
Not;Bölüm arası yorumlar yapmayı ve oylamayı unutmayın❤️ Yorumlarınızı okumak çok keyifli ve beni motive ediyorlar.🤍
*******
Hafsa Polatlı.
Bir çıkmazın içinde gibiydim. Babam karşıma geçmiş beni öldüreceğini söylerken Yavuz bir kez daha bir kahraman gibi yetişip beni kurtarmaya gelmişti. Ama işler hiç beklediğim gibi olmamıştı, Yavuz babamın gözlerinin içine baka baka benimle evleneceğini iddia etmişti. Elimi tutuyor, sert bakışlarını bir kez olsun babamın harelerinden çekmiyordu. Bizi neyin içine soktuğunun farkında değildi.
İçimden tek bir şey diliyordum, o da umarım bu söylediklerinde ciddi olmadığıydı. Tamam Yavuz iyi bir adamdı, ama kimse kalkıp da iki gündür tanıdığım bir adamla evlenmemi bekleyemezdi. Üstelik Tarık ile olanlardan sonra kimseye güvenim kalmamıştı. Yavuz bana zarar vermezdi, bunu biliyordum. Ama onunla evlenemezdim, üç senedir tanıdığım bir insan bile beni yarı yolda bıraktıysa iki gündür tanıdığım birisine nasıl güvenirim?
"Ne saçmalıyorsun sen?" Sanki tüm bunlar babamı rahatsız etmiş gibi gözü seğirdi. "Bende sana verecek kız mız yok!"
"İstemedim." Yavuz sert bir sesle konuşurken ben hâlâ şokla onu izlemekle meşguldüm. "Sen kimsin de senden izin alayım? Üstümde bir hükmün olduğunu sana düşündüren ne?" Tek kaşı havalandı alayla. "İstediğin kızını evlendirmek değil miydi? Dağ gibi delikanlıyı bulmuşsun birde kalkmış şikayet mi ediyorsun? Her şerefsize şerefli damat nasip olmuyor kıymetini bil." Kendini överken babam öfkeyle izliyordu onu.
"Bana bak Yavuz Payidar!" Rahatsızlığı yüzüne vurmuştu. "Ben kızımı sana vermem! Bunu sok o kafana, anladın mı?" Ardından bana baktı. "Buraya gel!"
"Al ala bilirsen." Yavuz'un küçümseyen bakışları babamı takip etti. "Müstakbel karımı kimseye vermiyorum." Şok üstüne şok yaşıyordum.
Bu adam az önce bana karım mı dedi? Çıldırmış!
"Ulan ne karısı-" Abim konuşurken Cafer dürttü onu susmasını söyler gibi. Bu durumdan bizi sadece Yavuz kurtarabilirdi.
Babam ağzını açıp konuşmadan önce Yavuz bıkkın bir nefes verdi. "Bak Cihan, açık konuşacağım. İlk olarak kendimi ezberlemeye başlıyorum ama senin o kot kafan almadığı için tekrar söyleyeceğim." Elimi tutuşu sıkılaştı. "Kafama sıkmadan bu kızı benden alamazsın." Cesaret dolu bakışlarında korkudan eser yoktu.
"İkinci olarak, zaten bu kıza talip olanın yedi ceddini bu ülkeden silerim öyle ki izini tozunu bile bulamazsın." Gözlerine tehlike ulaştı. "Diyelim ki sen çıkardın silahını sıktın kafama.."
Cafer alayla güldü. "Ki öğle bişi olamaz." Diye tamamladı Yavuz'u.
Onayladı Yavuz onu. "Olamaz."
"Ama senin hayal dünyana göre Cihan'cım, çıkarıp kafama sıksan tek yapacağın kan dökmek olur. Ve inan babamla her ne kadar iyi anlaşamasak da o yaşlı adam tüm sülaleni yerle bir eder." Gözleri kısıldı. "Beni öldürsen bile iki cihanda da ellerim yakanda olur." Sesinin tınısında bir meydan okuma vardı. "Söyle bana, bizi karşına almaya hazır mısın?" Omuzlarını alayla kaldırıp indirdi. "Benim korktuğum bir şey yok, senin varsa buyur, bekliyorum."
Babam sanki onun dediklerini değerlendirirken gözleri soğuk ve duygusuz bakıyordu. Payidar ailesini karşısına almak isteyeceği son şey olurdu. Çünkü Mahir Payidar bir kez kan dökerse bu husumet yıllarca devam eder ve hiç durmazdı. Yavuz babasına her ne kadar dargın da olsa, bir dağa sırtını yaslar gibi yaslanıyordu ona. Aralarında çok garip bir ilişki vardı, her zaman birbirlerini kırıp döküyor daha sonra sanki yine birbirlerine sığınıyordular.
"Bu düğün iki hafta içinde olacak!" Babamdan başka bir şeyde beklemezdim zaten. Tabii ki kabul edecekti. "İki haftadan fazla olursa, o zaman kan man dinlemem sıkarım kafana kızımıda alırım!"
"Düğünümü ne zaman yapacağımı sana mı soracağım?" Yavuz babamı kışkırtmaya devam etti. "Ama işime gelir, karıma daha çabuk kavuşurum." Bana sürekli karım demek zorunda değil!
Babam öfkeyle baktı Yavuz'a. "İki hafta Payidar, iki haftaya düğün daviyetesi kapımda olsun!"
"Ha çiçeklusinden yapacağum saa kendu ellerumle." Cafer alayla konuşurken hınzır bakışları babamı izledi. "İçinede Cihancuğime yazacağum, yenge kıskanur mi?" Güldü keyifle. "Babamun adundan mi göndersem acaba, çok iyu kanka oldiniz zaten siz." Ardından abime baktı. "Bak kot kafali demek ki babalarumiz çekeyumiş bizu."
"Cafer sus! İki dakika sus!" Abim öfkesine hakim olmak ister gibi bağırınca Cafer büzdü dudaklarını. "Ula şunin şurasunda dünir olayiriz insan dünürine böyle mi davranur? Millet dünirine ev alur, araba alur!" Abarta abarta konuşurken aslında tüm bunları kendisine istediği açıktı.
"Ula sen benim karım mısında ben sana ev araba alayım!" Abimin sitemiyle güldü Cafer.
"Alacaksan kari kıyafeti bile giyer nikah masasunada oturirim!" Çok saçma bir ortamda böyle didişmeyi nasıl başarıyordular?
"Seni şu denizde boğsamda tüm dertlerimden kurtulsam!" Abim söylene söylene Yavuz'ların geldiği gemiye inmek için aşağı sallanan halattan merdivenlere yürüdü. "Ula insan dunirini boğar mu!?"
"Ula baa dunirim deme!" Abiminde şivesi kayınca Cafer kahkaha attı. "Ha şöyle, azucuk bellu et ula memleketuni!"
"Yürüyün!" Babam adamlarına işaret verince onlarda geldikleri gemiye geri inmeye başladılar. "İki hafta Payidar!" Babamda inmeden önce tekrarladı kendisini. Tek sorun şuydu ben her şeyi bir kenara bırakmış hâlâ iri gözlerle Yavuz'a bakıyordum. Yavuz afallayarak baktı bana.
"Çok sinirlendin mi?" Diye sorunca gözlerim kısıldı. "Aşırı derecede." Dediğimde aşağı eğildi ve aniden kolunu bacaklarıma dolayıp beni omzuna attığında sırtıyla bakışıyordum.
"Yavuz!" Diye öfkeyle ismi çıktı ağzımdan. "İndir beni!" Saçlarım aşağı sarkarken o da abimlerin bindiği gemiye doğru yürüdü ama aşağı inmek yerine bu geminin güvertesinden kendi gemisinin güvertesine adım attı. Gemiler yan yana durduğu için hiç zorlanmadı.
"Seni bırakirsem beni bu denizde boğarsun, ölmek içun çok yakışıkliyim." Şivesini yine devreye sokarken öfkeyle yumruğumu vurdum sırtına. "İnmek istiyorum!"
"Bileyurim."
"Bıraksana!"
"Bırakmayacağum!"
"Neden!"
"Taşuyirim işte, ayruca seni bırakirsem çok konuşursun!"
"Bırak! Hem ben çok konuşmuyorum!"
"Çok konuşayisin."
Öfkeyle yumruklarımı sırtına geçirirken o abimlerin çoktan yer aldığı kaptan odasına yürüyordu. "Ula yumruklama sırtumi!" Sesi kızgın gelirken öfkeyle bir yumruk daha geçirdim. "Hafsa!" Öfkeyle indirdi beni yere ve gözlerini dikti gözlerime. "Kocaya vurulmaz."
"Sen benum kocam değulsin!" Öfkeden şivem kayarken alayla kıvrıldı dudakları. "Değulim, ama olacağum." Bu adam beni delirtmeye çalışıyordu artık bundan adım kadar emindim. Ben somurtkan ve öfke saçan gözlerimi ona dikerken onun kehribar hareleri beni büyük bir keyifle izliyordu. Sanki benimle uğraşmaktan gerçekten zevk alır bir hali vardı.
"Ula bu ne işe yarayi?" Cafer kafası karışık bir şekilde düğmelere basarken abim öfkeyle homurdandı.
"Her gördüğün boka dokunmasana havaya uçuracaksın gemiyi!"
"Uzay gemisu mi ula bu?" Cafer baktı abime. "Anlamaya çalişayirim da!" Tufan abim ciddi misin der gibi baktı ona. "Ben geminin içine etmeye çalıştığını düşünmeye başlamıştım." Cafer güldü alayla.
"Oni yapmam ben bu gemuye para yaturdim."
Abimin şokla kaşları havalandı. "Sen mi? Para mı yatırdın? Ne kadar yatırdın?" Cafer büyük bir ciddiyetle düğmelere basarken konuştu. "Beş lira." Dediğinde Tufan abim sinirleri bozulmuş gibi güldü.
"Vay anasını, paranı niye harcıyorsun oğlum böyle şeylere bir ada filan alsaydın ya." Cafer düşündü ve ardından salladı başını. "Haklusin!" Döndü Yavuz'a. "Yavuz, beş liramu geri ver ada alacağum!" Yavuz başını salladı iki yana ve yürüdü içeri.
"Dokunma düğmelere." Sanki abi Cafer değilde Yavuz'muş gibi azarlıyordu onu. Abimin gözleri kınar bir bakışla izledi Yavuz'u. "Neydi senin orda yaptığın?" Vakit kaybetmeden sorduğunda Yavuz nefesini verip baktı abime. "Daha iyi bir fikrin var mıydı?" Sanki abime öfkeli gibiydi.
Bunun sebebi abimin beni kaçırmaya çalışmasıydı, Yavuz birilerinin beni ondan alacağından öyle çok korkuyordu ki bu öfkeside o yüzdendi. Aklım almıyordu Yavuz beni sadece iki-üç günlüğüne tanırken benden hoşlanmaya başlıyor olabilir miydi? Bu delilikti!
"En iyi fikrin kardeşimle evleneceğini söylemek miydi?"
Abimin sert sözleriyle Yavuz çattı kaşlarını. "En iyi fikrin kızı yurt dışına kaçırmak mıydı? Bu aklıma gelmedi mi sanıyorsun Tufan? Cihan'ın her yerde köpekleri varken böyle bir halta nasıl kalkışırsın!" Sanki tüm bunları düşündükçe öfkesi giderek katlanıyordu.
"Biraz daha geç gelseydim ikinizinde ölüsünü bulurdum, aklından geçen tam olarak bu muydu!" Ardından Cafer'e baktı suçlayan gözlerle. "Hafsa'yı kaybedebilirdim ve sebebi siz olurdunuz!" Çenesini sıkarak konuşurken gözlerinde bana beslediği bir korku vardı.
Beni kaybettmekten korkuyordu. Böyle anlarda anlamsızca hızlanan kalbime engel olamıyordum, bu duygularda neyin nesiydi? Ve Yavuz neden beni böylesine önemsiyordu? Aklım almıyordu. Zamanın içinde sıkışıp kalmış gibiydim.
Tamam, bugün babamdan kurtulmuştum, ama eğer iki hafta sonra Yavuz ile o nikah masasına oturmazsam babam yine bir azrail gibi tepeme çökecek canımı almak için fırsat kollayacaktı. Ya da daha kötüsü. Karmaşanın içindeydim.
Kaçamazdım, ama Yavuz'lada evlenemezdim. Nasıl yapardım? Onu tanımıyordum bile. Kafam allak bullak olmuştu. Ama benim aksime, Yavuz sanki bu durumdan hiç rahatsız değildi.
"Bir daha o olmayan aklınızla iş yapmayacaksınız." Uyarı dolu bir sesle konuşurken abim ağzını açıp konuşmak istedi. Ama Yavuz sert bakışlarını çevirdi abime. "Konuşma, konuşma Tufan çünki öyle bir hakkın yok. Ne ben çocuğum ne de siz eğer bugün yetişemeseydik ikimizde neler olacağını çok iyi biliyoruz!" Abim her ne kadar istemesede Yavuz'un sözlerinde haklı olduğunu biliyordu.
Bakışlarını yere eğerken kapattı çenesini. Söylemek istediği çok şey vardı, ama nerdeyse bugün ölüyorduk. Bu bir gerçekti eğer Yavuz zamanında gelmese babam ne beni ne de abimi umursamadan ikimizde bu denize gömerdi. Katil olabilecek kapasiteye sahip bir adamdı.
Bundan sonra olanlar hızlıca gelişmişti. Yavuz kısa süre içinde gemiyi kıyıya sürmeyi başarmıştı. Geldiğimiz yolu geri dönmüştük. Deniz kıyısına varır varmaz gemiden inmiştik. Uzun bir gece olmuştu ve aynı şekilde fazlasıyla yorucu bir gece. Bir an önce Batum'dan ayrılmak istiyordum. Çünkü burda durmak artık beni boğuyordu, az önce yaşanan her şey bana bir korku filminin içindeymişim gibi hissettirmişti.
"Üşüyor musun?" Yavuz kendime sardığım kollarıma baktığında başımı salladım iki yana. Hâlâ onun yüzüne bakmıyordum.
Ona kızgındım. Benimle evlenmek istediğini söylemesi ona karşı öfkelenmeme neden oluyordu. İnkar etmiyordum, Yavuz hayatımda gördüğüm en iyi adamdı. Anlam veremediğim bir şekilde bana değer veren ve beni ölümüne koruyan bir adamdı.
Ama evlenmekte nerden çıkmıştı!
Başımı çevirip yanımda yürüyen adama baktım. Hiç rahatsız değildi, aksine gözlerinde eğlenen bir ifade vardı. Beni zor durumda bırakmaya bayılıyordu değil mi bu adam?
"Ciddi değildin değil mi?" Diye sorduğumda başını bana çevirdi adımları durdu. Diğer arabaya yürüyen abim ve Cafer'de bizim durduğumuzu görünce adımları kesildi.
"Anlamadım?" Yavuz'un sorusuyla vücudumu ona çevirdim. "Beni kurtarmak için söyledin, evlenmek istemiyorsun benimle." Eğlence dolu bakışları yavaşça silindi. Sorumdaki ciddiyeti anlarken başını hafifçe eğerek yüzüme yaklaştı.
"Başka çare yok Hafsa." Gözlerinde gizlemeye çalıştığı binlerce duygu vardı. "Seni o adamdan korumamın tek yolu seninle evlenmem, gördün işte nereye gidersen git seni bulacak ve ben senin ölmene izin vermeyeceğim."
Kaşlarımı çattım. "Yavuz ben seninle evlenemem."
Sesim beklediğimden daha acımasız çıkmıştı. Sert sözlerimin onu sarsıttığını yutkunmasından anladım. Gözleri duygusuz bakışlarla beni izlerken hissiz bakan harelerini çok usta bir oyunculukla gizliyordu. Sessizce izledi gözlerimi, sanki içinden bir sürü duygu gelip geçti ama yine yenildi. İçinde bir şeyler yine onun soğuk bakışlarına şefkat ulaştırdı.
"Neden?" Soruyu çok kayıtsızca sormaya çalışır gibi bir hali vardı. Ama sanki o değilde, bu soruyu bana soran içindeki küçük bir erkek çocuğuymuş gibi hissettim. Benden gerçek bir cevap istiyordu. Peki ben ona ne diyecektim?
Bakışları gözlerimi delip geçerken harelerinin arkasında benden gerçekten cevap isteyen bir adam vardı. Umutsuzca izliyordu yüzümü vereceğim cevaptan korktuğunu belli etmemeye çalışıyordu.
"Seni sevmiyorum ki ben." Kısık bir sesle fısıldadığım her kelime onun kalbine bir hançer gibi indi. Gözlerine ulaşan acı anlam veremediğim bir şekilde canımı acıttı. Benim tek bir sözüm onun kalbini böylesine kırmayı nasıl başarmıştı?
Kırılan kalbinin sesi kulaklarıma doldu. Bir an içinde taşıdığı tüm duygular solarken harelerine öfke erişti. Ama bu öfke bana değildi. Yavuz kendisine kızıyordu, kendini inandırdığı rüyadan uyanmış bir adamın bakışlarını taşıyordu. Bana öyle bir bakışı vardı ki evini başına yıkmış, onu binlerce yükün altında bırakmışım gibiydi.
Karşımda dağ gibi duran adamın omuzları hafifçe çökerken onları dik tutmaya çalıştığını anladım. Omuzlarının seğirmesinden bunu gayet net bir şekilde göre biliyordum. Rüzgar alnına düşen kahverengi saçlarını geriye iterken can alıcı bakışları bir kez daha o hissizliğe gömüldü.
Cafer sesli bir nefes vererek çenesini sıvazlarken sanki bir şeyleri biliyormuş gibi kınar bakışlarını gönderdi bana.
Çok mu ağır konuşmuştum?
"Hava soğuk." Yavuz konuyu bambaşka bir yere yönlendirerek üstündeki montu çıkardı. Bana bakmadan onu omzularıma sararken çenesi seğiriyordu. "Arabaya geçelim, hasta olursun." Ardından tek bir kelime daha etmeden arkasını dönüp arabaya yürüdü.
Onun kalbini kırmıştım, yanılmıyordum. Yavuz'un kalbini benim sözlerim ısıtıyor ve yine benim sözlerim parçalara ayırıyordu. Bana bağlanması bir hataydı. Üç gündür tanıdığı bir kızdan hoşlanması mümkünsüz bir şeydi. Bunu nasıl yapabilirdi? Yorgun bir nefes kaçtı dudaklarım arasından ve küçük adımlarla takip ettim onu. Yüzüme bakmıyor, benimle konuşmuyordu. Ya da aklında dönen fırtınaları dindirmeye çalışıyordu. Gözlerime bakarsa harelerini saran duyguları görecek olmamdan korkuyordu.
Sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa otururken gözlerim ara bir ona kayıyordu. "Tak kemerini." Eskiden şefkat barındıran sesinde bu sefer herhangi bir duygu yoktu. Kehribar gözleri önüne bakarken vitesi geri çekti. Ben kemerimi takmakla meşgulken gözlerim ondan ayrılmıyordu. Anlamsızca kalbimi saran pişmanlık duygusu giderek artıyordu.
Sonunda kemerimi takmayı başarıp arkama yaslandım. Bizi üç-dört saatlik bir yol bekliyordu ve ben üç saat boyunca Yavuz'un yüzüme bile bakmamasına dayanamazdım. Çünkü biraz daha buna devam ederse pişmanlık beni burda yiyip bitirecekti. Gururun mu incitmiştim? Yoksa kalbini mi? İşte cevabı bulamadığım soru buydu.
Dakikalar aktı. Yarım saat kadar geçmişti. Güneş tepeden doğmaya başlamıştı bile. Ama Yavuz hâlâ dönüp suratıma bakmıyordu. Kalbini bu kadar çok kırmayı nasıl başarmıştım?
"Bana inatçı keçi derdin." Sessizliği bozarak ondan bir tepki almaya çalıştım. "Beni inatçı bir keçinin kaçırdığının farkında değildim." Onun bana söylediği her bir kelimeyi geri ona sattım ama yine dönüp yüzüme bakmadı. Sessizlik konusunda gerçekten çok harikaydı. Eğer arabayı sürüyor olmasaydı şu an yanımda bir adamın oturduğundan bile habersiz olurdum.
Bu adam nefes alıyor muydu? Nefes seslerini bile duymuyordum!
"Yavuz." İsmi dudaklarımdan çıktığında sanki tuttuğu nefesi verir gibi indi omuzları. "Söyle Hafsa." İsmimi söylerken sesi ilk kez böylesine duygusuzdu. Bu canımı acıttı.
"Konuşmayacak mısın benimle?" Yoldan ayırmadı bakışlarını. "Konuşacak neyimiz var?" Trip atıyordu!
"Konuşacak çok şeyimiz var." Dediğimde önümüzdeki yoldan bir kez daha döndü. Tek yaptığı buydu, arabayı sürmek dışında haraket bile etmiyor gözlerini bile kırpmıyordu.
"Gözlerin sulanmıyor mu?" Sorumla kaşları çatıldı. "Anlamadım?" Başımı omzuma yatırıp baktım ona.
"Yarım saatir gözünü bile kırpmadın."
Bıkkın bir nefes verdi. "Kırpmışımdır, sen görmemişsindir." Ardından alayla homurdandı. "Zaten pek çok şeyi göremiyorsun." Nefesinin altında mırıldanırken sözlerini algılamak biraz zamanımı aldı.
Ona kör olduğumu mu ima ediyordu..?
"Yavuz neden böyle yapıyorsun?" Yutkundum sertçe. "Anlamıyorum, sen benden mi hoşlanıyorsun?"
"Senden neden hoşlanayım?" Sert bir sesle konuştu. "Senden hoşlanmıyorum Hafsa, kafanda ne kurdun bilmiyorum. Sadece yardım etmeye çalışıyorum." Aniden değişen tavrı ve konuşma tarzı içimde bir şeyleri kırdı. Ben onu incittim diye o da beni mi incitmeye çalışıyordu? Yoksa dediği gibi ben mi kafamda kurmuştum?
"Bak Hafsa." Afallayarak bir nefes verdi. "Sana yardım ediyorum, çünkü genç bir kızın ölmesini istemiyorum. Evleneceğiz, bir süre sonra seni yurtdışına kendim kaçıracağım. Orda güvende olduğundan emin olduktan sonra sana bir boşanma kağıtı yollayacağım böylece sende bende kurtulacağız, anladın mı?" Her şeyi yanlış anlamıştım değil mi? Utandığımı hissettim.
Bir tarafım bana onun yalan söylediğini fısıldarken. Diğer tarafım, haklı olduğunu söylüyordu. Kendi kafamda aptalca kuran ve onun benden hoşlandığını düşünen gerizekalı bendim. Yavuz aslında bana karşı hiçbir şey hissetmiyor, sadece beni korumaya çalışıyordu.
"Ben.." Sesimde utancı duyunca başını salladı iki yana. "Fazlasına eksiğine gerek yok aramızdaki ilişki sadece kağıt üstünde bir evlilik olacak. Sana dokunmayacağım. Seni rahatsız eden hiçbir şey yapmayacağım."
Beni rahatsız edecek her bir konuya aydınlık getirdikten sonra önünü izlemeye devam etti. Benimle konuşmayacağını yüzündeki ifadeden gayet iyi anlıyordum. Yanlış bir şeyler vardı, eğer sözlerim Yavuz'u hiç incitmediyse o zaman neden yüzüme dönüp bakmıyordu? Belki de ben büyütüyordum. Ardından geçen sessiz bir yolculuk olmuştu, hâlâ iki saatlik bir yolumuz vardı ve ben uyuklamakla meşguldüm.
"Uyu istersen." Yavuz sakin bir sesle fısıldadı. "Vardığımızda uyandırırım." Gözleri bir an bana kayınca hâlâ gizlemek istediği bir endişeye sahip olduğunu anlamak zor değildi. Dediğini yaparak başımı geri yasladım ve kapattım gözlerimi.
Uykuya ihtiyacım vardı.
****
Yavuz Payidar.
Ellerim direksiyonu tutarken gözlerim yolu derin bir ifadeyle izliyordu. Hafsa kalbimi nasıl kırmıştı farkında bile değildi, bunun için onu suçlayamazdım. Yine ve yine aramızdaki bu ilişkinin veya da hiç var olmayan umutların günahkarı bendim. Onunla evlenmek hayalimdi, Hafsa'ya göre üç günlük hoşlantı benim için yedi senelik bir sevdaydı.
Kalbimi kıran, ruhumu çürüten bir sevdaydı. En zoru belki de karşılıksız aşktı. Çünkü karşılıksız aşk bir vücudun ruh bulamayan haliydi. Yalnızlıktı, kim yanında olursa olsun her bir zerremin Hafsa'yı aradığı aklımın her gün onu düşündüğü bir şeydi. Ben ruhumu kaybetmiştim, o meydanın ortasında yedi sene önce Hafsa'yı gördüğümde ruhumu benden çalmış, kendi içine hapsetmişti. Ruhum Hafsa'ydı ve Hafsa yoksa ben bir bütün olamazdım.
Geç kaldığım için artık kendime kızmıyordum, çünkü ben Hafsa'ya daha önce bile yetişsem o yine gözlerime bakacak kalbimi binlerce parçaya ayıracak o cümleyi kuracaktı.
'Ben seni sevmiyorum ki.'
Her bir kelime beynimde yankı oluştururken burnumdan alaycı bir nefes kaçtı. Yanımda başını cama yaslayıp çoktan uykuya dalan bir kadın vardı. Benim aşık olduğum kadın, benim uğruna öleceğim kadın.
Ama o beni sevmiyordu.
Cafer eğer Hafsa'nın yerini söylemeseydi. Eğer ben biraz daha geç kalsaydım o zaman belki de çoktan kollarıma alacağım şey Hafsa'nın cansız bedeni olacaktı. Bunu düşünmek bile ellerimin buz kesmesine sebep oluyordu.
Ben benden haberi olmayan bir kadının yokluğuna bile dayanamıyordum. Aşk öyle çaresiz öyle aciz bir duruma sokmuştu ki beni insanın sevdası öldürür müydü ruhunu? Benim ruhum Hafsa'nın karşılıksız aşkında her geçen gün biraz daha ölüyor biraz daha kıvranıyordu o mezarın içinde. Hafsa'nın kalbinde ben bir mezarın içindeydim, ve Hafsa elleriyle o toprağı kazıp beni mezarın içinden çıkarmadığı sürece nefes alamazdım.
Hafsa aşkımı kabul etmezse, ben o toprağın altında havasızlıktan ölürdüm.
Güneş doğmaya başlamıştı bile. Her sabah Hafsa'nın hayaliyle uyandığım günlere veda etmiştim. Çünkü artık her gün yanımda Hafsa'yı görüyordum. Özlem gitmişti ama hasret hâlâ yerli yerindeydi. Bana göre özlem ve hasret tamamen başka iki kelimeydi.
Özlem beklemekti, arzulamaktı. Düşünmekti. Ama Hasret, Hasret her geçen gün biraz daha ölmek her geçen gün onun nefesini hissetmek onun kokusunu özlemekti. Benim imkansızım vardı çünkü ben Hafsa'ya özlem değil hasret duyuyordum.
Ve hasret çaresizliğin ismiydi.
Bir elimi direksiyondan çekip yüzümü ovuşturdum. Belki de kazandım sandığım aşkımı hâlâ bulamamıştım. Veya da ben hiçbir zaman o aşkı bulamamış hep kaybetmiştim.
Bugün Hafsa'yı ilk kez kollarıma almış, ilk kez kokusunu ciğerlerime doldurmuştum. Ve o zaman anlamıştım yedi senenin bir önemi yoktu. Hafsa için harcadığım yıllarım bu gün bana Allah'ın bahşettiği bir ödüldü. Çünkü sonuç ne olursa olsun, ben Hafsa'ya sarılmıştım.

Dakikalar akıp geçerken aniden omzumda hissettiğim ağırlık kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Başımı hafifçe omzuma çevirince Hafsa'nın derin bir uykuda omzuma yaslandığını farkettim. Uykusu o kadar ağırdı ki ne yaptığını bile bilmiyordu. Şu an araba sürmeyi bile durdurabilirdim çünkü direksiyonu sağa sola kırarsam onun uyanmasından korkuyordum. Yine de arkadan Tufan ve Cafer takip ettiği için bunu yapamayacaktım tekli bir yoldan gidiyorduk ve ben durursam onlarda durmak zorunda kalırdı.
Umarım uyanmazdı, çünkü ömrümün sonuna kadar bana yaslansa ben sesimi bile çıkarmazdım.
*******
2 saat sonra
Hafsa Polatlı.
Kulaklarıma dolan fısıltı gibi sesle kirpiklerim titreşti. Başımı rahat bir şeylere yasladığımı hissettiğimde gözlerim aralandı usulca. "Hafsa." Yavuz'un sesi kulaklarıma dolarken uykuyla açıldı gözlerim. Hâlâ yorgunluğumu tamamen atmış değildim gözüme çarpan güneş ışığı arabanın camına vuruyordu.
"Uyan kaçak gelin." Sözleri beni gerçek dünyaya döndürürken bakışlarımı yukarı çevirdim. Yavuz'un başını bana çevirdiğini ve daha öncesinin aksine yine bana o şefkat dolu bakışları attığını farkettim. Sanki uykulu ifadem ona tatlı geliyormuş gibi yüzünde yumuşak bir ifade vardı. Başımı onun omzuna yasladığımı farkettiğimde bakışlarımı yüzüne çıkardım.
Yine ona çok yakındım, ve bu ikinci sefer bana onu inceleme fırsatı veriyordu. Bir tek ben değil o da yüzümün her zerresini ezberlemeye çalışır gibi ifademi inceliyordu. Bulduğu her bir saniyeyi değerlendiriyor bir daha hiç unutmamak üzere bakıyordu gözlerime. Sanki bunu kendisi için büyük bir fırsat görüyor ve ezberlemeye çalışıyordu.
"Affedersin." Sonunda kendime gelmeyi başararak temizledim boğazımı. Uykudan dolayı sesim hâlâ pütürlü çıkıyordu.
"Sorun değil." Omzuna yaslandığım için özür dilediğimin farkındaydı. "Geldik inelim hadi." Kaşlarımı çatarken gözlerim dışarı kaydı. Hiç tanımadığım bir konağın önünde olduğumuz anladığımda aynı hızla Yavuz'a döndüm.
"Nereye geldik biz?" Sorumu duyunca sesli bir nefes verdi. "Benim evime." Derken kendi emniyet kemerini çözüyordu.
"Neden senin evine?" Tek kaşı havalanırken alayla baktı bana.
"Karımı başka nereye götürecektim." Artık gerçekten sinirlerimi bozmak için yapıyordu.
"Yavuz bana karım deme!" Karın boşluğundan gelen neşeli bir kahkaha attı. "Karım da karım." Alayla konuşurken indi arabadan. Az önce şarkı mı söylemişti o? Deli adam benimle gerçekten uğraşıyordu.
Arabanın arkasından dolaşıp benim kapımın önüne geldi. Onu öfkeyle izlerken hafifçe yanaklarımın şiştiğine ve kızardığına dudaklarımın birazcık aşağı sarktığına emindim. Çünkü ne zaman öfkelensem yüzüm bu ifadeye bürünür ve abim pandaya benzediğimi söylerdi ki haksız da değildi.
"İnecek misin?" Hızla başımı çevirdim önüme.
"Hayır." Yüzünde eğlenen bir ifade vardı.
"Arabada mı yaşayacaksın?" İşte bu sinirlerimi daha fazla bozuyordu.
"Evet arabada yaşayacağım! Senin evine de girmeyeceğim!" Dudağının kenarı yukarı kıvrılırken açık kapıya doğru eğildi hafifçe.
"Benim evime gelmiyorsun, ama benim aldığım arabada yaşayacaksın öyle mi? Nasıl da düşünceli bir karım var çok şanslı adamım." Arabanın onun olduğunu söylemesi bir kez daha beni gerçek dünyaya döndürdü. Haklıydı.
Arabada onundu! Sinir bozucu adam!
"Abi buldunuz mu yenge-" Tanıdık bir ses duyduk. Görüş alanıma girdiğinde görür görmez tanıdım. Süleyman'dı.
"Bulmuşsunuz, abi bize niye haber vermiyorsunuz? Cafer abi arayıp söylemeseydi hâlâ Zahir'le nöbet tutuyorduk deniz kenarında!" Belli ki Yavuz oraya bizi kurtarmaya tek başına gelmemişti.
Babamın deniz kıyısına dizdiği adamları tabii ki düşünmüştü. Bu yüzden onları birer birer aklayıp Süleyman ve Zahir'i muhtamelen oraya dikmişti. Yavuz'un konuşmasına bile izin vermeden gözlerindeki endişeyle baktı bana.
"İyi misin yenge?" Kendisi gibi adamlarıda benim sinirlerimi bozmaya çalışıyordu sanırım. "Bana yenge deme." Kaşları çatılırken başını hafifçe geri çekti Süleyman ve Yavuz'a baktı.
"Kavga mı ettiniz? Allah sana sabırlar versin." Başını ayıplar gibi salladı iki yana. "En tehlikeli laf, bana yenge deme. Naptın abi kıza? Babasının kafasına filan mı sıktın?"
Yavuz dilini damağına vurdu. "Yapacaktım, sonra gemi kirlenmesin diye vazgeçtim. Ayrıca polis molis işler uzardı." Nasıl bu kadar rahat konuşuyordu?
Birini öldürmekten bahsederken öyle soğuk ve rahat bir ses kullanıyordu ki bu içimi ürpertti. Yavuz sandığım kadar masum bir adam değildi değil mi? Ya da sadece şaka yapıyordu ki ben içimden böyle olmasını diledim. Babamın ölmesi umrumda olmazdı, ama Yavuz daha önce birilerini öldürmüş olabilir miydi? İşte bu soru beynimi kurcalıyordu.
"İniyor musun?" Yavuz başını bana çevirip sorunca öfkeli bir nefes verdim. Kabaca çözdüm kemeri ve indim arabadan.
"Ben senin evine girmem!" Arkamı döndüm hızla ona. "Abimin yanına gideceğim, o bana kalacak ev bulur!" Abim eve gitmişti. Muhtemelen şu anda babamla büyük bir kavga içindeydiler. Cafer onu eve bırkamış ardından kendisi ortalardan kaybolmuştu.
Daha birkaç adım atmıştım ki ayaklarımın yerden kesilmesiyle ağzımdan küçük bir çığlık kaçtı. Yine bakıştığım şey Yavuz'un duvar gibi sırtıydı. Bu adamın omuzları niye böyle büyüktü? Hiçte rahat değildi!
"Yavuz! Bak bu iki oldu indir beni yere!" Konağın kapısına yürürken ben bağırmakla meşguldüm. Sonunda Süleyman'nın yanına ulaşan Zahir çattı kaşlarını. "Nolayi ula?" Kafası karışmış bir şekilde sorarken güldü Süleyman.
"Bundan sonra Payidar konağı best konak Zahir." Alt dudağını ısırıdı heyecanlanır gibi. "Bundan sonra kaos! Entirika artık alırız patlamış mısırları oturur izleriz ne dersin?"
"Yardım etsenize!" Dedim başımı kaldırıp onlara bakarak ama saçlarım önümü görmemi engelliyordu. Zahir olayın farkına varınca hınzırca gülümsedi. "Hiç karuşmayalum yenge." Kaşlarını kaldırdı yukarı hayır der gibi. "Koca senun, sen adam edecesun biz değul."
"Bu adam benim kocam değil!" İsyanlarım devam ederken Yavuz'un kıkırdadığını duydum. Yumruğumu vurdum sırtına.
"Zalımın kızı!" Diye tısladı. "Elinde ağır, kes şunu omzumu deleceksin!" Sahte bir öfkeyle konuşuyordu, küçük yumruklarım onun canını yakmıyordu aksine sanki bundan keyif alıyor gibiydi.
Sonunda konaktan içeri girdiğimizde ona mı kızsam yoksa ailesinin önünde böyle bir görüntüye sahip olmamıza mı utansam bilemedim.
"Ana abim kız kaçırıyor!" Çocuksu bir ses kulaklarıma dolduğunda saçlarım yüzünden onu seçemiyordum. Ama bir kız çocuğu olduğunu anlamıştım, Mahir Payidar'ın kızı olduğunu biliyordum ama ismini hiç duymamış veya da dikkat etmemiştim.
"Oğlum nolayi?" Bir kadının sesi kulaklarıma dolduğunda annesi olduğunu anlamam zor olmadı. İyi ki saçlarım yüzümü kapatıyordu çünkü şu an domates gibi kızardığıma emindim. Ailesinin önünde böyle olmak isteyeceğim son şeydi.
"Gelin kaçırayirim." Yavuz konuştu alayla. "Sonra tanışirsiniz."
"Oğlum ne diyisin sen!" Annesinin sesindeki hayret yerli yerindeydi. "Hafsa midur bu?" Sorusuyla beni tanıdığını anladım. Tabii ki beni tanıyordu oğlunun kaç gündür korumaya çalıştığı kız bendim. Ayrıca kendisi düğünüme bizzat gelmişti. Beni tebrik etmişti.
Hafize hanım kötü bir insan değildi, Karadeniz'de merhametiyle tanınan bir kadındı. Mahir Payidar gibi bir adama nasıl tutulmuştu bilmiyordum ama Hafize Payidar her ne kadar merhametliyse Mahir Payidar bir o kadar zalimdi. Ona yanlış yapanlara yaptığı işkenceler kan dondururdu.
Yavuz'un annesine benzediği açıktı. Ama içinde babasından bir parça taşıyor muydu? İşte bu cehennem olurdu.
"Sonra ana sonra." Yavuz merdivenleri çıkarken dilimi yutmuş gibiydim. Çünkü ailesinin yanında yeterince rezil olmuştum.
"Yavuz?" Mahir bey'in şok dolu sesini duydum. Bu şok benim yüzümdendi adım kadar emindim.
"Naber baba? Sakalların uzamış kes." Yavuz kayıtsızca konuşurken tek bir noktaya doğru haraket ediyordu. Ama ben nereye gittiğini bilmiyordum. Tek bildiğim terasa çıktığıydı çünkü Karadeniz'in her yeri resmen burdan gözüküyordu.
"Yavuz yeter!" Fısıldar bir sesle sitem ettim. "İndir beni yere artık!" Tüm sözlerimi görmezden gelirken bir odaya girdiğini anladım. Yalnız kaldığımızı anlar anlamaz çırpınmaya başladım.
"İndir beni!" Ayaklarımı sallarken bir taraftan da ondan kurtulmaya çalışıyordum. "Rahat dur!" Onu zorladığım için beni tutmaya çalışıyordu.
"Yavuz indir beni!" Dediğimde öfkeyle beni yanına geldiği yatağa attı. Ben sinirden ve utançtan kızarmış yüzümle onu izlerken kaşları çatılmışdı. Onunda aynı şekilde bana öfkeli olduğunu gayet iyi görüyordum.
"İnsan bir teşekkür eder!" Dedi gözlerini kısarak. "Sen anca yumrukla! Şiddete meylin mi var kızım senin!" Beni azarlar gibi konuşurken ben somurttuğumun farkında bile değildim.
"Sana beni bırak demiştim!" Ellerim iki yanıma düşmüş uzun saçlarım yastıklara dağılmıştı. Bu halimi izleyen Yavuz'un öfkesi yavaş yavaş solmuştu. Aklından ne geçiyordu bilmiyordum ama her ne geçtiyse bunu bir kenara iterek sesli bir nefes verdi.
"Seni bırakırsam benimle buraya hayatta gelmezdin!" Aynı inatçı tavrına devam ederken öfkeyle sırtımı ayırdım yataktan ve oturur pozisyona geçtim. "Doğru gelmezdim! Beni kandırdın! Evime götürecektin!"
"Sana hiçbir zaman seni eve götüreceğimi söylememiştim." Kayıtsızca omuz silkti. "Kafanda bir şeyler kurmaya pek meraklısın sen." Bunları söylerken dolaba doğru yürüyordu. "Ayrıca karım olmayacak mısın? Bir kadının yeri kocasının yanıdır." Benimle alay etmeye devam ediyordu.
Gözlerinde bile haylaz bir çocuğun bakışları vardı. Gözleri ara bir bana kayarken tepkilerimi izliyor avıyla oynayan bir avcı gibi resmen benimle oynuyordu. Bundan zevk aldığını düşünmeye başlıyordum ki bence öyleydi. Kehribar hareleri hınzırca beni takip ederken dolapı açtı ve sonunda bakışlarını benden çekip içinde giyecek bir şeyler aramaya başladı.
"Birazdan alışverişe çıkacağız." Bana sormadan benim adıma kararlar veriyordu. "Burda sana göre bir kıyafet yok, giyecek bir şeylere ihtiyacın olacak." Ayaklarımı yataktan sarkıttım ve kısık gözlerle baktım ona.
"Ben kalmayacağım burda." Diye diretirken oflar gibi bir nefes verdi ve üstündeki kazağı bir çırpıda çıkarırken bakışlarımı kaçırdım. "Ne yapacaksın kaçak gelin, kaçacak mısın gene?" Bunu sorarken bir taraftan da eline aldığı siyah gömleği giymek için onu taradı.
Ama ardından gözleri bana kaydı, ne düşündüyse siyah gömleği geri yerine koyarak beyazını aldı. Beyaz sevdiğim için mi beyaz giyiyordu? Siyahtan nefret ettiğimi unutmamıştı.
Onu üstüne geçirirken istemsizce gözlerim sırtındaki izlere kaydı. Bunları görmek bile kalbimi acıtırken o sanki bunu gizlemek ister gibi hızla geçirmişti gömleği üstüne. Sırtındaki izlerden rahatsız mı oluyordu? Umarım ondan tiksindiğimi düşünmüyordu çünkü bunu asla yapmamıştım.
"Niye sustun?" Sanki konuyu başka yere çekmek ister gibi konuştu gömleğinin önünü iliklerken. "Cevap vermeyecek misin soruma?"
"Hangi soru?" Sırtındaki izler bana her şeyi unuttturmuştu. Bunun farkında olmuş olmalı ki sesli bir nefes verdi. "Aç mısın?" Diye sorana kadar ne kadar aç olduğumun farkında bile değildim.
"Yavuz, bak ben sana gerçekten yük olmak istemiyorum." Onunla insan diliyle konuşmaya çalıştım.
"Sen bana yük değilsin, olsan bile boynum kıldan ince. İstediğin kadar yük ola bilirsin ama sırtımı yumruklamadığın sürece!" Son sözleri fazla savunmacı çıktığında kendimi tutamayıp güldüm. Yavuz bir şekilde derimin altına girmeyi başarıyor kalbimi hızlandırıyordu.
Hareleri gülüşümü yakaladığında ifadesi bir kez daha yumuşadı. "Hep gül." Dediğinde yutkunarak baktım ona.
"Ne?" Diye sorduğumda bakışları yüzümde takılı kaldı.
"Gül diyorum, hep gül Hafsa. Sana çok yakışıyor." Kızaran yanaklarımı hissettiğimde hızla kaçırdım bakışlarımı. Beni utandırmayı seviyordu bunu yüzündeki keyif dolu bakıştan anlıyordum böyle kıvranmam onu mutlu ediyordu.
"Ula delurtmeyun benu ne işu var bu kizun benum evumde!" Mahir Payidar'ın bağırdığını duymak yerimde irkilmeme neden oldu. Elimde değildi, biri bağırdığında hep bir şeyleri sıkar ya da yerimde irkilirdim. Yüksek seslerden korkardım, ama en çok silah seslerinden.
Çünkü o gece benden annemi alan bir silah, kulaklarıma dolanda aynı şekilde bir silah sesiydi. Şu ana kadar yanımda patlayan bir silah Yavuz'un omzunu delmişti ve bu bile beni deli gibi korkutmaya yetmişti. Hem silah sesi hemde Yavuz'a bir şey olacak korkusu.
"Burda kal." Dedi Yavuz kapıya yürürken.
Benim yüzümden kıyamet kopacaktı.
*******
Yavuz Payidar.
Babamın sesi konakta yankılandığında öfkesini hissetmek zor olmadı. Şaşırmadım, bu beklediğim bir şeydi. Hafsa'yı yanımda gördüğü an şeytanları onu dürtecekti bunun farkındaydım. Ben Hafsa'yı buraya getirirken her şeyi göze almış herkesi karşıma almayada hazır bir halde gelmiştim.
Babamın sesi Hafsa'nın o güzel gülüşünü yüzünden silmesine, ve irkildiğinin gözlerim önüne serilmesine neden oldu. Hafsa'nın yüksek seslerden korktuğunu farketmiştim bu yeni şahit olduğum bir şey değildi ve aklımı kurcalayan sorulardan biriydi.
Neden bilmiyordum, ama içimden bir ses Hafsa'nın bana o evin içinde cehennemden geçtiğini söylüyordu. Eğer düşündüklerim doğruysa, Cihan kendine kaçacak bir yer bulmalıydı. Çünkü Hafsa'nın tek bir teline bile zarar verdiği gerçeğini öğrenirsem o zaman cehennem bile Cihan'a cennet olurdu. Onu ölmekten beter eder diri diri gömerdim.
Övündüğüm bir şey değildi, ama ben kanın içine doğmuştun.
"Burda kal." Hafsa'ya uyaran bakışları atarken kapıya yürüdüm ve çıktım dışarı. Terasa adım atar atmaz babamın sesi daha gür çıkmaya başladı. Olacaklara kendimi hazırlarken merdivenlere yürüdüm ve indim aşağı.
"Özlem odana." Merdivenlerin ucuna varır varmaz gözlerim babamı korkuyla izleyen kız kardeşime kaydı. Onu daha önce böyle öfkeli görmediği için korkusuda normaldi. Babam Özlem'i daha fazla korkutmamak için kendini dizginlerken kardeşim baktı bana.
"Gitmeyeceğim!" İnat eder gibi konuştu. "Babam geçen Cafer abime vurdu! Şimdi de sana vuracak!" Sözleri kalbime hançer gibi batarken gözlerim babamı buldu. Özlem'in önünde Cafer'emi vurmuştu?
"Kızum." Babam Özlem'in sözlerini duyunca ifadesi yumuşadı. "Vurmayacağum." Kızını korkutmak ve bu sözleri duymak en azı benim kadar babamında canını yakmıştı.
"Yalan diyorsun! Gördüm ben o gün kapıdan! Abime vurdun ki sen!" Babam verecek cevap bulamayınca annem baktı küçük kardeşime.
"Kızum, hadi odana gidelum onlar konuşacaktur baba oğul." Nazik bir sesle konuşurken Özlem'i ürkütmemeye çalışıyordu.
"Gitmeyeceğim!" Özlem adımlarını atarak yanıma geldi ve küçük elini elime geçirirken dudaklarımda küçük bir tebessüm oluştu. "Abimin yanunda kalacağım ben!" Beni korumaya mı çalışıyordu bu küçük cimcime?
Özlem'in her haraketi babamın canını yaktı. Her geçen gün bir evladını kaybediyordu, belki de beni kaybedecek olmanın acısıydı onu böylesine sarsan. Devran abimi kaybettikden sonra babam öylesine korumacı bir hale bürünmüştü ki bir ara evden çıkmamızı bile yasak etmişti. Her an bir tehlikenin içindeymişiz gibi davranmıştı.
Anlam veremiyordum, abim bir kazaya kurban gittiyse neydi onu böylesine korkutan? Bu sorunun cevapını hiçbir zaman bulamamıştım. Ve öğrenmekten korktuğum içinde hiç sormamıştım. Babamın ağzından duyacağıma bir gün kendim öğrenmeyi seçmiştim.
"Özlem." Dedim önünde durup boştaki elimle saçlarını okşayarak. Yüzümü görmek için kaldırdı başını. Sarı saçlarını okşamayı severdim. Bu hem kalbimi ısıtır hemde beni çocukluğuma götürürdü. "Odana git abicim, babamla yalnız konuşmam gerek bize biraz izin verirsin değil mi?" Özlem'in gözleri şüpheci bir şekilde babama kaydı.
Bu bakışlara maruz kalmak istemeyen babam hızla başını çevirdi. Kızının yüzüne bile bakmayacak kadar utanıyordu artık, bu hali hem canımı yakıyor hemde bana hakettiğini söylüyordu.
Özlem usulca başını sallarken anneme baktım. "Hadi anne götür Özlem'i odasına." Annem salladı başını ve yanıma gelip Özlem'in elini tutarak onu götürdü merdivenlere. Tamamen gözden kaybolduklarında dönüp babama baktım. Bakışlarım donuklaştığında Özlem'e baktığımın aksine harelerimde öfke vardı.
"Ya Mahir Payidar." Dedim isminin üstüne bastırarak. "Her gün kaybediyorsun içimizden birini." Sözlerim canını sıkmış gibi kısıldı gözleri, ama bakışlarının arkasından haklı olduğumu bildiğini gayet iyi anlıyordum.
"O kızi neden geturdun Yavuz?" Dediğinde öfkeyle ona doğru birkaç adım attım.
"Hafsa'dan vazgeçmeyeceğimi sana açıkça belirtmiştim." Başımı salladım iki yana. "Bunu artık anla baba, sevdamı mahvetmeni izlemeyeceğim." Hafsa'nın bunları duymayacağını biliyordum. Ve bağırmak yerine sesimi alçaltarak konuşuyordum.
"Yavuz-" elimi kaldırıp susturdum onu. "Bizi daha fazla kaybetmek istemiyorsan sus, artık sus." Sesim hayal kırıklığıyla çıktığında babamın afallamasına neden oldu.
"Gerçi vazgeçmişsin sen benden." Manidar bakışlarım izledi onu. "Merak ediyorum, Cafer gelmeseydi sıkacak mıydın o kurşunu baba?" Beynimi kurcalayan sorulardan biride buydu.
Gözlerimin içine baka baka basacak mıydı o tetiğe? Eli bile kıpırdamadan yapacak mıydı bunu? Sözlerim gözlerine duygusuz bakışlar ulaştırdı. Nefret ettiğim ve benim de ondan bir parça olarak taşıdığım o bakışları. Babama benzemek istemezdim, ama her geçen gün biraz daha onun kopyası haline geliyordum.
"Oğlumin ceseduni bir başkasunun ellerunden alacaksam, kendum öldürmeyu yeğelerdum evet!" Sert sözleri yutkunmama neden oldu. O tetiğe basacağını açık açık söylüyordu ki harelerindeki o cesur bakış bana bunu yapacağını gayet net bir şekilde açıklıyordu.
Ve bu yapmadığı bir şey değildi, belki kalbimden değildi ama o kurşun omzumu delmişti. O kurşun biraz daha derine isabet ederse hayati bir tehlikem olabilirdi. Kurşun sırtımda sol tarafımdan tam kalbimin olduğu kısıma denk gelmişti. İdris abi kurşunu çıkarırken baya zorladığını bana anlatmışdı. Neyse ki o iyi bir doktordu çünkü ben hastaneye gitmeyi asla kabul etmezdim ve bu da babamında hep dediği gibi beni ölümün soğuk kıyılarına iterdi.
"Ben o kıza gelunim demem!" Kıstı gözlerini. "Bu evde kalmayacak!"
Dikleştirdim başımı. "Karımın nerde kalacağını sana mı soracağım?" Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. "Senin gelinim demene gerek yok, ben karım dedikten sonra ne düşündüğünle pek ilgilenmiyorum."
Benim canımı almak isteyen bir adamın fikri umrumda değildi. O benden vazgeçmişti, ve bende ondan vazgeçecektim. Ben Hafsa'yı böyle delicesine severken kim ne derse desin umrumda bile değildi.
****
Hafsa Polatlı.
Aşağıda neler olduğunu çok merak ediyordum. Ama açıkça bir yanım Mahir Payidar'ın önüne çıkmaya çekiniyordu. O adamın ne yapacağı belli olmuyordu, gözlerimin önünde kendi oğlunun kalbine silah dayayacak kadar kendini kaybetmişti.
Ya da belki de sadece korkuyordu, Yavuz'u kaybedecek olma korkusu kendi oğlunun kalbine bir silah dayamasına neden oluyordu. Nasıl bir babaydı bilmiyordum, ama Yavuz babasından şefkat görmeyen bir adam değil babasına dargın bir adamdı.
Odadan çıkmak için kapıya yürüdüm. Merakım beni delirtiyordu, kapı kulpunu aşağı çekerek adımlarımı terasa attım. Korkuluklara yürüdüm ve konuşmaları duymak için yaklaştım. Hemen alt katın bahçesinde balkonun altında kavga ettikleri için beni görmüyordular.
"Ben o kıza gelunim demem!" Mahir beyin bana olan kini sesinden duyuluyordu. Benden böylesine nefret etmesinin sebebi muhtemelen oğlunun benim peşime düşmüş olmasıydı ki Mahir bey beni ilk baştan kabul etmediğini zaten belirtmişti.
"Bu evde kalmayacak!" Ses çıkarmamaya dikkat ederek ellerimi korkuluklara koydum. "Karımın nerde kalacağını sana mı soracağım?" Yavuz'un kendinden emin sesi kulaklarıma dolarken babasına karşı beni savunması dudaklarıma küçük bir tebessüm yaydı. "Senin gelinim demene gerek yok, ben karım dedikten sonra ne düşündüğünle pek ilgilenmiyorum."
Yavuz'un bana aşık olmadığını biliyordum. Kenidisi bunu açıkça bana belirtmişti. Babası benim için sorun değildi, hiçbir zaman susan bir kadın olmamıştım. Hep kafamın dikine giden biriydim ki Mahir Bey'in ne dediğiyle bende ilgilenmiyordum. Ama tüm bunlara rağmen Yavuz'un ailesine karşı beni koruması bir şekilde yüreğimi ısıttı.
"Kızum." Hafize hanımın sesi kulaklarıma dolduğumda yerimde irkildim. Panikle ona döndüğümde yakalanmış olmanın verdiği utanç üstüme çöktü.
"Affedersiniz.." sözleri bulamıyordum. Dilimi yutmuş gibi bakışlarımı kaçırdım.
"Utanma utanma." Yanıma gelirken sesinde hem şefkat tınısı hemde alay vardı. Hafize hanım gerçekten merhametine güvenen bir insandı. "Bazen bende dinleyurim bunlari." Kıstı gözlerini. "Hiç karuşturmayiler benu bende gizlice dinleyurim." Yanaklarımdaki kızarıklık geri çekilirken ona bakıp gülümsedim.
"Dinlemiyordum, yani tamam. Şey merak ettim sadece." Hızlıca saçımı kulağımın arkasına geçirdim. "Özür dilerim, üzerinizde yanlış bir izlenim bırakmak istemem."
Başını iki yana sallarken güldü hafifçe. "Özür dileme, bir sorin yoktur dedum." Gözleri beni inceledi ardından bakışlarına hüzün erişti. "İyi musun sen?" Çökmüş halimden haberdar değildim.
Ve uzun süredir bana iyi olup olmadığımı gerçekten soran ilk insandı. Çünkü bu soru yaşananlar için değildi, Tarık'la olan olay içindi. Nasıl olduğumu soruyordu, vücudumu değil de kalbimin nasıl olduğunu soruyordu ki Yavuz bile kalbimin nasıl olduğunu sormamıştı.
Onun sormasına gerek yoktu aslında, baktığında bile bunu görebiliyordu.
"Olmaya çalışıyorum." Dedim yumuşak bir tebessümle. Hafize hanım bana baktı birkaç saniye.
57-58 yaşlarında bir kadındı. Devran yaşasaydı muhtamelen Hafize hanımın şu an 40 yaşına az kalmış bir oğlu olacaktı.
Hafize hanım bildiğim kadarıyla 17-18 yaşlarında evlenmişti. Ve Özlem onun son çocuğuydu, normalde 50 yaşındaki bir kadının hamile kalması bile bir mucizeydi. Hatta bir süre Karadeniz'de bir sürü insanın bu haberi konuştuğu Özlem'in öz kızları olmadığı yalanın uydurulduğu dönemler olmuştu ki bu saçmalıktı, Payidar ailesinin bir sürü çocuğu varken neden evlatlık bir çocuk alsın ki?
İnsanlar durmadan konuşur ve her zaman saçmalardılar. İşte bu yüzden onların dediklerini dikkate almazdım.
"Aç misun?" Diye sordu merakla bana bakarak. "Çokta zayufsun." Bir anne şefkatiyle izledi beni. "Yemek yapmuştum, açsan gel mutfağa geçelum."
Bana böyle bakması, benimle ilgilenmek istemesi içimde tatlı acı bir burukluğa sebep oldu. Ben annemden sonra bir anne şefkatini hissetmiştim. Annem öldükten sonra babamın tekrar evlendiği kadın bir gün olsun bize sevgiyle bakmamıştı. Tüm bunların aksine babamı kışkırtıp üstümüze salmaya bayılırdı. Yediğim dayakların bir çoğuda onun yüzündendi.
"Olur." Dedim gözlerimin dolmasını engelleyerek. "Olur açım aslında."
Başını salladı ve gülümsedi bana. "Gel bak mutfak şurda." Pıtı pıtı adımlarla yürürken gülümseyerek takip ettim onu. Sanırım bu evde yüzü gülen ve tatlı olan tek şey Hafize hanımdı.
İçeri girer girmez bana eliyle sandalyeyi gösterdi. Mutfak genişti, odalar ve mutfak dahil çoğu şey üst kattaydı. Alt kattaysa muhtamelen yemek yedikleri masa vardı ve birkaç oda. Konağın geniş bir arka bahçesi vardı, ağaçlarla doluydu ve çok iyi bakılıyor olmalıydı ki hepsi budanmış ve dipleri beyaz ilaçlarla boyanmıştı. Yaz kış farketmez çok iyi bakıldıkları belliydi. Terasın kenarlarından arka bahçe rahatça gözüküyordu. Ama tamamen görmek için aşağı inip arka tarafa geçmek gerekiyordu çünkü sadece yarısı görüş alanındaydı.
Mutfak dolapları eski model kahverengiydi. Ama tezgah ve alt çekmeceler muhtamelen bu yakınlarda değişmişti ki bembeyaz ve tertemizdi. Hafize hanım gerçekten titiz bir kadındı.
"Yardım edeyim." Dedim aldığı ekmek kabını elinden alıp masaya koyarak. Tebessüm etti ve bana baktı. "Olur mu öyle şey, otur sonra Yavuz kızi mi çaluştırayusin diye kafamun etuni yer." Oğlundan bahsederken bile sesinde derin bir sevgi ortaya çıkıyordu.
"Ben kendim yapmak istiyorum." Dedim çıkardığı tabağı ondan alarak. İtirazlarımı görmezden gelmeden kabul ederken çorba varsaydığım yemeğin altını yaktı ısınması için. Tabağı masaya koyarken aklıma Yavuz geldi. O da aç olmalıydı, üstelik daha iki gün önce vurulmuştu. Yarası hâla omzunda tazeydi.
"Şey, Yavuz içinde tabak verir misiniz acaba?" Hafize hanıma bakarak sorduğum soruyla sanki oğlu hakkında endişelenmem hoşuna gitmiş gibi salladı başını. Dolaptan bir kase ve tabak daha çıkarıp onu bana uzattı. Ocakta dört çeşit yemek vardı.
Çok kısa sürede ikimizde mutfakta küçük bir masa kurmuştuk bile. Ve Hafize hanım ile beklediğimden daha iyi anlaşmıştık. Sürekli bir şeylerden bahsediyor ve gülüyorduk. Bir annenin şefkatini hissetmeyeli uzun zaman olmuştu.
"Mercimek çorbasını çok sever Yavuz'im." Hafize hanım sıcak bir tebessümle konuştuğunda salladım başımı. "Biliyorum, İdris abi söylemişti." Yavuz hakkında öğrendiğim her şey sanki aklımın bir köşesine kazınmıştı.
"Ne çok şey öğrenmuşsin sen öyle." Hafize hanım sevecen bir alayla konuştu. "Yakunda oğlimi benden daha iyu tanirsan kıskanirim." Kendimi tutamayıp güldüm.
"Oğlunuz biraz sinir bozucu." Dediğimde o da kendini tutamayıp güldü. "Babasida öyle. İnsanun sinirleruni hoplatur." Kısa süre içinde aramızdaki bağ garip bir şekilde güçlenmişti. Hafize hanım güler yüz ve temiz kalpli bir insandı. Mahir Bey'in tam tersiydi.
"Mercimek çorbası mı o?" Yavuz'un sorusunu duyduğumuzda ikimizde ona döndük. O an'a kadar Hafize hanımla sohbet etmekten Yavuz'u unutmuştum.
"Mercimek çorbasi." Hafize hanım onu onaylar onaylamaz Yavuz gülerek girdi içeri. "Bana mı yaptın?" Diye sorduğunda Hafize hanım kaldırdı kaşlarını hayır der gibi.
"Bu sefer Hafsa kızima yaptum." Yavuz bozulmuş gibi baktı ona. Hafize hanım bu çorbayı Yavuz'a yapmıştı. Çünkü ben içeri girdiğimde çorba zaten hazırdı. Sadece oğluna takılıyordu.
"Çok ayıp." Annesinin yanında değişen kişiliğini farkettim. Resmen nazlanan bir adama dönmüştü ki bu gülüşümü bastırmama neden oldu. "Unutuldum mu ben? Artık gelinini daha mı çok seviyorsun?" Benden gelini diye bahsetmesi bir kez daha kızarttı yanaklarımı. Bunu farkeden Hafize hanım gülerek başını iki yana sallarken yanımda duran Yavuz'un kolunu çimdikledim.
Dudakları arasından inleme kaçınca bana baktı göz ucuyla. "Zalımın kızı." Diye homurdanınca çimdiklediğim yeri ovuşturdu.
"Hadi." Dedi Hafize hanım çorbayı kaselere koyup servise yerleştirirken. "İkinizde oturun, bu yemekler bitecedur." Tepsiyi elinden alıp masaya koyduğumda Hafize hanım başını salladı iki yana.
"Olmaz ama böyle, her işu sen yaptun!" Diye mahçup bir şekilde konuşurken gülümsedim. "Önemli değil, teşekkürler bu kadar şey hazırladınız zaten." Dedim kaseleri tabakların ortasına yerleştirirken.
Yavuz'un gözleri üstümdeydi. Ama ben onunla göz göze gelmekten kaçınıyordum.
"İyu madem." Yavuz'a döndü ve elini oğlunun göğsüne koyup bir iki kez vurdu hafifçe. "Sende et kahvaltuni, gidup şu aksi babana bir bakayum ben."
"Hiç bulaşma derim." Yavuz bir sandalye çekip otururken devirdi gözlerini. "En öfkeli adam diye yarışmaya katılsa birinci yeri kazanır haberi yok." Yavuz'un alaycı sözleriyle güldü Hafize hanım ve oğlunun yanağından öpüp çıktı mutfaktan.
O öpücüğün Yavuz'un yüreğini erittiğini burdan bile görüyordum. Annesine sevgisi ve saygısı büyüktü.
"Baban çok öfkeli gibiydi." Dedim çekingen bir sesle ve bende oturdum. "Beni buraya getirdiğini için kızgındı değil mi? Yavuz bak gördün mü o da istemiyor eve döneyim abim bana bir yer bulur." Her fırsatta bu evden çıkmanın yollarını arıyordum.
"Yemeğini ye." Dedi açıkça tartışmaya girmek istemediğini belli eden sert bir sesle. Beni bırakmaya hiç niyeti yoktu, elimde olsa giderdim ama yurt dışına kaçamıyordum. Bunu denemiştim ve nerdeyse ölüyordum. Somurtarak önümdeki yemekle oynarken yüzüm düşmüştü. Yavuz sesli bir nefesle baktı bana.
"Hafsa." Bir kez daha ismim bir masal gibi çıktı dudaklarından. "Seni hiçbir şeye zorlamak istemiyorum, anlıyor musun? Ben sana zarar verecek bir şey yapmam." Yalvaran gözlerle izledi beni. "Ama n'olur anla beni, bunu yapmazsam sana zarar gelir. Anlata biliyor muyum? Babanın adamları her yerde."
Bir çocuğa açıklama yapar gibi konuşmaya devam etti. "Sana rahat vermezler. İzin ver bana, izin ver ki seni bu durumdan kurtarayım. Söz veriyorum seni bana mecbur bırakmayacağım. Seni bana mecbur bırakmayacağım Hafsa, bunu sana asla yapmayacağım." Bu sözleri kurarken ne kadar zorlandığını gözlerinden anladım. Ama sesindeki acıyı bastırdı.
"Bir gün benden gitmek istersen, seni kendime mahkum etmeyeceğim." Beni kendine mahkum etmeyecekti, çünkü Yavuz Payidar benim canımı yakacak her şeyden kaçınırdı. Bu beni kaybetmek anlamına gelse bile. Beni kaybedeceğini düşünmek bile onun içine korku salarken, bir gün ondan gitmek istersem beni tutmayacak ve o korkuyu kabullenecekti.
Ona ne evet dedim ne de hayır. Ardından üstümüze çöken sessizlikle ikimizde yemeye devam ettik. Karnımızı doyurduktan sonra Yavuz kolundaki saate baktı. Saat daha yeni 11-e geliyordu, gece yarısı yolculuk yapmıştık ve biz eve vardığımızda güneş yeni tepeye çıkmıştı. Ayrıca ben merak ediyordum Yavuz nasıl uyumadan durabiliyordu?
"Alışverişe gidelim." Dedi bana bakarak, ardından üstüme baktı. "Aynı kıyafetleri giymekten sonunda üstüne yapışacaklar." Sözleriyle üstüme baktım. Nerdeyse üç gündür aynı kıyafetlerle dolaşıyordum. Bir duşada ihtiyacım vardı.
"Kötü mü görünüyorum?" Diye sorduğumda kaşları havalandı. "Öyle demedim." Diye düzeltti hızla kendini. "Kötü görünmüyorsun, ama biraz daha böyle dolaşırsan cidden üstüne yapışacaklar." Ardından gülerek kalktı ayağa. "Ben karısı pasaklı dedirtmem kendime."
"Pasaklı değilim ben!" Dedim ayağa kalkarak. "Ve bana karım deme!" Alayla kıvrıldı dudakları. Bir kez daha gözleri o muzip bakışla parladı.
"Pasaklı." Kıstı gözlerini. "Pasklısın kızım işte." Bir çocuk gibi beni kışkırtıyordu, çünkü ona aynı şekilde karşılık vereceğimi çok iyi biliyordu.
"Yavuz!" Dediğimde gülerek başını attı geri.
"Yanakların şişti gene, birazdan bana patlayacaksan ona göre kaçacağım." Tezgahın dolaplarından kendi görüntüme baktığımda ne kadar saçma göründüğümü farkettim. Sinirim kaybolurken bende kendimi tutamayıp güldüm. Bir kez daha izledi gülüşümü aynı az önce odada olduğu gibi derin derin baktı gözlerime.
Gülmemi istiyordu, çünkü Yavuz bana gülmeyi yakıştırıyordu.
1 saat sonra.
Geldiğimiz mağazada dolaşıyorduk. Şehir merkezi bir yere gelmiştik, yaklaşık bir saatlik yol gitmiştik. "Sen sürekli para mı harcarsın böyle?" Diye sordum onu takip ederken. Gördüğü kıyafetlerden bazılarını önce bana gösteriyor sonra ben onaylayınca onları Süleyman ve Zahir'e veriyordu. Çok şey satın alacağını peşine taktığı iki adamdan anlıyordum.
"Niye? Paramın hesapını mı yapacaksın?" Diye sordu alayla kahverengi kaşlarını çatarak.
"Hayır, bana ne senin parandan." Kayıtsız görünmeye çalıştım ama cidden merak ediyordum bu kadar parayı niye harcıyordu! Para harcayan birisi değildim, belki de bu yüzden bana böyle garip geliyordu.
"Para ödemeyeceğim." Dedi açıklama yaparak. Kaşlarımı çatarak baktım ona.
"Çalacak mısın?" Hayretler içinde sorduğum soruyla Yavuz kahkaha attı. Aynı gülüşler Süleyman'danda geldi, Zahir ise elinde taşıdığı şeyler yüzünden homurdanmakla meşguldü.
"Yenge." Dedi Süleyman. "Mağazanın ismine baktın mı sen içeri girerken?" Kaşlarımı çatarak döndüm ona.
"Ne? Bedava filan mı yazıyordu?" Zahir boş gözlerle baktı bana.
"Yenge mağaza Payidar'lara ait, giruştede Payidar yazayidi. Payidar ailesine ait her şeyun tabelasuna veya da giruşine küçük bir yerde bile olsa Payidar yazılir."
"Yani saf karıcım." Yine bana karım diyordu! "Mağaza senindir, ne istersen al."
Öfkeyle baktım ona. "Alay etme benimle, nereden bileyim mağazanın senin olduğunu?" Çocuk gibi ona sırtımı dönüp başka bir sıraya girdim ve oradaki kıyafetlere bakındım.
"Benim değil, babamın. Ben mağaza açmakla ilgilenmiyorum. Ama ne istersen al, bizzat hesapı babama gidecek." Şimdi neden o kadar çok şey aldığını daha iyi anlıyordum.
Aslında kıyafetler Yavuz'un umrunda değildi. İstediği şey babasının sinirlerini bozmaktı. Nasıl bir ilişkileri vardı anlamış değildim. Ben ona inat eden bir çocuk gibi mağazada kendi başıma dolaşmaya devam ettim.
"Kaybolacaksın dur yerinde!" Sıraların bazıları benden daha uzun olduğu için kaybolma ihtimalim vardı. Utanmasa elime kırmızı bir balon verip nerde olduğumu belirlemek için gözleriyle o balonu takip edecekti. Üstelik mağaza sandığımıdan daha büyük ve üç katlıydı. İçi insan doluydu, bir avm'den farksızdı.
"İyi ya, senden kurtulurum!" Sıraların arasında zikzaklar çekerek ondan kaçarken homurdandığını duydum.
"Ula mağazanun içunde kovalamacamu oynayacağuz!"
Sinirlerini bozduğumu biliyordum. "Karım karım diyorsun! Karının peşinden koş biraz!" Sesi nerden geliyordu bilmiyordum ama artık onu kaybetmiştim.
"Hafsa!" Azarlar bir sesle konuştu. "İyu kadinlar kocalaruni peşundan koşturmaz!" Kendi işini kolaylaştıracak şeyler söylüyordu.
"İyi kocalar karılarıyla dalga geçmez!" Diye bende ona karşılık verirken başka bir sıraya girdim ama karşımı kesen Yavuz ile yerimde sendeledim.
"Bence kaçayusin." Adımlarını üstüme götürdüğünde bende adım adım geri attım.
"Gelmesene üstüme!" Dediğimde kaçmak istedim ama bileğimi tutup beni kendine çekti.
"Oynama benimle Hafsa." Kıstı gözlerini ve yutkunmama neden olan bir bakış atarken beni göğsüne doğru çekti. "Çocuk gibisin." Omzularım çökerken bende onun gibi kıstım gözlerimi.
"Sinir bozucu adam." Dediğimde boş gözlerle izledi beni.
"Zalımın kızı." Diye bir kez daha bana taktığı o lakabı kullandı.
"Kaçacağım işte!" Diye inat ettiğimde yüzüme yaklaştı.
"Nereye kaçarsan kaç, ben seni hep bulacağım." Seni hiç kaybetmeyeceğim demek istiyordu. Çünkü ben ondan gitmediğim sürece Yavuz benden gitmeyecekti.
Nefesi yüzüme çarparken kalbim bir kez daha hızlandı. Onun gözlerini izlerken ve o bana bakarken bir kez daha alaya karışık öfkeli ifadesi silindi. Harelerine şefkat akın etti. Bana bakarken tek hissetiği şey şefkatdi.
"Yavuz, romantik anlaruniz bittiyse bizi bulur musuniz!" Zahir'in mağazada yankılanan sesi böldü bizi. "Ula bu Süleyman itude kayboldi zaten!"
"Kaybolmadım! Oyuncaklara bakıyorum!" Diye bağırdığını duydum Süleymanın ama sesi nerden geliyordu bilmiyordum.
"Ula oyuncağu napacasun sen!" Zahir onu azarlayan bir baba gibi konuşurken Süleyman güldü.
"Arabaları seviyorum!" Birkaç saniye sessizlik oldu. "Ayıcıklarda güzel ayrıca!" Onlar didişirken Yavuz ve ben birbirimize bakıp güldük. Ya da neyin içinde olduğumuzu sorguladık.
"Senu ayu yapacağum ben kot kafali orospi çocuği! Şu halime bak! Kız çocuği arar gibu barbi reyonunda koca kafali bir adami arayurim!" Ardından Süleymandan cevap geldi.
"Küstüm lan ben sana! Orospu çocuğu dedin bana!"
"Orospi çocuğu!" Diye tekrar küfretti Zahir.
Dakikalar böylece akıp geçti. 20 den fazla poşetle arabalara dönerken diğerleri çoktan çıkmıştı. Yavuz önden gidip Zahir ve Süleyman ile birlikte arabaya yürürken bende son beş poşeti aldım. Başları sinir bozucu ama sonrası eğlenceli geçen bir alışveriş olmuştu. Aldığım her bir elbiseyi üstüme tutup Yavuz'a nasıl göründüğünü sormuştum. Onun için beyaz bir kazak bile seçmiştim. ama kazağın üstünde kalp olduğu için ona sanki küfür etmişim gibi beni izlemişti.
Elime aldığım poşetlerle çıktım mağazadan. Yüzümde derin bir tebessüm varken yere bakarak yürüdüm arabaya. Ama aniden bir adama çarparken yerimde sendeledim. Başımı kaldırıp karşımda duran adama bakınca yüzümdeki o tebessüm saniyeler içinde yok oldu. Tüm dünyam bir an içinde başıma yıkıldı.
Tarık karşımdaydı. Hayatımı mahveden ve beni ölümle yüz yüze bırakan adam karşımdaydı.
"Hafsa." İsmim büyük bir pişmanlıkla dudakları arasından çıktığında ben öfkeyle dolan gözlerimi hissettim.
Bana cehennemi bir kez daha yaşatmak için mi gelmişti?
....
Sonunda bu bölümüde bitirmeyi başardım. Yine bölüm sonu bir kaos ortaya koymasam olmazdı.
En sevdiğiniz sahne ne oldu? Ben sanırım Hafsa ve Hafize arasında ki ilişikiyi sevdimm.
Bu bölüm genellikle Hafsa ve Yavuz'un didişmelerini okuduk. Bence tatlı bir bölüm oldu gelecek bölüm görüşürüz canlarım Allah'a emanet. 🦋❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.78k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |