
Yeni bölümden herkese merhaba canlarım❤️
Satır arası yorumları ve oylamaları unutmayın🙉
Keyifli okumalar.💞
(Not; Küçük Yavuz'un ağzından okuduğumuzu düşünün.)
24/02/2002
Yavuz Payidar.
Deponun soğuğu tenime işliyordu. Gerçi bunu hissettiğimden bile emin değildim. Normal bir insanı titredecek soğuk benim tenimi bir ateşten farksız yakıyordu. Ya da vücuduma aldığım darbeler artık hissiyatlarımı yavaş yavaş öldürüyordu. Kabullendiğim bir şey vardı, o da burdan ancak ölümün çıkacağıydı.
Ölüm ne demek bilmezdim, ama ölecektim sadece bunu biliyordum. Bileklerime asılı olan zincirleri artık çekiştirmiyordum. Çünkü ne zaman onları çekiştirsem sanki biraz daha sıkılaşıyor beni ölümün kıyısına biraz daha itiyormuş gibi hissediyordum. Nefes almamı zorlaştıracak kadar çok acı vardı tenimde, kaburgalarımın kırıldığını sanıyordum ya da sadece öyle hissediyordum. Neden burda olduğumu bilmiyordum, tek bildiğim benden canımı istedikleriydi.
Oturduğum soğuk bir zemindi, kollarım iki yanımda havaya kaldırılmış aynı soğukluğa sahip olan duvara zincirlenmişti. Haraket etmemi engelliyordu, öyle ki ayağa bile kalkmama izin vermeyecek kadar kısaydı. Tek yapabildiğim oturduğum yerde başımı oynatmak ve kaç gündür ezberlediğim o depoyla bakışmaktı. Ne kadar zamandır burdaydım bilmiyordum, gece miydi yoksa gündüz mü? Bunu bile anlayamıyordum.
Karanlık bir deponun içinde, üstüme demir bir kapı kapanmıştı. Bir evin içinde kim neden zindan barındırırdı? Bu adam çok kötü biriydi. Neden evinde bir zindan vardı? Çünkü aynı dizilerde gördüğüm hapishanelerdeki odalar benziyordu. Demir kapının üstünde sadece bir göz deliği vardı, ara bir onu açık bırakıp ölmemem için içeriye havanın girmesine izin veriyordular. Ve sona tekrar vücuduma sayısız dayaklar atarak verdikleri havayı geri alıyordular.
Sanırım bu işkenceydi.
Evimi özlemiştim, ama en son bunu söylediğimde sırtıma yediğim sert bir tekmeyi hatırlıyordum. Babam neden hâlâ beni kurtarmaya gelmemişti?
Depo kapısının açılma sesi kulaklarıma dolarken başımı ağır ağır kaldırdım. Dışarıdan gelen ışık gözümü kamaştırdığı için tek gözümü açmayı başarmıştım. İçeri adımlarını atıp da önümde duran heybetli figürü anlamaya çalışırken aklım gidip geliyordu. Yediğim dayaklar sanırım artık beynimi uyuşturuyodu.
"Küçük Payidar." Alaycı sesi kulaklarıma dolarken bunun o canavar olduğunu anlamam çok çekmedi. Zaten sırtımdaki pek çok izin sebebide oydu. Cevap verme zahmetine girmedim, ve galiba bu onu daha çok sinirlendirdi.
"Küçük Payidar." Sözlerinin üstüne bastırarak tekrar ederken küçük bir çocuğun gözlerine yakışmayan nefretle izledim onu.
"Ne?" Diye sert bir şekilde kelime çıktı ağzımdan.
Tek gözü olmayan masal canavarlarına benziyordu ki zaten gözünün biri yoktu. Çenesinden boğazına uzanan bir kesik vardı.
O kesiğin ne olduğunu bilmiyordum, ancak kendisini fazlasıyla korkutucu gösteriyordu. Sağ gözü siyah bir göz bandıyla kapatılmıştı.
"Aç mısın?" Sanki endişeleniyormuş gibi benimle alay ederken ona yine cevap vermedim. "Hâlâ asisin." Dudakları yukarıya doğru kıvrılırken sol gözü alayla gezindi üstümde. "Umudun var mı hâlâ? Çok merak ediyorum küçük Payidar, hâlâ bekliyor musun babanı?" Manidar sözleri içimdeki öfkeyi bir kez daha körükledi. Bu aptal adam kendini ne sanıyordu? Benim babam onun kadar acımasız değildi. Ne zaman yere düşsem yaralarımı o sarardı, bana böylesine kıymayan bir adam beni bu canavarların eline bırakmazdı.
"Benim babam beni burada bırakmaz!" Savunmacı bir sesle bağırırken patlayan dudağım acıyordu. "Beni senin gibi bir canavarın eline bırakmaz o!" Sözlerim sanki onu keyiflendirmiş gibi midemi bulandıran bir kahkaha attı.
"Acıyorum sana biliyor musun?" Tek gözü üstümde gezinirken haresinde sadece avıyla oynayan bir adamın bakışları vardı. Gülüşü yavaş yavaş solarken yerini iğrenç bir tebessüm aldı. Tehlike saçan sol haresi içimi ürpertecek bir şekilde yüzümü inceledi. "Baban senden vazgeçti, Yavuz."
Hiçbir duygu barındırmadan konuştu. "O Mahir Payidar, istese seni bulamaz mıydı sanıyorsun? Senden vazgeçti." Dişlerimi sıkarken hızla salladım başımı iki yana.
"Yalancısın sen!" Diye bağırdım sesim boş depoda yankılanırken. "Babam benden vazgeçmez!" Sanki onun sözlerinin aksini söylediğim için bana kızmaya başlamıştı, bu ifadeyi artık ezberlemiştim. Biraz daha dikine gidersem yine vücudumda taze yaraların açılacağına emindim.
"Yalancıyım ben?" Sözlerimi tekrar ederken ceketinin iç cebinden bir sigara paketi çıkarıp diğer cebinden aldığı çakmakla yaktı onu. Sessizce beni izlemekle geçirdi birkaç dakikasını. İçime saldığı korkuyu es geçmeye çalıştım, çünkü ben ondan korktuğumu belli edersem canımı daha çok yakardı. "Söyle o zaman, nerde baban? Bir ay oldu Payidar."
"Gelecektir!" Babamdan hiçbir zaman şüphe etmemiştim. "O gelecek! Sen beni kandırıyorsun! Yalan söylüyorsun!"
"Baban hiçbir zaman gelmeyecek!" Sert sesi yerimde irkilmeme neden oldu. Bu adamdan korkmak bana göre bir şey değildi, ama vücudum istemsizce onun haraketlerine ve sözlerine tepki veriyordu.
"Baban seni bıraktı çocuk!" Benden tiksinir gibi ekşitti yüzünü ve sadist bir ifadeyle berbat bir durumda olan vücudumu inceledi. "Senin gibi insanlar için gerçekten üzülüyorum, hâlâ umudun var." Sigarasından bir duman çekerken adımlarını üstüme götürdü. Uzun boyu depo kapısından gelen ışığı iki yana bölüyordu. "Ama baban o umudu yakıp bir çöpe attı." Sigarayı dudakları arasında tutarken yanıma ilerlerdi ve zincire asılı olan ellerimi tutarak kabaca çözmeye başladı onları.
"Sen ve ben." Çözdüğü ellerimden birini sertçe itekledi aşağı. "Sonsuza kadar yalnızız." Acıyan bileklerimden dolayı düzgün düşünemezken onunla sonsuz bir ömür geçirecek olma düşüncesi sertçe yutkunmama neden oldu.
"Salih yemeğini getirin şunun!" Başını kapıya çevirip dışarı bağırdığında yere düşen ellerimi kucağıma çektim. Yine aynı senaryo yaşanıyordu. Siyah giyinen adamlardan biri elinde bir köpek maması kabında muhtamelen kendilerinin artıklarından oluşan bir yemeği önüme bıraktıklarında kusmamak için zor tuttum kendimi.
"Ye." Ne bir istekti ne de bir rica. Emir veriyordu. Birkaç saniye önüme koydukları yemekle bakıştıktan sonra ellerimi yumruk yaptım. "Asla!" Dedim başımı ona çevirip sert gözlerle. "Yemeyeceğim! Ben senin köpeğin değilim!" Bir aydır onun getirdiği yemeklerin hiçbirini yememiştim. Burda sadece adını bilmediğim bir ablanın getirdiği yemekleri yerdim. Ama o da babasından korktuğu için gizlice gelirdi.
"Yiyeceksin!" Kaşları havalandı. "Sana ne dersem onu yapacaksın!" Bana istediğini yaptıracağını sanıyorsa yanılıyordu. Ben onun kulu değildim, boynumu onun önünde eğecek değildim.
"Yapmayacağım!" Aşağı uzanıp bir eliyle çenemi kırmaya niyetli gibi kavradığında onu uzaklaştırmak ister gibi kollarımı kaldırdım. Ama boştaki eliyle bileğimi yere çekip soğuk zemine bastırarak ayağını üstüne koyduğunda ağzımdan kaçan acı dolu çocuksu bir çığlığa engel olamadım. "Cesur musun sen?" Başımı geri iterek ona bakmama neden oldu. "Kendini ne sanıyorsun! Sana ne dediysem onu yapacaksın!"
"Yapmayacağım! Bırak beni!" Her çırpınışımda baskısı arttı. "Yemeyeceğim! Git kendin ye orospu çocuğu!" Annem küfür ettiğimi duysaydı muhtamelen tüm mahalle boyunca beni kovalardı, ama sorun şuydu. Annem burda değildi.
Onun yerine karşımdaki canavarın sigara kokan nefesi yüzüme çarparken dolan gözlerim nefretle sol gözüne odaklanmıştı. Ona hakaret etmem sinirlerini bozmuş olacak ki elimin üstündeki baskı arttı. "Pezevenk evladı!" Büyük bir tehlikeyle bağırdı. "Burası senin şımarıklıklarının çekildiği, ananın koynunda nazınla oynandığı ev değil! Ye dediysem yiyeceksin!" Hızla başımı salladım iki yana. Burası benim evim değildi, burası annemin kolları değildi bunun farkındaydım.
"Yapmayacağım!" Haykırışım acı doluydu.
"Yapmayacaksın?" Aniden bir elini boynumun arkasına dolayıp beni dizlerimin üstüne itmesiyle ayağı elimin üstünden çekildi. Avuç içlerimi zemine bastırırken yüzüm saniyeler içinde yemekle aynı hizaya gelmişti. Zorlada olsa o yemeği bana yedirmeye kararlıydı. Dişlerimi sıkarken ellerimden destek alarak yüzümün yemeğe bulanmasını son anda engelledim.
"Ye şunu!" Bağırışı kulaklarıma dolarken boynumun arkasına yaptığı baskı her an artıyordu. "Hayır!" Küçük bir çocuğa kıyasla ona direniyordum.
"Pek cesursun değil mi?" Kulağımın yanına kadar eğilip fısıldadığı her kelime parmaklarımı avuç içlerime kıvırmama neden oldu. "Buraya geldiğin ilk gün sana bana itaat edersen canın yanmaz demiştim." Boynuma biraz daha baskı yaptığında dişlerim arasından titrek bir nefes kaçtı. "Ama görüyorum ki, kendimi pek açık ifade edememişim." Boştaki eliyle sigarasından bir nefes daha çekip onu üflediğinde dumanı burnuma doldu.
Ardından aynı rahatlıkla onu dudakları arasına yerleştirdi. Doğruldu ve elini çekti boynumdan. Ben her şey bitti sanarken karnıma yediğim sert bir tekmeyle kenara savurulmam bir oldu. Ağzımdan kaçan acı dolu bir iniltiyle kollarımı karnıma doladığımda soğuk zemin tenime baskı yaptı. Bana toparlanma fırsatı bile vermeden üstüme yürüyüp bir tekme daha geçirdiğinde o inilti bu sefer çığlığa dönüştü.
"Kes şunu!" Hâlâ yalvarmayı redderek ona bağırıyordum.
"Sana ne dersem onu yapacaksın!" Bir tekme daha geldiğinde ciğerlerime çektiğim hava kesildi ve öksürdüm. Ağzıma gelen kan tadı gözlerimin kapanıp açılmasıyla birleşti. Kaburgalarımı kırmaya niyet etmiş gibi durmadan karnıma geçirdiği birkaç tekmenin acısı bende büyük bir etki bırakıyordu. Yuttuğum kan artık midemi bulandırıyordu. Yine de ona boyun eğmeyecektim. Çünkü ben böyle büyümemiştim, nedenini bilmiyordum ama babam her zaman düşmanlarına boyun eğme derdi.
"Ne oldu?" Keyifli bir sesle sorarken sesli bir nefes çekti içine. "Artık konuşamıyor musun?" Bana acı çektirmekten zevk alıyordu. Karnıma sardığım kollarımla acı geçsin diye bekledim. Ama o acının asla geçmeyeceğinin farkındaydım, bugün değil. Bugün geçmeyecekti.
"Artık anlamaya başlarsın." Kıstı gözlerini ve yerde yatan bedenimi inceledi. "Anlamaya başlayacaksın Yavuz Payidar, bana itaat edeceksin." Kanımı kaynatan kelimeleri kulaklarıma dolarken zar zor açtım gözlerimi.
"Ben sana asla itaat etmeyeceğim!" Son gücümü toplayıp bağırdığım her bir kelime ona erişirken bu sefer attığı tekme yüzüme denk geldi. Burnumun kırıldığını hissederken gözyaşlarım bu darbeye dayanamadı.
Beni öldürmeye niyetli gibi attığı her bir darbeyle acım katlandı. Kendimi koruyacak gücü bile bulamadım. Yüzüme akan kanın soğukluğunu hissettim. Cehennem gibi yanan vücudumu bir tek kendi kanım titretti. Gözlerim kapanıp açılırken bir eli yakama dolandı. Üstümdeki yırtık olan tişörtü sıkıca kavrarken ben zorlukla açık tuttuğum gözlerle izledim onu.
"Bana itaat etsen iyi edersin çocuk." Sözleri tehlikeli bir fısıltıdan ibaretdi.
"Çünkü seni kurtaracak bir baban yok." Gözlerini kısarak yaklaştı yüzüme. "Bize bir can borcu vardı, ve borcunu ödemek için seni yem olarak önümüze attı." Tüm acıma rağmen sözleri kalbimi keserken dolan gözlerimden akan yaşlar yanaklarıma süzüldü. Babam gerçekten benden vazgeçmiş ola bilir miydi?
Ve aslında Mahir Payidar'ın vazgeçtiği her zaman Yavuz'du değil mi?
2024.
Hafsa Polatlı.
Hayatımın bir kez daha cehenneme döndüğü o noktalardan birindeydim. Benim canımı vereceğim adam, nikah masasında beni terkedip gitmişti. Ama şimdi tam karşımda, yüzü bile kızarmadan dururken ben bir adım geri sendelemekten kendimi alamadım. Buradaydı, kanlı canlı bir şekilde beni başka bir kadına tercih eden adam tam karşımdaydı. Nasıl böyle bir cesarete sahip olabilirdi? Nasıl tekrar karşıma çıkardı?
"Sen.." zorlukla ağzımdan çıkmayı başaran tek kelime buydu. Bana pişmanlık dolu bakışlarla bakıyordu, ama o bakışlar bende hiçbir duygu barındırmıyor aksine karşıma geçip bana böyle bakması daha çok midemi bulandırıyordu. Elimdeki poşetler yeri bulurken o bir adım attı bana doğru.
"Hafsa." İsmim ağzına artık hiç yakışmıyordu. "Konuşmamız gerek, bak konuşalım. Beni bir dinle-" şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken nasıl böyle rahat olduğunun şokundaydım.
"Seni dinleyeyim?" Sözlerini tekrarlarken sesimde büyük bir öfke vardı. "Seni dinleyeyim?" İnanmayarak sorduğum şeyle Tarık yutkundu sertçe. Eskiden aşkla baktığım gözlerine artık sadece nefretle bakıyordum.
"Hafsa lütfe-" sözünü kesen şey benim bağırışımı oldu.
"Senin neyini dinleyeyim lan ben!" Titreyen sesimle bağırırken sinirden ellerimde titremeye başlamıştı. Bağırışımı duyan Yavuz'un hızla bakışları bana döndü. Gözleri kısılırken neler olduğunu anlamaya çalışır gibi birkaç saniye izledi beni. Sonra tam karşımda duran Tarık'ı görmesiyle sanki bir anlık bakışları karardı.
"Hafsa!" Adım merakla ve birazda endişeyle ağzından çıkarken koşar adım yanıma yürüdü. Süleyman ve Zahir'de küçük adımlarla onu takip ederken ikisininde kafası karışmış gibiydi. Tarık Yavuz'u farkedince başını ona çevirdi. Aynı şüpheci bakışları onunda gözlerine erişti. Yavuz yanıma varır varmaz bakışlarını yüzüme çevirdi. Dolan gözlerimi görmek bile onu öfkelendirmeye yetti.
"Neler oluyor?" Başını Tarık'a çevirirken gözleri kısıktı. "Kim bu?" Her an üstüne atlayacakmış gibiydi. Veya da onu sadece bana bulaşan bir yabancı sanmıştı. Ben dolan gözlerimi kaçırmak ister gibi kapattım göz kapaklarımı. Titreyen ellerimi sıkıca yumruk yaparken ihanet duygusu bir kez daha vücuduma akın etmişti.
"Asıl sen kimsin?" Tarık suçlayıcı bir sesle sorduğunda gözlerimi açtım. Hâlâ hesap sorabileceğini hangi hakla düşünüyordu?
"Yenge rahatsız mı ediyor seni bu it?" Süleyman'ın sorusuyla sesli bir nefes verdim. "Bir şey var ise söyle, Hafsa." Zahir'de aynı şüpheyle sorarken başımı iki yana salladım. İkiside bir abi gibi bana sahip çıkmaya başlamıştı.
"Gidelim burdan." Yavuz'a baktım yalvaran gözlerle. "Lütfen." Kavga çıksın istemiyordum, bu saatden sonra bir saniyemi bile Tarık'a harcamak istemiyordum. İçimde ne bir sevgi kırıntısı vardı ne de bir sorgu sual isteği. Sadece ondan kurtulmak istiyordum.
Yavuz'un Tarık'ı terkeden bakışları bana döndüğünde kendine hakim olmak ister gibi yutkundu. Onu sakinleştiren tek şey benim yalvaran gibi izleyen gözlerimdi. Bir şekilde içindeki öfkesini dindiriyor onu sakinleştirmeyi başarıyordum. "Emin misin, Hafsa bak bir şey yaptıysa-" sanki bunun düşüncesi bile kanını kaynatır gibi yüzü sert bir ifadeye büründü.
"Hayır, gidelim lütfen." Titreyen sesimi bastırmaya çalışırken Yavuz göz ucuyla Tarık'a baktı, ardından bana. "Öyle diyorsan." Hâlâ burda dönen olaylardan rahatsız olduğunu anladım. Ama benim için durdu. "Emrin olur." Benim her bir sözüm sanki onun için bir emirdi.
Adım atmak isteyince Tarık geçti önüme. "Hafsa, konuşalım lütfen." Yalvaran sesini duymak beni daha fazla öfkelendirdi. Yavuz kaşlarını çatarak baktı ona. Artık bir yabancı olmadığı, beni tanıdığı açıktı. O an aklına her ne geldiyse hızla bana baktı sanki her şeyi yeni anlamış gibi gözleri tehlikeli bir bakışa sarıldı.
"O orospu çocuğu bu mu?" İfadesi kararken dişlerini sıkarak sordu. Ona baktım afallayarak ve koluna tutundum.
"Yavuz bir önemi yok, gidelim." Kasılan çenesinden içinde büyüyen öfkesini anlamak zor değildi. Yavuz'un Tarık'a zarar vermek istediğine adım kadar emindim. Ama bu istediğim son şey olurdu, iksinin birbirine girmesini istemiyordum. Ve mümkünse bir daha asla Tarık karşıma çıksın istemiyordum.
Süleyman ve Zahir olayı çoktan anlarken ikiside Tarık'ı izlemekle meşguldü. "Yenge Allah aşkına, bu tipi hıyara benzeyenle mi evleniyordun sen-" Süleyman yine açık sözlülüğüni konuştururken Tarık sert gözlerini ona çevirdi. Süleyman'ın söylediklerinden rahatsız olduğunu anlamak zor değildi.
Zahir hiç düşünmeden Süleyman'ın kolunu çimdikledi. "Kapa çenenu." Diye uyardı.
Süleyman yüzünü buruşturup kolunu tutarken gözlerini kısıp baktı Zahir'e. "Ne çimdikliyorsun lan? Soru sordum."
"Gidelim lütfen." Yavuz'un kolunu hafifçe çekiştirdiğimde onun yerinden kımıldamaya niyeti yokmuş gibiydi.
"Hafsa-" Tarık'ın sesini kesen şey Yavuz'un önüme adımlaması oldu.
"Onun adını bir kez daha ağzına alırsan-" İçinde büyük bir öfke vardı. Tarık boş bakışlarını Yavuz'a çevirdi.
"Naparsın?" Küçümseyici bir bakışla izledi Yavuz'u.
"Yavuz lütfe-" bu sefer onu ben bile durduramazdım.
"Dur bir Hafsa." Kolunu çekti benden ve birkaç adım atıp Tarık ile arasındaki boşluğu kapattı.
"Ne yapacağımı gerçekten görmek ister misin?" Sesi alçak bir fısıltıyla çıkarken endişeli gözlerim Tarık ile Yavuz arasında gidip geliyordu.
"Lütfen." Tarık alaycı bir ifadeyle onun gözlerine baktı. "Kim olduğunu sanıyorsun?" Kısık gözlerini bana çevirdi. "Hafsa kim bu, yokluğumdan istifade hemen başka birisini mi buldun?" O az önce bana ne demişti?
Beni başka bir kadın için terkeden bir adam, şimdi hayatıma kimi alıp almadığımı sorgulamaya hakkı olduğunu düşünüyordu öyle mi? Ben bunu öldürürüm!
Ben konuşmadan önce Yavuz bir elini Tarık'ın yakasına dolayarak onu kendisine çekti. "O çeneni kırmadan önce kapatmanı öneririm!" Tarık hiç korkmadan ona baktı soğuk gözlerle. İkisininde yüzünde aynı nefret ve tiksinti varken Yavuz'un gözlerinde başka bir ifade daha vardı. Bir koruma içgüdüsü, sanki bana vereceği en ufak bir zararda bile Tarık'ı parçalarına ayıracakmış gibi.
"Sen mi susturacaksın beni!" Tarık'ın alayla kısılan gözlerine meydan okuyan öfkeli bakışları vardı. Aynı Yavuz'un yaptığı gibi o da ellerini öne uzatıp bir çırpıda Yavuz'un yakasına dolayarak kendisine çekti onu. İkiside birbirine kızgın boğalar gibi bakarken biraz daha devam ederse burda kıyametin kopacağı hissine kapılmıştım.
"İnan bana susmak için bana yalvarırsın." Yavuz'un İmalı bir sesle irileşen gözlerini izledim. "İnan bana yalvarırsın, ama ben senin susmana izin vermem." Sesi tehlikeli bir fısıltıya dönüştü. "Denemek ister misin?" Bu hali benim bile içime korku salarken Tarık'ın saklamaya çalıştığı bir ürkeklik sezdim gözlerinde. Maalesef onu öyle iyi tanıyordum ki korktuğu zaman bunu anlamak benim için zor olmazdı.
"Hafsa." Bakışlarını Yavuz'dan ayırıp bana çevirdiğinde Yavuz hafif yana kayarak onun beni görmesini engelledi.
"Seninle ben konuşuyorum! O gözlerin bir kez daha karıma çevirirsen senin hayatını cehenneme çeviririm!" Yavuz bizi bir ateşin içine itiyordu.
Ama benden karısı diye bahsetmesine bu sefer karşı çıkmadım. Benim canım yandığı kadar, Tarık'ında canı yansın istedim. Tabii eğer hâlâ böyle şeyler onu incitiyorsa, ki bundan bile şüpheliydim. Tarık'ı bilmem, ama benim içimde ona karşı sadece nefret vardı. Sadece beni o masada bıraktığında çektiğim acıyı çeksin istiyordum.
"Karın?" Tarık şok dolu gözlerle Yavuz'a baktı. Şoku yavaş yavaş silinirken yerini öfke aldı. "Ne karısı lan! Ne saçmalıyorsun sen! Hafsa benim nişanlım!" Titreyen çenemi sıkarken nefret dolu bakışlarımı Tarık'a çevirdim.
"Ben senin nişanlın filan değilim!" Onun yüzüğünü ahşap evde fırlatıp atmıştım. Ve bir daha asla parmağıma takmaya niyetim yoktu.
"Duydun!" Yavuz Tarık'ı yakasından tuttuğu gibi geri itti ve yerinde sendelemesine neden oldu. Tarık'ın refleks olarak elleri Yavuz'un yakasından çekildiğinde dengesini zar zor sağladı. Tarık'ın siyah gözlerini büyük bir öfke bürümüş kahverengi kaşları çatılırken elmacık kemikleri sıktığı çenesinden dolayı daha belirgin hale gelmişti.
Yavuz'a baktığımda yerinden bir adım kımıldamıyordu. Tarık'ın bana karşı yapacağı her hamleye hazırdı. Geri adım atmıyor yanımdan bir saniye olsun ayrılmıyordu. Ağlamıyordum, çünkü gözümden akan tek bir damla yaşın bile Yavuz'u tetikleyeceğine adım kadar emindim. "Hafsa ne saçmalıyor bu piç kurusu!" Tarık sesini yükselterek bana bağırdığında dolan gözlerimi sıkıca kapatıp geri açtım.
"Piç sensin ulan şerefsiz." Süleyman tiksinir gibi izledi Tarık'ı. "Defol git, ha uzuvlarına ayrılmak istiyorsan o ayrı tabi." Kayıtsızca indirip kaldırdı omuzlarını. "O işle bizzat Zahir'ciğim ilgileniyor." Zahir soğuk bakışlarını Tarık'ın üstünde tutarken Tarık alaycı bir nefes çıkardı burnundan.
"Sahipinizle konuşuyorum, siz ısıran köpekler gibi neden ortaya atlıyorsunuz ki? Tasmanız mı boş oğlum sizin?" Yavuz'un tek kaşı havalanırken gözlerine soğukluk erişti. Sanki korumalarına laf atması onun sinirlerini bozmuştu. Ve ben o an anladım. Yavuz için Zahir ve Süleyman bir korumadan ibaret değildi, birinin onların hakkında kötü konuşması bile bu kadar çok sinirlerini bozduysa daha fazlası oldukları her hallerinden belliydi.
Bir an üçüde bakıştı, Süleyman sanki keyiflenir gibi olanları izlerken Zahir usulca başını eğdi omzuna. Yavuz bu sessiz konuşmanın ardından ileri bir adım atıp gayet keyifli bir şekilde Tarık'ın yüzüne yumruk geçirdiğinde şokla dudaklarım birbirinden aralandı.
"Yavuz!" Dediğimde bana döndü.
"Bir şey yok yavrum, konuşuyoruz sadece." Genişleyen gözlerle ona baktım. Çok normal bir sohbetin ortasındaymışız gibi eğleniyordu içinde olduğumuz durumla.
"Ona vurdun! Onunla konuşmuyorsun!" Tarık'a olanlar umrumda değildi, ama şiddete her şekilde karşıydım.
"Anladığı dilden konuşuyorum." Dedi Yavuz omuzlarını silkeleyerek. Ve çoktan yere düşüp de darbenin etkisiyle burnunu tutan Tarık'a döndü. Tarık öfke saçan gözlerle Yavuz'a bakarken doğrulmak için dirseğinden yardım aldı. Ama Yavuz vakit kaybetmeden ayağını Tarık'ın göğsüne bastırarak onun geri uzanmasına neden oldu.
Tarık yerinden kalkmak isterken Yavuz onun göğsüne daha sert baskı uyguladı. "Şimdi kendin defolup gidiyor musun, yoksa burda değerli vaktimi biraz daha seninle harcamam mı gerekiyor? Çünkü tüm bunların aksine karımla eve dönüp zaman geçirmeyi tercih ederim." Dudaklarında alay dolu bir tebessüm, gözlerinde tehlikeli bir adamın bakışları vardı. Yavuz'un bu yüzünü hiç görmemiştim, ama öfkeli olduğunda nerdeyse sadist bir insan gibi davranıyordu.
Yanılmıyordum, Yavuz'un içinde babasından taşıdığı bir parça vardı. Öfkelendiği zaman ortaya çıkan, ve hiçbir şeyden çekinmeyen bir kişilik vardı içinde. Merhameti annesiydi, ama öfkesi Mahir Payidar'dı. Bundan korkmalımıyım, yoksa beni koruduğu için sevinmelimiyim anlayamıyordum. İçimdeki duygularla savaşıyordum.
"Ona karım deme!" Tarık hâlâ diretmeye devam ederken Yavuz'un tek kaşı havalandı alayla. Hafifçe öne eğilirken sol kolunun dirseğini Tarık'ın göğsüne bastırdığı bacağının dizine yerleştirdi.
"Bana ne yapacağımı sen mi söyleyeceksin?" Alaycı ifadesi silinirken ayağını çekti ve dikleştirdi omuzlarını. Sert bakışları Tarık'ın haraketlerini izlerken kendisine zar zor hakim oluyormuş gibiydi.
"Elimden bir kaza çıkmadan önce s*ktrip gitmen için sana beş saniye veriyorum. Zira alacağın kırık bir burundan daha fazlası olacak." Tarık uzandığı yerden sırtını doğrulturken hafifçe geri çekildi yerde sürünerek. Ayağa kalkarken Yavuz'un attığı yumruk yüzünden burnundan dudağına kan akıyordu.
"Seninle konuşmadan gitmiyorum!" Yavuz'a bakmayı es geçip benim gözlerime bakarken ben onun gözlerine bakmayı reddettim. Sanki tüm bu girişimleri Yavuz'un tüm sinirlerini alt üst etti. Kehribar gözlerine soğukluk erişirken çenesi kasıldı.
"Ulan sen benim dediklerimi anlamıyor musun!" Vakit kaybetmeden Tarık'ın yüzüne başka bir yumruk geçirdi ve onun geri sendelemesine bile bu sefer izin vermeden elini yakasına doladı. "Sana gözlerini karımdan uzak tut dedim!" Tarık bu sefer geri durmadan yumruk atmak için kolunu kaldırınca Zahir öne atılarak tuttu onu.
"Adil oyanamayi hiç sevmeyuriz bileyimisun?"
Tarık ne diyorsun der gibi Zahir'e bakarken Süleyman güldü alayla. "Kısaca diyor ki, üçe karşı birsin koçum hiçbir şansın yok, ve biz ağzını burnunu kırmaktan hiç çekinmeyeceğiz." Tarık öfkeyle gözlerini onların üstünde gezdirdi. Gerizekalı değildi, üç kişiyle kavgaya girerse hele ki Yavuz'un öfkesini körüklerse bu işin sonu hastanede bitecekti.
Kabaca çekti kolunu geri. Ve bir adım arkaya atarak burnundan akan kanı kolunun tersiyle sildi. "Konuşacağız Hafsa!" Dedi son kez gözlerime büyük bir öfke ve hayal kırıklığıyla bakarak. Benim ona kırgın olmam gerekirken sanki onu aldatmışım gibi davranması tüm kanımı kaynatıyordu. Elimde olsa ona acı çektirmek için her şeyi yapardım, çünkü Tarık beni bir cehennemin içine bırakarak arkasına bakmadan başka bir kadının kollarına gitmişti.
Neden dönmüştü bilmiyordum, o kadınla arasında ne olduğunuda merak etmiyordum. Mümkünse tek istediğim bir daha asla karşıma çıkmamasıydı. Tek hissettiğim o nikah masasında tek başıma kalırken ki yalnızlık ve ihanet duygusuydu. Gözlerimden birkaç damla yaş firar etmeye çalışırken hızla başımı gökyüzüne kaldırarak durdurmaya çalıştım onları. Yavuz'un bakışları yüzümü bulur bulmaz tüm öfkesi bir anda silinip yok olmuştu.
"Hafsa." İsmim artık Yavuz'un ağzına daha çok yakışıyordu. En azından o beni kırmaz, beni incitmezdi. Gözyaşlarımı farkeder farketmez adımlarını önüme attı. Zahir ve Süleyman sessizce bizi izlerken Yavuz bir elini kaldırıp gözyaşlarımı silmek istedi. Ama parmak eklemlerine bulanan kanı farkettiğinde geri indirdi. Beni elinin kanıyle kirletmek istemedi.
"Ağlama." Diye konuştu içi gider gibi ve başını hafifçe eğerek gözlerime baktı. Kehribar gözleri az önceki tehlikeli adamı yakıp yok etmiş onun yerine yine bana küçük bir kız çocuğuymuşum gibi bakan adam geri gelmişti. "Ağlama Hafsa." Temiz olan elini kaldırıp baş parmağıyla nazikce sildi yanağıma akan gözyaşını.
"Ağlamıyorum." Dediğimde sesim titriyordu.
"Ağlamıyorsun?" Diye sordu inanmayarak. "Bunlar ne peki?"
"Gözyaşı." Dedim somurturken.
"Sana hiç yakışmayan gözyaşları." Bana ağlamayı hiç yakıştırmadığını bakışlarından anlıyordum.
"Çok boş konuşuyorsun." Dediğimde hafifçe saçlarımı geri itti. "Konuşturanlar utansın." Sözleri aklımda tekrarlanırken beni bulduğu ilk gün geldi aklıma. "Utansın bakalım." Diye karşılık olarak çıktı kelimeler ağzımdan.
******
Tarık arabasına binip uzaklaştıktan sonra bizde arabaya binmiştik. Süleyman ve Zahir yere düşürdüğüm poşetleri alıp arabaya taşımıştı. Yol boyu Yavuz ağlayıp ağlamadığımı kontrol etmek için sürekli beni izlemiş, durmadan beni güldürmeye çalışmıştı ki bunu başarıyordu.
Arabada onunla sohbet ediyorduk. Gözleri ara bir dışarıda geziniyor geri bana dönerken güven veren bakışlarını yüzümde tutuyordu.
"Zahir dur." Dedi Yavuz, dışarıda ne farkettiyse Zahir'e seslendi. Zahir ayağını frene basarak durdu ve başını hafifçe arkaya çevirdi.
"Ne oldu Yavuz?" Anlam veremeyen bir sesle sorduğunda Yavuz arabanın kapısını açarak indi aşağı. Ben yüzümdeki gülüşle onu izlerken Zahir ve Süleyman'da anlam veremeyen bakışlarla meraklıydılar.
Yavuz yolun kenarına geçti, orda pamuk şeker satan bir amcaya yakınlaştığını görmek hem içimdebir çocuk neşesine hemde yanaklarımın kızarmasına neden oldu. Sırf beni mutlu etmek için pamuk şeker mi alıyordu? Süleyman ve Zahir'in kıkırdamalarını duyunca onlara baktım hızla.
"Yenge sen ne yaptın bu adama?" Süleyman'ın sorusuyla yanaklarım daha çok kızardı.
"Pamuk şeker mi alayi ula o?" Zahir şok dolu bir kıkırdama çıkarırken Süleyman güldü. "Biraz sonra evede gül buketleriyle gelir bu hanımcı."
"Delikanluluğun kitapuni yazmuş adam." Zahir keyifle söylendi.
"Ve o kitapı büküp bir çöp kutusuna atan yenge hanım." Diye devam ettirdi onu Süleyman.
"Susarmısınız acaba?" Dedim kızaran yanaklarımla ve öfkeli sesimle.
"Biz susalımda Yavuz abi pek susana benzemiyor." Süleyman beni utandırmaya devam ederken gözlerimi kısıp dikiz aynasından baktım onlara.
"Yavuz sizi uzun bir süre bir göreve filan mı gönderse acaba?" Suçlar bir sesle konuşunca ikiside birbirine bakarak kıkırdardı.
"Yenge bizim başımız Hafize ana ile dertte zaten, o bize yeterli bir görev daha fazlasına gerek yok." Sesli bir nefes vererek gözlerimi tekrar yol kenarına çevirince elinde pamuk şekerle buraya gelen adamı izledim. Şu an hem yerin dibine girmek istiyordum, hemde çok hoşuma gitmişti. Ve tüm bunların aksine pamuk şeker tadını sevdiğim bir şekerlemeydi. Yavuz kapıyı açıp yanıma oturunca elindeki pamuk şekeri bana uzattı.
"Al bakalım." Kızaran yanaklarımla onu izlerken hareleri yanaklarıma takıldı. Ardından güldü ve pamuk şekeri ileri doğru uzattı.
"Alacak mısın? Yoksa eriyip ellerime yapışmasını mı izleyeceksin?" Alt dudağımı içeri kıvırırken yerinde kıpır kıpır olan bir çocuk gibi aldım pamuk şekeri ondan. Bir an için her şeyi unutmuştum çünkü tatlı şeyler bana her şeyi unuttururdu. Yavuz küçük bir çocuk gibi paketi açmamı izlerken Süleyman ve Zahir dikiz aynasından bizi izliyordular.
"Gülmeyin." Dediğimde ikiside gülmemek için zor duruyordular. Ama aynı anda ikisininde ağzından bir kahkaha kaçınca Yavuz'a baktım. "Ya Yavuz bir şey desene adamlarına!" Yavuz'a baktığımda o da gülmemek için zor duruyor gibiydi. Ama öfkeli ifademi görünce hızla Zahir ve Süleyman'a baktı dikiz aynasından.
"Dönün lan önünüze." Sesini sert çıkarmaya çalıştı, ama hiç başarılı değildi. Çünkü bu halim onunda komiğine gidiyordu.
"Önümüzdeyiz abi." Süleyman alayla konuşurken Zahir başını salladı iki yana ve vitesi geri çekerek ayağını gaza bastı. Ben pamuk şekerden bir ısırık alırken Yavuz beni izlemekle meşguldü.
"Teşekkür ederim." Diye fısıldadığımda çocuksu ifademe kıyamıyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde.
"Teşekkür etme." Süleyman ve Zahir'i es geçerek hafifçe bana doğru eğildi. "Ve biliyor musun, dünyada ki en güzel şeyleri hakediyorsun." Bunu söylerken sesinde küçük bir kırılganlık sezdim. Sözleri kalbimi bir kez daha hızlandırırken omuzlarımı hafifçe kendime çekerek utangaç bir tebessümle bir ısırık daha aldım elimdeki pamuk şekerden.
"Sana sadece gülmeyi yakıştırmıyorum Hafsa." Yumuşak bir tınıyla mırıldandı. "Yüzüne yakışanı, sana yaşatmak istiyorum." Sözlerinin derinliğini hissettiğimde sertçe yutkundum.
Böylesine güzel cümleler kurmayı nasıl başarıyordu?
Gözlerim onun yüzüne takılıp kalırken bakışlarımda oluşan hayranlığa engel olamadım. Ben ilk kez Yavuz'un bana her zaman baktığı o bakışla izledim onu. Hayrandım. Ben ilk kez bugün Yavuz'a hayran olmuştum, bir şekilde derimin altına girmeyi başarıyor kalbimi ısıtacak kelimeler kurmayı başarıyordu. Bana dokunmaktan bile korkan bir adam, bana kıyamayan, beni ölümüne koruyan.
Yavuz Payidar.
Bugün kalbim senin için çarpmıştı. Çünkü biliyordum, sen beni asla yarı yolda bırakmazdın. İçimdeki bu karmaşık duygular neydi bilmiyordum, ama ben ilk kez bir adama hayrandım işte onu biliyordum.
Gözlerimi zar zor ondan ayırmayı başarınca dudaklarıma haps olan tebessüm genişledi. Yavuz yaslandı arkasına ve o da zar zor bakışlarını çekti yüzümden. Ara bir ona kaçamak bakışlar atarken elimdeki pamuk şekeride yemeye devam ettim.
*****
Sonunda eve varmayı başardığımızda Yavuz'la beraber poşetleri odaya taşımıştık. Banyoda hızlıca üstümü değiştirip beyaz kazak ve altına kahverengi bir pantolon geçirmiştim. Onun yardımıyla kıyafetleri geniş dolapa yerleştirirken kendi kıyafetlerini dolapın bir köşesine toplayarak bana da odasında yer açmıştı. Poşetten çıkardığı kazakla bana döndü.
Bu kazağa her baktığında yüzünü buruşturuyordu. Sanki onun için neden böyle bir şey seçtiğime anlam veremiyordu, normalde olsa bunu asla yapmazdım ama sırf Yavuz'un sinirlerini bozmak için ona böyle bir kazak seçmeyi tercih etmiştim. Bakışları çok komiğime gidiyordu, sanki hayatı sorgular gibi önce kazağa sonra bana baktı.
"Başım fena dertde." Dedi alayla. "Daha evlenmeden bana kalpli kazaklar aldıysan, herhalde evlendikden sonra ayı kostümüde giydirirsin sen bana." Rahatsız gibi çıkan sesiyle onu bir ayı kostümünün içine hayal etmek dudaklarım arasından bir kıkırdamanın kaçmasına neden oldu.
Elinde tuttuğu kazakla bakışırken küçük bir kız çocuğu gibi baktım ona. Kırpıştırdım kirpiklerimi ve turkuaz harelerim diktim onun kehribar gözlerine.
"Ben hiç kocacığıma öyle şeyler yapar mıyım?" Bu sefer bende katıldım onun oyununa. Ama o bunu gayet ciddiye almış gibi hızla harelerini bana çevridi.
"Kocacığıma ha?" Tek kaşı havalandı çapkın bir şekilde. "Kocanız mı oldum hanımefendi? Pek bir meraklıydın kaçmaya."
Ben cevap vermeden kendi sorusunu kendisi cevapladı. "Haklısın sende, neyim eksik? Yakışıklıyım, karizmatiğim, aşk desen bende, romantiklikde bir numarayım." Kendini övmeye gerçekten bayılıyordu değil mi bu adam?
Söylediklerinde ciddi olmadığının farkındaydım ama biz ikimizi sanki atışmayı seviyorduk. Bir şekilde birbirimizi güldürmeyi başarıyor, anlamsız konulardan bahsederek eğlenecek bir şeyler buluyorduk.
"Bir gün o egon sönecek, ama ne zaman merak ediyorum." Dedim elimdeki kıyafetleri gardoropa asarken homurdanarak. Kehribar gözleri beni izlerken sessizce kıkırdadı ve elini daldırdı kahverengi saçlarına.
"Ego mu?" Çatıldı kaşları. "Bunlar gerçekler." Bu adam kendisine aşıktı herhalde.
"Çok merak ediyorum aynaya baktığın zaman da kendine böyle iltifatlar ediyor musun?" Ellerimi belime koyup gülmemek için zor dururken dudağının kenarı yukarı kıvrıldı.
"Benim kendime iltifat etmeme gerek yok ki, mahalleye insem yetiyor."
Bak şuna!
"Ha öyle mi?" Dedim kaşlarım havalanırken. "Kimler iltifat edecekmiş sana o mahallede?"
Keyifle yasladı omzunu gardrop kapağına ve bana göz kırptı. "Ne oldu karıcığım? Kıskandın mı?" Bana karıcığım diyerek sinirlerimi bozmaya çalışıyordu, ve başarısız değildi. Onu kıskandığımı mı düşünüyordu? Bu adam delirmiş olmalıydı.
"Ne kıskanıcam? Seni mi kıskanıcam? Yok artık!" Küçük bir çocuğun yaramaz bakışlarıyla beni izlerken ben yataktan diğer kıyafetler almak için oraya yürüdüm. Hareleri odanın içindeki haraketlerimi takip ederken başını yatırdı omzuna ve kıstı gözlerini keyifle.
"Karım beni çok seviyor." Sözleri öfkemi körüklerken hızla yatağın üstüne eğildim. Kaptığım yastığı ona fırlattığımda yüzüne çarpmadan önce hızla kenara kaçtı. "Senin cidden şiddete meylin var!" Sahte bir şekilde beni azarlarken bu sefer onun sinirlerini bozma sırası bendeydi. Masum bir şekilde kırpıştırdım gözlerimi.
"Kim ben?" Yataktan aldığım kazaklarla gardropa yürüdüm. "Ben kimseye şiddet uygulamam, tabii sinir bozucu adamlar hariç." Devirdi gözlerini ve eğilip yerden yastığı alarak onu bana fırlattı. Resmen çocuk gibi yastık savaşı mı başlatacaktı? Ben bu adamı anlayamıyordum.
Bazen çok ciddi, bazense çocuksu bir adama dönüşüyordu. Yüzüme çarpıp yere düşen yastıkla sıkıca kapattım gözlerimi. İçimden birkaç dakika sabır diledikten sonra yastığın çarpma sonucu yüzüme dağılan saçlarla baktım ona.
"Eyvah eyvah." Dedi alayla hayıflanır gibi. "Şişti gene yanakların." Bu adam bana Allah'ın sınavıydı orası kesindi. Kazakları bıraktım gardropa ve yerdeki yastığı alıp geri fırlattım. "Sinir bozucu bir adamsın Yavuz!"
Yastığı havada kaparak onu geri fırlattı bana. "İltifat mıydı bu güzelim?" Beni deli ediyordu!
"Sana bir iltifat ederim Yavuz!" Alayla güldü.
"Sabaha kadar dinlerim, zira gururumun okşanmasını çok seviyorum." Öfkeyle söylene söylene önüme döndüğümde Hafize hanımın sesini duyduk.
"Yemek hazur!" Diye bağırdığında saat 1-e geliyordu. Sabah ettiğimiz kahvaltıdan pek memnun olmadığı için bu sefer ailecek o masaya oturmak istemişti. Ama ben Mahir Payidar'ın olduğu bir sofraya nasıl oturacaktım? O adam resmen benden nefret ediyordu. Elinde olsa beni hiç düşünmeden babamın ellerine bırakmaya hazır gibiydi.
"Yavuz sen in." Dedim ona bakarak dolabın kapağını kapatırken. "Ben aç değilim zaten."
Yüzündeki neşe silinirken çattı kaşlarını. "Saçmalama Hafsa, sende geleceksin." Hızla başımı salladım iki yana.
"Hayır Yavuz, o masaya oturursam kavga çıkacağını ikimizde çok iyi biliyoruz."
Yavuz afalladı ve adımlarını yanıma götürerek durdu önümde. "Hafsa, babam sana hiçbir şey yapamaz. Sen o masaya benimle oturacaksın, ve yine benimle kalkacaksın. Kimsenin sana tek kelime etmesine izin vermem ben."
Güven veren bakışlarını dikti gözlerime. "Benim yanımda hiçbir şeyden korkmana çekinmene gerek yok."
Sözleri bir nebzede olsa kendimi iyi hissetmeme neden olurken kuruyan dudaklarımı ıslattım. Birkaç saniye düşündüm, Mahir bey beni görmek bile istemiyorken masasına otursam kim bilir kafasında neler düşünecekti, beni rahatsız etmek için muhtemelen her yolu deneyecekti.
"Hafsa." Yavuz sakin bir tınıyla konuşurken elini indirdi aşağı ve elimi tuttuğunda önce birleşen ellerimize ardından ona baktım. "Kim ne derse desin, bu sahte bir evlilik bile olsa sen benim karım olacaksan kimsenin sana dil uzatmasına izin vermem." Onun korumasına ihtiyacım yoktu, ama yanımda olduğunu hisettirmesi beni bir şekilde mutlu ediyordu.
"Başka bir hayatda karşılaşsak, seninle çok iyi arkadaş olurduk biliyor musun?" Dedim yumuşak bir tınıyla. Gerçekten başka bir hayatda, Yavuz çok iyi bir arkadaş olurdu.
Sanki bir şeyler ona zor geliyormuş gibi yüzündeki tebessüm seğirdi. Ve Yavuz dudaklarındaki tebessümü yerinde tutmak için her bir zerresini zorladı. Ardından zorla gülerek salladı başını.
"Şimdi arkadaş olamaz mıyız diyorsun?" Kendinden bir şeyleri zorlar gibi gözlerimi izlerken dudaklarımı küçük bir tebessüm çekiştirdi.
"Eninde sonunda iki yabancı olacaksak, ikimizde buna alışmasak daha iyi olur." İki yabancı kelimesini duyar duymaz yüzündeki tebessüm silindi. Adem elması yukarı aşağı haraket ederken zorlukla yutkundu.
"Eninde sonunda.." mırıldandı acısını gizlemeye çalışır gibi. "İki yabancı ha?" Elimi tutuşu gevşerken sanki bir şeylerden vazgeçer gibi baktı gözlerime. "Hafsa, bu kadar çok mu istiyorsun gönlüm de yabancı olmayı?" Sorusu omurgamdan aşağı bir ürpertinin inmesine neden olurken bu sefer bakışları donuklaşan bendim.
Sözleri kalbime bir sızı yerleştirirken harelerim onun cevap bekleyen kehribarlarıyla kesişti. Sanki evet dersem hemen burda elimi bırakacakmış gibiydi, dudaklarım arasından çıkacak iki kelimeyi beklerken canının yanacağını hissediyormuş gibi izliyordu yüzümü.
"Kader bizi iki yabancı yapmaya çalışıyorsa, gönlün karşı çıkabilecek mi buna?" Omuzları hafifçe çökerken hayal kırıklığıyla baktı bana.
"Sen gönlüme yabancıysan, kader ne yapsın Hafsa?"
Sen beni kabul etmedikden sonra, kaderin suçu ne?
Bana bunu söylemek istiyordu. Boğazımın kuruduğunu hissettiğimde kalbim sıkıştı. Sözleri bir cam misali yüreğime batarken usulca çektim elimi elinin içinden. O benim elimi bırakmadı, ama ben onun elinden kendi elimi çekip aldım. Bize dair bir umut varsa, bu olsun istemedim. Yavuz eğer bir gün beni gönlüne misafir ederse, bunu yapsın istemedim. Ben onun gönlünde bir yabancı, o da benim gönlümde bir yabancıydı.
Sonunda bakışlarını gözlerimden çekti ve boğazını temizledi. "İnelim hadi." Dedi kapıya yürürken. Sesli bir nefes verdim ve bende takip ettim onu. Odadan çıkar çıkmaz bize doğru 6-7 yaşlarında bir kız çocuğu koştu. "Abi!" Gülerek Yavuz'ın bacağına yapışınca Yavuz gözlerine erişen şefkatle aşağı eğilip aldı kızı kollarına. Küçük kız kardeşi Özlem olmalıydı bu. Sabah Hafize hanım onu okula hazırlarken adıyla seslendiği için duymuştum Özlem'in adını.
"Cimcime." Dedi onu taşıdığı için sesi biraz boğuk çıkarak. "Nasılsın bakalım?" Özlem gülerek doladı kollarını Yavuz'un boynuna. Neşeli gözleri beni bulunca masmavi harelerinde derin bir merak vardı. Sapsarı saçları açıktı ve omuzlarının biraz aşağısına dökülüyordu. İlk okula giden bir kız çocuğu olduğu açıktı.
"Saçların çok güzel!" Hayran bir şekilde sırtıma uzanan saçlarımı gösterdiğinde güldüm.
"Teşekkür ederim, seninkilerde öyle." Özlem hızla çevirdi başını abisine.
"Annem bu abla gelinim dedi! Doğru mu?" Yavuz alayla baktı bana ve göz kırptı.
"Sultanım öyle demişse, öyle." Hafize hanım benden gelini diye bahsetmekten hiç çekinmemişti.
İçimi ısıtmıştı, Hafize hanım gerçekten kalbinde büyük bir anne şefkati taşıyordu. Düğünde terkedilmiş bir kız olsam bile bunu umursamıyor ve beni kızı yerine koyuyordu.
Özlem hızla döndü bana. "Adın ne senin?" Meraklı bir sesle sorduğunda ona yumuşak bir tebessüm sundum.
"Hafsa." Tatlı ifadesiyle beni izlerken çocuksu halleri kalbimdeki sıcaklığa sıcaklık kattı. "Sende Özlem olmalısın?" Yavuz'un kollarındaki kız başını salladı hızla.
"Öyleyim!" Ardından abisine döndü. "Abi gelinin güzelmiş!" Yavuz bir kahkahayla attı başını geri, terasta yürümeye başlarken bende onun yanında yürüdüm.
"Öyle." Gözlerini çevirip hayran bakışlarla baktı bana. "Çok güzel." Büyük bir ciddiyetle söylediği her söz yanaklarımı kızartmadan önce hızla döndüm önüme.
"İdul kızım ne gerek vardi buna şimdu?" Merdivenlerin ucuna gelirken Hafize hanımın sesini duyduğumuzda kaşlarım çatıldı. İdil kimdi?
"Bırak kız işuni yapsın Hafize." Mahir bey'in sesini duymak beni gererken Yavuz'a baktım. İdil denilen kızın sesini duyar duymaz kaşları çatılmıştı. Olduğu duruma bir anlam veremiyordu, ama aniden aklına ne geldiyse "Kahretsin.." diye bir isyan çıktı dudaklarından.
Özlem'i yere bıraktı. "Aşağı in abicim, geliyoruz bizde." Özlem birkaç saniye şüpheli gözlerle baktı bize, ama ardından basamakları dikkatle inerek alt kata ulaştı. Benim gözlerim Yavuz'u izlerken harelerini bana çevirdi.
"Senden tek bir şey isteyeceğim, aşağıda ne olursa olsun hiçbirini dikkate alma." Sözleri kafamı karıştırırken anlam veremeyen bakışlarımı onun gözlerine diktim.
"Yavuz neler oluyor?" Sesli bir nefesle elimi tuttu.
"Babam bir kıskançlık oyunu oynayacak gibi duruyor." Dediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. Ama daha fazla soru sormadan onu takip ettim. Merdivenleri inerek aşağı ulaştığımızda orta yaşlı bir kadın ve genç bir kızı farkettik. İdil dedikleri kız bu muydu? Turuncuya dönük saçları vardı, zümrüt yeşili gözleri. Üstünde normal bir kazak altında da gündelik bir pantolon vardı.
Gözleri Yavuz'u bulur bulmaz yüzüne bir tebessüm yayıldı. Bu tebessümde neyin nesiydi böyle?
Ardından bakışları ellerimize kaydı. Yavuz'un benim elimi tuttuğunu görmek sanki onu büyük bir bozguna uğrattı. Elinde tuttuğu tabağı biraz sıkarken yanındaki kadın onun kolunu hafifçe çekiştirdi. "Ne var ana?" Fısıltıyla sorunca yanındaki kadının annesi olduğunu anladım.
Annesi ona uyarı dolu bakışlar atarken ardından bize döndü. "Yavuz nasulsun oğlum?" Diye sorduğunda Yavuz şüpheli bakışlarını bir kenara bırakıp usulca salladı başını.
"İyiyim Kübra teyze. Siz?" Birlikte masaya yürürken İdil denen kızın bakışları rahatsız edici bir derecede Yavuz'u izliyordu.
"İyiyuz bizde." İdil cevap verince annesi afallar gibi bir nefes verdi. "Sen nasulsun, tarlalarada gelmiyisin hiç." Sen mi? Ne ara senli benli konuşur oldu bunlar? Bu kız kimdi? Ve neden Yavuz'a böyle bakıyordu? Aman! Bana ne? İyide kimdi bu kız!
"Öyle." Masaya vardığımızda Yavuz oturmam için bir sandalye çekti. Mahir bey'in gözleri yargılar bir bakışla beni takip ederken bende oturup bakışlarımı ona diktim. Bu adamdan korkacak değildim, açıkça beni ürkütmüyor sadece biraz geriyordu. Sanki cesaretim onu şaşırtmış gibi kıstı gözlerini.
Her şeyin aksine ben ona bir tebessüm ederken tek kaşı havalandı. Büyüklerime saygısızlık etmezdim, benden nefret etse bile bu beni alâkadar etmezdi. Ben yine saygımı korurdum.
"Vaktim yok tarlaya uğramaya." Yavuz düz bir sesle konuşurken yanıma oturdu. Dönüp İdil'e bakmıyordu bile. Ama bu hiç bakmayacağı anlamına gelmezdi değil mi? Sonuçta bizim evliliğimiz sahte olacaktı. Ya bakarsa? Kendine gel Hafsa sana ne?
"Siz?" Dedi Yavuz tek kaşını kaldırıp. "Misafirliğe mi geldiniz?" Bunları sorarken masadan bir bardak su alıp dudaklarına götürdü onu. İdil'e değilde babasına bakıyordu.
"Mahir bunlaru işe aldi." Hafize hanım rahatsızlığını gizleyemiyordu. "Ha artuk konakta çaluşacaymişler." Yavuz'un içtiği su boğazına takılır takılmaz endişeyle döndüm ona. Öksürerek göğsüne vurdu elini birkaç kez.
"Yavuz-" ben ağzımı açmadan önce İdil endişeyle elini Yavuz'un sırtına vurunca kaşlarım çatıldı.
"İyi misun?" Diye sorunca masanın altında duran elimin yumruk olmasına engel olamadım.
Yavuz bir elini kaldırıp sorun yok der gibi başını sallarken rahatsız bakışlarını babasının gözlerinden ayırmıyordu. Artık Yavuz'un ne demek istediğini daha iyi anlıyordum. Mahir bey sırf beni kıskandırmak için bu kızı evine mi almıştı? Yok artık bu kadarınada pes.
"Bizim işçiye ihtiyacımız yoktu." Sert bir sesle kelimeler çıktı Yavuz'un ağzından.
"Niye yokmuş?" Mahir bey tabağındaki etten bir çatal alıp onu ağzına atarken keyifle konuştu. "Gelin geliyor evumize, haliyle düğin telaşu ha sonra çoluk çocik." Yavuz'un dikine gider gibi konuşunca onu rahatsız etmeye çalıştığını anladım. "Yardum edar."
"Karıma ben yardım ederim." Yavuz soğuk bir sesle mırıldandı. "Kimseye gerek yok." Benden karım diye bahsettiğinde İdil'in sertçe yutkunduğuna şahit oldum. Bu kız Yavuz'a mı aşıktı? Acaba benden önce aralarında bir şey mi vardı?
"Sen şirketle ilglenecesun." Mahir bey kayıtsızca konuştu. "Yedi yirmu dört karunun peşunde koşmayacasun ya, erkek adamsun işlerun var."
"Karımdan daha önemli bir işim yok." Beni böyle savunmaya devam ettikce babasının soğukkanlılığı bozuluyordu. Onun aksine Hafize hanım hiç rahatsız olmadan oturdu masanın başındaki sandalyeye. Büyük bir masaydı, üstü yemeklerle donatılmışdı. Masanın başındaki sandalyenin solunda hemen ben vardım. Elini elimin üstüne koyup bir iki kez hafifçe vurduğunda bu olanları umursama der gibiydi. Her şeyin o da farkındaydı.
Masadaki derin bir sessizlikten sonra İdil ve Kübra mutfağa dönmüştüler. "Cafer nerde ana?" Yavuz annesine bakarak sorduğunda ağzındaki lokmayı çiğniyordu. "Siz alışveruşteyken uğradi, acele bir hali vardu Tufan'la buluşacam dedu gittu Valla." Kaşlarımı çatarak döndüm Hafize hanıma.
"Abimle mi?" Dediğimde ağzındaki lokmayı yuttu ve usulca salladı başını. "İşleru varidur herhalde." Abimle Cafer'in dostluğunu bu olaylar olmasa hiç farketmeyecektik. Meğersem günlerinin çoğunluğu birlikte geçiyordu. Abimin birkaç arkadaşı dışında kimseyi tanımazdım.
******
Yemekten sonra o günü konakta geçirmiştik. Akşam olunca alt katın geniş salonundaydık. Yavuz Özlem'i kucağına oturtmuş onun derslerine yardım ederken bende sessizce onları izliyordum. Mahir bey ve Hafize hanım dışarıda terasta kahve içeceklerini söyleyip ayrılmışdılar. Sadece bahçede değil, konağın geniş salonunda da bir yemek masası vardı.
Çoğu çekmecelerin üstü çeyiz işlemeleri ile örtülmüştü. Eski bir ev gibiydi, huzurun olduğu bir ev gibi. Özlem Yavuz'un bir kolu altına girmiş başını göğsüne yaslarken Yavuz'da bir dizini kırarak kendine çekmiş diğer dizinide kırarak altına yerleştirmişti. "Peki bu?" Özlem sürekli resimlerdeki hayvanları gösteriyordu. "Koala dedim ya abicim." Anladığım bir şey varsa o da Özlem'in hayvanlarla bir sorunu olduğuydu. Bu hali aşırı tatlı ve çok komikti.
"Peki bu?" Başka bir resmin üstüne bastırdı parmağını. Yavuz devirdi gözlerini hafifçe.
"Senin dersin matamatik değil miydi, biz niye hayvanları sayıyoruz burda?" Özlem somurtarak baktı ona.
"Ya abi! Dedim ya öğretmen hayvanları sayın toplayın dedu diye!" Yavuz çattı kaşlarını.
"Ula matametik dediğin sayılarla olur, hangi gerizekalı dedi sana git zürafaları filleri topla diye?" Bu halleri aşırı komiğime gittiği için kendimi tutamayıp güldüm. Yavuz çevirdi bakışlarını bana.
"Sen anca otur orada, arada bir tatlı tatlı kıkırda bende burda ecnebi koalarla zürafalarla uğraşayım! Hayat size güzel Hafsa hanım." Sözleri daha çok gülmeme neden olurken elimle kapattım ağzımı.
"Kapatma ağzını." Dedi mırıldanarak geri bakışlarını kitaba çevirip. "Gülüşünü seviyorum Hafsa." Elindeki kitabı başka bir sayfaya çevirirken benim hızlanan kalbimden haberi yoktu. "Onu benden gizleme." Göz ucuyla bana bakarken dudaklarımda küçük bir tebessüm oluştu.
"Yoruldum ben!" Özlem mızmızlanırken Yavuz kıstı gözlerini.
"Ne çalıştın ki ne de yoruldun? Daha bir saat bile olmadı." Özlem somurtarak indirip kaldırdı omuzlarını.
"Örsene saçlarımı! Uyumaya gideceğim ben!" Yavuz devirdi gözlerini ve kapattı elindeki kitabı. Onu koltuğun önündeki sehpaya bıraktı. "Dön bakalım küçük civciv, daha saat dokuz şimdiden uyumaya gidiyor." Özlem ona nazlana nazlana sırtını dönüp önüne otururken bana bakarak gülümsedi.
"Abi sonra Hafsa ablanında saçlarını örsene!" Dedi gözlerini yana çevirip Yavuz'u görmeye çalışarak. "Hep açık bırakıyor!" Yavuz yumuşak bir tebessümle baktı bana. Gözleri uzun saçlarımda gezindi birkaç saniye.
"İsterse neden olmasın." Özlem'e cevap veriyor ama bir taraftan topu bana atıyordu.
"İsterim belki." Dediğimde Özlem'in sarı saçlarını üç yana ayırmakla meşguldü.
"Sen iste, her şeyi yaparım." Gülümseyerek onları izlediğimde Yavuz'un Özlem ile olan nazik davranışlarını izledim. Onu incitmemeye çalışarak saçlarını öyle büyük bir özenle örüyordu ki sanki dünyanın en ciddi işini yapıyormuş gibiydi.
"Sizin ailenizde sarışın birisi var mı?" Soru dudaklarımdan çıkarken tüm amacım bir sohbete başlamaktı.
"Yok." Dedi Yavuz gülerek. "Bu sarı civciv nasıl böyle oldu bilmiyoruz, ama ne bana benziyor ne de Cafer'e. Hiçbirimize benzemiyor aslında." Kayıtsızca konuşurken Özlem'in ona uzattığı tokayı aldı.
"Devran abin?" Diye sorduğumda sesli bir nefes verdi. Devran'ın acısı hâlâ yüreğinde tazeymiş gibi baktı bana.
"Ona benziyor, ama abim sarışın değildi. Nasıl sarışın oldu onu bilmiyoruz işte."
Ardından gülerek eğildi öne. "Doğarken mutasyona filan mı uğradın kız sen?" Bunu sorarken bir tarafdan da ellerini Özlem'in karnının iki yanına koyarak gıdıkladı onu.
"Ya abi!" Diye bir cıyaklama çıktı Özlem'in ağzından ve gülerek kurtuldu Yavuz'un ellerinden.
Hızla kalktı koltuktan ve kapıya koşarken Yavuz'a dil çıkardı. "Kız! Abiye dil uzatılmaz!" Yavuz onu sahte bir şekilde azarlarken Özlem gülerek başını uzattı kapıdan içeri.
"Özür dilerim!" Diye söylendi tatlı tatlı ardından tekrar kayboldu gözden. Ben onun bu hallerine gülmekle meşgulken Yavuz'a baktım. "Çok seviyor seni." Dediğimde usulca salladı başını.
"Bende onu seviyorum." Sıcak bakışlarım onu izlerken o da aynı yumuşak bakışlarla bana baktı.
"Ona bir yuva veriyorsun Yavuz, sana çok güveniyor. Ona bir baba gibi bakıyorsun."
Yüzünde ki tebessüm hafifçe silinirken sözlerimdeki ciddiyeti anladı. Haksız değildim, Yavuz Özlem'e çok değer veriyor onu kendi kızı gibi seviyordu. Bir abi şefkatiyle değilde sanki bir baba şefkatiyle. Kendi çocuğu olmayan birisini bile böylesine severken ben çok merak ediyordum acaba babam neden kendi kızını hiç sevmemişti?
"Hafsa." Yavuz merakla bana bakarken sanki çok ciddi bir şey soracakmış gibiydi. "Sana bir soru sorsam, bana gerçeği söyler misin?" Merakla ona bakarken usulca salladım başımı. Oturduğu yerde kaydı hafifçe ve yaklaştı bana. Gözlerini gözlerime dikerken sanki soracağı sorudan korkuyor gibiydi.
"Evde, yani o evde.." Çenesini sıkarken kıstı gözlerini. "Baban sana zarar veriyor muydu Hafsa?" Sözleri harelerime acıyı ulaştırırken bir elim kazağımın eteğini kavradı. Gözleri anında elime kayarken bakışlarına büyük bir öfke oturdu.
"Yaptı değil mi?" Sordu öfkeden titreyen sesiyle. Babamın bana zarar verdiği düşüncesi sanki onun her bir zerresine bıçak gibi saplandı. Kehribar gözlerini büyük bir tehlike sararken dudakları arasından kısık bir küfür savurdu. Babamı öldürmek ister gibi bakışları soğuktu. Başımı önüme çevirirken gözlerimin dolduğunu hissettim.
Babam o evde bize cehennemi yaşatmıştı, annemin ölümünden sonra her şey daha berbat bir hâl almıştı. Benden çok abimin dayak yediği hatırlardım, çünkü benim abim her zaman benim için kendisinden vazgeçecek kadar fedakardı.
Yavuz konuşmak için tekrar dudaklarını araladı. Ancak, aniden dışarıdan gelen korna sesiyle Yavuz'un kaşları çatıldı. İkimizinde başı hızla pencereye dönerken ben daha ne olduğunu anlamadan Yavuz hızla ayağa kalktı. Israrla evin önünde kornaya basmaları fazla dikkat çekiciydi. Aynı anda salondan çıktık ve merdivenleri indik. Peşinden bende ayağa kalkınca dışarıdan Zahir'in sesini duyduk.
"Cafer!" Sesinde endişe vardı. "Noluyor lan!" Süleyman'danda aynı şekilde endişeli bir ses çıkınca hızla dışarı çıktım. İdil ve anneside mutfaktan seslere çıkarken Mahir bey'le Hafize hanım aşağı iniyordular.
Yavuz koşar adım kapıdan dışarı çıkınca adımları bıçak gibi kesildi. "Abi!" Büyük bir korkuyla abi kelimesi ağzından çıkar çıkmaz kapıdan dışarı koşmuştu. Endişeyle bende kapıya koştum ve kapının önünde yerde yatan Cafer'i görmek şokla ağzımı kapatmama neden oldu. Yüzü gözü kan içindeydi, aynı şekilde üstündeki gömlek yırtılmış bacağında bir kurşun yarası vardı. Çok fena halde dayak yemiş perişan bir haldeydi. Süleyman ve Zahir onun başına toplanırken Yavuz vakit kaybetmeden onun yanında diz çökmüştü.
"Cafer!" Endişeyle konuşurken bir tarafdan da yaşayıp yaşamadığını kontrol etti. Hafize hanım yanıma gelip de Cafer'i kanlar içinde görünce sanki bir dejavu yaşar gibi korkuyla bağırmıştı. "Cafer'im! Oğlum!" Yanaklarına yaşlar kısa süre içinde akın ederken Mahir bey omzuma çarparak hızla çıkmıştı kapıdan.
"Cafer bana bak lan!" Yavuz'un korkudan titreyen sesini duyduğumda Cafer'in öksürdüğünü duydum.
Yaşıyordu, ama bunu ona kim yapmıştı? Kim onun canına kastetmişti?...
*******
Bir bölümün daha sonuna geldik.
Bu bölümün birazcık geciktiğinin farkındayım, ama soğukalgınlığına yakalandım o yüzden yazacak pek vaktim olmadı.
Ve ayrıca hızlıca yazıp da konudan sapmak yerine duyguyu size geçire bilmek için konuları dikkate alarak yazmaya çalışıyorum umarım bunu başarabiliyorumdur.
Gelecek bölümde görüşürüz, Allah'a emanet💓💞
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.78k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |