşmuştu.
"Noluyor?" Abim merakla sorarken, Devran başını kaldırdı. Tam ağzını açacağı sırada, yabancı bir ses duydum.
"Devran!" Neler olduğuna anlam veremedim, hemen ardından kapıyı birisi alacaklı gibi çaldı.
"Bu oluyor." Diyen Devran fazlasıyla rahatsızdı. Hızla ayağa kalktığında abimlerde ayağa kalktı.
"Yavuz?" Dedim merak içinde, ama bunu yanı sıra içimi huzursuzluk kapladı. Hâlâ elimi bırakmamıştı.
"Bir şey yok." Kapıdaki her kimse onu tanıyor gibiydi. Zahir abiye baktığımda kapıda duyduğu ses ona fazla tanıdık gelmiş gibi göz kenarları daralmıştı.
Tam olarak neler oluyordu? Devran kapıya yürürken daha fazla dayanmadım. Ayağa kalktım, Yavuz elimi bırakmayı redetti.
Benimle eş zamanlı Zerda'da kalkmıştı. Bazılarımız kapıdakinin kim olduğunu bilmezken bazıları onu tanıyor gibiydi.
"Kapıdaki kim?" Dedim hızla. Yavuz Devran'ın peşinden kapıya yürümek isterken elini çekiştirdim. "Bende geliyorum."
"Burada kalıyorsun." Sesi itiraza yer bırakmıyordu, ama ben onu yalnız bir yere göndermezdim.
"Hayır kalmıyorum." İnat dolu harelerime baktığında burnundan nefes soludu. Benimle tartışmaya girmek istemedi. Elimi sıkıca kavrayarak kapıya yürüdü.
Birlikte koridora çıktık, diğerlerininde geldiğine emindim. Ayak seslerini duyuyordum. Devran bizden önce ulaştığı kapıyı açtığında, Uygar olduğunu düşündüğüm adamı gördüm. Onun Uygar olduğundan şüphe etme sebebim tamamen Akgün'ün evindeyken onu görmüş olmamdan kaynaklıydı.
Bir keresinde kaçmaya çalışırken, onun Akgün'le karşı karşıya bir şeyler tartıştığına şahit olmuştum. Ne konuştukları duymamıştım, çünkü o an tek odaklandığım şey kaçmaktı. Ancak fazla sürmemiş, yakalanmıştım. Tek hatırladığım Akgün Turaç'ın ona adıyla seslendiğiydi. Hafızam beni yanıltmıyorsa, o Uygar'dı.
"Ne işin var senin burada?" Devran dişleri arasında sorarken, Uygar'ın çökmüş bir tavrı vardı.
"Karaca nerede?" Tek bir şey istiyordu. Karaca'yı. Onun yaşadığını mı öğrenmişti? Umarım Zahir abi bunu duymamıştı. En son koridora girip diğerlerinin arasından öne çıkınca yüzü dehşet dolu bir ifadeye kapıldı. Beti benzi atarken kara kaşları usulca çatıldı. Gördüğü yüz ona fazlasıyla tanıdıktı.
Uygar ve Zahir abinin bildiğim kadarıyla eskiye dayanan bir dostlukları vardı. Ancak şimdi, olanlar tamamen acıdan ibaretti. Ceylan endişeli gözlerini Zahir'in sırtından Uygar'a kaydırdı. Hepimiz her şeyi biliyorduk. Bu konuda Zahir abi bize kızar mıydı? Ondan gizlemek istememiştik.
Yaralı ve yorgunken tüm bunları kaldıramayacağını bildiğimiz için susmuştuk.
"Uygar?" Dediğinde bir ölüye bakar gibiydi. Kendisinden şüphe ediyordu. Belki de inanmak istemiyordu. Ancak içinde bir yerlerde her şeyi çok iyi biliyordu. Uygar konuşmadan, Devran'ın onun kulağına bir şeyler fısıldadığını farkettim. Ne olduğunu duymadım, ama tahmin ettim.
Karaca konusunda susmasını istemiş olmalıydı. Zahir abinin ne zihni ne de bünyesi bu olanları kaldıracak durumda değildi. Uygar'ın zorlandığını, ama buna rağmen nasıl sessizleştiğini gördüm. Devran bir adım sola çekildiğinde Zahir abi sertçe yutkundu.
İkna olduğu bir şey vardı, Uygar kanlı canlı karşısındaydı. Onu bağrına basmak isterdi. Bunu biliyordum. Acısının altında özlem vardı. Lakin bunun yanı sıra, büyük bir dargınlık vardı. Ağır adımlarla yürüdüğünde, Yavuz'un ona doğru bir adım atmak istediğini farkettim. Elini sıktım. Bana baktı, başımı usulca iki yana salladım. Onlara izin vermesi daha doğruydu. Çenesi kasıldı ve sessizce yüzümü izledi. Mesajımı almış olacak ki haraketsiz kaldı.
Zahir birkaç adımda Uygar'ın önüne dikildi. Başı dikti. "Zahir." Diyen Uygar, çocukluk arkadaşını bulmuş bir edayla fısıldadı.
"Annemin nasi öldüğüni sen mi anlattın?" Fazla sakindi. Ne Uygar'ın yaşıyor olmasını sorguluyordu, ne de başka bir şeyi. Çünkü zaten şüphe ediyordu. Karşısına çıkan onca ipucunun başka açıklaması olamazdı. Bunun yanı sıra, Akgün oynadığı akıl oyunlarına Zahir abinin geçmişini de dahil etmişti.
Hatta abimin anlattığına göre gönderdiği bir mesaj da yalnızca Uygar'ın ve Zahir abinin bildiği bir cümle vardı. O günden bu yana Zahir'in Uygar'ın yaşadığına dair şüpheleri olduğuna emindim.
"Ben anlattım." Uygar, hatasını kabul ederken gözlerini yere eğdi. Elleri yumruk oldu. Seneler sonra, Zahir abiye sıkı sıkı sarılmak varken onun önünde suçlu konumuna düşmüştü. Neden bilmiyordum, ama bu sahneyi izlemek can yakıcıydı.
Daha ne olduğunu anlamadan Zahir abi yumruğunu kaldırdı. Uygar'a attığı yumrukla irkildim. Gözlerim genişlerken ağzımdan keskin bir nefes kaçtı. Sadece ben değil, herkes bu durumu hayretler içinde izledi. "S*kt*r git!" Öfkeyle bağırdı. "Bir daha karşima çıkarsan seni ellerumle gebertirum!" Uygar yediği yumruğun etkisiyle sendelerken, Zahir'e hiçbir karşılık vermemişti.
Yalnızca başını kaldırdı, refleks olarka Yavuz'un elini daha sıkı tutarken o da dahil hepimiz bu sahneyi pür dikkat izliyordum. "Bilmediğin şeyler var." Dedi, Uygar pişman bir tınıyla.
"Senden dinleyecek tek kelimem yok." Zahir sert bir sesle fısıldadı. "Ya gidecesun, ya da ölümün elumden olur!" Kim bilir kaç sene Uygar'ın mezarına gitmiş, onunla dertleşmişti. Ama bugün, karşısında dikilen Uygar'a, eski dostuna sadece kin besliyordu.
Ona haksızsın diyemezdi hiçkimse. Uygar, Zahir'in en zayıf noktasını Akgün'e anlatmıştı. Akgün, bunu kullanarak o gün Ceylan'ı yakmaya çalışmıştı. Bunu düşünmek bile kalbimi acıtıyordu. Öyle lanet bir gündü ki o gün, içimizden birisi ölebilirdi. Her şey olabilirdi.
Kader bizden yana olmazsa, parçalanabilirdik.
Uygar yutkundu. Bir şeyler söylemek istiyordu. Ancak, Zahir'in şu an bunları kaldıramayacağını biliyordu. Her ne varsa içine gömdü. Harelerini saran acıyla arkasını dönüp yürüdü. Bahçeden çıktı. Onun gidişiyle vücudu gerilen Zahir hiçbirimize bir şey demedi. Kimseyle tartışmaya girmedi. Bilip bilmediğimizi bile sorgulamadı.
Aramızdan geçip üst kara yürüdü. "Zahir-" Süleyman konuşmak için bir adım öne çıktığında elini kaldırdı. Onu susturdu ve hızını kesmeden üst kata çıktı. Ceylan onun peşine takılırken ağzımdan sesli bir nefes firar etti.
"İyi olacak mı?" Dedim Yavuz'a bakarak. O da benim kadar kederliydi.
"Alışacak." Dedi hisli bir sesle. Kendisinden biliyordu. Yıllar sonra ölü sandığı birinin yaşadığını öğrenen tek kişi Zahir abi değildi.
"Bırakın biraz yalnız kalsınlar." Narin'in sesi doldurdu koridoru, salon kapısının eşiğinde durmuş destek için omzunu kapı pervazına yaslamıştı. "Kolay değil." Süleyman'ın endişeli ifadesinde gezdirdi gözlerini. "Ceylan'la konuşsun."
"Yenge görmedin mi halini?" Süleyman, Zahir'in o halini görünce bir hâl olmuştu.
"Gördüm, ama şu an düşüncelerini toplaması daha iyi olur." Dedi Narin, ve mavi harelerini üstümüzde gezdirip en son Devran'ın üstünde durdurdu. "Malum, ölü birinin aniden karşına dikilmesi kolay değil." Devran'a lafını sokmaktan asla geri kalmıyordu.
"Bana mı dedin onu sen?" Devran kendini gösterince Narin samimi olmayan bir tebessüm etti.
"Hortlayıp karşıma dikilen sen değil misin? Başka kime diyeceğim?" Onun dedikleriyle Zerda güldüğünü gizlemek ister gibi dudağının kenarını kaşıdı.
"Birincisi ben hortlamadım." Devran'ın gözleri soğuktu. "İkincisi, bu meseleyi kapattık sanıyordum."
"Kapattık mı?" Narin nefesini verdi ve kapı pervazından ayrıldı. "Mahşere kadar devam edecek bir davamız var." Arkasını döndü ve salona girmeden önce konuştu. "Tabii, yine korkak gibi kaçmayacaksan."
"Ben kaçmadım!" Devran koşar adım takip etti onu. "Sana mecburdum dedim!"
"Mecburiyetin umrumda değil." Narin bir hışımla ona doğru döndü. Hepimiz birbirimize afallar bir bakış attık ve onların peşinden salona girdik. Hâlâ sandalyede oturan Özlem merakla başını kavga eden anne babasına çevirdi.
"Umrunda olan ne ki?" Devran soğuk bir sesle konuştu. "Beni anlamaya çalışmıyorsun."
"Seni anlamam mı gerek?" Bir adım attı öfkeyle Devran'a doğru. Özlem duymasın diye sesini kıstı. "Yedi sene kendini ölü gösteren benmişim gibi davranıyorsun, neyin anlayışını bekliyorsun?" Devran her zaman bu konuyla imtihan olunacaktı. Ona üzülmeli miydim, kızmalı mıydım gerçekten bilmiyordum.
"Sürekli bana laf sokup duracak mısın?" Sinirleri bozuluyordu.
"Sokacağım." Dedi Narin ve iddialı bir bakış takındı. "Hortlak."
"Çattık, ne halin varsa gör, sana kendini affetirmeye çalışanda kabahat!"
"Lütuf etmiş beyimiz!" Narin kollarını göğsünde kenetledi. "Senden af isteyen mi var? Gözüme gözükme, seni görmeye bile tahammülüm yok!" Vücudunu sağa çevirince, Devran'a bakmayı reddediyordu.
"Sanki ben çok meraklıyım senin yüzüne!" Neden bilmiyordum ama yaptıkları kavga gözüme tatlı gelmeye başlamıştı.
"Meraklı değilsen defol git, zorla mı tutuyoruz?!"
"Kendi isteğimle kalıyorum!"
"Başlayacağım isteğinede sana da, peşimden düşmeyecek misin sen benim? Varlığı kaybolmaz, yokluğu kaybolmaz, nasıl bir şeysin sen!"
"Sana aşık biriyim." Dedi Devran dilinden kelimeleri dökerek. "Ama bu da senin umrunda değildir." Narin'in o sert ifadesi birkaç saniyeliğine sarsıldı, ama hemen topladı.
"Değil." Asla geri adım atmıyordu. "Ne sevdan ne aşkın." Ona arkasını döndü. "Özlem, gel boncuğum." Elini uzattığı an deminden beri masmavi gözleriyle onların kavgasını izleyip aklı ermeyen Özlem sandalyeden indi. Koşarak Narin'in yanına gelip onun elini tuttu.
"Nereye?" Devran çattı kaşlarını.
"Odamıza!" Devran, Özlem'i kucağına alan Narin'e şokla baktı.
"Yaralısın, ne yaptığını sanıyorsun?"
"Yaramı kanatmayacak tek şey bu çocuk." Diye hızlı ve acımasız bir cevap verdi, Narin. "Peşimizden gelme." Açıkça sen benim tüm yaralarımı kanatıyorsun demek istemişti. Bu cümlenin altında, sanki Devran ezilip yok olmuştu. Cüretkar tavrı, silimişti.
Biliyordu, ne yaparsa yapsın Narin onu affetmeyecekti.
Narin ve Özlem odadan çıkana kadar onları izledi. Ardından arkasını döndü ve salondan çıktı. Dış kapının çarpılma sesini duyduk. "Ev değil savaş alanı mübarek." Dedi Aziz abi. "Sırada kim var?" Gözlerini üstümüzde gezdirdi. "Hanginizin akrabası hortlayacak lan?"
"Aman benimkiler hortlamasın, birde onunla uğraşamam." Süleyman buruşturdu yüzünü. "Hayatımız film olsa oscar filan alırdık."
"Hayatımız film olacak kadar senaryoya dökülse yaşayacak bir hayatimiz kalmazdi." Dedi Cafer elleri cebinde. "Daha ilk sayfadan tüm emniyeti kapimizda bulurdik."
"Öyle deme." Dedi abim. "Tımarhanede gayet olumlu gözüküyor."
"Kapayın şu çenenizi, yoksa ben kapatacağım sizi tımarhaneye!" Yavuz abimleri azarladığında Cafer ona baktı.
"Bağirma abiye."
"Abi." Dedi Yavuz dişleri arasında. "Bir numaralı odayı saa vereceğum abi, heç merak etma!" Bunca olay dönerken onların çocuk gibi her şeyi alayı vurmasına şaşırıyordu.
"Hangi odayi ula?" Dedi Cafer. "Timarhane odasi mi? İyi fikur ula aslinda, bedava yatak, oda, para harcamami gerekturecek bişi yok-"
"Sabır!" Yavuz dişleri arasında konuşurken elimi bırakmadan salonun dışına yürüdü. "Sabır!"
Onun bu sinirli halleri bazen gözüme fazla tatlı geliyordu. Koridora çıkıp kapıya yürüdüğünde tebessüm ettim. "Ne bu hız?"
"Delilerden kaçış." Diye homurdandı. "Ve karıma bir süpriz." Kalbimi kaplayan sıcaklığı hissettim.
Biraz önce yaşananlardan sonra belki bu iyi gelirdi.
*******
Yazar.
Zahir odanın kapısını çarparak içeri girdi. Yatağına yürüyüp otururken zihninin içindeki sesler susmak bilmiyordu. Kafasını iki elleri arasına aldığında hızlı nefesler alıp verdi. Az önce şahit olduğu şeyler kolay değildi.
Öldü sandığı kardeşi dediği adam yıllar sonra karşısındaydı. Aklı almıyor, delirecek gibi oluyordu.
Onu satmıştı.
Akgün, Uygar'ın ona verdiği bilgileri kullanmış Zahir'i en zayıf yönünden vurmuştu. Sevdiği kadını aynı annesinin başına geldiği o durum da bulmuştu. Onu kaybetme korkusu yaşamıştı.
Nefes almak ağırdı. Canı yanıyordu. Sandığından daha fazla.
"Zahir." Açılan kapının sesini duydu, hemen ardından kalbin eritecek sevdiği kadının zarif tınısını.
Ceylan içeri girdi, kapıyı kapattı. Suçlu olmamasına rağmen Zahir'e bahsetmediği için kötü hissediyordu. "Gelebilir miyim?" Sorduğu soruyla Zahir avuç içlerini kafasının iki yanından çekti. Kaldırdı başını. Kara gözlerinde onaylar bir ifade vardı.
Ceylan yavaş adımlarla ona yaklaştı. Zahir'i daha yeni bulmuştu. Yeni yeni iyileşen sevdiği adam bugün birkaç kelime ve, bir kişi yüzünden yıkılmıştı.
"İyi misin?" Fısıltıyla sorduğunda, Zahir önünde dikilen kadına baktı.
"Bilmeyim." Boğuktu sesi. "Canim yanayi."
"Benim.." Ceylan ne diyeceğini bilemez bir şekilde sesi kısıldı. "Yapabileceğim bir şey var mı?"
"Var." Zahir, kolunu Ceylan'ın incecik beline dolayarak onu kucağına çekti. "Burada olmak." Ceylan yutkundu, ani haraket karşısında refleks olarak irkildi, ancak buna rağmen ellerini Zahir'in omuzlarına koydu.
"Burada olmak." Fısıldadı onu tekrarlayarak. "Bana kızgın değil misin?" Korkusunu gizleyerek sorduğunda, Zahir siyah yorgun hareleriyle onu izledi.
"Niye?"
"Bildiğim halde sustuğum için." Zahir'e asla yalan söylemezdi. Buna gönlü el vermezdi. "Yaralı ve yorgundun."
"Baa niye açiklayisin, Ceylan?" Zahir ağır bir nefes verdi. "Suçladiğim son kişi bile değulsun." Avuç içi Ceylan'ın belinde aşağı ve yukarı haraket etti. "Benim acim, benim hayal kırıkliğim, suçlu belli, satan belli.." dediğinde çenesi kasıldı. Aklı almıyordu, Uygar bunu neden yapardı?
Yaşıyordu. Yıllarca yaşamasına rağmen kendisini suçlamasına nasıl izin verirdi? Neden dönmemişti? Zihninde dönen her kelimede sanki zihni patlayacaktı.
"Bizim acımız." Ceylan, yeşil gözleriyle Zahir'in gergin yüz hatlarını izledi. Usulca elini kaydırdı ve Zahir'in göğsüne kalbinin üstüne yasladı. "Senin acın, benim acım." Biraz olsun yumuşadı Zahir'in acıyla kasılan vücudu. Boştaki elini kaldırdı, Ceylan'ın bukleleri arasına daldırdı.
"Saa kendi acimi yüklemem." Sesinin tınısında yorgunluğuna rağmen sevgi vardı.
"Yüklemiyorsun." Ceylan başını omzuna eğdi ve pembe dudaklarına tebessüm yerleştirdi. "Ben senin yanında olmayı seviyorum."
"Yanimda ol." Diyerek iç çekti, Zahir. "Ama acimi taşıma, Ceylan." Avuç içini Ceylan'ın yanağına yasladı. "Acimla bile incitmek istemem seni."
Ceylan'ın harelerindeki inat dolu bakış yumuşarken Zahir'in kucağında kıpırdandı. Ona biraz daha yaklaştı. "Beni incitecek tek şey senin yokluğun olurdu." Fısıldadı. "Sen benden gitmedin, acıların ne kadar ağır olursa olsun yanımda olduğun sürece hiçbirinin önemi yok." Kaldırıp indirdi omuzlarını. "Bende iyi bir hayat sürmüş sayılmam, birlikte iyileşiriz." Zahir duyduğu sözler karşısında kalbinin hızlandığını hissetti.
Ceylan'ın gözlerine dalıp giderken ağzından çıkanlara engel olamadı. "Evlensene benimle."
Ceylan'ın kalbi teklerken duydukları karşısında yutkundu. "Ne?"
"Evlen." Zahir avucunu Ceylan'ın yanağından ayırdı. İki kolunuda onun beline dolayarak yüzünü yüzüne yaklaştırdı. "Karım ol."
"Evlenelim mi?" Duydukarını sindiremeyen Ceylan afallayarak sorarken, Zahir salladı başını.
"İstemeyi misin?"
"Hayır, yani evet." Heyecandan titreyen ellerini Zahir'in omuzlarına bastırdı. Avuç içlerinin terlediğini, kalbin zamana meydan okuduğunu hissetti. "Evet.. evlenelim."
"Kabul edeyisin?" Zahir'in gözlerinde şefkat dolu bir bakış belirirken Ceylan salladı başını.
"Ediyorum."
"Heç romantik değilum." Dedi Zahir acısına rağmen hissettiği heyecanla. "Bu teklifi saa daha güzel, daha iyi bir yerde etmem gerekirdi bileyim. Ama, buyim." Derin bir nefes soludu. "Kafasi basmayan kot kafali odunun tekiyum."
Ceylan dudaklarında beliren titrek bir tebessümle kollarını Zahir'in boynuna sardı. "Ben kafası basmayan bu kot kafaliyi çok seviyorum."
"He yani kafamin basmadiğini kabul edeyisin?"
"Bazen." Dedi Ceylan kuruyan dudaklarını ıslatarak. "Ama karizmandan bir şey eksilmiyor, endişe etme."
"EyvAllah." Zahir siyah harelerini Ceylan'ın dudaklarına indirdi. Aynı hızla geri Ceylan'ın harelerine baktı. Sessiz bir izin istedi. Ceylan, ona cevap vermek yerine öne eğilip Zahir'in dudaklarını öptü.
Kalbinin atışlarını Zahir duyacak diye deli gibi korkarken, karşısındaki adamında kendisinden aşağı kalır yanı yoktu. Kabul ettiği şeyin farkındaydı. Ve verdiği karardan hiç olmadığı kadar mutluydu.
********
Hafsa Payidar.
Yavuz dünden beri bana bir sürprizi olduğunu açıkça belli etmişti. Biraz önce yaşananlar bile buna engel olamamıştı. Çünkü kafasında her ne varsa, dünden beri kararını vermişti. Ayrıca şu an Zahir abiyi Ceylan'la yalnız bırakmak daha doğru hissettirmişti.
Öncesinde, hastaneye gelmiştik. Sürekli olarak kontrollere geliyordum. Ancak, artık cinsiyetlerini öğrenmemize yetecek kadar uzun bir süre geçmişti. Arkama daha rahat yaslandım. Defalarca kez uzandığım o sedyeye bir kez daha uzanmıştım, ama bu sefer daha güzel bir haber için. Yavuz'un heyecandan yerinde kıpır kıpır olduğunu görmek yüreğimi ıstıyordu.
"Belli mi?" Dedi sabırsızca. Karadeniz'e geldiğimden beri hamilelik kontrollerimi sürdüren doktor da değişmişti.
"Biraz sakin olun." Doktor hanım yatıştırıcı bir sesle konuşurken karnımda gezdirdiği ultrason başlığını hissediyordum. Yavuz'dan farksız değildim. Kalbimin göğsümde hızla çarptığını hissediyordum. Ultrason görüntüsünde görünen çocuklarımız, biraz daha büyümüştü.
Karnımda iki can vardı, ve her geçen gün biraz daha büyüyordular. Fazlasıyla açık bir gerçekti bu, çocuklarım her şeye rağmen benimleydi ve beni hiç terketmemiştiler. Bizi bırakmamıştılar.
"Ne zaman belli olur?" Yavuz heyecanını bastırmak isteyerek sedyenin solunda yerleşen sandalyeye oturdu. Eli destek alır gibi elimi tuttu.
"Biraz inatçı gibiler." Dedi doktor. Yavuz'un tebessüm ettiğini gördüm.
"Aynı anneleri gibi." Ona baktım somurtkan bir bakışla, ancak uzun süre kızgın kalmak gibi bir huyum da yoktu. Hele ki böylesine bir ortamda bunu asla yapamayacağımın farkındaydım.
"Ben miyim inatçı?" Trip atar gibi çıkarmaya çalıştığım sesim bunun aksine çocuksuydu. "Sensin asıl inatçı."
"Seni kaçırdığım günde bunu sana söylemiştim. İnatçı olan her zaman sendin." Dedi keyiflenerek. Kehribar harelerinde yine o kendini beğenmiş ifade vardı. "İnatçı keçi." Uzun zaman öncesine atıfta bulunduğunda yaşananlar bir kez daha dikildi karşıma. Çok şey atlamıştık. En garip ve güzel olanıysa, Yavuz'un bana söylediği hiçbir şeyi unutmamış olmamdı.
"İnatçı bir keçi kaçırdığımın farkında değildim."
Demişti bana o mağazada.
"Kaçmadım ben, yardım istedim." O zamanlar bunları duymak tüm sinirlerimi bozuyordu.
"Kaçırdım." Aynı bugün de olduğu gibi kendisiyle övünmüştü. "Sen ne dersen de, şu anda herkesin gözünde Yavuz Payidar'a kaçmış bir kızsın." O zamanlar bana boş gelen tüm sözleri, şimdi öyle bir anlamlanmıştı ki, ben bunu tarif bile edemezdim.
"Bir kız ve bir erkek." Dedi doktor aniden. Aynı anda birbirimizi izleyen harelerimiz ayrıldı. Doktora bakarken nutkum tutulmuştu.
"Anlamadım?" Yavuz'un nefesi kesilirken elimi refleks olarak sıktı.
Deminden beri çocuklarımızın cinsiyetini anlamaya çalışan doktor tebessüm etti. "Bir kız ve bir erkek çocuğunuz olacak."
Bir kız, bir erkek.
Bunu beklemiyordum. Bunu ne ben ne de Yavuz beklemiyordu. İki erkek olur diye düşünmüştüm, ya da iki kız. Ama birinin erkek ve birinin kız olma ihtimali neden bilmiyorum hiç aklımdan geçmemişti. Belki de hep tek yönlü düşündüğümdendi.
"Yavuz.." kuruyan dudaklarımı ıslatarak ona döndüğümde, gözlerinin dolu olduğunu gördüm.
Ağlayacak mıydı?
Doktor kısa bir an bize baktı, ardından ayağa kalkıp odadan çıkarken Yavuz sessizce başını önüne eğdi. Yutkunduğunu hissettim. Benden gizlediği yüzünde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum. Birkaç saniye sessizlik oldu. Boştaki elini yüzüne götürerek ovuşturduğunda yanağına akan birkaç damla yaşı sildiğini anlamıştım. "Yavuz." Fısıldadım, sesim titredi. Ama devamında ne diyeceğimi bilemedim.
"Mutsuzluktan değil." Derken dolu gözlerini birkaç saniye yerde gezdirdi. Ardından yaşlarla parlayan harelerini yüzüme çıkardı. "Benden mutlusu yok." Göğsü daralıyormuş derin bir nefes çekti ciğerlerine. "O kadar bekledim ki.." yüzündeki elini çekti, oturduğu sandalyenin ortasından altına yerleştirdi ve biraz daha ileri oturmak için haraket etti. Bana yaklaştı. "Ben bunu o kadar bekledim ki, mutluyum."
Mutluydu, hemde hiç olmadığı kadar. Yanaklarıma akan yaşlardan habersizdim.
"Bir kız ve bir erkek.." Fısıldadım, dudaklarına benimle beraber eş zamanlı titrek bir nefes yayıldı.
"Aynı sana benzer bir kız çocuğu." Elini kaldırdı, yanağımı okşadı. Gözyaşlarımı sildi. "Gözlerine her baktığımda, bana sevdamı hatırlatacak bir kız çocuğu."
"Ve sana benzer bir erkek çocuğu." Dedim mutluluktan ağlarken. "Senin kadar sevdalı, senin kadar hoyrat, senin kadar deli.."
"Sana benzesin." Masal gibiydi sesi. "Kızımızda, oğlumuzda sana benzesin." Gözlerinin arkasında ağlamamak için direnen bir adam vardı. "Kendimde sevdiğim tek bir şey yok, ama sende sevdiğim çok şey var. İkisde senin birer kopyan olsun."
Elimi kaldırdım. Avuç içimi onun dudaklarına bastırdım. "Benim sende sevdiğim çok şey var." Kendisi hakkında böyle düşündüğü zamanlar ona çok kızıyordum. Usulca doğruldum sedyede. "Senin her zerreni seviyorum, gözlerini, yüzünü, kokunu, seni, ve sende iz bırakan her anıyı her acıyı seviyorum." Sevgiyle fısıldadım. "Oğlumuz sana benzesin." Dolu gözlerimle nazlandım. "Kızımız bana."
"Kurban olurum sana da, kızımız, oğlumuz, diyen diline de." Öne eğildi, alnıma bir öpücük kondurdu. "Beni bana sevdiren tek şey şeysin. Derler ya, güzelliğin on para etmez bendeki bu aşk olmasa." Fısıldadı. "On para etmem sendeki bu aşk olmasa." Kalbim teklerken onun yüzünü izledim, başı haraket etti. Her zaman olduğu gibi, ıslak kirpiklerime öpücük kondurdu. Bunu seviyordum.
Sıcak bir yuvanın içindeymişim gibi hissettiriyordu. Yavuz bana sarıldığında, dokunduğunda, öptüğünde, tüm dünya duruyor ve ben sadece ona sığınıyordum.
********
Hastaneden çıktıktan sonra o gün hiç aklıma gelmeyecek bir şey yapmıştı, Yavuz. Çocuklarımız için bizi alışverişe getirmişti. Alışveriş mağazası öyle hoştu ki, insanın gördüğü her şeyi alası geliyordu. Büyük bir mağazanın yalnızca çocuk reyonunda dolaşıyorduk. Yarısından çoğu kıyafetlerle süslenirken diğer yanlarıda mobilayları taşıyordu. Mobilya seçimini sonraya bırakmıştık, çünkü ilk öncesinde Yavuz beni kıyafetlerin olduğu tarafa götürmüştü.
İçimdeki hisler tarif edilmezdi. Bazı duyguların tarifi olmazdı. Biz şu an tarfsiz bir şekilde mutluyduk. Küçücük bebek kıyafetlerine baktıkca, yüreğim sevgiyle doluyordu.
Yavuz uzanıp pembe renkle süslü olup üstünde yıldızlar olan bir bebek tulumunu aldığında elimde tuttuğum patikleri bırakarak ona döndüm.
"Çok küçük." Hayranlık vardı sesinde. "Hafsa, bunu mu giyecekler yani?" Bende onun kadar deneyimsizdim. Gözlerim önce karnıma kaydı, ardından onun elindeki tuluma.
"Sanırım.." ellerimi kaldırdım ve onun tuttuğu tulumun sağ tarafını tutaracak nazikce okşadım. "Öyle olacak.."
Başını kaldırdı, bana bakarken dudaklarında sırıtış belirdi. "Böyle giderse tüm mağazayı alacağım." Sözleri beni güldürdü.
"Delirmişsin."
"Deli mi?" Sevinci yüzüne yansıyordu. "Baba oluyorum ben, tüm Trabzon'u satın alsam yine dinmez içimdeki bu mutluluk." Sanırım bu konuda haklıydı. Hiçbir şey bizdeki bu mutluluğun bedeli olamazdı.
Işıldayan gözleri geri tuluma indi. Onun yüzündeki ifadeye baktıkça, hissettiğim heyecan katlanarak çoğaldı. Çocuklarımız bizim aldığımız kıyafetleri giyecekti, minicik elleri bu kıyafetlerden geçecekti. Bunları düşünmek bile gözlerimi dolduruyordu.
Bu delilik değildi, Yavuz haklıydı. Bu sadece gerçek mutluluktu. Gözyaşlarımı geri tuttum. Gözlerimi sıralarda gezdirdim ve Yavuz'un Pembe rengini aldığı tulumun mavi rengini aldım.
"Mavi renginide alalım." Başını kaldırarak yüzüme baktı.
"Tüm renklerini alalım." Heyecanını gizleme gereği duymadı, hızla elimi kavradı. "Bakar mısınız?" Görevlilerden birine seslendi. "Bize bir sepet getirin!" Görevli onu başıyla onaylayıp sepet getirmek için arkasını dönerken güldüm.
"Tüm mağazayı soymadan durmayacaksın değil mi?" Tebessümle sorduğumda bana doğru çevirdi bakışlarını.
"Soymuyorum alıyorum, ayrıca durduranlar utansın."
"Utansın." Elini daha sıkı tuttum. Ve onu peşimden oyuncakların olduğu yöne sürükledim. Arkamdan gülerek takip ettiğini duydum.
Sadece bebeklerimiz için değildi, kendi çocukluğumuz içinde bir af, bir telafiydi bugün. Yaşayamadığımız ne varsa, çocuklarımız için yaşatacağımızın bir sözüydü. Kıyafetler aldık, hemde bir sürü. Patikler, tulumlar, ceketler, çoraplar, şapkalar, son hatırladığım Yavuz'un peşinden üç çalışanı sürüklediğiydi. Onun bu hallerini gülerek izlemiştim. Ne almak istediysem geri çevirmemişti, ikizlerimiz için poşetlerce alış veriş yapmıştık.
Çalışanlar onları arabaya taşırken, bir mobilaya sırasına geçmiştik. "Masa alalım mı?" Yavuz'un bir eli belime yaslıyken ne alacağı hakkında kararsızdı. Hem biraz endişeli, hem de umutlu.
"Yavuz, daha küçücükler ne yapacaklar masayı?" Gülerek sorduğum soruya karşılık bana baktı.
"Yazı yazmayacaklar mı? Boyama?" Gerçekten çok bilgisizdi.
"Yavuz bebekler 4 yaşında doğulmuyor, bunu yapmaları için büyümeleri gerek."
"Kim söylemiş onu?" Kendinden emin bir tavır takındı. "Özlem bir yaşındayken çizim yapıyordu."
"Bir yaşında?" Dedim. "Çizim mi yapıyordu? Yoksa çocuğun eline kalemi tutturup zorla mı çizdiriyordun?" Yavuz bu, yapar mı yapardı.
"İçindeki mesleki ruhu ortaya çıkarmaya çalışıyordum." Dedi homurdanarak. "Ayrıca kalemlerede pek bir merakı vardı." Özlem
nerdeyse onun elinde büyümüştü.
"Bir yaşında çocuk, ve mesleki ruh?"
"Ben bir yaşındayken gider plakları alır muzik çalara yerleştirmeye çalışırmışım." Beni mağazada yürümeye teşvik ederken bir yandan konuşuyor diğer yandan sevgiyle ışıldayan gözlerini bebek beşiklerinde gezdiriyordu. "Annem anlatmıştı, kayıtları bile duruyor."
"Senin bebeklik videoların mı var?" Hızlıca sorduğumda kafasını bana doğru çevirdi. Ardından usulca başını salladı.
"Konakta." Derken içindeki burukluğu gizleyemedi. "Annem gidereken götürmediyse, hâlâ sandığında duruyordur."
"Görmek isterdim."
"Yok öyle dünya." Derken utandığını farkettim. "Ne yapacaksın benim çocukluk kayıtlarımı? kerestenin tekiymişim zaten." Biri gökyüzü mavisi, biri pembe olan beşiklere doğru yürürken kolu belime daha sıkı sarıldı. "Bugünden sonra görmek istediğim tek şey çocuklarım ve sensin, kendi geçmişim değil."
Çocuklarımız hakkında söylediği her şey beni mutlu ediyordu, ancak kendi geçmişine bu kadar küs olması canımı yakıyordu. "Sevgilim." Birkaç adım atarak önüne geçtim, durmasını sağladım.
"Şimdi değil." Gözlerime bakarken harelerinde yalvaran bir adamın emaresi vardı. "Geçmişimi değil, geleceğimizi konuşalım." Umutla konuştu. "Görmek istersen gideriz, ama bugün tüm zamanım senin ve çocuklarımın." Sözlerimi yuttum. Ona bir şeyler söylemek isterdim ama izin vermemişti.
"Yaralarımı sarmak istediğini biliyorum, ama kendini heba etmene gerek yok." Her daim onun kendisini sevmesi için uğraşıyordum. Çünkü görüyordum, kendinde sevdiği bir şeyler yoktu varsa bile onları derinlere gömmüştü. Geçmişle barışması gerekiyordu. "Bir bakışın yetiyor."
"Yetiyor mu?" Fısıldadım. "İyi geliyor muyum, Yavuz ben sana?"
"Hayatta beni ayakta tutan tek şeysin. Var mı bundan ilerisi?" Dudaklarımda silik bir tebessüm yer edindi.
"Yok." Uzanıp yanağına öpücük kondurdum. "Bundan ilerisi yok."
"Senden ilerisi yok." Diye onayladı beni. Ardından hızlıca boynuma bir öpücük kondurdu.
"Yavuz." Dedim hızla gözlerimi berelterek. "İnsan içindeyiz."
"İnsanlar halt etmiş." Boynuma doğru fısıldadı. "Karımı öpüyorum, suç mu?"
"İnsan içindeyiz." Diye tekrarladığımda gözlerini hafifçe devirdi ve başını geri çekti.
"İyi, evde öperiz bizde yapacak bir şey yok."
"Başka yerlerde öpmeyecek misin?" Dedim kaşlarımı çatarak.
"Yavrum, bir karar ver istersen?"
"Çok mu kararsızım ben?"
"Yok canım, asla."
"Dalga geçiyorsun benimle!" Elim göğsüne vurarak kolları arasından çıkıp ona arkamı dönerek yürüdüm.
"Yedik bugün de tribimizi." Nefesini verdiğini duydum. "Dışarıda öpeyim diyorum insanlar var diyorsun, evde öperim diyorum yine küsüyorsun." Peşimden geldiğini duyduğumda adımlarımı durdurup ona döndüm.
"Tabii, ben küsüyorum." İğneleyici bir tavır takındım. "Sen beni öpmemek için bahane arıyorsun!"
"Ben?" Genişledi gözleri. "Ben seni öpecek yer arıyorum!"
"Yalancı." Gözlerimi başka tarafa çevirdim. Sanırım yine hormonlarım devreye girmişti. "Bir öpme dedim diye hemen vazgeçtin, bak dünden razıymışsın işte, benim lafımla mı haraket edeceksin sen? Yani yarın kalkıp da sana çık git desem gidecek-" Sözümü kesen şey ani bir relfkesle beni kendine doğru çekmesi oldu. Hemen ardından dudaklarıma çarpan sıcaklığı hissettim. Gözlerim genişlerken yanaklarıma toplanan kan tenime yayıldı.
Tüm mağazanın ortasında beni öpmüştü. Tüm gözleri üstümüzde hissettsem bile gözlerim usulca kapandı ve ona karşılık verdim. Belimde ki eli sıkılaşırken dudaklarıma doğru zafer dolu bir tebessüm belirdi dudaklarında.
"Ayıp ayıp, milletin içunde." Yanımızdan geçen yaşlı bir teyzenin cıkcıkladığını duyan Yavuz isteksizce dudaklarımızı ayırdı. Boş gözlerini orta yaşlı kadına çevirdi.
"Derdin ne teyze?" Öpücüğü kesildiği için açıkça sinirliydi.
"Edepsuz." Bana baktı. "Bizum zamanımıizda böyle şeyler mi vardı, evli misun sen bu adamla?"
"Evliyiz teyze he." Yavuz bıkkın bir tavırla konuşurken gülmemek için zor duruyordum. "Bu kadar merak edeceğini bilsem düğüne şahit diye çağırırdım kusura bakma." Yavuz'un sözleriyle kadın bön bön bakmaya başladı. Ardından hedefini bulmuş avcılar gibi gözlerini kıstı.
"Kocana az biraz sahip çık." Evli olmadığımızı duysa bizi alay konusu edecek olan teyze evli olduğumuzu öğrendiği an başka yollara baş vurmuştu. "Bizum zamanımizda sokak ortasında beyin eluni tutmaya utanırdilar."
"Beyinde adamlık yokmuş." Yavuz kısık gözlerini orta yaşlı kadına dikmiş bakmakla meşguldü. "Önemli işimi bölme hadi teyze."
"Yavuz." Dedim uyaran bir sesle, ama bana 'ne?' der gibi bir bakış atmıştı. Normalde büyüklerine saygısızlık etmezdi, ama bu kadın sinirlerini bozuyordu.
"Hadi bu edepsuz, saa nolayi?" Kadın bu sefer oklarını bana çevirince. "Aa." Diye bir ses çıkmıştı ağzımdan. "Benim kocamın neresi edepsiz?"
"Neresinun edepsyz olduği ortada." Bilmiş bir tavırla salladı başını.
"Sevgi göstermek ne zamandan beri edepsizlik olmuş?" Yavuz'u korur bir tavırla başımı kaldırdım.
"Bizim zamanımızda beyin-"
"Teyzecim, siz beyinizden boşanın." Kadına çok önemli bir sır verir gibi bir adım yaklaştım. "Ömür geçmez o adamla." Kadın şok içinde bana bakakaldı. Ardından yargılar bakışlarla başını iki yana sallayıp uzaklaştığında Yavuz'un gülüşünü duydum.
"Ne?" Dedim bende gülerek. "Beyim beyim diye diye kafamın etini yedi." Kollarımı Yavuz'un boynuna sardım. "Ayrıca, kimse benim kocama edepsiz diyemez."
"Benimle ne zaman böyle konuşsan kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyor." İç çekti. "Ne yapacağız senin bu cilveli hallerinle Hafsa Payidar?"
"Bilmem kocam, sence ne yapacağız?"
"Seveceğim." Can alıcı bir bakış attı bana. "Tekrar tekrar aşık olacağım, her kocam dediğinde, her Yavuz dediğine kalbim tekleyecek ve ben sana daha fazla aşık olacağım."
Çocuksu bir mutluluk sardı içimi. "Çok mu seveceksin?"
Dudaklarıma indi bakışları. "Seni sevmemek ölümdür zalımın kızı."
Hızlı atan kalbimin ve gözlerimi parlatan bu mutluluğun tüm sebebi oydu.
"Bende seni çok seveceğim." Sesime nükseden tatlı tını onun yüreğine dokundu. "Seni seviyorum, Yavuz. Ve hep seveceğim."
Ona aşkımı itiraf etmekten asla geri durmayacaktım, onun da yaptığı gibi. Birbirimizi sevdiğimizi her zaman dile getirecektik.
Bu sevgi dolu hallerimizin ardından bebeklerimiz için bir sürü eşyalar seçtik. Bir bebek odası yapmaya başlasak hiç fena olmayacaktı, çünkü sipariş ettiğimiz eşyalar yarına kalmaz evde olurdu. Benim takıldığım kısımsa, Yavuz'un şu an yaşadığımız evin dışı bir adres vermiş olmasıydı. Başka bir ev tuttuğunu düşünmek yanlış olmazdı. Bunu yaptıysa, karşı çıkmayacaktım. Kendimize ait bir evimiz olmasını istiyordum. Her şeyden çok.
Eşyaları seçerek geçirdiğimiz zaman güzel geçmişti, poşetleri çoktan arabanın bagajına ve arka koltuklarına bırakmıştılar. Yavuz gerçekten mağazada hiçbir şey bırakmamıştı. Arabayı sürüp mağazadan ayrıldığımız da yarı yolda bir telefon almıştı. Yaylardan birinde bir sorun çıktığını söylemiştiler. Mahir Payidar'ın başına gelen onca şeyden sonra tüm işler Yavuz'a kaldığı için bunlarla ilgilenmek zorundaydı. Trabzon'un bir çok yeri babasına aitti, Devran'ın onları alması bile bir şeyleri değiştirmemişti, çünkü aldığı her şeyi Yavuz'a bırakmıştı.
Yavuz'un bu konuda ne düşündüğünden pek emin değildim, ancak hayalinin bu olmadığını biliyordum. O müzsiyen olmak istiyordu, patronluk taslamak değildi niyeti. Sırf bu yüzden bir gün her şeyi bırakacağını biliyordum ve o gün geldiğinde; ben sadece yanında olacaktım.
Araba yolu değiştirmişti, yeşil yaylara varmıştık. Arabanın camından etrafa bakarken içimi huzur kapladı. Karadeniz'de uzun yıllar yaşamıştım, ama yaylalara pek adım atan birisi değildim. Pek bir gençliğimde yoktu, zamanımın çoğunu evde geçirirdim. Nefret ettiğim bir yuvaya hapistim.
"Hadi." Dedi arabayı durduran, Yavuz.
Düşüncelerimden sıyrılarak ona baktım. "Ne hadi?"
"Madem yaylaya geldik, seni gezdireyim."
"Yavuz gerek yok, önemli bir şey var dediler." Onu işinden alıkoymak istemezdim. "Sen git gel ben beklerim."
"Yalnız mı gideyim?" Kaldırdı kaşlarını. "Yaylaya, beni yalnız mı göndereceksin?"
"Evet." Dedim rahat sesimle. "Niye?"
"Yok canım bir şey." Kaldırıp indirdi omuzlarını. "Yaylada çalışanlar demez mi nerede bu adamın karısı?" Derin bir nefes verdi kapıyı açıp inmek için uzanırken. "Yapacak bir şey yok, karım gelmek istemedi deriz." Şaşkınca ona baktım.
Gözlerim birkaç saniye onu izledi, ardından başımı cama çevirdim. Yaylada çalışan çoğu kişinin genç kızlar olduğunu farkedince dilim damağım kurudu. "Vazgeçtim!" Dedim hızlıca. "Geliyorum!" Yavuz'un Trabzon'da bir ağırlığı vardı. Bunca kızın onu tanımamasına imkan yoktu. Daha ben onu tanımıyorken bile nasıl diller ezberi olduğunu bilirdim.
Hakkında söylenenleri duyardım. Bir çok kız ona vurgunken birde kocamı tek başına gönderecek değildim.
"Vazgeçtin?" Duraksayarak bana baktı. "Bir sebebi var mı zalımın kızı?"
"Var." Nefesimi verdim. "Kocam fazla çekici." Söylediğim şey gururunu okşamış gibi 32 diş sırıtmaya başladı.
"Biliyorum, bitiyorsun değil mi bana?"
"Yine egon konuşmaya başladı!"
"Yine de bu gerçekleri değiştirmez, karım bana pek vurgun." Onun haylaz hallerine gözlerimi kısarak baktım.
"Çeneni kapatıp inmezsen arabadan karın kıracak kafanı."
"Kafamdan ne isteyisin? İki gram aklım var oni da alacak misun başimdan?" O tatlı şivesine bir türlü karşı koyamadığımı bildiği için bu yola başvurmuştu.
"Alacağım." Sözlerimde gerçeklik vardı, ancak hiçbir öfke yoktu. Sadece, keyif vardı.
"Zaten hepsini sen aldın." Gözlerinde derin hisler belirdi. "Tüm aklımı başımdan aldın."
"Güzel olduğum doğrudur." Dedim ve emniyet kemerimi çözüp arabanın kapısını açtım.
"Hem zalım, hem cilveli." Homurdandığını duydum ancak sesine sıcaklık akın etmişti. "Güzelliğine ayrı ölünür, kendisine ayrı.."
O da arabadan inerken sessiz bir gülüşle döndüm önüme. Yaylanın toprağa karışık kokusu burnuma doldu. Kadınlar ve genç kızlar çay toplarken, bizi buraya getiren şey tarlada alıp veremediği bir şeyler olan ve düşman gibi birbirine sataşan iki erkek olmuştu.
Yavuz yanıma geldi, elimi tuttuğunda tebessümle ona baktım. "Takip et." Diyerek bana göz kırptığında yavaş adımlarla onu takip ettim. Daha yeşil tarlaların arasında yürürmeye yeni başlamışken bile çoğu kişinin bakışlarını üstümüzde hissetmiştim.
"Yavuz, uşağum!" Orta yaşlı kadınlardan biri saçlarındaki buraların yöresine ait olan yazmayı düzeltirken alnındaki teride kolunun tersiyle bilmişti. Bugün hava her zamankinden daha sıcaktı.
"Asiye teyze." Yavuz saygılı bir tını kullanarak yaşlı kadını selamlamıştı. "Nasılsınız?"
"Biz iyiyiz, seni sormalı." Kadın elinde tuttuğu çay torbasını bir kenara bıraktı ve kendi sırasından çıkarak yanımıza ilerledi. "Sen nasisun de bakayim, son zamanlar olan bitenler malum. Ortalıkta yoksun, babanun cenazesinde gelemedum, Allah rahmet eylesin iyi adamdi."
Yavuz'un durgun ifadesini farketti. "Sağolasın." Babası hakkında tek kötü kelime etmeden ve saygısını bozmadan cevap vermişti.
"Gelin kız, değul mi?" Asiye teyze bana baktığında ona küçük bir tebessüm ettim.
"Merhaba efendim." Yaşlılara saygımı bozmazdım, mağazada olduğu gibi damarıma basmadıkları sürece ne yapacağımı bilen biriydim.
"Ne efendi mu kizum?" Kadın gayet samimi bir şekilde güldü. "Teyze de, pekte güzelmişsun." Teşekkür eder gibi başımı sallaeken gözleri karnıma indi. "Hamile olduğin da doğruymiş, dilden dile dolanayi."
"Ne çabuk yayılmış haberler." Yavuz düz bir sesle konuşurken Asiye teyze başını salladı.
"Bilirsin bizum buralari." Ellerini yumruk yaparak beline koydu. "Bir işun düşmezse gelmezsun sen buralara. Ne oldi?"
"Serhat'la Ferhat neredeler?" Yavuz gözlerini yaylada gezdirdi. "Haydar dayı aradı beni, kavga çıkmış yaylada."
"Çıkti ya." Asiye teyze derin bir nefes soludu. "Az daha öldüreyimişler birbirlerini, yukarida biraz uzakta ama yayladalar." Kadın çenesinin ucuyla yaylanın diğer ucunda çalışan iki 30 lu yaşlarında olan adamları gösterdi. "Haydar başlarinda durayi." Aynı dediği gibi yaylada çalışan iki adamın yanında orta yaşlarında bir adam daha vardı.
Yüzünde hoşnutsuz bir bakış vardı, iki kavgalı adama bakıcılık yapmak istemediği yüzünden okunuyordu.
"Ben bakayım şunlara." Elimi bırakmadan önce bana döndü. "Asiye teyzenin yanında dur, kısa sürer." Onu başımla onayladım. Bana tebessüm edip elimi bırakarak yeşil çalılıkların arasında kavgalı iki kişinin yanına yürürken Asiye teyzeye döndüm.
"Heç çay topladin mi?" Sorusuyla alt dudağımı içeri kıvırdım.
"Toplamadım."
"Gel benle, kocanin işi uzin sürer." O yürümeye başlayınca bende hızla onu takip etmiştim.
"Ama kısa sürer dedi."
"Sürmez." Kadın bilge bir sesle konuşurken çay torbasını geri eline aldı. Ben onun yanında dururken hayıflanır bir bakışla Ferhat ve Serhat'ı gösterdi. "Bu ikisu durmadan kavga ederler, konuyi çözemezler. Kim onlarin işune karişsa, sinir krizunin eşiğine geler. İkuside bok yiyenun uşaği." Bana baktı. "Allah kocana sabir versun."
Daha Yavuz onların yanına varır varmaz öfkelenemeye başlamıştı. İkide bir burun kemerini sıkıyor, karşısında çocuk gibi didişen Ferhat ve Serhat denen bu iki kişiye bir şeyler anlatıyordu.
"Onlar ikiz mi?" Ben merakla sorarken, Asiye teyze kaşlarını hayır der gibi kaldırdı.
"Değuller, sarışin olan Osman'in oğli." Uzun boylu sarışın olanı gösterdi, ardından diğerini. "Şu esmer olanda Orhan'in oğli." İki elini çay sepetinin kenarındaki makasın uçlarına yasladı. "Bunlarin aileside kavgalidir." Anlattıklarını boş boş dinlediğimi farkedince elini kaldırdı ve salladı gelişi güzel. "Sen tanimazsin." Bön bön baktığım için tanımadığım da doğruydu.
Başımı iki yana salladım. Maalesef ki bir çok kişiyi, hatta hiçkimseyi tanımıyordum.
"Kocamın yüreğine indirmesinler?" Sorduğum soruyla kadın güldü.
"Ya kocan onlarin yüreğune indirecek, ya da onlar kocanin."
"Hiç yardımcı olmuyorsunuz." Sözlerimle kadın gözucu bana baktı.
"Boşver onlari, de bakayim buralardan misun sen?" Asiye teyzenin beni daha fazla tanımak istediğini farkedince başımı salladım. Bana yaylaların arasındaki kayalıkları gösterdi. "Otir, yorma kenduni, gebesun." Nazik düşüncesi yüreğimi ısıttı. Gösterdiği kayalıklardan birine oturup elbisemin eteğini dizlerime çektim.
"Buralıyım." O çay toplarken, ben konuştum.
"Kimun kızisun?" Hakkımda pek bilgisi yoktu, varsa bile unuttuğunu düşünüyordum. 60 yaşlarının üstünde bir kadına benziyordu.
Ne diyeceğimi bilemedim, çünkü ailem konusunda bende kararsızdım. Kimin kızıyım diyecektim? Derin bir nefes verdim.
"Zümra Polatlı."
"Cihan Polatlı'nin karisi?" Hiçbir şey bilmeyen bir kadına kızmaya hakkım yoktu.
"Evet." Kadın birkaç saniye duraksadı, ardından kararsız bir şekilde gözlerini yaylada gezdirdi. Ne düşündüğünü bilmiyordum, ama sorgulamadım da.
"Babaannen çok sevilirdi, iyi kadindi." Ailemizi tanıyordu. Babaannemden bahsettiğinde tebessüm ettim. Hayatımda iyi olan şeylerden sadece birisi babaannemdi.
"Tanıyor muydunuz?"
"Kim tanimaz?" Kadın sevecen bir sesle konuştu. "Çok iyu kadindi, annenden de bahsetmişliği vardir." Ben pür dikkat onu dinlerken o devam etti. "Hep iyi şeyler duyardik." Babaannem asla annemi kötüleyen bir kaynana olmamıştı. Hatta bunun yanı sıra anneme yardımcı olmaya çalışırdı. Oğlunu dizginlemeye çalışrdı. Maalesef ki Cihan Polatlı öz annesini bile yok sayacak bir adamdı.
Annem hakkında insanların güzel şeyler söylüyor olmasıysa beni sadece mutlu ederdi.
Asiye teyze ile sohbete devam ederken, benim dibinde oturduğum kayalıkların arkasında konuşan iki kızı duydum. "Yavuz Payidar değil mi o?" Onlar arkamda kaldığı için henüz yüzlerini göremiyor, ancak seslerini duyuyordum.
"O valla." Diğer kızlardan birisi içi gider gibi konuştukca tırnaklarımı oturduğum taşa geçirdim. Neydi bu ses tonu?
Asiye teyze kıskançlığa bürünen yüzüme bakarken hafif gülmüştü.
"Ne işi vardır ki burada?" İlk kız tekrar konuştu.
"Serhat'la Ferhat'ın kavgasını duymuştur. Babası öldükten sonra işler ona kaldı. Duymadın mı? Tüm mirası öldü sanılan abisi üstüne yapmış." Haberler gerçekten çok hızlı yayılıyordu. "Bence hep onun hakkıydı." İçli içli konuştu. "Yalnız mı gelmiş acaba?"
"Saçmalama Zümrüt, gidip konuşacak mısın adamla?"
"Ne olacak?" Pişkin pişkin konuşmaya devam eden kızın adı, Zümrüttü. Biraz daha devam ederse, ne konuşacak bir ağzı kalacaktı ne de düşünecek bir aklı.
"Adam evli." Dedim. Oturduğum taşta sağa doğru kaydım ve arkamdaki kızlara baktım. İksininde anında gözleri beni buldu. Karadeniz yöresine göre giyinmiştiler.
"Ama karısı yanında yok." Zümrüt denen kız benim yayladan birisi olacağımı düşünmüş olacak ki rahat tavırlarına devam etti.
"Karısı yanında yok diye asılacak mısın adama?" Gerçekten damarıma basıyordu.
"Karısını görmüşlüğümüz yok." Zümrüt denen kız omzumun üstünden sarkan saçlarıyla oynarken yanındaki sarışın kız ona gözlerini berelterek baktı.
"Adam karısı için en saygın ailelerden birinin yeğenini vurdu, yetmedi daha fazlasını yaptı sana bakar mı?" Bu kızı sevmiştim haklı konuşuyordu. Ancak daha fazlası derken henüz neden bahsettiğini anlamamıştım.
"Bakmayacağı ne malum?" Duyduklarımla sanki kan beynime sıçradı. Nasıl bu kadar geniş davranabilirdi? Diyelim ki ben burada hiç olmasaydım bu yelloz benim kocama mı asılacaktı?
"Onu bilmem ama ben sana bakacağım!" Öfkeme yenik düşerek ayağa kalktım. "Kocama dik dik bakmayı kes!"
Kızlar bana şaşkınlık içinde bakarken Zümrüt denen kızın beti benzi solmuştu. "Kocan?"
"Kocam." Dedim ellerimi belime koyarken. "Ve sen az önce benim kocama sarkıntılık yaptın, şimdi ben senin saçlarını elime dolayıp bu tarlada aşağı yukarı sürüsem haksız mı olurum?"
"Ben bilmiyordum-"
"Evli diyorum evli!" Öfkeyle kıza doğru bir adım attım. "Kocamı yiyecekmiş gibi hangi hakla konuşursun? O benim kocam!"
"Nereden bileyim karısı olduğunu, Allah Allah!"
"Birde üste mi çıkıyorsun?" Gözlerim genişlerken dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Karısı olduğumu öğrenmesi neyi değiştirirdi? Ben burada olmasam bile Yavuz'un evli olduğunu bile bile ona asılmaya hakkı yoktu.
Onunla gidip konuşacak olması, hatta sarkıntılık yapacak olması hepsi aklımda belirince öfkeden kızarmıştım.
"Ne üste çıkacağım?" Savunma dolu bir tavırla çenesini kaldırdı. "Kocan seni yaylaya getirse, yanında gezdirse bizde tanırdık." Bana attığı lafın ardından arkasını döndü. İşinin başına dönecekti ama ben onu bırakır mıydım?
Elimi öne atıp saçlarına asılarak geri çektiğimde saçlarındaki yazmada bozulmuştu. "Sen hangi hakla böyle konuşuyorsun? Kocamı dikizlediğin yetmiyor birde haklı rollerine mi giriyorsun!"
"Oy nenem, bizum gelun yaman çıkti!" Asiye teyzenin keyifle söylendiğini duydum. Ancak tüm dikkatim şu an Zümrüt denen bu kızdaydı. Tarladaki herkes bizi izlerken Zümrüt'ün haline gülüyordu. Belli ki pek sevilen birisi değildi.
"Bırak be saçımı!" Cıyaklamaları yaylada dolanırken, yanındaki kız koluma asıldı.
"O ne dediğini bilmiyor, bırakın lütfen!" Kimseyi dinleyecek durumda değildim.
"Senin o saçlarını teker teker yolarım, duydun mu? Bir daha senin Yavuz hakkında konuştuğunu duymayacağım!" Ben onu saçlarına asıldıkca o daha çok bağırıyor kurtulmaya çalışıyordu.
Birkaç dakika boyunca bu böyle devam etmişti. Kimse Zümrüt'ü elimden almamış bende onu bırakmamıştım.
"Hafsa!" Yavuz'un sesi fazla yakından gelmişti, ben Zümrüt'ün saçlarını bırakmayı reddederken iki kol belime dolanmıştı. "Hafsa ne yapıyorsun!"
"Ne mi yapıyorum?" Kızın saçlarına öyle bir asılmıştım ki Yavuz beni zar zor geri çekerken birkaç tutamı elimde kaldı. "Kocama göz diken bu kadına haddini bildiriyorum!"
"Manyak!" Diye bağıran Zümrüt dağılan saçlarını tutup hızla uzaklaşmaya başladı. Sesi ağlamaklı geliyordu.
"Aynen öyle!" Bağırdım arkasından. "Bir daha kimsenin kocasına bakmamayı öğrenirsin belki!"
"Yavrum-"
"Sus!" Yavuz'u ittirerek öfkeli gözlerimi ona diktim. Ellerimi çırparak saç tellerinin düşmesini sağladım. "Niye durdurdun sen beni? Daha saçlarını koparacaktım ben onun!" Öfkem karşısında süt dökmüş kediye dönen Yavuz gözlerini kırpıştırdı.
"Güzelim, kopardın zaten."
"Yetmedi!" İri gözlerle ona baktım. "O kız resmen gelip sana asılmaktan bahsetti!"
"Vay vay." Öfkemi yatıştırmak ister gibi konuştu. "İyi yapmışsın karım, sahip çık bana."
"Çıkarım tabii, kimse benim kocam hakkında böyle konuşamaz, birde beğenecek mişsin onu!"
"Kim ben? Tövbe haşa. Karımdan başkasını beğenmem."
"Beğenemezsin!" İşaret parmağımı kaldırdım diğer elimi belime koyarak. "Değil beğenmek, gözünün ucuyla bile bakamazsın!"
"Bakarsam kör olsun bu gözler, senden başkasını göremez." Beni öfkelendirecek tek kelime etmiyor aksine uslu çocuklar gibi ne desem kabul ediyordu.
Yaylada gülüşme sesleri duyduğumda yutkundum. Kavgalı olan Serhat'la Ferhat bile ikimizi izlerken gülmüştü. Yavuz'un benim önümde sessiz sakin birine dönüşmesi Trabzon'un şahit olduğu bir şey değildi. Asiye teyzenin ikimizin bu hallerine gülüp "Tencere yuvarlanmiş kapağini bulmiş." Dediğini duydum.
"Dönün lan önünüze!" Bana kedi kesilen Yavuz, erkek tarafına bakıp onlara öfkeyle yaylayı gösterince hepsi sesini kesip işine dönmüştü. Onlar işince dönünce, Yavuz kehribar gözlerini bana çevirdi. "Karım-"
"Yok karın filan." Ona arkamı dönerek yaylada yukarı doğru yürümeye başladım. "Tüm kızlar böyle asılacak mı sana?" Elbisemin eteklerini topladım. "Hepsi de pişkinin teki!"
"İstedikleri kadar asılsınlar, benim gözüm senden başkasını görmez."
"Sen fazla yakışıklısın." Somurttum, peşimden geldiğini bildiğim için durdum ve ona doğru döndüm. "Az yakışklı olamaz mısın?"
"O nasıl oluyor, yavrum?" Tek kaşını kaldırıp bana bakarken, kaşlarımı çattım. Parmak uçlarıma çıktım, ellerimi saçlarına daldırıp dağıttım. Ardından gömleğinin yakasını dağıttım. Bir adım geri atıp yüzümdeki geniş gülüşle ona baktım. Onu dağıttığım halim daha kötü durur sanırken böyle daha çekici görünmüştü.
Gülüşüm soldu.
Nasıl beceriyordu bunu?
Kocamı kızlardan uzal tutayım derken şimdide ona serseri tipi vermiştim!
"Niye her halinle çekicisin sen!" Sitem ettim. "Olmuyor böyle!"
"Çekici miyim?" Kenardan yeşil bir otu kırarak onu dudakları arasına yerleştirdi ve sağ tarafa kaydırdı. Keyifle güldü. "Bu nasıl?"
"Daha da çekici!" Gözlerimi devirdim ve oflayarak ona yine sırtımı döndüm. "Sürekli kızlar sana asılmasın diye yanında olamam ya?" Gözlerimi tarlada gezdirdim, ardından kendi kendimi doldurmaya başladım. "Ya çok güzel bir kız çıkarsa karşına?"
"Senden güzel olamaz."
"Ya sana aşık olursa?"
"Ben sana aşığım."
"Ya sana asılırsa?"
"Yüzüne bakmam sırtımı çevirir giderim." Gururla konuştu. "Tapum karımda benim." Buna devam ederdim, ama son dediklerine kendimi tutamayıp güldüm. Bir kolu belime sarıldı, beni kendisiyle birlikte aşağı çekince dengemi kaybettim. Çimlere düştüğümde beni çoktan altına almıştı.
"Hemen de cıvıtıyorsun." Dedim homurdanarak. Üstümde yerini alırken dudaklarında keyifli bir sırıtış vardı.
"Karım sağolsun, beni dünyanın en yumuşak adamına çeviriyor." Bir eli yüzüme dağılan saçlarımı geri itti. "Sen beni mi kıskandın?"
"Neyini kıskanayım senin?" Az önce kızın saçlarına yapışan hiç ben değilmişim gibi rahat rahat konuştum. "Ben haksızlığa gelemediğim için saldırdım o kıza."
"Öyle diyorsun." Dudaklarını birbirine bastırarak başını salladı. "Yani gelse bana asılsa-"
"Gebertirim onu!" Yavuz'un sözlerini öyle bir hışımla kesmiştim ki kahkahası dolmuştu kulağıma. Anında yanaklarım kızarırken soğuk bir bakış attım ona. "Sinir bozucu bir kocasın."
"Sende dünyalar güzeli bir kadınsın." Yüzüme eğilerek bana göz kırptı. "Onu ne yapacağız?"
"Şirinlik yapma." Başımı omzuma eğdim, sırtıma doğru baskı yapan çimleri hissettim. Gözlerden uzak olduğumuz için kimse bizi bu halde görmüyordu. "Hem o kız sana asılsa izin mi verecektin?"
"Halt ederim." Hızlıca savunmaya geçti. "Karımdan başkası bana güzel laf edemez." Bakışlarım yumuşadı, kehribar hareleri yüzümde dolanırken kalbimin her bir teline teker teker dokunuyordu.
Elimi yumruk yaparak avuç içimi usulca omzuna vurdum. "Hele bir senin o kulakların başka kadının dilinden güzel laflar duysun bak ben neler yapıyorum sana."
"Neler yaparsın bana?" Baştan çıkarıcı bir sesle sorduğunda dudaklarım aralandı. Resmen sesinin altında bariz bir ima vardı.
"Senin aklın terbiyeli bir şey için çalışmaz mı!"
"Sana bakarken terbiyeli düşüncelere sahip olamıyorum." Gözlerimi devirerek onu ittirdim.
"Kalk üstümden."
"Kalkmıyorum."
"Birisi görecek."
"Nikahlı karımsın."
"Yayladayız."
"İyi dedun oni, yayla da baa ait."
"Bazen tüm sinirlerimi bozuyorsun!"
"Görevim." Sırıtarak ağzından çıkan kelimeye karşılık sinirlerim bozulduğu için güldüm. Onu iterek altından kalktığımda sağa doğru sırt üstü çimenlerin üstüne düştü. Avuç içlerini yere yasladığında ona baktım. Küçük çocuklar gibi dil çıkarıp arkamı döndüğümde sesi doldu kulaklarıma.
"Gönül verdum hayırsızın birine." Adımlarım duraksarken omuzlarım düştü ve dudaklarıma tatlı bir tebessüm nüfuz etti. "Ahım tutsun baykuş ötsün evune." Dudaklarım arasından kaçan kahkahayla ona doğru döndüm.
"Baykuş mu?"
"Sesi uyutmaz." Dedi harelerinde beliren sıcaklıkla. "Senin de derdin uyutmaz."
"Benim derdim uyutmuyor mu seni?"
"Derdini bile sevdiğim için bir sorun göremiyorum." Gözlerimin içi parlarken ona karşı aldığım tüm tavır yok oldu.
Yanına koşar adım yürüyüp boynuna sarılarak kendimi kollarına bıraktığımda çimlerde geri uzanmıştı ve kahkahalarımız birbirine karışmıştı. Anında elleri belimi bulduğunda içimi huzur doldurmuştu.
Onun gülüşünün sesi benim hayatıma anlam kazandıran en değerli şeylerden biriydi.
*******
Birkaç saat daha dolaştıktan sonra eve geri dönmüştük. Sabah olanları saymazsak güzel bir gün geçirmiştik. Güneş yavaş yavaş batıyordu. Aldığımız tüm poşetleri evin korumaları içeri taşıyıp odaya çıkarmıştı. Eve döndüğümüzdeyse gördüğüm şey hâlâ o kasvetin devam ettiğiydi.
Devran yoktu. Sabah olanlardan sonra Zahir abinin Ceylan'la odadan hiç çıkmadığındam bahsetmişti, Narin. Yavuz duşa girmek için üst kata çıkarken, bende bahçede Özlem ile çiçek diken Narin'in yanına gitme kararı almıştım. Arka bahçedeki sandalyelerden birine oturmuş elimle karnımı okşarken ikisini izliyordum.
"Ne çiçeği onlar?"
"Lale." Diye cevap verdi Narin yüzündeki tebessümle. "Lale çiçeklerini çok severim." Büyük bir özenle çiçekleri saksılara yerleştirirken Özlem'de merakla onun yaptıklarını izliyordu.
"Başka hangi çiçekler var?"
"Kırmızı gül, ve Yasemin." Dedikleriyle tebessüm ettim.
"Ben de yaseminleri severim." Başını salladı tebessümle.
"Farketmiştim." Çoğunlukla aldığım parfüm bile yasemin kokulu olduğu için bir çok kişinin bunu anlayacağına emindim.
"Devran gelmedi mi?"
"Gelmedi." Dedi nefesini vererek ve elleriyle saksının içindeki toprağı aşağı bastırdı. "Ne zaman geldi ki, arkasını dönüp kaçmak onun için hep en kolayı oldu."
"Niye?" Özlem mavi gözlerini, Narin'in yüzüne çıkardı. "Abim hakkında neden böyle konuşuyorsun?" Özlem küçük bir çocuk olduğu için olanları idrak edemiyordu. Narin afallayarak ona baktı. Ne diyeceğini bilemez bir nefes verdi.
"Sen bakma bana boncuğum." Tebessüm etti. "Biraz sinirlerim bozuk."
"Sen abimi sevmiyor musun?" Özlem merakla kaşlarını kaldırırken, Narin duraksadı. Özlem her Devran'a abi dediğinde sanki Narin'in canından can alıyordular.
"Anlaşamıyoruz." Diye geçiştirdi. Boğuk çıkmıştı ağzından tek kelime.
"Niye?"
"Zamanında beni incitecek şeyler yaptı diyelim." Her şeye rağmen Özlem'e karşı sakin ve nazik davranıyordu.
"Ama Devran abi iyi birisi." Özlem, Devran'a nasıl alışmışsa onu canla başla savunuyordu. "Beni hiç üzmüyor." Sağ ayağını öne uzattı. "Geçen düşüp dizimi yaraladım ve Devran abi benim için temizledi, baksana. Bana kedicikli yara bandı bile aldı." Neşeyle konuştu. "Gece de masal okudu-"
"Tamam Özlem!" Narin duydukları karşısında çok az sesini yükseltti. Hemen ardından Özlem'i korkuttuğunu farkedince omuzları çöktü. Özlem'in öz babasına her abi diyişi Narin'in yüzüne acı gerçekleri vuruyordu.
"Narin.." Uyarı dolu bir fısıltı çıktı ağzımdan. Bana anlayşlı bir bakış atıp Özlem'le aynı hizaya eğildi.
"Özür dilerim." Topraklı ellerin Özlem'in kollarına koydu. "Çok özür dilerim, bağırmak istemedim." Onu kollarına çekip sarıldı. İkisini bu halde görmek yüreğimi burktu.
"Sorun değil, Narin abla." Özlem fazlasıyla anlayışlı bir çocuktu. Aynı şekilde Narin'e karşılık verdi ve konuştu. "Odama gidebilir miyim?" Narin başını geri çekti ve gözlerini aç kapa yaparak onayladı.
"Git boncuğum." Özlem ondan izini kapar kapmaz yanağına bir öpücük kondurdu. Hemen ardından benim yanıma koştu, uzanıp yanağıma öptüğünde aynı şekilde ona karşılık verdim. Seke seke eve yürüdüğünde Narin'e baktım.
"Onunla ne zaman konuşacaksınız?" Ağır bir nefes verdi. Tüm dünyanın yükü omuzlarındaymış gibi yürüyerek bir sandalye çekip önüme oturdu.
"Bilmiyorum." Sarı saçlarını kulaklarının arkasına geçirdi. Avuç içlerine dizlerine yasladı. "Konuşmamız gerek biliyorum, ama Devran olmadan yapamam." Devran'a öfkeli bir şekilde gözlerinin içi ışıldadı. "Ve Devran hiç oralı değil."
"Daha fazla böyle devam edemez." Bir yerlerden başlaması gerekiyordu. "Her geçen gün Özlem'in biraz daha canı yanacak, biliyorsun.."
"Biliyorum, Hafsa. Biliyorum." Zaten farkında olduğu şeyleri söyleyerek canını yakmak değildi niyetim, ancak bir yerden başlamaları gerekiyordu.
"Devran'ı affedecek misin?" Yargılar gibi, ya da öfkeli sormamıştım bu soruyu. Tüm bunların aksine, anlayşlı bir kadın, hatta bir kız kardeş gibi sormuştum. Sesimde yer edinen samimiyeti sezdiğinde kendini daha rahat hissetmişti.
"Affetmem." Nasıl dargınsa hâlâ içindeki acı dinmiyordu.
"Sevmiyor musun?" Elimi dizinin üstündeki elinin üstüne koyduğumda gözlerini kapattı.
"Onu sevmeden geçirdiğim bir gün olmadı." Omuzlarını indirip kaldırdı. Göz kapakları usulca yukarı kalktı. Yorgun bakışları yüzüme takıldı. "Ama sevgim de kırgın." Devran'a olan aşkı bile ona kırgındı. Ne diyeceğimi bilemiyordum.
"Kararına saygı duyuyorum, duyuyoruz." Kimse çıkıp onu Devran'la barışmaya mecbur edemezdi. "Sadece şunu bil, ne zaman istersen ben buradayım." Yalnız hissetmemesi gerekiyordu. Kararı ne olursa olsun ben onun her anında yanında olmak istiyordum.
"Hafsa, kalbin çok büyük biliyorsun değil mi?" Elimi sıktığında bakışlarım yumuşadı. "Onca şey yaşadın, bir çoğunun sorumlusu Devran'ken sen yine.."
"Özlem için." Her ne kadar Devran bize kötü şeyler yaşatsada ortada küçücük bir çocuk vardı. Babasızlık ne demek iyi biliyordum, geçte olsa Özlem gerçek babasını tanısın ve onun sevgisini tatsın istiyordum.
"Özlem için." Diye tekrarladı. Mavi gözlerinde şefkatli bir bakış vardı. "Teşekkür ederim." Özlem ve Narin iyi olduğu sürece, ben olan biten her şeyi kabul ederdim.
*****
Yavuz duştan çıktıktan sonra hepimiz salona toplanmıştık. Aslında onları bir araya toplayan bir bakımada bizdik. Yavuz'la yan yana oturmuştuk. Hepsi bakış açımızda olacak şekilde bizimle karşı karşıya olan koltuklara oturmuştular.
"Zahir." Dedi Yavuz lafa girerek, bir eli benim elime sarılıydı. Onunla nerdeyse karşı karşıya olan koltukta oturan Zahir hafif bir baş sallama hareketiyle Yavuz'u dinlediğini ima etti. "İyi misin kardeşim?" Vereceğimiz haberi Zahir abinin biraz olsun iyi olduğuna emin olduktan sonra vermek istiyordu.
"İyiyum kardeşum." Zahir, bir kolunu Ceylan'ın omuzlarına dolamış avuç içiyle onun kolunu okşuyordu. Her ne kadar kara gözlerinde yorgunluk olsa da sabah ki haline kıyasla biraz daha iyi görünüyordu.
"Ee?" Dedi Cafer merak içinde. "Niye toplandik buraya?"
"Size bir haber vereceğiz." Heyecanlı gözlerim onların üstünde gezindi. Bence hepsinin bebeklermizin cinsiyetini öğrenme zamanı gelmişti. Zerda benimle göz göze geldi. Yeşil hareleri önce karnıma indi, ardından merakla kaşlarını kaldırdı.
"Düşündüğüm şey mi?" Neşe saçan sesine karşılık başımı salladım.
"Bebeklerin cinsiyetini öğrendik." Devam etmesi için Yavuz'un elini sıkarken alt dudağımı heyecanla içeri kıvırdım.
"Bir kız bir erkek." Diyen Yavuz derin bir nefes vermişti.
Herkesin yüzünde derin bir şok ve yumuşama sezdim. Tepkilerini beklerken resmen nefesimi bile tutmuştum.
"Kız erkek?" Abimin sesini duydum ilk. Genişleyen gözlerle önce bana sonra karnıma baktı. "Hadi lan ordan, şimdi ben hem kız hem erkek dayısı mı oluyorum!"
"Sanırım bende öyle oluyorum." Diyen Aziz yutkunarak abime ardından bana baktı. "Çifte dayı mı diyorlar buna!?"
"Hem kız hem erkek babası mı olacaksın abi sen?" Tekli koltuktan kalkan Süleyman Yavuz'un yanına yürüdü ve neşeyle ona sarıldı. "Hay abim benim be!" Yavuz aynı mutlulukla ona karşılık verdi. Ardından, Süleyman başını geri çekip bana baktı. "Yengem." Kollarını iki yana açtı ve birkaç adımla benim önümde durup sıkı sıkı sarıldı. Ona karşılık verdiğimde tebessüm yer edindi yüzümde.
Ne kadar mutlu olduğunu görüyordum. Sarılmayı bitirip geri çekildiğinde Cafer konuştu.
"Ben ne olayirum ula?" Nutku tutulmuş bir şekilde kendisini gösterdi ve abime baktı. "Hala mi?" Şoktan ne dediğini bilmiyordu.
"Hala olan benim gerizekalı!" Diye bağırdı, Zerda. Ve hızla oturduğu koltuktan kalkıp boynuma atladığında gülerek bende ona sarıldım. Elim Yavuz'un elinden ayrıldı ve onun sırtını buldu.
"Sen teyze oluyorsun!" Diye düzeltti Ceylan onu, hemen ardından neşeyle konuştu. "Ben ne oluyorum? Sana abi dediğime göre hala olan ben miyim Yavuz abi?"
"Öylesin." Dedi Yavuz gülerek. Ceylan ayağa kalkıp aynı Zerda gibi bana sarıldığında resmen ikisinin altında ezilmiştim.
"Alışverişe çıkarız çocuklarla!" Zerda'nın aklı fikri çocuklarımıda alıp mağaza mağaza gezmekti. Heyecan içinde başını hafif geri çekip bana baktı. "Hafsa, tatlı tatlı tokalar alırım birde oyuncaklar!" Daha şimdiden çocuklarımı kafasında giydirmeye başlamıştı. Hepsinin bu heyecanı kalbimi ıstıyordu.
"Ne alışverişi?" Abim koltuğundan kalktı. "Ben yeğenlerimi boksör yapacağım." Aynı Ceylan'la Zerda gibi bana sarılmak için haraket ettiğinde kahkaha attım.
"Durun tamam öldüreceksiniz beni!" Zerda ve Ceylan aynı anda gülerek geri çekildiklerinde Yavuz ile göz göze geldim. Harelerinde yer edinen derin bir mutlulukla beni izliyordu. Aynı zamanda abimin bana sarılan kollarını hissettim. Sesinde derin bir sevgi vardı.
"Tebrik ederim abim." Gülümsedim ve onun sözlerine karşılık sıkıca sarıldım.
"Bir kız bir erkek?" Zahir abinin sesini duydum. Duydukları ona sabah olanları bile unutturmuş gibiydi. "Seni kiz babasi olarak duşunmuştumde erkek aklımin ucundan geçmeyidi." Ayağa kalkıp elini Yavuz'a doğru savurduğunda Yavuz'da ona aynı şekilde karşılık verdi. Zahir abi Yavuz'u ayağa çekip ona sıkıca sarıldı. "Tebrik ederum kardeşum, sağlıkla gelsunler."
"Sağol abim." Yavuz ona aynı sıcaklıkla karşılık verdiğinde Cafer ayağa kalktı.
"Soninda ne olduğimi buldum." Cafer ayağa kalkarak yakasını düzelttti. "Amca olacağum." 32 diş sırıtarak Yavuz'un üstüne resmen atlayıp onu koltuğa düşürdü. "İkiz babasi, birde kız erkek ha!" Yavuz onun altında ezilirken sızlanır gibi bir ses çıkarmıştı.
"Cafer, deli misin?"
"Cafer değil, abi." Diye düzeltti Cafer onu ardından keyifle güldü. "Yeğenlerim geleyi!" Kollarını sıkı sıkı sardı Yavuz'un boynuna.
"Yeğenlerunin babasıni öldürecesun, kalk ula üstumden kot kafali!"
"Bırak ulan çocuğu, nefesini kestin!" Aziz abi Cafer'i Yavuz'un üstünden çektiğinde Yavuz rahat bir nefes vermişti.
"Hay yaşa." Abisine katiline bakar gibi baktı. "Canıma kastın mı var oğlum, niye atlıyorsun? Hadi atladın ne diye kollarını boğazıma doluyorsun!"
"Heyecandan!"
"O kadar heyecanlıysan çocuklar doğduğunda tam altın isterim." Yavuz elini kaldırdı. "Hemde iki tane!"
"Hafsa, kocan heyecandan anlamayi." Diyen Cafer abi bana doğru döndü ve yanıma gelip sarıldı. "Tebruk ederum, ama bu adam heç olmamiş." Başını geri çekip fısıltıyla konuştu. "Doğmamış çocuklarindan para kazanmaya çalışayi sen boşa buni-" Beni gerçekten ikna etmeye çalışırken kendimi tutamayıp güldüm.
"Doldurma ulan karımın kafasını!" Yavuz koltuktan kalkıp Cafer'in ensesinden yakalayarak onu geri çekti.
"Sanki doldurmakla bir şey değişiyorda." Abim kendini yanıma bırakıp kolunu omuzlarıma attı. "Mümkün olsaydı, çoktan yapmış olurdum."
"Sabır." Diye fısıldadı, Yavuz.
Herkesin tebriklerini almıştım. Neşeyle ve sevgiyle bana atılan bakışlar bir kez daha evin, ailenin sıcaklığını gerçek anlamda bana tattırmıştı. Bir yanımda oluşan burukluksa tamamen annem içindi. Keşke bu günlerde yanımda olsaydı, ve görseydi diyordum. Yoktu, ne o vardı, ne de babam. Gerçek babam olduğunu öğrendiğim Nadir abiyse, o günden sonra hiç karşıma çıkmamıştı.
"Şimdi kaç ay kaldı?" Hâlâ yüzünden heyecan okunan Süleyman gözlerini karnıma indirdi. "Ne zaman doğarlar yenge?"
"Daha altı ay var." Karnımı okşarken Yavuz arkama yastık yerleştirdi. Geri yaslandım. "Doktor öyle söyledi."
"Altı ay mı?" Zerda çocuklar hemen doğsun diye her şeyi yapacak bir ifadeyle bana bakarken konuştu. "Çokmuş." Ardından kaşlarını çattı. "Nasıl geçecek altı ay!"
"Aman, dertsiz belasız geçsinde, nasıl geçerse geçsin. Önemli olan sağlıkları." Aziz abi bana göz kırptığında gülümsedim. "Sağlığınız." Diye düzeltti.
"İyi olsunlar." Yavuz bana bakarken bir elinin parmakları saçlarımda dolanıyordu. "Bana tek gereken bu." Tebessüm ederek başımı onun omzuna yasladım.
"Bizim ne zaman çocuğumuz olacak?" Abimin ani sorusuyla onun koluna girip başını omzuna yaslayan Zerda'nın gözleri genişledi.
"Tufan, ayıp." Diğerleri onların bu haline kıkırdarken abim kaldırdı tek kaşını.
"Nesi ayıp? Ben evlenmek istiyorum seninle."
"Sen dayak istiyorsun." Aziz abi sırtının arkasında duran yastığı kapıp abimin suratının ortasına fırlattı. "Benden kızı istemedin, yüzük taktın haberimiz olmadı. Şimdi de evlenecek misin? Bende sana kız verecek göz var mı?"
"Sordum mu?" Abim yüzüne çarpıp kucağına düşen yastığı geri Aziz abinin suratına yolladı. Ama daha yastık ona çarpmadan Aziz abi yastığa ayağıyla havada tekme attı. Yastık uçarak Zahir abinin suratına çarptığında yüzüne çarpıp kucağına düştü.
"Ula, ayağinin ayarina soktuğim!" Zahir abi öfkeyle gözlerini açıp Aziz'e baktı. "Baa yastik mi fırlatayisun sen?'
"Yanlış park ettim!" Aziz abi ellerini hızla havaya kaldırdı teslim olur gibi. "Sana zahmet Tufan'a yolla onu."
"Saa yollayacağum şimdu bitane!" Zahir abi fevri bir öfkeyle yastığı Aziz abiye fırlattı.
Çocuk gibi onlar didişdikce bizim tek yaptığımız izlemekti.
"Sen benimle evlenmek istemiyor musun?" Abimin sorusuyla Zerda afalladı.
"O ne demek, Tufan? İstiyorum, tabii ki."
"O zaman evlenelim."
"Yuh!" Süleyman genişleyen irislerle onlara baktı. "Abi istersen arayayım nikah memurunu, yıldırım nikahımız var gelin diye."
"Ne duruyorsun?" Abim omuz çekti. "Ara gelsinler!"
"Nereye geliyorlar ya? Gelinliğim yok benim!" Zerda'nın yeşil gözleri genilşedi. "Makyajımda yok!"
"Makyaja ihtiyacın yok, böyle de güzelsin." Abimin iltifatıyla Zerda'nın dudaklarında bir tebessüm seğirdi.
"İmamı arayin imamı. Nikah günune kadar bekleyemez bu." Dedi Cafer gülerek.
"Ya, sizin derdiniz ne?" Zerda somurtarak baktı onlara. "Ben evleneceksem bile hayallerimdeki gibi evleneceğim."
"Zerda, sus kardeşim. Sus güzelim." Aziz abi ona sert gözlerle baktı. "Ben seni buna vermem.
"Abi ya, en iyi arkadaşınla evleniyorum işte!'
"Kız yabancıya gitmiyor." Yavuz sonunda konuya dahil olarak Aziz abiyi kışkırtmaya başladı. "Sen bu çocuğa kardeşim de kardeşim demiyor musun? İşte güvendiğin birine emanet ediyorsun."
"Damat?" Dedi abim kaşlarını kaldırıp koltukta öne eğilerek. "Sen misin ula?"
"Bozma, ikna edeceğim." Yavuz onaylar bir şekilde başını salladı. Ardından Aziz abiye baktı. "Gel he de sen, evlendirelim biz bunları."
"Pişt damat, hazır konuya girmişken iste kızı." Abim Yavuz'u dürttüğünde Yavuz boş gözlerle ona baktı.
"Orada dur işte, çiçek yok çikolata yok, nasıl isteyeyim kızı?"
"Siz baya baya ciddisiniz." Dedim şokla Yavuz'a bakarken.
"Değil çiçek çikolata, alayınız gelse alamaz Zerda'yı!" Aziz abi kararından dönmeden Zerda'ya baktı. "Kalk kız oradan."
"Hayır." Zerda abime daha fazla sokuldu. "Sal bizi, aşiret ağası gibi takıldın peşimize!"
"Dile pabuç gibi, kalk kız!" Aziz abinin bağırmasıyla Zerda çocuk gibi sızlandı.
"Of abi ya!" Abimden zar zor ayrılarak kalktı. Aziz abinin yanına yürüdü küçük adımlarla. "Gece seni yastıkla boğacağım." Diye hiç tehdit olmayan bir tehditte bulunarak Aziz abinin yanına oturdu.
"Madem vermiyor, bizde isteyelim." Dedi Süleyman gayet rahat bir şekilde.
"Kız isteme mi?" Ceylan gülümsedi. "Hep nasıl olduğunu merak etmişimdir, yapalım!"
"İyude kim isteyecek?" Cafer kafası karışmış bir şekilde bize baktı.
"Aile büyüğünün istemesi gerekir." Hepimizin gözleri birbirimizin üstünde dolandı. Ardından aynı anda güldük.
"Ulan birinizinde mi bir akrabası yok?"
"Narin ablaya düşüyor iş." Dedi Süleyman gülerek. "En büyüğümüz o."
"Ben mi?" Narin genişleyen gözlerle bize baktı oturduğu tekli koltuktan. "Ben ne anlarım kız istemekten?"
"Ben anlarım." Devran'ın sesini duyduğumuzda aynı anda bakışlarımız salon kapı pervazına yaslanan Devran'a kaydı. Yeni gelmiş olmalıydı. Narin gözlerini onun yüzüne çıkardı, ardından düşmanca bir tavır takındı.
"İstemez." Çattı kaşlarını. "Seninle kız filan istemem ben."
"Benimle isteme." Dedi Devran ve Aziz işaret etti. "Erkek tarafı olacağımı kim söyledi, ben kız tarafıyım."
"Yani sen bize kızı vermeyeceksin?" Narin kaşlarını kaldırarak sorarken Devran sırıttı.
"Sen benden kız mız alamazsın." Bilerek Narin ablayı kışkırtmıyordu. Bu yolda gerçekten rekabete girmiştiler.
"Öyle de bir alırım ki!" Dedi Narin ayağa kalkarak kendinden emin bir tavırla. "Bak görürsün." Bize baktı. "Yarın isteyeceğiz Zerda'yı." Abime baktı. "Git yüzük al."
Abim hızla oturduğu koltuktan kalktığında gülüşlerimiz salonu doldurdu. Birkaç saniye içinde salondan çıkıp yok olduğunda Zerda onun ardından şokla baktı.
"Ben bu adama işkence etmişim." Dedi aydınlanır gibi. "Evlilik için resmen can atıyor!"
Cafer gülerek ayağa kalktı. "Yari yolda bayilmasin, peşunden gideceğum." Diyerek o da salonu terkettiğinde Aziz abi bir an Yavuz ile göz göze geldi. Sanki o kabul etmese Devran'ın bu işe girmesini hiç kabul etmeyecekti. Yavuz onun ne demek istediğini anlar gibi bir kez gözlerini açıp kapattı.
Bununla bir sorunu yoktu. Onun artık Devran'la bir sorunu yoktu. Sadece kırgındı.
"Boşa masrafa sokma insanları." Devran haylaz bir sesle konuştu. "Vermeyeceğim."
"Sen çok biliyorsun." Narin kollarını göğsünde kenetledi. "Görürsün, alacağız."
"Hadi bakalım." Diyerek nefesini derdi. "Öyle diyorsan." Derken Narin'i küçümser gibiydi.
"O sesinin ayarına dikkat et benim tepemin tasını attırma." Dedi Narin öfkeyle, ardından salon kapısına yürüdü. Ellerini iki yanına sıkarken Devran'ın yanından geçmeden önce bir an duraksadı. "Öküz." Diye homurdandı ve bizi geride bırakarak üst kata çıktı.
Aralarındaki çekim garip bir şekilde hoştu. Tüm bunlar yaşanmasaydı, tüm bunlar unutulabilseydi tekrar bir arada olmalarını isterdim.
Bugün bu salonda güzel şeyler yaşanmıştı, ve yarın olacaklarsa gerçekten beni fazlasıyla meraka sokuyordu. Tek bildiğim Aziz abinin Zerda'yı abime vermeye hiç niyeti olmadığıydı. Kendimi bir komedi filminin içinde bulacağıma emindim.
******
Yavuz Payidar.
Salonda geçen o döngüden sonra açıkça biraz şok olmadım desem yalan söylemiş olurdum. Hiç beklemediğim bir şekilde Narin abla Devran'la bir çatışmaya girmeyi kabul etmişti.
Kız isteme.
Gerçekten nasıl sonuçlacaktı bu iş? O ikisinin birbirinin boğazına yapışacağından başka hiçbir şey düşünemiyordum. Narin'le Devran aynı ortamda bulundukları her an büyük bir kavganın içine çekiliyordular. Yaşanmışlıklar bir hayalet gibi onların peşini bırakmıyordu, bırakmayacaktı.
Bunun yanı sıra sabah olanları saymazsak günüm güzel geçmişti. Bebeklerimizin cinsiyetlerini öğrenmiştik. Kalbimin nasıl durmadığına, nasıl heyecandan gebermediğime şaşırıyordum. Gerçi bir an bayılacak gibi hissetmedim değildi. Doktorun ağzından o üç kelime sanki bana dünyaları sunmuştu.
Bir kızım ve bir oğlum olacaktı. Kızımız ve oğlumuz. Bunu düşünmek bile aklımı ve kalbimi dünyanın en güzel düşünceleriyle dolduruyordu.
Daha aylar öncesinde sevdamı kaybettim sanarken bugün sevdama en güzel şekilde kavuşup birde bebeklerimizi bekliyordum.
Nasıl bir duyguydu bu babalık bilmiyordum, ancak onları herşeyden koruyup kollayacağıma adım kadar emindim. Ben babam gibi bir baba olmayacaktım. Çocuklarıma verdiğim sevgiyi bir gün onlara zehir etmeyecektim. Ne kızımız ne de oğlumuz, anne baba sevgisinden mahrum büyümeyecekti.
Karımıda çocuklarımıda her şeyden koruyacaktım.
Bunun için kendime büyük bir söz vermiştim.
Salonda dönen muhabbetin sonuna geldiğimizde Hafsa, Ceylan, ve Zerda Narin'in peşinden üst kata çıkmıştılar. Tek dertlerinin onu kışkırtmak olduğunu bildiğimden bir şey dememiştim.
Devran bahçeye çıktığında, ayağa kalkıp onu takip etmiştim. Nedenini bilmiyordum. Aziz ve Süleyman kız isteme konusunda didişirken tüm herkesin dikkati onların üstündeydi. Onların bu hallerine güldükleri için benim ortadan yok olduğumuda hiç farketmemiştiler. Cam kapıdan geçip arka bahçeye adım attığımda onu masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturup sigara içerken gördüm.
Ben sigara kullanmazdım, diğerleride sık kullanmazdılar. Ancak Devran ve İshak'ın içtiğini birkaç kez görmüştüm.
Adım seslerimi duyduğunda başını kaldırıp bana baktı. Neden buraya geldiğimi bende bilmediğim için ağır adımlarla yürüyüp ellerimi cebime sokarak onun sandalyesinin sağında yer edinen sandalyeye oturdum. Birkaç saniye bu durumu garipsese bile, geri önüne döndü.
"Gerçekten katılacak mısın o kız istemeye?" Dilimden dökülen tek soru bu olmuştu.
"Evet." Derken sigarasından bir nefes çekerek onu burnundan dışarı üfledi.
"Narin'in seni görmeye gözü yok, sırf sinirlerini bozup seni yenebileceğini göstermek için yapıyor bunu biliyorsun değil mi?" Dudaklarına götürdüğü sigara birkaç saniye parmakları arasında asılı kaldı. Dediklerimi düşündü. Gerçekler acıydı. Ağzımdan çıkan her kelimenin gerçek olduğunu çok iyi biliyordu.
Narin onu affetmiş değildi. Affedecek gibi de durmuyordu. Tüm bunların aksine, Kemal'den bana geçen hisseleri ona devr etmiştim. Kemal'den bana kalan hiçbir şeye ihtiyacım yoktu. Tüm bunları ona devrettiğimde, reddetmemişti. Hatta şirketin işleriyle ilgilenmeye bile başlamıştı. Narin görmüş geçinmiş bir kadındı, okumuştu. Ayrıca zekiydi. Tüm bunların üstesinden gelebileceğini biliyordum.
Yine de babasından ona kalan paraya dokunmuyor, bir şirketi kendi başına ayakta tutmaya çalışarak kendi gelirini kazanmak için adımlar atıyordu. Temiz iş yapıyordu. Henüz şirketi gidip görmüş değildi, ancak telefon görüşmeleri yaptığını biliyordum. Tamamen hazır hissettiğinde sahaya çıkacağınada emindim. Üstüme devredilen her şeyi birer birer aklamış, ardından onu gerçekten hakeden ve hakkı olan birine bırakmıştım. Narin'e.
"Biliyorum." Sıkıntılı değildi, Devran'ın sesi. Düzdü.
"O zaman neden bunu yapmaya devam ediyorsun?"
"Onu daha fazla görebilmek için." Sesinde gerçek bir acı belirdi. Bakışlarım durgunlaşırken başımı çok az sola çevirdim. Gözlerim birkaç saniye onun yüzünde dolandı. Parmakları arasındaki sigaranın ucunu ittirip biriken külün yere dökülmesini sağladı.
"Başka şekilde onu görme şansım olmuyor, bir tek bana kızdığında ya da nefretle baktığında yüzüne uzun uzun bakabiliyorum." Bu iyi bir şey miydi bilmiyordum. Benim gözümden değildi.
Ama onun gözünden öyleydi. Birini çok sevdiğin zaman onun nefret dolu bakışına bile özlem duyardın. Gözleri nefretle baksa bile, yüzünü gördüğün için bunun bir ödül olduğunu varsayardın. Devran'ın durumu tamamen buydu. Öyle bir hâle gelmişti ki, Narin'in ona olan kinini bile görmeye razıydı.
"Zor olmuyor mu?" Basit bir sesle sorduğumda son bir nefes daha çektiği sigarayı yere atarak ayağını üstüne bastırdı.
"İşkence gibi." Ağır bir ızdırap vardı sanki üstünde.
"Bir zahmet."
"Daha iğrenç hissetmemi sağlıyorsun."
"Sebebi söylediklerim mi?"
"Sebebi yaptıklarım." Diye hızlıca cevap verdi. Derin bir nefes kaçtı dudaklarım arasından. Başımı geri önüme çevirip gökyüzüne baktım.
"Bir kızım bir oğlum olacakmış." Kendimden habersiz bir şekilde konuşmaya başladım. "Bugün öğrendim." En zor anımda bile yüzüme gülümseme eriştiriyordu bu konu.
Devran'ın başı hızla bana döndü. Sırtını sandalyeden ayırarak öne eğildi. "Bir kız bir erkek mi?" Sesinde hayret vardı.
"Öyle." Yüzümde seğiren tebessümü silip atma gibi bir gerekçem yoktu. Başımı yanımda oturan bir zamanlar abim olan adama çevirdim. Bunu ona söyleme gereği duymuştum. Nedenini bilmiyordum. Onu affetmiş miydim bunu da bilmiyordum ama sevincimi bilsin istemiştim.
Gözlerinde beliren bakışta mutluluk vardı. Hem bebekler hakkında öğrendiği gerçek yüzünden hem de ona bundan bahsetmiş olmam yüzünden. Eskiden her sevincimizde ve acımızda birbirimize koşardık. Şimdi öyle bir duruma gelmiştik ki, onunla bir sevincimi paylaştım diye mutluydu.
"Senden iki tane daha?" Kahverengi hareleri bir şeyleri hatırlar gibi uzaklara daldı. Ardından dilini damağına vurdu. "Gelin hanım dayanamaz buna, çok yaramaz bir çocuktun sen."
"Neyim yaramazdı ulan?" Omuzlarımı çektim kaşlarımı çatarak. "Otur dedin oturan, kalk dedin kalkan bir çocuktum."
"Tekme tokat." Diye düzeltti beni. "Seni okula götüreceğim diye az peşinden koşmadım."
"Okulu sevmiyordum." Dedim bıkkın bir sesle. "Mıymıymıy, sürekli aynı konular tekrar."
"Evden kaçmana ne demeli?" Buruşturdu yüzünü.
"Ben evden kaçmadım." Başımı iki yana salladım. "Canım çok sıkıldığı için dolaşmak istiyordum."
"Kaçmadın mı?" Dedi yarım ağız gülerek. "Dış kapılar bağlı diye camdan atlayıp bileğini kırmıştın."
"Pencerenin ne kadar sağlam olduğunu test ederken düştüm." Yaptıklarımı asla kabul etmezdim. Çocukkende böyleydim.
"Yürü lan oradan, test ediyormuş!" Hayıflanır gibi nefesini verdi. "Çocuklarında sana benzerse yandık biz!"
"Çocuklarım bana benzerse sadece gurur duyarım." Diye göğüs kabarattım. Bu hallerime gözlerini devirir gibi önüne döndü.
"Vay halimize."
"Amcaları değil misin? Bir zahmet biraz da onların peşinden-" Sözlerimi bıçak misali kesen aklıma akın eden onca düşünce oldu. Gözlerim önüme takılıp kalırken parmaklarım ceplerimde avuç içlerime doğru kıvrılmıştı.
Sohbet ederken kendimi öyle kaptırmıştım ki, büyük bir gerçek bir anda silinmişti. Onun bana yaşattıkları. Tüm neşem sönmüş, yıllar sonra hissettiğim o kardeşlik bağı tekrar usul usul kopmuştu. Bunu o da hissetmişti ve sesi bir anda sanki içine kaçmıştı.
Az önce resmen onun çocuklarımın amcası olduğundan bahsetmiştim. Bu da yetmez gibi geçmişten konuşmuştuk. Farkettiğim acı bir gerçek vardı, aslında ben ona hiç küsmemiştim.
"Bana ne kadar kızgın olursan ol." Sessizliği son buldu. Sözleri soğuk havayı kesti. Bense bakışlarımı önüme dikmekten başka bir şey yapmadım. "Ben hep burada olacağım, abim."
Kalkıp benimle kavga etse canım bu kadar yanmazdı. Ancak yanımda olduğunu söylemesi sandığımdan daha ağırdı.
"Bir kez kırılan güven tekrar kazanılır mı?" Sert ve soğuk bir tını firar etti soruyla birlikte. "Sen söylemiştin, hatırlasana. Kırılan güven tekrar kazanılmaz demiştin."
"Demiştim." Dediğinde seneler önceyi zihninin en derinlerden çıkarmış ve gözleri önüne koymuştu. "Kırılan güven tamir edilmez."
"En küçük ihanette aklıma sen geleceksin." Boğuk bir sesle çenem kasıldı. Bana öğrettiği her şeyi seneler sonra ona geri söyleyeceğim aklımın ucundan geçmezdi. "Biri bana ihanet mi etti? İlk senden şüphe duyacağım. Her yalan sözde ilk suçlu seni göreceğim, bir kez kırdığın güvenim yıllarca sana karşı nefretle dikilecek karşına. Suçlu sen değilsen bile, ben hep seni suçlu bileceğim." Böyle bir insana güvenilir miydi?
En küçük acıda bunu bana o yaşattı sanacaktım. Güven böyle acı bir şeydi. Kırıldığı zaman, tekrar tamir edilmez. Aynı bağlar tekrar birleşmezdi. Koparılan ipi ne kadar tamir etmeye çalışırsan çalış her zaman düğüm izi yerinde kalırdı. Tekrar kopmayacağına dair bir güvence vermezdi.
"Güvenimi neden kırdın abi?" Bu sefer hesap soruyordum. "Sana tekrar nasıl güveneceğim ben?"
"Güvenemeyeceksin." Benden çok kendisine itiraf ediyordu bu gerçeği. Haklıydı. Bu haklılığı fazla can sıkıcıydı.
"EyvAllah." Daha fazla tartışmaya girmedim. Kalktım sandalyeden. O da beni durdurmak için tek kelime etmedi. Onu bahçede bırakarak eve girdim.
Ona güvenmek için bir neden isterdim, ancak ne o ne de ben böyle bir nedene sahip değildik. Merdivenlere yürüyerek üst kata çıktım. Bu sırada Hafsa Narin'in odasından çıkıyordu.
"Sevgilim?" Narin'le fazlasıyla dalga geçmiş gibiydiler. Gözlerinde bir çocuğun haylazlığı vardı.
"Karım." Diye iç çektim, yanıma geldiğinde kollarımı beline sardım.
"Ne bu yüzünün hali?" Gözlerimdeki kederi farkeder farketmez bakışlarına endişe akın etmişti.
"Devran'la konuştuk." Devran'ın benim için ağır bir konu olduğunu bildiğinden daha şimdiden yüzümün neden bu halde olduğunu anlamıştı.
"Kötü bir şey mi?"
"Her zamankinden." Diye omuz silktim. Birkaç saniye yüzümü izledi. Ardından daha fazla canımı sıkmamak için konuyu değiştirdi.
"Hadi gel, ilaç saatin geliyor." Bana kol saatini gösterdi. "Beş dakika geciktik bile!"
"Öyle mi yaptık?" Bir kolumu bacakların altından geçirip onu kollarıma aldığımda ağzından küçük bir çığlık kaçtı. Ardından bana baktı.
"Yavuz, ağır şeyler yasak sana!"
"Ağır değilsin." Ona kaşlarım altından bakarken odamıza yürüdüm. "Biraz kilo alsana sen, çocuklarımı aç mı bırakacaksın?"
"Çocukların dünya kadar yiyor zaten." Çocuk edasıyla somurttu ve turkuaz harelerini gözlerime dikti. "Yemek dedin acıktım işte!"
"Acıkıktın mı?" Odamıza girdiğimiz an kapıyı ayağımla kapattım. "Ne çekiyor canın?"
"Hiçbir şey, yeterince kilo aldım zaten!" Beni azarlayarak bakışlarını kaçırdığında gülerek onu yatağa taşıdım. Hamile olduğundan beri biraz kilo aldığı doğruydu. Ama bu haliyle ne kadar güzel gördüğünün farkında bile değildi.
"Kilo alman önemli değil, önemli olan canının ne istediği." Onu yatağa bırakarak üstüne çıktım. "Şimdi söyle, Payidar hizmetleri emrinizde." Sözlerimle somurtkan ifadesini kenara bırakıp düşünmeye başladı.
"Hamsi yapabiliyor musun sen?" Onun merak dolu sorusuna karşılık tek kaşımı kaldırdım.
"Şimdi mi canın çekiyor?" Hızla başını salladığında dudaklarımın kenarları yukarı doğru kıvrıldı.
"Emrin olur." Boynuna sert bir öpücük kondurup üstünden çekildim ve sandalyenin başına asılı olan montumu aldım.
"Nereye?" Dedi şok içinde.
"Hamsi alacağım." Montumun yakasını düzelterek önünü kapattım.
"Yavuz geç oldu, yarın da alabiliriz."
"Karımın canı hamsi istiyor, yarını mı bekleyeceğim?" Gözlerindeki istekli bakışı bir kez görmüştüm. Bu gece hamsi yemeden uyumasına izin vermezdim. Dudaklarında tebessüm belirdi.
"Yanına çikolata alsana." Gözlerim genişlerken ona baktım.
"Yavrum, hamsiyede çikolata dökmeyeceksin değil mi?" Hızla kaşları çatıldı. Gözlerinde sert bir bakış yer edindi. Başının altındaki yastığı alıp bana fırlattı.
"Dökerim dökmem sana ne? İstemiyorum alma hamsi filanda, hemen itirazlara başla sen!" Ani bir şokla yastık bana çarpmadan onu yakaladım.
"Niye cellaleniyorsun hemen?" Dedim nazik bir tavırla. "Çikolata alacağım, hamisde, başka ne istersen onu da söyle." Onunla alay edip etmediğimi görmek için birkaç saniye yüzümü izledi. Ardından gülümsedi.
"Şey de alsana, suşi." Anlamayarak ona baktım. Bir şeyler söylerdim ama, ağzımı bile açmadım. İkinci bir yastığın yüzüme çarpmasını istemezdim.
"Hamsi, çikolata, bide şu çiy balık şeysi. Anladım."
"Suşi onun adı!"
"Yavrum hayatımda yemedim ne bileyim ne olduğunu!"
"Bağırıyorsun bana!" Diye hızla yükseldi.
Gözlerimi kırpıştırdım. "Sesim yükselmedi bile."
"Şimdide bana yalancı mı diyorsun?" Suçlayıcı bakışlarına karşılık başımı iki yana salladım.
"Haşa." Kapıya döndüm ve koşar adım yürüdüm. "Gidip istediklerini alacağım."
"Önce ilaçlar!" Dediğini duydum. Duraksadım. Emrine uyarak önce ilaçlarımı içtim. Ardından odadan çktım. Gülerek başımı iki yana salladım. Talepleri asla bitmeyecekti ve aslında onun hırçın tavırları ve bir şeyler aşermesi aşırı hoşuma giden bir durumdu.
Karımın her huyuna başka bir aşıktım.
**********
BÖLÜM SONU.
Bölüm sonunda herkese merhabalar efenim, öncellikle bu bölümü sabırla bekleyen herkese tekrar teşekkür ederim.💖
Hoşunuza gitti mi bölüm? Açıkçası benim sevdiğim bir sürü sahne oldu. 🌸
Özellikle Yavuz Hafsa sahneleri jxjsjdj
Bu arada küçük yıldız işaresine dokunarak oy vermeyi unutmayınız.🤍
Şunu da söyleyeyim, ben bölüm hakkındaki tüm bilgileri Whatsapp kanalımdan atıyorum. Sizden ricam Whatsapp kanalını takip etmeniz. Bazen böyle bölüm gecikme olayları yaşanıyor ve bir çok kişi bilgisiz kalıyor. İnstagramdaki linkten ulaşabilirsiniz. Eğer olmuyorsa tık oktan bana yazın göndeceğim. Tıkladığınız an tüm linkler karşınıza çıkacak ve kanala tıkladığınızda sizi direkt Whatsapp kanalına yönlendirecek.
İki Whatsapp kanalım var, Yazar dünyam. Bilgileri, ve alıntıları attığım kanal. İkinci kanalsa soru cevap kanalı. 💖
Bilgileri verdiğime göre hepiniz Allah'a emanet gelecek bölüm görüşürüz.💖💖💖
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.55k Okunma |
5.77k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |