
Yeni bölümden herkese merhabalar. 💖
Not; Oy vermeyi unutmayın, şimdiden keyifli okumalar dilerim. Yorum yapmayı eksik etmeyin gerçekten beni motive eden şeylerden biri sizlerden gelen yorumlar.🫂💖
******
Geçmiş.
"Bir sevdadır yüreğumden çıkmayi.." Yavuz radyodan kısık sesle gelen şarkının sesini çoğalttı. Konağın bahçesindeki masanın etrafına dizilen sandalyelerden birine oturmuştu.
Üç sene geçmişti Hafsa'yı o meydanda gördüğü zamanın üstünden. Hâlâ ilk günkü o hisleri yerli yerindeydi. İlk başlarda aklı almadığı, ne olduğunu anlamadığı o duyguların cevabını yalnızca birkaç sene önce verebilmişti.
Sevdalıydı. Hemde en acısından, en ağırından sevdalıydı.
"Kimse onun gibi Candan bakmayi.." Göğsü dertli bir nefesle kalkıp indi.
"Oy oy.." fısıldadı. Gözlerini yıldızlarla dolu gökyüzünde gezdirdi. "Ne yapacağız sevdam biz bu işi böyle? Daha kaç sene yakacaksın yüreğimi?" Kendi kendine konuşuyordu. Sanki Hafsa onu duyuyormuş gibi. Hayal ediyordu, nasıl bir cevap verirdi diye.
Utanır mıydı?
Sevinir miydi?
Yoksa onu azarlar mıydı?
Daha hiçbir tepkisini tanıyamadığı o kadına kör kütük aşıkdı. Birkaç gün önce bir düğüne katılmıştı. Göze görünmeden, en uç köşelerdeki masadan birine oturmuştu. Hafsa oradaydı. Yavuz, onu izlemişti. Hemde bıkmadan usanmadan izlemişti. Onu ne ilk görüşüydü ne de son görüşü olacaktı. Hafsa, inatlı gibi dönüp Yavuz'un olduğu tarafa bile bakmamıştı. Herkes gözlerini Payidar masasında almazken bir Polatlı kızının gözleri onun masasına değmemişti.
Belki de değseydi, bunca sene yanmazdı Yavuz'un yüreği.
Sessizce gökyüzünü izlemeye devam etti. Zihnini sürekli hayallerle doldurdu. Bu sırada aynı onun gibi odasının balkonundan gökyüzünü izleyen bir kız vardı.
Hafsa elini çenesine yaslamış rüzgar saçlarını geri iterken oturduğu sandalyede gökyüzünü izliyordu. "Ne düşünüyorsun?" Zerda balkonda yerdeki yastıkların üstüne oturmuş sehpanın üstündeki testi çözüyordu. Hafsa harelerini gökyüzünden ayırarak Zerda'ya baktı.
"Bilmem, öyle gökyüzünü izleyesim geldi." Üşüdüğü için kollarını birbirine sardı. "İçimde bir huzursuzluk var, anlam veremedim.."
"Aman Hafsa en son böyle dediğinde Tufan yorgan döşek hasta olmuş, abimde ondan beter gripe yakalanmıştı!" Onun sözleriyle güldü, Hafsa.
"Öyle değil."
"Nasıl?" Zerda anlamayarak kaşlarını kaldırdı. "Yoksa biri varda benim mi haberim yok?"
"Ay aman kim olacak Zerda? Aşk meşk işleri benlik değil bilmiyor musun?" Başını geri ittirdi. "Aşık olmadan evlenmem ben."
"Sen kimseye aşık olmuyorsun ki." Zerda kalemin ucuyla Hafsa'nın bacağını dürttü. "Kimseye baktığın yok, düğünde biri vardı pür dikkat seni izliyordu! Dönüp bakmadın garibime seni izleye izleye içi gitti."
"Bana bakmıyordur başkasına bakmıştır." Gözlerini devirmemek için zor durdu. "Ayrıca babamın zoruyla gittim ben o düğüne, oraya gelen insanlar ne olacaktı? Hepsi eli kanlı iğrenç insanlar." Başını iki yana salladı. "Hiçbirinden yâr olmaz bana."
"Nereden biliyorsun hepsinin öyle olduğunu?" Zerda, arkadaşının bu güvensiz tavırlarına anlam veremiyordu. "Hiç tanışmayı denemiyorsun ki birileriyle."
"Kimmiş bana bakan?" Dediğinde, Zerda omuz silkti.
"Bilmiyorum ki, tanımıyordum. Ama sana baka baka kaldı Valla." Gözlerini geri teste indirdi. "Böyle aşık aşık da izliyordu.."
"Saçmaladın iyice, beni tanımayan adam ne diye izlesin beni?"
"Belki tanıyor."
"Ay iyice manyadın!" Gözleri genişledi. "Beni tanıyorsa aşk değil o manyaklık olur!"
"Niye manyaklık olsun ya? Seni rahatsız edecek bir şey yapmadı ki. Sadece izliyordu-"
"Zerda alacağım şimdi ayağımın altına seni!" Sehpanın üstündeki kitabı eline alarak rulo haline getirip arkadaşının kafasına vurdu. "Susta dersini çalış!"
"İyide çok zor bunlar!" Zerda geri çekilerek başını ovdu. "Anlamıyorum ben bu matamatiği!"
"Yettim!" Tufan'ın sesi duyuldu. Balkondan içeri adım attı. "Ben yardım ederim."
"Konuşmuyorum ben seninle!" Zerda kitabını önüne çekti. "Kendim yapacağım kendi testimi."
"Niye konuşmuyorsunuz siz?" Hafsa merakla gözlerini ikisi arasında götürüp getirdi. Zerda omuz silkmekle yetinirken, Tufan yürüyüp yerde Zerda'nın yanına oturdu.
"Bana kızdı." Zorla Zerda'nın önündeki testi kendi önüne çekti. "Okulundaki çocuğu dövdüm."
"Buna mecbur değildin!" Diyen Zerda'ya karşılık Tufan öfkeli bir nefes verdi.
"Sabır diyeceğim onu da bırakmadın, sana öyle sözler etmeye hakkı yoktu!" Zerda'nın okulundaki çocuklardan biri onun hakkında kötü anlamda kullanılacak sözler etmişti. Tufan Zerda'yı okuldan almak için bahçeye girdiğinde bunlara şahit olmuş dayanamamış saldırmıştı.
"İnsanlarla kavga edemezsin, ayrıca ben hallediyordum!"
"Sus kayısı çiçeği sus." Kalemi ondan alarak testteki soruya vurdu. "İyi dinle bir kez anlatacağım."
"Yalancı." Dedi Zerda iyice onun yanına sokularak. "Yüz kez anlat desem yine anlatırsın."
"Neyi anlatıyormuş?" Aziz başını eğerek balkon kapısından geçip onların yanına ulaştı. Tufan ile kardeşini yan yana gördüğünde tüm öfkesi tepesine vurmuş gibi çenesi kasıldı. "Kalk lan kardeşimin yanından!"
"Abi bırak otursunlar ya." Dedi Hafsa harelerini Aziz'e çevirerek. "Çok tatlı atışıyorlar. Hem aşıklar ki onlar."
"Hafsa!" Üç ağızdan aynı anda ismini duyan Hafsa yerinde dikleşti.
"Bir şey demedim."
"Kalk sende ordan." Aziz boş gözlerini Tufan'a dikti.
"Bana ders anlatıyor." Diyen Zerda, Tufan'ın koluna asıldı. "Devam et."
"Ciddi bir iş yürütüyorum." Tufan fazlasıyla ciddi bir yüz ifadesine büründü. "Hadi rahat bırak bizi." Başını teste eğdi. Ama Aziz tıslar gibi bir ses çıkarıp birkaç büyük adımda Tufan'ın tişörtün ensesini yakaladı.
"Sana kalk diyorsam kalk lan!"
"Ayıp ediyorsun, ders çalışıyoruz şurada!" Diyen Tufan kendini açıklamaya çalışınca Aziz'in dudaklarına öfkeli bir sırıtış belirdi.
"Sana öyle bir ders vereceğim ki aklın şaşacak!" Diyerek Tufan'ı balkonun demirliklerine yaslayıp aşağı atmakla tehdit etmeye çoktan başlamıştı.
"Abi ne yapıyorsun!" Aynı anda Zerda'da Hafsa'da ayağa kalkıp onları ayırmaya çalışmıştı.
Bir kez daha Aziz ve Tufan ortalığı karıştırmıştı.
O gece Yavuz hiç bıkmadan usanmadan Hafsa'yı düşünüp sevdasıyla dertleşirken Hafsa'da yüreğinde bir şeyler hissetmiş ancak anlamını bulamamıştı.
Şimdiki Zaman.
******
Dün gece aldığımız o telefondan sonra soluğu karakolda almıştık. Neler olduğunu bilmiyorduk. Sorduğumuzda Zahir abinin o evin yakınlarında bulunduğu, elinde bir bıçak olduğu söylenmişti. Üstelik üstünde Kemal'e ait olan kanlar vardı. Kemal'in se durumu kritikti.
Üç yerden bıçak darbesi yemişti. O insana ne olduğu umrumda değildi ama ölürse Zahir abiyi hiçbir şekilde kurtaramayacağımız da ortadaydı. Henüz onunla konuşma fırsatımız olmamıştı bunun sebebiyse kimseyi görmek istememesiydi. Herkesin içi içini yiyordu.
Gerçekten o yapmış olabilir miydi?
Cafer bize söylediğinde Zahir'in evde bulunduğunu sanmıştık. Ancak Nisa bazı şeyleri araştırdıktan sonra farketmiştik ki verilen bilgilerin bir çoğu yalandı.
"Böyle boş boş duracak mıyız?" Ceylan titrek sesiyle gözlerini bize çevirdi. "Nasıl bizi içeri kabul etmez?" Yeşil harelerinde yaşlar parlıyordu.
"Benim yüzümden oldu her şey." Karaca parmaklarını saçlarına daldırmış oturduğu birleşik sandalyelerde dizlerini karnına çekmişti.
"Senin ne suçun var?" Dediğimde, başını iki yana salladı.
"Kardeşi olduğumu öğrendi, duramadı. Elini kana buladı, benim yüzümden. Öğrenmese daha iyiydi." Zahir abi her şeyi öğrendiği an kimseyi dinlememişti. Devran'ın adamlarından birinin anlattığına göre aniden gitmiş yarı yolda da izini kaybettirmişti.
"Eninde sonunda öğrenecekti." Dedi Süleyman anlayışlı bir sesle. "Gizleyemezdik."
"Bir şey yapamaz mısın?" Dedi Aziz abi Nisa'ya bakarak. "En azından görebilsek?"
"Ziyaretçi kabul etmiyor." Nisa ne yapacağını bilemez bir şekilde düşündü. "Ancak sorgu odasına alırlarsa görebilirsiniz, o da tek kişi."
"Ne zaman olur bu sorgu?" Yavuz'un sorusuyla Nisa ona döndü.
"Bilmiyorum, gidip konuşacağım zamanını öğreneceğim." Ayağa kalktı. "Biraz sonra size haber ederim." O gittiğinde derin bir nefesle başımı geri yasladım. Zahir abiyi görmeyi çok istiyordum. Ama benden önce onunla konuşması gereken tek kişi bana kalırsa Yavuz'du. Neler olduğunu ancak o öğrenebilirdi.
"Başka bir şey var." Dedi abim. Aklı almıyordu. "Zahir bu deli dolu ama böyle bir şeyi de aniden yapacak bir adam değil."
"Evin yakınlarında bulunmuş." Süleyman'ın içi içini yerken derin bir nefes soludu. "Aklım almıyor, nasıl? Eğer yaptıysa nasıl bunu yapar!" Aşağı yukarı giderek elini saçlarına daldırdı. "Nasıl böyle pervasızca davrandı!" Zahir onun kardeşiydi, abisiydi. Ve şimdi abisi parmaklıklar ardındaydı.
Sadece onun değil, hepimizin abisi parmaklıklar ardındaydı.
"Ceylan?" Narin'in sesini duydum. Başımı kaldırıp bize doğru gelen Narin'i gördüm. "Neler oldu? Olanları yeni duydum."
Ceylan dolu gözlerini ablasına çevirdi. "Abla, Zahir'i aldılar." Dediğinde destek ister gibi onun yanına ulaşan Narin'e sarıldı. "Kemal yüzünden. Onun yüzünden." Babası olacak o adama sadece nefret doluydu.
"Ölmüş mü?" Dedi Narin keskin bir nefesle. Bu sırada Aziz abi çalan telefonuyla kenara çekildi.
"Durumi kritik." Dedi Cafer yorgun sesiyle. "Umarum ölmez." Çünkü ölürse Zahir abi hiçbir şekilde kurtulamazdı.
"Ölmesin." Dedi Yavuz öfke içinde. "Ölmesin, çünkü onu kendi ellerimle ben boğacağım!" Bu işin altında bir şeyler olduğundan şüphe ediyordu.
Aziz, elindeki telefonu kapatarak bize doğru yürüdü. "Akgün bayılmış." Dedi gelişi güzel. "Bizim çocuklar revire götürdü." Gözlerimi kırpıştırarak onlara baktım.
"Götürsünler, iyi etsinler, yine kapatsınlar." Dedi Yavuz düz bir sesle.
"Neler oluyor?" Kaşlarım çatıldı. "Yavuz, ne yaptınız siz?"
"Akgün'ü aldık." Hiç çekinmeden konuştu. "Elimizde, birkaç gündür." Bir şey demek isterdim. Ama yapamadım. Akgün bu intikamı haketmişti. Ve Yavuz ona hakettiğini yaşatmadan durmayacaktı.
Yavuz'a ne dersem diyeyim yaptığı şeyden dönmeyecekti. Acımayacaktı. Onu daha fazla tutamayacaktım biliyordum. "Ya daha fazla zarar görürseniz?" Dediğimde bana güven veren bir bakışla baktı.
"Zarar görecek tek kişi onlar." Fazlasıyla emin bir sesle konuştu. "Bunları düşünme." Dediğini yaptım. Düşünmemeye çalıştım. O adam bize öyle acılar çektirmişti ki ne yaşadığıyla ilgilenmiyordum. Tek istediğim Yavuz'lara bir zarar gelmemesiydi.
Şu an tek derdim Zahir abiydi.
Gözlerim Narin'in göğsünde ağlayan Ceylan'a kaydı. Zahir'in son zamanlar başına gelen her şey onu zaten mahvetmişti. Ve şimdi sevdiği adam bir kez daha ondan ayrı parmaklıkların arkasındaydı. "Beni de görmek istemedi." Dediğinde sesi bir hayli içliydi. "Onunla kavga ettim ya, bana da küs..görmek istemedi." Zahir abinin bu yüzden onu görmek istemediğini düşünüyordu.
Bize kalırsa öyle değildi.
"Ablam öyle değil." Narin onun saçlarını okşadı. "Öyle değil, anlayacağız üzme kendini.." Ceylan onun dediklerine hiç inanmıyor kendi düşüncesine inanmayı seçiyordu.
Zahir abinin başına ne geldi bilmiyorduk. Karaca'nın kardeşi olduğundan emin olduktan sonra öyle bir şekilde çekip gitmişti ki herkes onun bunu yapmış olabileceğine inanıyordu.
"Bana baktı.." dedi Karaca titrek sesiyle. "Bana abim gibi baktı, eskiden baktığı gibi. Ama pişmanlıkla baktı." Sessiz yaşlar aktı yanaklarına. "İntikam mı istedi? Ondan mı yaptı? Ben intikam istemedim ki. Abimi istedim." Sessiz bir hıçkırık kaçtı ağzından ve alnını dizlerine yasladı.
Hepimizin hüzünlü bakışları onu izlerken elimi omzuna koydum. "Karaca.." dedim. Ancak o içli içli ağlamaya devam etti.
Zahir abi eğer bunu gerçekten yaptıysa herkesi geride bırakmıştı. Gözlerimin dolduğunu hissederken ne yapacağımı bilemez bir şekilde Yavuz'a baktım. O da aynı şekilde bana baktı.
Süleyman yanımıza yürüdü. Aşağı eğilip avucunu Karaca'nın dizine yasladı. "Yapıp yapmadığını henüz bilmiyoruz." Diye teselli verdi. "Yapmamıştır, bir oyun vardır Karaca kendini daha fazla yıpratma-" o daha konuşmasını bitiremeden Karaca ağlayarak ona sarıldığında elleri havada kaldı.
Süleyman, ne yapacağını şaşırmış bir şekilde birkaç saniye bana baktı. Karaca şu an teselli istiyordu ve belli ki seçtiği kişi Süleyman'dı. Gözlerimi bir kez kapatıp açarak ona onaylar bir bakış attığımda ürkek bir insandan farksız şekilde Karaca'yı incitmekten korkak gibi ellerini onun beline koyarak sarıldı.
"Dışarı çıkalım mı?" Dediğinde Karaca sadece başını saklamakla yetinmişti.
Sarılmalarını nazik bir tavırla bitiren Süleyman Karaca ile birlikte ayağa kalktı. Süleyman'ın biraz onu buradan uzaklaştırması iyi olacaktı.
Karaca'nın kalktığı yere, Yavuz oturdu. Bir kolunu omuzlarıma sardığında sesli ve nefesle başımı onun göğsüne yaslayıp kısa bir anlığına gözlerimi kapattım. "Biliyorum, Zahir senin için bir abiden farksız ama yorgun hissediyorsan Aziz seni eve götürsün."
"İyiyim." Gözlerimi açarak ona baktım. "Asıl gidersem kötü hissederim." Zahir abiyi görmek istiyordum. Onu görmeden hiçbir yere de ayrılmazdım. Yavuz kararlı ifademi görünce sadece başını sallamakla yetindi.
Birkaç dakika daha orada bekledik. Ardından bize doğru gelen Nisa'yı farkettim. "Biraz sonra sorguya alınacak." Dedi siyah gözlerini teker teker üstümüzde gezdirerek. "Önce Savcı girecek sorguya, içinizden birini içeri alabilirim. Konuşursam ikna ederim, hanginiz gelecek?"
Bir an herkes birbirine baktı. Yavuz bakışlarını Ceylan'a kaydırdı. "Abim, sen gitmek ister misin?" Bu şansı Ceylan'ın elinden almak istemiyordu. Ceylan dolu gözlerle başını iki yana salladı.
"Sen gir, Yavuz abi. Bana anlatmayacak. Yüzüme bile bakmayacak biliyorum. Susacak. Canımı yakmamak için." Ceylan'ın sözlerinde doğruluk payı vardı. Elini kana buladıysa bile bunu Ceylan'a söyleyemezdi. O odada kalmak istemeyebilirdi ve çıkmak için her şeyi yapardı.
"Ne zaman biter Savcının sorgusu?" Yavuz'un sorusuyla Nisa başıyla ileriyi işaret etti.
"Benimle gel, biter bitmez savcıyla konuşursak beni dinler. En azından şansımı denerim." Nisa'nın burada hükmü geçiyor olmalıydı. Yavuz başını salladı. Ayağa kalkmadan önce saçlarıma bir öpücük kondurdu.
"Aziz." Dedi. "Hafsa'ya göz kulak ol." Dün ani sancım olduğu için bana her zamankinden daha fazla dikkat ediyordu.
"Endişe etme." Aziz abi ona güven veren bir ifadeyle başını salladıktan sonra gelip yanıma oturdu.
Yavuz ve Nisa uzaklaştığında içimden kaç kez dua ettim bilmem ama umuyordum ki Zahir abi konuşacaktı. Konuşacaktı ve tüm bunların onun suçu olmadığını söyleyecekti.
******
Yavuz Payidar.
Sorgu odasının önünde bekliyordum. Nisa Savcı'yla Zahir'in sorgusunun izlendiği odaya girmiş onu ikna etme çabası verirken bende aşağı yukarı volta atmakla meşguldüm. Olanları hiçbir şekilde aklım almıyordu. Zahir deli dolu biriydi, ama bu kadar dikkatsiz değildi.
Yıllarca kardeş acısı çekmişti. Karaca'nın öz kardeşi olduğunu öğrenince ya onu bağırına basacaktı, ya da her zaman kaçıp gidip sığındığı yer neresiyse oraya gidecekti. Ama birilerini öldürmek bunların arasında değildi. Kemal'e ne olduğu zerre umrumda değildi. Kardeşim onun yüzünden yanarsa, bende onları yakardım. Bir şeyler vardı. Adını koyamadığım bir şeyler.
Zaten her şey karışıktı. Akgün'ün ortadan kaybolması Turaç ailesini sarsmıştı. Yaptıklarım bununla sınırlı değildi, onların benden çekeceği çok şey vardı. Yeraltında Akgün'ün ortadan kaybolma haberleri dolanıyordu. Kimsenin kanıtı yoktu ancak benim yaptığımdan emindiler.
Bir şey ıspat etmeden karşıma çıkamayacaklarının farkındaydılar. Rıfat köşe bucak yeğenini arasa bile bulamayacaktı. Onu öyle bir yerde tutuyordum ki kimse erişemezdi.
Ben düşüncelere boğulmuş bir şekildeyken, Nisa odadan çıktı. "Görebilirsin." Dedi Zafer dolu sesiyle. "Ama sadece 10 dakikan var." Hızla başımı salladım.
"Yeter de artar." Gözlerim arkasındaki kapıya kaydı. Ardından geri ona. "Dinlemeyecekler değil mi?"
"Merak etme. Kayıtları durdurdum. Önemli bir şey varsa, zaten senin bildireceğinin garantisini verdim." Dediğinde başımı salladım.
"Sağol." Uzun zaman sonra ona ilk kez minnetarlık bildirmiştim. Yaşanan onca şeyden sonra ona da kızgındım. Ancak bir kızı vardı.
İnsan evladı için her şeyi yapardı değil mi? Nisa yapmıştı. Evet bu öfkemi geçirmezdi, ama çok az da olsa mantıklı düşünürsek onu anlardım.
Sorgu odasına yürüdüm. Kapıyı açarak içeri girdim. Sandalyede oturmuş başını önüne eğmiş perişan halde olan Zahir'i gördüğümde yüreğim sızladı. Çok yorgundu. Açık konuşmak gerekirse ben onu daha önce böylesine çaresiz görmemiştim. Üstündeki kıyafetler değişmemişti. Hâlâ kanlıydı. Yüzüm acıyla buruştu. Gerçekten yapmış mıydı?
"Zahir." Hızlı adımlarla yanına yürüdüğümde başı kalktı. "Kardeşim." Kara gözleri beni bulduğunda ben çoktan kolumu onun omzunun etrafına sararak sarıldım. "Kardeşim, ne oldu?" Zamanım azdı. Onun da bana anlatması gereken uzun şeyler vardı.
Ellerine takılı olan kelepçeden dolayı bana sarılamadı. Onun önünde hafif yere eğilerek tek dizimi yere yasladım. "Bu halin ne?"
"Ne göreyisen o." Sanki konuşmak bile onun için ağırdı.
"Sen mi yaptın?" Kara gözlerini kaçırarak ağır ağır başını salladı. Kemal'i kasten yaraladığını söylüyordu. Ama bana hiç öyle gelmiyordu.
"Yalan söylüyorsun." Gözlerim kısıldı. "Yalan söylüyorsun, neyle tehdit ettiler seni?"
"Tehdit yok." Düzdü sesinin tınısı. "Ben yaptim." O bakışı, o hissizliği çok iyi bilirdim.
Yaşamıştım. İşlemediğim bir suçu kabul ettiğimde hayatın nasıl bir acı yükten farksız omuzlarıma çöktüğünü hissetmiştim.
"Kimi kandırıyorsun sen?" Elim onun boynunun arkasını sardı. Gözlerime bakmasını sağladım. "Seni neyle tehdit ettiler?"
"Ceylan buraya mı?" Kaşlarım çatıldı. Harelerinde benden gizlemeye çalıştığı açık bir acı vardı.
"Abi, cevap ver bana." Onunla her böyle konuştuğumda canı yanıyordu.
"Ceylan buraya mı, Yavuz?"
"Burada." Sorusunu cevapladığımda içini gördüm.
"Beni beklemesin."
"Ne demek beklemesin, Zahir?" Dediklerini artık anlayamıyordum. "Ne oldu, anlat anlat ki yardım edeyim, seni kim tehdit etti?"
"Karaca kardeşummiş." Boğazına takılan bir düğüm vardı. "O kız benum kardeşummiş." Dalgındı sesi. "Mezara kendi ellerumle koyduğum kardeşum." Yüreği sıkışıyordu. "Kattileri peşunde." Gözlerini tehlike bürüdü. "Hâlâ peşunde, baa söz ver." Sandalyesinde kıpırdanarak bana doğru döndü. "Koruyacasun onu."
"Zahir, onu sen koruyacaksın. Çıkacaksın buradan."
"Ben buradan çıkamayacam." Yutkundu. "Yavuz, bir şeyler döneyi. Ben anlam vermedum ama köti bir şeyler döneyi. Kemal'den başkasi var, kardeşumin canıni o gece almaya çalışan, daha beteruni yaşatan birileri var!"
"Kemal'i sen yaralamadın?" Daha fazla bana yalan söylemeyecekti. İnanmayacaktım.
"Ben yaralamadum." Yüzünde o anları hatırlar bir ifade belirdi. "DNA testunin sonucuni öğrenduğum an telefonuma bir mesaj geldi. Beni Kemal'in evunin yakinlarina çağırdilar."
Onu bir oyuna çekmiştiler ve göz göre göre inanmıştı. Doğruldum. Elimi saçıma daldırarak aşağı yukarı birkaç adım attım. Ardından durup ona baktım. "Nasıl inandın, Zahir?" Dişlerimi sıktım. "Oyun olduğu düpedüz ortada!"
"Öyle değul ula!" Kelepçeli ellerini hafifçe masaya vurdu. "Kardeşumun canını Kemal şerefsuziyle birlikte almak isteyen birileri daha varmış!" Kara gözlerini yüzüme dikti. "Katili öğrenmek isteyisen gel deduler, tuzak olduği aklumun ucundan geçmedi! Yalan değul, benum kardeşume yaşatılanlari bilen bir başkasi daha var!" Dedikleriyle duraksadım.
Bir gerçek vardı. Kemal değildi.
Bu tuzağı kuran Kemal değildi. Kemal olsaydı, şu an bir amelyatın ortasında olmazdı. O adamın yaşaması gerekiyordu. Bildiği bir şeyler vardı. Mantıklı düşünürsek Zahir'in söylediklerinde büyük bir haklılık payı vardı. O gece birileri bile isteye Kemal'i öldürmeye çalışmıştı.
"Anlamıyorum." Bir yerde tıkanmıştım. "Nasıl, nasıl bıçakta senin parmak izlerin çıktı?"
"Çünkü bıçaği aldum." Çenesi kasıldı. "Biri geldi, öncesunde kavga ettuk. O an polis geldu, bıçaği elume tutturdu sana ne sorarlarsa ben ettum de dediler." Elleri yumruk haline geldi. "Öncesunde kimun cinayetini üstlenduğumi bilemedum. Polisler söylediği an inkar edecektum ancak bazı şeyler mantiksiz gelmeye başladi." Mantıksız gelen şeyler vardı. Haklıydı.
Kemal kendini öldürecek kadar deli bir adam değildi. Bunun aksine o it ölmemek için her şeyi yapardı. Öyleyse kim yapmıştı? Kim Kemal'i öldürmeyi bile göze alıp da daha sonrasında suçu Zahir'e yıkmıştı? Yine nasıl bir çıkmazın içine girmiştik biz!
Tam ağzımı açıp konuşacağım sırada, kapı açıldı ve içeri Nisa girdi. Hızlıca kapıyı kapatıp yanıma yürüdü. "Bir mesaj geldi." Elinde tuttuğu ekranı açık telefonu yüzümün önüne getirdi. "Kim bilmiyorum," Zahir'e baktı. "İnkar etmeni istiyor." Dedikleriyle Zahir'in kaşları çatıldı.
Harelerimi telefon ekranına indirdim. Gerçekten bilinmeyen numaradan gelen bir mesaj vardı. Zahir'in bu suçu reddetmesi isteniyordu. Beynim iyice allak bullak olmuştum.
"Anlamadum?" Zahir'in sorusuyla öfkeli bir nefes verdim.
"Bende anlamayirim ula bende anlamayirim!" Nisa'ya baktım. "Kime ait bu numara?"
"Bilmiyorum, ama araştıracağım." Diyerek hızla cevap verdi. "Bir bilgi bulabilirsem bulacağım," Zahir'e baktı. "Ben yaptım dedin ama elimizdeki kanıta göre sen yapmamışsın. Bunu delil olarak da kullanamıyorum çünkü bu sefer de sizin başınız yanar. Kim varsa bu işin arkasında sizinle gerçek anlamda uğraşıyor. Zarar verip vermeyeceği belli değil, şimdilik dediğini yapmak daha mantıklı."
"Bana onları bul, Nisa." Net bir sesle konuştum. "Bana o itler kim bul ki gidip enselerine çökeyim!"
"Ula bi fuşki anlamadum." Zahir'in kafası iyice karışmıştı. "Reddetmemu isteyecekse ne diye suçi kabul etmemu istedu!"
"Bilmeyurim!" Şivem bir kez daha bana ihanet etti. "Bulacağım." Göğsüm derin bir nefesle alçalıp indi. "Sana bunu yaşatan kimse, bu işin arkasında kim varsa bulacağım." Bakışlarımı Zahir'e diktim. "Ne diyorsa onu yap, halledeceğim." Yanına ilerledim birkaç adımda. Elimi omzuna yasladım. Hafifçe sıktım.
"Seni burada bırakmam." Hapiste olmak nasıl bir şey biliyordum. Hele ki sevdiğin insanlardan uzaksan bu daha ağırdı. "Nisa," dedim Zahir'den gözlerimi ayırmadan. "Ceylan için bir görüşme almaya çalış-"
"Olmaz." Zahir'in inkarıyla kaşlarımı çattım.
"Kız dışarıda mahvoldu, gelsin iyi olduğunu görsün."
"Olmaz." Başını iki yana salladı. "Beni bu halde görmesun." Kara hareleri üstüne indi. "Kan içundeyim. Ellerum kelepçeli. Yavuz, beni böyle görmesun." Dişlerim birbirine kenetlenirken diyecek tek söz bulamadım. Onun yerinde ben olsam bende Hafsa beni böyle görmesin isterdim. İstemiştim. Çok istemiştim.
Ama karım beni o durumda, o çaresizlikte görmüştü ve bu benim için çok ağır olmuştu.
Zahir'de bunu yaşasın istemezdim.
"O zaman üstünü değiştirsinler." Ceylan'ı da o durumda bırakamazdım. Nisa'ya baktım. "Zahir'i nereye götürecekler?"
"Büyük ihtimal nezarete. Üstünü değiştirmesi için bir şeyler ayarlarız. Daha sonra nezarette Ceylan'ı içeri sokmanın bir yolunu bulurum." Ona teşekkür eder gibi başımı salladım ardından Zahir'e baktım.
"Ters bir şey yapma." Omzunu sıktım. "Çıkacaksın." Ona bunu yaşatan kimse bulacaktım.
*****
Hafsa Payidar.
Yavuz, Zahir abinin yanından çıktıktan sonra bize olanları anlatmıştı. Hepimizin açıkça kafası epey bir karışıktı. Daha sonrasında Zahir abi nezarete alınmış ve Ceylan onunla görüşme şansı yakalamıştı. En azından Ceylan onu görebildiği için mutluydum. Böyle anlarda insan ne kadar çaresiz olur biliyordum. Yavuz'u benden alıp ellerine kelepçe taktıklarında canımdan can alınmış gibi hissetmiştim.
Şimdi benim yaşadıklarımı Ceylan yaşıyordu. Bunu istemezdim. O kadar ağır bir şeydi ki düşmanım bile yaşasın istemezdim ancak bazen kaderin bizim için çizdiği şeylere karşı çıkamıyorduk.
Zahir abiyi gördükten sonra Ceylan biraz olsun daha iyiydi. Onun kimseye bir şey yapmadığını öğrendiğinde bu onu mutlu etmişti. Babası ölecek diye endişeli değildi babasına bir şey olursa Zahir'i kaybeder diye endişeliydi.
Neyse ki bunu Zahir abi yapmamıştı. Ancak şimdi de anlamadığımız kısım bunu kimin yaptığıydı.
Karakolun bahçesine çıkmıştık. Ceylan biraz hava almak istemişti. Onu yalnız bırakmayarak bizde peşine takılmıştık. Zahir abinin meselesi tamamen aydınlanmadan Nisa bizim için tekrardan bir görüşme ayarlayamamıştı.
Ceylan, her şeyi Karaca'ya da anlatmıştı. Ona karşı bir öfkesi yoktu. Karaca'nın bu durumda hiç bir suçu yoktu. Bu yüzden Ceylan o kendini suçlasın istememişti. Bunun aksine Karaca sabahtan beri bahçedeki bankalardan birine oturmuş dizlerini kendine çekmiş ağlamakla meşguldü. Güçlü sandığımız kız aslında fazlasıyla kırılgandı.
Sabahtan beri gözyaşları dinmemişti. Zahir'in bir suç işlemediğini biliyordu ancak şimdi de abisine kavuşur kavuşmaz olanlara ağladığına emindim. Süleyman'sa sabahtan beri onun başına pervane olmuş bir şekilde teselli etmeye çalışıyordu.
Abim yanımızdan ayrılmıştı. Yiyecek bir şeyler almak için yakındaki bir lokantaya gitmişti. Geri döndüğünde bir poşette birkaç şişe su ve sandiviç getirmişti.
Cafer ve Yavuz bizden biraz uzakta hararetli bir sohbetin içindeyken abim yanımıza geldi. Poşetin içinden iki sandiviç çıkararka birini bana uzattı. "Kendini aç bırakma abim." Gözleriyle karnımı işaret etti. "Yavuz'un tam emri var hepsi bitecekmiş. Normalde o iti dinlemem ama haklı." Aç sayılmazdım. Hiç iştahım yoktu desem daha doğru olurdu.
Ancak yemeyi reddedersem Yavuz tepeme dikilecekti. Bunun yanı sıra bebeklerim için aç kalmam iyi değildi. "Sağol abi." Yorgun bir tebessümle ondan sandviçi aldığımda yanı başımda duran Zerda'ya döndü.
"Zerda'm." Bir sandiviçide ona uzattı. "Sabahtan beri açsın, aç kaldığını an başın dönüyor. Ye şunu."
"Açken başım dönmüyor ki benim." Dedi Zerda sandviçi ondan alırken.
"Dönüyor." Dedi abim.
"Dönmüyor." Zerda kaşlarını çattı. "Ne zaman dönmüş?"
"Kollarıma kaç kez bayılıp kaldın," abim düşünür gibi yaptı. "Beşden fazladır. İlk seferini hiç unutmam yüreğime indirmiştin. Açlığa dayanamadığını nereden bileyim? Ama artık biliyorum. O yüzden bitir onu." Abim haklıydı.
Zerda'nın açlığa hiç dayanıklığı yoktu. Açken gözü bir şey görmezdi ama büyük ihtimal şu an onun bile iştahı yoktu.
"Süleyman'a da ver Karaca'ya versin." Dedi Zerda hüzünlü sesiyle. "Sabahtan beri ağlıyor perişan oldu."
"Yer yemez mi bilmem ama ona da aldım siz bitirin." Dedi abim sularımızıda verdikten sonra Karaca'nın yanına yürüyerek.
"Ne düşünüyorsun?" Zerda kendi sandviçini açarken merakla sordu. "Sence kim bunları yapan?"
"Bilmiyorum." Benim de kafamı kurcalayan buydu. "Her kimse, Kemal'in ölmesini isteyen birisi. Zahir abinin de ortadan kalkmasını ama anlamadığım kısımlar var, Zahir abiyi aradan çekmek istiyorsa ne diye suçu kabul etmemesini söyledi?"
"Ya daha ağır bir ceza almasını istiyorsa?" Zerda endişe yansıyan sesiyle hızlıca sordu. "Hani suçu inkar edince ceza artıyor ya.." dediği şeyle yutkunarak ona baktım.
"Bilerek mi yapıyorlar?"
"Bilmiyorum." Çaresizce konuştu. "Ama olamaz mı?"
"Olabilir." Öfkeyle fısıldadım. "Ne istiyorlar? Zaten yeterince hayatlarını mahvettiler." İkiside perişandı. Zahir abi senelerdir pişmanlığında boğuluyordu. Ve Karaca, onun da aşağı kalır yanı yoktu.
Abim ve Süleyman onu ikna etmiş olacak ki gözyaşlarını silmiş biraz olsun su içmişti. Ama tam o an, karakolun önünü kesen birkaç arabanın frene basmasıyla hepimizin bakışları anında oraya döndü. Yavuz ve Cafer konuşmalarına son verirken, arabalardan birileri indi. Bahçeye adım attıkları an gözlerim genişledi.
Şu an hiç yeri değildi.
Uygar buradaydı.
Gözleri deli gibi etrafta dolandı. Tek bir yerde durdu. Bankta oturan Karaca'yı gördüğü an adımları kesildi. Karaca'nın da ondan bir farkı kalmadı. Önce kaşları çatıldı. Dudaklarına yasladığı şişeyi usulca geri çekti. Bakışlarında merak belirdi. Çok uzun sürmedi. Harelerine erişen hayretle onu tanıdığını anladık.
Hatırladı.
Uygar'ın dudakları oynadı. Sessizce Karaca'nın ismini seslendi. Yüzü düştü. Gözleri kısa sürede dolmaya başladı. Yıllar sonra Karaca'yı karşısında görüyordu. Aynı şekilde Karaca öldü sandığı adamı karşısında görüyordu. Elindeki pet şişe yeri buldu. Oturduğu bankın kenarından yardım alarak ayağa kalktığında yanağına bir damla yaş aktı.
Uygar'ın göğüs kafesi içeri doğru çekildi. Öyle bir hızla yürüyüp Karaca'yı kolları arasına aldı ki Karaca olduğu yerde sendeledi ve geri oturduğu banka düşmekten son anda kurtuldu. Elleri havada asılı kaldı. Gözleri şaşkınlıkla açıldı. Belki de Uygar ona sarılana kadar tüm bunların hayal olduğunu sandı.
"Uygar.." Fısıldadı Karaca. Ancak dizlerinin bağı çözülmüş gibi zar zor ayakta duruyordu.
"Yaşıyorsun." Dedi Uygar. "Yanılmadım. Bu sefer yanılmadım." Başını geri çekti. Hareleri deli gibi Karaca'nın yüzünde dolandı. "Yaşıyorsun. Hayalden ibaret değilsin. Karaca, sen buradasın."
"Uygar." Dedi bir kez daha, Karaca. Sanki onun varlığından şüphe ediyordu. Onları bu halde görmek sandığımdan daha fazla canımı yakmıştı.
Yavuz ve Cafer ağır adımlarla yanımıza yürüdü. Bunu yaparken gözleri ne Karaca'yı ne Uygar'ı terketmedi.
"Yaşıyorum." Uygar bu sefer Karaca'nın kafasındaki soruları yanıtladı. "Yaşıyorum Karaca'm. Ben yaşıyorum." Elleri Karaca'nın yanaklarını buldu. "Sen yaşıyorsun."
"Hayır." Karaca başını iki yana sallayarak ondan uzaklaştı. Gözlerini sıkıca kapatarak aşağı yukarı ilerlediğinde Uygar'ın elleri havada kaldı. "Hayır yaşamıyorsun, hayal görüyorum. Git buradan!" Dönüp Uygar'a bakmak istemiyordu. Onun öldüğüne inanıyordu. Buna inanması normaldi.
Uygar'ı öyle bir kaybetmişti ki bir daha ona ulaşamayacağına kendini inandırmıştı.
"Karaca, ben buradayım-" Uygar ona bir adım atmak istediğinde Karaca bir adım geri çekildi.
"Sana git dedim, beni kandırmana izin vermem bu kez olmaz!" Daha önce bir çok kez onun hayalini görmüştü değil mi? Bir panik atağın eşiğinde gibi nefesleri sıklaştı. Bunu biliyordum. Çünkü bir çok kez panik atak geçirmiştim ve nasıl başladığını çok iyi bilirdim.
"Yapma." Uygar yalvaran ve titreyen bir sesle bir adım daha ileri attığında Karaca ellerini kulaklarına kapatarak ondan uzaklaştı.
"Yaklaşma dedim!" Kendi kafasındaki düşüncelere boğulmuş durumdaydı. "Gerçek değilsin."
"Gerçeğim, buradayım-"
"Bana yaklaşma!!" Karaca bağırdığı an Süleyman daha fazla dayanamadı.
"İyi değil." Bir adımla Uygar'ın karşısına geçti. "Ona biraz zaman ver."
Uygar anlamsız bakışlarla Süleyman'a baktı. Karaca usulca ellerini kulaklarından ayırdı. Kara hareleri genişledi. "Onu.." dili tutulmuş gibi hayretler içindeydi. "Onu görüyor musun?"
Süleyman başını hafifçe ona doğru çevirdi. Burnundan sesli bir nefes derdi. "Görüyorum." Sakin bir sesle Karaca'ya yumuşak bakışlarını sundu. "Hayal değil." Karaca'nın titrek bir nefes kaçtı dudaklarından.
Gerçeklerin farkına vardığında, elleri iki yanına düştü. "Uygar." Dedi bir kez, ve az önce Uygar'ın aynı ona yaptığı gibi koşup sıkıca boynuna sarıldığında Süleyman son anda geri çekilmişti. Artık onların ortasında değildi. Karaca, Uygar'a sarıldığında Uygar geri sendeledi ancak aynı hızla onu sardı.
Süleyman'a baktığımda, yüz ifadesinin hafifçe sarsıldığını farkettim. Sessizce onları izledi. Karaca'nın hıçkırıklara bahçeyi doldurdu. Hepinizi gerçek anlamda etkiliyordu.
"Uygar, yaşıyorsun." Dedi hıçkırıkları arasında. "Ölmemişsin."
"Ölmedim, Karaca'm." Gözlerini sıkıca kapatan Uygar'ı ilk kez böylesine çaresiz görüyordum. O sert bir adamdı, kendinden emin ve ağır. Ancak bugün, yıkılmış yok olmuştu.
Karaca onun kollarında hıçkırarak ağlarken belki de şu an en çok ihtiyaç duyduğu şey buydu. Ve, deminden beridir Karaca'nın yanından tek bir adım uzaklaşmayan Süleyman onların nasıl sıkı sıkıya sarıldığını görünce kendisine daha fazla ihtiyaç kalmadığını hissetmiş gibi ağır adımlarla yanımıza yürüdü.
Sakindi. Bir şey söylemiyordu. Ancak gözlerinde Karaca'yı anlayan bunun yanı sıra ona zaman tanıyan bir adamın sessizliği vardı.
Yanağıma ne zaman aktığını farketmediğim göz yaşımı Yavuz sildi. Başımı çevirip ona baktığımda hafif bir baş sallamayla beni kolunun altına çekti. Karaca ve Uygar birbirlerine kavuşmuşken, onları sadece izleyebiliyorduk. Çocukken, çektikleri onca acıdan sağ kurtulmuştular. Ve şimdi burada sıkı sıkıya birbirlerini bulmuş sarılıyordular.
Umarım bundan sonra kimse daha fazla acı çekmek zorunda kalmazdı. Çünkü kimsenin dayanacak gücü kalmamıştı.
*****
2 gün sonra.
Karaca ve Uygar'ın yıllar sonra birbirlerini bulmalarının ardından onları bahçede yalnız bırakmıştık. Bence uzun bir süreden sonra konuşacak çok şeyleri vardı. Birkaç gün geçmişti tüm bu olayların üstünden. Zahir abi o sorgudan sonra nezarete alınmıştı. Kısa bir süre orada kaldıktan sonra dosyası savcılığa ulaşmıştı. Ve bugün mahkemesi vardı.
Savcı, elindeki deliller gereği Zahir abiyi serbest bırakmamış mahkemeye sevk etmişti. Nisa, Zahir abinin avukatı olmayı kabul etmişti. Elinden geldiğince bu birkaç gün içinde bizim yanımızda olmuştu. Bu sırada kızı Ayşin'de yanında gezdirmişti.
Şimdi Cafer tek kolunda Ayşin'i kucağına almış aşağı yukarı yürürken, sıramızı bekliyorduk.
Zahir abiyi elleri kelepçeli bir şekilde görmek içimi yakıyordu. Ceylan onunla konuşuyor teselli edecek bir şeyler söylüyordu. Ancak çaresizdi. Evet Zahir abi inkar etmişti. Buna rağmen net bir kanıt olmadığı için içerideki Hakimin Zahir abiye nasıl bir hüküm keseceğini bilmiyorduk.
Karaca, o da buradaydı. Ancak ne Zahir abi dönüp ona bakabiliyordu, ne de Karaca ona yaklaşıyordu. Bilmiyordum. Onların yaşadığı her şey çok ağırdı. Belki biraz zaman veriyordular birbirlerine. Belki kabullenemiyordular. Zahir abi yıkılmış bir durumdaydı. Ve tek güç aldığı Ceylan'dı.
"Yetti da." Kelepçeli ellerini kaldırıp Ceylan'ın yanaklarındaki yaşları sildi. "Ağlaya ağlaya gözunde yaş bırakmadun."
"Ağlamıyorum." Ceylan hızlıca gözyaşlarını sildi. "Sen kurtulda ben başka bir şey istemiyorum." Karaca uzaktan onları izlerken harelerinde yumuşak bir şeyler titreşti. Sırtını duvara yaslamıştı. Uygar kantindeydi. Zahir'in onu burada istemeyeceğini bildiği için büyük ihtimalle gelmemişti.
Onun aksine biz hepimiz buradaydık. Yavuz, Cafer, Devran, Narin, Süleyman, Aziz, Abim, Zerda. Zahir abiyi böyle bir günde yalnız bırakacak değildik.
"Sanık Zahir Çetiner." Mahkeme kapısı açılıp gelen sesi duyduğumuzda, hepimiz yerimizde dikeldik. "İçeri." Dedi aynı adam.
Zahir'den birkaç adım uzakta duran polis yanına gelerek koluna girip onu içeri götürürken, bizde haraketlendik. Ta ki Yavuz usulca kolumu tutana kadar. "Hafsa'm istersen girme, burası sana iyi şeyler hatırlatmıyor." Yaşadığımız şeyleri ima ediyordu. Bir mahkeme salonunda iyi hatırlarım yoktu ancak Zahir abinin yanında olmak istiyordum.
"Girmek istiyorum." Dediğimde bakışları yumuşadı. Usulca salladı başını.
"Çocuklar benda." Dedi Cafer. "Özlem, gel." Narin'in yanında duran Özlem'e elini uzattı. "Siz girun, Zahir'i de alın çıkın." Özlem hızla Cafer'in elini tutup yanına geçti. Neyse ki Cafer'in Ayşin ile de arası eskisi kadar kötü değildi. Artık Ayşin onun yanında daha sakindi.
Özlem ve Ayşin Cafer'in yanındayken hepimiz mahkeme salonuna girdik. Aylar önce yaşadıklarım birbir gözümün önünden geçse bile belli etmedim. Gerçekten ne çok şey yaşatmıştık, buna rağmen atlatmıştık. Yine atlatacaktık. Buna inanmak istiyordum.
Zahir abiyi çoktan sanık kürsüsüne almıştılar. İçeride tabii ki Rıfat Turaç'da vardı. Asıl şikayetçi oydu. Zamanında onların üveyde olsa abi kardeş olduklarını ortaya döken Yavuz'du ve bugün iyi kardeş rollerini oynamak için buraya gelmişti. Zahir abiden bizzat şikayetçi olmuştu. Neler dönüyordu bilmiyordum, ama o adam bir şeyler çeviriyordu. Bundan çok net emindim.
Yavuz ile arasında soğuk bir bakışma geçti. Arka sandalyelere geçtik. Hakim, Hakim'in yanı başında da Zabıt Katibi oturuyordu. Her şeyi kaydedecek olan oydu.
"Sanık Zahir Çetiner," Diyerek söze girdiğinde Hakim sanki tüm odayı bir kasvet kapladı. "Kemal Ordulu'yu kasten öldürmeye teşebbüs suçundan buradasınız, söyleyeceğiniz bir şey var mı?" Zahir abinin omuzları gerildi. Derin bir nefes soludu.
"Ben etmedum." Sesinde yalanın zerresi yoktu. "Kimseyi öldurmedum, hakkimda edulen suçlamayi sonuna kadar rededeyim."
"Bir kantınız var mı?" Dedi Hakim. "Öncesinde kabul ettiğiniz bir cinayeti, daha sonrasında reddetmeniz sizi kurtarmaz. İlk ifadenizde açık bir şekilde cinayete teşebbüsü bilerek ve isteyerek işlediğinizi söylemiştiniz."
"Müvekkilimin bir kanıtı yok." Nisa, Zahir'in avukatı olarak sözü devr aldı. "Ancak, onun işlediğine dair bir kanıtta yok."
"Nasıl yok?" Rıfat söze girdi. "Bıçakta onun parmak izleri çıktı."
"İzin verilmeden söz almayın." Dedi Hakim. "Devam edin Nisa hanım," diyerek Nisa'ya söz verdi. Nisa nazik bir baş sallamayla devam etti.
"Müvekkilim bulunduğunda, evde. Yaklaşık 600 kilotmetir uzakltıktaydı. Tehdit edildiği çok açık, telefonuna gelen mesaj başlı başına bir kanıt. Eve girdiğine dair bir görüntü ya da sübut yok. O gece dediği gibi eline bir bıçak verildiği, cinayetin üstüne yıkıldığı tehdit edildiği fazlasıyla mantıklı bir gerçek."
"Haklılık payınız olabilir." Hakim kalın kaşları altından Nisa'yı izledi. "Ancak, elinde bir bıçak bulundu. Ve bıçakta yaralının DNA sıyla uyuşan kan izleri bulundu." Çok fazla kanıt vardı. Dolu gözlerle Zahir abinin sırtıyla bakışıyordum. Zerda'nın eli elimi buldu. Onunda benden aşağı kalır yanı yoktu. Bir eli benim, bir eli sıkıca Ceylan'ın eline tutunmuştu. Ceylan hıçkırarak ağlamamak ve mudahile etmemek için zor duruyordu.
"Siz, Selami bey," Nisa'ya verdiği sözü geri alarak bu kez o şansı Rıfat'a ve avukatına tanıdı. "Her şeyi daha gerçekçi hale getirecek bir kantınız var mı?"
Rıfat'ın yerine hemen solunda oturan 35 yaşlarında gösteren adam aldı sözü. "Daha fazla bir kanıta ihtiyaç olduğunu düşünmüyoruz, bildiğiniz gibi sanık Kemal Ordulu'nun evinin yakınlarında bulundu. Bıçak elindeydi, öncesinde kabul ettiği cinayeti daha sonrasında reddetmesi tamamen korkusundan kaynaklıdır. Büyük ihtimalle hapse girmek istemiyordur."
"Korkusundan değil, tehditten. Selami bey." Nisa soğuk bir sesle kesti Selami'nin sözünü. "Müvekkilim bu durumda tamamen mağdurdur. Suçlamaları reddediyoruz."
"Sanığı gerçekten aklayacak bir deliliniz var mı?" Diye sordu Hakim.
"Başka bir delil sunulamaz. Ortada ne kamera kayıtları vardı ne başka bir şey," Nisa kararlı bir tınıyla devam etti. "O gün tüm kameraların bozulmuş olması tesadüf mü? Birileri kasıtlı olarak tüm bunları planlamış." Fazlasıyla akıllı konuşuyordu. Nisa iyi bir avukattı, en küçük detaylara bile dikkat ediyor Zahir abiyi kurtarabilecek en küçük ihtimali bile göz önünde bulunduruyordu.
Hakim derin bir nefesle gözlerini iki taraf üstünde gezdirdi. "Şahitiniz yok?"
"Maalesef," Nisa konuştu. "O gecenin hiçbir şahiti yok."
"Bir şahite gerek var mı?" Rıfat mağdur kardeş rollerini üstlendi. "Bu adam abimin canına kast etti. En ağır ceza neyse onu istiyoruz."
"Şerefsiz it.." diye bir şeyler fısıldadı Yavuz kendi ağzının içinde. Başımı usulca çevirip ona baktım. Mahkemede olmasak Rıfat'ın üstüne atılmaya hazır olurdu bundan çok emindi.
"İki tarafında kesin bir kanıtı yok elimizdeki tek tutanak," Zahir'e baktı. "Senin ilk başta itiraf etmen, kendini savunacak bir şey söylemeyecek misin?"
"Diyeceğumi dedum Hakim bey." Zahir abi yorgun sesini bir kenara iterek saygısında kusur etmedi. "Kimseyi öldurmedum, gittum. Mesajda kardeşumi ilgilenduren bir bilgi vardı. Bu yuzden gittum, bana kurulan tuzağın farkinda bile değuldum." Birkaç saniye duraksadı ardından devam etti. "Kardeşume yeni kavuşmuşum, ona sarilmak varken gidip birulerine zarar verup elumi kana bulamam." Gözlerim Karaca'ya kaydı. Gözleri dolu dolu Zahir'in sırtına bakıyordu.
Zahir abiden hiçbirimiz böyle bir cümle beklemiyorduk. Haklıydı. Karaca'ya yeni kavuşmuşken bir cinayet işleyerek ondan ayrı kalmazdı. Kemal'e zarar verecek olsa bile bunu kardeşine sıkı sıkı sarıldıktan sonra yapardı. O mesajla tehdit edildiği çok açıktı.
Mahkemenin düşündüğüyse şuydu; Zahir abi gitti. Kavga çıktı. Kemal'i yaraladı ve o evden kaçtı. Onların inandığı buydu.
Gerçek bizim için tamamen çok başkaydı.
Hakim birkaç saniye sessizlik sağladı. Düşündü. O an Nisa'nın bakışları masasının üstüne düştü. Kaşları usulca çatılırken elini uzatıp ekranı aydınlanan telefonuna baktı. Ekranda gördüğü her neyse, onu kısa çaplı bir şoka soktu. "İzninizle," dedi hızlıca. "Çok önemli bir mesaj bakabilir miyim?" Hakim gözlerini önce onun telefonuna indirdi ardından sessiz bir el haraketiyle izin verdi.
Nisa hızlıca telefonu eline alırken meraklı bakışlarımız onun yüzüne odaklandı. Bir şeyler izlediği açıktı ancak ne izlediğini bilmiyorduk.
"Bir delil var." Dedi hızlıca. Başını kaldırdı. Gözleri adeta aydınlandı.
"Delil mi?" Diye bir kelime döküldü abimin dudaklarından. Ardından birbirimizle bakıştık.
"Ne delili?" Hakim'in sorusuyla Nisa ayağa kalktı.
"İzninizle?" Hakim'in yanına ilerlemek için izin istiyordu. Rıfat ve Avukatı Selami bey yerinde rahatsızca kıpırdanırken Hakim, Nisa'ya izin verdi ve Nisa vakit kaybetmeden yürüyüp basamakları çıkarak onun yanına ulaştı.
"O gece olanlar." Hakim'in yanında durarak telefon ekranını onun yüzüne doğru uzattı. "Kamera kayıtları." Şokla gözlerim genişledi.
Her yeri araştırmıştık. Abimlerde, Yavuz'da bakmadık yer uğramadık sokak bırakmamıştılar. Tüm kamera kayıtlarını araştırmıştılar ancak ne tesadüfse o arzideki tüm kamera kayıtları bozulmuştu. Kasten yapıldığı çok belliydi.
"Müvekkilimin eline bıçak zorla tutuşturulmuş." Dedi Nisa. Hakim kaşları çatık bir şekilde ekrana odaklanırken, hepimiz nefesimizi tutmuştuk. Zahir abiye baktığımda, onunda vücudunun ne kadar gergin olduğunu farkettim.
"Bu delil şimdi mi elinize ulaştı?" Hakim, açıkça Zahir abinin suçsuz olduğunu fark ettiği an biraz olsun yumuşadı.
"Ne olduğunu bende anlamadım." Nisa açıklama yaptı. "Video bir mesajla birlikte bana aniden gönderildi, haberim yoktu." Sesindeki sevinci gizleyemiyordu. Elindeki video kayıtı Zahir abinin suçsuz olduğunu sonuna kadar kanıtlarken dudaklarıma titrek bir tebessüm yerleşti.
"Yerinize geçebilirsiniz, Nisa hanım." Hakim'in düz emriyle, Nisa onun yanından uzaklaşıp birkaç basamağı inerek az önceki yerine döndü. O an bize attığı bakışta, her şeyin daha iyi olacağının sözü vardı.
O yerine oturduğunda, Hakim yerinde haraketlendi. "Kamera kayıtlarında açık açık Zahir Çetiner'in suçsuz olduğu ortada." Selami bey'e baktı.
"Söyleyeceğiniz bir şey var mı?"
Selami bey sessizliğe gömülürken, Rıfat Turaç'ın çenesi kasıldı. Tek dizini masanın altında hızlıca sallarken morali bir hayli bozulmuştu. Ne planlıyordular ki bu kadar rahatsızdılar?
"Öyleyse," Hakim bakışlarını Zahir'e çevirdi. "Mahkemeyi uzatıyorum." Otoriter bir tınıyla konuştu. "Yaz oğlum, ortaya çıkan yeni delilin mahkemeye sunulması, ve Zahir Çetiner'in tutuksuz yargılanmasına karar verildi."
Hakim'in yanı başında oturan adam her şeyi kaleme alırken, sessiz tebessümler ve gülüşler doldurdu salonu. Mahkemenin kararı alındıktan sonra, hepimiz dışarı çıkmıştık.
Polis, Zahir abinin kelepçelerini çözer çözmez Zahir abi rahat bir nefes verdi. Polis uzaklaştığı an, Ceylan koşarak ona sarıldı ve Zahir abi vakit kaybetmeden ona karşılık verdi. "Bir an tutuklama kararı verecek diye çok korktum.." bunu yaparlarsa, Zahir abi uzun bir süre içeride kalmak zorunda kalacaktı. Olaylar uzanacaktı.
"Bir suçim yokti." Dedi Zahir abi Ceylan'ın saçlarına burnunu daldırıp kokusunu içeri çekerek. "İşlemeduğum suçun cezasi elbet baa kalmazdı, Ceylan'im. Kalsa bile, içeri düştuğume değul, senden ayri kalacağuma seni ağlatacağuma üzülurdum."
"Öyle söyleme." Ceylan burnunu çekerek gözlerini onun yüzüne kaldırdı. "Senden ayrı kalamazdım."
"Noldi içerude?" Cafer, Ayşin'i yere bırakırken gözlerindeki Umut dolu bakışla bize döndü.
"Suçsuz olduğu kanıtladı." Aziz abi dirseğini onun omzuna yasladı geniş bir tebessümle. "Tutuksuz yargılanma-"
"Ondan sonrada serbest." Dedi Nisa gülümseyerek. "Elimizde böyle bir delil varken içeri düşmesi çok zor. İyi olacak. Delil mahkemeye sunulur sunulmaz tamamen suçsuzluğu kanıtlanacak."
"Hay Allah'ına kurban!" Cafer neşeyle Nisa'yı kendine çekip sarıldı. Ellerini ani sevinçle onun sırtına vurunca Nisa öksürdü.
"Cafer rica ederim..ama-" Öksürdü. "Boğuldum!"
"He pardon, bilema heyecan yaptim." Dudaklarında gülüş seğirdi. "Hatirlat bunin içun senu yemeğe çıkarayim."
"Zahir bahane, yemek şahane desene sen şuna." Abimin alaycı sesiyle, Cafer ona ters ters baktı.
Bu sırada, Yavuz Ceylan'la sarılamsını bitiren Zahir'in omzuna elini atarak onu kendine çekti. "Korkuttun beni." Ona sıkı sıkı sarılarak rahat bir nefes verdi. "Aklım çıktı kardeşim, aklım çıktı suçlanacaksın diye." Eğer hapse girerse, onu sağ bırakmazdılar. Bunu hepimiz çok net biliyorduk.
Zahir abi aynı onun gibi sıkıca sarıldı Yavuz'a. Tüm bunlar yaşanmadan önce, aralarında ufak çaplı bir tartışma yaşanmıştı. Ancak şimdi burada sıkı sıkıya birbirlerine sarılıyordular. Gerçekten onları ayırabilecek bir şey yoktu.
"Bu kez de kurtulmadunuz benden." Diyerek hafif bir alay etti Zahir abi.
"Senden kurtulmak isteyen kim be?" Titrek sesimi bastırdım. "Pek meraklısın kendi kafanda kurmaya."
"Ayıp edeyisin abim." Yavuz'dan usulca ayrıldı. "Ayrica ağlayip zırlayip yeğenlerumi üzme." Dediğinde gülüş seğirdi dudaklarımda.
"Ağlamıyorum ben." Omuz silktim. "Zerda ağlıyor." Yanı başımdaki Zerda'yı gösterdiğimde Zerda hızlıca bana baktı. Ardından dolu gözlerini Zahir abiye çevirdi.
"Maskarımı mahvettim senin için abi, kıymetini bil." Dediğinde Aziz abi ona baktı.
"Benim için bile yapmaz bunu." Zahir'e döndü. "Kıymetini bil paşam."
"Çokta eyi bileyurim ben onlarin kıymetuni." Diyerek ikimizde aynı anda kolları arasına çektiğinde güldük. "Çaktirmayin, nezarette daha eyi anladum. Nezaret baa heç eyi gelmedi. Daraldum. Birde, sizu özledum."
"Gözlerimi yaşartacaksın." Süleyman, ona baktı şefkatli bakışlarla. "Gel buraya sarılacağım." Zahir abi bizi bıraktığı an, Süleyman ona sıkıca sarıldı. Birbirlerinin sırtına çarpan ellerinin sesi havada yankılandı.
"Sen benum içun ağlar miydun ula?" Zahir'in sorusuyla Süleyman güler gibi oldu.
"Pek çok kez abim, bir çok kez." Dedi gerçekçi bir samimiyetle. Ardından, Zahir abinin gözleri Süleyman'ın birkaç uzun adım arkasında duran Karaca'ya bakakaldı. Bir şeyler sarsıldı, kırıldı, yüz ifadesinden bunu çok net anladık.
Ağır bir şekilde Süleyman'dan ayrıldı. Titrek bir nefes verdi. Karaca sessizce ona bakıyordu. Belki de Zahir abinin nasıl bir tepki vereceğinden korkuyordu. Kimsesiz bir çocuk gibi sağ elinin avuç içini sol kolunun dirseğine yaslamıştı.
"Büyük konuştum." Dedi Zahir abi dilindeki mührü çözerek. "Ben çok büyük konuştum, Karaca." Sesinde Karaca'ya karşı ilk kez abi şefkati duydum. Gözleri dolu doluydu.
Gerçek şu ki Zahir abi kolay ağlayan birisi değildi. Ancak şu an dokunsak hıçkıra hıçkıra ağlayacak gibiydi. Narin, uzanıp Ceylan'ın elini tutarak onu yanına çekince, Süleyman'da birkaç adım geri çekilerek onlara izin verdi.
"Pişman oldun mu?" Ağlamaklı bir sesle sordu Karaca.
"Olmamış Halim mi? Öyleyse bile Halim hal değul." Onun titrek sesiyle Karaca omuzlarını yavaşça kendine çekti.
"İnandın mı?"
"İnanmayarak hata ettum." Zahir abi birkaç hızlı adımla Karaca'ya ulaşıp onu sıkı sıkı kolları arasına çekti. "Çok aradim seni ben." Ağlamamak için zor dayanıyordu. "İnanmadum, Karaca daha fazla aci çekmek istemedum. İnanmadum." Karaca'nın dudakları arasından bir hıçkırık firar ederken Zahir abiye sarıldı.
"Hüngür hüngür ağlayacağım şurada." Dedi Aziz abi kısık bir sesle. "Niye sürekli birileri kavuşup ayrılıyor oğlum, kaderin bizimle zoru ne?"
"En azından kavuşuyorlar." Abim yumuşak bir sesle onları izlerken konuştu. "Senelerce ayrı kaldığına, öldü sandığına kavuşmuş. Var mı bundan güzeli?"
"Keşke hiç ondan ayrılmak zorunda kalmasaydı." Dedi Zerda titreyen sesiyle. Ve abim kolunu onun omuzlarına dolayarak kendine çekerek çenesini başının üstüne yasladı.
"Keşke." Diye iç çekerek fısıldadığımda, Yavuz'un sıcak elini belimde hissettim. Zahir'le Karaca'yı izlerken onunda gözleri hafif dolmuştu.
"Özür dilerum." Dediğini duyduk Zahir abinin. Kimseden özür dilemeyen adam öz kardeşinden yana yakıla özür diliyordu. "Özür dilerum, abim. İnanmaduğum içun, yaşamana bir ihtimal bile veremeduğum içun. Affet." Elleri Karaca'nın kısacık saçlarında dolandı. Başını hafifçe geri çekti. "Saa anlatacak o kadar şeyum var ki..o kadar birikmişler var ki, Karaca. Mezarına değul, saa sarilarak anlatacağum o kadar şey var ki." Bu sözleriyle Karaca'nın hıçkırıkları çoğaldı.
"Benim de.." Karaca burnunu çekerken dolu gözlerini absinin yüzüne dikti hasretle. "O kadar şey var ki, birikti. Kalbimde birikti." Sanki bunca zamandır taşıdığı her şey ona ağırdı.
"Önce." Dedi Zahir abi acıyla "Saçların, saçlarını anlat." Bir şeyler hatırlar gibi yüzü kasıldı. "Up uzundu saçların. Niye kısa? Sen kısa sevmezdun Karaca, abim sen kısa saç sevmezsun." Bunu bana anlatmıştı. Biliyordum. Bana aylar önce Karaca'nın aynı benimkine benzeyen up uzun saçları olduğunu söylemişti.
Her şeyi hatırlamak canımın daha fazla yanmasına sebep oldu. Gerçekten Karaca saçlarından intikam alır gibi onları kısacık bırakmıştı.
"Değişiyor bazı şeyler." Karaca ağlamamak için direndi. "Seneler değiştirdi."
"Kimler değiştirdi?" Zahir abi büyük bir merak içinde sordu. Karaca'nın ne çok acılar çektiğini azar azar anlamaya başlamıştı. Bu ona çok ağır geliyordu. Korktuğu buydu, Karaca'nın yaşıyor olması ve acılar çekmesi. Bu acılardan, kendinin habersiz olması.
Karaca ona bakarak masum bir titrek tebessüm eşliğinde omuzlarını kaldırıp indirdi. Ancak o tebessümün aksini bağıran binlerce acı belirdi gözlerinin ardında. Zahir abinin kaşları büküldü. Karaca'yı göğsüne çekerken çenesi kenetlendi. Karaca şüphesiz çok şeyler yaşamış ve Zahir abi bunu anlamaya başlamıştı.
Konuşulacak çok şeyler vardı.
*********
Birkaç evrak işinden sonra dışarı çıkmıştık. Hepimiz arabalarımıza yürürken, Yavuz ve Cafer önden ilerliyordu. Zahir abi Karaca ve Ceylan'la Süleyman'ı yanına almış ilerlerken, Uygar'ın çoktan ayrıldığını öğrenmiştik. Bu birkaç gün içinde, Karaca ile zaman geçirmiş ve bazı şeylerin peşine düşmeye başlamıştı. Az çok anlamıştım, Karaca'ya yapılanların başını sonunu araştıracaktı.
"Ben şirkete geçeceğim." Dedi Narin Özlem'in yanağına bir öpücük kondurup onu Cafer'e vererek. "Cafer, Özlem'i de eve götürür müsün?"
Cafer, hızlıca aldı Özlem'i. Bir kolunda Ayşin varken, diğer kolunda Özlem vardı. "Götürürüm." Ayşin'e baktı. "Gidelum mu bize?"
"Bilmem." Ayşin başını uzatıp annesine baktı. "Gidelim mi anne?"
"Biz aslında-" Nisa ağzını açar açmaz Cafer yürümeye başladı.
"Ne bakayisin sen anana? Boş konuşayi o. Gidelum." Ayşin'e bağlanmaya başlamıştı bile. "Hem Özlem'le oynarsunuz, dimi Özlem'um?"
Özlem hızla başını salladı. "Sende katılacaksan olur!"
"Ben katılmam." Çattı kaşlarını. "Kafama taç koyup prenses edeyisin beni, erkek adama yakışayi mi?"
"Yakışayi!" Burnunu kırıştırdı Özlem.
"Yakışmayi."
"Kışkırtma kızı-." Devran sessizliğini bozarak konuşacağı sırada, tam kızım diyecekken lafını yuttu. "Çocuğu. Kışkırtma çocuğu."
"Duydun abimi kışkırtma beni!" Özlem Cafer abinin yakasını çekiştirdi. Bir kez daha Devran'a abi dediği an Narin'in de Devran'ın da yüzündeki ifade donuklaştı. Bir an bakıştılar.
Narin'in gözlerinde kırgınlık ve öfke, Devran'ın gözlerinde pişmanlık ve sessizlik hüküm sürdü.
"İnat etme abi, nolur, nolur, nolur."
"Evet sende katıl!" Ayşin Özlem'i onaylar gibi hevesle konuştu. "Annemde gelsin!" Hızla bağırdı. "Anne, sende gel!"
"Gelsin." Cafer hızlıca ortaya atlayınca, kendimizi tutamayıp güldük. Nisa bile bu manzara karşısında dayanamadı ve güldü.
"Geleyim mi Cafer bey?"
"Bilmem." Cafer hiç oralı değilmiş gibi hızla kendini topladı. "Geleceksen gel gümüşhane kızi, beni alakadar etmeyi. Ben kızlarida alıp gideceğum. İki kızim yeter baa." Dedi alayla ve arkasını dönüp arabaya yürüdü.
Nisa onun ardından gözlerini kırpıştırdı. "Hemen de sattın beni!" Diyerek Cafer'in peşine takıldı. Onlar arabaya doğru koşar adım uzaklaşınca, yumuşak bir tebessümle Zerda ve ben arkalarından bakakaldık.
"Sana diyorum, bunlar evlenir." Dedi Zerda fazlasıyla emin bir sesle. Onu onaylar bir gülüş kaçtı ağzımdan.
"Sana gel demiştim." Narin'in soğuk sesini duyduk. İkimizinde bakışları sağımıza doğru döndüğünde Devran'da aynı bizim gibi ona baktı.
"Çatışma yaşandı." Diyerek hızlıca açıklama yaptı. "Olanlar ortada, böyle bir zamanda çocuğun karşısına çıkıp nasıl gerçekleri anlatacaktık?"
"Sana da bahane oldu tabii." Alaycı bir rahatsızlıkla konuştu, Narin. Vücudunu ona doğru çevirdi.
"Ne bahanesi Narin, ben istemiyor muyum kızıma gerçekleri anlatmayı?"
"Bilmem, Devran." Kıstı gözlerini. "İstiyor musun?" Manidar bakışları vardı. "Şayet kaçıp duruyorsun."
"Delirtme beni fındık burunlu," Devran sabır dolu bir nefes çekti içine. Narin'e fındık burun dediği an Zerda kolumu dürttü. Gözleriyle onları işaret etti. İkimizde pür dikkat onların çekişmesini izliyorduk. "Kaçtığım filan yok, konuşmak mı istiyorsun? Geleyim. Bu akşam hemen geleyim. Konuşalım."
"Geç kalmadın mı?"
"Kalmışımdır." Devran imalı bir sesle kaldırdı tek kaşını. "Adımı anmayacağına tövbe ettiğine göre."
"Geçerli değil o," Narin soğukluğunu korudu ama gözlerinde çok az yumuşama vardı. "Çatışma vardı. Olaylar oldu. Geri aldım ben onu."
Devran'ın ifadesi aydınlandı. "Ha, diyorsun bana da bahane çıktı." Başını çok az sağa itti. "EyvAllah. Adımı anacak mısın yani?"
"Ne anacağım ulan senin adını?" Narin öfkeyle kaşlarını çattı. Yüzünde tutarsız bir ifade vardı. "Şeytan ansın senin adını, gerçi o bile seni görse kalkar yerini sana devreder."
"Yavrum sen bana laf sokmalara doyamıyor musun?"
"Bana yavrum deme!" Narin çantasını hızla kaldırıp Devran'ın omzuna vurdu.
"Fındık burunlu diyeyim mi?"
"Deme!" Bir kez daha vurdu ona. "Bana hiçbir hitapda bulunma, seninle tek iletişimim kızım olur başkada bir şey olmaz." İşaret parmağın tehdit dolu bir ifadeyle ona doğru salladı. "Vurdurtma kendini!"
"Kısasa kısas mı?"
"Ne kısası be?"
"Ne bileyim ben seni vurdum ya, altını çiziyorum. Yanlışlıkla. Sende beni vurmak istersin belki?"
"Öyle bir vuracağım ki aklın şaşacak!" Çantasını Devran'ın kafasına geçirdiğinde Devran hızla aşağı eğilip kendini savundu.
"Yardın kafamı! Ayrıca vurma konusunda çok endişelenme, yaklaşık 19-20 sene önce kalbimden vurdun zaten." Gayet rahat ve telaşlı bir tavırla konuşunca, Narin'in gözleri genişledi.
"Sen akıllanamayacak mısın!" Resmen adliyenin önünde Devran' saldırırken, Devran zar zor konuşmaya çalışıyordu.
"Akıllandım ben, çok iyi akıllandım. Kızımıda anasınıda alıp gidip yuvamı kuracağım." Son sözleri artık Narin'i çileden çıkardı.
"Ölürümde evlenmem ben senle!"
"Yapma ya." Devran'ın yüzü düştü. "O kadar mı kinlisin kızım bana? Geçmedi mi kinin?"
"Benim kinim değil birkaç aya, yedi seneye bile geçmez! Odun!" Narin hiç öfkesini bastırmaya çalışmadı.
"Öyle deme gün gelir geçer, ayrıca evleniriz. Ne biliyorsun? Kader bu. Seni bana yâr eder." Keyifle söylendi. "Kızımız sen ben."
"Senin rahatlığın beni öldürecek, bezdim!" Elini sarı saçlarına daldırdı Narin. "Allah'ım al bu adamı başımdan!"
"Güzel dualar et." Devran gözlerini kısarak önce Narin'e sonra gökyüzüne baktı ardından tekrar Narin'e. "O ne biçim dua?"
"Devran bak geliyorlar bana sağa soldan ümüğünü sıkacağım şimdi senin!" Narin öfkeyle bağırınca, Devran başını omzuna eğdi.
"Sen pek meraklı çıktın beni öldürmeye."
"Yanıp tutuşuyorum seni öldürmek için!" Ellerini yumruk yaptı. "Baş belası!"
"Doğru dedun oni." Sırıttı. "Baş belasiyim." Payidar kardeşlerde ego genetikti herhalde? Bir an karşımda Yavuz var sanmıştım.
"Yavrum, gelmiyor musunuz!" Yavuz'un bize seslenmesiyle hızla başımı ona çevirdim. Arabanın önünde bizi bekliyordular.
"Beş dakika ver kocam!" Zerda'yla gülüştük. "Canlı bir çatışma izliyoruz!"
"Kızım doymadınız mı izlemelere, hadi da eve gidelim!" Bu kez abim seslenince Zerda başını ona çevirdi. "Biraz daha, Valla çok keyifli!"
Tam Narin konuşacağı sırada, siyah bir araba önümüze çekildi. Camlar aşağı inince Polat Bey'i gördük. "Narin hanım," Suratında tebessüm belirdi. "Hazırsanız, gidelim şirkete?"
"Sonunda." Narin rahat bir nefes verdi. Tam bir adım atmışken, Devran hızla onun bileğini kavradı.
"Nolayi ula?" Dediği an, Narin ona baktı.
"Şirkete gideceğiz." Sözleriyle Devran'ın kahverengi kaşları havalandı.
"Bu adamla."
"Evet. Polat'la." Devran'ın gözü seğirdi. Narin her Polat Bey'e Polat dediğinde tüm öfke ve kıskançlık yüzünün her zerresine akın ediyordu.
"Polat'la." Dilini ağzının içinde yuvarladı. Bir tebessüm etti. Başını eğdi. "Polat'cım." Narin'i çok az geri çekti. Açık camdan kuduran bir ifadeyle Polat Bey'e baktı. "Boşa gelmişsin, Narin hanımı ben bırakacağım."
"Ama Narin bana kendisi mesaj attı."
"Narin mi?" Zerda koluma iyice asıldı. "Onu demeyeydi iyiydi."
"Narin?" Devran güldü. "Narin, Hanım'ı ben götüreceğim." Avuç içini arabaya vurdu. "Hadi git."
"Ne yapıyorsun ya?" Narin hızla birkaç adım ileri attı. "Hiç gitme Polat, geliyorum."
"Bey!" Diye düzeltti. "Polat bey, ve sen bu Polat beyle hiçbir yere gitmiyorsun. Ben bırakırım seni şirkete."
"Ben seninle değil şirkete, hiçbir yere gelmem." Kabaca çekti Narin bileğini. Tam elini kapıya attığı an, Devran sıkıntılı bir nefes verdi.
"Günah benden gitti." Dediği an eğilip Narin'i omzuna attı. Zerda'da bende aynı anda şoka girerken, çoktan Devran arkasını dönüp kendi arabasına doğru yürümeye başladı.
"Ulan!" Narin'in ağzından şaşkın bir nida kaçtı. "İndir beni yere hayvan!" Onun sırtını yumrukladı. "Bak indir beni seni öldürürüm!"
"Devran bey ne yapıyorsunuz!" Polat kapıyı açıp arabadan çıktığı an, Devran hızla ona döndü. "Tek adım daha atarsan, bu kızı arabaya koyduktan sonra seni ezer geçerim gir içeri!" Homurdandı. "Sende sus, sarı bela. Elinde ağırlaşmış, ne yaptın? Gördüğün yerde ağzımı burnumu iyi dağıtasın diye eğitim filan mı aldın?"
"Almadım ama alacağım, bırak beni!!!" Bağırdı. Ancak Devran ona aldırmadı. Gülmekten kendimi alamadım. Gerçekten deliydiler.
**********
Daha sonra arabalara bindik. Zerda ve abim kendi arabalarına geçerken, Yavuz ve ben kendi arabmızdaydık. O sessiz sedasız yolu izlerken, başımı usulca ona doğru çevirdim. "Ne düşünüyorsun?" Dediğimde düşüncelerinden ayrıldı. Göğsü bir nefesle kalkıp indi. Başını çok az bana çevirdi.
"Zahir'i." Sesinde keder vardı. "Mahvoldu. Hem Uygar, hem Karaca." Elleri direksiyonu tutarken. "Bugün nasıl bir haldeydi görmedin mi?"
"Ama kurtuldu." Her ne olursa olsun iyi yanından bakmaya çalıştım. "İyi, zamanla daha iyi olacak." Başını salladı. Bir elini direksiyondan çekerek elime götürdü ve ardından tuttuğu elimi dudaklarına götürüp öpücük kondurdu.
"Sen nasılsın?" Sesinde endişe vardı. "Kaç gündür bizimle birlikte mahvoldun."
"Ben iyiyim." Tebessüm ettim. Elime son bir öpücük kondurup nazikçe ayırıp geri direksiyonu tuttuğunda konuşmaya devam ettim. "Sen?"
"Sen sorduğuna göre, kötü demek ne haddime?" Arkasına yaslandı gaza biraz daha yüklenip gülümseyerek. "İyiyim." Her ne kadar mahkemeyle uğraşsakda onun ilaçlarını atlamasına izin vermemiştim.
"Yarın yetimhaneye gidelim mi?" Dedim. "Hani, annemden bana kalan." Bana baktı. Gözlerinde şefkat belirdi.
"Çocukları mı özledin?"
"Uzun zaman oldu." Yolu izledim derin bir nefesle. "Hem annemi anmak isterim, hemde çocukları özledim." Başımı geri yaslayarak ona baktım.
"Gideriz. Önce bir şeyler alırız." Karnıma doğru göz kırptı. "Ama de bakayım, karımın canı bir şey istiyor mu?"
"Pamuk şeker." Dedi aklıma ilk gelenle. "Yavuz, ben uzun zamandır hiç pamuk şeker yemedim." Gerçekten uzun zamandır pamuk şeker yemiyordum. En sevdiğim tatlıydı, ve ben uzun zamandır yeme fırsatı bulamıyordum.
Yavuz'un gözleri yüzüme tırmandı. "Bunu düşünmemek benim hatamdı." Dedi sevgi ve pişmanlık dolu sesiyle. "Son zamanlar öyle şeyler oldu ki, karımın bu zamanlarını doya doya yaşamısını bile sağlayamadım. Ama sana söz Hafsa'm." Gözleri parladı. "Hepsini telafi edeceğim." Direksiyonu sola doğru kırdı. "Pamuk şeker alalım, ve daha sonra. Geç oldu ama seni götüreceğim bir yer var." Heyecanla yerimde kıpırdandım.
"Neresi?"
Sırıttı. "Sürpriz benim güzel karım, sürpriz."
"Ama ben sevmem ki beklemeyi." Omuzlarım çöktü somurttum. "Söylesen olmaz mı?"
"Söylemem." Kaşlarını yukarı itti. "Sabırlı olacaksın."
"Sabırıda sevmem." Alt dudağım çok az öne çıktı. "Söylesen??"
"Şirinlik etme bana." Kızdı sahte bir sesle. "Ağzımdan tek kelime alamazsın."
"Ama Yavuz," Geniş gözlerle ona baktım. "Sabır etmek zaman demek, zaman beklemek demek. Ben bunları sevmem!"
"Dikme o Karadeniz gözlerini bana." Yanağımdan hızlıca makas aldı. "Beklediğine değecek."
Göğsümün üstünden geçen emniyet kemerine tutundum. "Umarım bebeklerim senin gibi mızıkçı olmaz." Başımı eğdim. "Canım kızım ve canım oğlum, siz sakın babanıza benzemeyen olur mu?"
"Doldurma çocuklarımın kafasını." Diye azarladı beni. Ardından fısıldadı. "Bana benzeyin, hadi biraz ananızada benzeyebilirsiniz." Omuz silkti. "İzin veriyorum."
Gülerek ona baktım. "Çok sağol ya."
"Rica ederim karım, ne demek?" Hiç gocunmadan aynı tavrına devam ederken başımı iki yana salladım.
"Anlaşılan sen hiç değişmeyeceksin, aynı ego aynı Yavuz." Dediklerimle keyiflendi.
"Hiç değişmeyeceğim. Sen beni böyle sevmişken neden değişeyim?" Yalan değildi onun bu hallerini çok seviyordum.
"Haklısın." Tatlı bir sesle övgü dolu gözlerimi ona diktim. "Hiç değişme, hep böyle kal."
"Ben hep böyle kalayım," Gülümsedi. "Yekta'm la Zümra'm da bana benzesin?" Ağzından çıkanlara tam gülecekken şok içinde ona baktım.
Gözlerim genişlerken bir an nefes almayı bile unuttum. "Ne?"
"Çocuklarımızı diyorum," Dudaklarında içimi ısıtacak bir tebessüm belirdi. "Eğer sende istersen, razı olursan, çocuklarımızın ismi," Sanki bu konuşmayı yapmanın doğru zamanı değilmiş gibi yol kenarına çekerek daha özel bir hale getirmek için arabayı durdurdu. "Yekta zaten belliydi." Koltuğunda hafifçe haraketlenip bana doğru döndü. "Bir oğlumuz olursa adı Yekta olsun demiştin." Unutmamıştı. Harelerinde şefkatli bakışlarını sürdürdü. "Kızımızda," Elini direksiyondan çekerek karnıma yasladığında içimde bir şeyler titreşti. "Zümra olsun mu?"
Nasıl oluyorda aklımı okuyordu? Evet ben hep bir kızım olursa annemin ismini ona vermeyi dilemiştim. Ama o bunu nasıl hissetmişti?
"Annemin adı?" Sesim hafifçe titrerken hızlıca başını salladı.
"Gönlünden ne geçiyorsa güzel karım," Karnımdaki elini kaldırıp yanağıma yasladı. Baş parmağı gözümden akmaya hazır olan yaşı sildi. "Sen razıysan, olsun." Öne uzanarak ona sıkı sıkı sarıldığımda elleri sırtımı buldu. Yavuz öyle bir adamdı ki ben ona içimden geçenleri söylemesem bile, o benim kalbimden ne geçiyor tahmin ediyor, belki de hissediyor ve biliyordu.
"Teşekkür ederim." Kısık bir sesle fısıldadım. Yavuz'un elleri sırtıma yaslanırken yüzümü omzuna gömdüm. "Çok teşekkür ederim, Yavuz."
"Yavrum," Elleri sırtımı okşayıp saçlarımda dolanırken hafifçe güldü. "Niye bana teşekkür ediyorsun? Bunun teşekkürü olmaz."
"Onun için değil. Yani evet onun içinde var ama." Hafifçe geri çekildiğimde ellerim omuzlarında kaldı. "Ben söylemeden beni nasıl anlıyorsun?" Dolu gözlerim yüzünde dolandı. "Nasıl hissediyorsun?"
"Çok kolay." Dünyanın en basit şeyinden bahseder gibi omuz silkti. "Aklım aklına, ruhum ruhuna, bozuk kalbimde kalbine bağlı." Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. "Biraz da zekiyim, tahmin ediyorum." Son dedikleriyle güldüm.
"İzin verseydin duygusallaşıp ağlayacaktım!" Gerçekten hüngür hüngür ağlamamak için zor duruyordum.
"Ağlamak mı?" Başını iki yana salladı. "Senin gözünden tek damla yaş akıtmam." Elleri belime biraz daha sıkı tutundu. "Sana ne demiştim hatırlıyor musun?" Nefesi yüzüme çarptı. "Yüzüne yakışanı sana yaşatmak istiyorum." Bir eli usulca yukarı kaydı. Eli yanağımı bulurken baş parmağı dudağımın kenarında gezindi. "Sana gülmek yakışıyor. Dudaklarının kıvrılması, gözlerinin kısılması, her güldüğünde ortaya çıkan dudağının kenarında yer edinen gamzeler, hafif kırışan göz kenarların, birde," yanağıma dokundu. "Kızaran yanakların. Bunlar sana çok yakışıyor." Yüzümün her zerresini ezberlemişti. "Değil gözünden yaş akıtmak, seni üzmeye kıyamam ben." Güldü. "Tabii, mutluluktan ağlayacaksan o ayrı."
Her kelimesiyle içim erirken başımı omzuma eğdim. "Mutluluktan ağlayacağım," dediğimde çoktan gözlerimden birkaç damla yaş akmaya başlamıştı. "Sana sahip olduğum için mutluluktan ağlayacağım, Yavuz."
"Ha bak o da olur." Harelerinde eğlence parladı. "Sonuçta herkes benim gibi bir kocaya sahip olamıyor, bunun için ağlanır."
"Olmuyor ama böyle!" Mızmızlandım. "Ben ağlayacağım diyorum sen her defasında komik bir şey söylüyorsun!"
"Yetenekli adam başka oluyor haklısın sende."
"Yavuz!" Diyerek kolunu çimdiklediğimde kaşları çatıldı yüzü buruştu.
"Sen doyamıyorsun beni çimdiklemelere," Gözleri kısıldı. "Canıma kastın mı var sevdan mı var anlamadık gitti?"
"Bak vuracağım!" Elimi kaldırdığım an yüzünde abartılı bir ifadeyle başını geri eğdi.
"Aman hiç girme o işlere elin ağır!" Eskiyi hatırlar gibi sağ omzunu yuvarladı. "Yumruklarını unutmadım!"
"Yalancı, omzunu yumruklamadım ki ben senin sırtını yumrukladım." Başını bir sağa bir sola yatırdı hızla.
"Yarin vurduğu yerde gül açar derlerde, senin ki zehirli mi ne kız? Bak tüm vücuduma yayılmış acısı." Ciddi ciddi konuştuğunda hızla yüzüm düştü.
"Hayvan herifin tekisin, elim zehir öyle mi? O zaman tutma bir daha elimi!" Hızlıca kolları arasından çekilmek istediğimde gülerek beni daha hızlı kendisine çekti.
"Elin zehir, sevdan zehir." Burnu yanağıma sürtündü. "Ama tamda bana layık bir zehir. Tatlı bir zehir. Öleceğimi bilsem de, kana kana içeceğim bir zehir." Önce yapıyor sonra öyle sözler ediyordu ki kalbimi yumuşatıyordu.
"Demek ki canına kastım var." Dediğimde, dudaklarında bir tebessüm belirdiğine emindim.
"Seni bilmem, belki bana kastın var." Dudakları yanağıma sürtündü. "Ama benim sana sevdam var." Kalbim teklerken başımı çok az sağa çevirdim. Nefesi dudaklarıma çarparken fısıldadım.
"Sana kastım yok.." Ellerim göğsüne kaydı. "Sana sevdam var." Sözlerim yüzündeki alaycı ifadeyi sildi. Tebessüm etti. Yanağıma bir öpücük kondurdu. Sessiz bir teşekkür eder gibiydi. Öpücüğüne karşılık olarak tatlı bir gülüş ağzımdan kaçtığında o da güldü.
Bana sevdası büyüktü biliyordum tıpkı benim de ona olduğum gibi.
Bu konuşmalarımızın ardından Yavuz arabayı sürmeyi devam etti. Yarı yolda gördüğü bir marketten bir poşet dolusu pamuk şeker almıştı. İkinci paketi açmış yerken, araba hiç bilmediğim bir yolda bir evin önünde durdu. Pamuk şekerden bir ısırık daha alırken merakla ona döndüm.
"Burası neresi?" Elini uzatıp burnuma bulaşan pamuk şekeri sildikten sonra emniyet kemerimi açtı.
"Bekle." Dedi kendi kemerinide çözüp kapıyı açıp inerken. Ben bir ısırık daha alıp sorularla dolu gözlerimle onu izledim. Arabanın önünden dolaştı. Hızlıca benim kapımın yanında durarak kapımı açtı. İçeri eğilip beni kollarına aldığında gözlerim genişledi.
"Yavuz ne yapıyorsun, sana ağır şeyler yasak!" Kalbinin durumu ortadaydı. Kendini zora sokmaması gerekiyordu. Tamam eskiden zayıftım ama hamilelikten beri hem biraz kilo almıştım hemde iki can taşırken ağır olmamam mümkün değildi.
"Karım yasak değil."
"Karın da yasak, kilo aldım ben haberin var mı? Hem iki çocuk var karnımda. Hadi indir beni, kalbine zarar." Sözlerimle meydan okur gibi yüzüme baktı.
"Sen kalbime zarar olmayan tek şeysin. Sen ve çocuklarım, bana zarar değil merhemsiniz. Şimdi sus. Kafamı şişirdin çenen çok çalışayi."
Gözlerimi kıstım o birkaç adım yürümeye başlarken elimdeki pamuk şekeri dudaklarına bastırdım. "Asıl sen sus." Pamuk şekerden koca bir ısırık almaya zorladım. Ona küfür etmişim gibi suratıma bakarken işaret parmağımla dudaklarının dışında kalan pamuk şekeri ağzına ittim. "Çok konuşan sensin, sinir bozucu adam. Nereye getirdin beni? Yoksa kaçırıyor musun?"
Ağzındaki lokmayı yutarken neşeyle güldü. "Kaçırıyorum." Bir evin bahçesine girdi. Kaşlarım çatıldı. "Seni evimize kaçırıyorum." Şokla gözlerim genişledi.
"Af buyur kocam? Aklın uçtu herhalde."
"Uçtu ya." Evin önüne gelip ciddi ciddi beni yavaşça yere bırakıp cebinde bir şeyler aradı. Ardından anahtar çıkardı. İkimizin ortasına getirdiği elinde anahtarı havaya kaldırdı. "Al bakalım." Bir elimde pamuk şeker şok dolu gözlerimle onun yüzüne bakakaldım.
"Sen ciddisin."
"Hiç bu kadar ciddi olmamıştım." Gözlerim ışıldadı. Elindeki anahtarlara baktım.
"İkimizin mi?" Yumuşak bir sesle fısıldadığımda başını salladı.
"Anahtarın biri sende." Anahtarlığa takılı olan ikinci anahtarıda avuç içinden sallanmasına izin verdi. "Biri de benim." Gülümsedi. "Tut." Dediğinde hafif titreyen elimi uzatıp anahtarı aldım. Aynı elini hızla ceketinin iç cebine attı.
"İki tane daha." Ödül tutar gibi anahtarları tuttu. "Biri mavi, biri pembe. Kızım ve oğlum için." Dolu gözlerimi ona çevirdim. Kalbimi sıcaklık sardı.
"Sen gerçekten bugün beni ağlatmaya yemin etmişsin." Çenem hafifçe titrerken önce anahtarlara sonra ona baktım. "Nasıl bir adamsın sen?" Bakışlarında gurur belirdi. Beni mutlu etmek onu gururlandırıyordu.
"Aç hadi." Gözleriyle kapıyı işaret etti. "Bu şeref sana ait." Dudaklarımda titreyen bir tebessüm yer edindi. Elimi anahtar deliğine doğru uzattım. Hemen ardından ona baktım.
"Elini elime yasla." Dediğimde hafifçe kaşları havalandı. Ardından şefkatli bir hareketle elimi kavradı. Anahtarı yerine takıp çevirdiğimde kapı bir tık sesiyle açıldı. İçimdeki çocuğun kıpır kıpır olduğunu hissettim.
"Bu evde yalanlar olmayacak, Hafsa." Arkamda bir adım geride duran Yavuz'un sesi kulağımdaydı. "Bu evde acılar olmayacak, kavgalar olmayacak." Sesinde geçmişe dair bir kırgınlık vardı.
"Bu evde canın yanmayacak, bu evde canım yanmayacak. Bu evde, biz çocuklarımızı öyle güzel büyüteceğiz ki onların tek bir korkusu bile olmayacak." Fısıldadı. "Ben hep burada olacağım, yanınızda." Başımı omzumun üstüne çevirerek ona baktığımda onun da gözlerinin çok az dolu olduğunu gördüm.
"Hadi." Beni cesaretlendiren bir sesle fısıldadı. "Evimize ilk adımı sen at." Sesli bir gülüşle sağ ayağımı eve attığımda, Yavuz'un da arkamdan takip ettiğini hissettim.
"Mobilayalar evde kendiliğinden vardı, ben satın alırken." Yerdeki halıya ayaklarımı bastığım an konuştu. Ardımdan eve girdi ve kapıyı kapattı. Elim sıkıca onun elini tuttu. Anahtarlar serçe parmağıma takılıydı. İçerisi gerçekten eşyalarla doluydu. İki katlı ama geniş ferah ve çok odalı bir evdi. Yavuz'da bende fazla büyük şeylerin hayranı değildik. Ev sade, ve güzeldi. Salona girdiğimiz an belli oldu, bir arka bahçesi vardı.
Evi dolaştık. Odalar, mutfak, banyolar. Ve üst kata çıktık. Gözlerim bir kapıya takıldı. Odanın önünde bir halı gördüm. Onu hatırlıyordum. Bebek alışverişinde almıştık.
"Eşyalar." Dedim hızlıca ona bakarak. Başını salladı.
"Buraya getirttim." Elimi sıkıca kavradı. "Gel hadi." Odaya doğru büyük bir hevesle yürüdüğünde peşine takıldım. Elimdeki pamuk şekeri kenardaki bir çekmecenin üstüne bıraktım odaya girmeden önce.
İçeri girdiğimiz an, gözlerim genişledi. Yavuz odayı öyle güzel düzenlemişti ki kalbimin hızlandığını hisettim. Aldığımız beşikler yan yana koyulmuştu. Üstleri tüllerle örtülüydü. Aldığımız oyuncaklar, masalar, gardrop, ve çekmeceler. Hepsi buradaydı.
"Sana sormadan yerleştirdim, sürpiz yapmak için." Sevgi dolu sesini duydum. "Sen istersen, yine değiştiriz. Duvarları boyamadım, sen seç diye." Bir kolu nazikçe belimi sardı. "Beğendin mi?"
O merak ve heyecanla sorarken, ben yutkundum. Dolu gözlerle her köşesini izledim odanın. Bana ne hissettirdiğinin farkında değildi. "Burası..çok güzel." Sanki bana dünyaları vermişti.
"Yavuz biliyor musun benim bebek odam hiç olmamış.." dolu gözlerimi ona çevirdim. Dediklerimle yutkundu. Sanki göğsüne bir acı çöktü. "Annem çok istemiş ama olmamış." Anlatmaya devam ettim. "Pek oyuncağımda yoktu," Yavuz'un bebeklerimiz için aldığı her bir oyuncağa teker teker göz gezdirdiğimde sanki kendi çocukluğumada bir şeyler telafi edildi. "Ama bunlar." Burnumu çektim. "Sorun ben değilmişim, Yavuz."
Çocukken böyle düşünürdüm. Sorun bendim sanardım. Babam sandığım adam yüzüme bile bakmaz, bir oyuncağı bile bana çok görürdü. Bu yüzden bana oyuncakları hep Nadir abi alırdı. Cihan sadece eve birileri geldiğinde sevgili baba rollerini oynardı. Şimdi düşünüyordum da öz babam bile olmayan bir adam yüzünden senelerce kendimi bir sorun gibi görmüştüm. İşte bu yüzden gerçek babama karşıda kırgınlığım hiç geçmeyecekti.
Ancak bugün görüyordum ki, sorun ben değildim. Yavuz bana bunu o kadar güzel göstermişti ki bugün içimdeki tüm boşluklar dolmuştu. Bir çocuğun ne kadar sevilebileceğini, bir çocuğun annesine dünyaların nasıl vaad edileceğini bana net bir şekilde göstermişti.
"Keşke sana çocukluğunu geri verebilseydim." Dediğinde sesinde gerçek bir istek vardı. Kolları arkadan bana dolanırken çenesi omzuma yaslandı. "Keşke o zamanlar da yanında olabilseydim." Yaşlarla ıslanan kirpiklerimi kırpıştırdım.
"Şimdi yanımdasın." Kolları arasında ona döndüm. "Ve bu benim için çok değerli."
"Sorun olduğunu mu düşündün, Hafsa?" Bu dediklerim onun canını çok yakmıştı. "Sana böyle mi hissettirdiler?" Buruk bir ifadeyle başımı salladığımda, acıyla yüzü kasıldı.
"Keşke bana bu kadar benzemeseydin, Sevdam. Keşke yaralarımız hiç aynı olmasaydı." Ona da böyle hisettirmiştiler. Beni iyi anlıyordu. Yavuz ve ben ailemizin kurban seçtiği çocuklar rolünü üstlenmiştik.
"Sana da mı böyle hissettirdiler?" Titrek bir sesle ağlamaya hazır sorduğumda güldü zayıf bir şekilde.
"Dedim ya, yaralarımız aynı." Ellerimi sıkıca tutarak üst üste yasladı. "Ama saracağım o yaraları."
"Sarıyorsun zaten." Derin bir nefes kaçtı ağzımdan. "Tüm yaralarımı sarıyorsun."
Gözlerinde sevgi yer edindi. Öne eğilip dudaklarını alnıma bastırdığında gözlerimi tebessümle kapattım. Varlığı bana her şeyiyle yetiyordu. Bize bir ev almıştı, anahtarlar yaptırmıştı. Bebeklerimizi bile düşünmüştü. Ve onlar için bir oda hazırlamıştı. Hazırladığı odada, biz bebeklerimizi büyütecektik.
Dudaklarını geri çekerek yanağımı okşadı. "Evimizi beraber düzenleyeceğiz." Şimdiden hayal eder gibi gözlerini etrafta gezdirdi. "Sen bana söyleyeceksin, ben yapacağım." Göz kırptı bana. "Karım ne derse o." Neşeyle ona baktım.
"O zaman, iki çocuk odası ya yarısını pembeye boyayalım yarısını maviye." Hevesle odaya göz gezdirdim. "Beşikleri biraz daha sağa alırız. Kapıyada bebeklerimizin isimleri olan bir yazı yazalım mı? Desenlerde çizelim duvarlara." Ellerimi birleştirdim.
"Nasıl çizeceğiz?" Hızla ona döndüm. "İşini bilen birini çağıralım, o çizsin ha?" Ben durmadan konuşurken, Yavuz'un hayran hayran beni izlediğini farkettim. Bakışları altında biraz utandığımı hissettim. "Çok mu konuştum?" Hafifçe kıpırdandım yerimde. "Niye bakıyorsun öyle?"
"Az bile konuştun, karım." Gözlerinde bana karşı duyduğu bir hayranlık vardı. "Tüm isteklerini dile getir, yapmazsam namerdim."
Dudaklarıma geniş bir gülüş yerleşti. "Resimlerde asalım, düğün resimlerimizi. Çocuklarımız bizi bilerek büyüsün, hani şu duvar var ya, orayı resim köşesi yapalım." Diyerek kapının sağını kaplayan geniş duvarı gösterdim. Yavuz parmağımın işaret ettiği yeri gösterdi. "Şurayı?" Birkaç adımla yürüdü.
Duvarın önünde durarak alıcı gözüyle baktı. "En ortaya düğün resmimizi asarız." Elini duvara yasladı bana çapkın bir bakış atarak. "Yanınada yeni çekineceğiz resimleri." Güldüm bakışları altında.
Yanına adımladım. "Çerçivede yaptıralım." Hızla başını salladı.
"Emrin olur." Dedi. Elini duvardan çekmek için haraket ettiği an anlam veremediğim bir şekilde duraksadı. Kaşları bükülür gibi oldu ancak kendini zar zor durdurdu.
"Yavuz?" Merakla fısıldadım. "Bir şey mi oldu?"
Bana baktı. "Yok güzelim." Hafif bir adım attı. "Olmadı." Dediği an dengesini kaybeder gibi olup duvara tutundu. Şokla gözlerim genişledi.
"Yavuz?" Korkuyla sesim yükseldi. "Kalbin mi?" Sesim titredi. "Kalbin mi acıyor?"
"Acımıyor." Deminkine göre sesi biraz daha rahat geldi. Sesli bir nefes çekti ciğerlerine. "Ani bir kalbim acıdı, geçti." Zar zor topladı kendini. "İyiyim." Dengesini sağlamaya başladığında iyi olduğuna ikna oldum, ancak bu normal değildi. Ameliyatın zamanı yaklaşıyordu ve Yavuz'un durumu kötüye gidiyordu. Kalbi her geçen gün biraz daha zayıflıyordu. Evet ilaçlar alıyordu ancak ilaçlar onu sadece amelyata hazırlıyordu.
"Böyle olmaz, hastaneye gidelim." Dediğimde, gözlerini kapatıp açtı.
"Hafsa'm gerek yok. Doktor orada bile değildir. İçin rahat edecekse, yarın gideriz. Ama şu an iyiyim." Elleri yanaklarımı buldu. "Korkma yavrum, gerçekten iyiyim." Burnumdan sıkıntılı bir nefes verdim.
"Yalan söylemiyorsun değil mi? Bak bana yalan söylüyorsun-"
"Söylemiyorum." İkna edici bir sesle konuştu. "Çok iyiyim, endişelenme. Kendini üzme. İyiyim."
"Doktora gideceğiz." Diye direttim.
"Yarın söz gideceğim." Bir kolunu omuzuma sararak beni yanına çekti. "Bak, turp gibiyim." Diğer kolunu yanına doğru açtı. "Aniydi."
Gerçekten iyi olduğunu söylüyordu, nedense inanmıyordum doktor ara sıra ufak tefek ağrıları olabilir demişti. Ancak bu olursa, doktora gelmesinide söylemişti. Şimdi ne kadar ısrar etsem de ikna edmeyecektim, ancak yarın doktoru orada olduğu an yanına gidecektik. Her kontrolüne gidiyordu yine de bu sancılar bana normal gelmiyordu.
Gerçekler acıydı. Gerçekler buydu.
Yavuz'un hayatı tehlikedeydi..
*****
Narin Ordulu.
Eve geldiğimiz andan beri Devran'da bende kavga içindeydik. Cafer çocukları ve diğerlerini alıp parka inmişti. Biraz kafa dağıtmaları iyi olurdu. Zahir ve Karaca'da onlarla gitmişti. Bugün tüm günü beraber geçirmiştiler. Yaşadıkları kolay değildi ve bu onlara iyi gelecekti emindim.
Ancak, balkonda durmuş arka bahçede oturan ve ikinci içki şişesini boşaltmaya yakın olan Devran'ı izlemek canımı yakıyordu. Onunla kavga etmiştik. Polat'la şirkete gitmek istediğimde beni oradan kaçırır gibi aldığında arabada büyük bir kavga etmiştik. Her anımız böyle geçiyordu. Kavgayla.
Affedilir şeyler yapmamıştı. Onu affetmem için bana hiç yer bırakmamış şimdi çıkmış karşıma af dileniyordu. Haketmiyordu. Onu deli gibi affetmek istesem bile bunu haketmiyordu.
Serin havayı ciğerlerime doldurdum. Üstümdeki şala biraz daha sıkı sarıldım. Onu bu halde görmeye lanet olsun ki gönlüm elvermedi. Sakince balkondan ayrılıp alt kata indim ve dışarı çıkmak için arka bahçeye yürüdüm.
Kapıdan dışarı adım atar atmaz, o da bir bardak daha dolduruyordu kendine. Hızlı birkaç adımda yanına ilerledim. Bardağı aldığımda afalladı. Doldurduğu içkiyi çimlere dökerek bardağı geri masaya bıraktım. Başını ağır ağır kaldırıp bana baktı. İçkiden iyice mahvolmuştu. Hiç umursamadan bir bardak daha doldurmak istediğinde, içki şişesini elinden kaptım.
"Yeter." Diyerek içki şişesini çevirip yere boşalttım. "Geldiğinden beri içiyorsun."
Dediklerimi umursamaz gibi bir nefes soludu. Hafif geri yaslandı. Elleri bacak içlerinden yere sarkarken ağır ağır gözlerini yüzümde gezdirdi.
"Niye?" Sarhoşluğu çok az sesine yansıyordu. "Çok fazla dozdan ölürüm diye mi korkuyorsun?"
"Neyinden korkacağım?" Düz bir ifadeyle şişeyi masaya bıraktım. "Gebersen umrumda olmaz. Ancak akşam kızımın yanına bu halde gelemezsin." Gözlerimi yüzüne diktim. "Bir içki bağımlısı olmadığın kaldı zaten, onu da yap tam olsun." Arkamı dönerek uzaklaşmak için birkaç adım attım.
"Bağımlı filan değilim." Sesinde sessiz bir öfke vardı. "Keyfimden içer gibi miyim?"
"Bilmem." Ona doğru döndüm. "Neyden içiyorsun? Aşkından mı?"
"Acıdan." Dedi dişleri arasında sert bir fısıltıyla. "İçine ettiğimin acısından içiyorum."
"Doğru konuş benimle."
"Sana mı laf ettim?" Hafif sendeleyerek yerinden kalktı. Dengesini sağlamak biraz zordu ama yine de başardı. "Kendi acımdan içiyorum."
"Acın ben değil miyim?"
"Niye soruyorsun? Merhem mi olacaksın?"
"Ancak zehir olurum." Acımasızca fısıldadım. "Sana ne yâr olurum ne merhem, ancak yara olurum." Dudaklarında tebessüm seğirdi. Bir adım daha atarak iyice vücudunu bana çevirdi.
"Senin işin ne bu Polat'la?" Sorusuyla kan beynime sıçradı.
"Devran seni gebertirim." Karşısına dikildim. "Ne sorduğunun farkında mısın!"
"Ne sorduğumun gayet farkındayım!" Hesap sorar bir ifadeyle o da benim karşıma dikildi. "Ne zamandır tanıyorsun o adamı?"
"Birincisi sözlerine dikkat et." Öfkeyle konuştum. "İkincisi, yeni tanıyorum." Gözlerim kısıldı. "Üçüncüsü. Benden sana ne?"
"Narin beni mahvediyorsun." Yenilgi yansıdı sesine. "Benden ne istiyorsun?" Birkaç adımda tam karşımda durdu. Göğsü hızlı nefeslerle kalkıp indi. "Yanında olayım diyorum kabulun değil, gideyim diyorum kızım var!" Elini saçlarına daldırdı. "Ne halt yiyeceğimi şaşırdım!" Aynı elini kafasının kenarına vurdu. "Aklımı kaçırıyorum, aklımı!"
"Niye?" Alaycı bir nefes kaçtı burnumdan. "Geçmişten mi rahatsızsın?"
"Düşünmekten." Göğsü daraldı. "Düşünmekten kafayı yiyeceğim." Biraz daha yaklaştı bana. "Kafam susmuyor." Ellerimi uzanıp tuttu. Birleştirdi. O bana dokunduğu an soluğum kesildi. "Narin, ne yapacağım ben? Kafamda o kadar soru var ki." İçkinin verdiği cesurlukla sordu. "Narin, Hafsa'nın canı çilek çekti. O gün.." Soracağı soru belliydi ve daha şimdiden kalbime bıçağı saplamıştı. "Sen çilek severdin, Narin."
Ellerimi çekmek istedim. İzin vermedi. "Canın hiç çilek çekti mi?" Sesi titredi. "Narin, söyle."
"Bırak beni, Devran." Bunları ona söylemek istemiyordum. Canı yanacaktı. Bunu istemiyordum.
"Yanında olamadım." Pişmanlığını en derinden yaşıyordu. "Narin, canın çilek çekti mi? Narin, nasıl? Nasıl dayandın?" Buna içerlenmişti. O gün Hafsa'ya çilek almıştı. Ve aklına ben gelmiştim.
"Çekti!" Dedim ağlamaklı sesimle. "Ama sen orada yoktun. Bunu mu duymak istiyorsun? Canını yakmam için niye beni zorluyorsun Devran!" Gözümden birkaç damla yaş aktı. "Kes artık şunu, olurumuz yok nesini anlamıyorsun!"
"Hamile kadınlar sürekli bir şeyler aşeriyormuş." Suçlu çocuklar gibiydi. "Bir sepet çilek bile alamadım ben size. Sen o evde, Narin.." Nasıl devam edeceğini bilemiyordu. Başını gökyüzüne kaldırdı. Dudaklarında titrek bir tebessüm belirdi. Ardından bir hıçkırık çıktı.
"Devran, yapma." İçki onu yumuşatmıştı. Bu güne kadar gizlediği tüm duygular gün yüzüne vurmuştu.
"Allah benim belamı versin." Dediğinde, dizlerindeki güç tükenmiş gibi yere çöktü. Beni de onunla beraber çökmek zorunda bıraktı. "Yapamadım Narin, affet." Göğsü hıçkırıklarla inip kalkarken, ellerime beni kaybetmekten korkar gibi sıkı sıkıya asılmıştı. "Narin, affet." Kahverengi gözleri gözlerime değidiği an benim de dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı. "Ya affet ya çek vur beni, böyle delireceğim." Alnı alnıma yaslandı. "Narin, ben sensiz olmaya dayanamaycağım. Aklımı kaçıracak gibi oluyorum. Yalvarayım mı?"
"Hayır." Sızlandım başımı iki yana sallarken ve ağlarken. "Hayır-"
"Yalvarırım." Sesi kısıktı. "Narin, dayanamıyorum." Pişmanlık, onun her bir zerresine akın etmişti. Canı yanıyordu. Onun canı yandıkça benimki daha fazla yanıyordu. "Haketmiyorum ama senin beni affetmen lazım. Ben böyle kafayı yiyeceğim, düşünmekten delireceğim. Seni, yaşadıklarını, kızımızı. Anlatmıyorsun. Her acıyı tek başına çekiyorsun dayanamıyorum, Narin." Sesi sarhoşlukla beraber hıçkırarak titredi. "Ben sensizliğe dayanamıyorum." Ağlıyordu. Alnı dizlerime yaslanacak kadar eğildiğinde vücudumun her zerresine çaresizlik akın etti.
"Nolursun, Affet." Titrek kelimeler arasında konuştu. "Narin, nolursun." Bana yalvarıyor olmasından daha acı bir şey yoktu. Asla aklıma gelmeyecek şeyler başıma geliyordu. Seneler evvel güzel hayaller kurup kendi evimize çıkacak buralardan kaçıp gidecekken ne hallere gelmiştik?
Şimdi o hatalarından dolayı bana onu affetmem için yalvarıyordu. Ve ben her ne kadar ona karşı azap içinde olsam da onu affedemiyordum.
"Kalk." Dedim kendimi toplamaya çalışarak. "Devran yapma, böyle yapma. Benden imkansızı isteme kalk."
"İmkansızı istemiyorum." Başını kaldırıp bana baktı. Gözyaşlarını silmeyi çok istiyordum ancak cesaret edemiyordum. Benim aksime, o ellerini ellerimden çekerek yanaklarıma koydu. Gözyaşlarımı sildi. "Seni istiyorum. Ben buna dayanamıyorum, Narin, sen dayanabiliyor musun?" Tutarsız soruları zihinimde dolanıp duruyordu.
"Hayır." Gözlerimi kapattım. "Dayanamadım. Ama alıştım, alıştığımda nasıl vazgeçeyim? Beni buna sen alıştırdın, Devran. Yokluğuna beni alıştıran senken varlığına nasıl alışayım?" Hâlâ bazı şeyler bana inanması zor geliyordu. Öyle şeyler yaşamıştım ki, kendime yediremiyordum.
"Narin, senden vazgeçemem." Acı gerçeklerin o da farkındaydı. Yine de sesinde hissediyordum, bana her baktığında anlıyordum. Devran hâlâ beni seviyordu. Ve bende onu seviyordum. Kalbimdeki ona karşı beslediğim aşk hiç azalmamıştı. Bazen onu affetmek geçiyordu içimden.
Sonra yaşadığım her şeyi teker teker hatırlıyordum. Onu affetmemin en büyük engeli bunlar oluyordu. Canım bir şey çekerken yanımda değildi. Ağladığımda yanımda değildi. Sesi, kendisi, kokusu yoktu. Babam hamile halimle bana zarar verirken orada değildi, bebeğim benden alınırken orada değildi.
Kızımın ne ilk anne deyişini, ne de ilk yürüyüşünü görebilmiştim.
"Benden vazgeçmen lazım." Belki de ona karşı ilk kez böylesine çaresiz bir sesle konuştum.
"Çünkü ben seni affedemiyorum."
"Neden?" Dediğinde anlamıyor gibiydi. "Neden Narin, neden? Sormaya hakkım yok ama neden?"
"Nasıl affedeyim?" Göz bebeklerim bile titrerken nefes nefese konuştum. "Sen bile sana bunca şeyi yaşatanlardan kan isterken, bana yaşattıkların için af bekliyorsun. Seni nasıl affedeyim?" Umutsuz bir nefes verdim. "Yapamıyorum." Kalbimdeki o kırgınlık hiç geçmiyordu. Devran ne yaparsa yapsın, geçmeyecekti. Eskiden onun gözünden akan tek damla yaşa kıyamazken, şimdi karşımda ağlamasına rağmen ben onu affedemiyordum.
Ne kadar kararlı olduğumu farkettiğinde duraksadı. Gözleri gözlerime takılıp kaldı. "Ben sana aşığım." Diyerek kalbimi talan etti. "Narin, nasıl geberiyorum aşkımdan, pişmanlığımdan görmüyor musun? Geçmişin hesabını niye bir tek bana kesiyorsun?"
"Çünkü canımı en çok sen yaktın." Tebessüm ettim burukça. "Beni en çok sen yaraladın." En azından bana yaşadığını söyleseydi, en azından nefes aldığını bilseydim kalbim bugün ona karşı böylesine katı bir hale gelmezdi. Beklerdim. Bir gün kurtulacağım, kızıma, ona kavuşacağım diye bekler, dayanırdım.
Ama hayır. O bunu yapmamıştı.
Kızım benden alınırken, Devran'ın da öldü gerçeğini kalbimde taşımış yedi sene boyunca kızımın ayrılığını, hiç ölmeyen bir adamın yasını yaşamıştım. İçim kan ağlamıştı ama sevdiğim adamın mezarına bile gidememiştim. O evde cehennemi yaşamış, her gün ölmüş, susmak zorunda kalmıştım. Kızım için.
Defalarca kez konuşmak istemiş, her seferinde çocuğumun canıyla tehdit edilmiştim. Bir umut yerim kalmamıştı.
Devran, sakladığı gerçekle tüm umutlarımı benden çalmıştı.
"Bırak sarayım o zaman." Güçsüz bir sesle firar etti kelimeler ağzından. "İzin ver sarayım, Narin. Bana bir izin versen -"
"Sen bende ancak yara açarsın, Devran." Belki acımasızdım. Ama elimde değildi. Ona karşı dilimden dökülen her kelime kalbimin kırgınlığından geliyordu. "Sen benden çaldığım tüm umutları tekrar bana geri vermekten bahsediyorsun, tekrar geri verip yine beni mahvetmekten. Beni inandırmaktan. Ben artık sana inanmak istemiyorum." Her sözümle çaresizliği biraz daha yükseldi. Bir şeyler demek istedi, diyemedi. Sadece gözleri bana yalvaran bakışlarla baktı.
"Düşman mısın bana? Benden nefret edecek kadar çok mu Narin?"
"Düşman değilim sana." Başımı önüme eğdim çok az. "Olmam gerek, ama değilim. Kalbim izin vermiyor sana düşman olmaya.."
"Kalbin izin veriyor mu," Kuru dudaklarını ıslattı sessiz bir nefesle. "Benden ayrı kalmaya?"
"Veriyor." Sağ omzumu hafifçe yukarı ittim. "Sekiz sene önce izin vermiş. Hâlâ da veriyor."
"Peki dönseydim?" Baş parmakları ıslak yanaklarımı sildi. Hareleri yorgunlukla beni izledi. "Bilseydin, Narin. Bilseydin?"
"O zaman," ağlamamak için gözlerimi gökyüzüne kaydırdım. "O zaman, beklerdim."
"Zaten beklemedin mi?" Acıyla kasıldı sesi. "Beni beklemişken, neden yanında olmama izin vermiyorsun?"
"Aynı şey değil. Ben canlı bir adamı değil ölü bir adamı bekledim!" Ağzımdan kaçan hıçkırığı tutamadım. "Senin anlamadığın bu, her şey kolay sanıyorsun değil. Yedi sene ölü bir adamı bekleyip delirdim sandım!" Oysa delirmemiştim. Hissetmiştim. "Sen bu hayatta bana hissetmeyeceğim her şeyi hissettirdin. O evin içinde bir kez bile umutsuz hissetmemiştim ben." Evet ailem kötü insanlardı, ama ben buna rağmen umudunu kaybetmeyen bir insandım. "Sen gittin, kızım gitti. Ben tüm umutlarımı kaybettim." Geçmişe karşı öfke sesime yansıdı.
"Sen bana sadece aşkı değil, acıyı, umutsuzluğu, yalnızlığı, delirmeyi bile öğrettin!" Burada daha fazla durmak istemiyordum. Ayağa kalktım titrek hıçkırıklarım arasında koşar gibi yürüyüp uzaklaşmak istedim.
"Narin." Dedi oturduğu yerde. "Beni böyle öldürme." Adımlarım bıçak misali kesilirken sanki dışarıdaki hava bile beni boğmaya başladı. Öyle bir tınıyla söyledi ki bana bu lafları her şeyi silmemi istedi. Geçmişteki tüm yaşananları, tüm acıları, tüm ayrılıkları.
İki ihtimal vardı, ya dönüp ona sarılacak her şeyi bitirecektim. Ya da arkama bakmadan gidecektim.
"Yaşıyor gibi görünmüyorsun." Kısık bir şekilde konuştum.
"Yaşatmıyorsun." Dedi acıyla. Gözlerimi sıkıca kapattım. Ellerim iki yanımda yumruk olmaya başladı. Ağlamak istiyordum, kendimi topladım. "Bana sırtını dönme." Arkamda çaresizce dizleri üstünde olduğunu bilmek, yere çöküp ağlama isteği uyandırıyordu. "Yeter Narin, sana yalvarırım bana sırtını dönme. Benim tutunacak bir yerim kalmadı." Onu o kadar iyi anlıyordum ki bu beni daha fazla yaralıyordu.
Yaşattığı her ne varsa, bugün aynısını yaşıyordu. Ancak bu benim yedi senemi geri vermiyordu.
"Ben tutunacağın son kişi bile değilim." Bu sefer sesim sert değil, fazlasıyla gerçekçi ve acı dolu çıkmıştı. "Benden el bekleme, Devran. Sana verecek bir kalbim kalmadı." Daha fazla konuşmadım. Sırtım ona dönük bir şekilde cam kapıya ilerleyerek eve girdim. Devran'sa olduğu yerde kaldı.
Ben ona bir kez daha sırtımı döndüm.
O, Bana tek kelime edemedi.
*********
Yavuz Payidar.
Hafsa ile birkaç saat daha yeni satın aldığım evde zaman geçirdikten sonra şu anda kaldığımız eve dönmüştük. Aldığım evin onu mutlu edeceğinden emindim, öyle de olmuştu. Yüzünde her an gördüğüm o tebessüm ve mutluluk kalbimi ısıtmıştı. Onu mutlu etmeyi seviyordum, yüzünün güldüğünü görmek benim için dünyanın en güzel hediyesiydi.
Bugün çok fazla şey yaşamıştık. Buna rağmen günümüz güzel geçmişti. En önemlisi Zahir hapisten kurtulmuştu. Yine de bu işin arkasında kim vardı durmadan araştırıyorduk. Eninde sonunda bulurduk. Eve girdiğimizde, Hafsa duş almak için odaya çıkarken, bende ona yiyecek bir şeyler hazırlamak için mutfağa geçmiştim. Ön kapı açılıp bizimkilerin sesini duyduğumda yüzümde tebessüm belirdi. Gülüşüyor bir şeyler konuşuyordular. En önemlisi belki de seneler sonra Zahir'in sesini ilk kez böyle neşeli duyuyordum.
Karaca'nın yaşadığını öğrenmek ona dünyanın en büyük hediyesi olmuştu.
"Abi?" Süleyman'ın sesini duydum. Mutfaktan içeri girdi. Peşinden diğerleri. "Napıyorsun? Hafsa yenge mutfak işlerini sana mı kitledi?" Benimle alay ettiğini duyduğumda gözlerimi devirdim.
"Kapa çeneni, neredeydiniz siz?"
"Cafer bizi parka götürdü." Dedi Ceylan gülümseyerek.
"Bir ara dönme dolaba bindik diye Zahir kustu ama," Süleyman o anları hatırlayarak iğrenir gibi yüzünü buruşturdu. "Ben dedim bu adamı bindirmeyelim yükselik korkusu var diye!"
"Kapa çenenu Süleyman!" Zahir hızla ve öfkeyle ona döndü.
"Bence de sus Süleyman." Zerda güldü. "Zaten iki saat durmadan seni dövdü, yine dövmeye başlayacak."
"Niye hep ben susuyorum?" Süleyman mızmızlanan çocuklar gibi doğradığım salatalıklardan birini ağzına attı.
"Süleyman, çek o elini karıma yapıyorum ben onları." Diyerek eline vurduğumda, Süleyman yüzünü buruşturdu.
"Gelen geçenin hedef tahtası oldum arkadaş." Abartılı bir sesle konuştu. "Bir Zahir döver bir sen benimle alıp veremediğiniz ne!"
"Uslu değilsin, yaramaz çocuklar gibisin." Hazırladıklarımı tepsiye aldım. "Tufan nerede?" Geldiğinden beri gözüme çarpmamıştı.
"Zahir üstüne kustuğu için, direkt duş almaya gitti." Aziz keyfi baya bir yerinde gururla konuşunca kaşlarım çatıldı.
"Bu niye 32 diş sırıtıyor?" Dediğimde, Zerda homurdandı.
"Zahir'in kusacağını farkedince Tufan'ın üstüne itti!" Sırıtarak ona baktım.
"İyi yapmışsın, keşke Zahir'i bir tur daha bindirip bir kez daha yapsaydın." Dediklerimle Aziz güldü.
"Aklıma geldi ama izin vermediler." Zahir'i gösterdi. "Tekrar dönme dolaba bineceğime seni vururum dedi, çok ciddi duruyordu. Fazla üstüne gitmedim." Sanırım ikimizde Tufan'la uğraşmaya bayılıyorduk.
"Hâlâ geçerlu!" Zahir öfkeyle ona döndü. "Kapa çenenu yoksa vuracağum!"
Karaca sonunda mutfağa girdiğinde, birkaç adımda Zahir'in yanında durdu. Muhtemelen üstünü değiştirmek için yukarı çıkmıştı. Üstündeki elbiseler Hafsa'ya aitti. Burada kaldığı sürede henüz alışveriş yapamadığı için bizim kızlar kendi kıyafetlerini onunla paylaşmıştı.
"Yavuz abi bir tek karısını düşünüp ona yemek yaptığına göre," Süleyman derin bir nefesle buz dolabına doğru yürüdü. "İş başa düştü, yemekleri ben yapacağım. Aç mısınız?" Diye sorduğunda, herkes bir ağzından onaylar sesler çıkardı.
Zahir vakit kaybetmeden Karaca'ya kolunun altına çekti. Onu yanından ayırmayı hiç düşünmüyormuş gibi sıkı sıkı tutarken diğer kolunun altınada Ceylan'ı almıştı.
"Siz ikinuz Süleyman'ın hazırlayacağı şeylerden yiyin." Önce Ceylan'ın sonra Karaca'nın saçlarına bir öpücük kondurdu. "Zehirlenmemeye çalışin. Biz biraz Yavuz'la salonda konuşalum." Diye alaycı bir tavırla uyardığında, Süleyman boş gözlerle ona baktı.
"Çok komiksin." Birkaç malzeme çıkarırken soğuk bir tavırla. "Orada duracağına yardım et."
"Ben ne anlarum?" Rahat bir tavırla keyiflendi. "Sen edecesun, biz yiyeceğuz."
Süleyman tam bir şeyler söyleyecekken, Karaca sessiz bir gülüşle Zahir'in kolunun altından ayrıldı. "Ben yardım ederim." Diyerek Süleyman'ın yanına ilerlediğinde, Zahir'in kaşları çatıldı. Tam ağzını açacakken, Ceylan hafifçe kolunu okşayıp susturdu onu.
Ardından yanağına bir öpücük kondurdu. "Bende yardım ederim. Pek anlamam ama." Diyerek yanlarına ilerledi. Zahir onun bu sessiz uyarısı altında sessizliğini korudu. Karaca'yı yanından ayırmak istemeyen bir abiydi Zahir ve Süleyman'ın yemek konusu onları ayırmıştı.
Tepsiye baktım. Ardından Zerda'ya. "Zerda." Dedim birkaç adımla. "Bunu Hafsa'ya götür." Tepsiyi elimden aldığında başını salladı. "Benim hazırladığımı söyle, bitirsin. Kontrol edeceğim."
"Bir şey mi oldu?" Aziz merakla sorarken, ona baktım. Ardından Zahir'e. "Biraz konuşalım."
"Tamam." Dedi Zerda nazik bir sesle. "Ben götürürüm, bitirdiğinden de emin olurum merak etme sen." Başımı salladım. O dönüp mutfaktan çıkarken başımla salonu işaret ettim.
Süleyman, Ceylan, Karaca, mutfak işlerine devam ederken salona geçtik.
"Ne konuşacağız?" Dedi Aziz.
"Kafamdaki soruları." Tekli koltuğa oturdum onlara bakarken. O an üstüne tişörtünü geçirmekle meşgul olan Tufan salona girdi.
"Bensiz ne söhbetmiş o?" Yeni duştan çıktığı belliydi. Elindeki havluyu omuzlarına atarak o da içeri geçip oturdu.
"Ben bileyim ne soracağunu." Zahir sesli bir nefesle. "Bizde bir şey yok." Aklımı okumuş gibi yorgun bakışlarını yüzüme dikti. "Nisa'da arayi bizde. İşin arkasında kim var bilmeyiz." Zahir'e tüm bunları yapan kimdi dertleri neydi bilmiyorduk.
Ön kapı açıldı. Birkaç adımdan sonra, Cafer'in sesini duyduk. "Hadi Özlem'um. Odaya. Geleceğum bende." Dediğini duyduk kordiorda. Ardından Özlem merdivenleri çıkarak üst kata çıkarken, Cafer salona girdi.
"Ölmemuş." Öfkeli bir sesle yanımıza yürüdü. Üstündeki ceketi çıkarırken sinirden bir hâl olmuştu. "Ula bu Kemal itu kaç canli?" Uzun koltuklardan birinde Tufan'ın yanına oturdu. "Üç bıçak darbesine rağmen komadan çıkmiş!"
"Nasıl sağ çıkmış?" Süleyman'ın sesini duyduk. Ellerini kurulayarak salona girdiğinde kaşlarını çattı.
"Kızlari nerede bıraktın ula?" Zahir'in sorusuyla, Süleyman ona baktı.
"Mutfaktalar, gelmezler. Anlatın noldu?"
"Kemal sağ çıkmiş. Nisa'yi eve bırakırken telefonu çaldı. İçerude tanıdıklari var haber uçurdular." Sıkıntıyla elini saçlarına daldırıp onları dağıttı. "Ölmemuş ula." Omuzlarını kendine çekti. "Kedu gibu dokuz canli anasıni satayim!"
"Bunun bir oğlu vardı." Dedi Aziz merakla.
"Cengiz." İsim ağzımdan çıkar çıkmaz başını salladı.
"O, bir şey biliyor mudur?" Dilimi damağıma vurdum.
"Sanmam, son olaylardan sonra Kemal'in oğluna güveneceğini sanmıyorum." Avuç içimi çeneme yaslayarak ovuşturdum. "Ölmediyse, birileri ölmesini istememiştir."
"Doğru diyi." Zahir hafif öne eğilerek dirseklerini dizlerine yasladı. "Öldürmek isteseler çoktan etmuştuler."
"Ya da biri koruyor." Süleyman hafifçe koltuğun kenarına yaslandı. "Olabilir mi?"
"Olabilir. Yardım eden birileri olabilir."
"Sanmıyorum." Tufan başını iki yana salladı. "En son bu adam her yerde rezil oldu. Yardım etmezler, ama,"
"Ama işlerine yarayacağını düşünen birileri olabilir." Diye devam ettirdiğimde ağır ağır başını salladı.
"Bu işin ucu Karaca'ya dokunayi, Yavuz." Zahir endişeyle konuştu. "Bir şeyler var. Eminum. Kardeşumin peşunde."
"Kemal değil." Diyerek onu es geçtim. "Ama Kemal'in bildiği biri."
"Diyorsun ki, Kemal ve Rıfat'la ortak çalıştılar. Karaca'yı aldılar, daha sonra Rıfat'a düşman olan birisi ki büyük ihtimal Kemal Karaca'nın canını almak istedi. Ölmedi. Rıfat Karaca'yı korudu nakli yaptırdı. Daha sonra, sonrası yok." Tıkandığımız yer işte burasıydı.
"Sonra neden, Karaca'ya hiç zarar vermediler?" Dedi Aziz. Anlamadığımız kısım işte burasıydı.
"Onu koruyan birileri mi vardı acaba?" Cafer'in sorusuyla, Zahir başını iki yana salladı.
"İmkansız." Sıkıntılı bir nefes verdi. Kafasındaki ihtimaller onu boğuyordu. "Benum kardeşumu bırak korumayi, yarasini bile sarmamışlar. Yaptıklari tek şey zarar vermek olmuş." Haklıydı. Karaca korunan birine değil her geçen gün daha fazla acı çeken birine benziyordu.
"Karaca'nın bize anlatacakları var gibime geliyor." Dediğimde, Zahir sessiz bakışlarını bana çevirdi.
"Anlatmıyor." Bu onun canını yakıyordu. "Kavuştuk, geldi. Burada. Ama konuşmayi. Çok sordum, cevap vermedu." Gözleri boşluğa daldı. "Sarildi kaldi bana da konuşmadi." Bugün aralarında bir sohbet geçtiği netti, ancak Karaca ona hiçbir şey anlatmamıştı.
"Eninde sonunda anlatacak." Aziz düz bir ifadeyle konuşsa bile sesinde Zahir'e yönelttiği bir teselli vardı. "Ona zaman ver, eninde sonunda eminim sana açılacak. Zordur, Zahir. Geçmişi anlatmak zordur." Zahir sadece başını sallayarak onayladı onu.
"Araştırmaya devam edin." Başımı hafifçe geri eğdim. "Bir yerde açık verecekler."
"Ediyoruz abi, tüm adamlar bir iz var mı diye peşlerindeler." Süleyman kendinden emin bir şekilde devam etti. "Bulacaklar bir iz."
"O Rıfat itinin de peşini bırakmayın." Gözlerimi teker teker üstlerinde gezdirdim. "Bugün o mahkemede söylediği tek şeye gram inanmadım. Bir şeyler biliyor."
"Farkettim." Tufan bilge bir sesle kahverengi gözlerini yüzüme kaldırdı. "Abim abim diyordu, neyin sevgisiydi ulan bu? Tanımasak inanacağız." Tufan haklıydı. O mahkemede dönen hiçbir şeye inanmamıştım.
Belli ki gizli bir şeyler vardı. Bu konuyu biraz daha tartıştıktan sonra diğerleri mutfağa giderken Cafer ve ben dışarı çıkmıştık.
"Siz nereyedunuz ula?" Cafer'in sorusuyla ona çevirdim başımı.
"Yeni bir ev aldım." Tebessüm belirdi yüzümde. "Hafsa'yı oraya götürdüm."
"Bebekler için oda edeceğum demiştin." Gözlerinde heves ve sevgiyle bana baktığında gülerek salladım başımı.
"Ettim bile." Omuzlarım kalkıp indi sesli bir nefesle. "Hafsa'yı mutlu ettim ya, bundan ilerisi yok benim için." Cafer'in yüzünde bir sırıtış belirirken kolunu omzuma attı. Beni iyice yanına çekti.
"Afferum." Saçlarımı karıştırdı. "Ayni abisi." Gözlerimi devirip elini itekledim.
"Ben mi? Sana benziyorum? Senin gibi cimri bir adama? Yok Cafer'im almayayım."
"Abi ula abi. Kaç kere diyeceğum, baa abi diyecesun." Öfkeli bir homurdanmayla kolunun altından kurtuldum.
"Saa heç bir halt demeyeceğum."
"Çok sinirumi bozayisin."
"Ederum oni." Dediğimde, ikimizde birbirimize baktık ardından güldük. Gözlerimi geri bahçede gezdirdim. Ve geniş bahçede yere çökmüş sırtını duvara yaslamış Devran'ı görünce kaşlarım çatıldı.
"Noldi?" Yüz ifademi farkeden Cafer, merakla bana baktığında çenemin ucunu Devran'a doğru ittim. Cafer haraketimi takip ettiğinde gözleri Devran'ı buldu. Kaşları hafifçe çatıldı. Aynı benim gibi onun da yüzünde hüzün oluştu.
"Yavuz." Dedi ellerini ceplerinden çıkarırken. "Kırgınim filan deyum de, benum buna gönlüm ne kadar el verir bilmeyim." Çenesi kasıldı. "Abimiz deduğumuz adama ne sarılabileyiz, ne barışabileyiz." Benim kadar onun da çelişkide olduğuna emindim.
"İyi görünmüyor." Gerçekten iyi değildi.
"Ağlamış." Dedi Cafer. Bu daha fazla sıkıntı ekti içime.
"Yanına gidecek miyiz?"
"Burada mı duracaz?"
"Bilmiyorum. Onu affetin mi?" Sorduğum soruyla yutkundu. Bir şeyler söylemek istedi ama sanki diyeceklerini değiştirdi.
"Sen ettun mi?"
"O bilmiyor." Usulca salladım başımı. "Ettim." Ona karşı içimde bir öfke kalmamıştı. Kırgınlık evet ama nefret veya öfke bunlardan biri değildi. "Onu affetim, ama kırgınlığım geçmiyor."
"Ha bende de ondan var." Devran'a bakarken bakışları yumuşadı. "Kırgınlik orada ama, kızamayirim." Bir adım atarak indi verandadan. "Hadi." İkimizde daha fazla burada duramayacaktık.
Devran'ın yanına ilerlediğimizde bile bize bakma gereği duymadı. Ağır içki kokusundan sarhoş olduğunu anlamıştım. Birkaç saniye Cafer ile birbirimize baktık. Ardından kısa bir onaylama ile haraket ettik. O Devran'ın sağına ve ben soluna geçtik. İkimizde aynı onun gibi yere oturup sırtımızı geri yasladık.
Kısa bir sessizlik oldu. Kimse konuşmadı. Devran perişan bir haldeydi. Yorgun gözleri sessiz sessiz önünü izliyordu. Başı önüne eğildi. Saçları dağınık. Sakalları bile biraz uzamıştı.
"Ne kadar içtun?" Cafer sessizliği bozarak konuştuğunda, Devran bilmem der gibi alt dudağını hafif öne çıkarıp kaşlarını kaldırdı.
"Niye içtin?" Dedim bu sefer. Titrek bir şekilde kaldırdı başını.
"Ne önemi var?" Gözleri bahçenin ortasına dikilip kaldı. "İçtim işte."
"Narin." Cafer avuç içini yüzünde gezdirdi. "Narin içun içtin."
"Belki de onun için." Bir hayli acı doluydu sesi.
"Belki kızım için, belki yapamadıklarım için."
"Bazı şeyler senin seçimundi." Cafer sakin bir dille fısıldadı. "Bileyisin."
"Biliyorum. Bir intikam, benden herkesi aldı." Başını geri duvara yasladı. "Narin haklıydı." Gözlerini kapattı. "O kazada ölseydim daha iyiydi." Gözlerim yavaşça titreşti. Dizime yasladığım kollarımdan bir elim yumruk olurken Cafer ile bakışlarımız kesişti.
"Keşke ölseydin demişti." Nasıl içerlenmişse hâlâ unutamamıştı. "Ne haklıymış, ben farkedememişim."
"Saçmalayisin." Cafer daha fazla dayanamadı. "Hayatımizin içune fuşkiyi koydun mi koydin orasi başka, ama ölmeni isteyecek kadar uzun boyli değul."
"O kadar uzun boylu." Devran gözlerini yavaşça geri açtı. "Bir sebebim bile yok ulan."
"Kızın var." Böyle konuştuğu zaman ona öfkeleniyordum. "Devran o çocuğa bir hayat borçlusun." Bu konu her aklıma geldiğinde delirecek gibi oluyordum. "Özlem'e bir hayat borçlusunuz."
"Nasıl aile olayım ona?" Bana baktı hızla. "Narin bana ne dedi biliyor musun?" O anları hatırlar gibi yüzünü acı sardı. "Tutunacağın son kişi bile değilim dedi." Acılar içindeydi. "Nasıl yapacağım, ulan ben onsuz tek adım atamam ben nasıl baba olacağım?" Sanki yeni doğmuş bir bebekten bahseder gibi bahsetti Özlem'den. "Ona nasıl baba olacağım, nasıl sarılacağım? Nasıl? Narin yokken ben bunlara nasıl cesaret edeceğim?"
"Narin onun anasi." Cafer'de gerçekleri söylerken bir hayli öfke içinde ama buna rağmen sakindi. "Sende babasisin. Ya birlikte ya ayri, o çocuğa ana baba olmak zorundasunuz." Alt dudağını ıslatıp hafifçe öne eğildi. "Anam babam diye ağlayi bu çocuk, daha ne kadar göz yumacasunuz ula? Yetmedu mi? Ne Payidarlar mış arkadaş. İşleru güçleru hayatumizin içune etmek!"
"Kolay değildi." Devran yorgun bir sesle fısıldadı. "Narin'i sevmekte, sevdalı olmakta kolay değildi." Dalgın bakışları yere düştü. "İmkansızı sevdim de kavuşturmadılar."
Göğüsüme derin bir nefes doldurdum. Gözlerimi etrafta gezdirdim. Nasıl bir cevap vereceğimi bilemiyordum. Ona kızmamız gerekirken, bir yandan bir zamanlar sadece sevdalı bir adam olduğu da ortadaydı.
"Nasi?" Dedi Cafer. "Niye kaçmadiniz ula? En azindan niye bize demedun. Niye anlatmadin?"
"Çocuktunuz." Gözleri önce Cafer'e sonra bana kaydı. "Sizi de bu kan davasına bulaştırmak istemedim. Bilmiyormuşum, Mahir Payidar çoktan hepimizi o kana alet etmiş zaten."
Kaşlarım çatıldı. "Biliyordun."
"Seni üç ay kasten Kemal'in eline bıraktığını mı?" Salladı başını. "Öğrendim. Bu öfkemi daha fazla harladı." Cafer duyduklarıyla ağır bir şekilde nefesini verdi.
"Nasi boktan bir hayatin içune soktular ula bizu?" Burada suçlu kimse yoktu.
Belki Devran'ın kendi seçimleri hataydı, ama bundan önce yapılan her şey ailemizin suçuydu.
"Beni kasten öldürmüşler lan." Sanki seneler sonra bu gerçeği ilk kez kendine itiraf ediyordu. "Öz babam beni kasten can çekişmem için geride bırakmış. Beni sevdam dan ayırmak için, kanı bitirmek için hayatımın içine etmiş!" Çenem benden habersiz kasıldı.
Babam tüm bunları yapmasaydı, Devran bugün ne Narin'den ne de kızından ayrı olmayacaktı. İyi bir baba olsaydı, ve bizi korusaydı tüm bunlar hiç olmayacaktı.
"Devran.." dedi Cafer ne diyeceğini bilemez bir şekilde.
"Etmiş ulan hayatımın içine." Babamı öldüren oyken, hâlâ içinin yangını dinmemişti. "Niye ulan niye?" Kime hesap sorduğunu o bile bilmiyordu. "Değer miydi? Her şeyimi kaybettim bunun için miydi? İntikamını da hayatınıda, bunun için miydi? Beni ölüme terkettiği yetmez gibi bugün bile hayaleti peşimde!" Öfkesini kusuyordu. "Kızım beni ilk gördüğü an ne dedi biliyor musunuz? Babama benziyorsun dedi. Beni ona benzetti. Ulan, ulan ben ona mı benziyorum?" Bundan çok korkuyordu.
"Tamam ula tamam!" Cafer daha fazla dayanmadı ve bir elini onun boynun arkasına sararak göğsüne çekip sarıldığında, ellerim daha sıkı yumruk oldu.
"Ona mı benziyorum, Cafer?" Küçük bir çocuk gibi içkinin etkisiyle tekrarladı. "Kızım beni niye ona benzetiyor? O kadar mı zalimim?"
İkimizde ağzımızı açıp hayır diyemedik. Birkaç saniye dolu gözlerimiz kesişti. Sahte teselliler insanın içindeki şüpheyi giderir miydi? Hayır. Fayda etmezdi.
"Hayatta bilmem." Dedim geçmişe hitaben. "Ama baba olarak." Emin bir sesle fısıldadım. "İyi bir babasın." Her ne kadar Özlem'den ayrı kalsa bile, onun ilk anlarını göremese karşısına çıkamasa bile bunu isteyerek yapmadığını biliyordum.
Devran babam gibi çocuğunu geride bırakmamıştı. Devran, utandığından kızının karşısına çıkamamıştı. Onun annesini bile koruyamazken, her an tehlikede olacağı bir hayata sürüklemek istememişti. Devran Özlem'i kendinden uzak tutarak onu korumuştu.
Sözlerimi duydu. Bakışları yavaşça bana kaydı. Sözlerimdeki samimiyette yalan yoktu bunun farkındaydı. Yalan sevmezdim biliyordu. Ona yalan söylemediğini farkındaydı.
"Hayata bakarsak," dedi ağır bir sesle. "Boktan bir insanım diyorsun?"
"Geçmişe bakarsak, iyi bir abiydin." Sorusunu en doğru şekilde cevapladım. "Şu an, kestiremiyorum." Gerçek anlamda karar veremiyordum.
Usulca başını Cafer'in göğsünden ayırdı. "Siz beni hiç mi affetmeyeceksiniz?" Dediğinde bir kez daha kesişti Cafer ile gözlerimiz. Cafer Devran'ın enesesindeki elini omzuna kaydırdı.
Sessiz sessiz bana baktığında ne demek istediğini anladım. Ona kısa bir baş sallamayla onay verdim. "Ettum." Dedi. Daha fazla dayanamaz gibi. "Ettum abi." Devran, yutkunarak ona döndüğünde sanki nefesi kesildi.
Bunu beklemiyordu. Hiçbirimiz beklemiyorduk ama bazı şeyler zamanla boğucu olmaya başlamıştı. Cafer'in ardından bana baktı. Benden de bir beklentisi vardı.
"Geçmişi affedemem." Açık bir şekilde konuştum. "Ama geleceği bilemem." Ona olan kırgınlığım ne zaman geçerse, o zaman affetim derdim. Yine de içimde bir ses vardı, kırgınlık hep hüküm sürecek diyordu. "Deneyeceğim." Ağzımdan çıkan son kelimeyle sanki içinde bir şeyler kırıldı. Elini omzuma atarak beni kendine çekip sarıldığında buna ihtiyacı olduğunu anladım.
Ellerim havalandı, ancak sarılamadım. Geçmiş öyle bir gölge gibi peşimdeydiki her an her saniye kendini hatırlatacaktı.
Ona sarılmayı çok istedim. Yapamadım. Öz abime bile sarılamadım.
Ona sarılmayacağımı anladığında yavaşça ayrıldı benden. Ne diyeceğimi bilemedim. Diyecek bir şeyim yoktu. Elimi ceketimin iç cebine atarak bir anahtarlık çıkardım.
Hafsa ile sandıkta bulduğumuz anahtarlık. Abim seneler evvel bunu bana bir barış nişanesi olarak vermişti. Anahtarlığı ona uzattığımda önce kaşları çatıldı sonra geçmişi hatırladı.
İkimizinde hatırlamak istediği yılları hatırladı.
Sessizce uzanıp anahtarlığı benden aldı. Ona onu affettiğimi belki hiç söylemeyecektim, ama anlarsa anlayacaktı. Bu anahtarlığı ona bir barış nişanesi olarak veriyordum. Hemen ardından ayağa kalktım.
Gözümden akan birkaç damla yaşı silip koşar adım uzaklaşacağım sırada kalbime saplanan acıyla duraksadım. Elim kenardaki masaya sıkı sıkıya yaslandı. Burnumdan damlayan bir şey hissettim. Yavaşça elimi kaldırdım. Yüzüme dokundum. Dudağımın üstünden parmaklarıma bulaşan kanı farkettim.
Burnum kanıyordu. Daha birkaç saat önce aynı acıyı yaşamıştım, hemde daha ağır ancak Hafsa'ya belli etmemiştim. Şimdi yine aynı şeyler oluyordu.
Durumum iyice kötüleşiyordu.
*******
BÖLÜM SONU.
Bir bölümün daha sonuna geldik, gelecek bölüm de görüşürüz Allah'a emanet. 💖🫂
Duyurulardan haberdar olmak için Biomdaki linkten WhatsApp kanalımı takip edebilirsiniz.
selinelizben
İnsta;Selin_elizzz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 91.81k Okunma |
5.83k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |