
(Not; Yorum ve oylama yapmayı unutmayın plsss💃)
(UYARI OKUMADAN GEÇMEYİN; Geçen bölümde Yavuz'un abisi Devran Payidar'ın başka bir ölüm nedeniyle öldüğünü yazmıştım. O cümle araba kazası olarak değiştirildi, çünkü gelecekte yaşanacak olaylar için en uygun ölüm nedeni araba kazasıydı. Okurken kafanız karışmasın diye uyarayım dedim.)
"Hani derler ya, gençliğimi geri verseler bu kez en çok kendimi severim. Benim gençliğimi geri verseler, ben yine seni severim Hafsa.." ~Yavuz Payidar.

Hafsa Polatlı.
Bitmek üzere olan bir umuda tutunuyordum. O umut belki de Yavuz'du. Benim yüzümden bir adamın başı belaya giriyordu, ama o bir türlü benden vazgeçmiyordu. Neydi onu böyle delicesine bana bağlayan bilmiyordum. Ama benim için kendi babasını karşısına alacak kadar önemsemişti beni.
Ölüm diyordu. Bana Ölüm diyordu, seni benden ancak ölüm alır diyordu. Kanı son damlasını bulana kadar beni koruyacağına yemin etmişti. Ve sözünü tutuyordu. Tarık'la aralarında dağlar kadar fark vardı. Yavuz beni ölümüne koruyup sözünü tutan bir adamdı. Ama Tarık, verdiği sözlerin arkasında bile duramayan bir korkaktı.
Onun aksine, Yavuz beni babamdan korumuştu. Tüm bunlar yetmezmiş gibi benim için kendi öz babasından vazgeçmişti. Ölümü göze almıştı.
Mahir Payidar elindeki silahı Yavuz'un göğsüne bastırdığında dünyam başıma yıkılmıştı. Beni koruyan adamın kalbine silah dayayan öz babasıydı. Dolu gözlerle izledim Yavuz'un yüzünü. Harelerinin arkasındaki hayal kırıklığını görmek canımı öyle çok yaktı ki birkaç damla yaş süzüldü yanaklarıma. İleri adım atmak istesem bile bana izin vermedi.
Ve ormanda yankılanan silah sesiyle irkildim yerimde. Dudaklarım arasından kaçan keskin nefesle genişleyen gözlerim Yavuz'un göğsüne indi. Ama Yavuz'un aksine Mahir Payidar'ın iniltisini duyunca hızla ona baktım.
Önüne sendelediğinde eli omzuna gitti. Birisi onu sırtının arkasından vurmuştu. Yavuz'unda gözlerinde aynı şaşkınlık ve endişe vardı. Mahir bey iki büklüm olup omzunu tutarken onun arkasında duran Cafer Payidar'ı gördüm.
"Cafer?" Yavuz'un dudaklarından şok dolu sesle çıktı abisinin adı.
"Ula Cafer!" Mahir acı dolu bir tıslamayla bağırırken sırtını dik tutmaya çalışıyordu.
Cafer bile yaptığı şeyin şokundaymış gibi yutkundu sertçe. Göğüs kafesi hızla inip kalkıyordu, kendi kardeşini korumak için başka çaresi yoktu. Kendi babasına bir kurşun sıkmaktan başka çaresi yoktu.
Yavuz ile kesişti gözleri. "Gidin!" Dedi telaşla ve panikle. Kendisinde bile değildi, ama şu anda tek düşündüğü kardeşiydi.
"Düz gidin!" İndirirken silahını kendine öfkesini bir kenara itti. "Tufan bekleyi sizi!" Yavuz baktı babasına. Gözlerinde bir endişe vardı, ama babasının omzundaki basit bir kurşun yarası olduğu için hızla bana döndü. Bir kez daha beni kollarına aldı.
"Yavuz dur!" Mahir'in acı dolu sesi kulaklarımıza doluyordu. Yavuz arkasına bile bakamdı. Çünkü bakarsa, duramazdı. Az önce onun canını almaya çalışan adama Yavuz kıyamıyordu.
"Yavuz!" Bir kurşun sesi daha geldi. Yavuz yerinde sendelediğinde adımları kesildi bıçak misali. Yüzünü acı bir ifade sardı.
"Yavuz!" Endişeyle adı çıktı dudaklarımdan. "Baba dur!" Cafer'in bağırışını duydum. Çoktan babasının elinden silahı almaya çalışıyordu.
"Yok bir şey." Yavuz sıktığı dişleri arasında konuştu. Omzunun üstüne yayılan kanı gördüğümde korkuyla doldu gözlerim. "Vurulmuşsun!" Gözyaşlarım aktı. "Yapma! İndir beni Yavuz! Yaralısın!"
"Dön geru Yavuz!" Mahir'in bağırışlarını es geçti.
Kendi acısını görmezden geldi. Sanki beni düşürmekten korkar gibi daha sıkı tutundu. Omzu kanamaya devam ediyordu. Yanaklarıma yaşlar akarken titreyen ellerimle kanlı bölgeye dokunmak için uzandım.
"Yavuz kan kaybediyorsun!" Tutuşu gevşerken yorgun bir ifadeyle baktı birkaç saniye gözlerime. Ardından boğazından acı dolu bir homurtu çıkardı. Kollarını haraket ettirip beni daha sıkı tuttu.
"Yavuz yapma!" Dolan gözlerimle onu izlerken sesim titiryordu. "Ana yol çok uzakta! Çok kan kaybediyorsun, dur artık ben eve dönmek istiyorum."
"Senin evin yok." Fısıltı gibi bir sesle konuştu. "O senin evin değil, anca mezarın olur." Gözlerime baktı sert bir bakışla. "Benim seni o mezara bırakmaya hiç niyetim yok. Soğuktur orası." Döndü önüne, canı çok yanıyordu ama koşar adım yürümeye devam ediyordu. "Benim bir kez daha Ruhefza'ya Cünha olmaya niyetim yok." Dediklerine bir anlam veremedim.
"Değmez." Titreyen sesimle fısıldadım. "Yavuz değmez, canından olacaksın...korkuyorum." yavaşladı adımları.
"Dökme gözyaşını." Bir kez daha beni haraket ettirdi kollarında, kurşun yarası yüzünden sürekli tutuşu gevşiyordu. "Asıl ben sana dedim değmez diye, hiçbir erkek için dökme gözyaşlarını. Benim için bile."
"Ağlatma o zaman!" Dedim yalvaran bir sesle. "Bırak beni geri döneyim!"
"Olmaz." Başını salladı iki yana. "Sessiz ol, kurtaracağım seni buradan.. kurtaracağım.."
Tüm itirazlarıma rağmen hiç durmadan yürümeye devam etti. Arkada kalan Mahir Payidar'ın sesini artık çok uzaktan duyuyorduk. Yavuz'un omzundan akan kan giderek artıyordu. Ve bunun sebebi beni taşıyor olmasıydı, ağırlık omzunu rahatsız ediyor ve yaranın daha fazla kanamasına neden oluyordu.
Üstündeki siyah kazağın omuz hizası kana bulanmıştı. Siyah renkten bile açıkça görülebilecek derecedeydi. Endişeli gözlerim onun yüzünü inceliyordu, ama o tüm yorgunluğuna rağmen ne benden vazgeçiyordu. Ne de kendisi duruyordu.
Yavuz Payidar ölse bile benden vazgeçmek istemiyordu. Bu bana artık daha garip gelmeye başlıyordu, kim neden tanımadığı bir insan için böylesine vazgeçerdi ki canından?
Giderek yavaşlıyordu adımları. Ama vazgeçmiyordu, tüm itirazlarımı görmezden gelemeye devam ederken sonunda varmıştı ana yola. Uzaktaki arabayı gördüğümüzde yüzüne bir tebessüm yayıldı. Nefesini verip sanki kendini toplamaya çalışır gibi soğuk havayı çekti ciğerlerine. Sert adımlarını arabaya götürdüğünde muhtemelen bizi dikiz aynasından gören abim indi arabadan.
"Hafsa!" Diye bağırdığında bize doğru koştu. Yarı yolda karşıladı kollarında beni tutan Yavuz'u.
"Abi kanıyor!" Dediğimde titreyek kelimeler döküldü dudaklarımdan. Yavuz abimin yanından geçerek arabaya yürüdü.
"Ne kanıyor!" Endişeyle takip etti bizi peşimizden ama Yavuz tek bir noktaya, yani arabaya odaklanmış bir şekilde yürüyordu.
"Aç kapıyı!" Emir veren bir sesle konuştuğunda abim yanımızda durdu.
"Ne oldu-" Endişeli sesini Yavuz gözlerini sıkıca kapatarak kesti. "Sana aç kapıyı dedim!" Abim dişlerini sıktı. Hızla arka koltuğun kapısını açarak onu bizim için açık tuttu. Yavuz vakit bile kaybetmeden beni yerleştirdi, hemen ardından kendisi oturdu.
"Sürücü koltuğuna geç! Çabuk çoktan düşmüşlerdir peşimize!" Abim tek kelime etmedi. İtaat etti. Hızla sürücü koltuğuna yürüyerek açık kapıdan içeri oturdu.
Yavuz yaralı koluyla kapıyı çekip kapattı. Alnında oluşan boncuk boncuk terleri görmek bile gözlerimin daha fazla dolmasına sebep oldu.
"Abi hastaneye sür!" Abim dikiz aynasından bize baktı. "Yavuz mu yaralı?" Gözleri endişeyle Yavuz'un omzuna indi. Siyah renkten pek belli olmayan kanı gördüğünde kısık bir küfür savurdu.
"Hastaneye değil!" Göğüs kafesi hızla inip kalkarken homurdandı. "Hastaneleri arıyorlardır, hastaneye olmaz." İri gözlerle baktım ona.
"Saçmalama!" Dedim titreyen sesimle. Araba koltuğunda dizlerim üstünde durarak bir elimi kanayan yarasına bastırdım. Daha fazla kanamasını engellemeye çalıştım. "Hastaneye gitmemiz gerek Yavuz! Çok kanıyor!"
Kızaran gözleri benimle kesişti. Kendini çok kasmaktan beyazları kızarmıştı. Ama beni korumayı her şeyden daha üstün görüyordu. Kendisi hakkında hiç endişelenmiyordu tüm bunların aksine gözleri beni hayran bir ifadeyle izliyordu.
Onun için endişeleniyor olmam mıydı hoşuna giden? Neden?..
"Yavuz bak böyle olmaz." Abim konuştu aynı endişeyle. "EyvAllah kardeşimizi koruyorsun, ama bu yolda ölürsen vebali büyük olur. Bırakalım seni bir hastaneye Hafsa'yı ben korurum."
"Asla!" Yavuz ayırdı sırtını araba koltuğundan. Acısını görmezden gelerek sıktı dişlerini. "Yapamazsın Tufan! Onu sadece ben koruya bilirim, denedinizi ama yapamadınız! Öldürüyordu kızı koruya bildin mi?"
"Konuştuk Cafer'le!" Tufan abimde aynı öfke ve endişeyle yükseltirken sesini son sürat sürmeye devam ediyordu. "Ben kardeşimi alacağım o da bitecek bu mesele Hafsa bundan sonra bana emanet!"
"Cafer halt etmuş!" Yavuz bağırdı öfkeyle. Yarası daha çok kanarken ona baktım. "Bağırma, lütfen zarar veriyorsun kendine. Abim haklı, beni abim korur Yavuz..yapma bırak gideyim."
"Seni bırakmam!" Dişleri arasında acı bir hırıltıyla döndü bana. "Seni bırakmam Hafsa, eğer sana bir şey olursa kendimi affedemem."
"Neden!" Diye bağırdım titreyen sesimle. Onun için olan endişem içimde giderek büyüyordu. "Yavuz ölüyorsun benim yüzümden!"
"Ölürüm!" Diye bağırdı. "Ölürüm, ama seni bırakmam!" Yaklaştı yüzüme. "Seni benden kimse alamaz." Yutkundum sertçe. Sözleri kalbimi ısıtırken dolan gözlerimden yaşlar akmaya devam ediyordu.
Abimle bakışlarımız dikiz aynasından kesişti. O bile bu durumu garipser gibi merakla baktı.
"İdris abiyi tanır mısın?" Yavuz'un sorusuyla Tufan çattı kaşlarını. "Tanırım." Dediğinde Yavuz salladı başını.
"Sür oraya." Başımı hafifçe omzuma yatırıp baktım ona. "Yavuz, yapma senin hastaneye gitmen gerek. Hem orayıda adamlar tutumuşdur kesin."
"Tutmamışdır." Yavuz acı dolu bir nefesle baktı bana. "İdris abi kimseye yalan söylemez, babam onun yanına gitmiştir. Bir kere bilmedim dediyse, bilmiyordur. Evinin önünede adam koymayacak kadar çok güvenir ona." Aynı yorgun bakışlarını Tufan'a çevirdi. "Sen oraya sür."
Tufan abim burnundan öfekli bir nefes verdi. "Dediğin gibi olsun bakalım." Direksiyonu sağa kırıp yolu takip etti.
Benim ellerim çoktan Yavuz'un kanına bulanmıştı. Dolu gözlerim onu izlerken başını geri yasladı ve yorgun bakışları sanki her bir zerremi ezberlemek ister gibi dolandı yüzümde. Uzun kirpiklerime baktığında dudağının kenarı çok hafif sadece benim farkettiğim bir şekilde kıvrıldı yukarı doğru. Bana öyle bakıyordu ki, hiçbir insan bu bakışlardan vazgeçmek istemezdi.
Öyle bir bakışı vardı ki, doyamıyordu insan. Daha çok baksın istiyordu, kehribar hareleri öyle acı ve özlem doluydu ki en derinine bakan herkesin canını yaka bilecek bir derecedeydi.
"Abi ceketini ver." Dediğimde abimin sesli nefesini duydum. Önce sol elini çekti direksiyondan gözlerini yoldan ayırmadan bir ceketinin kolunu çıkardı. Ardından sol elini direksiyona koyup sağ elini çekti diğer kolunuda çıkardığında uzanıp aldım hızla Yavuz'un kanaması durmayan yarasına bastırdım. Dişleri arasından acı dolu bir homurtu çıkarken endişeden dolan gözlerim onu izliyordu.
Dakikalar sonra gözlerden ırak bir evin önünde durduk. Yavuz'a baktığımda hızla sildim alnında akan teri elimin tersiyle. İdris abi abimin dediğine göre eski doktordu. Ama mesleğinde yaptığı bir hata yüzünden kendi evine çekilmiş tarla işleriyle ilgilenen bir adam olmuştu.
Tufan abim hızla gelip arka kapıyı açtı. Yavuz arabadan indi. Yarası canını yakıyordu ama bunu belli etmiyordu. Ben ceketi yarasına bastırmaya devam ederek onunla birlikte indim aşağı. Burkulan ayağım canımı yakıyordu bu yüzden topallıyordum. Abim Yavuz'un bir kolunu omzuna atmak istediğinde Yavuz başını salladı iki yana.
"Bana değil." Zar zor yürürken baktı abime. "Hafsa'nın koluna gir, ayağı burkuldu." Şu durumda bile beni düşünüyordu.
Abimin endişeli bakışları beni buldu. Sorun yok der gibi baktım ona. "Ben yürürüm, abi Yavuz'u tut. Bayılacak gibi duruyor."
"Ben iyiyim-" Önüne sendelediğinde korkuyla baktım yüzüne. Abim hızla tuttu onu.
"MaşAllah'ın var." Dedi abim öfkeyle ve Yavuz'u yürütmeye başladı. Bende yanlarında yürürken eve vardık. Hızla yumruk yaptığım elimle tahta kapıya vurmaya başladım.
"Geldum geldum! Ula ne kırayisun kapıyi!" İçeride İdris abinin söylene söylene kapıya geldiğini duyduk. Muhtemelen kapının önünde başka birisi var sanıyordu. Adamcağız ne bilsin ki çatışmadan kaçıpda buraya geldiğimizi.
Kapıyı açtı, önce aralıktan baktı bize. Ardından gözleri genişlerken kapıyı sonuna kadar itti. "Yavuz?" Meraklı gözleri abime kaydı. "Tufan oğlim, nolayi?" Endişeli bakışları benim elime bulanan kanları bulunca endişe sardı bakışlarını.
"Vuruldu." Dedi abim Yavuz'u içeri yürüterek. Daha önce bu eve geldiğini anladım, çünkü iyi biliyordu odaların yerini.
Kanlı ceket elimde kalırken onları izledim. "Ne demek vuruldi!" İdris abide endişeyle takip etti içeri kadar peşlerinden. Tahta kapıyı kapattım telaşla. Bir elim kanlı ceketi sıkarken hızla içeri girdim. Odaya kadar takip ettim abimi. Dolu gözlerle abimin yüzüstü yatağa yatırdığı Yavuz'a baktım. Gözleri kapanıp açılıyordu, çok kan kaybediyordu. Benim yüzümden ölürse, ya benim yüzümden ölürse?
Hıçkırıklarım dudaklarımdan kaçarken avuç içimle kapattım ağzımı. "Abi çabuk ol, bir şeyler yap çok kan kaybetti!" Abimin endişeli sesiyle İdris abi hızla dolaplardan birkaç gerekli malzeme çıkarmaya başladı. "Üstüni çıkar şunun!" Bir taraftan emir verirken bir taraftan da hızla eldivenleri geçirdi eline.
"Kızum! Git mutfaktan bana ılık su getur! Kanu temizlemem lazum gelur! Sağdan ilk kapı!" Dolu gözlerim sadece Yavuz'u izliyordu. "Abicim! Hadi!" Abimin sesini duyduğumda hızla haraket etti ayaklarım. Küçük koridordan geçtim. Mutfağa girdim ve zaten kaynamakta olan çaydanlığı aldım. Hızlı haraketlerle dolapları açtım. İçlerinden bulduğum bir kaba önce soğuk sonrada sıcak su ekleyerek onu ılık bir kıvama getirdim. Titreyen ellerime aldım kabı.
Gözyaşlarım akıyordu. Durmak bilmiyordu ama şimdilik korkumu bir kenara itip koşar adım odaya yürüdüm. Abim bir şey lazım olur diye İdris abinin yanında dururken çoktan Yavuz'un kanlı kazağını üstünden çıkarmıştılar. Yanağının üstüne uzanırken gözleri kapalıydı.
"Gözleri niye kapalı?" Korkuyla sorarken abim aldı kabı elimden ve İdris abinin yanına koydu. "Gözü niye kapalı abi?"
"Bayuldi." İdris abi kaşlarını çatmış kanı temizlerken elindeki işe odaklanmıştı. "Çok kan kaybetmuş, yorgun düşmüştir." Alt dudağımı ısırdım stresle. Gözlerim Yavuz'un sırtındaki kurşun yarasında gezindi. Onun dışında sırtında eskilere ait bir sürü yara izini görmek sertçe yutkunmama neden oldu.
Yıllar önce Yavuz Payidar'ın babasının kanlıları tarafından kaçırıldı haberi tüm karadenizi sarmıştı. Kemal Ordulu Mahir Payidar'ın en büyük kanlılarından biriydi. Yıllarca aralarında bir husumet sürmüştü. Hatta Devran Payidar'ın araba kazasının bir tesadüf olmadığı kanlıları tarafından öldürüldüğü haberi bir süre dolanmıştı etrafta. Ama bunun yalan olduğunu Mahir Payidar kendi ağzıyla herkese duyurmuş oğlunun bir kazaya kurban olduğunu dile getirmişti. O günden bu güne bir daha husumet konusu açılmamıştı.
Yavuz'un sırtındaki izlerde gezindi gözlerim. Kusursuz vücudunu mahveden izler vardı. İşkenceye uğradığı açıktı ve şimdi o cehennemde neler yaşadığını düşünmek acıttı canımı.
"Kurşuni çıkarmam gerekur." Dedi İdris abi, tüm bunları görmeye dayanamıyordum.
Yavuz benim yüzümden yaralıydı. Benim yüzümden bu kadar çok kan kaybediyordu. Koşar adım odadan çıktığımda kapının yanındaki duvara yaslandım. Gözyaşlarım akarken hıçkırıklarımı bastırmak ister gibi kapattım ağzımı. Sırtım aşağıya kayarken aldığım nefesler kesik kesik çıkıyordu.
Onunla o sokağın ortasında arkama bile bakmadan çekip giderken böyle olacağı aklıma bile gelmemişti. Yavuz'un beni böylesine koruyacağı, böylesine iyi kalpli bir adam olduğu aklımın ucundan bile geçmezdi. Çünkü Mahir Payidar'ın varisi Yavuz'du. Tüm Karadeniz'in de bildiği üzre Mahir'in iyi işleri olduğu kadar kirli işleride vardı. Herkes Yavuz Payidar'dan bir buz dağı diye bahsederken ben onun böylesine temiz kalpli bir adam olduğunu aklımın ucundan bile geçirmemiştim.
Dakikalarca oturdum orda. Dizlerime sarılırken savunmasız bir çocuktan farksız ağlamaya devam ediyordum. İçeri girecek cesaretim yoktu, Yavuz'un o halini daha fazla izleyemeyecektim. İçeride benim yüzümden yaralanan bir adam vardı.
İlk kez Tarık'dan böylesine nefret ettim. Kendi hayatımı altüst ettiği yetmezmiş gibi onun yaptıkları yüzünden Yavuz'unda başına bela açmıştım. Eğer o gitmeseydi her şey şu an daha farklı olacaktı.
Bir saat'e yakın bir sürenin ardından abim çıktı odadan. Kapının yanında oturup perişan bir halde yeri izleyen beni farkettiğinde önüme geçti. Tek dizinin üstüne çökerek yüzümü aldı avuçları içine. "Hafsa." Küçük bir çocukla konuşur gibi fısıldadığında dolu gözlerimi kaldırdım onun gözlerine.
"Nasıl?" Diye sorduğumda nefesini verdi. Yanıma oturup o da benim gibi yasladı sırtını duvara. "İyi, dikiş atıyor İdris abi." Usulca başımı salladığımda bir elini çeneme koyup başımı çevirdi kendisine.
"Bak bakayım bana." Baş parmağıyla sildi yanağıma akan yaşı. "Ağlama, iyi Yavuz. Sende iyi olacaksın, gideceğiz burdan Hafsa sana söz veriyorum babam sana asla zarar vermeyecek. Seni onlara yem eder miyim ben kızım?" Abi şefkatiyle konuşurken bana güven vermeye çalıştığının farkındaydım.
"Nereye gideceğiz?" Diye sordum titreyen sesimle. "Seni kısa bir süreliğine gemi ile çıkaracağız yurtdışına." Sert sesinin aksine gözleri yumuşaktı. "Bir süre yurtdışında kalacaksın, ihtiyacın olan her şey orda hazır olacak. Babamın öfkesi dinene kadar, Hafsa."
"Yavuz?" Diye sorduğumda abim kıstı gözlerini. Ben gittikten sonra onun başının belaya girmesinden korkuyordum.
"Burda kalamayız Hafsa, Yavuz için endişeleniyorsun farkındayım adam seni koruyor sonuçta, ama Hafsa olmaz. Bu yolda Yavuz'un başına bir oyun gelirse kan gölüne döner ortalık."
Sözlerinin ağırlığının farkındaydım. Benim yüzümden eğer Yavuz'un başına bir iş gelirse düşman kazanırdık. Aileler birbirine girerdi.
"Zaten öz babası oğlunu öldürmeye çalıştı, bizimle ne gibi bir savaşa girmek isteye bilir ki?" Abim başını salladı iki yana.
"Hafsa kim evladına kıyar Allah aşkına, aklın alıyor mu senin bunu? Bak abicim Mahir oğlunu öldürmeye çalışmıyor. Mahir seni geri almaya çalışıyor, vicdanına oynuyor." Gözlerine öfke erişti. "Ve ben seni bu yolda kurban veremem. Yarın çıkacağız yola, gideceğiz burdan. Yavuz meselesi kapanacak, onunda dönmesi gereken bir annesi ailesi var."
Haklıydı.
Yavuz'un dönmesi gereken bir ailesi vardı. Sonsuza kadar beni koruyamazdı, hep benim peşimde olamazdı. Ama neden aniden onu bırakıp gitme düşüncesi yakıyordu canımı? Bana böyle çok fazla iyilik yaptığı için miydi? Yoksa beni böylesine koruduğu için miydi?
Bilmiyordum. Ama bildiğim tek şey daha fazla zarar görmesini istemediğimdi. Dolan gözlerimi kırpıştırdım ve baktım abime. "Tamam, gidelim." Çenem titrerken abim çekti beni göğsüne.
"Gidelim fıstığım." Bir eli usulca gezindi saçlarımda. "Ama Yavuz'a bir şey deme. Seni bırakmaya hiç niyeti yok, gerçi nedenini daha anlamış değilimde Cafer kadına çocuğa olan zulüme karşı olduğunu söyledi ondandır herhalde." Başını usulca kaldırıp bana baktı.
"Hafsa." Dedi ciddi bir şeyden bahseder gibi. "Senin yerinde kim olsa onada aynısını yapardı, ona bağlanma." Sözleri canımı yaktı.
Abim beni çok iyi tanıyordu. Ve bu canımı ne kadar çok yaksada bana gerçeği söylerdi. Özellikle Tarık ile yaşanan olaydan sonra hayat bana kimseye güvenmemem gerektiğini açıkça göstermişti. Abim bir kez daha yıkılmamı istemiyordu, ve haklıydı ben bir daha yıkılmayı kaldıramazdım.
"Biliyorum." Sesli bir nefesle izledim önümdeki duvarı. "Ona söylemeyeceğim yarın saat kaçta gideceğiz?" Benim sorumla başını yasladı geri. "Akşam saat dokuz civarı."
Birkaç dakika kaldık öyle. Aynı gece Yavuz yatakta huzurla uyurken bende yanında oturmuş bir dirseğimi yastıklara yaslamıştım. Aynı kolumun eli yanağıma yaslıydı. Derin bir uykudaydı, gece saat 1 geliyordu.
Abim salondaki koltukta dinleniyordu. İdris abide odasına çekildiğinde ben sessizce Yavuz'un yanına sızmış usulca onu izliyordum. Yarın ondan habersiz çıkıp gidecek olmak yakıyordu canımı. Ona ihanet ediyormuş gibi hissediyordum ki neden öyle olduğuna anlam bile veremiyordum. Belki de bana böylesine iyi davranan bir adama veda bile etmeden gitmekti canımı yakan.
Boştaki elimin tersiyle yanağıma akan yaşı sildim. İdris abi evindeki kolu kısa tişörtlerden birini giydirmişti Yavuz'un üstüne. Yarasını iyice temizleyip dikiş attıktan sonra sarmıştı. Çok fazla kan kaybetmişti, ama kan verilmesini gerektirecek kadar fazla değildi. Bu yüzden İdris abi dinlenmesini uygun görmüş ve kolunada bir serum takmıştı. Doktor olduğu için evinde gerekli her şey vardı.
Gözlerim ilk kez izledi Yavuz'u böylesine dikkatle. Kısa kirpikleri vardı, dudakları dolgundu ama üst dudağı alt dudağının aksine biraz daha dolgun duruyordu. Kemikli bir burnu vardı, çenesi hafif kemikliydi yüzüne uyuyordu. Yüz çevresi yuvarlağı andırıyordu. Kahverengi saçları dağılmış alnına yayılmıştı. Aynı şekilde kahverengi sakalları hafifçe çıkmıştı. Her bir kadını kendine hayran edebilecek kadar yakışıklıydı. Şimdi daha iyi anlıyordum neden Karadeniz'e adım atar atmaz tüm kızların dilinden düşmediğini.
Boyu uzundu, yani benim aksime çok uzundu. Ben bile 1.70 ken onun yanında küçük kalıyordum. Nerdeyse 1.90 boylarında ya vardı ya yoktu. Sesli bir nefes vererek onu izlemeye devam ederken dudaklarımda küçük bir tebessüm oluştuğunun farkında bile değildim.
Genellikle hiçbir kızla ilgilenmediği için zalımın oğlu diye anıldığını biliyordum. Ona bu ismi takan çoğunlukla geri çevirilen kızlardı. Kaç kez ona yaklaşmaya çalışan kızlar bile olsa, her seferinde geri çevirdiğini duymuştum. Garipti, şu güne kadar neden hiç evlenmemişti? Sevdiği biride yoktu ya da ben öyle sanıyordum belki de vardı.
Onu izlemeye devam ederken titreşen kirpiklerini farkettim. Kaşlarım hafifçe çatıldığında fısıldadım. "Yavuz?" Dediğimde gözleri aralandı. Yorgun hareleri direkt benimle kesişti.
"Yine mi rüya görüyorum?" Uykuyla konuştuğunda kafam karıştı. Yine mi rüya görüyorum..ne demekti bu?
"Yavuz, iyi misin?" Sayıkladığını düşündüm ama onun dudaklarında mayışmış bir tebessüm vardı. Yavaş yavaş rüyadan uyanmaya başladığında önce kaşları çatıldı. Sonra gözleri odada gezindi, ardından tekrar kendi üstüne baktı. Alt dudağını dişleri arasına aldığında 'ben ne halt yedim?' der gibi kapattı gözlerini.
"Şu an bir rüyada değiliz değil mi?" Gözlerini açıp bana baktığında ben ona anlam veremeyerek bakıyordum. "İyi misin sen? Rüya mı görüyordun?"
"Rüya görüyordum." Dedi hızla uzandığı yerden başını sallayarak. "Önemsiz bir rüyaydı." Hafifçe doğruldu yerinde acıyla homurdanarak. Uykulu gözleri yavaş yavaş olanları agılıyordu.
"Haraket etme. Dikişlerini patlatacaksın." Arkasına hızla bir yastık yerleştirirken onun yerini rahat ettirmeye çalıştım.
"İyiyim." Hırıltılı bir nefesle yaslandı arkasına, gözleri direkt olarak ayağıma kaydı. "Sen iyi misin?" Yüzüme baktığında başımı salladım.
"Ben iyiyim." Dedim sakin bir sesle. "Sen iyi misin, ağrın var mı?" Usulca hayır der gibi salladı başını ve sağlam olan kolunun elini dağınık saçlarına daldırıp onları geri itti. "Kaç saatir uyuyorum?"
"4 saat oldu." Gözlerim onu izlerken mırıldandım endişeyle. "İdris abi dinlensin dedi, çok kan kaybettin zaten." Suçluluk duygusu sesime yansımıştı.
"Hafsa." İsmimi çok güzel söylüyordu. "Suçlama kendini, yol boyuda ağladın zaten." Ağlamam onu rahatsız ediyordu.
"Yavuz bunu hiç yapmamalıydın." Dolu gözlerim yaralı omzuna indi. "Ya ölseydin, senin bir ailen var bunun farkındasın değil mi?"
"Ailemin beni ne çok sevdiğini gördük ikimizde." Bunları söylerken sesinde acının alayı vardı.
Babasının onun göğsüne silah dayamasından bahsediyordu. Ve eğer Cafer olmasaydı belki de Mahir Payidar anlık bir sinirle sıkacaktı o kurşunu öz oğlunun kalbine.
"Benim yüzümden babanla düşman oldun." Pişmanlıkla konuştuğumda hızla salladı başını. "Senin yüzünden değil." Sesli bir nefesle izledi yüzümü. "Üzülme, seni üzgün görmeyi sevmiyorum." Kehribar hareleri turkuaz harelerimi izlerken ifadesi yorgundu.
Hâlâ uykuya muhtaçtı, ama sanki burda durup saatlerce yüzümü izlemek ister gibi bir hali vardı. Tek kelime etmeden sanki saatlerce hayran hayran beni izleye bilecekmiş gibi.
Neden bana böyle bakıyorsun, neden bunu bana yapıyorsun bilmiyordum. Ama bakışların daha önce hiç kimsenin bakmadığı kadar yabancı, ve asla unutmak istemeyeceğim kadar tanıdıktı.
Sessiz bakışmamızı karnımın sesi böldü. Gözlerim karnıma indiğinde guruldadığını farkettim. Bu Yavuz'un hoşuna gitmiş olacak ki güldü.
Bense utançtan yerin dibine girebilirdim.
"Aç mısın sen?" Sesi bir çocukla konuşur gibi şefkatliyken somurtarak baktım ona. Uzun kirpiklerimi kırpıştırdım.
"Dalga geçme benimle.." Yüzündeki tebessümle y beni izlerken yorganı itti ayaklarını sarkıttı yataktan.
"Kalk bakalım, gidip sana yiyecek bir şeyler bulalım." Onun haraket ettiğini görünce endişe ve korkuyla hızla kalktım ayağa. "Yavuz, otur lütfen. Yaralısın zaten, gerek yok yemezsem ölmem ya. Daha sonra yerim."
"Seni aç bırakmak için kaçırmadım." Odadan çıkıp mutfağa yürürken burkulan ayağımın acısı azaldığı için hızlı adımlarla takip ediyordum onu. "Ben sana kaçmadım, şunu söyleyip durma."
"Kaçtın demedim ki, kaçırdım dedim." Dedi alayla, mutfağa girdiğinde oflayarak peşinden girdim.
"Yavuz, dönelim yatağa inat etme yaralısın." O çoktan dolaplarda bir şeyler aramaya başladı. İdris abinin evini avcunun içi gibi biliyordu.
"Aç mı uyuyacaksın? Olmaz." Ateşi yakarken tavayı koydu üstüne. "Kuymak sever misin?" Sorusu boğazıma bir yumru oturmasına sebep oldu.
Çocukluğumdan beri ağzıma kuymak sürmemiştim. Çünkü kimse onu annem gibi yapmazdı, yapamazdı. Abimin aksine ben annem öldüğü günden beri kimsenin yaptığı kuymağı yememiştim. Dolan gözlerimin farkında bile değildim.
"Hafsa." Yavuz bana endişeyle baktı. "Noldu? Yanlış bir şey mi söyledim?"
"Hayır." Dedim küçük bir tebessümle ve sesli bir nefesle dolan gözlerimi bir kenara itmeye çalıştım. "Kuymak severim." Çatık kaşlarla izledi beni.
"Ağlıyor musun sen?" Hızla gözümden akan yaşı sildim.
"Sadece, uzun zaman oldu Kuymak yemeyeli." Bu dediğime anlam veremeyerek güldü.
"Hafsa Karadeniz'in dört bir yanı kuymak biliyorsun değil mi?" Usulca başımı salladım.
"Biliyorum, ama kimse annem gibi yapmıyor." Sözlerim gülüşünü yüzünden sildi. Dudaklarını ıslattı pişmanlık dolu bir ifadeyle. Öne doğru bir adım atmak istedi, belki de bana sarılmak istedi ama kendini geride tuttu. Annemin öldüğünü bildiğini düşünüyordum. Karadeniz'de bilinen bir aileydik.
"Sana hatırlatmak istediğim bu değildi." Sesli bir nefes verirken kaçırdı bakışlarını. "Özür dilerim." Başımı salladım iki yana.
"Hayır, lütfen yap. Yemek istiyorum."
Kaşları havalanırken bana baktı. "Yiyecek misin? Bunca yıl sonra..sırf ben yapıyorum diye mi?" Bu ona özel bir şeydi.
"Evet." Küçük bir tebessüm ederken kirpiklerim arasından baktım ona. "Yiyeceğim, elinin lezzetini merak ettim." Yüzüne gururlu bir gülümseme yayılırken bir çocuğun neşesi vardı gözlerinde.
"Tamam." Dedi buz dolabını açarak. "Bu yaralı adama yardım edecek misin?" Yaralı kolunu oynattığında acı çekiyordu. Bir anlıkta olsa her şeyi bir kenara bırakıp tebessüm ederek durdum onun yanında.
"Edeceğim, yaralı adamlara yardım edilir." Hafifçe gülerken çıkardı tere yağını dolaptan. "Şu dolapta mısır unu olmalı, ver onu bana." Dedi sağlam olan eliyle tere yağından kesip tavaya atarak.
Tüm dertlerimi unutmuş gibi dolabı açıp kabın içindeki mısır ununu çıkardım. Onu Yavuz'a uzattığımda elindeki işe odaklandığı için kaşları çatıkdı. Sanki dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi kuymak yapmakla meşguldü. Bu adam bir şekilde bana daha önce kimsenin vermediği huzuru veriyordu.
"Kabın ağzını açar mısın?" Dediğinde başımı salladım. Kapağı sıkışan un kabını açmaya çalışırken ifadem sıkıntı doluydu. Bu halimi keyifle izleyen Yavuz ile göz göze geldiğimde devirdim gözlerimi.
"Bakma öyle, kapağı sıkışmış." Tere yağını eritmekle meşgulken güldü. "Açarsın, hani sen her şeyi tek başına halledebilirsin ya." Somurtarak döndüm önüme ve kapağı sıkışan un kabıyla uğraştım bir süre.
En sonunda onu açmayı başardım. Ama öyle sıkışmıştı ki yerimde sendeledim unun dumanı havaya yayıldığında öksürerek elimi salladım ve onu dağıtmaya çalıştım. Yavuz yürekten bir kahkaha atarak izledi beni. Umarım bu kahkahası abimi uyandırmazdı. Yüzümü beyaz un kaplamış bir şekilde ona bakarken o gülüşünü gizlemek için çabalıyor ama pekte başarılı olmuyordu.
"Yavuz gülme." Dedim öfkeyle kaşlarımı çatarak. "Gülmüyorum." Dediğinde yüzünde 32 diş sırıtmış bir ifade vardı.
"Gülüyorsun işte!" Kabı tezgaha koyup kollarımı kenetledim göğsümde. "Alay ediyorsun benimle!" Alt dudağını içeri doğru kıvırdı ve masum bir tavırla baktı bana. "Yüzün un olmuş."
"Biliyorum!" Sanki ona kızmamdan zevk alır gibi bir hali vardı.
"Temizlemelisin." Somurtarak baktım ona.
"Bunuda biliyorum." Bu sefer sesim öfkeli değil ama sertti. Yüzündeki gülüşle sağındaki çekmeceyi açtı ve içinden çıkardığı peçeteyi uzattı bana.
"Al bunu." Sesli bir nefesle aldım peçeteyi ve yüzüme bulaşan unları temizledim. O gülümseyerek ara bir beni izlerken aynı anda da kuymak yapmaya devam ediyordu. "Hep böyle alınganmısındır sen?"
"Alıngan değilim ben." Dedim homurdanarak, keyifle başını salladı iki yana ve sesli bir nefes verdi.
"Zalımın kızı." Dudakları arasından fısıltıyla çıkan kelimeler ona bakmama neden oldu. Yüzüme küçük bir tebessüm yayılırken o sessizce kuymak yapmaya devam ediyordu.
İnkar etmeyecektim sanırım iyi bir kimyamız vardı. Dakikalar sonra yaptığı kuymağı masanın ortasına koydu, doğradığım ekmekleride masaya yerleştirdiğimde ikimizde oturduk. Yıllar sonra ilk kez kuymak yiyecek olmanın heyecanı üstümdeydi, daha önce kimsenin yaptığı kuymağı yemek içime sinmemişti. Ama Yavuz, Yavuz'da çok farklı bir şeyler vardı.
Abim bana ona bağlanmamamı söylemişti. Ama Yavuz'un gözlerine baktığımda öylesine bir güven veriyordu ki, kehribar gözlerinin arkasında nasıl bir büyü saklıyorsa insanı bir şekilde ikna etmeyi başarıyordu.
Ekmekten bir parça kesti. Onu kuymağa batırıp ardından parmakları arasında tuttuğu ekmeği döndürürek kuymağı doladı üstüne. Ben kendisi yiyecek sanarken ekmek parçasını dudaklarıma doğru uzattı. "Bak bakalım tadına." Onun gözlerinin içine bakarken dudaklarımı usulca ayırdım. Yüzündeki yumuşak tebessümle ekmeği ağzıma yerleştirdiğinde kuymağın sıcaklığını hissettim.
Ağzımda bıraktığı tatla kapattım gözlerimi. Beklediğimden daha iyiydi, Yavuz bana sanki yıllar sonra kaybettiğim bir şeyi geri vermişti. Ağzımdaki lokmayı yutarken gözlerimi açıp baktım ona. İlk kez harelerimde ona karşı şefkat vardı. Yüzümdeki içi ısıtan ifadeyi görmek onunda yüzüne bir tebessüm yaydı.
"Hadi ye, doyur karnını." İtiraz etmedim. Zaten açtım, ve Yavuz'un yaptığı kuymak fazlasıyla iştah açıcıydı. İkimizde dakikalarca orda oturup sohbet ederken kuymağı bitirmiştik. Yüzündeki gülümseme gözlerindeki şefkat kalbimi ısıtacak türdendi.
Ama bir gerçek vardı, ben yarın gidiyordum. Bana böylesine iyi bakan, beni böylesine koruyan bir adamı bırakıp da gidiyordum. Bunları düşünmek kalbime bir yumruk gibi iniyordu. Ama burda kalamazdım, Yavuz'un bu yolda benim için ölmesine izin veremezdim. Çünkü bildiğim tek şey, babamın asla durmayacağıydı. Ya canımı alacaktı, ya da Yavuz'u. Ve ben Yavuz'un hayatını kaybetmesine izin veremezdim.
Karnımızı doyurduktan sonra arka bahçeye çıkmıştık. İdris abinin evinin ön bahçesi yoktu, ama küçük bir arka bahçesi vardı. Soğuk hava tenime çarparken gözlerimin dolmasına bu kez izin vermedim. Yavuz birkaç saniye baktı gökyüzüne, ardından aynı bakışlarını indirdi benim yüzüme.
"Hafsa.." dedi mırıldanarak. "Bugün yaşananlar seni korkuttu mu?" Bunu sorarken sesi hem yumuşak hemde ciddiydi.
"Korkuttu." Diye fısıldadım onun yanında dururken. "Yavuz, sana bir şey olacak sandım. Benim yüzümden ölseydin kendimi asla affedemezdim." Sözlerim üzerine sırıtmaya başladı.
"Benim için mi ağladın yani?" Hoşuna gitmiş gibi sorarken kaçırdım bakışlarımı. Böyle şeyleri itiraf etmek beni utandırırdı ama öyleydi. Ben bugün sadece Yavuz için gözyaşı dökmüştüm.
"Öyle." Dedim gözlerim bahçede dolanırken. "Benim yüzümden sana bir şey olsun istemem, bir ailen var Yavuz. Seni onlardan alamam." Dudaklarında yumuşak bir tebessüm vardı. Nefesini verdi ve adımlarını bahçeye götürdü.
Bu mevsimde genellikle Yasemin çiçeği olmazdı, ama saksılardan birinde yetişen küçük yasemin çiçeğinden bir dal koparıp yanıma geldi.
"Biliyor musun?" Fısıldarken karşımda durdu. Yasemin çiçeğini bana dokunmadan kulağımın arkasına sıkıştırırken anlamsız hızlanan kalp atışlarımla onun gözlerinin içine bakıyordum. "Yasemin çiçeğine benziyorsun." Hareleri harelerim ile kesiştiğinde bakışlarında yine ve yine o hayranlık vardı.
"Yasemen çiçeği mi?" Usulca sordum. "Neden?" Elini yanına indirirken özlemle izledi beni.
"Safsın Hafsa, güzelsin, zarifsin, çok temizsin. Yaseminin anlamı bu demek. Ve sen, yasemin çiçeğine benziyorsun." Ettiği iltifatlar sertçe yutkunmama neden oldu. Kızaran yanaklarımı neyse ki soğuk hava gizliyordu. Çünkü yanaklarım zaten soğuktan kızarmıştı. Gözlerinin içine bakarken o büyük bir hasretle izliyordu beni.
Kim neden yeni tanıştığı bir kızı böylesine hasretle izlerdi ki? Yavuz beni sanki yıllardır bekliyormuş gibi izliyordu.
"Belki de sandığın kadar saf değilimdir Yavuz." Dediğimde beni yalanlar gibi güldü.
"Tüm dünya bana bunu söylese bile, ben aksini söylerdim." Yine kendine fazla güvenerek konuştu.
Yarın onu bırakıp gideceğimi hiç bilmeden.
*****
Cafer Payidar.
(Biliyorum bölüyorum ama söylemem gerek anlatım karadeniz şivesiyle olmayacak.)
Salonun dışında aşağı yukarı yürürken sesli bir nefesle elimi dağınık saçlarıma daldırdım. Tufan'ı aramama rağmen telefonlarımı açmamıştı, yediğim haltın ağırlığı beni rahatsız ederken bir taraftan da başka çarem olmadığına kendimi inandırmaya çalışıyordum.
"Oğlim noldu anlatsana!" Annemin endişeli sesi doldu kulaklarıma. Sesli bir nefesle baktım ona. "Ana bir dur kafam şişti da!" Zaten stresliydim birde gulyabani gibi üstüme gelen anacığımı çekmekle meşguldüm.
Babamı vurmuştum, hayatımın içine edecekti. Yavuz sevdiğinin kollarında uyuyacak diye ben burda ecel terleri döküyordum.
"Nerdedur o!" Babamın bağırışını duyduğumda tam olarak selamın okunacağına emin oldum. Adamları babamı doktora götürürken ben eve gelmiştim. Ve muhtamelen doktorlar onu baya bir iyi ettikten canımı okumak için o da eve gelmişti.
Korkum yoktu, ondan korkmuyordum. Tamam, belki biraz tırsıyordum.
"Cafer'um anlatsana oğlim neler olayi? Yavuz nerdedur!" Annem endişeyle konuşmaya devam ederken babam evin terasına adımlarını atmıştı.
"Baba-" ağzımı açmama bile izin vermeden koşar adım önümde durup yanağıma tokatı yapıştıran babamı farkettim. Yanağıma çarpan tokatla geri sendeledim. Gözlerimi kapattım sıkıca, ellerim iki yanımda yumruk olurken öfke vücuduma akın etti.
Bu buruşmuş baa tokat mu atmuşti?
Annem şok dolu gözlerle izlerken neyse ki Özlem çoktan uyumuştu. Bu şahit olmasını istediğim bir şey değildi. Dişlerimi sıkarken başımı dikleştirip baktım babama.
"Ula kardeşunun yediği haltalar yetmeyi!" Babam öfkeyle baktı yüzüme. "Sende babanin canuna mi kastedeyusun!"
"Ne yapacadum!" Bağırdım öfkeyle ona bakarken. "İzin verseydumda kardeşumu mu mi öldürseydun!"
"Ne!" Annem şokla ağzını kapatırken genişleyen gözleri babamı buldu. "Sen Yavuz'umi öldürmeye çaluştun!?"
"Hakedeyudi!" Babam bağırınca çattım kaşlarımı. "Oğlunun katuli olup benude kardeş katuli mi edecedun!" Sert sözlerimle baktı bana.
"Sen pek meraklusun aile katuli olmaya, çekup vururken babanı hiç titremeyudi ellerun!" Annem şok üstüne şok yaşarken bu sefer bana baktı. "Babanu mi vurdun!?" İkimizde ona baktığımızda şokla bizi izliyordu.
Kesinlikle çok karmaşık bir durumun içineydik.
Dakikalar sonra anneme her şeyi anlattık. Ben terastaki koltuklardan birine oturmuş öfkeyle önümü izlerken annemin azarlarını dinlemekle meşguldüm. Aynı şekilde babamda.
"Pes doğrusi!" Annemi daha önce böylesine öfke dolu görmemiştim. "Cafer yetuşmese kendi oğlunumi vuracaktun!" Babam gözlerini yere dikmiş öfkeyle parmakları arasında tesbih çevirmekle meşguldü. "Hayir tabiki Hafize." Babam sesli bir nefes vererek öfkeyle baktı bana.
"Ha bu kot kafali uşak gelmeseydu kızi alıp göterecedum babasuna, gözuni korkutayudum sadece!" Annem çattı kaşlarını ve öfkeyle baktı ona. "Kızi nereye götürecedun? Öldürmek isteyen babasuna mu! Kaçurmuş mi? Çok iyu etmuş!" Şokla baktım anneme.
Kesinlikle beklemediğim bir şeydi.
"Sultanum." Yüzüme yayılan sırıtışla izledim onu. "Bakiyirumda dünden razisun." Annem sesli bir nefes verip baktı babama.
"Oğluma dokunmayacasun Mahir." Sesinde açık bir tehdit vardı. Gözlerimi kısıp izledim onları. "Bir oğlumi saa kurban ettum, birini daha etmam!" Dedikleri kaşlarımın havalanmasına neden oldu.
"Hafize, tamam da." Babamın gözleri kısa bir an beni bulup ardından anneme döndü. Sakladığı bir şeyler onu tedirgin ediyordu ve ne olduğuna anlam veremedim. "Tamam filan değiuldur!" Ayağa kalktı ve dikleştirdi başını.
"Yavuz'im bir şey yapayise, vardur bir bilduğu. Karuşmayacasun!" Babam öfkeyle baktı ona, o da kalktığında ayağa ben oturduğum yerde onların ortasında kalmış bir şekilde izliyordum. "O gerizekali oğlun sıkturacak kendu kafasuna, korumaya çalişayirim!"
"Daha önce koruya bildun mu!" Annem titreyen sesiyle bağırdığında içime düşen şüphe artıyordu. "Ana, ne diyisin sen?" Annemin bakışları beni buldu. Ardından döndü babama.
"Belki da artık oğullaruninda öğrenme vakti gelmuşdir!" Dişleri arasında fısıldadığında kalktım ayağa. Ben konuşmadan önce babam ağzını açtı.
"Hafize, yeter da." Onu uyararak konuştuğunda anlam veremeyerek baktım onlara.
"Bir dakika." Dedim ikisine yaklaşıp. "Neyi öğrenmemuzin vakti gelmişdur?"
Annem konuşmadan önce babam öfkeyle döndü bana. "Senu ilgilenduren bir şey değuldir! Bunlaru düşüneceğune git dua etde o kot kafali kardeşun kenduni öldürtmeden önce biz bula bilelum!" Ardından annemin kolunu tuttu. "Yürü Hafize, konuşacağuz!" Ben arkalarından şüpheli gözlerle baktım.
Annemin dediği tüm o sözler içime şüphe düşürmeyi başarmıştı.
Devran abimin bu işle ne alakası vardı?...
***
Yazar.
Mahir karısını odaya sokar sokmaz kapattı kapıyı ve kitledi. "Akluni mi kaçurdun kadın sen? Yıllar sonra yine kan mı dökülsün isteyusin!" Hafize dolu gözlerle baktığında ilk kez kocasına karşı böyle öfke dolu hissetti.
"Yalan mi diyirim!" Kollarını iki yana açtı. "O zamanlarda korumak istedun oğluni! Ama noldi sonra? Toprağun altinda!" İşaret parmağıyla gösterdi çekmecenin üstündeki resmi. "Bir oğlum senin hatalarun yüzünden kurban oldi Mahir, Yavuz'um senin hatalarunun bedeluni daha 7 yaşinda küçücük bebeyken ödedu! Oğlumin işine karuşmayacasun!"
"Oğlun kenduni öldüretecek, anlamak bu kadar mu zor! Sonu Devran gibi mu olsun isteysun!?"
Hafize kıstı gözlerini ve baktı kocasına. "Devran'in kanliların kızına aşuk olduğuni gambazlayan kimdu Mahir? Sen gidup Kemal itine kızini oğlumdan uzak tut demeseydun şu an belki de Devran'im yaşayidi! Belki de şu an sevduğu kadun ile bir hayati vardı! Senin hatalarunun bedeluni benum oğullarım ödedu ama artuk yeter!" İşaret parmağını Mahir'e doğru salladı.
"Saa andum olsin, bir oğlum daha senun yüzünden kurban olir ise çeker vururim seni!" Elinin tersini vurdu Mahir'in göğsüne. "Bu sözimide unutmayasun!"
Mahir sendeledi yerinde bir adım geri. Bakışları yerde kalırken pişmanlık çöktü üstüne. Hafize arkasına bile bakmadan kapıya yürüyüp çıktı odadan. Mahir boğazına oturan yumruyu yutamazken bakışları çekmecenin üstündeki resme takıldı.
Üç oğlunun yan yana durup çekindiği fotoğrafta yüzlerinde geniş bir tebessüm vardı. Oğlunun ölümünde büyük bir payı vardı, yasak bir aşkı ortaya çıkarmıştı. Ve Kemal kızı Narin'i Devran'dan uzak tutmayı başaramayınca araba kazasında öldürmüştü onu. Bu kan davası daha fazla uzanmasın diye susmuştu Mahir, iki oğlunu daha kaybetmemek için susmuştu.
Ve şimdi bu konu tekrar gündeme gelirse, iki oğluda abisinin intikamını almadan durmazdı.
*******
Yavuz Payidar.
Dün gece Hafsa ile geçirdiğim zaman son yedi seneye bedeldi. Onun kokusu, gülüşü, bakışları. Çocuk gibi somurtması uzun kirpikleri arasından beni izlemesi kalbimi öyle bir tetikliyordu ki.
Zalımın kızı, bana neler yaptığından haberi bile yoktu.
Belki de onun için tüm bunları yapıyor olmam fazlasıyla garipti. Onun yerinde bir başkası olsa tabiki yine kurtarırdım ama böyle bağlanmazdım. Muhtemelen çoktan otogara bırakıp gitmesine izin verirdim. Ama Hafsa'yı bırakamazdım. Onu bırakmak benim için ölüm demekti, hele ki peşinde bu kadar çok can isteyen insanlar varsa kendi ellerimle onu ölüme gönderemezdim.
Dün gece onun için yaptığım kuymağı gözlerimin içine baka baka bitirmişti. Hevesli bir çocuk gibiydi, belki de annesinden sonra ilk kez yediği içindi. Ve ben bunu asla unutmayacaktım, bana özel bir şeydi. Herkesin yaptığı kuymağı yemeyen Hafsa sırf ben yaptım diye yemişti. Ve o isterse, ben her gün her saat ona bıkmadan kuymak yapabilirdim. Yeter ki gözümün önünde olsun, yeter ki bir kez daha onu kaybetmeyeyim.
İdris abi bu sabah uyanır uyanmaz yaramın sargısını değiştirmişti. Dünün yorgunluğu üstümdeydi ama artık pek umrumda sayılmazdı. Hafsa uğruna her bir parçamı kurban verir, gıkımı bile çıkarmazdım. Onun için kanımın son damlasına kadar savaşırdım. Ama bir kez daha benden gitmesine izin vermezdim.
"Tufan nerde abi?" İdris abinin bana verdiği kazağı üstüme geçirmeye çalışırken İdris abi dolaba ilk yardım kutusunu yerleştiriyordu. "Bilmeyurum ki uşağum, sabah erkenden çıktu işu varmuş." Burnuma gelen kokularla çattım kaşlarımı.
"Yemek mi yaptın?" Bana dönerken gülerek salladı başını iki yana. "Hafsa yapayi, mercimek çorbasi. Yaralusun ya iyu gelur diye."
Bana çorba mı yapıyordu?
Yüzüme yayılan sırıtışın farkında bile değildim. "Ula kapa ağzuni sinek kaçacak." İdris abiye baktığımda acımı görmezden gelip geçirdim kazağı üstüme.
"Ne sırıtayusun sen bakayum?" Çattı kaşlarını. "Bu kızada bir garp bakayisun zaten."
Kaçırdım bakışlarımı ve kazağın yakasını düzellttim. "Ne alakası var abi?" Dedim alttan alttan. "Sırıtmıyorum."
"Sırıtayisin." Yüzüne bir gülümseme yayılırken havalandı tek kaşı. "Aşuk aşuk da bakayusin zaten."
"Abi!" Dedim fısıltı gibi sesimle gözlerim kapıyı kontrol ederken. "Söyleme şöyle şeyler, kız duyup yanlış anlayacak."
"Ben yanluş bir şey görmeyurim." Gözlerimi devirdim ve baktım ona. "Senin karun ha bu çenenden bıraktuda gittu senu." Sahte bir öfkeyle baktı bana.
"Anma şu kart karunin adınu, şeytan görsün yuzuni!" Söylene söylene işlerini yaparken gülerek salladım başımı iki yana ve çıktım odadan.
Adımlarımı direkt mutfağa götürürken dağınık saçlarımı düzelttim elimle. Şu halime bak, resmen Hafsa bana çorba yapıyor diye şımarık çocuklar gibi sırıtıyordum. Sessiz adımlarla yürüdüm mutfağa, gözlerim direkt onun çerçevesine takılınca sırıtışım yumuşak bir tebessüme dönüştü.
Bir elini beline koymuş diğer eliyle çorbayı karıştırmakla meşguldü. Saçlarını rastgele bir kalemle topuz yapmıştı, birkaç tutamı ensesine düşüyor aynı şekilde alnınada kahkülleri dökülüyordu. Onu bildim bileli hep kahkül kestiriyordu. Yaptığı işe odaklanmış bir şekilde karıştırıyordu çorbayı.
Burdan bakınca gözüme öylesine tatlı gözüküyordu ki kapı pervazına yaslanıp izlemeye başladım onu. Hafsa ile kendi dünyamda bir sürü hayallerim vardı, onun bilmediği ama benim nerdeyse her gün dilediğim hayaller umutlar vardı. Bir gün, belki bir gün kendi evimizin mutfağında yemek yaptığı.
Çocuklarımızın olduğu, onun sevdiği renkte beyaz duvar kağıtlarıyla sarılmış bir ev. Onun istediği mobilyalar, onun istediği eşyalar. O ne isterse, ne dilerse benim için emirdi. Bana ise tek gereken, yanımda olmasıydı. Eğer o yanımdaysa cehennemde bile olsam bana cennet gibi gelirdi.
"Kaçak gelin." Dediğim an bakışları beni buldu. Uzun kirpikleri arasından bana bakarken küçük bir tebessüm etti.
Ya da beni öldürmeye çalıştı o tebessümle.
"Uyanmışsın." Sesi masal gibiydi. "Nasıl hissediyorsun?" Omzumu ayırdım kapı pervazından ve adımlarımı içeri götürdüm.
"Kaçak bir gelinin bana çorba yaptığını duydum." Dediklerimle hızla kaçırdı bakışlarını. Ben onun bu haline sırıtırken sanki bir şeylerle uğraşıyormuş gibi çorbayı karıştırmaktan rengini kaçıracaktı.
"Çorba yapıyorum sadece." Başımı salladım alayla. "Biliyorum, kuşlar benim için yaptığını söyledi." Gözlerini kısıp baktı bana. "O kuşlar İdris abi mi oluyor?" Dudağımın kenarı yukarı kıvrılırken yanında durdum.
"Çok ayip, yaşlu başlu adam ispiyonculuk mi yapacak bu saaten sonra?" Şivemin onu eğlendirdiğinin farkındaydım. Çünkü ne zaman bunu yapsam, dudaklarını tebessüm çekiştiriyordu. Yine aynısı olmuştu masum yüzüne küçük bir tebessüm yayılmıştı.
"Tamam saa yapayurim." Bu sefer beni bozguna uğratan onun şive kullanması olmuştu.
Bir insana şive bu kadar yakışır mıydı? Gerçi Hafsa'ya her şey çok yakışıyordu.
Çekmeceyi açtı ve ordan yemek kaşığı aldı. Çorbadan biraz kaşığa doldurup üfledi bir elini dökülmesin diye altına tutarken dudaklarıma doğru uzattı. "Tadına baksana." Sözleriyle güldüm.
"Ödeşiyor musunuz hanımefendi?" Çattı kaşlarını. "Ya hadi Yavuz ya, ilk kez mercimek çorbası yaptım! Baksana tadına!" Çocuk hevesine içim erirken dudaklarımı araladım ve kaşıktaki çorbayı içerken gözlerimi bir kez olsun ayırmadım onun yüzünden.
"Nasıl?" Merakla sorduğunda yuttum ağzımdaki çorbayı. Onun gözlerine bakarken tamamen çorbayı tamamen unutmuştum.
Gözleri niye bu kadar güzeldi? Çok garipti. Yanımdaydı, dokunamıyordum. Bana bakıyordu ama ben ona bakmaya bile kıyamıyordum. Tarık itini gerçekten gebertmek istiyordum, ben daha bakmaya kıyamazken o nasıl terkedip gitmişti böylesine bir kadını?
Hafsa'yı seviyordum, bu doğruydu. Ama ben onun için bir yabancıyken, Tarık onun sevdiği adamdı. Sırf bu yüzden bile Tarık'ın eceli olmak istiyordum çünkü o şerefsiz Hafsa'nın canını yakmıştı. Hafsa'yı geri istedim, ama canı yansın istemedim.
Çünkü ben Yavuz Payidar, kendim öleceksem bile Hafsa mutlu olsun isterdim.
"Yavuz!" Dedi sızlanan bir sesle. "Cevap versene, nasıl tadı!" Harelerinde kaybolurken alaycı bakışlarımın yerini şefkat almıştı.
"Güzel." Diye mırıldandım. "Çok güzel." Çorbaya değilde, sanki bu sözleri ona söylüyormuşum gibi çıktı kelimeler dudaklarımın arasından. Bunu kendiside farketmiş gibi durakladı.
Yanaklarına küçük bir kızarıklık yayılırken hızla döndü önüne. Böyle bakıyor olmam mıydı onu utandıran? Utanmak bile ona yakışıyordu.
***
Hafsa Polatlı.
Akşam saatleri yaklaşıyordu. O günün akşamına kadar zamanımı Yavuz ile geçirmiştim. Ama, saatler aktıkça pişmanlık duygusu daha ağır gelmeye başlamıştı. Abim Cafer ile konuşmuştu, Yavuz'u İdris abinin evinden uzaklaştırmak için Cafer onu yol kenarına çağırmıştı. Yavuz ise önemli bir şey olduğundan şüphe ettiği için gidecekti. Kolundaki saate baktı ardından tekrar bana baktı İdris abinin ona verdiği montu giydi.
"Yarım saate dönerim." Dedi mırıldanarak ve gözlerini dikti benim gözlerine. "Dışarı çıkma, her ihtimale karşı." Usulca salladım başımı. O evden çıkar çıkmaz ardından ben çıkacaktım ve abimin arabasına binip sonsuza kadar ortalıktan kaybolacaktım.
Sonsuza kadar Yavuz'u görmeyecektim. Bu canımı yaktı.
Yavuz kapıdan çıkmadan önce sırtıyla bakıştım. "Yavuz!" Dediğimde elini koyduğu kapı kolundan çekip döndü bana. "Efendim?" Ellerimle oynarken resmen yerimde kıvranan bir çocuk gibiydim. Cesaretimi topladım ve öne doğru birkaç adım atıp kollarımı doladım boynuna. Bunu hiç beklemiyormuş gibi elleri havada kalmıştı.
"Teşekkür ederim." Kokusu burnuma dolarken sertçe yutkunduğunu boğazından çıkan sesten anladım.
Ben ona veda ediyordum, ama o farkında bile değildi.
"Ne için?" Sesi hafif kekelerken havada kalan elleri sanki beni kırmaktan korkar gibi usulca yerleşti sırtıma. "Her şey için." Sesim titrerken ellerim yumruk oldu ve daha sıkı sarıldım ona. "Her şey için Yavuz."
"Hafsa." Diye mırıldanınca kokumu ciğerlerine doldurduğunu hissettim. Gözümden birkaç damla yaş akarken sanki onu bırakacağımı anlamıyor ama hissediyor gibiydi. "Neler oluyor?" Sesinde gizlemeye çalıştığı bir korku vardı.
"Bir şey olmuyor." Usulca geri çekilirken ellerim omuzlarında kaldı. "Sadece teşekkür etmek istedim." Elleri belimin iki yanında kalırken gözleri bir miktar şüpheyle izliyordu beni.
"Emin misin?" Dediğinde hızla salladım başımı ve yüzüme zoraki bir tebessüm yerleştirdim. "Eminim." Telefonuna bir mesaj daha gelince elini arka cebine atıp çıkardı onu. Belli ki Cafer nerede kaldığını soruyordu.
"Kapıyı kimseye açma, ben çıktıktan sonrada kilitle hemen dönerim zaten." Başımı salladığımda aynı şüpheci bakışları izledi beni birkaç saniye daha.
Ama benim ona veda etme şansım yoktu, arkasını dönüp evden çıktığında kapattım kapıyı ve sırtımı yasladım. Gözlerimden yaşlar yanaklarıma akarken sesli bir nefes verdim ve abimden gelecek mesajı bekledim. Bana bir telefon vermiş, benimle iletişim kuracağını söylemişti.
İdris abi salonda oturmuş kitap okumakla meşguldü. Ona görünmeden çıkmak benim için kolay olacaktı. Ama gitmeden önce, en azından Yavuz'a bir veda notu bırakmak isterdim. Kapının yanında duran çekmecenin üstündeki deftere baktım. Hızla saçlarıma takılı olan kalemi çıkardım, saçlarım omuzlarıma dökülürken defteri açarak kalemin ucunu kağıta bastırdım.
Ona kısa bir not bırakırken bundan daha fazlasını hakettiğinin farkındaydım, ama ben daha fazlasını yapamazdım.
Cebimde hissettiğim titreşimle kalemi bıraktım. Gözümden akan yaşları silerken telefonu aldım elime.
Tufan abim; Dışarıdayım.
Kalbime saplanan hançer vücudumu kanattı. Gelmişti. Beni götürmeye gelmişti, ve ben bir daha kendi torpaklarıma dönemeyecek bir daha Yavuz'u göremeyecektim.
Ama yapmak zorundaydım. Burda daha fazla kalırsam abiminde dediği gibi sonunda zarar görecek tek kişi Yavuz'du.
Ses çıkarmamaya dikkat ederek çıktım evden. Dışarıda bekleyen arabayı görünce yutkundum ve yürüdüm oraya doğru. Gidiyordum, ama giderken her şeyimi kaybediyormuş gibi hissediyordum.
****
Yazar.
Yavuz arabanın yanına ulaştığında yumruk yaptığı elini vurdu arabanın camına. Cafer onu farkeder farketmez indirdi camı. "Ula nerde kaldun?" Dediğinde Yavuz arabanın kapısını açıp oturdu. Omzundaki yara hâlâ ani haraketlerde canını yakıyordu.
"Geldim işte." Sesli bir nefesle yaslandı koltuğa. "Niye çağırdın sen beni?"
"Merak ettum." Cafer devirdi gözlerini. "Hani vuruldin ya, abiyum ben merak ederum!" Yavuz yumuşak bir tebessümle baktı ona.
"Bilirim abisin, sağol." Gururla baktı abisine. "Ormanda, babama izin vermediğin için sağol abi." Cafer yüzüne yayılan küçük bir tebessümle baktı kardeşine. Ama içinde bir yerlerde duyduğu pişmanlığa engel olamadı.
Hafsa'yı göz göre göre almıştı Yavuz'un ellerinden.
"Yavuz, benim senunle konuşmam gereken bir koni var." Cafer ciddi bir ifadeyle baktı Yavuz'a. "Devran hakkunda." Yavuz anlam veremeyerek merakla izledi abisinin yüzünü.
"Ne?" Sesi ciddi bir tınıya büründü. "Ne oldu ki? Neden aniden Devran'dan bahsediyorsun?" Cafer ağzını açmadan önce Yavuz'un telefonu çaldı. Yavuz hızla attı elini cebine ve İdris abinin aradığını görünce içini bir endişe sardı.
"Abi?" Hızla telefonu açıp yerleştirdi kulağına. "Noldu?"
"Oğlim Hafsa yoktir evde, senunle mu çıkti?" Yavuz'un kulağına dolan kelimeler beyninden vurulmuşa dönmesine neden oldu. "Abi ne diyorsun sen!" Hızla kapıyı açıp arabadan inerken Cafer kısık bir küfür savurdu.
"Yavuz dur!" Peşinden o da indiğinde Yavuz son hız eve yürümeye başladı. O sırada Tufan arabayla yanından geçerken bunu farketmedi bile. Ama Hafsa dolu gözlerle Yavuz'u izledi birkaç saniyeliğinede olsa camdan.
Koşar adım Yavuz eve yürürken telefonu İdris abinin yüzüne kapatmıştı. Eve varır varmaz daldı içeri. "Abi!" Dedi endişeyle, İdris hızla baktı ona. "Her yere baktum, yok evde senunle çıkti sandum."
"Benimle çıkmadı!" Yavuz'un kalbi deli gibi çarparken gözleri dolandı etrafta. Çekmecenin üstündeki kalemi ve defteri farketti. Bugün Hafsa'nın saçlarını topladığı kalem olduğunu görür görmez anladı. Hızla yürüdü oraya defteri elleri arasına alırken kaşları çatıkdı.
"Gitmek zorundayım. Özür dilerim Yavuz, yaptığın her şey için teşekkür ederim. Sen iyi bir adamsın, ve aklımda her zaman öyle kalacaksın. Hoşçakal.."

Yavuz'un hayal kırıklığıyla dolan gözleri kağıtda ki kelimlerde defalarca dönüp durdu. En çok Hoşçakal kelimesi yankılandı aklında. Hafsa'nın ona sarılması bir vedaydı, ve Yavuz bunu farketmediği için bir aptal olduğunu düşündü. Yanağına akan bir damla yaş şokun etkisi üstündeyken elinde tuttuğu deftere damladı.
Bir kez daha sözünü tutamamış, bir kez daha kaybetmişti Hafsa'yı..
...
Yeni bölümde görüşürüz, oylamaları unutmayın Allah'a emanet canlarım<3
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.78k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |