33. Bölüm

32 BÖLÜM-EZELDEN GELEN SIR

Selin Eliz
selinelizben

Hepinize merhabaa, yeni bölüme hoş geldiniz💖

 

Yıldıza tıklamayı bol bol yorum yapmayı unutmayınız, keyifli okumalar dilerim. 💞

 

****

 

Geçmiş.

 

Narin ayağının ucuyla yerdeki taşı iteklerken derin bir nefes verdi. Gecenin bir yarısı evden gizlice kaçtığın ailesi öğrense herhalde ona dünyayı dar ederdi. Ancak gelmesi gerekiyordu. Başka çaresi yoktu. Devran'ı görmesi gerekiyordu. Son birkaç aydır Devran'ın kardeşim dediği adamla büyük bir kavga içinde olduğunu duymuştu. İshak'ı tanıyordu, hatta Devran İshak'a güvenmiş ve Narin'i ona anlatmıştı.

 

Aralarındaki kardeşlik ne olmuştu da aniden böylesine bozulmuştu?

 

"Eee." Devran'ın yorgun sesini duydu. Başını hızla kaldırdığında ona doğru gelen ve yüzü gözü yaralar içinde olan adamla karşılaştı. İçini endişe sararken koşar adım onun yanına yürüdü.

 

"Devran." Yanında varır varmaz kollarını boynuna doladı. "Çok korktum, babam sizden bahsetti. Saldırıya uğramışsınız. Ne oldu? Ne bu yüzünün hali? İshak mı yaptı?"

 

"İyiyim." Dediğinde acısını bastırdı. Narin ona sarıldığı an omzundaki yara acımış ancak bozuntuya vermemişti. "Küçük bir saldırı."

 

"Küçük mü?" Narin başını geri çekti. Bir elini kaldırıp Devran'ın yüzündeki yaraları izledi. "Resmen dövmüşler seni!"

 

"Narin-" Devran yüzündeki yaralar acırken sevdiği kadının elini tutarak onun avuç içine bir öpücük kondurdu. "Bir şey olmadı, gördün. İyiyim. Evine dön, yokluğunu farketmesinler." Telefonda gelmemesi için çok ısrar etmişti, ancak Narin onu dinlememiş ve gelmişti.

 

"Etsinler." Kararlı fısıldadı. "Etsinler, Devran. Ölmenin istediği, adının kötüye anıldığı o evde kalmak bana kolay mı sanıyorsun?" Devran onun dedikleriyle afalladı. Ardından sevgi dolu gözlerini kadının yüzünde gezdirdi.

 

"E sana kaçalım diyorum, varmıyorsun bu gönlü yaralı adama, onu ne yapalım?" Narin'in yüzüne doğru eğildi. "Söylesene bana fındık burunlu, sevmiyor musun sen beni?"

 

"Vuracağım şimdi sana yaralısın kıyamıyorum. Ne sevmemesi? Seni sevmesem burada işim ne?"

 

"O zaman kaç bana." Kollarını aşağı indirip Narin'in beline doladı. "Ne zaman kollarıma alıp doya doya sarılacağım ben sana?"

 

"Seni ne zaman görmeye gelsem bu konuyu açıyorsun. Bırak beni, evime gideceğim." Narin onun kolları arasından kurtulmaya çalışırken, Devran dilini damağına vurdu.

 

"Bırakmam, hem hani o evde benim adım kötüye anılıyordu? Adımın kötüye anıldığı yerde benim sevdalımın işi ne?" Alayla dudakları kıvrıldı. "Yoksa sende ailen gibi adımı anmaktan vaz mı geçeceksin?"

 

"Ben mi?" Narin öfkeli tavrını bir kenara bırakarak başını omzuna eğdi. "Adını anmaktan hiç vazgeçmem." Devran'ın duydukları üzerine dudaklarına derin bir tebessüm ulaştı.

 

Karşısındaki kadının verdiği söz kalbini ısıtmıştı, ancak bir gün gelecekti o sıcaklık bir kışın ayazı gibi kalbini üşütecekti.

 

********

 

Şimdiki zaman.

 

👀

 

Hafsa Payidar.

 

Serin hava tenime çarparken omuzlarıma sarılı olan battaniyeye biraz daha sarıldım. "Kız delirdi mi bunlar?" Zerda tek kaşını kaldırıp sorarken mangalın başında dikilen abimleri izliyordu. Sırf hamsi istedim diye Yavuz gidip almış aldığı yetmez gibi şimdi de onları pişirmekle meşguldü.

 

"Gece gece hamsiyi nereden bulmuş acaba?" Diye merak içinde sordu, Ceylan. Sesleri duyunca Zahir abide o da aşağı inmiştiler.

 

"Deli bu çocuk bilmiyor musunuz?" Dedi Narin esneyerek avucunun içiyle ağzını kapatıp. "İnatçının teki, bulamadıysa bile esnafı aramıştır neredesin gel diye."

 

"Yok artık abla." Dedim abartı bir sesle. "Yapmamıştır."

 

"Aziz söyledi." Dedi Narin hoşntusuz bir ifadeyle. "Adamın kapısına dayanmış."

 

Gözlerim genişlerken şok içinde Narin'e baktım. Ardından aynı şokla mangalın başında dünyanın en zor işini yaparmış gibi görünen Yavuz'un ciddiyet dolu suratına.

 

"Yavuz gecenin yarisi bahçede ne yapayiz Allah aşkina?" Cafer'in esneyerek sorduğu soruya karşılık Yavuz mangalı yakmakla meşguldü. Herkes uykulu olduğu için tek yaptıkları uyuklamaktı. Süleyman bile kollarını göğsünde kenetlemiş başını Zahir'in omzuna yaslamış ayakta uyumakla meşguldü.

 

"Hamsi." Dediğinde oturduğum sandalyede sessiz bir gülüşle gülmüştüm.

 

"Ne hamsisi ula?" Cafer şok dolu gözlerle başını öne eğdi. "Saat neredeysa bir olayi!"

 

"Karımın ve çocuklarımın canı istemiş." Yandan bir bakış attı Yavuz ona ve tek kaşını kaldırdı. "Karışma işime." Bu hallerine gülmekle meşgulken düşünmeden edemiyordum, acaba esnafı nasıl ikna etmişti?

 

👀

 

1 saat önce.

 

Yavuz Payidar.

 

"Eee?" Devran boş gözlerle önce bana sonra ışıkları kapalı eve baktı. "Esnaf kapalı, adam uyumuş bak evin tek ışığı yanmıyor. Ne yapacaksın?" Evden gece yarısı çıktığım için beni yalnız bırakmamıştı. Her ne kadar peşime takılma desem de ikna edememiştim. Kendi istediğini yapmış ve peşime takılmıştı.

 

"Yarın alamaz mıyız?" Aziz'in sorusuyla derin bir nefes verdim.

 

"Olmaz öyle şey, kardeşimin canı istemiş." Diye diretti, Tufan. Evden çıkarken peşime takılan tek kişi Devran değildi. Son zamanlar başımıza öyle çok şeyler gelmişti ki beni yalnız başıma bir yere bırakmaya hiçbirinin gönlü el vermemişti.

 

Eminim ki diğerlerininde haberi olsa peşime takılacaktılar. Ancak Cafer evde değildi, ne zaman dönerdi bilmem ama fazla geceye kalmazdı. Ve Süleyman'ın kış uykusuna yattığına emindim.

 

"Gidip kapısını çalacağım." Öne bir adım attığım an Devran kolumu kavradı.

 

"Nereye gidiyorsun? Ahmet dayıyı bilmez misin? Sinir küpü adam. Vurur seni."

 

"Ne vurması ulan, memlektimizin insanı yapmaz öyle şey." Dedim, ancak hiç emin değildim. Ahmet dayı her şeyi yapabilecek bir adamdı.

 

"O adam sana günahını vermez."

 

"Günahını isteyen kim?" Kolumu çekerek adımlarımı toprağa basıp yürüdüm. "İstediğim tek şey hamsi, hamsininde alası bu adamda."

 

"Vurduracaksın bizi!" Diye seslendi ardımdan, Devran.

 

"Vurur mu?" Dedi Aziz.

 

"Vurur tabii!"

 

"Vursun, kardeşim için değer." Diyen Tufan gülerek peşime takılmıştı.

 

Ahmet dayının bahçesi yol kenarında olduğundan ve çitlerden başka bir şeyle çevrili olmadığından içeri girmek zor olmamıştı. Zor bir adamdı, ama bende istediğimi almadan gidecek birisi değildim.

 

Etrafa göz gezdirip kapının önünde durdum. Yumruğu kaldırdım ve derin bir nefes dererek tahta kapıyı tıklattım.

 

"İt oğlu, alacaklı gibi çalmasana!" Arkamdan gelen Devran'ın fısıltıyla beni azarladığını duydum. Öyle mi çalıyordum? Farkında değildim.

 

"Alacaklıyım yalan mı?"

 

"Onu mu diyorum?" Burun kemerini sıkarken bana her an küfür etmeye hazırdı. Bir kez daha yumruğumu kapıya vurduğumda gözleri genişledi ve öne adım atarak elini omzuma attı. "Fuşki yiyenin oğli, kapıyi kır istersen!"

 

"Kalkacakları yok." Bıkkın bir nefesle gözlerimi yukarı kaldırıp camlarda gezdirdim. "Aziz, silahın var mı?"

 

"Yok artık." Aziz'in yüzünde dehşet dolu bir ifade belirdi. "Neye benziyorum, magandaya filan mı?"

 

"Fazla beyefendisin." Sabırsızca konuştum. "Niye kalkmıyor bunlar?"

 

"Bak kalkmıyorlar." Devran beni ikna etmeye çalışan bir sesle konuştu. "Gel dönelim."

 

"Dönmem." Sert bir sesle kaldırdım kaşlarım. "Sal beni, bezdum, korkayisan defol git ula!"

 

"Kıçina kurşini yiyince diyeceğum ben saa korkaği!"

 

"Sen ne güne durayisi?" Alaycı çıktı sesim. "Seni kendume siper ederum."

 

"O Cafer'in işi." Dedi, Devran. Haklıydı. Bir günlük abimin yerine geçsem nesi kötüydü?

 

"İyi." Gözlerimi geri kapıya çevirdim. "Cafer'in yoluni izlemeye karar verdum." Yumruğumu kapıya vurdum. "Ahmet dayi, kalk!"

 

"Kış uykusuna yatmış sanarsın." Tufan omzumun üstünden elini uzatıp kapıyı yumruğuyla çalınca Devran ve Aziz şok içinde bize bakmaya başlamıştılar.

 

"Ne?" Tufan tek gözünü kırparak başını iki yana salladı. "Uyandırmaya çalışıyorum."

 

Evin ışıkları yanıp bahçeyi aydınlatınca aynı anda hepimizin başı yukarı kalkmıştı. Ardından cam açıldı. "Ula!" Yaşlı bir ses doldurdu etrafı, hemen ardından pencereden dışa fırlayan tüfeğin ucunu görmek pek hoş bir görüntü değildi.

 

"Al saa hamsi." Diyen Devran'ın beti benzi atmıştı.

 

"Hadi lan oradan, adam silah çıkardı." Aziz'in sertçe yutkunduğunu duydum.

 

"Silah değil ulan o, baya pompalı tüfek." Tufan aynı telaşla fısıldadı.

 

"Ha bileydin şuni!" Kolumu çekiştirdi, Devran. "Yüri!"

 

"Gitmeyim!" Fevri bir haraketle kolumu kurtardım ondan ve geri birkaç adım attım. Gülümsedim. Camdaki adama baktım. "İyi akşamlar Ahmet dayı!"

 

"Mahir'in uşaği?" Ahmet dayı tek gözünü kapatmış diğer gözüyle silahın dürbününden bakarken tam beni nişan aldığına emindim. "Ne arayisin ula sen benum kapimda!"

 

"Hamsi!" Diğerleri delirdiğimi düşünmeye başlarken başımı kaldırdım neşeyle. "Hamsin var mı?"

 

"Hamsi?" Dedi adam şokla. "Sen benu hamsi içun mi uyandırdin gaybana!" Parmağını tetiğe koyup tam ayağımın ucuna yere ateş ettiğinde yerimde zıpladım. Beni vuracak gibiydi. Gözleride deli deli bakıyordu.

 

"Dayı ciddi." Tufan'ın korku dolu sesini duydum.

 

"Dayı ne sinirleniyorsun?" Alel acele konuştum. "Karımın canı hamsi istiyor."

 

"Başlarım saa da karinada, sabahi bekleyemedin mi ula!" Bir ateş daha ettiğinde geri çekildim.

 

"Yavuz, inat etme-!" Devran konuşacakken Ahmet dayı bu sefer onun ayaklarının dibine bir kurşun sıkmıştı. "Sus, hayirsiz Payidar!" Devran geri çekilip Aziz'in koluna tutunurken önce şoka girdi. Ardından duyduklarıyla kaşlarını çattı.

 

"Hayırsız mı?" Gözü seğirdi.

 

"Hayirsiz, gedun ula kapumdan, utanmayi misiniz gece gece siz benum kapima dayanmaya!"

 

"Baba noluyor!" Bir kız sesi duyduğumda Ahmet dayının camının yanındaki odanın camı açıldı. Kızıl saçlı bir kız başını camdan dışarı çıkarırken gözlerinde meraklı bir bakış vardı.

 

"Bişi yok kizum, bahçeye tilki girmuş onlari kovayirim!" Tüfeği hafif aşağı indirdi. "Çıkin bahçemden!"

 

"İstersen öldür, hamsi almadan gitmem!"

 

"Vurduracak misin kenduni kot kafali!" Devran'ın öfke dolu sesini duydum.

 

"Kapa ula çenenu!" Diye çıkıştım ona, ardından Ahmet dayıya baktım. "Bak dayı, bana hamsi lazım."

 

"Burasi pazar mi? Bak bakayim!" Tüfeğin ucunu pencerenin altına vurdu. "Benzeyi mi?"

 

"Benzemiyor." Başımı salladım. "Ama tüm hamsileri toplayıp eve getirmişsin, pazarda yoktu."

 

"Olsa çalacak miydun şerefsuz!" Bir kurşun daha ayağımın dibine sıktığında hızla geri zıpladım.

 

"Dayı olmuyor ama, kaç yıllık tanışıklığımız var!"

 

"Başlatma yılina it oğli, sanarsun evumin uşaği. Yok size Hamsi, get sabahi bekle!"

 

"Bekleyemem, bekleyemeyiz!" İnatla kaşlarımı çatarken ifademde kendinden emin bir bakış vardı. "Hamsi lazım bana."

 

"Nedu ula benum sizden çektuğum? Gedin deyurim!"

 

"Getmam!"

 

"Yaracağim kafani!"

 

"Hamsi."

 

"Hamsi diye diye beyni sulandı çocuğun, Yavuz abim-"

 

"Bahçemde konuşma hayursuz!"

 

"Dayı ne hayırsızı sende taktın he bana-" Devran sesini yükseltip cama bakarken Ahmet dayı bir kurşun havaya sıktı.

 

"İkincuyi çenene sıkarim, kapa ağzuni!" Verdiği göz dağıyla abimin sesi kesilmişti.

 

"Bak dayı karım gebe." Dedim hızlı hızlı. "Canı çekmiş, kaç yer gezdim yok bir yardım etsen." Bakışlarını Devran'dan çekti. Güvensiz gözlerle bana baktı. Birkaç saniye düşündüğünü farkettim. Her ne kadar sert davransada onu ikna edebileceğimi düşünüyordum.

 

"Ne istiyorsunuz siz?" Camdaki kız bize baktığında nefesimi verdim. Ahmet dayının kızı Hülya'ydı bu. Tanımayan yoktu.

 

"Babandan hamsi istiyoruz." Dedim.

 

"Bunun için mi silah çıkardın baba sen?"

 

"Bacım yalnız tüfek o!" Diye düzeltti Tufan onu.

 

"Merak etmeyin, sıkmaz bir yerlerinize." Dedi Hülya ve derin bir nefesle kollarını tahta camın kenarlarına yasladı. "Ver gitsinler baba, kızda gebe zaten. Canı çekmiş belli ki, yoksa dayanmazlar kapına." Diye ikna etmeye çalıştı babasını onun camına doğru bakarak.

 

Ahmet dayı homurdanır gibi bir ses çıkardı. "Eyi, bekleyin buraya! Tek adim daha atmayin!" Elindeki tüfeği camdan kızının camına uzattı. "Atarlarsa vur kizum!"

 

"Nasıl istersen baba." Hülya babasının ona uzattığı tüfeği alıp bize doğrulturken bu olanlar umrumda değildi. Ahmet dayı camdan çekilmiş muhtemelen hamsileri getirmek için aşağı inerken yüzümde derin bir gülüş vardı.

 

"Sırıtıyor birde, öldürüyordun az daha bizi-!" Devran öne yürümek istediğinde Hülya yere tek el ateş etti.

 

"Tek adım yok dedi." Uyarısı bahçeyi doldurduğunda Devran sıkıntılı bir nefes verdi. Öfke dolu gözlerini bana dikti. Bense gururla başımı dikleştirdim.

 

"Ama ikna ettim, kan dökmeden."

 

"Ama dökebilirdin!" Dedi gözlerini berelterek bana bakan, Aziz.

 

"O kadar tırsıntın mı?" Hülya'nın keyifli sorusuyla Aziz gözlerini kısarak başını cana doğru çevirdi.

 

"Ben kimseden tırsmam. Kim olduğumu biliyor musun sen benim-?" Daha o cümlesini bitiremeden ayağının dibine kurşun yediğinde geri çekilip Tufan'ın koluna asıldı.

 

Tufan'la aynı anda kendimizi tutamayıp güldüğümüzde Aziz boş boş önce bana sonra Tufan'a baktı. Rezil olduğu ortadaydı. "Kim olduğundan bana ne? Bahçeme giren tilkiden başka bir şey değilsiniz. Ben olmasam babam vururdu sizi."

 

"Hafife alma bizi küçük hanım." Dedi kendine çeki düzen veren Aziz tek kaşını kaldırarak. "Babandan korksak bahçeye girmezdik."

 

"Siz girmediniz ki, biz sizi sürükledik-" Tufan açıklamasını yaparken Aziz hızla onun ağzını kapatmıştı.

 

"Bozmasana şerefsiz."

 

"Görüyorum, pek bir yüreklisin." Hülya gözlerini devirerek derin bir nefes verdi. Elindeki tüfeği birkaç saniye inceledi ardından omuz silkti. "Kurşun kıçına değmesin diye kaçıp gideceksin neredeyse."

 

"Kızım sen girsene içeri." Aziz öfkeyle konuştu. "Hamsinin bekçisi filan mısın? Alıp gideceğiz."

 

Dilini damağına vurdu, Hülya. "Yok, ama babam beni buraya bekçi diye diktiyse benim de görevim sizi vurmak. Şimdi kapat o çeneni yoksa alnın çatıdan vururum seni artık haftaya da cenaze namazını kılarız."

 

"Çattık kardeşim." Bana baktı. "Hamsi alacak başka yer mi yoktu, Yavuz? Eceli diktin başımıza!"

 

"Korkuyorsan git." Gelişi güzel cevabıma karşılık Aziz çenesini sıktı.

 

"Gidebiliyor muyum? Rüzgar saçımı estirse kız ateş edecek gibi!"

 

"Doğru." Hülya bağırdı keyifle ve tek dirseğini cam kenarına yasladı. "Ederum."

 

"Et." Aziz homurdanır bir ifadeyle önüne dönüp kollarını göğsünde kenetledi.

 

"Bir günümüz normal geçse dişimi kıracağım." Diye gevelendi onların hemen ardından, Devran.

 

Ardından kapı açıldı, kolunun altında tuttuğu kovayla dışarı çıkan Ahmet dayıyı gördüğümde gülümsedim. "İzin var mı dayı?"

 

"Gel, kot kafali. Kızim indur sende silahi!"

 

"Tamam baba." Hülya, tüfeği içeri çektiğinde adımlarımı atarak kapının önüne yürüdüm. Elimi cebime atacakken Ahmet dayı kaşlarını yukarı kaldırdı.

 

"Heç para verme." Kovayı elime tutturdu. "Götür, kız yesin. Paraya gerek yoktir."

 

"Olur mu öyle şey dayı?"

 

"Olur." Elini kaldırdı kafi der gibi. "Hayde, de gedun kapimdan!"

 

"Olmaz öyle, Ahmet dayı." Devran az önce korkudan adını bile unuturken şimdi cibinden para çıkarmakla meşguldü. "Ödeyelim, ne de olsa-"

 

"Senden para filan almam hayirsiz Payidar!"

 

"Ula hangi gevşek takti bu lakabi baa!" Öfkeyle parasını geri cebine tıkıştırdı. "Memleketumizde gavur olduk olacak iş mu?" Söylene söylene arkasını dönüp giderken Ahmet dayının ona dedikleri yüzünden ödeme yapmaktanda vazgeçmişti.

 

"Sağol dayı." Diye teşekkür ettim. "Hadi." Diğerlerine Devran'ın yürüdüğü yolu gösterdiğimde peşime takılmıştılar.

 

"Her Hafsa'nın canı hamsi istediğinde buraya mı geleceğiz?" Dedi Aziz yutkunarak. "Az daha ölüyorduk!"

 

"Başka yerlerde var." Bahçeden adımımı dışarı atarken sırıttım. "Ahmet dayının kardeşi Haşmet dayı, istersen bir dahakine oraya gidelim. Ama söyleyeyim, onun seni kurtaracak bir kızı yok."

 

"Kurtarmak mı?" Aziz yüzünü buruşturdu. "Kız beni öldürüp cenazemi kıldırmakla tehdit etti."

 

"Ne güzel işte." Tufan keyifle kolunun onun omuzlarına attı. "Burda sevdalıklar böyle başlar."

 

"Kıracağım Tufan ağzını burnunu!" Aziz dirseğini kaldırırken Tufan gülerek kolunu onun omuzlarından çekip kenara çekilmişti.

 

"Ne kızıyorsun? O tüfekci. Sen boksör. İkinizde şiddeten anlıyorsunuz."

 

Aziz sabır diler bir nefes verdi. "Ne konuşayisiniz, de hayde gitmeyecek miyiz?" Çoktan arabaya ulaşıp bizi bekleyen Devran hâlâ az önce yaşadıklarının öfkesiyle seslenince ona baktım.

 

"Geliyoruz, hayırsız Payidar." Yüzünün tüm ifadeleri değişirken gülmeye hazırdım. Sanırım ona bundan sonra bende böyle seslenecektim.

 

*******

 

Ertesi sabah.

 

Hafsa Payidar.

 

Yavuz dün gece başlarına gelen her şeyi yemek masasında anlamıştı. Her ne kadar tehlikeye girdikleri için endişelensem bile dedikleriyle beni güldürmeyi başarmıştı. Bunların yanı sıra elinin lezzeti öyle güzeldi ki hamsileri afiyetle yemiştim. İçimi huzursuz eden o aşerme hissi bastırılmıştı. O gece hepimiz odalarımıza dağılmıştık.

 

Ertesi sabah güneşin ışığı pencereden içeri daldığında kuşların sesiyle uyanmıştım. Hava bugün sandığımdan daha sıcaktı. Hepimiz kahvaltı ettikten sonra, salonda bağırışma sesleri duymuştum. Ne olduğuna anlam verememiştim ama aşağı indiğimizde Tufan ve Cafer'in söz dalaşında olduğunu farkettim.

 

"Neler oluyor?" Yavuz merak içinde sorarken abimle, Cafer aynı anda bize bakmıştılar.

 

"Deminden beri kavga içindeler abi." Dedi Süleyman derin bir nefesle dirseklerini oturduğu koltukta dizlerine yaslayarak.

 

"Noluyor?" Gözlerimi abimle Cafer arasında götürüp getirdim. Normalde onların kavga etmesi görülmüş şey değildi. En azından böyle ciddi bir kavga.

 

"Nisa aradı, Cafer'le konuşmak için." Diye açıklama yaptı, Aziz abi. Nisa'nın ismini duyduğumda yüzümdeki rahat ifade bir an gerildi. Onun hakkında ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Son yaptıklarını unutmuş değildim. Bir yanım ona kızamıyor diğer yanım sanırım kırgındı.

 

"Ve Cafer gideceğim diye tutturdu." Abim öfkeyle Cafer'e baktı. "O kızın yaptıklarını bu kadar çabuk mu unuttun?"

 

"Unutmadum!" Cafer hızla yükseldi. "Ama mecburdu."

 

"Kız kendini affetirmek için yeterince şey yaptı, Tufan." Diyerek nefesini verdi, Yavuz. Yaşadığı şeylerde Nisa'nında çok az payı olmasına rağmen yine de onu affetmişti. "Cafer gitmek istiyorsa gitsin." Bir çok şeyi bilmiyordu.

 

Çocuklarımızın sonunu getirecek bir ilacı bana verdiğini, ve Uygar olmasa şu an bebeklerimin belki de hayatta olmayacağını bilmiyordu.

 

"Affedilecek bir yanı yok." Abim bu konuda çok sertti. "Akgün'e çalıştığını en başından bize söylemesi gerekirdi. Asıp kesecek değildik!"

 

"Yapamazdı." Cafer hızla söylendi. "Bizum yanimizda olduği her an üstunde dinleme cihazi varmış!" İşte bunu bilmiyordum. Akgün tüm konuşmalarımızı her an dinliyordu değil mi?

 

O adam gerçek anlamda vicdansız ve merhametsiz birisiydi. Adının bana hisettiridiği tek şeyse tiksintiydi.

 

"Dinleme cihazını çıkarıp atmak bu kadar zor olamazdı."

 

"Ortada bir çocuği var, ne yapmasını bekleyidin!" Nisa'nın yerinde olsaydım çocuklarım için her şeyi yapardım. Onlara zarar gelmesin diye. Annelik duygularım bu yüzden onu çok iyi anlıyordu.

 

"Ya Yavuz'un başına gelenler?" Dedi abim. "Benim kardeşimin yaşadıkları? Suçlu demiyorum. Ama bana onu savunmaya hiçbir hakkınız yok." Fevri bir haraketle öne bir adım attı. "Aşıksın değil mi sen bu kıza? Başkası olsa cehennemin dibine kadar yolu var derdin bir Nisa olunca mı duruyor akan sular? Onun yüzünden benim kardeşimin bebeklerine bir şey olabilirdi!"

 

"Ne?" Yavuz'un ağzından çıkan soruyla gözlerimi sıkıca kapattım. Abimin bunu söylemesine aslında pekte gerek yoktu. "Ne demek bu?" Bana baktı. "Hafsa?"

 

Ona eksik anlattığım şeyler elbette ki vardı. Derin bir nefes verdim. Bunları bilmesini hiç istemiyordum, ancak kehribar hareleri yüzümde dolanırken susmama izin vermiyordu. "Uygar Nisa'yı kızını öldürmekle tehdit edip düşük ilacını bana içirmesini istemişti. Ona düşük ilacı vermiş. Bana vermesi için. Gizlice." Onu daha fazla telaşa ve endişeye sokmak istemiyordum. "Ama Uygar ilacı değiştirmiş. Nisa bana ilacı verirken aslında normal bir su verdiğinden habersizdi."

 

Dediklerimle sanki tüm vücudu kasıldı. Elleri iki yanında yumruk oldu. "O orospu çocuğu.." Dişleri arasından çıkan sesiyle sanki gözlerinde şimşekler çakmaya başladı. "Bizim çocuklarımıza," gözleri karnıma indi. Nefesleri hızlandı. Bunun düşüncesi bile sanki onu delirtti.

 

"Başlayacağım bu işin sabrına, intikamına.." Diye söylendiğini duydum, ardından hızla dönüp kapıya yürüdüğünü gözlerim genişledi. "Yavuz hayır!" Kolunu kavradım. "Düşündüğüm şeyi yapma-"

 

"Bu sefer," Her zerresi öfkeden titrerken elini usulca kaldırdı. Diğer parmakları avuç içlerine doğru kıvrılırken işaret parmağını kaldırdı. "Karışmayacaksın, zamanı var dedim. O piç kurusundan en acı şekilde intikamımı almanın zamanı var dedim. Ama sana el uzattı, yetmedi çocuklarıma bunu yaptı. Hakkım olanı yapıyorum sana dokunan o elinide, sana zehir verme emrini veren o dilinde koparacağım." Beni incitmeyecek, ama tavrını koruyacak şekilde kolunu geri çekti. "Süleyman, Zahir!" Gözlerini benden ayırdı. "İşleri biraz hızlandırıyoruz."

 

Zahir ve Süleyman aynı anda oturduğu koltukta birbirlerine baktılar. Ardından Zahir sırıtarak ayağa kalktı. "Nihayet." Dediğinde ben sertçe yutkundum.

 

Anlamıyordum. Bunca zamandır kurdukları bir intikam planı mı vardı?

 

Tabii ki vardı. Yavuz'un bu olanları görmezden geleceğini hiçbir zaman düşünmemiştim.

 

Kapıya yürüyüp çıktığında, diğerleride onu takip etmişti. Abimle Cafer bile kavgayı kısa süreli bir kenara bırakıp peşlerine takılmıştı. Tek istediğim, başlarına bir şey gelmemesiydi.

 

👀

 

Yavuz Payidar.

 

Sandığımdan daha büyük işler dönmüştü. İlk günden beri Akgün itinin peşini bırakmış değildim, sadece bazı şeylerin zamanı vardı ve bekliyordum. Cihan'ı ortadan kaldırdığım an gidip Turaç ailesine saldıramazdım. Öncesinde biraz ortalık sakinleşsin istemiştim. Çünkü yapacağım şeyin ağırlığının uzunca bir süre konuşulacağına emindim.

 

Yine de bugün öğrendiğim her şeyin sonuncunda daha fazla sessiz kalamayacağımı anlamıştım. Önce karıma zarar vermiştim. Sonra bana. Ve çocuklarımıza.

 

Gerçek anlamda bardağı taşıran son damlaydı.

 

Böyle canice bir şeye kalkışmıştı. Nisa'yıda buna alet etmişti. Ona da çok kızgındım, Uygar bir yerlerde müdahile etmeseydi çocuklarımı kaybedecektim ve buna göz yummuştu. Bir kızı vardı bunu anlayabiliyordum, yine de bana, bize yapılan yanlış can yakıcıydı. Öfkeli bir nefesle avuç içimi direksiyona vurdum.

 

"Buna nasıl kalkışır?" Aklımın almadığı şeyi tekrar ederek kendimi inandırmaya çalışıyordum. "Benden nasıl gizlersiniz!" Yanımda oturan Cafer'e yükselince Cafer mahçup bakışlarını bana çevirdi.

 

"Nasi diyeydum?" Çattı kaşlarını. "Daha bir şey bilmeyidin seni zar zor zaptettik. Aniden çıkıp bir katliam yapamayacağini senda benda çok iyi bileyiz!"

 

"Katliam?" Kaldırdım kaşlarımı sıkıntılı bir ifadeyle. "Onun ben gelmişinin geçmişinin içinden geçeceğim." Bugünden sonra beni kimse durduramayacaktı. "Bana yaşattığını, ona öyle bir yaşatacağım ki öldür beni diye yalvaracak."

 

Ben ne yaşadıysam, karım ne yaşadıysa ona en ağrını yaşatacaktım. "Bu gün alacağız onu." Gözlerimde beliren tehlike Cafer'in içine işledi. "Cihan'ın ölüm haberini duydular mı?"

 

"Tüm masa duydu." Dedi Süleyman arka koltuktan. "Cihan'ın kesik parmağı ellerine ulaşır ulaşmaz hepsinin beti benzi attı zaten abi." Cihan'ı öldürdüğüm gece ufak bir mesaj olsun diye o gece herkesi masaya toplamış ve Cihan'a ait bir parçayı masaya göndertmiştim.

 

O günden sonra bana düşman kesilen birkaç kişi daha geri çekilmişti. Ancak bu Turaç ailesi, bir türlü yakamdan düşmeyen, silinip gitmeyen bir leke gibiydi.

 

Silinip gitmeye meraklı değillerse, ben pekâlâ onları silmeye hazırdım.

 

"Devran'a haber verecek miyiz?" Aziz'in sorusuyla afalladım.

 

"Başlarım Devran'ına." Ona da çok kızgındım. Tüm bunları bildiğine adım kadar emindim.

 

Yine benden her şeyi gizlemişti.

 

"Bu işi kendimiz halledeceğiz." İlk durak, Turaç malikanesiydi.

 

*****

 

Devran Payidar.

 

"İshak?" Deminden beridir eşiğinde durduğum kapıdan sonunda içeri bir adım attım. Kaç gündür İshak'ı gördüğüm yoktu. Ara sıra süren kısa konuşmalarımız dışında doğru dürüst sohbet edememiştik. Bu aylarda genelde kendi kabuğuna çekildiğini biliyordum. Yine de onu yalnız bırakmaya gönlüm el vermiyordu.

 

Yine her zamanki gibi, bir şişe içkiyi boşaltmıştı. Masasında tek bir resim vardı, Berna'ya ait. Gözleri aldığı alkolden kızarmıştı. Omuzları çökmüş, saçları dağılmıştı. Adını andığımı duyduğu an ağır bir ifadeyle gözlerini bana çevirmiş ama geri resime indirmişti. Berna'nın öldürüldüğü o lanet aya girmiştik.

 

Bu konuda asla İshak'ı yalnız bırakmak istememiştim. Ama bir zamanlar Berna'nın katlini ben sandığı için uzun bir süre mecburen yanında olamamıştım.

 

Masaya doğru yürüdüm. Kalçamı kenarına yaslayarak derin bir nefes verdim. "İyi görünmüyorsun." Bakışlarımda derin bir yumuşaklık vardı.

 

Kardeşimi böyle görmek kolay değildi.

 

"Birkaç sigara içiyorum." Ne kadar içmişse sesi bile ağırlaşmıştı. "İzmaritleri yerde." Birkaç sigara değildi, çok fazla içmişti. "İki şişe bitirdim." Güldü sessizce. "Birinci çöpe attım, Berna çok kızardı."

 

"Berna bir şişe içinde kızardı." Kendini mahvettiğinin farkında değildi.

 

"Berna bana zarar verecek her şey için kızardı." Gözlerinde kendini suçlayan bir adamın bakışları yer edindi. Ama asla resimi terketmedi. Berna ile kendisinin çekindiği bir resim, çerçevenin içinde geçmişin en güzel anılarıyla dikiliyordu orada.

 

"Ona içki içmeyeceğim diye söz vermiştim." Sıkıntılı bir nefes çekti içine. Sızlanarak kıpırdandı ve öne eğildi. Ellerini resmin iki yanına yerleştirdi. "Onu kaybettiğimi ne zaman anladım, biliyor musun, Devran?" Göz ucu bana baktı. "Tekrar içkiye başladığımda." Ağır bir tebessüm etti. "Berna olsaydı, ben o sevmiyor diye içkiye ağzımı sürmezdim. O yoktu, ben tekrar içmeye başladım. Aşağlık adamın tekiyim. Karımın.." ölüsüne bile saygım yok.

 

Bunu diyecekti, oysa daha Berna'nın ölümünü diline bile getiremiyordu.

 

"İshak-"

 

"Onların yanında olmak istiyorum." Resmi masaya bıraktı, yerinde sendeleyerek ayağa kalktı. "Kendime bir faydam yok, bu dünyada yaşamamı gerektirecek bir sebep yok." Ağırlaşmıştı göz kapakları. "Berna'nın olmadığı bunca seneyi niçin yaşadım ben?"

 

"İshak, böyle söyleme." Masadan ayrılarak ona doğru yürüdüm. "Dünyanın sonu gibi davranıyorsun." İyi bir teselli edici değildim.

 

"Öyle anasını satayım!" Bir adım geri sendeledi. "Bu içine ettiğimin dünyasında yaşamam için bir sebep yok!" Ellerini birbirine vurdu. "Karım yok, çocuğum yok. Ben yokum ulan!"

 

"Öyle demek istemedim." Gözlerimi kapatarak derin bir nefes verdim. Ardından elimi onun boynun arkasına sararak kendime çektim. "Biliyorum zor kardeşim." Kısık nefeslerle bana yaslanmıştı. "Ama yaşamam için bir sebep yok deme, ben varım. Ben senin kan kardeşin değil miyim?" Alnı alnıma yaslı gözlerimde yerini koruyan savaşçı bir bakış. Onu da kaybedemezdim.

 

"Sen yaşarsın lan." Diye geveledi. "Dokuz canlısın sen, vur vur ölmüyorsun." Sesli bir gülüş kaçtı burnumdan. Bunun yanı sıra hüzünlü.

 

"İltifat olarak kabul edeceğim."

 

"Ettiğim en ağır küfürdü." Sarhoş bir sesle başını kaldırdı. "İltifat değildi."

 

"Bana güzel bir söz ettiğin görülmüş şey değil, şaşırmadım." Elimi omzuna yasladım. "Böyle şeyler bir daha senden duymak istemiyorum, İshak. Sen kardeşimsin." Onsuz bir hayat düşünmek istediğim bir şey değildi.

 

"Sende öylesin." Başını omzuna çevirerek masanın üstündeki resime baktı. "Ama çok özledim." İç çekti, gözleri doldu. "Dayanılmaz bir acı, Devran. Anlayamazsın. Senin sevdiklerin hayatta ulan, sevdiğin kadının en azından nefesini duyuyorsun ama benim ki, benim karım sevdiğim kokusunu bastıran bir toprağın altında." Dedikleri kelimeler sert bir şekilde göğsüme çarparak kalbime ulaştı.

 

Benim sevdiğim kadın nefes alıyordu. Ve o nefes almasaydı neler yapardım bilmiyordum. Onun nefes almadığı bir hayat bana cehennem olurdu. Ve kızım, onun kılına zarar vereni mahvederdim.

 

Ona sarılmaktan başka bir şey gelmedi elimden. Bana karşılık verdi, çünkü dayanacağı tek dağ bendim. Onun bir ailesi yoktu, çevresi yoktu. Bir Berna vardı, bir ben vardım. Berna gitti, ve geriye bir tek ben kaldım.

 

"Kızının elinden tut, Devran." Dedi nefes nefese. "Kızının yanında ol oğlum, kızını bırakma." Dişlerimi sıktığımda boğazıma oturan yumuruyu yutamadım. Her geçen gün biraz daha içimdeki intikam ateşi diniyordu. Ve ben biraz daha anlıyordum, nasıl bir hata yaptığımı.

 

"Dönmeliydim." Dedim ağır bir nefesle. "Gözümü açtığım ilk gün dönmeliydim değil mi kardeşim?"

 

"Yapmalıydın." Hafif geri çekilerek yüzüme baktı. "Sana sizi kaçırayım dedim, kızını sevdiğin kadını al git dedim." Bana sunduğu imkanları o zaman gözümü boyayan intikam uğruna redettmiştim.

 

"Biliyorum." Omuzlarım çökerken içimde de bir şeyler yıkıldı. Bir gerçek vardı, yaptığım hiçbir şey geçmişin acısını silmemişti. Öz babamı öldürmüştüm, pişman değildim. Ama kırgındım.

 

Bana yaptıklarından dolayı çok kırgındım. Hepsi bununla sınırlı kalmamıştı. Bana yaşattığı şeyin farkndaydım, ama bundan önce Yavuz'u bile isteye Kemal'in ellerine bıraktığını öğrendiğim an o adamın yaşamasına izin verme kararımdan vazgeçmiştim. Gerçekten bir an olsun intikamımın içinden babamı çekip almak istemiştim, ancak Yavuz'un başına gelenleri öğrendiğim an bu kararımı tozlu raflar arasına itmiştim.

 

Benim babamın Kemal denen itten bir farkı yoktu.

 

"Kendimden başka kimseyi yakmadım anasını satayım." Ellerimi İshak'ın omuzlarından çekerek sesli bir nefesi burnumdan dışarı verdim. "Bir kızım var neyi nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum, kardeşlerim var beni affetmiyor. Yavuz dün bana ne dedi biliyor musun?" Sandalyelerden birine oturduğumda o da beni takip etti.

 

Çalışma masasıyla karşı karşıya olan iki sandalyeye oturduk. Masanın üstündeki içki şişesini alıp bana uzattı. Üçüncü şişenin kalan yarısıydı, diğer yarısıda böyük ihtimalle onun midesindeydi. "Dün bana çocuklarımın amcasısın dedi." İçkiyi kafama diktim ve birkaç büyük yudum aldım. "Sonra, ona yaptığım her şeyi teker teker hatırladı, içindeki acı yüreğimi dağladı, İshak..Yavuz'u mahvettim. Cafer desen yüzüme baktığı yok, Narin.." iç çektim. "Narin bana nefret kusuyor." Utanmasam çocuklar gibi ağlayacaktım.

 

"Haklı." İshak'ın yorgun sesine karşılık başımı kaldırıp ona baktım.

 

"Ağzını burnunu kırardım, ama haklısın." Gözlerimi elimde tuttuğum içki şişesine indirdim. "Herkes haklı, bu hikayenin tek haksız ve aşağılık olanı benim." Bir gerçek vardı, insanların canını çok yakmıştım. Neredeyse kendi yeğenlerimin ölümüne bile sebep oluyordum.

 

Nasıl bir adama dönüşmüştüm ben? Hafsa karşıma geçip benden hesap sorduğunda bir hayli haklıydı. Attığı tokatı sonuna kadar haketmemiştim. Nadir haklıydı, bir yerlerde kendi hayatımı öz kardeşime ve onun karısına yaşatmıştım. "Ben kendimi nasıl affetireceğim oğlum?"

 

"Bilmiyorum." İshak omuz silkti ve başını geri yasladı. "Ben olsam, kafana iki kurşun sıkıp seni Karadeniz'in dibine gömmüştüm. Bana sorma."

 

"Hiç yardımcı olmuyorsun."

 

"Sen benim karıma çocuklarıma zarar vereceksin, yetmedi beni hapse attıracaksın birde baba katili damgası yiyeceğim." Yüzümü buruşturdım söylediği her şeyle. "Ben seni eşşek sudan gelene kadar döver, Karadeniz'in dibine gömer üstünede iki araba beton dökerdim."

 

Yapmadığı şey değildi. Berna'nın tüm kattilerini en acı şekilde öldürmüştü.

 

"Bazen çok ürkütücü oluyorsun."

 

"Yavuz bunları yapacak biriydi." Mavi irisileri bana bir şeyi kanıtlamanın çabasını sürdürdü. "Yavuz'un gözlerinde bunu yapacak bir ateş vardı. Onu durduran hem sana olan sevgisiydi hemde Hafsa."

 

"Bana olan sevgisi mi?" Başımı iki yana sallarken yarım ağız bir tebessüm ettim. "Ortada bir abi kardeş bağı bıraktığımı düşünmüyorum."

 

"Evine geldi. Silahla, dikildi karşına. İki yumruktan fazlasını yapamadı. O çocuk abi katili olmak istemiyor."

 

"Ama ben onun katili oldum." Kendimden tiksiniyordum. Elimdeki içkiyi sehpaya bıraktım. "Ölümün eşiğinde olan kardeşime neler yaşattım ben?" Hayretler içinde konuştum. Tüm bunları yapmış olmama akıl sıra erdiremiyordum. "Onun hayatını kurtaran benken tekrar hayatını mahveden de ben oldum." Derin bir nefes kaçtı ağzımdan. "Vazgeçtim bu intikamdan."

 

"Sen?" İshak şaşkınlıkla konuştu. "Bırakacak mısın diğerlerinin peşini?"

 

"Yaptığım her şey zarardan başka bir işe yaramadı." Gözlerimde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama İshak'ı vazgeçtiğime ikna etmiştim. "Kızıma baba olmak istiyorum."

 

"Peki Narin?" Kanayan yaramı daha fazla deşecek o soruyu sorduğunda bakışlarımı aşağı indirdim.

 

"Bilmiyorum." Dizlerime dayadığım dirseklerimi biraz daha bastırdım öne doğru. "İzin verirse, tekrar oluruz. İzin vermezse, çık beni affet demeye hakkım olmadığını ikimizde çok iyi biliyoruz. Yüreğimi yakıyor mu? Yakıyor. Beni affetsin istiyor muyum? Hakkım yok ama istiyorum." İçim daraldığında başımı geri atarak sıkıntılı bir nefes verdim. "İshak ben aşkımdan geberiyorum."

 

İshak'ın dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi. Ağır ağır başını salladı. "Görüyorum." Nasıl acı çektiğimin farkındaydı. "O da sana aşık, ama gururu aşkından ağır basıyor."

 

"Reva mıdır?"

 

"Revadır." Dedi İshak hiç acımadan. "Senin de intikamın aşkından ağır basmıştı."

 

"Yalanda olsa keşke reva değil deseydin."

 

Dilini damağına vurdu. "Yalan sevmem."

 

Haklı konuşması bir yerlerde canımı sıksa bile diyecek sözüm yoktu. Yaptığım her şey ortadaydı. Bugün Narin bana böyle davranıyorsa tüm sorumlusu bendim. Sandığımdan daha ağır bir intikam oyununa girmiş, biraz olsun kazanmış ama en büyük varlıklarımı kaybetmiştim. Ailemi.

 

********

 

Yavuz Payidar.

 

"Neredeyim ulan ben!" Sandalyeye zorla bağlanan Akgün'ün sesi dişleri arasından bir hayli zorla çıkıyordu. Bu güne kadar ona tanıdığım zamanın sonuna gelmiştik. İçinde bulunduğumuz depoda ne o kaçabilecek durumdaydı, ne de yardım alabilecek.

 

"Günaydın." Süleyman neşeyle onun başına geçirdiğimiz torbayı çıkardığında Akgün'ün bozulan suratını izlemek bir hayli keyif vermişti. "Ne o?" Tek gözünü kırptı elindeki poşeti kenara atarken. "Beklemiyor muydun? Kıymetini bil. Taş gibi kaç tane adam var karşında." Akgün yeşil irislerini üstümüzde gezdirdi.

 

Uzun zamandır güçlü bir koruma altındaydı. Onu bugün tek yakalamak biraz zor olmuştu ama başarmıştık. Bunu beklemiyordu, bu kadar hızlı haraket etmemi beklemiyordu. Ona yaptığım şeyin iki kurşunla sınırlı kalacağını sanmışsa, büyük yanılmıştı.

 

"Niye getirdiniz beni buraya?" Soğuk bakışlarını yüzüme diktiğinde nefretinin bana olduğun biliyordum. Pek bir farkım yoktu, bende ona aynı nefretle bakıyordum. Benden 20 günümü çalmış, karımı kaçırmış, ve çocuklarıma zarar vermeye kalkışmıştı. Onda açtığım kurşun yaraları belki henüz iyileşmemişti, ama hiç sorun değildi. Yenilerini yaşayacaktı.

 

"Niye getirdik seni buraya?" Gömleğimin kollarını sıvarken burun deliklerimden ciğerlerime doğru derin bir nefes çektim. Sakinleşmek için değildi, daha fazla öfkemi körüklemek içindi ciğerlerime doldurduğum bu nefes. Tam karşısında durdum.

 

"Ne bu?" Dudaklarından sinirlerimi bozacak bir sırıtış yer edindi. "Yeni oyunun mu?" Başımı usulca ona doğru çevirdim. Nasıl da tanıyordu beni.

 

"Yeni oyunum." Yumruğumu kaldırdığım an suratına çarpması ve acı dolu homurtusunun depoya dolması bir oldu. "Tanışalım," Keyifli bir nefesle fısıldadım. "Bu sefer kurallar farklı." Yakasını tutarak onu kendime çektim. Sandalyede kalkacak gibi oldu ama elleri bağlı olduğundan fazla haraket edemedi. Yediği yumruğun etkisinden çıkmaya çalıştı. Titreyen gözkapaklarını bana çevirdi. Şu an serbest olsa benimle derin bir kavgaya girebilirdi. Maalesef ki böyle bir şansı yoktu. "Bu güne kadar beni durduran, Devran'dı." Yalan yoktu, beni dizginleyen daha yeni kan döküldüğünün Cihan'dan sonra hemen atağa geçmenin doğru olmadığını söylemişti.

 

Bugünse, beni durduracak bir Devran yoktu.

 

"Ama bugünden sonra, Akgün." Öfkeden titrerken yüzüne doğru eğildim. Yaptığı her şey gözümün önünden film şeridi gibi geçiyordu. "Karımın gözünden akan her damla yaş için, sana cehennemi yaşatacağım ne o baban, ne de güvendiğin amcan seni kurtaracak bir şey yapamayacak." Bu sefer esir oydu. Yeşil irisilerinde duygusuz bir adamın bakışları vardı. Benden korkmuyordu. Ama, benden kurtulamayacağınıda çok iyi biliyordu.

 

"Ve çocuklarıma gelecek olursak." Elimi sağa uzattım. Süleyman vakit kaybetmeden elindeki bıçağı bana verdi. Diğerleri sessizce izlerken bana karışacak tek bir harakette bulunmuyordular. "Onların canını almaya çalıştığın her an için seni biraz daha öldüreceğim." Bıçağı hiç düşünmesine fırsat bile vermeden yanağının sağına bastırıp derin bir kesikle aşağı kaydırdığımda iniltisini bastırmamıştı.

 

Yanağından anında aşağı akan kanlar, bıçağa oradan parmaklarıma bulaştı. Bense bu durumdan hiç şikayetçi değildim, ancak o bir hayli öyleydi.

 

Onu öfkelendiren canının yanması değildi. Onu rahatsız eden benden bir iz almış olmasıydı.

 

Oturduğu sandalyede tüm vücudu kasılırken ayağa kalkmak istemiş ancak onu bağlı tutan ipler buna izin vermemişti. "Bu oğlum içindi." Hemen çenesinin altına bir çizik daha attım. "Bu kızım için." Ağzından çıkan acı dolu iniltiyi haykırışa çevirdi.

 

"Orospu çocuğu!" Diye bir küfür savurduğunda yüzünden boğazına akan kanlar tamda görmek istediğim bir manzaraydı. Bu izler benden ona hatıra kalacaktı, bundan sonra hayatına böyle devam edecekti ki 20 günden fazla yaşamayacaktı. "Bunu senin yanına bırakmayacağım!" Dişleri arasında konuştuğunda alayla kaşlarımı kaldırdım.

 

Elimi yanağından uzaklaştırdım. Bıçağın sapını daha sıkı kavradım. Şöyle bir durumda beni tehdit edemezdi.

 

"Kendine çok güveniyorsun değil mi, Akgün?" Bıçağı sertçe bacağına sapladığım an sandalyede irkilerek dişlerini sıkmış ve başını çok az geri yatırmıştı. "Seni bırakır mıyım sanıyorsun?" Ona bakarken saf nefret tüm vücuduma ulaşıyordu. "Bugünden sonra tüm hayatın ellerimde, bense o hayatının içine etmekten başka bir şey yapmayacağım." Onu sandalyeye doğru bastırdım. Yakasını sıkıca tuttum. "Karıma dokunarak hayatının hatasını yaptın, Turaç. Bugün intikam sırası bende."

 

Başımı kaldırıp Zahir'e baktım. "Ne yaşadıysam aynısını yaşayacak." Yakasını iterek başımı kaldırdım. "Daha fazlasını yaşayacak." Aynı benim kadar elinde olsa Akgün'ü parçalara ayrımaya hazır olan Zahir bu durumdan fazlasıyla memnundu. Bu piç kurusu sadece benim değildir, Zahir'inde sevdiği kadına ve kardeşi dediği kıza zarar vermişti.

 

Bıçağı aynı hızla bacağından çıkardığımda yüzü acıyla kasıldı. Her zerresi titredi.

 

Sadece bunla sınırlı değildi. "Damat, izin ver şunun ağzını burnunu kırayım." Tufan'ın sözlerinin ardından Aziz konuştu. "Bende kolunu bacağını kırsam, rahatlarım gibi."

 

"Düzneli olun oğlum." Rahat bir edayla onlara baktım. "Haftanın günlerini bölüşelim." Onu her gün sırayla dövsek, bir sorun olacağını düşünmüyordum.

 

Dudaklarımdaki sadist sırıtışın onun kafasını karıştırmaya başladığının farkındaydım. Başına ne geleceğini çok merak ediyordu.

 

"Pazartesi ben döverim." Diye hemen atladı, Tufan.

 

"O zaman salı bende." Dedi Aziz, daha şimdiden Akgün'e yapacaklarını düşünerek gözlerini üstünde gezdirip.

 

"Çarşamba ben." Süleyman'ın keyifli sesiyle Cafer gözlerini devirdi.

 

"Ula sen kan görmeye dayanamazsun."

 

"Kan göreceğimi kim söyledi? Remziyeyi getireceğim kulağını kemirsin." Diye gururlandı, Süleyman.

 

"Mantikli." Akgün hepimize delirmişiz gibi bakarken açıkça içinde bir yerlerde ürkütüğünü biliyordum.

 

"Baa haftanin geriye kalan tüm günlerini verun." Zahir derin bir nefesle yerinde kıpırdandı. "Bir gün yetmez baa, bunin pekmezini akitmadan rahatlamam."

 

"Geriye kaç gün kalayi ula?" Cafer birkaç saniye düşündü. "Üç gün. Üç gün uykusuz nasi kalacaksin ula sen?"

 

"Dinlene dinlene döveceğum." Zahir deli bir ifadeyle tebessüm etti. "İlk gün koluni kıracağim, ikinci gün bacağini, üçüncü gün direkt kafasini."

 

"Öncesinde ben." Süleyman'a baktım. Mesajımı anlamış gibi başını salladı. Birkaç adımla uzaklaştı, hemen ardından elindeki bir demirle geri dönüp onu bana uzattığında başımı dikleştirdim. "Önce ben hırsımı alayım, ondan sonra 20 gün boyunca size emanet." Keyifle tebesüm ettim. "İstediğiniz gibi emanetime ihanet edebilirsiniz." Gözlerimle iplerini gösterdim. "Süleyman, çöz şunu. Böyle bağlıyken her şey çok sıkıcı olur." Kemiklerini kırmadan bugün bu iti rahat bırakmayacaktım.

 

"Saçmalıyorsun." Akgün'ün yutkunduğunu duydum. Kuyruğunu kıstırmış bir kediden farksızdı. Cesur görünmeye çalışıyordu, ama öyle değildi. "Amcam bunu öğrenirse-"

 

"Amcanada sıra gelecek." Ben konuşurken, Süleyman onu çözdü. Harelerimde boş ama bir o kadar da ürkütücü olabilecek tehlike yer edindi. "Önce sen." Bu gece sağ kalırsa, diğer tüm günler sadece ölümü dileyecekti.

 

👀

 

Hafsa Payidar.

 

"Bu nasıl??" Zerda üstüne tuttuğu elbiseyle sağa sola sallandı. Ceylan'ı ve beni puf koltuklara oturttmuş deminden beri kıyafet seçtiriyordu.

 

"Yok." Narin dilini damağına vurarak Zerda'nın gardorpunu karıştırdı. Zerda'nın elindeki beyaz elbiseyi kaparak pembe ama tatlı tonlarda olan elbiseyi ona uzattı. "Bu nasıl?"

 

"Çok çocuksu değil mi?" Ceylan çattı kaşlarını. "Ay abla bu ne." Ayağa kalktı, Zerda'ların yanına yürüdü. Zerda'nın gardorpunu karıştırmaya başladı. Eline geçen ve beğenmediği elbisleri yatağa fırlattı. Dağınık bir insan olduğu her halinden belliydi.

 

"Ceylan dağıtmasana." Narin'in nazik uyarısıyla Ceylan nefesini verdi.

 

"Hepsi çok çocuksu." Mavi bir elbiseye alıcı gözüyle bakıp beğenmeyerek kenara atınca Zerda'nın gözleri genişledi.

 

"Yalnız o en sevdiğim-!"

 

"Bak bu!" Siyah bir elbise kaparak onu çıkardı, Ceylan. "Sana çok yakışır."

 

"Kızım o ne?" Narin şokla izledi Ceylan'ı. "Cenazeye mi gidiyoruz, tövbe tövbe."

 

"Niye ya?" Ceylan'ın neşeli yüzü solarken bana baktı. "Çok güzel değil mi, Hafsa?"

 

"Bilmiyorum, açım." Diye nefesimi verdim. "İki saatir burdayız, çok acıktım!" Telefonumu aldım yanımdaki masadan. "Yavuz'da açmıyor zaten telefonlarımı." Somurtarak mesajlara girdim, bir kez daha söhbeti açarak yukarıdaki arama butonuna tıkladım. "Göstereceğim ama ben ona telefonumu mu açmamak neymiş!" Telefonu kulağıma tuttum. "Allah'ın zalımı, karın hamile. İnsan bir der ki evde hamile karım var, hani durmadan aşeriyor."

 

"Hafsa-" Zerda'nın sesini kestim.

 

"Bak yine açmıyor!" Telefon kulağımın dibinde dıt dıt öterken öfkeyle onu kapattım. "Acıktım yine ben, niye sürekli acıkıyorum!" Kafamı geri yasladığımda Narin hariç hepsi bana delirmişim gibi bakıyordu.

 

Narin'in güldüğünü duydum. "Ne istiyorsun?"

 

"Tatlı bir şeyler." Dedim küçük bir çocuğun edasıyla. "Ya da tuzlu."

 

"Bir ortası var mı?" Ceylan'ın neşeyle sorduğu soruya karşılık omuz silktim.

 

"Canım ikisinide çekiyor."

 

"Ben anladım, kesin erkek olan acı bir şeyler istiyor, kız olan tatlı."

 

"Bilmiyorum." Avuç içimi karnıma yasladım. "Tek bildiğim şey aç olduğum, evde turşu var mı? Canım turşu istedi."

 

"Az önce tatlı, sonra tuzlu-"

 

"Şimdide ekşi bir şey istiyorum." Dediğimde hepsi bir ağzıdan gülmüştü.

 

"Anlaşıldı, bu akşam bol bol yemek yapacağız." Narin'in şefkatli sesiyle ona baktım.

 

"Yapacak mısın?"

 

"Normalde böyle şeyleri kız evi yapar ama, madem canın istiyor yaparım."

 

"Bende yardım ederim." Dedi Zerda ve yanıma adımladı. Koltuğumun yanında aşağı eğilerek işaret parmağını karnıma vurdu. "Madem küçük hanımefendi ve beyefendi istiyor, emirlerine amadeyiz." Sözleriyle tebessüm ettim.

 

"Bende istediğin her şeyi sipariş ederim." Dedi Ceylan. "Yemek yapmak için fazla üşeniyorum." Sesli bir şekilde güldüm.

 

"Zahir abiyle benzer bir huyunuz daha."

 

"Yok, o benden daha enerjik." Dedi Ceylan, ve omuz silkti. "En azından insanları dövmek konusunda epey hevesli."

 

"Bence seni öpmek konusunda da öyle." Zerda sırıtarak kolunu koltuğun kolçağına yaslayarak yanağınıda üstüne yasladı. "Sonuçta, sizi mutfakfa öpüşürken-" daha o sözünü tamalayamadan Ceylan elindeki elbiseyi yüzüne fırlattı.

 

"Sen bizi mi dikizliyorsun!"

 

"İftira atma bana!" Zerda yüzüne çarpan elbiseyi yerden alıp geri Ceylan'a fırlattı. "Su içmeye gelmiştim. Ayrıca o kadar meşguldünüz ki beni farketmediniz bile." Her sözle daha fazla kızaran Ceylan ablası bunları duyduğu için daha bir utanıyordu.

 

"Siz ne yapıyorsunuz sanki? Geçen banyonun önünden geçerken gördüğümü unutmadım."

 

"Ne gördün?" Konu abimle Zerda'ya gelince pek bir meraklıydım. Onları çocukkende izlemek çok hoşuma giderdi. Her zaman benim favori çiftimdiler.

 

"Abin yaslamış bunu duvara nikahlı karısı gibi öpüyordu."

 

"Sussana sen!" Zerda kaşlarını çatdığında kınar gözlerle ona baktım.

 

"Yavuz aldığı evin böyle şeyler için kullanıldığını öğrenirse en kısa sürede sizden de evden de kurtulacak." Diye hayıflandımda Narin çocuklarını azarlar gibi bize baktı.

 

"Daha evlenmeden ne oluyor size?" Ceylan'ın kolunu çimdikledi. "Sana ne oluyor?"

 

"Ne var abla ya?" Ceylan somurtarak kolunu okşadı. "Evleneceğiz işte."

 

"Cevap verme ablaya."

 

"Ne var ya? Sen evlenmeden çocuk yapmışsın!"

 

"Bak şuna!" Narin öfkeyle sesini yükseltti. "Aynı şey mi?!"

 

"Aynı şey!"

 

"Ceylan bak, alırım ayağımın altına." Narin'in uyarı dolu tehditine karşılık Ceylan omuzlarını düşürdü.

 

"Tamam, sustuk."

 

"Nerede bu Yavuz ya?" Onların didişmelerinden tamamen uzak kafamı telefona gömmüş Yavuz'a saydırmakla meşguldüm.

 

"Tüm derdin bu mu kardeşim?"

 

"Tüm derdim kocam." Dedim Zerda'ya bakmadan. "Ve açım, git bana yemek getir."

 

"İyice köle olduk." Derin bir nefesle doğruldu, Zerda. "Sana yemek getireceğim, sonra beni akşama hazırlayacaksınız. Saat kaç oldu benim daha giyecek elbisem yok!" Onun söylene söylene odadan çıkmasının ardından bende mesajlarda Yavuz'a saydırmaya devam etmiştim.

 

Saatler sonra artık herkes ne giyeceğini seçmişti.

 

Ceylan siyah bir elbise giymişti. Bu ondan beklediğim bir şeydi, kazak gibi boynunu saran elbise aşağı kadar uzanıp dizlerinde bitiyordu. Belinde takılı ince bir kemer vardı. Zerda onu ikna etmese makyaj bile yapmayacaktı, ancak ısrarlarımızı dinlemiş ve hafif makyajla birlikte saçlarını at kuyruğu toplamıştı.

 

Narin, o daha eski tarzlar kadınıydı. Ama yalanı yoktu ne giyse yakışıyordu. Kollarının yarısına uzanan gece mavisi bir elbise giymişti. V yakası aşağı uzanıyordu ancak bir dekolte vermiyordu. Sarı saçları omuzlarına dökülüyordu. Zerda, Ceylan yetmez gibi onuda süslenmeye ikna ettiği için gözlerini ortaya çıkaracak bir far uygulamış ve ağır olmayacak bir makyaj yapmıştı.

 

Zerda, esas kızımız oydu. Üstünde gökyüzü mavisi bir elbise vardı, elbisenin omuzu çarpraz ilerleyerek sol omzunda birleşiyor, ve kalan kısmı açıkta bırakıyordu. Dizlerine kadar uzanıyor ve belini sıkıca sarıyordu. Saçları omuz hizasından hafif dalgalı uzanırken yüz hatlarını meydana çıkaracak bir makyaj yapmıştı. "Bak ne yapın ne edin kavgasız gürültüsüz yapın şu işi." Dedi rimelini süren Zerda aynadan arkasında duran Narin'e bakarak.

 

Açıkça Devran kız evi olduğu için, Zerda bir hayli korkuyordu. Narin'le nerede birbirlerini görseler kavga etmeye başlıyordular.

 

"Merak etme sen, bu gece takacaksınız o yüzüğü." Dedi Narin ve Özlem'in saçlarını toplamayı bitirip ellerini onun karnının iki yanına koyarak kendine çevirdi. "Oh ballim benim." Özlem'in yanağına sulu bir öpücük kondurup ardından bordo rujunun izini sildi. "Çok güzel oldun."

 

"Öyle mi oldum?" Özlem üstündeki beyaz elbisenin eteklerini tutarak kıpırdandı. "Güzel olmuş muyum, Hafsa abla?"

 

"Gecenin en güzel kızı olmuşsun." Yanına ilerleyerek aşağı eğilip yanaklarını sıkıştırdım.

 

"Zerda abladan daha mı güzel?"

 

"Zerda kimmiş yanında?" Ceylan yeğenine bir teyzenin gururlu bakışlarıyla ve sevgiyle baktı. "Ondan kat kat güzelsin."

 

Zerda, Ceylan'ın sözlerine gözlerini devirdi. Ardından sandalyesinde geriye dönerek elindeki allık fırçasını Özlem'in burnuna sürttü. "Benden daha güzelsin fıstığım. Yıldız gibi ışıldıyorsun." Onun sözleriyle Özlem kıkırdarken Narin gülümseyerek ayağa kalktı.

 

"Bizim artık gitmemiz gerekiyor." Özlem'in elini tuttu. "Erkek eviysek, onlarla gelmem daha doğru olur. Süleyman aradı biraz önce, beni almak için araba göndermiş Devran efendi."

 

"Süleyman aradı mı? Yavuz'u sordun mu?"

 

"Sordum." Narin nefesini vererek Özlem'i kucağına aldı. "Tufan'a takım seçiyorlarmış."

 

"Öyle diyorlarsa öyledir." Dedi Zerda. "Süleyman'ı bilirsin, yalan söylemeyi beceremez."

 

"Ama yine de bu telefonlarımı açmadığı gerçeğini değiştirmez." Diye homurdandım. "Tamam hadi gidin siz, akşam görüşürüz."

 

Dediklerimin ardından onlar ayrılmıştı.

 

Gece şöyle olacaktı.

 

Abim, Zahir, Narin, Ceylan, Cafer, erkek tarafı.

 

Yavuz, ben, Aziz, Zerda, Süleyman, Devran kız tarafı.

 

Ortalık fena karışacaktı.

 

Zerda gergin bir şekilde salondaki koltuğa oturmuştu. Diğerleri henüz gelmemişti, ancak tekli koltukta oturan Devran'la bakışıyorduk.

 

"Bak, mahvetmezsin değil mi?" Zerda çocuk edasıyla sordu. "Ver beni gitsin, ben razıyım."

 

"Sana laf düşmez." Devran keyifle elindeki kahveden bir yudum aldı. "Ben ne dersem o."

 

"Ne demek bana laf düşmez ya? Evlenmek isteyen benim!"

 

"Ne evlilik meraklısı çıktın sen?" Dedi kaşlarını çatarak. "Söz büyüğündür."

 

"Ne büyüğü be?" Zerda abartı bir ifadeyle kaşlarını çattı. "Vereceksin beni o kadar!"

 

"Biraz daha devam edersen arayıp kız mız vermiyorum gelmeyin diyeceğim."

 

"Ya Hafsa!" Zerda sızlanarak bana döndüğünde gözlerinde yalvaran bir ifadenin emaresi vardı. Devran'ın onunla bilerek uğraştığının farkındaydım.

 

"Büyük ne derse o." Diyerek omuz silktiğimde bu konuda Devran'a katılmıştım. Zerda bana düşmanına bakar gibi baktığında güldüm. Tam konuşacaktım, ama gelen sesler beni böldü.

 

Kapı açıldı. Hepimizin bakışları salon kapısına dönerken koridorda ayak sesleri geldi. Hemen ardından Süleyman girdi içeri. "Yengelerim, naber?" Keyifle sırıtıyordu. Onunda Tufan'a çektireceği belliydi.

 

"Kötü." Dedi Zerda.

 

"Yavuz nerede?" Dedim gözlerim onu ararken.

 

"Niye kötü?" Zerda'ya bakarak, sordu. Ardından bana döndü. "Yavuz abi en son Tufan'la kafa yumruk birbirlerine giriyordular."

 

"Ne!" Zerda ile aynı anda yerimizde dikeldiğimizde Süleyman ellerini kaldırdı.

 

"Sakin olun, iyiler. Yavuz abi birazdan burada olur, Tufan..ikinci bir damatlık almak zorunda kaldı."

 

"O niye?" Devran'ın merak içinde sorduğu soruyla Süleyman afalladı.

 

"Yavuz abi Tufan'ın beğendiği takımı yırttıda ondan."

 

"Ne yaptı?" Ağzımdan dökülen şok nidasıyla Süleyman abarta abarta başını salladı ve koşar adım yanımıza yürüdü. Tekli koltuğa oturup sağ dirseğini sağ dizine yasladı.

 

"Valla yaptı yenge." Dedikodu yapar bir edayla fısıldadı. "Ben kız tarafıyım takımı niye ben alıyorum, ben alıyorsam benim istediğimi giyeceksin dedi. Tufan'da giymem dedi. Yavuz, abinin üstünde yırttı takımı. Tufan'da ceza olsun diye yeni bir takım seçip parasını Cafer'e ödetti-"

 

"Oy nenem, kime ödetti?" Devran hızla sırtını koltuktan ayırıp öne eğilerek sorarken gözlerinde bariz bir korku yer edindi. Sanırım bunun sebebini biliyordum.

 

"Doktor moktor bişi çağırin!" Daha Devran'ın ağzından lafı bitmeden, Cafer ağlar bir ifadeyle salona girdi. Koltuklara yürüyüp kendini Zerda'nın yanına bıraktı. Yüzü sirke satıyordu.

 

"Ne bu halin?" Zerda dünyanın en saçma olayını izler gibi sorarken, Cafer yorgun bakışlarını ona çevirdi.

 

"Heç sorma." Elini kaldırdı ve üç rakamını gösterdi. "Üç binimi çaldılar!" Sanki birileri ona hayatının en büyük ihanetini yapmış gibi tüm neşesi kaybolmuş yenilgiye uğramıştı. Cafer gerçekten cimriydi. Harcadığı para resmen onu depresyona sokmuştu.

 

"Yalnız abi, kendin verdin. Kavga etmesinler diye."

 

"Ula ben ne bileyim takımın o kadar pahali olduğuni!" Cafer isyan ederek bağırdı. "Param gettu!"

 

"Abartma, alt tarafı takım almışsın." Zerda boş bir sesle konuşurken Cafer sırtını ayırdı koltuktan. "Abartma mi?" Gözleri kısıldı. "Abartma mi? Cüzdanimi yeduler ula, fakir kaldim! Kız verduğmiz yetmeyi, üstune birde para verduk!"

 

"Bir sene susmayacak." Bunalır gibi konuştu, Devran.

 

"Üç sene." Düzeltti Cafer onu. "Üç binum gitti ula, ben derdumi kimlere anlatayim!"

 

"Cafer, biraz abartmıyor musun?" Ona bakarak sorduğumda başını iki yana salladı.

 

"Hep o abin yüzuden, kendu ödeyebilecekken bana ödettu!" Mızmızlandığında kaşlarımı çattım. Zaten Yavuz ortalıkta yoktu. Birde abisi bana bağırıyordu öyle mi?

 

"Bana niye bağırıyorsun!" Farkında olmadan somurtmaya başladım. "Gelen giden bana bağırıyor, hem nerede senin o kardeşin? Telefonlarımı açmıyor, kandırıyor musunuz siz beni? Nerede bu adam-"

 

"Saa bağurmadum-"

 

"Sus, hepiniz sinirlerimi bozuyorsunuz!" Ellerimi karnıma yaslayarak geri yaslandım. Zaten aşerip duruyordum.

 

"Senin canın bir şey çekiyor." Devran'ın huysuzluğumu anlamsıyla ona baktım. Başımı salladım.

 

"Ne istiyorsun?" Dediğinde neden sordu anlamadım ama herkese öfkeli olduğumdan şu an canımın ne çektiğini söylemeyi sorun etmiyordum.

 

"Çilek." Ağzımdan çıkanlarla Devran bir an duraksadı. Harelerini anlam veremediğim bir ifade sardı. Bir şeyler düşündü. Ne olduğunu anlamadım, ama sanki bir şeyleri hatırlar gibi oldu. Ardından ayağa kalktı.

 

"Başka bir şey istiyor musun?" Sorusuyla hayır der gibi bir ses çıkardım. Ona ne hatırlatmıştım bilmiyordum ama gözleri bir an karnıma kaymış, ardından yürüyüp salondan çıkmıştı.

 

Bana çilek almaya mı gidiyordu? Arkasından şaşkınca bakakalmıştım.

 

O evden çıkar çıkmaz onun peşinden birisi eve girmişti. Salona girdiği an bunun Yavuz olduğunu anlamıştım. Direkt olarak onu nişan alan bakışlarımla karşılaşınca yutkundu. Başına ne geleceğini çok iyi biliyordu.

 

"Nerdesin sen?"

 

"Mağazada."

 

"Ne işin var mağazada?"

 

"Abine takım alıyorduk."

 

"Takımı yırtmışsın."

 

"Yırttım."

 

"Niye?"

 

"Canımı sıktı."

 

"Telefonlarım niye açılmıyor benim?"

 

"Şarjım bitmiş."

 

"Şarjın neden bitmiş? Şarjın hamile bir karın olduğunu bilmiyor mu?"

 

"Karım telefonum nereden anlasın onu-"

 

"Sus konuşmuyorum ben seninle!" Kollarımı göğsümde kenetleyerek koltukta önüme döndüm. "Kaç kez aradım seni, mesajda attım. Birine bile dönmedin, sevmiyorsun artık beni."

 

"Sevmiyor muyum seni?" Dedi koltukta yanıma yürüyüp hızla oturarak. "Seni sevmeyen kalbi göğsümde taşır mıyım sence?"

 

"Taşıyor muşsun işte." Ona bakmayı redettim. Bir kez daha o suçlu bakışlarına kanmayacaktım. "Şarjın bitti, ama yanında abimler vardı. Hani verin telefonunuzu benim hamile karım var yazıktır, bir arayayım haber edeyim demek çok mu zor?"

 

"Haklısın."

 

"Haklıyım tabi, kızgınım sana."

 

"Hakkındır."

 

"Aşerdim ben. Sen yoktun sana diyemedim. Canım sürekli bir şeyler istiyor." İyice koltuğa sindim. "Hep senin bu çocukların yüzünden."

 

"Çocuklarımın ne suçu var zalımın kızı?"

 

"Haklısın, çocukların suçu yok. Senin suçun var! Hiç ilgili bir koca değilsin!" Yastığı kucağıma çektim. "Süleyman, söyle şuna gitsin."

 

Süleyman tam ağzını açacakken, Yavuz keskin bakışlarını ona dikti. "Ağzını açarsan gidecek tek kişi olur o da sen." Süleyman duyduklarıyla afallarken öfkeli gözlerimi Yavuz'a çevirdim.

 

"Yaptıkların yetmedi birde milleti tehdit mi ediyorsun sen?" Gözlerimi genişlettim. "Pes doğrusu, özür dile, Süleyman'dan." Yavuz ağzını itiraz etmek için açacakken bakışlarımda nasıl bir tehlike sezdiyse Süleyman'a döndü.

 

"Affedersin." Ağzının ucu mırıldandığında Süleyman tek kaşını kaldırdı.

 

"Yok abi, hiç yüreğime sinmedi bu özür." Bana baktı. "Yenge, söyle benden doğru dürüst özür dilesin."

 

"Süleyman!" Yavuz sesini yükseltir yükseltmez Süleyman suçlu çocuklar gibi koltuğuna sindi. "Görüyor musun, yenge?" Kınar bir sesle fısıldadı. "Bağırdı şimdi de bana."

 

"Niye bağırıyorsun? Sana özür dile dedim sen bağırıyorsun!"

 

"Yavrum diledim ya!"

 

"Çocuğun içine sinmemiş!"

 

"Bezdum ula!" Diye bir isyanla Süleyman'a döndü. "Kusura bakmayin padişahim, çok özür dilerum!"

 

"E abi şimdi de öfkeyle diledi-"

 

"Süleyman koyacağım sana burdan bir tane aklın şaşacak attırma tepemin tasını!" Süleyman mecburi bir şekilde susarken, Yavuz asıl tehlikenin henüz ben olduğunun farkında değildi. Başını bana çevirdiğinde yüzümdeki kırgın ve öfkeli ifadeyi farketti.

 

"Demek bezdin, Yavuz?"

 

"Hayde." Yutkundu. "Sana demedim."

 

"Demek bizden bezdin, kalk yanımdan bezdiysen git başka yere otur!"

 

"Karım sizden niye bezeyim ben?" İnatla konuştu. "Gitmem."

 

"İyi ben giderim." Kalktığım an kolumu kavrayıp beni yerime oturttu. Kalkmamı engellemek için kolunu belime sardı.

 

"Karımıda bırakmam."

 

"Karınız gitmek istiyor."

 

"Karım halt etmiş, onun yeri benim yanım."

 

"Halt mı etmişim ben? Küstüm sana. Hep kırıcı şeyler söylüyorsun."

 

"Yanımdan gitmek istersen etmişsin, çünkü arkanda yıkılacak bir adam bırakırsın." Kulağıma doğru konuştu. "Yıkacak mısın evimi?"

 

"Evin miyim ben senin?"

 

"Her şeyimsin sen benim. Nefesimsin." Başımı ona çevirdiğimde nefesi sol yanağıma çarptı. Sözlerinin beni ne kadar etiketlediğinin farkındaydı. Dudaklarında keyifli bir sırıtış belirdi.

 

"Kızardı yine yanaklarını."

 

"Kapa be çeneni." Somurtarak aşağı kaydım ama ona daha fazla sokuldum. "Sinir bozucu adam."

 

"Sizi böyle izlemek çok güzel, ama söyler misin enişte kocama tam olarak ne yaptın?"

 

"Yavaş gel kız." Dedi Yavuz bir abi edasıyla. "Nereden kocan olmuş? Daha vermedik biz seni."

 

"Allah'ım ne benim bu payidar kardeşlerden çektiğim!" Diyerek ağlamaklı bir sesle başını geri attı, Zerda.

 

"O Tufan var ya o Tufan, ölsem vermeyeceğum senu!" Cafer elini yumruk yaparak gözlerini kıstı. "Benden alduği 3 binin hesabuni verecek!"

 

"Ay düşüp bayılacağım!" Zerda elleriyle yüzünü kapattı. "Ben Tufan'a kavuşmak istiyorum!" Ellerini yüzünden ayırıp çenesini dikeştirdi. "Valla hele bir vermeyin, kaçarım. Ayrıca sana noluyor, sen erkek tarafısın!"

 

Cafer dilini damağına vurdu. "An itibariyle, kız tarafıyim."

 

"Her şey daha beter bir hâl alıyor." Dedi Zerda yüzünü buruşturarak çaresiz bir ifadeyle. Onun bu hallerine gülmeden edemedik.

 

Nerdeyse bir saatin sonunda koltukta oturmuş bir-birimizle bakışıyorduk. Geniş iki koltuk vardı, karşılıklı. Abim, Zahir, ve Narin yan yana oturmuştu. Ceylan onlara hemen yakın olan tekli koltukta.

 

Devran, abimi çaprazında bırakan tekli koltuğa kurulmuştu. Narin ile birbirlerine bir kovboy savaşının ortasındaymış gibi bakıyordular, bir tek aralarından geçecek saman yumağı eksikti. Zerda bize yakın olan sandalyede oturmuş ellerini kucağında birleştirmişti. Kahveleri çoktan dağıtmıştı, ve biz asıl meseleye ulaşmıştık.

 

Cafer en uçtaki tekli koltukta oturmuş öldürücü bakışlarını abimin üstündeki takıma dikmişti. İçinden harcadığı paraya hayıflanıp, küfürler ettiğinin farkındaydım. Süleyman, Yavuz'la benim yanımda oturmuştu. Devran'la uzak olan ancak karşı karşıya olan tekli koltuğa Özlem oturmuş neşeyle onları izliyordu. Ve hemen Devran'ın tekli koltuğunun solunu alan bizimle aynı koltuğun en ucunda oturan Aziz abi vardı.

 

Zerda'yı vermeye hiç niyetli değildi. Oysa abim, fazlasıyla kendinden emin gelmişti. Çiçeği, çikolatası hazırdı. Üstünde ona çok yakışan bir takım vardı. Kısa saçlarını geri taramış, efendi bir edayla yerinde oturmuştu. Üstündeki siyah ceket kaslarını sıkıca sarmış, boynundaki kravat her ne kadar onu boğsada bir hayli düzenli ve yakışmıştı. Abim diye demiyordum, çekiciliği başkaydı.

 

"Pekâlâ." Narin sonunda sessizliği bozarak elindeki fincanı sehpaya bıraktı. "Sebebi ziyaretimiz-"

 

"Durun bir." Devran gayet rahat bir ifadeyle ama gözlerinde bir savaşçının ruhuyla Narin'e baktı. "Aceleniz ne?"

 

"Acele mi?" Narin mavi harelerinde hoşnutsuz bir ifadeyle Devran'a baktı. "Yarım saat oldu geleli."

 

"E erken." Aziz abi hiç çekinmeden Devran'la birlik olmuştu. Konu kardeşiyken Devran sırf bu konuyu uzatıyor diye keyifliydi. Bense, kucağımda Devran'ın aldığı çilekleri yemekle meşgulken onları izliyordum.

 

Gerçekten az önce bana çilek almak için gitmişti, bununla sınırlı kalmamış başka meyvelerde almıştı. Onun iyi mi kötü mü olduğunu hiç kestiremiyordum. Ancak bu sefer onu kırmamış ve aldığı şeyi yemeyi kabul etmiştim. Yavuz bu konuda tek kelime etmemiş, ama Devran'a kısa bir teşekkür homurdanmıştı.

 

"Nesi erken-?" Abim konuşacağı sırada, Narin vakit kaybetmeden onun bacağını çimdikledi. Bu konularda damata söz düşmezdi, ama abim bir çocuk heyecanıyla yerinde kıpırdanıyordu. Onu bu halde görmek hem komiğime gidiyor hemde içimi sıcaklıkla dolduruyordu.

 

Abim gerçekten en yakın arkadaşım olan Zerda'yı istemek için buradaydı, ve heyecandan koca adam ter döküyordu. Aşk en güçlü insanı bile yerle bir edecek güce sahipti.

 

"Madem erken diyorsunuz." Narin derin bir nefes soludu. "Anlatın o zaman, nedir doğru zaman?"

 

"Biraz tanıyalım oğlumuzu değil mi?" Devran öne eğilerek ceketinin önünü elleriyle birleştirdi. "Ne iş yapar?" Sanki bilmiyormuş gibi sorduğunda, abim soğuk gözlerini ona dikmiş ama konuşmamıştı.

 

"Boksör işte." Zahir abi 'ne uzatıyorsun' der bir edayla gözlerini kısarken, Devran kınar bakışlarını abime dikti.

 

"Şiddete eğilimi var, kız mız vermiyorum."

 

"Ne şiddete eğilimi lan!" Abim şaşkınca sesini yükseltince, Devran kaşlarını kaldırdı.

 

"Birde büyüğe saygısızlık, asla vermiyorum. Kalkın gidin evimden." Zerda yalvaran gözlerini Devran'a dikerken, Devran zalim abi rollerini oynamaya devam ediyordu.

 

"Bir sakin mi olsanız!" Narin dişleri arasında konuştu.

 

"Ne sakin olacağız, abla?" Yavuz başını iki yana salladı. "Boksör adama kız mız vermeyiz. Nasıl geçindirecek bizim kızı, eli kolu doğru düzgün bir iş tutmadan olmaz."

 

"Sen nesin lan?" Abim keskin gözlerini kocama dikti. "Yeraltının korkulan ismi, mafya, Yavuz Payidar! Ben sana kız verdiysem, sende bana vereceksin!"

 

"Ben senden kız almadım." Dedi Yavuz geniş bir rahatlıkla ve kolunu omuzlarıma attı. "Ben karımı kaçırdım. Arada dağlar kadar fark var."

 

"Ben sana kaçmadım." İlk günkü inatım yerli yerindeydi. Ona olan sert bakışlarımla Yavuz uzanıp yanağımdan makas aldı.

 

"Kaçmadın, kaçırdım."

 

"Büyük suç." Dilini damağına vurdu.

 

"Ancak sevaptır."

 

"Niye geçindiremiyormuş?" Ceylan başını dikleştirdi. "Tufan'dan iyisini mi bulacaksınız? Terbiyeli, sevdiğini koruyan, iyi maaşlı-" yavaşça abimlere doğru eğildi. "Kaçtı bu işin maaşı?" Daha abimin maaşından haberleri bile yoktu.

 

"İyice berbat ediyorsunuz her şeyi, susacak mısınız siz?" Abim öfkeyle fısıldarken, ben ağzıma bir çilek daha atarak gülüşümü bastırdım.

 

"Daha maaşını siz bile bilmiyorsunuz." Aziz abi harelerindeki iğneleyici bakışlarla direkt abimi hedef aldı. "Vermiyorum."

 

"Ulan bu işin maaşını en iyi sen biliyorsun şerefsiz!" Abim en son öfkesine hakim olamayınca, soğuk bakışlarla karşılamıştı.

 

"Az önce kızın abisine şerefsiz mi dedin sen?" Yavuz'un girdiği rol sayesinde büründüğü sert tını abimin yutkunmasına neden olmuştu. Şansını zorlarsa gerçekten Zerda'yı alamyacağını anlamıştı.

 

"Demedim."

 

"Dedin dedin." Devran Yavuz'a baktı. "Sence dedi mi?"

 

"Dedi."

 

"Sen kızı unut abi." Süleyman çok üzülmüş gibi yaparak nefesini verdi. "Kısmet değilmiş." Dediğinde resmen abimin beti benzi solmuştu. Zerda'nında ondan aşağı kalır yanı yoktu.

 

"Ne dersin, Cafer'im?" Devran bu sefer gözlerini Tufan'dan ayırmadan Cafer'e konuştu. "Ha senin üç binini alan bu adam sence birde kız evine şerefsiz dedi mi?"

 

"Adi bile dedu. Şerefsuz dedu. Hatta o takimi baa aldirarak yedu sulaleme küfür etmiş gibu bir etku bırakti!"

 

"Demedim lan demedim!"

 

"Kız mız yok size!" Devran avuç içini kaldırdı. "Gidin."

 

"Ya Devran!" Zerda yeşil gözlerini bereltince, dört abinin ortasında kalmış bir kız kardeşin umutsuzluğunu yaşıyordu.

 

"Bak." Narin konuyu ele alarak bize baktı. "Sakin sakin konuşalım, gençler birbirini görmüş beğenmiş. İşi var-"

 

"Evi var mı?" Dedi Devran.

 

"Var." Dedi, Narin. Abimin bu yakınlarda satın aldığı bir evi vardı. Zerda'yla evlenme hayalleri kurduğu için bir şeyler yapmaya başlamıştı.

 

"Arabası?"

 

"Alır."

 

"Maaşı?"

 

"Değişiyor, ama maaşı iyi."

 

"Doğru düzgün bir işe girecek mi?"

 

"Girer."

 

"Hep geleceği vaat ediyorsunuz, Narin hanım."

 

"Sizin vaat edemediğiniz şeyleri vaat ediyorum, Devran bey. Sözümden emin olabilirsiniz."

 

Süleyman'ın ağzından 'oo' diye bir nida döküldüğünde, Devran'ın tüm keyfi kaçmıştı. Narin acımasızca sözlerini Devran'a yedirmekten geri durmamıştı.

 

"Yok." Dilini damağına vurarak arkasına yaslandı. "Vermiyorum."

 

"Ne demek 'vermiyorum.' " Narin öfkeyle gözlerini kısarken, Devran başını salladı.

 

"Vermiyorum." Alıcı gözüyle abime baktı ardından hoşnutsuz bir nefes verdi. "Damadı beğenmedim."

 

"Sabır, Sabır!" Abim dudakları arasında kısık bir öfkeyle tıslarken, Narin sakinliğini korumaya çalıştı.

 

"Sevenleri ayıracak mısın yani?"

 

"İyi bildiğim konulardır, dediğine göre."

 

"Devran ver şu kızı benim sinirlerimi bozma."

 

"Vermiyorum ulan, kız mız yok size."

 

"İkisi birbirini görmüş beğenmiş, sana laf düşer mi?"

 

"Zerda sen beğendin mi bu adamı?" Devran işaret parmağıyla abimi gösterince, Zerda hızla başını salladı.

 

"Çok beğendim." Zerda'dan beklediği tepkiyi alamayan Devran boş gözlerini Zerda'ya çevirdi.

 

"Kızım sen niye büyüğüm ne derse o demiyorsun?"

 

"Yalan diyemem ben." Abime alıcı gözüyle baktı. "Damadı çok beğendim."

 

"EyvAllah kayısı çiçeğim, bende seni çok beğendim." Abim geldiğinden beri gözlerini Zerda'dan gerçek anlamda alamamıştı.

 

"Hiç kız evi naz evidir diye bir laf duydun mu sen?" Süleyman'ın sorusuyla, Zerda gözlerini kırpıştırdı.

 

"Öyle bir şey mi vardı?"

 

"Vardı." Dedi gülerek Süleyman.

 

"Ben çekerim onun nazınıda, beraberinde sizin niye nazınızı çekiyorum. Verin bana Zerda'mı boynum kıldan ince, ulan siz benim sevdiğim misiniz sizin de nazınızı çekeyim!" Abim bu durumdan bıkmış bir sesle konuşurken, Cafer oturduğu koltuktan lafa daldı.

 

"Konuşma ula konuşma, çekeceksun nazumi, üç binumi aldin it!"

 

"Yeter da!" Zahir oturduğu yerden sonunda tüm bu olanlardan bıkmış bir sesle cebindeki yüzükleri çıkardı.

 

"İste kızı." Narin'e baktı kara gözleriyle.

 

Narin önce bir duraskadı, ama ardından konuştu. "Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınız Zerda'yı, oğlumuz Tufan'a istiyoruz." Cümlenin sonuna vardığında, derin bir sessizlik oldu. Bir an hepimizin gözleri Devran'a kaydı.

 

"Vermiyorum." Erkek evini süründürmeye bayılıyordu.

 

"Oğlunuz çok kaba." Dedi Yavuz.

 

"Kız kardeşime bakamaz." Dedi Aziz.

 

"Damadı beğenmedim." Diye ekledi, Devran yine.

 

"Üç binumi aldi, kız miz yok oğa." Cafer gerçekten bu konuyu üç sene konuşacaktı.

 

"Sen ne diyorsun, Sevdam?" Yavuz'un sorusuyla önce Zerda'ya sonra abime baktım.

 

Dudaklarımı birbirine bastırıp omuz silktim. "Bilmem ki.."

 

"Hafsa, bari sen yapma!" Abimin o yalvaran gözlerine bakarken gülmemek için zor durdum.

 

"Seviyor gibi baksana, bence bırakalım mutlu olsunlar."

 

"Hm.." Yavuz kıpırdandı yerinde. "Bizim gibi mi?"

 

"Bizim gibi ya." Nazlı bir sesle arkama iyice yaslandım.

 

"Yok." Dilini damağına vurdum. "Çok kaba damat, ben hiç böyle değilim. Abine bugüne kadar şerefsiz demişliğim yok."

 

"Yavuz sen bugün abimi dövdün farkındasın değil mi?"

 

"Sözlü hakaret etmedim."

 

"Ettin." Dedi abim Yavuz'un yakasına asılmaya hazır bir şekilde. "Sinirlerimi bozmayın benim verin Zerda'mı!"

 

"Devran." Dedi Narin. "Bak istedik kızı, ver bitsin."

 

"Hiç veresim yok. Sizin var mı?" Diyerek Aziz abilere baktı.

 

"Yok." Aziz abi büyük bir rahatlıkla gözlerini abimlere dikti. "Bu adama verecek kızım yok."

 

"FesupanAllah!"

 

"Ula sizun derdunuz ne?" Zahir abi böyle konulara çok uzak olduğu için neredeyse kalkıp bize saldıracaktı. "Versenize kızi, zate boğayi bu kravat beni düşup bayılacağim!"

 

"Bozma kravatını!" Dedi Ceylan onu azarlayarak.

 

"Bozmayim, ama bunlar benum ayarlarimi bozayi!"

 

"Bakın." Narin kuruyan dudaklarını ıslattı. "Hemen-"

 

"Devran abi, versene Zerda ablayı Tufan abiye." Özlem oturduğu tekli koltuktan bize bakarak konuştuğunda o duruma müdahile etmese belki de bu konu uzanıp duracaktı.

 

Hepimizin bakışları anında ona dönerken utanıp sıkılmış ama konuşmaya devam etmişti. "Tufan abi çok seviyor, Zerda ablayı. Çokta iyi bakar ona, izin ver." Devran onun yüzünü izlerken bakışları yumuşadı.

 

"İşe bak arkadaş, kızım benden kız istiyor.." Özlem'in duyamayacağı kısık sesiyle fısıldadığında sadece biz duymuştuk.

 

"Kefil misin sen bu adama?" Devran gözlerinde sıcak bir bakışla sorarken, Özlem gözlerini kırpıştırdı.

 

"O ne?"

 

"Yani sözün söz mü?"

 

"Sözüm söz." Özlem başını salladı. "Payidar sözü!"

 

"Abisi kılıklı." Yavuz sevgiyle homurdandığında Özlem ona bakarak gülümsemişti.

 

"Madem sözüm söz diyorsun.." Devran birkaç saniye düşündü.

 

Hiçbir ifade barındırmayan gözlerini üstümüzde gezdirdi. Hayır diyecekti belki de. Harelerinde bunu açıkça gösteren bir bakış vardı. Bizi süründürmek pek hoşuna gitmişti. Teker teker hepimize baktı, ama hemen ardından Narin ile göz göze geldi. O inatçı ruhuna ne oldu, ne hatırladı bilmiyordum. Belki de Narin'i böyle istemeye geleceği eski günleri, mümkün olsaydı parmağına bir yüzük takacağını düşündü.

 

"Kızı üzmeyeceksin." Dedi, Devran. Abim sonunda onun sesindeki teslimiyeti duydu.

 

"Üzersem çek vur beni." Onun kendinden emin sözleriyle, Devran tek kaşını kaldırdı. Gözlerini Aziz abiye çevirdi. Aziz abinin yüzüne baktım. Gözleri bir an kız kardeşine kaydı, onun istekli ifadesine daha fazla kıyamayacaktı.

 

Devran'a döndü ve hafif bir baş haraketiyle onu onayladı.

 

"Madem öyle." Devran gözlerini Narin'e çevirdi. "Verdim-" herkes nefesini tutmuş bir şekilde bekliyordu.

 

O an muzik sesi odayı doldurdu. Gümüşhane kızları.

 

Cafer bilerek son ses şarkı açmıştı.

 

"Çok pardon." Dedi samimiyetsiz bir tebessümle. İlla abimle uğraşacaktı. "Elim çarpti."

 

"Sabır." Abim öfkeyle çenesini sıkarak Devran'a döndü. "Bu iti hiç umursama devam et."

 

"İt dediğin kardeşim-"

 

"Özür dilerim!" Abim derdiği nefesle konuştu. "Hadi devam et."

 

Devran birkaç saniye abimi izledi. "Verdim-" Ağzından söz bitmeden, Cafer yine aynı şarkıyı açtı.

 

"Tüh, gene elim çarpti." Arkasına yaslanıp ayaklarını sehpaya uzattı. "Ne hikmetse."

 

"Allah'ım sabır!" Abim avuç içlerini dizlerine bastırdı ve muzikden dolayı bağırdı.

 

"Verdiniz mi kızı?"

 

"Verdim!" Devran'da aynı şekilde dudaklarındaki gülüşle bağırdı.

 

"Nihayet!" Zerda ayağa kalkarken, abimde aynı hızla ayağa kalkmıştı. Bizde ayağa kalktığımızda Zahir abi yüzükleri Narin'e uzattı.

 

Abim ve Zerda yan yana yerlerini alırken, bizde mutlulukla onları izliyorduk. Yalan yok, bir ara Devran gerçekten Zerda'yı vermeyecek sanmıştım. Ancak bir gerçekte vardı, Narin'e bakarken tüm o iradesi sarsılıyor ve sırf onun için her şeyi kaybediyordu. İnatçı olabilirdi, yine de bu inatı Narin'e ve kızına geçmiyordu.

 

Narin yüzükleri taktığında, makas tepsisini Süleyman Özlem'e uzatmıştı. Ve o da anne ve babasına.

 

Şu an resmen çocukken birbirlerine yakıştırıp durduğum favori çiftimin nişanını izliyordum. Gururlu bir anne gibi oturup ağlayacak kadar duygusaldım. Gözlerimin içi ışıldarken, Yavuz'un elini belimde hissettim.

 

"Hafsa'm?" Fısıltıyla ona bakmadan konuştum.

 

"Efendim?"

 

"Senin gönlünde bir ukde bırakmadım değil mi?"

 

Narin'le Devran kurdele kesme kavgası yaptığı için diğerlerinin dikkati oradaydı.

 

"Ne ukdesi?" Gerçekten ne dediğini anlamamıştım.

 

"Hani ben seni istemedim." Dediğinde gerçekten mahçup gibiydi. "Yüzük takmadım parmağına, nişan olmadı. Kına yok, ister miydin?" Yüreğim teklerken harelerimi sevgi sardı. Bunca şeyin arasında gerçekten bunu mu düşünüyordu?

 

Her geçen gün yüreğimdeki sevgiyi ikiye katlıyordu. Sanki ben isterdim desem, hemen yarın bir düğün daha yapacaktı. Sanki değildi aslında, gerçekten yapacaktı.

 

"Ben olduğum durumdan çok memnunum." Elimi kaldırıp avuç içimi onun yanağına yasladım. "Seninleyken hiçbir şeyde eksik hissetmiyorum, Yavuz. Düğün, kına, ya da başka bir şey, istemezdim. Senin yanında olmak yeter bana." Sözlerimdeki samimiyeti sezdiğinde dudaklarında tebessüm yer edindi. Elimi kaldırıp dudaklarını üstüne bastırdı. Ardından avuç içimi yanağına yasladı.

 

"Kurban olduğum, seni hakedecek ne yapmışım her gün soruyorum, Rabbime. Nasıl bir sevabın ödülüsün?" Gerçekten öyleydi.

 

Yavuz, ben onun yanındayım diye her gece şükürler ediyor, kıldığı namazın duasında bile beni geçiriyordu. Bu adam benim kalbimde kurduğu tahtan habersizdi.

 

Alkış sesleri duyduğumuzda ikimizinde başı aynı anda abimlere döndü. Sonunda kurdeleyi kesmeyi başarmıştılar. Ve gerçek anlamda artık Zerda, ve abim nişanlıydı. Gülerek ellerimi birbirine vurarak onları alkışladım. Abim Zerda'ya dönerek onun alnına uzun uzadı bir öpücük kondurduğunda alt dudağımı içeri kıvırıp onları izledim.

 

"Sonunda dediğim oldu." Gururla konuştum. "Bak, aşık oldunuz, nişanlandınız, yakında da evlenirsiniz." İşaret parmağımla baş parmağım arasında tuttum çenemi. "Bir kızınız bir oğlunuz olur."

 

"Dediğin oldu." Abim Zerda'dan sevgi dolu gözlerini ayırıp bana baktı. "Sonunda aşık ettin beni bu kayısı çiçeğine."

 

"Aman abi." Abimi kışkırtmakta üstüme yoktu. "Sen zaten Zerda'nın aşkından senelerdir yanıp tutuşuyordun." Abim bana bozulmuş gözlerle baksa bile öfkesi uzun sürmemişti. Gülerek başını iki yana salladığında bende gülmüştüm.

 

"Çekil lan şurdan." Aziz abi abimi elinin tersiyle hafifçe yana itekleyip, Zerda'nın önünde durdu. Bir kadına değilde, küçük kız kardeşine bakar edayla ellerini onun omzuna koydu.

 

"Hep mutlu ol abim." Avuç içlerini kardeşinin yanaklarına koydu. "Ne zaman bir derdin, sıkıntın olursa. Abin burada, bu it seni üzerse kardeşim demem alırım canını. İlk bana geliyorsun." Zerda'nın dudaklarında yumuşak bir tebessüm yer edindi.

 

"Unutma, sen benim her şeyimsin. Bir abin olduğunu hiç unutma."

 

"Ya abi." Zerda'nın ağzından ağlamaklı bir ses çıkarken Aziz abiye sarılmıştı. Onları böyle izlerken çoktan gözlerim dolmuştu. Hormonlar sağolsun olur olmadık her şeye ağlar hale gelmiştim. "Sende benim her şeyimsin." Aziz abiye sıkı sıkı sarılırken gülümsedi. "İyi ki varsın."

 

"Yenge seni anladıkda." Yanıma sıvışan Süleyman sesi hüzünlüydü. "Bende mi hamileyim, benim niye ağlayasım var ya? Bu aile benim tüm ayarlarımı bozuyor." Gülerek başımı onun omzuna yasladığımda kolunu omuzlarıma doladı.

 

"Fazla yanımda duruyorsun, hormonlarım sana bulaşmıştır."

 

"Var mı öyle bir şey?" Dedi Süleyman derin bir nefesle. "Çekeceğiz yapacak bir şey yok."

 

Bu aile sıcaklığının dolu olduğu sahnenin hemen ardından bahçedeydik. Abimlerin aldığı çikolatayı yerken çay içmekle meşguldük. Devran'la Narin bahçenin diğer ucunda sessiz bir kavga içindeydiler. Bahçeye çıkmadan önce Narin bize Özlem meselesini Devran'la konuşacağını söylemişti.

 

Sırf bu yüzden ilk önce Özlem'i uyutmuştu. Şimdi Devran bu meseleye nasıl yaklaşıyordu bilmiyordum ama onlar her saniye kavga ediyordular.

 

"Ne konuştuklarını biliyor musun?" Yavuz yüzüme sıkıntılı olduğumun yazılı olduğu ifademe bakarak sorduğunda derin bir nefesle ona baktım.

 

"Özlem." Bunca sene kız kardeşi bildiği yeğenin ismi ağzımdan çıkar çıkmaz, Yavuz yutkunmuştu. Onun da Cafer'inde hâlâ bu konuyu kabullenemediklerini biliyordum.

 

"Narin artık söylemek istiyor."

 

"Haklı olarak." Derin bir nefes verdi, Yavuz. Her ne kadar kabullenemesede, Özlem'in bazı şeyleri öğrenmesi gerektiğini biliyordu. "Geç bile kaldılar." Devran'ın yüzünde gezindi gözleri. "Korkuyor."

 

"Özlem'in reddetmesinden." Devran'a üzülsem mi kızsam mı bilmiyordum.

 

"Ve Narin'i kaybetmekten." Her ne kadar kırgın olsada onları böyle görmek Yavuz'uda üzüyordu. Ağzımı açtım, tam bir şeyler söyleyecekken Devran arkasını döndü gitmek için.

 

"Kaç tabii!" Narin'in titrek sesini öfke bastırdı. "Bildiğin başka bir halt yok!"

 

"Kaçmıyorum!" Devran gittiği gibi fevri haraketiyle ona doğru döndü. "Konuşuruz dedim!" Özlem'le konuşmayı kabul etmişti, ama hiç öyle durmuyordu.

 

Hepimizin bakışları onların üstündeydi. "Yine neler oluyor?" Dedi Süleyman endişeyle. Oturduğumuz sandaleyelerden gözlerimizi onlardan çekemiyorduk.

 

"Bu kadar istekli olma, Devran Payidar." Narin öfkesini kusmaya hazır bir bakışla onu izledi. "Ne olacağını söyleyeyim mi? Gideceksin. Ve yarın gelmeyeceksin. Bu konudan kaçabileceğin kadar kaçacaksın. Sonunda ne olacak? Özlem'e her şeyi yalnız anlatacağım. Yalnız olacağım. Her lanet gün olduğu gibi kızımıza gerçekleri söylerken bile sen orada olmayacaksın."

 

"Kolay mı sanıyorsun?" Devran gözlerini kıstı. "Bu o kadar kolay mı?"

 

"Kolay?" Narin'in tüm bunlar ağırına gitmişti. Devran'ın hâlâ bu konuda korkak davranması, ve maalesef ki haklı olması. Devran kaçmaya devam ederse, Narin en sonunda kızının önüne yalnız oturmak zorunda kalacaktı.

 

"Kolay olan ne, Devran?" Dudaklarında acı dolu bir gülüş belirdi. "Senden istediğim şey çok mu zor?"

 

"Cehennem kadar zor!" Devran avuç içlerini başıyla aynı hizaya kaldırıp aşağı itti. "Çok zor!" Sakinlik arar gibi derin bir nefes çekti içine. "Bana biraz zaman ver."

 

"Sana verdiğim zamanlar doldu!" Narin adımlarını ileri götürdü. Devran'ın tam önüne dikildi. "Zor olan neydi biliyor musun?" Çenesi titrerken başını dikleştirdi. "Mezarının yerini sordum diye hamile halimle babamdan dayak yediğim zamandı zor olan." Devran'ın o sert ifadesi sarsılırken, Narin ona hiç acımamıştı. Öyle bir yerden vurmuştu ki, kendisinin değil hepimizin canı yanmıştı.

 

"Zor mu?" Elinin tersini Devran'ın göğsüne vurdu. "Kızına ben senin babanım diyemeyecek kadar yüreksiz misin?" Devran'ın başı önüne eğilirken elleri iki yanında yumruk oldu.

 

"Zor olan her lanet gün benim yalnız olmamdı!" Bir kez daha elini Devran'ın göğsüne vurarak üstüne yürüdü. "Zor olan benim bir odada çocuk doğurmamdı, zor olan aşerdiğim zaman sesimi yutmamdı. Zor olan kızım daha kırkı çıkmadan kollarımdan alınmasıydı. Zor olan sevdiğim adamın kendini yedi sene bana öldü gösterip rüylarımıda kabuslarımıda rahatsız etmesiydi!"

 

Devran'ı iki eliyle geri itti. "Zor olan gidişinlede gelişinlede hayatımın içine etmendi! Ben tüm bunlara göğüs gererken sen kızının önüne çıkamayacak kadar yüreksiz misin!?"

 

Devran'ın diyecek bir sözü yoktu. Boynunu eğiyor, Narin onu en derinden yaralayacak laflarını dilinden çıkarıp zehirini aktırıken susarak dinliyordu.

 

"Niye konuşmuyorsun?" Dedi Narin dudaklarına titrek bir tebessüm yayılırken. Ve yanaklarına akan yaşları hızla sildi. "Zor mu geldi?" Üstüne bastıra bastıra sordu. "Canın mı yandı? Aşkını, sevdanı mı acıttım?" Dişlerini sıktı. "Acısın." Ah eder gibi mırıldandı. "Benim canım nasıl acıdı, biraz da senin ki acısın."

 

"Senden ne babalık beklerim, ne başka bir şey." Başını dikleştirdi. "Ama paşa paşa geleceksin, oturacaksın o koltuğa." Başını sağ omzuna doğru itti. "Ha yok diyorsan," gözlerinde nefrete eş değer bir bakış belirdi. "Çık git hayatımdan. Öyle uzağa git ki, gözüm seni görmesin. Ne gözüm ne gönlüm seni duymasın, işitmesin."

 

Devran sonunda başını kaldırıp Narin'in yüzüne baktığında az önce ondan zaman isteyen adam bile yok olmuştu. Ağzını açmaya bile hakkı olmadığını biliyordu. "Hayatında bir kez olsun." Narin elini kaldırarak baş parmağını ve işaret parmağını birleştirdi. "Bir kez olsun şu kadarcık gururun varsa gelirsin benimle, oturursun kızımızın karşısına konuşursun. Yoksa o adamlık sende, bir daha da karşıma çıkmazsın."

 

Devran konuşmak için ağzını açacakken, Narin aynı elinin avuç içini ona göstererek susturdu. "Sanma ki bunu yaptığında seni affedeceğim." Başını salladı iki yana. "Ne yaparsan yap, sende ahım öyle büyük ki." Her kelimede kendi canı yandı. Devran'a bu kadar kırgın olduğu için kendine kızdı. Oysa kırgınlık onun hakkıydı. "İki elim yakandan düşmez. Ne bu dünyada ne öbür dünyada sen benim affımı alamazsın." Son sözlerinin darbesi çökerken, Devran'ın yanından yürüyerek geçmek istedi.

 

"Benim ahım kimde, Narin?" Devran, sonunda sessizliğini bozarken Narin'in adımları duraksamıştı. "Ölümüne nefret ediyorsun benden." Yenilgiyle omuzları çöktü. "Çeksen vursan beni bu nefretin son bulacak bilsem, çek vur derim. Öldür beni derim." Omuzlarına kaldırıp indirdi. "Bir yol bırakmıyorsun. Baban hayatımızın içine etti, babam hayatımızın içine etti. Aynı kaderi farklı şekillerde yaşadık diye suçlu ben miyim? Seni bırakıp günümü gün etmişim gibi konuşmazsın benimle!"

 

Aralarındaki o kavga, her geçen an biraz daha büyüyordu. "Her gün, yedi sene boyunca her gün bir sedyeye mahkum bir adamdan ne bekledin? Elimde olsa yapmaz mıydım? Nereye gitsek hangi cehenneme girsek bulurdular bizi. Küçük bir mutluluk uğruna kaçacaktık, ve birileri sizin canınızı alırken ayaklarının üstüne bile kalkamayan bir adam olarak izleyecek miydim bunu!" Devran eğer sağlam olsaydı, belki kaçar Narin ve Özlem'i yanlarına alır onları korurdu. Ancak sedyeye mahkumken, bunları yapamayacaktı.

 

"Ahın var, EyvAllah. İki elin yakamda, sorun değil. Zaten cennetlik bir adam değilim." Gözlerinde hissiz bir bakış yer edindi. "Ama bana kolaymış gibi konuşma." O da acı çekmişti. Ve bu yüzünün her zerresine kazınmıştı.

 

Narin gözlerini sıkıca kapattı. Hâlâ ona dönüp bakamıyordu. İçinde ne fırtınlar kopuyordu bilmem ama acılar içindeydi. "Ne var biliyor musun, Devran?" Ona bakmadan konuştu. "Ben sana kaçağım bundan sonra, sende yardan vazgeç." Omzunun üstünden ona baktı. "Yarın gelsen, iyi edersin. Gelmezsen, bir daha seni görmem. Bir daha adını duymam, kızımıda alır giderim." Elleri yumruk oldu ve sesi titredi. "Nasuh tövbesi olsun ki,"

 

"Narin, yapma."

 

"Adını anmam." Devran sanki bir kurşun darbesi yemiş gibi gerilen vücuduyla Narin'in arkasında bakarken, Narin ona tek kelime daha etmemiş ve yürüyüp eve girmişti.

 

Onların bu kasvetli halleri o kadar ağırdı ki, biz bile boğulur gibi olmuştuk.

 

Narim eve girmiş, onun ardından Devran hiçbirimize bakmadan bahçeden ayrılmıştı. Araları hiç düzelecek gibi durmuyordu. Kimi suçlamaya hakkımız vardı onu da bilmiyordum. Dönüp iki tarafa da bakıyordum, ve ikiside acılar içinde kıvranıyordular. Ne birlikte mutluydular, ne de ayrı.

 

Ceylan elini Zahir'in koluna koyup izin ister bir bakışın ardından ayağa kalktı. Eve yürüyüp ablasının yanında olmak için ayrıldığına emindim. Zahir onu sadece onaylamış ve derin bir nefesle bize bakmıştı.

 

"Bir gün birbirlerini boğazlayacaklar."

 

"Sanmam." Dedi Süleyman kederli sesiyle. "Birbirlerini öldürmeyecek kadar seviyorlar."

 

"Affetmeyecek." Dedi yanımda oturan, Yavuz bilge bir sesle. Ardından gözlerini üstümüzde gezdirdi. "Narin abla, Devran'ı affetmeyecek."

 

Belki de haklıydı. Narin Devran'ı hiç ama hiç affetmeyecekti. Öyle bir uçurum vardı ki aralarında, Devran'ın kurduğu her köprüyü kırıp döküyordu. Geçmişin acısını silemeyecekti.

 

"Nasıl eminsin?" Aziz'in sorusuyla, Yavuz gözlerini birkaç saniye boşluğa daldırdı.

 

"Devran'ı kafasında bitirmiş." Merakla ona çevridim harelerimi.

 

"Sana bir şey mi anlattı?"

 

"Birkaç gün önce konuştuk. İşler için." Kaşları altından bana baktı. "Hayatında Devran'a yer olmadığı sesinde de, gözlerinde de belliydi. Tek istediği kendi işini kurup kendi hayatını yaşamak. Kızıyla." Bazen bazı şeylerin oluru olmazdı.

 

Bir konu vardı ki, Devran'la Narin Özlem için bir araya gelse bile sürekli kavga eden iki kişiden farksız hayatlarına devam edecektiler. Tüm bunlar, Özlem'i iyi etmeyecek sadece üzecekti. Çünkü nasıl bir şey olduğunu biliyordum, şiddet olmasına gerek yoktu. Bazen piskolojik şiddet, anne babanın kavgası bile bir çocuğun sevgisini çürütmeye yetiyordu.

 

Tüm bunlardan sonra odalarımıza dağılmıştık. Kavgayı saymazsak abimle Zerda'nın nişanı güzel geçmişti. En azından onları mutlu görmek benim için en güzel şeydi. Uzun yıllardır Zerda'nın aşkını göğsünde taşıyan abim sonunda ona kavuşmuştu. İçi içine sığmıyordu bunu biliyordum. Sonunda herkesin rızasını alarak sevdiği kadınada kavuşmuştu.

 

Umarım bu mutluluğumuz olduğu gibi devam ederdi.

 

*****

 

Yazar.

 

Herkes odalarına dağılırken Süleyman olduğu yerde oturmuş sessizce gökyüzünü izliyordu. Ara sıra gökyüzünü izlemeyi ve barışık olduğu o yalnızlıkla baş başa kalmayı seviyordu.

 

Derin bir nefesle kollarını göğsüne kenetledi. Sessiz sakin görünüyordu, herkesin gözünde öyleydi. Oysa bazı zamanlar o yalnızlıkla nasıl baş başa kaldığını, hiç tanımadığı ailesini özlediğini Zahir'den başkasıda bilmiyordu.

 

Gerçi şu an o da yoktu. Son zamanlar yaşananlar herkesi yormuştu.

 

Hafif çiseleyen yağmur başladığında sıkıntılı bir hırıltı çıkardı. "Yaz günü yağmur mu olur?" Usulca oturduğu sandalyeden kalkarken artık eve girme zamanı gelmişti. Elini uzatıp masadan telefonunu aldığı an ekranda bir arama belirdi.

 

Kaşları çatılırken harelerini aşağı indirdi ve adımları duraksadı. Devran onu arıyordu. Daha birkaç saat önce buradan büyük bir kavgayla ayrılan adamın arama sebebi neydi?

 

Merak içinde aramayı yanıtlayıp kulağına götürdü. "Nerdesin?"

 

"Nerede olacağım?" Süleyman bir elini cebine sokarak eve yürüdü. "Evde."

 

"Karaca oraya geliyormuş."

 

"Anlamadım?" Süleyman irisleri genişlerken adımları yere çivilendi. "Ne demek buraya geliyor? Zahir'in bir şeyden haberi yok. Daha anlatmadık."

 

"Öyle değil." Devran'ın araba kullandığını anlamak zor değildi. "Peşinde birileri var, Süleyman. Yavuz'u aradım ancak açmadı. Büyük ihtimalle uyuyor, Karaca'nın peşinde kim var bilmiyorum ama eskiden canını almak isteyenler olabilir." Yutkundu. "Oraya geliyor olabilirler, hepiniz tehlikede olabilirsiniz."

 

"Ne diyorsun, sen?" Süleyman koşar adım eve girdiğinde ön kapıdan sesler duymuştu.

 

"Adamları oraya yönlendirdim, ancak karşı taraf kaç kişiler kimler bilmiyorum." Devran'ın sesinde sıkıntı vardı. "Karaca'yı öldürmek istiyor olabilirler. Yarı yolda beni aradı, onu sakladığım yere baskın yapılmış. Yaşadığından nasıl haber tutmuşlar bilmiyorum! Bildiği tek yer orası olduğu için tek çareyi oraya gelmekte bulmuş." Süleyman elini saçlarına daldırdı, ve o an kapı üst üste çalındı.

 

Telefonu kapatarak kapıya yürüdü. Açtığı an karşısında gördüğü tek kişi ürkek gözlerle ona bakan Karaca olmuştu. Gözleri bir an kızın arkasına kaydı, birilerinin gelip gelmediğini kontrol etti. Ardından elaya karışık hareleri Karaca'nın yüzüne tırmandı. Onun yanağında kızarıklık, ve dudağında bir kesik görmek hoş bir manzara değildi.

 

"Ne oldu sana?" Sorusu basit, ama bir o kadar da tehlike taşıyordu.

 

Karaca ağzını açıp konuşmadan bir silah sesi duyuldu. Havaya sıkılan tek kurşun. Ardından bahçeye birkaç adam girip silahını Karaca'nın sırtına doğrulttu. Süleyman onlardan hızlı davranarak belindeki silahı çıkardı. Karaca'nın bileğini kavrayarak onu eve sokup arkasına çekerken silahını karşısında dikilen adama doğrulttu.

 

"Yavaş gel." Karşılıklı silah tuttuğu adamın birinin koruması ya da gönderdiği ecel olduğunu anlamak zor değildi.

 

Evin ışıkları teker teker yandı, ve dakikalar içinde diğerleri aşağı indi. Hepsinin elinde bir silah vardı.

 

"Süleyman!" Yavuz, öfke ve endişeyle seslenirken kapıya doğru yürüdü.

 

Evine kimin baskın yaptığını, kimin böyle bir cesaretle kurşun sıktığını merak ediyordu. Ancak kapıya ulaşınca orada Karaca'yı görmek kafasını epeyce karıştırmıştı.

 

"Neler oluyor!?" Aziz'in sesi soğuktu, diğerlerine kıyasla elinde bir silah yoktu ama gözlerinde öfke vardı. Süleyman'la Karaca'nın arkasında hepsi teker teker yer alırken, Zahir'in gözleri yabancı kıza takılmıştı.

 

Aynı anda Karaca'nın gözleri abisiyle kesişmişti. Onu daha önce resimlerde görmüştü. Kenardan köşeden topladığı resimlerle. Bileğini usulca Süleyman'dan kurtarırken bir adım geri attı.

 

Dolu gözleri canlı kanlı karşısında duran abisinin üstünde dolandı. Kaç gündür buradaydı? Geldğinden ona bahsetmemişmiydiler? Neden hiç onu aramamıştı?

 

Zahir anlamayarak gözlerini önce yıllardır görmediği kardeşinde, ardından arkadaşlarında gezdirdi. Bir şeyler hissediyordu, ne olduğuna anlam veremiyordu.

 

"Abi?" Dedi Karaca. Yılların birikmiş hasretiyle. Zahir'in tüm vücudu kasılırken gözleri büyük bir hızla kardeşine ulaştı. Elindeki silah yeri bulurken duyduklarından anlam çıkaramadı.

 

Başka birisine söyledi sandı. Bu genç kadın, ağzından çıkan o kelimeyi başka birisine söyledi sandı. Ya da öyle olmasını diledi. Ancak değildi. Karaca onun gözlerinin içine bakıyor, açık açık ona abi diyordu. Ve çok benziyordu.

 

Toprağın altına koyduğu kız kardeşine çok benziyordu.

 

Bir adım geri attığında göğsü daraladı. Zihninin içinde sesler dolandı, o sesler bir çivi gibi Karaca'nın ağzından çıkan kelime tarafından beynine çakılıp durdu.

 

Kardeşi yaşıyor muydu?

 

Ya öyleydi.

 

Ya da deliriyordu.

 

********

 

BÖLÜM SONU.

 

Bölüm sonundan merhabalar, nasıl buldunuz bakalım bölümü??

 

Benim yazarken eğlendiğim bölümlerden biri dahaydı, Devran'la Narin sahnelerini saymazsak.

 

Bu ikisi beni gerçekten mahvediyor, ne zaman bir araya gelseler hep kavga ediyorlar. Sonları nasıl olacak hiç bilmiyorum.

 

Siz ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?

 

Benim artık düşünecek halim kalmadı kendi hallerine bıraktım jdjsjxjs

 

Zerda'yla Tufan'ı nişanladık ya, gidip bunun için horon tepeceğim xjsjjxjssj Yakın da düğünlerinide görürüz İnşAllah.👀

 

Ve Karaca ile Zahir, bilmiyorum ama bu ikisi çok can yakacak gibi. Nasıl olacak, tekrar birbirlerini bulduklarında Zahir nasıl tepki verecek sanırım zamanla öğreneceğiz. 🥲

 

Neyse en azından Hafsa ve Yavuz mutlu jzjsjdj

 

Bir bölümün daha sonuna geldiğimize göre ben kaçıyorum, hepiniz çok çok hoşçakalın Allah'a emanet görüşürüz.💖

 

Bölüm hakkında bilgiler için, biomdaki linkten whatsapp kanalımı takip edebilirsiniz

Istagram;Selin_elizzz

 

 

Bölüm : 04.11.2025 16:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...