
Merhabalar, nasılsınız? Yeni bölüme hoşgeldinizz.💕
Bol bol yorumlar yapmayı oy vermeyi unutmayın güzellerim. 🎀💕 Şimdiden keyifli okumalar. 💖
*******
Ahmet kaya-Giderim.
Orhan Gencebay-Kaderimin oyunu.
Yazar.
Bazı şeylerin gerçekten sonu gibi hissettiğimiz zamanlar olurdu. Tükenmişlik, acımasız bir zehir gibi insanın tenine girer usul usul kanına karışırdı. Zahir Çetiner, böyle bir durumun içindeydi. Ne yapacağını bilemez, sarsılmış bir edayla orada duruyordu.
Karşısında bir kadın vardı. Yılların çok yorduğu, erken yaşta büyümek zorunda kalan ama buna kıyasla küçücük bir çocuğun simasına sahip bir kadın.
Abi.
Zihninde dolanıyordu.
Abi..abi..abi..
Yavuz, şu an bu durumu mecburen göz ardı ederek elindeki silahla dışarı çıktı. "Kimsiniz ulan siz? Evimi basma hakkınız size kim veriyor!" Gözleri birkaç saniye kendisine silah doğrultan adamın üstünde dolandı. Tanıdık bir siması vardı. Daha önce bu adamı Kemal'in etrafında görmüştü.
"Karaca'nın peşinde geldiler." Diye hızlı bir açıklama yaptı, Süleyman. Bunu yaparken hâlâ silahını sıkı sıkıya tutuyordu.
Yavuz öncesinde anlamayarak Süleyman'a kısa bir bakış attı, ancak geri karşısındaki yabancıya döndü. "Kemal'in adamısın." Sesi fazlasıyla soğuktu. "Ne derdiniz var bu kızla?"
"Kızı verin gidelim." Silahını bırakmayı reddeden adam düz bir sesle konuştu. "Sizinle bir derdimiz yok."
"Ulan orospu çocuğu!" Yavuz hızlı adımlarla ileri yürüyüp karşısındaki adamın yakasını kavradı ve silahının ucunu onun alnına bastırdı. "O Kemal itiyle benim ezelden gelen bir derdim var, şimdi söyle ne halt yemeye kapıma geldiniz. Karaca ile derdiniz ne!" En başından beri Karaca'nın peşinde birilerinin olduğundan en başından şüpheliydi. Şüpheleri yanlış değildi.
Yavuz boş bir adam değildi. Yıllar önce Karaca'yı öldürmek isteyen herkesin bugün onun yaşadığını öğrenince tekrar öldürmek isteyeceklerini biliyordular. Bu kişi çok saygın birisi olabilirdi, ya da isminin hükmü büyük olan birisi. Kim geleceğinin mahvolmasını göze alırdı? Karaca'ya her ne yaşattılarsa korkutukları bir şey vardı. Bugün onun peşine düşerek bunu açıkça kanıtlamıştılar.
"Kızı ver gidelim." Bu adamın onlarla başka derdi yoktu. Ne kendisi, ne de diğer adamları silahını indirmiyordu.
"Sen benim kapımdan kız alamazsın." Yavuz gözlerini kısarak bakışlarını adamın yüzüne dikti. "Ya şimdi defolup gidersin, ya da ben hepinizin leşini bu kapıya gömerim." O tehditini bitirir bitirmez bahçeye Devran'ın gönderdiği adamlar girmişti. Düşmanın sayıları, Payidar ailesi için fazla azdı.
Şüphesiz bir şekilde bu oyunu kaybederdiler.
Adam gözlerini ağır ağır Yavuz'un üstünde gezdirdi. Ardından sıkılı dişleri arasında konuştu. "Gidelim." Nasıl olsa burada bitirmemişti.
Bu gece buradan kimseyi alamayacaklarını, ve kimsenin canını yakamayacaklarını çok iyi biliyordular.
Onlar bahçeden çıkar çıkmaz, asıl mesele patlak vermeye başlamıştı. Zahir Çetiner, hâlâ olanlardan bir şey anlayamıyordu.
******
Hafsa Payidar.
Gece duyduğumuz silah sesleri beni strese sokmadı desem yalan olurdu. Tam huzurlu bir gün yaşadık, her şey yolunda derken bunlar yaşanmıştı. Gece hepimiz odalarımıza dağılmış, Yavuz'a ilaçlarını içirmiş kendim de vitaminlerimi almıştım ve bu sayede uyuma kararı almıştık. Beni huzurlu uykumdan ayıran gelen silah sesleri olmuştu, son hatırladığım onca yalvarışlarıma rağmen Yavuz'un beni banyoya sokması ve burada beklememi söylemiş olmasaydı.
Redettiğim için de kapıyı üstüme kitlemişti.
Çok endişe ediyordum, aşağıda neler olduğunu bilmiyordum. Gözlerim dolu, bir elim karnımda stres ve endişeden bebeklerime bir şey olur korkusu yaşarken bir yandan da diğerlerine bir şey olur korkusu vardı üstümde. Ta ki sonunda adım sesleri duydum, ve kapı açıldığında karşımda Yavuz'u gördüm. Silah alarak bu odadan çıktığına emindim, ama şu an elinde bir silah yoktu.
"İyisin." Diye rahat bir nefes ağzımdan firar ettiğinde koşarak ona sarıldım. Boynuna sarıldığım an kolları belime sarıldı.
"İyiyim." Sesinde anlam veremediğim bir rahatsızlık vardı.
"Yolunda mı her şey, kimdi? Neydi o silah sesi?" Başımı geri çekerek ellerimi onun yanaklarına koydum. Göz bebeklerim hızlı hızlı üstünde geziniyor bir yara olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.
Birkaç saniye yüzümü inceledi. Sanki bir şeyleri kaybetmeye başlamış gibiydi. "Karaca aşağıda." Dediği an tüm vücudum kaskatı kesildi. Neler oluyordu?
Üstümdeki şoku atlattığım an aşağı inmiştik. Zahir abinin öfkeli sesini duydum. "Neyden bahsedeyisiniz siz?" Herkes salondaydı. Devran bile buradaydı, ve İshak. Onlar neden gelmişti bilmiyordum. Ancak salonun ortasında duran Karaca'yı gördüğümde Yavuz'un gerçekten doğru söylediğini anlamıştım. İşler gerçekten çok fena karışacaktı.
"Zahir bir dinlesen-" Süleyman konuşmaya çalışırken, Zahir gözlerini kısarak başını ona doğru çevirdi. "Bu kız niye baa abi diyi?" Gözlerini teker teker hepimizin üstünde gezidiyor, ama asla Karaca'ya bakmıyordu.
Karaca, küçük bir kız çocuğu gibi salonun içinde tüm gözlerden kaçıp her an ağlayacakmış gibi dururken onu bu halde görmek canımı yakmıştı.
"Abisisin." Aziz zorluklada olsa konuştu. En acısıda hepimiz bunu biliyorduk, ve Zahir'den gizlemiştik.
Zahir beyninde vurulmuşa dönmüş gibi başını iki yana salladı. "Kesun bu oyuni!" İşaret parmağını Karaca'ya doğru doğrulttu. "O kiz benum heç bir şeyum değul! Benum kardeşum seneler evvel öldi, ben onun ölüsuni gördum! Size bir oyun oynamişlar, sizde göz göre göre inanmişsiniz!" Karaca'nın gözünden akan bir damla yaş yanağını izledi. Ancak vakit kaybetmeden onu sildi.
"Senin kardeşinim." Dediğinde tüm bu olanlara fazla kırgındı. "Seneler önce ölüsüne sarıldığın kız-"
"Kapa çenenu!" Zahir öyle bir öfkeyle ona döndü ki ben bile yerimde irkilmiştim. "Kim gönderdi seni?" Kara gözlerinde gizlemeye bile zahmete girmediği o kınar bakışlarla Karaca'nın üstüne yürüdüğünde Süleyman araya girdi.
"Kız yalan söylemiyor." Yüzünde sert bir ifade yer edindi. "Dinlesen anlayacaksın!"
"Dinleyecek bir şeyum yok, bu kiz yalan söyleyi!" Elini Süleyman'ın omzunun üstünde uzatarak Karaca'yı gösterdi. "Biri onu bize oyun oynasin diye göndermuş!"
"Yargılmada bir dinle, kız kardeşin-!"
"Ula kapa o ağzuni!" Bu güne kadar ciddi anlamda Süleyman'a sesini yükseltmeyen Zahir nerdeyse onu dövecek radeye gelmişti. "Hepunizin mi gözüne perde indu ula?" Gözlerini teker teker üstümüzde gezdirdi. "Benum şu iki kizdan başka kardeşum yok!" Diyerek Zerda ve beni gösterdiğinde gözlerim daha fazla doldu. Bizi asla affetmeyecekti.
Bunu ondan gizlediğimiz için bize çok kızacaktı.
"Bilmediğin şeyler var, Zahir." Devran sessizliği bozdu. "Karaca senin özbe öz kardeşin. O gece ölmedi." Zahir genişleyen gözlerini ona çevirdi. İnanmak istemiyordu, ancak konuşmuyordu da. "Karaca o gece ölmedi, kalbini durdu gibi gösterdiler. Bir ilaç verdiler, senin sarıldığın ölü bir insan değildi."
"Neden bahsedeyisin sen?" Zahir şaşkınlığını zar zor zaptetti. "Birileri size çok iyu oyunlar oynamiş!" Başını dikleştirdi. "Ama buna kanmayacağum, dediğiniz şeyler umrumda değul. Gözunizi açinda etrafa bakin, bunca düşman varken bu saçmaliğa inandınız mi?" Bilerek inkar ediyordu. Çünkü kabul ederse, kardeşi gerçekten yaşıyorsa ne yapacağını bilmiyordu.
"Zahir." Dedi Yavuz. "Duyduğun her şey birer gerçek." O yalan söylemezdi. Zahir bir hışımla ona döndü, inkar etmek için. Ama Yavuz'un yalandan nasıl nefret ettiğini bilirdi. Belki de bu yüzden duraksadı, bir an vücudu kasılırken bizim boş bir şeyi iddia etmeyeceğimizi anlamıştı.
"Olamaz." Başını iki yana salladı. "Öldi, Yavuz. Karaca Öldi, bu kız benum kardeşum değul. Ona çok benzeyi." Gördüklerinden korkarak Karaca'ya baktı. "Çok benzeyi, ama o olamaz." Karaca gözleri dolu dolu abisine bakarken sertçe yutkundum. Hıçkırarak ağlamamak için zor duruyordu.
"Hepiniz bir oyunin içindesunuz." Daha fazla kimseyi dinlemek istemediği için arkasını dönerek kapıya yürüdüğü an Karaca konuştu.
"Sokakta düşüp kolumu yaraladığım gün hatırlıyor musun?" Karaca konuştuğu an Zahir abinin adımları bıçak misali kesildi. Bize doğru dönmedi, ama konuşmadı da. İnkar etmedi. "Paramız yok diye bizi hastaneye almamıştılar." Onlar sokaklarda sandığımdan daha fazla acı çekmişti. "Kolumu bile oynatamıyordum acısından, sen bana iyileşeceğine söz vermiştin. Her zaman olduğu gibi yarasını sen sarmıştın, hastane görevlisiyle kavga etmiştin. Benim için ilaç çalmıştın." Her kelimesinde Karaca'nın büyük bir acısı vardı ve o acı usul usul Zahir abinin kalbine, vücuduna akın ediyordu.
"Benim." Karaca titreyen sesini yükseltti. "Ölmedim, abi. Hiçbir zaman ölmedim. Ruhumu aldılar canımı alamadılar. Ben ölmedim. O gün abilerin tüm yaraları iyileştirebileceği kadar güçlü olduğunu söylemiştin." Bir adım ileri attığında gözlerinde damla damla yaşlar aktı.
Onları bu halde izlemek hiçbirimiz için kolay değildi. "Niye inanmak istemiyorsun? Yaşama ihtimalim hiç mi mutlu etmiyor seni?"
"İnanmayim!" Zahir'in sesin yükselttiğinde kelimeler titreyerek çıktı ağzından. "Biri saa bu deduklerimi anlatmıştır, niye inanayim ula ben saa? Oynadiğiniz oyuna kanmayacam!" Belki de içinde bir yerlerde Karaca'nın doğruyu söylediğini biliyor ancak bu ihtimalden deli gibi korktuğu için reddediyordu.
Karaca'ya baktığımda nasıl kırıldığını gördüm. Mantıksal olarak Zahir abinin bunu reddetmesi çok doğaldı, ancak duygusal olarak düşünürsek Karaca'nın da Zahir abinin de kalbi param parça olmuş olmalıydı.
"DNA testi yapalım." Karaca yumruklarını sıkarken boğuk çıkan sesiyle çenesi kasıldı. Böyle bir şeyi yapacak olmak onun için ağırdı ama Zahir abiyi başka türlü ikna edemeyecekti.
"DNA testi?" Zahir abi başını omzunun üstüne çevirerek ona baktı. Dudaklarında küçümseyici bir sırıtış belirdi. "Yalanını ortaya çikaracaksa yapalum." Karaca'yı parçalara ayırarak konuşuyordu. Onu mahvediyordu.
"Zahir, saçmalıyorsun." Dedi Ceylan. Olanları ona anlattığımız için şu an tek yaptığı Karaca'nın yanında olmaktı. "Olan biteni hiç dinlemiyorsun."
"Neyi dinleyeceğum, Ceylan? Biriniz bile mantikli davranmayisiniz!" Ona döndü sert gözlerle. "Benum kardeşum öldi! İsteduği bir DNA testi mi? Ben zaten sonuçlardan emunim ama yapalim." Göz ucu Karaca'ya baktı. "Nasi bir yalanci olduğuni anlayalim."
"Yalancı değilim ben." Ne kadar kırıldığını bu sefer gizleme zahmeti duymadı. "Ama görüyorum ki sende benim abim gibi değilsin. Gaddar birine dönüşmüşsün!" Zahir duydukları karşısında sarsıldı. Belli etmedi ama yüz ifadesi hafifçe seğirdi.
"Ben senun abin değilum." Zahir soğuk sesini öyle bir korudu ki bir an sanki Karaca'ya nefretle baktı. "Yalanci!" Diyecek bir söz bulamayınca öfkeyle ona bunu söylemiş ve üst kata çıkmıştı. Onun peşinden muhtemelen onunla kavga edeceğini bildiğim Ceylan çıktığında sesli bir nefes verdim.
"Hiçbir şeyden haberi yok." Dedi Zerda sakin bir sesle ve bir elini usulca Karaca'nın omzuna koydu. "Üzülme." Karaca gözlerini boşluğa daldırmış ağlamamak için direnerek bir taraftan da hızlı hızlı gözyaşlarını siliyordu.
İçinde bulunduğumuz kasvetli durum bir hayli boğucuydu. "Neler oluyordu?" Dedi Devran en sonunda sessizliği bozarak. "Peşindekiler kimdi?" Belki de bunun hiç zamanı değildi ancak bir şeyleri bilmek zorundaydık. Bu gece resmen eli silahlı adamlar kapımıza kadar gelmişti. Karaca'nın peşinde onun canını isteyen birileri vardı ve bu açık açık ortadaydı.
"Kemal'in adamları." Dedi Yavuz Karaca'ya zaman vermeden. "O adamların seninle ne ilgisi var?"
"Kemal'in adamları mı?" Devran ani bir şokla önce Yavuz'a ardından Karaca'ya baktı.
"Kim olduklarını benden ne istediklerini bilmiyorum." Karaca şu an sorgudan boğulur gibi omuzlarını indirip kaldırdı.
"Seni öldürmek için peşindeydiler-" İshak konuşacağı sırada onlara baktım.
"Rahat bırakın kızı, görmüyor musunuz halini?" Bizi ve Karaca'yıda güvence altında tutmak için bunu yaptıklarını biliyordum. Ancak şu an sırası değildi. Yanına ilerledim. "Elini yüzünü yıkayalım." Dudağındaki yarayı farkettim. Yüzünde ve birkaç yerde daha izler vardı. Birinin ona saldırdığı çok açıktı.
"Zerda, Narin'e söyle tehlike geçti. Özlem'de çok korktu."
"Ben bakarım." Devran daha Zerda'ya vakit bile tanımadan merdivenlere yürüdüğünde onunda endişe içinde olduğunu gördüm. Yavuz'la kısa bir an göz göze geldim. Beni başıyla onayaldığında Karaca'yı da alıp yukarı çıktık.
Öncesinde lavaboya girdik. Elini yüzünü iyice yıkadıktan sonra onu Zerda'nın odasına götürdüm. Narin, Özlem'i Devran'a bırakıp iyi olup olmadığımızı görmek için yanımıza gelmişti. Her şeyden emin olduktan sonra Zerda çekmeceden çıkardığı ilk yardım çantasını bana verdi.
"Bunu kim yaptı biliyor musun?" Dudağında, kaşında kesikler vardı. Birinin ona tokat attığı çok açıktı.
"Bilmiyorum." Derin bir nefes verdi. İlaçlı pamuğu dudağındaki kesiğe bastırdığımda yüzü acıyla buruştu ama dayandı. "Ben evdeydim. Devran'ın beni geçici olarak götürdüğü evde." Pamuğu nazikce benden alarak yaralarını kendi temizlemek istedi ancak izin vermedim. Gözlerimdeki inatçı bakışı farkedince vazgeçmiş olacak ki elini geri yanına indirdi.
"Camlar kırıldı.." Üçümüz pür dikkat onu dinlerken başına neler geldiğini anlamaya çalışıyorduk. "Önce silahlı saldırı, öldüm mü kaldım mı emin olmak için kapıyı kırdılar." Geçmişte yaşadığı bir şeyin tekrarını yaşar gibi olaylara hakim anlattı her şeyi. "Ölmediğimi görünce de.." üstündeki siyah kazağın boğazını aşağı çekti. Boğazında el izleri vardı. Soluğum kesilirken endişeli gözlerim birkaç saniye Zerda ve Narin'in yüzünde dolaştı. Onlarda aynı durumdaydı.
"Seni boğmaya mı çalıştılar..?" Narin'in telaşını bastırarak sorduğu soruyla karşılık Karaca başını salladı.
Birileri ciddi şekilde onu öldürmeye çalışıyordu.
Ama neden?
"Bizimkilere bu durumu söylemeyeceksiniz." Dedi Narin. Hızla ona baktım.
"Nasıl yani?"
"Bir şey anlamadan dinlemeden peşine düşecekler. Zerda, Nisa'yı ara. Onunla konuş, yarın bizi görmeye gelsin."
"Ona güveniyor muyuz?" Dedi Zerda.
"İsteyerek yapmamıştı hiçbir şeyi." Dedim Zerda'ya bakarak. "Ara gelsin, bu konuyu belki çözebilir. Ama neden söylemiyoruz?" Narin'e baktım. "Ben Yavuz'a yalan söyleyemem. Söz verdim."
"Yalan söylemeyeceğiz." Narin bana baktı. "Sadece bu işin arkasında kim var onu öğreneceğiz ve ardından bu durumu onlara biz anlatacağız. Karaca'nın peşindeki her kimse muhtemelen zamanında ona kötülük yapan ve bugünde yaşadığını bilen birisi."
"Peki." Bu yalan sayılmazdı. Sadece sonuçları öğrenecek ve onlara söyleyecektik.
"Sen biraz dinlen." Dedi Zerda Karaca'ya ben onun kaşındaki yaraya yara bandı yapışıtırırken.
"Uykum yok." Karaca başını iki yana salladı. "Sizin de başınızı belaya sokmak istemezdim. Ancak, nereye gideceğimi bilemedim."
"Burayı nasıl aklında tuttun?" Dedi Narin. "Bir kez geldin."
"Hafızam kuvettlidir, yön duyum da iyidir. Olanları kolay kolay unutmam. Nadir abi beni buraya getirdiğinde hangi sokak hangi semt olduğunu zaten biliyordum." Bana baktı. "Onu hiç görüyor musun?" Yaramı kanatacak bir soru sormuştu.
"Hayır." Hiç konuşmak istemediğim bir konuydu bu. Öz babamdı. Ben gerçekleri öğrendiğimde karşıma bile çıkmaya cesaret etmeyen öz babam.
Ne babaymış.
"Pekâlâ." Keyfimin nasıl kaçtığını sezen Narin ortamı böldü. "Hadi çıkalım, sende biraz kafanı topla." Usulca ayağa kalktım. İlk yardım çantasını kapattım ve yataktan aldım.
"Bir şeye ihtiyacın olursa, bize söylemekten çekinme." Samimiyet dolu sesime yorgun bir tebessüm etti.
"Teşekkürler." Onu onayladığımda hep beraber odadan ayrıldık. Tüm bunların sonu ne olacaktı bilmiyordum ama Karaca'nın başı beladaydı ve Zahir abi onun kardeşi olduğuna inanmayı reddediyordu.
Odadan çıkar çıkmaz Ceylan'da bağırış seslerinin ardından Zahir'in odasından çıkmıştı. Belli ki kavga etmiştiler. Bize doğru geldiğinde Zahir abiye ne kadar kızgın olduğu yüzünün her zerresinde yazıyordu.
"İyi mi?" Karaca'yı sorduğu an Zerda usulca başını salladı.
"İyi." Dedi Narin. "Kavga mı ettiniz?"
"Beni dinlemiyor ki abla." Ceylan fevri bir haraketle omuzlarını kaldırıp indirdi. "Bunca acı çekmiş bir kızı böylesine üzmeye hakkı yok. Karaca onun kardeşi, hadi onun dediğine göre değilse bile böyle davranmaya hakkı yok. Kızın ne kadar acı çektiği ortada."
"Birinin onu bizi izlemesi için ya da bize zarar vermesi için gönderdiğini düşünüyor olması gerek." Sesli bir nefesle konuşarak Ceylan'a baktım. "Konuşmamı ister misin?"
"Hiç deneme, Hafsa. Çok sinirli, senin de kalbini kırmasın." Avuç içini koluma yaslayarak okşadı. "Bırak kendi öfkesiyle kalsın, söyledikleri zaten ağırdı. Merak ediyorum DNA testinin sonuçlarını gördüğünde ne yapacak." Biz hepimiz Karaca'nın, Zahir abinin kardeşi olduğundan emindik. Bunun sebebiyse anlattığı şeylerin yalan olma ihtimalinin çok düşük olmasıydı.
Üstelik Nadir abinin böyle bir konuda yalan söyleyeceğini düşünmüyordum. Tamam ona çok kızgındım, ama bence bu kadar da kötü birisi değildi.
"Gidip biraz dinlenin, herkes uykusundan oldu." Narin sakin bir tınıyla konuştu. Gecenin bir yarısı bizi uyandıran o kurşun sesi beni bir hayli etkilemişti.
Yaşanan şeylerden sonra korkularımı biraz olsun yenmiştim. Ancak gecenin bir yarısı patlayan o silah beni sadece annemin benden alındığı o geceye götürmüştü. Başımı usulca sallayarak onlardan ayrıldığımda aşağı inip Yavuz'u bulmaktı niyetim. Merdivenleri indiğimde Cafer'le bir sohbet içinde olan abimi gördüm. Büyük ihtimal Karaca konusunu konuşuyordular. Diğerleri de salonda bu konuyu tartışıyordu.
"Yavuz salonda mı?" Diye sorduğum da abimin başı bana doğru döndü. Cafer ikimize bakıp salona gittiğini belli eden bir baş haraketiyle uzaklaştığında bende tamamen merdivenleri inmiştim.
"Salonda." Dedi abim. Ardından birkaç adımda önümde durdu. "İyi misin abim?" Onun da en az Yavuz kadar telaşa kapıldığına emindim. Hem Zerda için hemde bizim için. Bu soruyu bana soruyor olmasıda bu gecenin de ona geçmişi hatırlatmış olmasıydı.
"İyiyim abim." Omuzlarımı indirip kaldırdım. Gözleri karnıma inince tebessüm etti. "Oğlumla kızımda iyi." Sözlerimle o da tebessüm ettiğinde kolunu omuzlarıma doladı. Saçlarıma bir öpücük kondurup benimle birlikte salona yürüdü.
"Kemal niye bu kızın peşinde?" İçeri girdiğimde Yavuz'un çenesini ovarak aşağı yukarı gittiğine şahit oldum. Bazıları oturmuş, bazıları onun gibi telaş içindeydi.
"Aklımda var bir ihtimal." Dedi Süleyman tekli koltuktan. İçeri girdiğimizi farketmiş ama konuşmaya da devam etmişti. "Ama öyle midir değil midir bilmiyorum abi."
"Ne ihtimali?" Yavuz çatık kaşları altından ona bakarken merdivenlerden inip salonun sağ çaprazında duran Devran konuştu. Narin Özlem'in yanına gidince o da aşağı inmişti.
"Karaca'nın böbreğinin Arya'ya verilmesini engelleyen kişinin Kemal olduğunu mu düşünüyorsun?"
Süleyman anında başını salladı. "Tam olarak onu düşünüyorum." Yavuz'un bir an için kaşları havalandı.
"Diyorsun ki kardeşinin kızının ölmesini istedi?"
"Mantıklı." Aziz abi konuştu. "Onca insana ezyet eden birisi bunu mu yapmayacak?"
"Niye yapsın?" Cafer olanları anlayamıyordu.
"Rıfat mirasını gayri meşhur yeğenine bırakmayacağına göre, kızına bırakacaktı." İshak, Devran'ın hemen yanı başında durmuş sakin bir tınıyla konuştu. "Kemal Arya'nın ölmesini istemiş olabilir, böylece elindeki tüm mal varlıklarda Akgün'e kalacaktı."
"Anlamadığım bir kısım var." Süleyman düşünceli sesini bastıramadı. "Neden engel olmadı? Daha sonra yani, sonuç olarak Karaca'dan alınan böbrek Arya'ya nakledildi."
"Edemedi." Dedi Devran kahverengi gözlerinin ardında bilmiş bir ifadeyle. "Ya Rıfat bir şeylerde şüphelenmişti, ya da Karaca'yı ölmemesi için büyük bir korumaya almıştı. Kemal'in bugün doğal olarak Karaca'yı öldürmek istemesi onun bir şey bilmesinden korkması."
"Ama Karaca bir şey bilmeyi." Dedi Cafer.
"Şimdilik bilmiyor." Yavuz kehribar harelerini bize çevirdi. "İsimlerini bilmiyor olabilir, ama ya yüzlerini gördüyse?" Başını dikleştirdi. "Yarın ona Kemal'in resmini adamlarının resmini, kim varsa hepsini gösterin. Bir şey biliyorsa hatırlayacak, böyle konular kolay kolay unutulmaz. O zaman çocuk olsa bile mutlaka gördüğü her kimse aklına kazınmıştır." Bunları çok iyi biliyordu çünkü kendiside o çocuklardan biriydi.
Kemal bir çok çocuğun hayatını mahvetmişti. Buna Karaca, Ve Yavuz'da dahildi.
"Gidin dinlenin." Dedi Devran kısa bir an hepimize teker teker bakarak. "Yarın bunu detaylı konuşuruz, kapıdaki korumaları artırdım-"
"Devran abi!" Özlem merdivenleri inerek bize doğru koşup Devran'ın bacağına sarıldı. Narin onun peşinden indiğinde sesli bir nefes verdi. Özlem pijamalarıyla, sarı saçları hafif dağınık uykulu gözlerini Devran'ın yüzüne çıkardı. "Yanımda uyur musun?" Devran başını eğerek kızına baktığında ciddi bakışı yok oldu.
"Biz ne güne durayiz bıcırik? Bizi unuttin mi?" Cafer'in sorusuyla Özlem ona baktı.
"Unutmadım abi, ama Yavuz abimin karısı var!" Beni gösterdi. "O da korkmuştur, sende horluyorsun!" Diye Cafer'e gözlerini kısarak baktı. "Devran abi hiç horlamıyor."
"Ben mi horlayim?" Cafer en büyük hakareti yemiş gibi yüzünü buruşturduğu an, Yavuz bana baktı. Özlem anlayışlı bir çocuktu ve Yavuz'un böyle bir anda benim yanımda olmak istediğini biliyordu.
"Horluyorsun, hemde ayı gibi." Dedi Devran ve aşağı eğilip Özlem'i kucağına aldı. "Uyurum seninle, korktun mu sen?"
"Korktum." Özlem anında kollarını onun boynuna doladı. Ardından Narin'i gösterdi. "Narin ablada gelsin." Narin bir şey diyecek gibi oldu. Devran ile aynı ortamda bulunmak istemiyordu. Ancak Özlem masmavi gözlerini ona dikince sözlerini yuttu.
"Gelsin." Devran aniden konuştu, ardından hızlıca boğazını temizledi. "Gelmek istiyorsa?" Beklenti dolu gözlerini Narin'e çevirdi. Narin birkaç saniye duraksadı. Ardından Özlem'i reddedemeyeceğini anladı.
"Gelirim, Özlem istiyorsa." Narin açık bir şekilde gelse bile Özlem için geleceğini belirtmişti.
Özlem hızla başını sallayarak onu onayladı. Devran ve Narin kısa sessiz bir bakışma yaşadılar. Ardından Devran kucağındaki Özlem ile beraber merdivenlere yürüyünce Narin'de onları takip etmişti.
Süleymam ayağa kalktı. Yanımdan geçerken konuştu. "Yenge, Karaca nerede?" Ona baktım.
"Zerda'ın odasında, soru sorup kızı darlama. Zaten iyi değil."
"Yok, bende iyi olup olmadığını görmek istiyorum zaten." Hepimize göz gezdirdi. "İyi geceler." Ufak baş haraketleriyle onu onayladık.
Herkes odalarına dağılırken abim de Zerda'yı alıp yukarı çıkmıştı. Yavuz yanıma ilerledi. Sıcak elleri soğuk yanaklarımı bulduğunda küçük bir tebessüm belirdi dudaklarımda.
"Senin canın sıkkın." Baş parmakları yanaklarımı okşadı. Sessizce konuştum.
"Pek iyi hatıralara sahip değilim. Silah sesi-"
"Diline getirip hatırlamana gerek yok." Yavuz annemin nasıl vefat ettiğini, muhtemelen bu türlü şeylerin bana ne hatırlattığını da biliyordu. "Kimdi bulacağım."
"Bulaşmanı istemiyorum, kendini tehlikeye atmanı." Ona baktım yalvaran gözlerle. "Kendini incitecek şeyler yapma, Yavuz."
"Ben tehlikenin içine doğmuşum, sevdam. Alışığım." O çocukluğundan beri böyle şeyler görmüş, kaç kez ölümlerden dönmüştü. "Ama size bir zarar gelmesine izin vermem, söyle bana nasıl hissediyorsun?"
"İyiyim." Herhangi bir sancım yoktu. Bebeklerimide bende iyiydim.
İyi olduğumdan tamamen emin olduktan sonra odamıza çıkmış biraz uyumuştuk. En azından yarına kadar daha iyi hissetmemiz için bu uykuya ihtiyacımız vardı. Sabah bizimkiler kahvaltılık bir şeyler hazırlarken bende üstüme aldığım hırkayla arka bahçeye çıktım. Hafif serin havayı içime çekerken gözlerim bahçedeki masanın etrafındaki sandalyelere oturan Süleyman ve Karaca'ya takıldı. Süleyman tavşanını masanın üstüne bırakmış onu beslerken, Karaca şefkatli gözlerle tavşanı izliyordu. Süleyman'sa ona bir şeyler anlatıyordu.
Bir şekilde Süleyman'ın anlattıkları ona iyi geliyor olacak ki düşünceleri tamamen dağılmış gibiydi. Hem Süleyman'ın anlattıklarını dinliyor hemde işaret parmağıyla tavşanın kafasını okşuyordu.
"Adı ne bunun?" Diye sorduğunu duydum.
"Adı?" Süleyman elindeki yaprakları tavşanın önüne bıraktı ardından ensesini kaşıdı. "Remziye."
Karaca kendini tutamayıp güldü. "Remziye mi?"
"Ani gelişmişti."
"Öyle olsa gerek." Karaca tebessümle tavşana baktı. "Yine de yakışmış."
"Yakışmış mı?" Süleyman ilkokul öğrencisi gibi kollarını masaya koymuş Karaca'nın yüzünü izledi. Karaca ağır ağır başını salladı.
"Senin de ismin güzel." Dedi aniden. Karaca bir an gözlerini onun yüzüne çıkarınca Süleyman pot kırmış gibi afalladı.
"Öyle düşünüyordur, tavşan yani. Eminim öyle düşünüyordur." Karaca onun telaşlı hallerini komik bulmuş olacak ki tebessüm etti.
"Teşekkür ederim, tavşana." Dediğinde Süleyman ona teşekkür ettiğini zaten anlamış ve dudağında seğiren utangaç tebessüme engel olamamıştı.
Onları bu halde görmek gözüme tatlı gelmişti. İkisi birbirine aslında benziyordu. İkiside yalnızdı, çocukluklarından beri. Süleyman'ın hikayesine pek hakim değildim ama o benim gözümde hep kimsesiz bir çocuktu. Karaca'ya da baktığımda aynı şeyi görüyordum. Kimsesiz yalnız bir çocuk.
"Kahvaltı edeceğiz." Dedim onların arasındaki sessizliği bozarak. Anında ikisininde bakışları bana doğru döndü. "Hadi gelin."
"Yenge, sen ne zaman geldin?" Süleyman ayağa kalkarken yarım ağız bir tebessüm ettim.
"Biraz oldu." Süleyman dediklerime karşı sakin bir tavırla önce bana sonra Karaca'ya baktı.
"Ben oturmayayım." Gelişi güzel bir tavırla bize tebessüm etti, Karaca. "Şimdi kavga çıkar." Zahir abinin onu o masada görmek istemeyeceğini ima ediyordu. Haksız da sayılmazdı,
"Olmaz öyle şey." Süleyman kaşlarını çatarak Karaca'nın fikrine itiraz etti. "Kalkıp gideceği varsa da gitsin." Zahir'e dünden beri çok kızgındı. Karaca'yı dinlemeden yargılaması hoşuna gitmemişti. Aslında bu hepimizin gözünde hoş olmayan bir durumdu, sırf bu yüzden bile Ceylan Zahir'le kavga etmişti.
Bir yerde onuda anlıyorduk, gerçekten zordu. Bu Zahir abinin öylesine kabul edebileceği bir durum değildi. Daha günler önce eski dostunun, kardeşinin, Uygar'ın ölmediğini öğrenmiş onu kanlı canlı karşısında görmüştü. Ona sarılmak varken, kendine ettiği ihaneti öğrenmişti. Tüm bunların üstüne Karaca meselesi ortaya çıktığında iyice çökmüştü. Dün onunla kavga eden Ceylan'ın bugün biraz olsun onu anlamaya çalıştığının farkındaydım. Ancak Zahir abi buna bile izin vermiyordu. Kafası şu an allak bullaktı.
"Gel, Karaca." Dedim Süleyman'a destek durarak. "Masadan kalkacağını sanmıyorum." Gözlerini bana çevirdi. Birkaç saniye düşünür gibi oldu ve ardından ayağa kalktığında bize katılacağını anladık.
Birlikte eve girip salona girdiğimizde çoktan herkes masadaydı. Ancak hepsi sessiz sedasız tabaklarındaki yemekle oynamakla meşguldüler. Karaca Zahir'e en uzak olacak sandalyelerden birine oturmuştu. Zahir'se onun içeri girdiğini hissetmiş ancak başını kaldırıp bakmamıştı. Gözlerini tabağından çekmeden dünkü tavrını koruyordu.
Yavuz'un yanına oturduğumda tabağındakilere dokunmadan Zahir'i izlediğini farkettim. Bir ara diğerleriyle göz göze gelerek derin bir nefes verdi. Ardından çatalına birkaç şey alarak benim tamağıma ekledi. "Kendini aç bırakma." Dediğinde ona bakarak tebessüm ettim.
"Sende öyle, tabağındakilere dokunmamışsın." Onun da kendisine iyi bakması gerekiyordu. Birkaç ay sonra olması gereken bir amelyat vardı ve bu zaman içinde çok iyi bakılması gerekiyordu.
"Beni düşünme, sen kendini ve oğlumuzla kızımızı düşün." Diye sakin bir dille çatalına aldığı zeytini dudaklarıma uzattı.
Başımı iki yana salladım. "Sen yemeden ben yemem."
Yüzümdeki o kararlı ifadenin sarsılmadığını görünce yenilgi dolu bir nefesle başını salladı. "Zalımın kızı.." Kendi yemeğinden birkaç lokma hızla yedi ardından gözleriyle benim tabağımı gösterdi.
"Hepsi bitecek." Normalde çok aşerirdim ancak son günler yaşanan şeyler iştahımı kesmedi desem yalan olurdu. Yine de Yavuz'un sözüne uyarak yemeğimden bir lokma alarak yemeye başladım.
"Bugün.." Diye lafa girdi Ceylan. "Gerçekten gidecek misiniz hastaneye?"
"Gideceğum." Zahir soğuk tavrından ödün vermeden göz ucu Karaca'ya baktı. "Benumle gelecek. Dediği şeyun kanutini görecek."
"Pişman olacaksın." Yemeğine bile dokunmayan Karaca daha fazla dayanamadan konuştu. Zahir elinde tuttuğu çatalı sıkarken kara gözlerini ağır ağır Karaca'nın yüzüne kaldırdı.
"Ne olacağum?"
"Pişman."
"Pişman olacağum?" Güler gibi oldu. "Merak etma, olmam." Fazlasıyla sertti. "Pişman olacak tek kişi sen olacasun." Çatalıyla Karaca'yı gösterdi. "Söyleduğin yalanlarin üsti açılınca konuşacak tek kelimen kalmayacak -"
"Ben yalan söylemiyorum!"
"Söyleyisin!" Zahir öfkeyle sesini yükseltti. "Sen yalancisin!"
"Sende benim tanıdığım abim değilsin!" Karaca titreyen hareleriyle aynı şekilde sesini yükseltti.
"Ben senin heç bir şeyun değulim!" Zahir abi elini masaya vurarak ayağa kalktığında olduğum yerde irkildim. Bunu farkeden Yavuz öfkeyle Zahir'e döndü.
"Zahir, yeter!" Diye gürlediğinde Zahir kasılan çenesiyle ona döndü. "Her şeye tahammül ederim karımı korkutacak bir eylemde bulunmaya hakkın yok!" Elimi Yavuz'un elinin üstüne koydum.
"Sorun değil."
"Sorun." Önce bana baktı. Ardından ayağa kalktı. "Dünden beri şu kiza etmeduğun kalmadi, öfkene hakim olda biraz ihtimalleri göz önünde bulundur." Gözlerini kıstı. "Deduği gibi pişman olursan ne edecesun? Ya gerçekten kardeşunse!"
"Değul ula değul!" Yavuz'a karşı ilk kez belki de böylesine sesini yükseltiyordu. "Saçma sapan konuşmalarinizla sizi baş başa bırakayirim, yapilan DNA testi zaten her şeyi açiklayacak!" Arkasını dönerek masadan bir hışımla uzaklaştığında Yavuz'un burnundan isyan dolu bir nefes verdiğini duydum.
"Yavuz üstüne gitmesemiydin?" Her ne kadar Zahir abi öfkeli olsa da içimde ona kıyamayan bir taraf vardı.
"Haketti." Elini kaldırarak yerine oturdu. "Her öfkesinde böyle davranmaya hakkı yok. Dünden beri herkesi tersliyor, bir derdi varsa anlatması gerekir ama kaçıyor." Zahir abinin huyu buydu. Ve bazı zamanlar bu Yavuz'un ağırına gidiyordu. "Önce Ceylan'ı üzdü, Karaca'yı demiyorum bile. Her öfkesinde sevdiklerini kırıp dökmeye hakkı yok." Ceylan, Yavuz için bir kız kardeşten farksızdı. Karaca'ya yapılanları haksızlık olarak görüyor, bunun yanı sıra beni korkutacak bir şeyin yaşanmasına izin vermiyordu.
"Onunla konuşacağım." Diyerek ayağa kalktım. Ancak Yavuz eliyle elimi kavradı.
"Hafsa-"
"Yavuz o benim abim, yalnız bırakmam." Şu an en ağır şeylerden birini yaşıyordu. Yavuz'la birkaç saniye bakıştık. Ardından öfkesini yenerek derin bir nefes verdi.
Başını salladığında onayını almıştım. Salondan ayrıldığımda neyse ki Zahir abinin evi terketmek yerine arka bahçeye çıktığını gördüm. Peşinden çıktığımda o çoktan bir sandalye çekmiş öfkeyle oturdu. Avuç içini alnına yasladı. Tek dizini sallamakla meşgulken öfkeli nefesler alıp veriyordu.
Sesimi çıkarmadım. Yanına ulaştığımda bir sandalye çekerek bende tam karşısına oturdum. Beni farketti, rahatsızlığı çoğaldı. İçinde biriken çok şey vardı.
"O benum kardeşum filan değul." Aniden konuşmaya başladığında aslında ne kadar dolu olduğunu gördüm. Alnından ayırdığı elinin parmaklarını avucuna doğru kıvırdı. "Nesini anlamayiler? Ben kardeşumin ölüsune saruldum." Başını iki yana salladı. "Oyun. Bunlar hepsi oyun."
"Ya değilse abi?" Nazik bir sesle konuştum. "Ya gerçekten kardeşinse?"
"İmkani yok!" Beni kırmak istemiyor, ancak dediklerimede akıl sıra erdiremiyordu.
"Onu hiç dinlemedin." Dedim gözlerine bakarak. "Abi, çocukken bir çetenin eline düştüğünüzden bahsetti. Çetenin başında Cihan varmış." Kaşları havalandı. Bunu o da bilmiyordu. Cihan Polatlı onları esir tutan çetenin başındaydı.
"Nasi?"
"Oymuş." Bunun için belki de suçlu hissetmemem gerekirdi ama hissediyordum. "Orada ne yaşadıysanız bunun için çok özür dilerim-" Hızla eliyle ağzımı kapattı.
"Bunin içun benden özür dileme kardeşum." Sözleri kalbimi ısıtıyordu. "Elunde olmayan bir şey içun senu suçlayacak değulim." O kadar şey yaşanmıştı ki, böyle bir işin arkasından Cihan'ın çıkması onu şoka sokmamıştı. "Devam et." Dediğinde elini ağzımdan çekti. Derin bir nefes soludum. Onu bir şeylere inandırabilir miydim bilmiyordum ama devam ettim.
"Karaca'yı öldü göstermişler." Karaca ve Nadir abinin bize anlattığı ne varsa aynısını anlattım. "Karaca'yı almak isteyenlerse, Turaç ailesiymiş. Arya Turaç'a böbrek nakli gerekiyormuş bunun için donör ararken sokak çocuklarını kurban seçmişler. Cihan elbet bu konuyu elinin tersiyle itebilecek bir adam değildi." Gözlerimi yerde gezdirdim. "Karaca'yı seçmişler. Kardeşinin canını almak istemeleri bu yüzdenmiş." Zahir abinin yüzünün her zerresi kasılırken acı içinde kaşları çatıldı.
Kardeşinin başka bir can için öldürülmeye çalışması onu parçalara ayırmıştı.
"O Rıfat piçi?" Söylediklerimi aklı almazken usulca onayladım onu.
"Karaca ölmedi abi. O kız senin gerçekten kardeşin olabilir, çünkü Arya Turaç hâlâ hayattaysa o nakilde yapılmış." Dediklerim biraz olsun ona mantıklı gelmiş olacak ki irisileri genişledi.
"Anlamayirim, kardeşumin canindan ne istediler?"
"Kemal yapmış olabilir, emin değiliz ama güç uğruna Arya'nın ölmesini isteyip Karaca'yı bu yüzden ortadan kaldırmak istemiş olabilirler."
"Para için?" Ağrına gitmişti. "Benum biricik kardeşumin canina para için mi kıymişlar?"
"Bunlar zalim insanlar abi." Bazı insanlar öyle merhametten yoksun oluyordu ki anlamakta güçlük çekiyordum. "Güç için her şeyi yaparlar."
Ayağa kalktı. Aşağı yukarı volta atmaya başladı. Her ihtimali değerlendirdi. Düşündükleri ne kadar ağırsa nefesi hızlandı. Elini saçlarına daldırarak dağıttı ve oradan yüzüne indirdi. "Emin olmam lazım." Gözlerini bana çevirdi. "Umut edemem, inanamam. Yıkılırım." Dediklerinin beni ne denli yaraladığından haberi yoktu. Bu konuda kimsenin ona kızmaya hakkı da yoktu.
Kardeşinden bahsediyordu. Senelerdir öldü bildiği kardeşinden. Yasını tutttuğu kardeşinden.
"Yap o zaman abi, DNA testi yaptır." Onu yargılamayacaktım. İçinde bir şeyleri netleştirmesi gerekiyordu yapmalıydı.
"Ya gerçekse?" Harelerinde gerçek bir korku yer edindi. "Gerçekse ne edeceğum?" En çok korktuğu şeyde buydu. Bu konuda maalesef bende ne yapabileceğini bilmiyordum.
"Kardeşine kavuşacaksın." Söyleyebileceğim tek şey buydu.
"Senelerdir bir toprağın altinda olduğuna inanduğum kardeşume mi?" Başını iki yana salladı. "Daha onu soğuk toprağun altinda bıraktum diye kendumi affedemezken, şimdu de senelerce benden ayri acilar çekti diye mi kahrolacağım? Hafsa ben buna nası dayanayım?" Sözleri gözlerimi doldurdu.
Buna gerçekten nasıl dayanacaktı bende bilmiyordum. Ağırdı. Zahir abi bu ağırlığın altında ezilecekti. Onu teselli edecek sözcükleri bulamadım. Çünkü yoktu. Böyle bir durumda ne söylenirdi bilmiyordum.
*******
Zahir abi ve Karaca gerçekten o DNA testini yaptırmak için hastaneye gitmiştiler. Zahir yanında kimseyi istemediği için sadece Süleyman ve Ceylan gitmişti. Devran adamlarını ne olur ne olmaz diye onlarla göndermişti.
Onlar hastaneye gidince, bizde şirkete gelmiştik. Narin'in şirketine. Yavuz'un Kemal'den kalanları Narin'e bıraktığını biliyordum. Ve yalanı yoktu Narin o masaya çok yakışıyordu. Birde ona yardım eden bir adam vardı. Polat bey, bu şirkette eskidende çalışıyormuş. Yavuz tüm her şeyi aklamış, kirli işlerden uzak duran tüm işçilerin devam etmesine izin vermiş, diğerlerini çıkarmıştı. Polat beyse öyle kötü birine benzemiyordu. Yaklaşık 40-lı yaşlarında ya vardı ya yoktu.
"Hepsi bunlar mıydı?" Narin attığı imzaların ardından kağıtları Polat beye uzattığında Polat bey tebessüm ederek kağıtları ondan aldı.
"Hepsi bunlar." Göz attı elindeki dosyalara. "Gerçi bu akşama kadar birkaç imzalanması gereken dosya daha ulaşır elimize ama onları istersen evinize gönderirim?"
"İyi olur. Teşekkürler Polat." Başını salladı. Ardından gözlerini geri bize indirdi. İşe girdiğinden beri Polat beyin ona epey yardımcı olduğundan bahsetmişti bize buraya gelmeden önce. Hatta Yavuz bizzat kendisi onu yönlendirmişti. Çünkü az çok bildiğime göre Polat, Yavuz'un Ordulu şirketine soktuğu bir adamdı. Şimdiyse şirketler kendisine kaldığı için Polat'ı da Narin'in yanına bırakmıştı.
"İyi günler dilerim." Odadan çıkmadan önce bize de başıyla selam verip ayrıldı. O kapıya ulaşıp dışarı çıkarken, Devran kapıyı açarak içeri girmişti. İkisi karşılaşmış, Devran kaşlarını çatarak yanından geçip giden adama bakakalmıştı.
"Bu kim?" İçeri girerken merak içinde sordu.
"Polat bey." Dedi Zerda telefonunda mesajlaşmakla meşgulken gelişi güzel.
"Ne güzel." Devran hâlâ bir şey anlamamıştı. "Ne işi vardı burada?"
"Bilmem Devran." Narin avuç içlerini masaya yaslayarak derin bir nefes soludu. "Seni sormalı, ne işin var burada?"
"Bir şeyler karıştırdığınızı hissettim." Bana baktı. "Gelin hanım, kocanın altıncı hisleri çok kuvvetli. Kardeşim diye demiyorum bana çekmiş." Kaldırdı tek kaşını. "İlk soru, Nisa'yı ne diye çağırdınız? İkinci soru." Narin'e baktı. "Kimdi o?"
"Asistanım." Narin'in ağzından çıkan tek kelime Devran'ın beyninden vurulmuşa dönmesine neden oldu.
"Anlamadım?"
"Asistanım."
"Hay MaşAllah." Gözlerini öyle bir kıskançlık bürüdükü yüz metir uzaktan bakan bile hissederdi. "Asistanın, niye bir erkek?"
"Sana mı soracaktım?"
"Bana ne soracaksın?" Kaldırıp indirdi omuzlarını. "Sormana gerek yok. Sen soruma cevap ver."
"Sorunuda al çok ofisimden."
"Neden onu asistanın olarak aldın?"
"Sana ne? Adam işini iyi yapıyor."
"İyi yapıyor?" Devran kaşlarını kaldırdı. Sesinin tınısında bariz bir rahatsızlık vardı. "Bende ofis işlerinden anlarım."
"Eski sevgilimi asistanım olarak alacak kadar düşmedim." Narin yine acımadan lafını Devran'a yedirirken, Devran her kelimede biraz daha gerildi.
"Eski?"
"Yeni misin, Devran? Aşk yaşıyoruzda benim mi haberim yok?"
"Seni bilmem ben yaşıyorum."
"Şansını zorluyorsun."
"Çıkar o adamı işten." Devran'ın net tavrıyla Narin sesli bir kahkaha attı.
"Emrin olur paşam, başka bir isteğin?"
"Bu adam senin etrafında dolanıp duracak sende izin mi vereceksin? Kadın asistan mı yoktu!" Ortam iyice geriliyordu.
"Sana hiçbir şeyin hesabını vermek zorunda değilim!"
"Çocuğumun annesisin!"
"Evli değiliz!"
"Affetseydin olurduk!" Devran'ın kendisinin bile engel olamadığı bir şekilde kelimeler dışarı fırladığında Zerda bile gözlerini telefondan kaldırıp ikisi arasında götürüp getirdi.
Narin başını dikleştirdi. İyice geri yaslandı. "Polat'ı işten çıkarmayacağım."
"Polat?" Devran'ın kahverengi irisleri genişledi. "Bey'e ne oldu?"
"Yandı bitti kül oldu. Polat'la iyi anlaşıyoruz ve işini iyi yapıyor." Bunları Devran'a kıskandırmak için söylemiyordu. Gerçek ve samimi bir şekilde söylüyordu. Narin böyle oyunlara girecek bir kadın değildi. Polat bey gerçekten işini iyi yapıyordu ve Narin, Devran'ın sözüyle birini işten çıkaracak bir insan değildi.
Devran bir şey diyecek gibi oldu. Kıskançlıktan kıvranıyordu. Ama sustu. Derin nefesler soludu. Şimdilik bu konuyu göz ardı etti. "Söyle bana gelin hanım Nisa'yı ne diye çağırdınız?" Vazgeçeceği yoktu.
"Karaca'nın peşindekilerin ne istediğini öğrenmek için. Kemal olduğunu düşünüyoruz evet ama elimizde net bir şey yok. Ya başka birileride varsa?" Dilini damağına vurdu.
"Onun altından bir şey çıkmaz." Bakışlarını kısa bir an yerde gezdirdi. "Kemal'den başkası olamaz."
"Nasıl eminsin bu kadar, ya varsa birileri?" Dedi Zerda. "Her şeye rağmen önlem almak iyidir."
"Yavuz ona yalan söylediğine dair bir şeyler hissetmiş." Devran bana bakarken harelerinde düz bir bakış vardı. "Seni kırmamak için peşinden buraya kadar gelmedi ama ben anladım. Yalan söylediğini basbaya anlamış."
"Nasıl anlamış ya?" Kaşlarımı çattım. "Hem yalan söylemedim ki ben, gerçekleri öğrenince onada anlatacaktım."
"Bu yaptığın yalanı ertelemek."
"Bana suç atmaz mısın sen?" İşaret parmağımla karnımı gösterdim. "Bebeklerimi etkiliyorsun."
"Çocuklarını kullanarak sıyrılabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun." Gözlerini kıstı. Ama buna rağmen bakışları karnıma indiğinde yumuşama belirtisi gösterdi. "Hadi ben neyse, yumuşak yürekliyim. Kocan canını okuyacak."
Yavuz gerçekten canımı okur muydu? Hamile karısına kıymazdı. Hem en fazla sinirlenirdi. Bende surat asardım. Siniri geçerdi. Fırsatçı değildim. O bana kıyamıyordu bu fırsatçılık sayılmazdı.
Bence sayılmazdı.
"Aman ne yufka yürek..bir kanatları eksik. Onu da taksak tam olacak." Narin'in iğneleyici sözleriyle Devran boş gözlerle ona baktı. Ardından samimiyetsiz bir şekilde gülümsedi.
"Söylerim Polatcığına yapar onu da, kağıt karton işlerinden pek iyi anlıyor."
"Saçma saçma konuşma, bir daha da polatcığım dersen yemin ederim çağırırım güvenlikleri attırırım seni dışarı."
"Kendi aldığım şirketten mi kovacaksın sen beni?" Gerçekten şirket el el dolaşıp en son Narin'e kısmet olmuştu.
"Artık benim." Dedi Narin gururla. "Senin değil."
"Görüyorum." Gözleri ağır ağır dolandı Narin'in üstünde. "Koltuk sonunda hakettiğini bulmuş. En başından beri sizin hakkınızdı." Emindim ki Yavuz yapmasa bile bir yerden sonra Devran zaten her şeyi Narin ve Ceylan'a devrederdi. "Yakışmış." Diye fısıldadığında sesi sakindi. Ama altında kısık bir özlem vardı.
"Sağol." İki yabancı gibi davranmaları ağırdı. Çünkü ikisininde gözleri ardından binlerce anı ve acı vardı. Belki de o anılar ve acılarıda onları iki yabancıya çeviren.
Devran'ın dediği gibi, Nisa geldi. Konuştuk, bir çok şeyi anlattık. Uzun zaman sonra onu ilk kez görüyordum. Bana karşı nasıl pişmanlık doluysa gözlerini yüzüme kaldıramıyordu.
Aldığı tüm bilgilerin ardından oturduğu sandalyede derin bir nefes verdi. "Araştıracağım ama büyük ihtimal bunu yapan, Kemal Ordulu." Bilgisayarını kapattı. Her şeyi not etmiş, Karaca hakkında bir sürü bilgi öğrenmişti. "Karaca kayıtlarda gerçekten öldü görünüyor, belli ki çok büyük bir oyun oynamışlar." Arkadaşına sordurmuş, ve gerçekten öyle olduğunu öğrenmişti.
"İlaçlar vardı hani, kalbi birkaç dakikalığına durduran." Çenesini ovan Devran derin bir sesle konuştu. "Onun gibi bir şey kullanmış olmalılar."
"Böyle ilaçlar var mı?" Zerda hayretle sorarken Nisa başını salladı.
"Var, ve işe yarıyor. Kalp ritmini düşürüyor ve karşı tarafın ölü görünmesini sağlıyor. Bu gibi bir şey yapıldıysa şüphesiz Karaca'nın öldü gösterilmesi kolay olmuştur." Derin bir nefes verdim. Bu mesele gerçek anlamda içimi karartıyordu. Zahir abinin ve Karaca'nın yaşadıkları hiç kolay şeyler değildi.
"Nisa!" Kapı açılıp Cafer içeri girdi. Kucağında Ayşin vardı ve Cafer'in kulağının dibinde bağırmakla meşguldü. "Durmayi senun bu kızin Vallahi bezdum!" Ayşin gerçek anlamda Cafer'den kurtulmak için binbir türlü çaba veriyordu.
"Ben de senden bezdum!" Diye tiz sesiyle Cafer'in kulağının dibinde bağırdı, Ayşin.
"Cafer abi senin burada ne işin var?" Sorumla Cafer kulak zarları patlamış gibi bana baktı.
"Şu an duymayirim. Beynimin içinde yankı eden bir ses varidur. Baa bir dakika ver." Koşar adam Nisa'nın yanına geldi. Ayşin'i onun kucağına bırakır bırakmaz Ayşin susmuş ve Nisa'nın boynuna sarılmıştı.
"Bir daha bu kızi kucağima almayacağum." Avuç içlerini kulağına bastırıp başını iki yana salladı. "Beynimi hissetmeyim."
"Senin beynin mi vardı ulan?" Devran'ın sorusuyla kısık gözlerini ona çevirdi.
"Senunle konuşmayirim ben, ve baa hakaret etme." Ne Cafer ne Yavuz Devran'ı affetmiş değildi. Belki de affetmiştiler ama bunu dillerine hiç getirmiyordular.
"Etmeyelim, Cafer'im." Diye homurdandı Devran, ancak sesinde abi sıcaklığı vardı.
"Ayşin, kızım sen niye böyle yapıyorsun?" Nisa'nın dertli sorusuyla Ayşin kocaman gözlerini ona çıkardı.
"Senden başkasıyla kalmam ben." Cafer'e düşmanıymış gibi baktıktan sonra annesine döndü. "Hem sıkıcı bu adam."
"Beş yaşinda çocuktan hakaret yiyeceğume senden yerum." Devran'a baktı. "Devam et." Devran onun bu hallerine gülerken, Cafer bana baktı. "Sorunun cevabı, Nisa Ayşin'i baa bırakti. Bende kendumi bu saatten sonra Allah'a biraktim. Doktora gideceğum, kulaklarim duymayi."
"Abartma!" Ayşin hızla ona bağırdı. "Yalancı!"
"Bağirma ula bağirma, nasi çocuksun sen? Çocuk deduğinin sesu güzel olur!"
"Cafer sen çocuğuma hakaret mi ediyorsun?" Nisa'nın sorusuyla Cafer yutkundu.
"Yok Gümüşhane kızi, ne haddime?" Omuzlarını indirip kaldırdı. "Alişacağiz."
"Gümüşhane kızı mı?" Diye atladı Zerda sohbete. "Gümüşhaneli misin?" Onun sorusuyla Nisa başını sallayınca, aynı anda Zerda ve ben bakıştık. Ardından Cafer'e baktık.
"Sen ondan sürekli Gümüşhane kızları dinliyorsun!" Zerda sesli bir şekilde bağırdığında Cafer ne yapacağını şaşırmıştı. Nisa kaşları havalanmış bir şekilde Cafer'e döndüğünde, Cafer'in eli ayağına dolaştı.
"Ne zaman dinlemuşim ula? Dinlemedum!"
"Daha geçen nişanımızı mahvetmek için Gümüşhane kızları açıp durdun!" Zerda kınar bir sesle konuştu. "Dinliyorsun, hemde gece gündüz!"
"Dinlemeyim!" Nisa'ya baktı. "Tufan'i benden kıskandiği içun böyle diyi." Öyle bir şey yoktu. Cafer abi sırf kendini aklamak için bunu söylüyordu. Nisa onun bu hallerine azarlar gibi baksada harelerine ince bir yumuşama erişti. Sanki duydukları hoşuna gitmişti.
Bu konuşmaların ardından gerçekçi bir sonuça henüz varamamıştık. Narin işlerine devam etmek için şirkette kalacağını söyledi. Zerda odadan çıkarken, Devran'da daha fazla Narin'in onu burada barındırmak istediğini anlayınca çıktı. En son Cafer, Nisa, ve ben çıktığımızda Nisa Ayşin'i yere bıraktı. "Uslu dur hemen geleceğim, anneciğim." Ayşin'in yanağına öpücük kondurdu. "Cafer abinin elinden tut, ve kaybolma." Ayşin ağzını açacak gibi oldu. Ancak Nisa'nın rica dolu bakışlarını görünce isteksizce Cafer'in elini tuttu.
"Gel bakalim, çeneni kapali tutarsan saa muzlu süt alacağum." Koridorda Ayşin ile yürüyen Cafer ona rüşvet sunarken, Ayşin başını kaldırıp ona baktı.
"Muzlu süt sevdiğimi nereden biliyorsun?"
"Çantanda iki boş kuti var." Belli ki Cafer, Ayşin hakkında bazı şeyleri öğrenmeye başlamıştı bile.
Onlar uzaklaşınca, Nisa bana döndü ve refleks olarak adımlarım durdu. Ellerini önünde birleştirmiş parmakları arasında çantasını tutarken mahçup gözlerle bana bakıyordu. Nasıl bir pişmalık içinde olduğunun farkındaydım. Ayşin'e baktıkça ona kırgın olan tarafımda usulca kayboluyordu.
"İyiler mi?" Sorusuyla bebeklerimi ima ettiğini anlamıştım.
"İyiler." Gözlerimi karnıma indirdim. O gece çok şey yaşanabilirdi. Kabus gibiydi. O anları hatırlamak beni sadece mahvediyordu.
"Özür dilerim." İçten kelimeleriyle harelerimi yüzüne çıkardım.
"Kızın için yaptın." Onunla bu yüzden kavga edecek değildim. "İkimizde bir adamın kurbanıydık, seni suçlamıyorum." Akgün'ün yaptığı şey sadece iğrençlikti. Bir anneyi kendi evladıyla tehdit etmek, ve benim de çocuklarımı elimden almaya çalışmak onun ne kadar tiksindirici bir adam olduğunu belli ediyordu.
"Yavuz'un sende ne bulduğunu anlıyorum biliyor musun?" Tebessüm etti. "Yüreğin çok temiz bu bile seni sevmek için bir sebep. Yaptığım şeye rağmen-"
"Zorundaydın." Usulca omuzlarımı indirip kaldırdım. "Bir anne çocuğu için her şeyi yapar. Annelik duygusuyla davrandın." Hamile kaldıktan sonra bunu daha iyi anlamıştım. Bebeklerim için her şeyi yapardım.
"Teşekkür ederim." Diye fısıldadı. Pişmanlığı hâlâ oradaydı, ancak onu anladığımı bilmek biraz olsun yüreğine su serpmişti.
"Hafsa?" Yavuz'un sesini duyduğumuda ikimizinde başı koridorun girişine doğru döndü. Bize doğru geliyordu. Belli ki en fazla birkaç saat beni yalnız bırakabilmişti. Yanımda Nisa'yı görmek onu germişti. Benim aksime o bana zarar verecek herkese sinirli ve öfkeliydi. "Neler oluyor?" Gözleri Nisa ile benim aramda gidip gelirken çoktan yanıma ulaşmıştı. Avuç içi belimin alt kısmına yaslandığında iğneleyici bir laf etmemesi için ona uyarı dolu bir bakış attım.
Nisa birkaç saniye bizi izledi. Yavuz'un rahatsızlığını anladığı an sessiz bir baş haraketiyle topukları üstünde dönüp uzaklaştı. Yavuz kısık gözleriyle onu izledi hemen ardından bana döndü. "Niye burada?"
"Biz çağırdık." Sözlerimle afalladı. Başını hafif geri çekti.
"Ne işler karıştırıyorsun sen?" Hesap sorar bakışlarıyla alt dudağımı içeri kıvırdım.
"Sen değil, siz." Şimdi anlatsam meseleyi uzatırdı.
"Siz." Diye sabırla soludu. "Ne işler karıştırıyorsunuz siz?"
"Bilmem." Omuz silkerek yürümeye başladım. "Git onlara sor." Ayakkabılarımın sesi koridorda yankılanırken Yavuz koşar adım peşime takıldı.
"Kimlere sorayım? Tarikat gibi oldunuz iyice! Zerda'nın ağzını bıçak açmadı, Narin desen anlatmaz. Ne karıştırıyorsunuz?"
"Ne hesap soruyorsun bana!" Dedim savunma dolu bir sesle. "Üzeceksin beni, ben üzülürsem çocuklarımda üzülür."
"Üzmem sizi." Önüme geçti. "Söyle sevdam, neler oluyor?"
"Karaca'nın peşinde kim var onları araştırmak istedik." Hızlıca konuştum. Yavuz daha şoktan kurtulamadan yanından geçerek minik adımlarla ondan kurtulurum sandım.
"Ne yaptınız?" Şaşkınca donakaldı. Hemen ardından adım seslerini duydum. Karşıma geçerek ellerini nazikce kollarıma koydu. "Hafsa, bu meseleye nasıl karışırsınız?"
"Siz mi karışsaydınız?" Kaşlarımı çattım. "Kan dökerdiniz, olay çıkarırdınız."
"Orası bize kalsın, ama böyle bir tehlikeye kendinizi nasıl bulaştırırsınız? Henüz Karaca'nın peşindeki tek kişi Kemal iti mi değil mi emin değiliz!" Gözlerinde bariz endişe yüreğinde bana bir şey olur korkusu vardı. Bu yüzden böyle davrandığını biliyordum.
"Bir şey olmayacak, bu sadece küçük bir araştırma, Yavuz." Bakışlarımda güven veren bir sıcaklık vardı. "Söz veriyorum bu konuya daha fazla dahil olmayacağım." Bir şey söyleyecek gibi dudakları aralandı. Ardından öfkesini bastırarak gözlerini sıkıca kapatıp açtı.
Ben gözlerimi dikmiş ona bakarken kasları gevşedi. "Zalımın kızı." Homurdandı. "Yürü, doğru eve." Gözlerimi kısarak onu izledim.
"Emir verme bana zalımın oğlu, kendi kararlarımı alabilecek yaştayım." Koridorda yürümeye başladığımızda, kolunu omuzlarıma doladı.
"Tehlikeye koşa koşa atlayan bir karım var. Gerçekten çok mantıklı kararlar alıyor."
"Beni yargılamayı keser misin?" Sızlanarak ona döndüm. "Hiç karısına destek olan bir koca değilsin."
"Karımı eli silahlı adamların içine sokarak mı destek olacağım?!" Şok dolu gözlerle ona baktım.
"Abart, Yavuz. Kafan ancak kötülüğe çalışsın, hem fena mı? Biraz dövüş filan öğrenirim."
"İstediğin dövüş olsun, ben sana öğretirim." Bakışlarını karnıma indirdi. "Ama öncesinde bebeklerimizi sağlıkla kucağımıza alalım." Bana zarar verecek her şeyden kaçınırdı. Bir gün bebeklerimizi kollarımızda tutacağımız gerçeğini söylerken bile sesi kısılmış harelerini sevgi sarmıştı.
"Öğretir misin?" Sorumla gözlerini yüzüme kaldırdı.
"Her şeyi öğretirim." Kehribar hareleri ışıldadı. "Öncesinde sana istediğin tüm dersleri öğreteceğim," Ondan ders çalıştırmasını istediğimi hiç unutmamıştı. "Sonrasında attığın her adımda yanında olacağım, sen iste ben sana her şeyi öğretirim." Biliyordum ki o beni yürüdüğüm her yolda destekleyecekti.
"Öpeyim mi seni?" Başını bana doğru eğdi.
"Öp bakalım." Yanağını uzattı. "Hevesin kursağında kalmasın." Burnumu kırıştırdım gözlerimi kısarak.
"Pekte isteksiz davranıyorsun."
"Sana beni öpme hakkı sunuyorum ve sende benimle laf dalaşı ediyorsun öyle mi? Susta ağzından çıkanı yap zalımın kızı." Sözleriyle güldüm. Parmak uçlarıma çıkarak yanağına öpücük kondurdum.
"Oldu mu?" Dudakları yukarı kıvrıldı.
"Oldu, hemde çok güzel oldu." Kolu sıkıca omuzlarıma sararken onun bu çocuksu hallerine gülmeden edemedim. Yavuz öyle bir adamdı ki küçük bir sevgi gösterisi bile onun kalbini sıcacık ediyordu.
*******
Şirketten çıkmıştık. Diğerleri arabasına binerken, bizim arabanın yanına geldiğimizde Yavuz'un adımları yavaşladı. Onunla eş zamanlı benim de adımlarım yavaşladı. "Ne oldu?" Sorumla derin bir nefes soludu. Önüme geçti.
"Söyleyeceğim bir şey var." Sesinde beni sakin tutmaya çalışan bir tını vardı.
"Endişelendirmesene, Yavuz. Ne oldu?" Aklıma binbir türlü şey gelirken, gözleri yüzümü taradı.
"Nadir." Duyduğum isim sarsılamama neden oldu. "Beni aradı, seninle konuşacakları varmış." Nadir abiden bahsederken bile gözlerinde ona karşı bariz bir öfke vardı. Beni kıran üzen herkese Yavuz öfke doluydu. "Ona hayır derdim, ama sana sormadan yapamadım." Yaptığı şey benim için çok değerliydi.
Bu benim meselemdi. Her ne kadar onunla görüşmememi istesede, bana olan saygısından ilk benimle konuşmuştu. "Seni aramış ama ulaşamamış." Haberim yoktu. Çünkü telefonuma baktığım yoktu. Son zamanlar telefonu sadece Yavuz'a yazmak ya da ulaşmak için kullanıyordum.
"Nerede buluşmak istiyor?" Sorumla duraksadı. Kabul etmek istediğimin farkındaydı. Onunla konuşmam gerekiyordu. Soracaklarım vardı. Belki kırgınlığımı geçirir diye, ancak geçmeyecekti orasını da çok iyi biliyordum.
"Gidecek misin?" Gözlerinde endişeyle sordu. Başımı salladım.
"Konuşmak istediğim şeyler var."
"Bir kafede buluşmak istedi." Diye açıkladı. "Sen biliyormuşsun hangi kafe olduğunu." Bunu söylediği an direkt aklıma Nadir abinin bizi küçükken götürdüğü kafe geldi. Oranın tatlılarını çok sevdiğim için ara sıra abimle beni evden çıkarır gezdirmek için önce parka sonra kafeye götürürdü.
"Biliyorum." Gözlerimi kapatarak ciğerlerime esintili havayı doldurdum. "Gidelim." Eminsiz bir ifadeyle yüzümü izledi. Bakışlarımda ne inkar vardı ne başka bir şey. Ne bir öfke vardı ne de nefret. Sadece durgunluk. İstek. Anlamsız bir istek içimde hüküm sürüyordu.
Bakışlarımdan anladığını anladı. Hareket ederek benim için arabanın kapısını açtığında oturdum. Gerçek babam olan adam bana çok şey borçluydu.
Yavuz arabayı benim tarif ettiğim yollarla sürdüğünde kafeye varmıştık. Yüreğimde deli cesareti olmalıydı. Günler sonra, öğrendiğim onca gerçekten sonra öz babamın karşısına oturacaktım. Anlam veremediğim bir sessizlik kapladı vücudumu. Korku mu hissediyordum? Yoksa çaresizlik mi? Bilmiyordum. Kayıp olmuş gibiydim. Elim dalgın dalgın karnımı okşuyor gözlerim çocukken geldiğimiz biraz olsun beni mutlu eden o mekanın üstünde dolanıyordu.
Benim dalıp gittiğim yerden uyandıran elimin üstünde Yavuz'un elini hissetmem oldu. "Seni orada yalnız bırakmayacağım," Ağzımı açıp konuşacakken bakışlarıyla beni susturdu. "İstemezsen yanında oturmayacağım, başka bir masaya geçerim. Ama yalnız olmayacaksın." Omuzlarım çökerken dudaklarımda sakin bir tebessüm seğirdi.
"Öfkelenmek, mudahile etmek yok." Her ne kadar yaşanmışlıklar olsada, karşısına oturacağım adam bana zarar verecek bir adam değildi.
"Sen öyle diyorsan, öyle olsun güzel karım." Uzanıp emniyet kemerimi çözdü. "Hadi." O kemerimi çözdükten hemen sonra arabanın kapısını açarak indim. Uzun zaman olmuştu buralara ayak basmaylı. Burukluk vardı içimde. Özlemiş miydim emin değildim ancak güzel anılarım gözlerimin önünde canlanıyordu.
Abimle pasta kavgası yapardık. O meyveli pasta severdi, ben çikolatalı. Hangisini yiyeceğiz diye tartışırken, Nadir abi ikimizede farklı farklı ama istediğimiz pastaları içecekleri alırdı. Uzun taşlı yolun uzandığı karşı tarafta bir çocuk parkı vardı. Ara sıra oraya bizi götürür, hiç çekinmez bizimle oynardı. Sevgisi bugün canımı yakacak kadar ağır bir gerçeğe dönüşmüştü.
Gözümden ne zaman aktığından haberimin olmadığı yaşı hızla silerek Yavuz'a döndüm. "Dışarıdaki masalardan birinde otur." İçeride olmasını istemiyordum. Ben konuşurken beni ağlarken görürse çok iyi biliyordum ki sessiz kalamayacaktı. İtiraz edecek gibi oldu. Ancak benim rica dolu bakışlarım arasında suskunluğu seçti. Küçük bir baş sallamayla yetindi. "Teşekkür ederim.." diye fısıldayıp kafeye yürüdüm.
Kafenin camlarına göz gezdirdim. Burada değişen hiçbir şey yoktu. Kapının önüne vardığımda uzanıp kapıyı açarak içeri adım attım. Etrafa göz gezdirdim. En uç köşede oturup parmaklarıyla oyanayan Nadir abiyi gördüm.
Kapının sesiyle birlikte başı kalktı. İçeride pek kimse yoktu. Gözleri benimle kesiştiğinde adımlarım olduğum yere kitlendi. Günlerdir onu göremiyordum. Gerçekler ortaya çıktığından beri öyle bir kayıplara karışmıştı ki beni yüzüstü bırakmıştı. En azından yanımda olmasını isterdim. Ben o gün cehennemi yaşarken nasıl kaçmıştı? Nasıl benden saklanmıştı? Gözlerimin dolmasını engellemek için çenemi sıktım. Üstümdeki ceketi avuçlarım arasında sıktığımı farkedince hızla parmaklarımı gevşeterek avuç içlerimi iki yanıma silerek masaya yürüdüm.
Bu mekanda hiç değişmeyen şeyler vardı. Mesela her zaman arka planda şarkılar çalardı. Kısık sesli, ama yüreğe dokunan şarkılar. Bugün kaderden midir bilmem ama Ahmet Kaya'nın giderim şarkısı mekanı kısık bir melodiyle dolduruyordu.
"Hafsa?" Nadir abi fısıltıyla adımı seslenip ayağa kalktı.
"Nadir abi?" Ağzımdan çıkan iki kelime düz bir ifadeyle firar etmişti dudaklarımdan.
Ona hâlâ abi diyordum.
Bunu farketmek canımı daha çok yakmıştı.
O da farketmişti.
Öz babama yıllarca abi demiştim.
Sandığımdan daha ağırdı bunlar. Günler sanki onu yaşlandırmıştı. Bunca zamandır içi içini yemiş gibi ne yapacağını bilemez bir hali vardı. Saçları biraz daha beyazlamış, kilo vermişti. Üstündeki siyah gömlek kırış kırış, pantolonu da ondan farksızdı. Sakalları biraz uzamış hareleri yorgundu.
Elini kolunu nereye koyacağını şaşırmış bir haraketle sandalyeyi gösterdi. Konuşmadı. Ya da konuşacak kelimeleri bulamadı. Sadece bakışlarındaki beklentiyle yüzümü izledi. Öyle kederliydiki bu halleri yüreğimi yakıyordu. Bir çocuğun yalvaran ifadesiyle izliyordu yüzümü.
Onun gibi bende konuşmadım. Geçip oturdum. Ben oturduğumda o da vakit kaybetmeden oturdu. Ne o bir kelime sundu ne de ben. Birkaç saniye sadece bakıştık. Ağır sessizlik can sıkıcı olmaya başladığında sesli bir nefesle ellerimi masaya koydum.
"Konuşmak istemişsin." Konuyu ilk açan ben oldum. Bakışlarımı ondan kaçırarak hafifçe başımı salladım. "Konuş."
"Daha fazla geciktirmemizin anlamı yoktu." Sakin bir tınıyla olanları anlatmaya başladı. Sesinde kırılganlık vardı. Küçük bir çocukla konuşur gibi nazikti. Harelerimi yüzüne çıkardım.
"Yeterince geç kalmışız gibi geliyor." İğneleyici sesimin ağzımdan çıkmasına engel olamadım. Söylediklerimle duraksadı. Ne ima ettiğimi çok iyi biliyordu.
"Ne desen haklısın." Yüzüme bakamayacak kadar çok utanıyordu. "Ama benim içinde kolay değildi kızım-"
"Kızım deme." Sesim hızla böldü onu. Harelerimde öfke birikti. "Bana kızım demeni istemiyorum." Artık bunu bile istemiyordum. Maziden kimseyi istemiyordum.
"Kızımsın." Dediğinde kararlı bir sesi vardı. Bunun yanı sıra, acılar içinde kıvranan bir adam. "Sen benim kızımsın, Hafsa. Yapma böyle."
"Şimdi mi aklına geldi? Kusura bakma ama bazı şeyler için çok geç kalmadın mı? Ya da bakabilirsin benim için hiç sorun yok." Dudaklarıma samimi olmayan bir tebessüm yerleşti. "Nasıl bir halde olduğumu bile bile gittin." Ona olan kırgınlığım hiç geçmeyecekti.
"Bende ne yapacağımı bilmiyordum." Çaresizlik yüzüne yansıdı. "Size nasıl baba olacağım bilemedim." Sadece beni değil, abimide konuya dahil ettiğinde içimde bir şeyler titreşti. Abim onun oğlu olmamasına rağmen sadece benim değil onun da yanında olmak istiyordu. Lanet olsun ki kafamı allak bullak ediyordu.
"Bunca sene niye sustun?" Hesap soruyordum ve sonuna kadar hakkımdı. "Biliyor muydun? En başından senin kızın olduğumu biliyor muydun?" Sarsıldı. Gözlerini kaçırdı. Başı önüne eğildi. Biliyordu.
"Annem hamileyken," Kuruyan dudaklarımı ıslatarak gözlerimin ardını sızlatan yaşları geri tuttum. "Biliyor muydun, hamile olduğu ilk günden beri mi biliyordun?" Sesim sonlara doğru titreyerek kısıldı.
"İlk zaman hayır." Bunları anlatmak onun içinde zordu. "İlk zaman, yine," Göğüs kafesi yukarı aşağı inip kalktı.
"Yine ne?"
"Yine Cihan ona zorla dokundu sandım.." Beynimden vurulmuş gibi hissettim. Kaşlarım havalandı. Gözlerim birkaç kez kırpıştırdım.
"Anlamadım?"
"Zümra'yla Cihan'ın arasında bir birliktelik evlendikleri an yaşanmamıştı." Bunları ona annem anlatmış olmalıydı. Daha bilmediğim neler vardı? Elim masanın altında karnıma yaslandı. Tutunacak bir şey bulamayınca sanki çocuklarıma tutundum. "Daha sonra, Cihan sarhoşken.." diline getiremiyordu.
O anneme zorla mı dokunmuştu?
Aklım başımdan gidiyormuş gibi hissettiğimde dolu gözlerim boşluğa daldı. Canım öyle çok yandı ki binlerce cam parçası tenime battı. Yüz yerden dayak yemişim gibi vücudum karıncalandı. "Abim?" Dudaklarım arasından titrek bir nefes kaçtı.
Başını kaldırıp bana baktığında onunda gözleri dolu doluydu. Başını salladı. Elimle ağzımı kapatıp dirseğimi masaya yasladım. Dolu gözlerimden yaşlar aktığında aynı elimi alnıma sürükledim. Abim o adamın anneme zorla dokunması sonucu mu dünyaya gelmişti?
Bunu kaldıramamıştım. Abim öğrenirse ne yapacaktı? Sorun bunu öğrenirse ne yaşayacağıydı. Dayanamazdı. Dudaklarım arasından bir hıçkırık kaçtı. Bunu bilmemeliydi. Nasıl söylerdim? O adamın çocuğu olduğu için bile kendinden nefret ederken bunu öğrenirse nasıl dayanırdı?
"Nasıl.." titrek sesim kelimeyi sarmaladı. Annemin Cihan'ı hiç sevmediğini biliyordum. Ama ben sanıyordum ki belki bir yerlerde ona bir şans vermişti. En azından gençlik yıllarımda böyle düşünmüştüm. Belki de biz o tek şansın çocuklarıydık diye düşünmüştüm. Bu gün acı gerçek yüzüme öyle bir çarpmıştı ki tüm dünya üstüme geliyordu.
"Niye bir şey yapmadın?" Hıçkırıklarım arasında sesim yükselirken başımı kaldırıp ona baktım. "Niye hiçbir şey yapmadın! Niye annemi o evden çıkarmadın!"
"Bilmiyordum!" Dediğinde artık onun da gözünden bir damla yaş aktı. "Benim kim olduğum ortaya çıktığında Tufan artık üç yaşındaydı. O zamana kadar sandım ki Zümra gerçekten.."
"İnsan sevdiğine inanmaz mı?" Duyduğum her şeyden tiksiniyordum.
"Hiçbir şeyden haberim yoktu."
"Gözlerine baksan yetmez miydi?" Sandalyeden ayağa kalktım. "Annemin gözünün içine yazılmıştı nasıl bir cehennem yaşadığını görmek bu kadar mı zordu!" Ellerimi masaya vurdum. Haklı olduğumu öyle iyi biliyordu ki oturduğu yerde sözlerimle hafifçe irkildi.
"Allah belamı versin ki göremedim!" Elleri yumruk olduğunda kendine yönelik bir öfkeyle konuştu. "Her şeyin farkında olduğumda çok geçti. Her şeyi öğrendi. Zümra benim Nadir olduğumu öğrendiğinde..O gece yaşananlar.."
"Hangi gece?" Sordum. Ancak duyacaklarımada dayanamıyordum.
"Cihan'ın yanında koruma olarak işe girdiğimde Tufan üç yaşına yeni basmıştı. O zamanlar, daha Zümra'nın hiçbir şeyden haberi yoktu. Bir gün gerçeklerin üstü beklemediğim bir şekilde açıldı, hissetmiş mi başka bir şey mi bilmiyorum kaldığım odaya girmiş.." Gömleği onu boğuyormuş gibi bir düğmesini çözdü. "Resmimizi bulmuş, kaç sene göğsümde sakladığım resmi. Kitabın arasına bırakmıştım." Kime baktığımı artık bilmiyordum. "O öğrendiği gece bende her şeyi ona anlatmak zorunda kaldım, sandığım, düşündüğüm, kafam da kurduğum her şey yalandı. Zümra gerçekleri bana anlattığında intikam için girdiğim o evde her şey değişti." Ve bundan sonra hikayeye ben dahil oluyordum.
Bir şeyler yaşanmıştı. O gece ya da başka bir gece aralarında bir şeyler yaşanmış ben dünyaya gelmiştim. Şu an yaşadıklarım, keşke gelmeseydim, keşke bunlar yaşanmasa, keşke annem Cihan'ı hiç tanımasada sevdiği adamla mutlu bir hayat yaşasa dedirtiyordu.
"Onca sene neyi bekledin?" Annemin o halleri, o acı çektiği günler dikildi karşıma. "Hadi her şeyi öğrenmiş, hadi her şeyi bilmiş! Niye bekledin?" Yaşlar birbirinin ardını takip ederken elimin tersiyle hızla onları sildim.
"Önce Cihan'ın canını alacak sonra Zümra'yı da alıp kaçacaktım. Peşimize düşmesin diye. Bekledim. Ondan kurtulmak için." Eliyle yüzünü ovuşturdu. "Sizi korumak için beklemek zorundaydım. Öyle bir dönemdeydik ki Cihan'ın sadece Türkiye'de değil dış ülkelerlede bir bağlantısı vardı. O güçlüydü, ve benim onun gücüne ulaşmam senelerimi aldı." Çenesi kasıldı. "Hazırdı, her şey hazırdı, gidecektik-"
"Geç kaldın." Ağlarken konuştum. "Geç kaldın, annem öldü sen geç kaldın! Niye? Niye öldürmek için bekledin. Gitseydin ya! Annemi alıp gitseydin!" Bunu asla anlamayacaktım. Tehlikeyi anlamayacaktım. Ölebilecek olmamızı anlamayacaktım.
"Ölümden mi korkacaktık?" Dolu gözlerle işaret parmağımı ona doğru salladım. "O evde hergün ölüyorduk zaten! Kim bilir kaç kez anneme.." sözler ağzımdan çıkmadan hıçkırıklarım çoğaldı. Sandalyenin arkasından çekilip aşağı yukarı volta attım. Parmaklarımı kahküllerime daldırarak saçlarımı geri ittim.
"Dokunmadı." Alnındaki damarlar belirginleşmişti. Anlattığı her şeyin altında eziliyordu. "Bir daha Zümra'ya hiç dokunmadı." Bunu daha fazla kendime yüklenip acı çekmemem için söylüyordu. Cihan annemi hiçbir zaman istememişti. O adam annemi her zaman aldatmıştı. Abim zalim bir adamın acımasızlığının kurbanı olmuştu. Buna rağmen, annem abimi o kadar çok sevmişti ki ona o gözle hiç bakmamış abimi ve beni o adamdan korumak için her şeyi yapmıştı.
"Sen benim babam filan değilsin." Ellerimi saçımdan ayırdım. İki yanımda yumruk oldu.
"Hafsa-" Ayağa kalktı. Bana karşı bir adım attı. Ancak bende aynı hızla geri gittim.
"Değilsin. Babam filan değilsin. Korkaksın!" Onu affetmeyecektim. "Annem senelerce neler yaşadı, biz neler yaşadık! Sen sustun, sen bir intikam uğruna bizi harcadın. Benim bir babam yoktu!" Gözyaşlarıyla beraber dişlerim sıkıldı. "Ben babasızdım. Ve bu her zaman böyle olacak. Sen benim hiçbir zaman babam olamayacaksın. Sakın, sakın bana anlattıklarını abime anlatma. Onu da bu günahınıza alet etmeyin." Ona doğru bir adım attım. Gözlerimde öfke yer edindi. "Sen bir adamla, bir zalimla olan savaşında annemide bizide kaybettin. Bizi değilde, intikamını seçerek hayatımızın içine ettin!"
"Ölmenizi göze alamazdım!"
"Ölüm gibi bir şeydi!" Bağırdım. "Ölümdü, değil miydi? Ölmedi mi!" Ellerim yakasına asıldı. "Annem ölmedi mi? Söyle ölmedi mi!" Onu sarstığımda gözünden akan yaş yanağını izledi. "Annem bir odada öldü, bende abimide o odada onunla birlikte öldüm! O geceden beridir ben ne çekiyorum hanginiz biliyor?" Başımı hafif yana eğdim. "Nerede sigara görsem kaçıyorum, silah sesim duydum mu günlerce kendime gelemiyorum. Bir kadının değil iki çocuğunda hayatını mahvettiniz siz!" Öyle öfkeli bir durumdaydım ki sanki Cihan Polatlı'dan bile alamadığımı sinirimi öz babamdan çıkarıyordum.
"Annem öldüğünde o oda ne kokuyordu biliyor musun? Sigara." Gözlerim daha fazla doldu. "Ne yapmıştır sence? Annemi öldürmüş üstünede keyif sigarası mı içmiştir?" Hareleri göz ucu bana baktı.
"Bana aitti." Yutkundum. İçime çektiğim nefes kursağıma takılmıştı. "Zümra'nın öldüğü gece o sigaraları tüketen bendim." Neler yaşadığını anlattı. "O odaya girdim, onu ilk ben buldum. Saatlerce, başında ağladım." Omuzlarım çöktü. "Geç kalmıştım. Çok geç kalmıştım. Can vermişti. Ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemedim. Zihnim durdu. Onun yanında saatlerce sigara içtim. Çekmecenin üstünde orada sanki benim acıma acı katmaya niyetli paketlerce sigara vardı. İçtim Kendimi öldürecek kadar çok." Cihan tam bir bağımlıydı. Çok sigara içer, içki şişelerini tüketirdi.
O sigaraları oraya bırakan oydu, ama tüketen Nadir.
Piskolojikdi. O gece yaptığı her şey piskolojisinden kaynaklıydı.
Annemi öyle görünce ne yapacağını bilememişti. Onun öldüğünü farketmişti. Saatlerce ağlamıştı. Sonra şokun verdiği etkiyle onun yanında oturmuş. Dört paket sigarayı tüketmişti. Çaresizliğini bastırmıştı. Çünkü anlamıştı. Öleni geri getiremezdi.
"Sonra.." ellerim yavaş yavaş onun yakasını terketti. "Odadan birisi çıktı." Kaşlarım çatıldı. "O odada biri vardı. Ben içeriye girince saklanmış, kaçamamıştı. Benim zayıflığımdan yararlanarak kaçtığı an peşine takıldım içtiğim sigaraların etkisinden bir hâl olmuştum ama yine de onu takip ettim. Anladım, Zümra'ya olanlarda onların eli vardı. Ancak ben daha onu yakalayamadan hedef şaşırttılar, o ya Cihan'ın adamıydı ya da işini temizlettiği elemanlardan biri. O gece patlayan silahın sebebi oydu."
Duyduklarımı algılamam saniyelermi aldı. Nefret ettiğim sigaranın sebebkarı Nadir'di. Ve duyduğum o silah sesi bir şaşırtmanın iziydi. Senelerce benimle yaşamış, en derinlerime gömülmüştü. O gece annemi Cihan öldürmüş, Nadir abi onu bulmuş ama geç kalmıştı. Saatlerce o odada kaldığı için, o gece muhtemelen annemin cesedini ortadan kaldırmak isteyen kişide hazırlıksız yakalanmıştı.
Sır perdesi aralanmıştı.
Ancak o perde benim boğazıma dolanmıştı. Nefesimi kesiyor, tüm vücudumu güçsüz bırakıyordu.
"Allah hepinizin belasını versin." İnanamıyordum. Duyduklarıma inanamıyordum. Bu hikayenin masumu mağduru kimdi bilmiyordum. Tek günahsızı annemdi işte onu çok iyi biliyordum. "Allah hepinizin belasını versin." Birkaç adım geri attım. Onu yakasından geri itekledim. Arkamı dönerek sendeleyen adımlarla yürüdüm.
"Kızım!" Arkamdan seslendi. Olduğum yerde duraksadım. Gözlerimi sıkıca kapattım. "Bunlar olsun istemedim. Geri alma şansım olsa yapardım! Yemin ederim, sana yemin ederim ben Zümra'yıda sizi de çok sevdim."
"Sevginide al başına çal." Ona dönme zahmetine bile girmedim. "Yaşadığım her şey için sana da kırgınım." Düşman değildim. Ama kırgındım. Kızgındım. "Karşıma çıkma, beni arama. Sen babam değilsin. Ben senin kızın değilim. Beni nasıl sensiz bıraktıysan, şimdi seni bensiz bırak." Başımı dikleştirdim. "Bugüne kadar yoktun. Bugünden sonrada olma."
Beni nasıl bir acının içinde bıraktığını bilmiyordu. Kolay mıydı? Olmamalıydı.
Sevdiği kadını korumalıydı. Alıp kaçmalıydı. Başka bir kader yaşamamıştık. O evde eninde sonunda birimiz ölecektik. Bunu bile bile kalmış intikam istemişti. İntikamı hepimizi mahvetmişti.
Kafeden çıktığım an hıçkırıklarım göğsümden firar etti. Adım sesleri ardından Yavuz'u farkettim. Deminden beri bir saniye bile gözünü ayırmadan bizi izlediğine emindim. Kendini zor tutmuştu. İçeri girmemesini ondan bizaat ben istediğim için isteğimi yerine getirmişti. Ama ben kahroldukca o da kahrolmuştu.
"Hafsa'm." Yüzüme gelen saçlarımı geri itti. Nasıl bir halde olduğumu gördüğünde yüzünü pişmanlık sardı. Gözleri büyük bir nefretle camdan Nadir'e kaydı.
"Ulan ben bu adamın," Fevri bir şekilde yürümek istediğinde koluna tutundum.
"Gidelim, ne olur." Gözlerimi sıkıca kapatarak alnımı göğsüne yasladım. "Gidelim ben burada kalmak istemiyorum." Onu durdurmasam bu kafeyi Nadir'in başına yıkacağına emindim. Şu an görmek istediğim son şey bile değildi bu.
Tüm vücudu kasıldı. "Seni ağlatmış."
"Gidelim." Dedim sadece. Yüzüme baktı. Göğüs kafesi titrek bir şekilde yükselip alçaldı.
"Nasıl istersen." Buradan uzaklaşmak tek dileğimdi. Adım attığım sırada karnıma saplanan sancıyla dudaklarımdan bir sızlanma kaçtı.
"Hafsa?" Yavuz'un endişe dolu sesini duydum. Gözleri deli gibi karnıma ardından yüzüme tırmandı. "Ne oldu, güzelim ne oldu? Sancın mı var?" Burnumu çekerek başımı iki yana salladı.
"Aniydi." Ani bir sancı saplanmış ve hemen kaybolmuştu. "Yoruldum."
"Doktora gidiyoruz." Diye hızlıca konuştuğunda ona baktım.
"İstemiyorum. Doktor bunların olabileceğin söylemişti." Yalvaran gözlerle ona baktım. "Beni sakin bir yere götür, nolur Yavuz. Aklım allak bullak ne hissettiğimi bilmiyorum, canım çok yanıyor." Doktor konusunda çok ısrarcı duruyordu. Ancak perişan halimle bir doktorla uğraşmayacağımı biliyordu.
"Tekrar sancın olursa bana söyle." Böyle bir şey olursa hemen ona söyleyecektim. Eğilip beni kollarına aldığında ona hiç engel olmadım.
Bir çocuğu taşır gibi beni arabasına taşıdı nazikce bindirip kemerimi taktı. Hafif çıkan karnım kemere engel olunca gözlerinde şefkat parladı. Kapıyı kapamadan önce karnıma sonra alnıma uzun uzadı bir öpücük kondurdu. Bu biraz olsun iyi hissetmemi sağlarken, kapıyı nazikce kapatıp kendi koltuğuna binmek için arabanın etrafından dolandı.
Yol boyu beni güldürecek mutlu edecek şeyler söyledi. Ancak öyle bir ruh halindeydim ki zar zor tebessüm ediyordum. O ağzımdan laf almaya çalıştıkca, ben susuyordum. Duyduğum şeyleri hazmedemiyordum. Abim hakkında öğrendiklerim, tüm bu olanlar. Bir ateş vardı içimde. Haralanarak çoğalıyordu. Zehirli bir yılanın zehri gibi darmarlarımda dolanıyordu. Tekrar tekrar hatırladığım her şey zihnime çiviler çakıyordu.
Düşünceler içinde boğuldum, ta ki araba çok tanıdık bir yerde durana kadar. İlk kez bir tepki vererek merakla harelerimi etrafta gezdirdim.
"Konağa mı geldik..?" Sorumla birlikte ona baktım. Beni eskiden kaldığımız konağa, Payidar konağına getirmişti. Bu evden çıktıktan sonra buraya adımını atmamıştı. Ancak bugün, buraya gelmişti. Belki de benim düşüncelerimi dağıtmak için.
"Sana bir sözüm vardı." Kafede yaşananlarla bu sefer hiç değinmedi. Bana hatırlatmadı aksine unutturmak istedi. "Kayıtları izleyecektik."
"Hangi kayıtları?" Kafam o kadar yorgundu ki neyden bahsettiğini hatırlamıyordum.
"Benim çocukluk kayıtlarımı. Mağazada istemiştin unuttun mu?" Nazik sesiyle bana hatırlattığında mağazada yaşananlar aklımdan geçti. Ardından biraz olsun bu mesele dikkatimi çekti.
"Hatırlıyorum."
"İster misin?" İçeri girmeden önce bunun havasında olup olmadığımı bilmek istiyordu.
"Evet." Başımı salladım. "Evet, izleyelim." Böyle giderse düşüncelerin içinde boğulacaktım.
Benim onayımı aldıktan sonra arabadan indik. Uzun zamandır konağa girmiyorduk, ama ben o an farkettim. Yavuz konağın anahtarını yanında hep cebinde saklıyordu. İçeri girdik. Bahçeye adım atar atmaz tüm anılar birer birer kafamda canlandı.
Beni ilk kez kaçırdığı gün. Yaşadıklarımız. Ardından bu eve getirmesi. Düğünümüz. Güzel günler. Biliyordum. Onlar benim en güzel günlerimdi. Aynı etki Yavuz'da da yaranmıştı. Acılarının hüküm sürdüğü bu konağa baktı. Ancak acıdan ziyade binlerce güzel anılar gördü. Her ne kadar bu ev bir yalan yuvası olsada, Yavuz'un kim bilir nasıl güzel anıları vardı. Başını bana çevirdi. Gözleri üstümde dolandı.
"En güzel anılarım sensin, biliyor musun?" Dedi zihnimi okur gibi. "Her anım yalan üstüne kurulada bu evde, bir sen değilsin." Sevgiyle parladı hareleri. "Tek doğrumsun. Sorgusunu sualini düşünmediğim tek doğrumsun." Gözpınarlarıma dolan yaşları hissettim.
Elini uzatıp elimi kavradı. Parmaklarım sıkıca onun parmaklarına sarıldı. Yürümeye başladığında onu takip ettim. Beni nereye isterse oraya götürmesine izin verdim. Üst kata çıkıp doğru hatırlıyorsam annesinin babasına ait olan o odanın önünde durdu. Elini uzattı. Sessizce onu izledim.
"İstemiyorsan yapma." Ağlamaktan kısılan sesimle fısıldadım. "Senin için zorsa gerek yok."
"Benim için kolay hiçbir şey olmadı bu hayatta." Elini kapının kulpuna yerleştirdi. "Bu odaya girmezsem, geçmişi affetmezsem ben hiç iyileşmeyeceğim, Hafsa." İkimizde geçmişten bir şeyleri affetmek zorundaydık.
Mesela ben bugün, çok ağırda olsa sigaraya olan küskünlüğümü bitirmiştim. Duyduğum o silah sesinin acısını dindirmiştim. Kafamdaki soruları canım ne kadar yakarsa yaksın susturmuştum.
Bir adım attım. Ona cesaret verir gibi tam yanında durdum. Diğer eliminde avuç içini elini tuttuğum koluna yasladım. Kapıyı açtı. Uzun zaman olmuştu buraya hiç gelmeyeli. İçeriye göz gezdirdik. Bazı eşyaların üstü tozlanmıştı. Yatak çarşafları kirlenmiş, çekmecelerin üstünü toz kaplamıştı. Tavanda birkaç örümcek ağı asılmıştı. Hafize hanıma ait olan işlemeler bile tozlanmış gibiydi. İçeri girdik.
Yavuz gözlerini ağır ağır odanın her bir zerresinde gezdirdi. Ardından sağ çaprazdaki çekmecenin üstünde duran çerçeveye baktı. Devran, Cafer, ve kendisinin olduğu o resim. Gözlerinde derin bir burukluk yer edindi. Kapıyı arkamızdan kapattı. Elimi hiç bırakmadan ilerledi. Yatağın ayak kısmında yeri gözleriyle işaret etti. Çok yorgun olduğum için hiç itiraz etmeden oturup sırtımı yatak başlığına yasladım. Elimi yavaşça bıraktı. Kenardaki bir sandığın yanına yürüdü.
Üstündeki dantelli işlemeyi kaldırdı. Avuç içiyle tozunu sildi. Usulca kaldırdı sandığın kapağını. Burdan baktığımda bile içinin işlemelerle dolu olduğunu gördüm. Onları hâlâ annesine olan saygısını belli ederek nazikce kenara itekledi. En altında kalan başka biraz büyük olan bir sandık kutusunu çıkardı. Kısa adımlarla yanıma ulaştı. Yere oturdu. Sandığı ikimizin ortasına bıraktı.
"Annem bize ait olan şeyleri burada saklardı." Ben pür dikkat onu dinlerken sandığın anahtarını çevirip kapağını kaldırdı. İçinde bir sürü fotoğraflar, kasetler, çocuklara ait küçük oyuncaklar vardı. Meraklı gözlerle sandığın içini inceledim. Uzanıp resimleri aldım. Ama bakmadan önce izin alan gözlerimi onun yüzüne kaldırdım.
"Bana ait olan her şey sana da ait." Diyerek şüphelerimi yok etti. Elime aldığım resimlere baktım. Dudaklarımda yumuşak bir tebessüm yer edindi.
"Sensin bu.." Bir erkeğin omuzlarında oturmuş kollarını onun alnının etrafına dolamıştı. "Bu da Devran..değil mi?" Somurtkan bir ifadeyle Yavuz'u omuzlarında tutan adamı gösterdim. Yavuz'un dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı.
"Devran." Onayladı beni. Ardından elimdeki resimlerin arasından başka bir resim buldu. Güldü. "Bak, Cafer bu da." Cafer'in çamurlar içinde olduğu bir fotoğrafı gösterdi bana. "Çocuklar dövmüştü, çamura atmıştılar. Devran, fotoğraf çekmeyi çok severdi. Kamerasıyla her anı kaydederdi. Cafer çocukları bize şikayet ederken Devran onu çekmekle meşguldü."
Güldüm hafifçe. "Neden dövmüşler?"
"Parasını almışlar." Dedi Yavuz o günleri hatırlayarak keyifle. "Cafer'de çocuğa saldırmış, halleder sanmış ama pek halledememiş." Gerçekten fena dövmüş olmalıydılar. Başka bir resime geçtim. Mahir beydi bu.
Yavuz'u sol kolunun altında tutuyordu. Diğer kolunun altına Devran'ı almıştı. Ve Cafer onların önünde yere eğilmiş asker selamı veriyordu. "Cafer'in askerliğinden."
"Cafer askerlik mi yaptı?"
"Yaptı tabii." Dedi. "Askerlik mum gibi etmişti onu. Gerçi pek bir işe yaramadı eve döndükten bir ay sonra yine aynı çocuklukları devam etti." Gülümseyerek başka bir resime geçtim. Bu Yavuz'un askerlik fotoğrafıydı. Asker üniforması içindeydi.
"Sensin bu." Çocuk edasıyla konuştum. Resmi kaldırıp onun yüzüyle yan yana tuttum.
"20 yaşlarındaydım." Dedi tebessümle yüzümdeki ifadeyi izlerken. "Yaşlandık."
"Hiçte bile." Resimdeki haline bakarsak pek değişmemişti. O zamanlar biraz daha zayıftı. Ama yine aynı adamdı. Üniforma vücudunu sıkıca sarmıştı. O zamanlar bile şimdi olduğu gibi çok yakışıklıydı. Ayrıca askerlik ona başka bir yakışmıştı.
Mahir bey, üç evladınıda yanına almıştı. Onları böyle görmek içimde bir hüzün barındırdı.
Sol kolu altında zindana terkettiği oğlu, sağ kolu altında ölüme terkettiği oğlu, önünde yalanlar içinde büyüttüğü oğlu vardı. Bir aile, üç çocuğu yakıp kül etmişti. Yavuz'un düz bir bakışla resimi izlediğini gördüm. Ancak benden gizleyemediği bir şey vardı; harelerindeki özlem. Gür kirpikleri arasından uzun uzadı baktı resme. Ta ki ben ona resmi uzatana kadar.
Tereddüt etti. Almak istemedi. "Geçmişi affetmek istediğini söyledin." Yüzünü izledim. "Affet geçmişi, Sevdam. Böyle yaşanmıyor." Çenesi gerginleşti. Nefesini bile tuttu. Eli, bir çocuğun ürkekliğiyle resime uzandı. Onu aldı.
Kendi tarafına çevirerek izledi. Zihninde binlerce anı canlandı. Resimlerin hepsi onların anılarıyla doluydu. Sofrada çekilen resimler, parklarda, evde, yemek yerken, oyun oynarken. Devran sayesinde bir sürü fotoğrafları vardı. Resimlere bakmayı bitirdiğimizde, sandığın içinde kenarda duran küçük bir anahtarlık vardı onu aldım.
"Bu ne?" Ucunda küçük kırmızı bir gitar sallanıyordu. Tahtadan hazırlandığı belliydi.
Yavuz bakışlarını elimdeki anahtarlığa düşürdü. Düşünmedi bile. Onun ne olduğunu biliyordu. "Devran'ın bana hediyesi."
"Nasıl yani?" Sorumla uzanıp elimdeki anahtarlığı aldı.
"Çocukken, kavga etmiştik." Nefesini derdi. "Ona çok fena kırılmıştım. Ne söylerse söylesin affetmemiştim. Sonra bir gece," anahtarı ikimizin yüzü arasında tutarak sallandırdı. "Bana bunu aldı. Onu affedersem, gerçeğini alacağının da sözünü verdi." Kederi yüzünün her zerresini sarıyordu. "Onu affetmemi sağlayan tek hediye buydu." Anahtarlığı avuç içine kıvırarak onu tuttu. "Annem saklamış olsa gerek."
"Çok ince davranmış." Devran gerçekten iyi bir abiydi değil mi? Kardeşleri için her şeyi yapacak bir adam intikamı uğruna ne hale gelmişti. Yavuz uzun uzadı izledi anahtarlığı. Gözleri hafifçe kısıldı. Ardından onu cebine koydu. Merakla kaşlarım havalandı.
"Ne yapacaksın onunla?" Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Bende kalsın." Dediğinde pek inanmadım ama yine de sorgulamadım. Hâlâ yorgun hissediyordum. Buna rağmen gerçekten Yavuz kafamı dağıtmayı başarmıştı.
Sandığın içine uzandı. Kayıtları çıkardı. "Bahsettiğim videolar." Dudakları yukarı kıvrıldı. "Açayım mı?" Başımı salladım istekle.
"Aç." Dizleri üstünde haraket etti. Hemen karşımızda olan eski model televizyonun altında yerleşen kaset makinesini ve televizyon fişini prize yerleştirdi. Geri çekildi. Televizyon eski olduğu üçün düğmelerle onu ayarladıktan sonra kaseti taktı.
Yine haraket etti. Hafif geri çekilip yanıma oturdu. Televizyonun ışığı odayı aydınlatırken Yavuz kolunu omuzlarıma sararak sırtını benimle beraber yatağa yasladı. Kamera açıldı.
Küçücük boyuyla koca gitarı taşıyan Yavuz kadraja girdiğinde kendimi tutamayıp güldüm. "Yavuz, bu ne?"
"En utanç verici anılarım." Derken yüzünü buruşturdu. "Keşke bunu atlamak gibi bir imkanım olsaydı."
"Hadi abicim." Devran'ın sesiydi bu. Muhtemelen videoyu çekende oydu. "Sen böyle utanırsan nasıl ünlü bir şarkıcı olacaksın!"
"Vazgeçtum abi ben." Çocuksu sesi çok tatlıydı. Gitara somurtarak bakıyordu. "Bu aptal şey isteduğim gibi çalmayi!"
"Abicim." Diyen Devran kahkaha atacak hale gelmişti. "O kendini çalmayacak, sen onu çalacaksın."
"Ula ben çalmayi bilmeyim ki." Kaşlarını çattı. Başını kameraya kaldırdı. Kocaman gözlerle ciddi bir ifade takındı. "Nasi çalayim?"
"Rıza abi öğretti ya."
"İyi öğretememuş." Başını iki yana salladı. "Hâlâ çalamayim." Dünyanın en saçma şeyine bakar gibi gitara baktı. "Üstünde bu kadar teli varken hangisine basacağumi nasi aklimda tutayim!"
"Allah aşkina yetti da!" Cafer'in boğuk sesiydi bu. Seneler geçsede nerede duysam tanırdım. Devran'ın kamerası koltuğu çekti. Cafer başını yastığın altına sokmuştu. "Çalmayi bilmeyi kulaklarim kanadi!"
"Kim bilmeyi!" Yavuz çocukken bile o inatçı tavrını susturmuyordu. Kendimi tutamadım. Ağzımdan kaçan gülüşle Yavuz'un suratına baktım. O da gülmemek için zor duruyordu. Bunun yanı sıra utanmıştı.
"Gülme zalımın kızı." Homurdandı. "Çocuktum ve bilmiyordum."
"Çocuktun ve çok tatlısın."
"Şimdi değil miyim?"
Dilimi damağına vurdu. "Değilsin."
"Nasıl değilim!" Gerçekten hiç değişmemişti. İnkar aynı inkar. Ona baktım ışıldayan gözlerle.
"Öylesin, çok tatlısın." Benden iltifatı kaptığı an keyiflendi.
"EyvAllah." Ağır abi rollerine burnumdan çıkan sesli gülüşle güldüm ve geri televizyona baktım. Çoktan başka bir kayıta geçmişti.
Bu kayıtta Yavuz biraz daha gitar çalmayı öğrenmişti. En azından diğer kayıtta ki gibi boş bir şey çalmıyor ve bir muziği çalmayı deniyordu.
Ve muzik bittiğinde Devran'ın çaldığı ıslık doldurmuştu odayı. Hafize hanım, oradaydı. Daha genç ve daha güzel. "Afferun benum uşağuma!" Elini Uzatıp Yavuz'un saçlarını karıştırarak okşadığında, Yavuz'da çocuksu bir edayla gülmüştü.
"Ula Yavuz, zengun olirsan beni unutma." Daha geçen seferki kayıtlarda isyan eden Cafer bu kayıtlarda Yavuz'u desteklemeye başlamış, elindeki lahmacun varsaydığım şeyi yemekle meşguldü.
"İlk senu unutacağum." Dedi Yavuz muzip bir ifadeyle ve kameraya doğru baktı. "Ama seni unutmayacağum abi!"
"Abisinin aslanı!" Devran eğilip Yavuz'un alnına bir öpücük kondurup onun saçlarını karıştırdı. "Hadi tekrardan!"
"Çok iyu müzisyen olacak benum oğlum!" Hafize hanım Yavuz'un karnının iki yanından tutarak onu kucağına çekti. Yanağına boynuna öpücükler kondurdu. "Mis gibide kokayi!" Yavuz kıvranarak onun kucağında gülmekle meşguldü. Çocuksu neşesi, tek derdi gitar ve muzik olan o çocuk. Hayallerinden çok uzaktaydı.
Başımı çevirip ona baktım. Kipriğinde bir damla yaşın asılı olduğu görmek yüreğimi yaktı. Hiçbir şey değilde, annesi. Annesini görmek, geçmişi görmek onu parçalara ayırıyordu. Elimi uzattım. Avuç içimi yanağına yasladım. Baş parmağımla o gözyaşını sildiğimde yanağını avucuma doğru eğdi.
"Kötü bir evlat mıyım, Hafsa?" Sorusu yüreğime acı tohumları ekti. "Annemi aramaz sormaz oldum."
"Değilsin." Böyle mi düşünüyordu? Kendini mi suçluyordu? "Kırgınsın sadece, sen kötü bir evlat değilsin, Yavuz." Başını hafifçe bana doğru çevirdi.
"Onu bir gün aramasam yeri göğü inletirdi." Burnundan verdiği sıcak nefes elime çarptı.
"O da beni aramıyor hiç, küsmüştür bana."
"Küsmemiştir." Dedim sevgiyle. "Yapamıyordur. Bunca şeyden sonra arayacak yüzü yoktur Yavuz." Öyleydi. Hafize hanım öz oğlunun ölümüne sessiz kalmıştı. Ve Yavuz bunu öğrendiğinde, anneside dahil bu aileyle olan ilişkisini kesmişti.
"Sen küsülecek son kişi bile değilsin." Bu ailenin en büyük masumlarından ve kurbanlarından biri de Yavuz'du.
Hafifçe başını eğip alnımın sağ tarafına bir öpücük kondurduğunda bunun teşekkür olduğunu anlamıştım. Ardından muzik sesi doldurdu odayı. Gözlerim televizyona kaydı. Elinde plaklara bakan, ağzında emzik, üstünde bildiğin bez olan bir bebek gördüğümde gözlerim genişledi.
"Hayda." Yavuz'un utanç dolu ve rahatsız sesini duydum.
"Sen misin bu bebek!?" Genişleyen gözlerle önce ona sonra televizyona baktım.
"Benim." Dedi isteksizce. "Şu an bunu görmek istediğim son şey bile değildi, bu ne ya? Üstümde bez var! Allah aşkına kapatayım-"
"Kapatma!" Gülerek koluna asıldım. Videoyu izledim. Küçüktü. Kahverengi saçları alnına dağılmış üstünde beyaz bir tişört altında bildiğin bebek bezi vardı. "Kocam üzgünüm ama gözümde karizman birazcık çizilmiş olabilir?"
"Karizmamı mı çizilmiş?" Kaşları çatıldı. "Ne yani? Gözünde artık yakışıklı değil miyim?" Bana mağazada bahsettiği video buydu. Elindeki plakla aşağı yukarı koştuğunu görmek ağzımdan sevgi dolu bir sızlammanın kaçmasına sebep oldu.
"Çok tatlı!"
"Tatlı mı?" Küfür eder gibi kendini izledi. "Don gömlek dolaşıyorum nesi tatlı? Hayatımda bu kadar rezil rüsva olmamıştım." Koluna iyice asıldım.
"Çıkar bana ver o kaseti, çocuklarımız büyünce onlara izleteceğim." Sözlerimle gelişi güzel güldü.
"Bu kaseti gören çocuk baba sözü mü dinler? Hayatta olmaz. Unut sen onu."
"Umrumda değil, o kaseti bana vereceksin. Hem ne var? Bir yaşında bile değilsin. Böyle olman çok doğal. Çokta tatlı."
"Utançtan yerin dibine gireceğim hâlâ tatlı diyor." Gerçekten çekinmese kafasını yorganın altına filan sokacaktı. Onun böyle kıvrandığını görmek gülüşümü kahkahaya çevirdi. Belki de uzun zamandır böyle gülmemiştim. Gözleri gülüşüme takıldı. İçten gelen o kahkahamı özlemiş gibiydi.
Kumandaya uzandı. Onu televizyonun sağından aldı ve videoyu biraz geri sardı. "Seni böyle güldürecekse varsın olalım karizmamızdan." Bebeklik hallerinin olduğu kısıma geri döndü ve beni iyice kendine çekti. "Varım da yokum da sana kurban." Gülümseyerek göğsüne iyice yaslandım.
"Ve kayıtlara bana vereceksin." Dudaklarını başımın üstüne bastırdı.
"Sen yeter ki gül ben bu kayıttan bir yüz tane daha çıkartır hepsini sana veririm." Ardından ekledi. "Ama senden ve çocuklarımdan başkasına aman izletme."
"Yok canım kocam." Kollarımı onun etrafına sardım. "Yapmam öyle şeyler." Yapardım.
"Niye kayıtları aldığın an kızlarla kız gecesi yapıp da oturup izleyecekmişsiniz gibi geliyor?"
"Nasıl da tanıyor karısını..hem bu kayıtlarda diğerleride var mı? Süleyman, Zahir?" Başını salladığını hissettim.
"Devran'ın tüm çektiklerinin toplanmış hali bu. İleri videolarda olması gerek. Çocukluğumuzdan büyüklüğümüze." O gün ikimizde tüm kayıtları sonuna kadar izledik. Belki geçmişle barıştık, belki de kendimizle. Bilmiyorduk. Ama bugün yaşananlar bize biraz daha acı eklemişti. Buna rağmen biz, yine yaralarımızı sarmıştık.
Birbirimize iyi gelen tek şey bizdik.
O bana iyi geliyordu.
Ve bende ona.
*******
Konaktan ayrıldıktan sonra arabaya binmiştik. Eve dönmek için çoktan yola çıkmıştık. Ayrılmadan önce resimlerin bazılarını ve kayıtları bulduğum bir kutuya toplamıştım. Bir albüm yapacaktım. Bunun zamanı gelmişte geçiyordu bile. Bir aile albümümüz olmalıydı.
Yavuz biraz olsun zihnimdeki düşünceleri dağıtmıştı. Bazı şeyleri az çok kabullenmiştim. Ancak abim, abimi düşündükçe mahvoluyordum. Onun öğrenmesini istemiyordum. Bir yerden öğrenecek diye korkuyordum. Bu utanılacak bir şey değildi. Utanması gereken, bu vicdansızlığı bir kadına yaşatan. Benim anneme yaşatan o adamdı. Hakkım helal değildi. İki cihanda da elim yakasındaydı.
Binlerce çocuğun ahı, kadının ahı, acıları onun üstündeydi.
İnsanlar zalimdi. Ve masumlar onların kurbanıydı.
Araba evimizin önünde durdu. Kapıları açarak indik. Arka koltuğa bıraktığım kutuyu kollarıma alacakken Yavuz izin vermedi. "Hamile halinle ne yapıyorsun sen?"
"Ağır değil ki." Dememle omuz silkti.
"Olsun, karıma bir şey taşıtmam ben."
"Nazik düşünceniz için teşekkürler ama hamileyim sadece, yani elim kolum var çok şükür."
"Kocaya laf yetiştirme." Nazik bir şekilde beni azarladı. "Yürü eve hadi."
"Bak ikidir bana emir veriyorsun." İşaret parmağımı ona kaldırdım. "Kızdırma beni."
"Sende az koca sözü dinle, durmadan konuşayi çenen susmaz mı senin?"
"Çenemin susmasını mı istiyorsun?" Kaşlarımı çatarak kollarımı göğsümde birleştirdim. "İyi, konuşmayacağım seninle!"
"Yavrum onu mu dedim ben!" Ben yürümeye başladığım an peşime takıldı kucağındaki kutuyu taşıyarak. "İstediğin kadar konuş, sesine kurban." Hızlıca yanağıma sulu bir öpücük kondurdu. "Ömrümün sonuna kadar duyacağım tek şey senin sesin olsun." Sağ omzumu çeneme doğru ittim kapıya ulaşırken.
"Hiç öyle tatlılık yapma bana. Yap yap sonra özür dile, oldu başka?"
"Başka?" Düşündü. "Başka, mümkünse daha çok konuş. Mümkünse daha çok gül, mümkünse harelerin hep harelerime değsin. Mümkünse bu canım sana kurban olsun." Sesi kalınlaştı ve fısıldadı boynuma doğru eğilerek. "Kurban olduğum."
"Cilveli bey." Diye onunla alay ettiğimde güldü.
"Öyleyiz, EyvAllah. Karımız diyorsa," Benimle birlikte eve girdi. "Boynumuz kıldan ince."
Evde kimsenin sesi yoktu. Bu durum epeyce kafamızı karıştırmıştı. "Cafer?" Diye seslendi Yavuz. Ancak kimse ses etmedi. Birbirimize merak içinde baktık. Ardından omuz silkti.
Kutuyu kenardaki çekmecenin üstüne bıraktı. Merakla elini cebine atıp telefonunu çıkardı.
"Abi?" Diye seslendim. Merakla ve içeri adımlayıp başımı salona uzattım.
"Kaç kez aramışlar." Yavuz telefonu daha yeni açmıştı. Hızla ona döndüm.
"Telefonun mu kapalıydı?"
"Sesini kapatmıştım." Derken hızla numaralara girip ekrandan gördüğüm kadarıyla "CİMRİ" yazan kişiyi, yani Cafer'i aradı.
Hoparlörü açtı. Telefon birkaç saniye çağırdıktan sonra açıldı. "Alo, Yavuz nerelerdesun ula sen? Kaç kez aradim!"
"Telefonum sessizdeydi, ne oldu?" Diye hızlıca sordu, Yavuz.
"DNA testinin cevapları çıktı." Onu tamamen unutmuştuk. Birkaç adımda hızla Yavuz'un yanına ilerledim.
"Neymiş cevapları?"
"Karaca Zahir'in özbe öz kardeşi." Sesi bir hayli yorgundu. "Sorunumuz bu değul, bundan zaten emunduk."
"Ne sorunumuz?" Dedi Yavuz.
"Zahir sonuçları öğrendikten sonra hiçbirimizle konuşmadı." Diye açıklamaya başladı. "Çekti gitti, peşine takıldık. Ama izini bir yerden sonra bize kaybettirdi." Acıyla konuştu. "Kemal evinde yaralı bulunmuş, üç yerden bıçaklanmış. Zahir alındı. Karakoldayız."
Gözlerim genişledi. Yavuz ile göz göze geldiğimde aynı anda şok içindeydik.
"Ne demek Zahir'i aldılar? Zahir mi yapmış?" Diye sordu hızlıca.
"Bilmeyiz. Olabilir, Zahir'le konuşma şansımız henüz olmadi." Derin bir nefes verdi. "Ama yüzü başı kanmış. Evde bulunmuş." Zahir abi bunu yapabilecek bir adamdı. Ani bir sinirle davranmış Kemal'in evini basmış olabilirdi. O anın verdiği şokla bir intikam istemiş olabilirdi.
"Hangi karakol, konum gönder hemen!" Yavuz'a şüpheli gelen bir şeyler vardı. İfadesinden anlıyordum. "Herhangi bir oyun oynuyorlarsa o iti kendi ellerimle geberteceğim!" Telefonu kapattı.
Garip bir şeyler vardı. Ne olduğunu henüz bilemesekde, bir gerçekte vardı ki henüz asıl suçlunun Kemal'mi olduğunu bilmiyorduk. Zahir abi bu kadar dikkatsiz davranmış olabilir miydi?
Bunu ancak onu göreceğimizde anlayacaktık.
BÖLÜM SONU.
EVETT
Bölüm sonundan merhaba bitanelerim, nasıldı bakalım bölüm?
Yavuz ve Hafsa sahnelerinde gözleri dolu dolu devam ettim.🙃
Hafsa'nın Nadir'le olan sahnesi, ve Yavuz'un resimleri izlediği sahne nedendir bilmem ama iliklerime kadar onların acısını hissettim. Kendilerini bana hissettirmelerini o kadar seviyorum ki, onları anlamayı.
Sizlerde de aynı hisler oldu mu? Bu arada bölüm sonuyla ilgili teorilerinizi alayım?
Ha birde Polat bey var.
Kıskanç bir Devran'da var elimizde.
Kaos seviyorum yapacak bir şey yok 🤷
Bölümü bitirdiğime göre kaçıyorum. Oyları unutmayın, seviliyorsunuz. 💖
Allah'a emanet.💕
Ek bilgilerden haberdar olmak için wp kanalımı takip edebilirsiniz.
selinelizben
Bioamdaki linkten ulaşabilirsiniz.💕
Instagram;Selin_elizzz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.82k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |