8. Bölüm

8 BÖLÜM-İÇİNDE Kİ CANAVAR

Selin Eliz
selinelizben

Nihayet yeni bölümle burdayımm

 

Keyifli okumalar efenim oylamaları ve satır arası yorumları unutmayın💞

 

****

 

Hafsa Polatlı

 

Birileri şüphesiz Payidar ailesiyle uğraşıyordu. Ve benim bildiğim kadarıyla bu şehirde kimsenin bunu yapacak gücü yoktu, çünkü herkes Payidar'ların ismini bile ağzına almaya çekinirdi. Kim neden kalkıp da onların oğluna bir zarar verirdi? Bu basit bir insanın işi değildi. Bunu yapan ya gerçekten canına susamıştı, ya da gerçekten Payidar ailesiyle büyük bir savaş içindeydi. Ve böyle denildiğinde, benim aklıma tek Ordulu ailesi geliyordu.

 

Payidar'ların en büyük düşmanı, onların tek kanlısı. Uzun zamandır kapanan bir mesele tekrardan açılmış olabilir miydi? Çünkü başka kimse Cafer'e böylesine zarar vermeyi göze alamazdı. Onu resmen öldürmeye niyetli gibi dövmüş, ayağına bir kurşun sıkmıştılar. Sanki bir mesaj gibiydi, alınması gereken bir intikam gibi. Eğer isteseydiler Cafer'i öldürüp izini tozunu yok edebilirdiler, ama hayır. Bu akşam Cafer'in kapının önüne atılmasında bir sebep vardı.

 

Cafer'i o kapının önünde bulduğumuzdan beri Hafize hanımın gözyaşları dinmiyordu. Korkuyordu, ya da bir çocuğunu daha kaybetmek istemiyordu. Cafer'in odasının önündeki sandalyelerden birine oturmuşdu. İçerideki doktor onun yaralarını kontrol ederken ailesi kapının önündeydi. Mutfaktan çıktığımda elimdeki bir bardak suyla Hafize hanımın yanına yürüdüm. Önünde tek dizimin üstüne çöktüğümde elimi yaşlandığı için kırışan elinin üstüne koydum.

 

"Hafize hanım." Diye mırıldandım yatıştırıcı bir sesle, zaten kadın kendisinde bile değildi. "Su için biraz, heba ettiniz kendinizi." Yorgun bakışlarını çevirdi bana ve başını salladı usulca iki yana.

 

"Sağolasun kizum." Gözlerini çevirdi önüne. "Boğazumdan bir şey geçmeyi." Nefesimi verdim ve elimdeki suyu sandalyenin yanında yere bıraktım. Yorgun yüzünü inceledim, bir annenin acısını taşıyordu bunun için onu suçlayamazdım. Ve Hafize hanımın çocuklarına çok düşkün olduğunun farkındaydım.

 

Mahir bey kapının yanında durmuş elindeki tesbihi çevirirken düşünceliydi. Herhalde kafasında bunu kimin yaptığını düşünüyor, veya da zaten kim olduğunu biliyordu. Ona hiç bulaşmayacaktım, çünkü şu an görmek isteyeceği son kişinin ben olduğuna emindim. Uzun terasın diğer ucunda duran Yavuz'a baktım. Cafer odaya alındığından beri tek kelime etmemişti, iki elini korkuluklara yaslamış uzaktan gözüken Karadeniz'i izlerken aklında binlerce savaş veriyordu.

 

Süleyman ve Zahir'de kapının önünde bekliyordu. Yüzlerinden endişeleri gayet net bir şekilde okunuyordu. Cafer onlar için bir abi bir arkadaş gibiydi, Süleyman Zahir Cafer ve Yavuz sadece Patron çalışan ilişkisinde değildi. Onlar birbirlerine dost gibi sığınıyordular.

 

Bakışlarım Yavuz'un düşünceli yüzünde gezindi. Sessiz nefesler soluyor canının yandığını belli edecek kadar sert sıkıyordu demirlikleri. O sessizliğin altında büyük bir kavga yaşadığını anlamak için dahi olmaya gerek yoktu.

 

Ara bir öfkeyle kaşları çatılıyor, kafasındaki her ihtimali ölçüp tartıyor tehlikenin boyutunu anlamaya çalışıyordu. Elmacık kemikleri belirgin hale gelirken göğüs kafesi hızla inip kalkıyor korkulukları tutuşu her geçen saniye sıkılaşıyordu. İlk sefer değildi, Yavuz sanki daha önce yaşadığı bir korkuyu yaşıyordu.

 

Bakışlarımı onda tutarken doğruldum ve dizimi ayırdım yerden. Hafize hanım önünü izlemeye devam ederken onu orada bırakıp Yavuz'un yanına yürüdüm. Düşüncelerine o kadar çok hapsolmuştu ki geldiğimin farkında bile değildi. Elimi kırmak ister gibi sıktığı elinin üstüne koyduğumda hafifçe irkildi ve hızla başı bana doğru döndü. Harelerindeki öfke bir kez daha onu terkederken bir elini çekti korkuluklardan ve vücudunu çevirdi bana.

 

"İyi misin?" Fısıltı gibi çıkan sesimle sorduğumda başını hafifçe eğdi aşağı. Bakışları yorgundu, ve bunu göstermek istemedi.

 

"Bilmiyorum Hafsa." Sesinin tınısında büyük bir şüphe ve bastırmaya çalıştığı öfke mevcuttu. "Biri benim abimin canına kastediyor, bu durumda iyi olabilir miyim?" Sorusunda acı vardı. Haklıydı, böyle bir durumda iyi olmak yapacağı son şey bile olamazdı.

 

"Belki basit bir kavgadır Yavuz." Kendimi buna inandırmak istedim, ama kulağa çok saçma geldi.

 

"Basit bir kavga değil Hafsa." Başını salladı iki yana ve baktı gözlerime. "Birileri bize mesaj vermeye çalışıyor, öldüresiye dövüp de kapıya atmalarının başka bir sebebi olamaz!"

 

Normalden daha hızlı konuşurken her kelimesinde içindeki öfke körükleniyordu.

 

"İyide kim?" Korkarak sorduğum soruyla Yavuz'un bakışlarına tehlike erişti. Benim gibi o da kanlılarından şüpheleniyordu, ama dile getirmedi.

 

"Kim bilmiyorum Hafsa, ama her kimse bu günden sonra benden korksun çünkü ona cehennemi yaşatacağım Cafer'e yaptıklarının aynısını ona misliyle yapacağım." Yavuz savaşa girmekten çekinmiyordu. Ama tüm bu sözleri benim içimdeki endişeyi giderek çoğaltıyordu.

 

Bir kavga başlatmışdılar, ve Payidar ailesi bu kavgayı devam ettirirse ortalık kan gölüne dönecekti, aynen yıllar önce olduğu gibi.

 

"Sen kimden şüpheleniyorsun?" Temkinli bir sesle sorduğumda Yavuz'un bakışları karardı. Sanki bana bunu anlatıp anlatmak istemediğini düşündü. Ama her kimi düşünüyorsa içindeki nefreti kendi kalbimde hissettim. Öylesine tiksiniyordu ki bakışları bile bunu gizleyemiyordu.

 

"Kimseyi düşünmüyorum." Dedi bakışlarını denize çevirip. "Ama her kimse bulacağım, işte onu biliyorum." Sözlerinin ardından sesli bir nefes verdim ve hafifçe elini sıktım.

 

O an Cafer'in kapısı açılınca içeriden doktor Veli bey çıktı. "Çıktı." Dedi Süleyman sırtını hızla duvardan ayırarak. Hepimizin bakışları oraya dönünce Yavuz elini elimin içine geçirerek hızla yürüdü doktorun yanına. Şu durumda bile elimi bırakmaya niyeti yoktu. Ya da benden güç almaya çalışıyordu.

 

"Oğlum nasul?" Hafize hanımın telaşlı sesi duyuldu. Hızla oturduğu sandalyeden kalkmış dolu dolu gözlerini orta yaşlı doktorun yüzüne dikmişti. Zahir ve Süleyman'da aynı sorgular bakışlarla Veli bey'in yüzünü izlerken endişeli gözlerim bir cevap bekliyordu.

 

"Cafer iyi." Dedi usulca başını sallayarak ve bakışlarını üstümüzde gezdirdi. "Bir kaç gün zorlanır yürümekte ama kalıcı bir hasarı yok. Geçmiş olsun." Mahir Bey'in dudakları arasından rahat bir nefes çıkınca elini kaldırıp koydu Veli Bey'in omzuna Veli Bey onların aile doktoruydu, yani en azından ben öyle düşünüyordum ki ailedeki herkesi tanıyordu.

 

"Sağolasun, sağolasun Veli." Sıktı hafifçe omzunu. "Girebileyi muyuz içeruye?" Veli bey ona baktı ve gülümsedi.

 

"Geçin tabii, benim işim bitti zaten." Elindeki reçeteyi uzattı. "Şu ilaçları alsın, birkaç gün sonra gelirim bende ayağını tekrar kontrol etmek için." Zahir aldı reçeteyi ve hızlıca bir göz attı elindeki kağıta, Mahir Bey kucakladı Veli Bey'i. Aynı şekilde Yavuz'un ve Hafize hanımında ağzından teşekkür dilekleri çıkmıştı.

 

"Tamamdur, iyu akşamlar git hadi sende. Yorduk senude kusura bakmayisun."

 

Güldü Veli Bey hafifçe. "Yok Estağfurullah ne demek." Başıyla bizede selam verdikten sonra merdivenlere yürümüştü çoktan. Hafize hanım vakit kaybetmeden içeri girdi. Yavuz bana baktı ve elimi hafifçe sıktı. Bırakmak istemedi çünkü içeride göreceği manzaraya hazır değildi.

 

Ona bakıp küçük bir tebessüm ettiğimde kehribar hareleri yumuşadı. Yorgun bir tebessüm etti ama konuşmadı. Başını çevirdi önüne ve dikleştirdi omuzlarını Süleyman ve Zahir'in peşinden o da adımlarını odaya götürdü. İçeri girdiğimizde Cafer'i farketmek canımı acıttı. Başımı çevirip Yavuz'a baktığımda yüzünün her zerresine acı yayıldı.

 

Abisini bu halde görmek onu ne denli incitti gözlerinden bile anlayabiliyordum çünkü göz pınarları yaşarmıştı. Cafer'in berbat bir durumda olduğu açıktı, Veli bey koluna bir serum takmıştı muhtemelen acılarını dindirmesi içindi. Yüzü gözü dağılmıştı, siyah saçları alnına düşmüş gözleri yorgun bakıyordu.

 

Elmacık kemiklerinde belirli morluklar vardı, gözlerinden biri çoktan şişmişti. Dudağının iki kenarıda patlamış bir haldeydi. Yüzü böyleyse muhtemelen vücudunda sayısız izler vardı.

 

"Ne ağliyisiz ula?" Cafer zorlukla konuşurken ardından öksürdü hafifçe. Eli midesine giderken kaşları acı çeker gibi çatıldı. Karnına sayısız tekmeler yemiş olmalıydı.

 

"Abi iyi misin?" Süleyman endişeli gözlerle Cafer'i izlerken sesi yumuşaktı.

 

"İyi musun Cafer, ne oldi oğlim saa?" Zahir hem meraklı hemde canı yanar gibi Cafer'i izlerken Cafer yorgun bir nefes verdi ve bakışlarını çevirdi onlara. Yavuz konuşmuyordu, ya da ne söyleyeceğini tam olarak bilmiyordu.

 

"Kıruk bir burun, patlamış dudaklar, ve muhteşem morluklar." Bir elini zorlukla geçirdi saçından. "Hâlâ yakuşukliyim ama dimi?" Süleyman gözlerini devirdi hafifçe aynı şekilde Zahir'de azarlar gözlerle izledi Cafer'i.

 

Hafize Hanım hiç vakit kaybetmeden Cafer'in yanına otururken Mahir Bey'de hemen onun yanında durmuş yumuşak gözlerle izliyordu oğlunu. Kabul etmem gerekirse ben ilk kez Mahir Bey'i böyle endişeli ve korkmuş görüyordum, sandığım kadar kötü bir baba değildi belki de.

 

"Cafer'um." Hafize Hanım oğlunu incitmekten korkar gibi ellerini yanaklarına koyup okşadı hafifçe. "Noldi annem, kim yaptu saa buni?" Soruları sorarken gözleri Cafer'in yüzünde geziniyor sesi titriyordu.

 

"Ula kim yapacak baa buni." Zorlukla konuşurken bile sesinde alay vardı. "Kavgaya karuştuk." Gözleri bir an Yavuz'a kayınca yatağın üstündeki sol elinin parmaklarını hafifçe haraket ettirdi. Yavuz'un bakışları Cafer'in eline kayınca aralarında sessiz bir konuşmanın geçtiğini anladım. Cafer olanların hepsini anlatmıyordu, gizlediği bir şeyler vardı.

 

"Karuştuniz?" Mahir Bey çattı kaşlarını. "Kavgaya karuştun sen? Ula sen kimu kandırayisin? Senun birulerine yardum ettuğun nerde görülmiş? Kaos çıksun diye en son biruni gözlerumin önünde çatuşmanın ortasuna atmışdun!"

 

"Bendim o." Dedi Süleyman masum bir tavırla. "Beni çatışmanın ortasına atmışdı!"

 

Zahir kaşlarını çatarak döndü ona. "Senude mu attu? Kenduni korumak içun beni bıçağin önune atmuşdi!" Yavuz sanki tüm bunları biliyormuş gibi sessizce izledi onları. Bakışlarında bana da aynısını yaptı der gibi bir bilmişlik vardı.

 

"Geçmuşu mi konuşacağuz şimdu?" Cafer sahte bir pişmanlıkla baktı onlara. "Sizde önüme geçmeseydunuz ula, ben napayim?" Dedikten sonra acıyla buruşturdu yüzünü. "Hem hastayim ben, hastalarun günahları yüzüne mu vurulir?" Şu an kesinlikle rol yapıyordu.

 

Zahir ve Süleyman aynı anda bir şeyler homurdanıp susmayı seçti. Hafize Hanım çattı kaşlarını. "Kimle karuştun sen kavgaya?" Diye sorduğunda Cafer sesli bir nefes verdi.

 

"Tufiyle." Hepimizin aynı anda çattık kaşlarımızı. Tufi kimdi?

 

"Tufi kim ula?" Mahir Bey merakla sorunca Cafer'in dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. "Bestim."

 

"Cafer korkutmayasun benu Tufi kimidur?" Hafize Hanım biraz kızarak sorunca Cafer ofladı.

 

"Tufan." Dediğinde gözlerim genişledi. Cafer, abim ile kavga'ya mı girmişti? Hayır. Bu kavga değildi, ortada başka bir şeyler vardı. Abim nasıldı? Ne haldeydi?

 

"Abim mi?" Dedim endişeyle birkaç adım ileri atarak. Cafer bakışlarını bana çevirdi ve sesli bir nefes verdi. Sanki burda olduğumu daha yeni farketmiş gibiydi. "Evet yenge, ama iyuydu. Merak etma, zaten ona da fazla bir şey yaptuklarini düşünmeyim." Gözleri kendi üstünde gezindi. "Muhtemelen baa yaptuklari gibi onida çoktan kapularunun önüne atmuşlardur."

 

Abim ne haldeydi? Babam onun için bir doktor çağırmış mıydı? Bundan şüpheliydim. O adam bizim için parmağını bile kıpırdatmazdı. Hızla bakışlarımı Yavuz'a çevirdiğimde gözlerimdeki endişeyi gördü. Cafer'i burda bırakmayacağını biliyordum, ama beni de yalnız göndermeyecekti bunu da biliyordum.

 

"Yavuz abimi görmem gerek." Dedim yalvaran bir sesle, gözleri birkaç saniye Cafer'e kayınca Cafer gözlerini bir kez aç kapa yaparak onayladı onu.

 

"Gidin, ben iyiyum." Diye mırıldanınca Yavuz bakışlarını çevirdi bana. Gözlerimdeki endişeyi gördüğünde bana daha fazla dayanamadı. Zaten Yavuz bana hiçbir türlü kıyamıyordu.

 

"Gidelim." Dediğinde yüzüme rahat bir gülümseme yayıldı ve hızlıca başımı salladım. O benim elimi bırakmadan kapıya yürürken Mahir Bey'in sesini duyduk.

 

"Abini bu halde bırakup nereya gideyisun!" Her zaman bize bulaşmanın bir yolunu bulacaktı.

 

"Mahir Bey birak çocuklari gitsunler. Her şeye karuşma!" Hafize Hanım garip bir şekilde Mahir Bey'e öfkeliydi. Nedenini anlamadım ama içimden bir ses Cafer'in başına gelenler yüzünden olduğunu söylüyordu. Bir anneydi, oğlunun yalan söylediğini en iyi o anlardı.

 

Yavuz babasına cevap verme zahmetine bile girmeden çıktı kapıdan. Çok sessizdi, kendinde değil gibiydi. Bu hallerini farketmek artık beni endişelendiriyordu. Normalde olsa babasına cevap verir onunla uğraşırdı. Ama şu an yapmıyordu. Yanında yürürken adımları o kadar hızlıydı ki yetişemiyordum.

 

"Yavuz." Dediğimde durmadan yürümeye devam etmişti. "Yavuz!" Elini hafifçe çekiştirdiğimde adımları bıçak gibi kesildi. Başını çevirip bana bakınca gözlerinde anlam veremediğim bir bakış vardı. Sanki kafası karışmıştı, içindeki duygulara bir cevap bulamıyor gibiydi.

 

Cafer'i kanlar içinde ölmekten beter bir halde görmek Yavuz'u sandığımdan daha fazla etkilemişti. Sebebi sadece Cafer olamazdı, çünkü Yavuz böyle şeylerle sarsılacak bir adam değildi. Geçmişten bir şeyler vardı, Yavuz'u neyin rahatsız ettiğini çok merak ediyordum. Ama ona sorarsam, muhtemelen beni geçiştirecekti. Yine de onu böyle sıkıntılı görmek canımı acıtıyordu. Neşeli adam yok olmuş gibiydi, Yavuz'un bakışlarındaki güç sanki solmuş gibiydi.

 

"Yavuz sen iyi değilsin." Dediğimde çenesinin kasıldığına şahit oldum. Yanılmıyordum, onu bir şeyler rahatsız ediyordu. "Ne oldu? Anlat bana." Abimi görmeyi çok istiyordum, ama en azından sağ olduğuna emindim. Çünkü bunu her kim yaptıysa niyeti zaten onları öldürmek değildi. Bu yüzden önceliğim şu an Yavuz'du.

 

Yavuz'un kehribar hareleri benim turkuaz harelerimle kesişince bakışlarını acı aldı. Onu susturan bir şeyler vardı, dudakları seğiriyor ama bir şekilde kendini susturuyordu. Ya da anlatacağı şey her neyse şu an kendini hazır hissetmiyordu.

 

"Hafsa." Dedi bir gülümseme için dudaklarını zorlarken. "Hadi güzelim, gidip abini görelim." Başını hafifçe eğerek izledi gözlerimi. "Beni düşünme, ben iyiyim." Elimi daha sıkı tuttu sanki güven vermek ister gibi. "Sarsıldım biraz, ama iyi olacağım gidelim hadi."

 

"Yavuz yalan söylüyorsun." Dedim çocuklar gibi. "Görüyorum, gözlerinde görüyorum bir şeyler seni incitiyor."

 

"Sen gözlerime bakarsan beni hiçbir şey incitemez Hafsa." Ardından gülümsedi alayla. "Sana kırgın bakıyorsa o da benim gözlerimin şerefsizliği." Sözleri beni de gülümsetti ama bakışlarındaki yorgunluk ordayken o gülüş fazla sürmedi.

 

"Benimle konuşabilirsin." Dedim yumuşak bir sesle. "Her zaman." Dediğimde usulca salladı başını. Bu bir kabuldü. Ama tek kelime etmedi, çok sessizdi. Elimi tuttu ve merdivenlere yürüdü. Hava kararıyordu, ama benim abimi görmem lazımdı. Acaba nasıldı?..

 

*******

 

Yavuz Payidar.

 

Yaşadığım bir kabusdan farksızdı. Cafer'i o kapının önünde kanlar içinde gördüğüm an tüm dünyamın çöktüğünü hissettim. Abim kanlar içindeydi, bir kez daha yıllar sonra benim abim gözlerimin önünde kanlar içindeydi. Ama bu sefer Devran değildi, bu sefer Cafer'di. Hiçbir zaman Devran abimin bir kazaya kurban gittiğine inanmamıştım, buna kimse beni inandıramazdı. Babam beni durdurmak istemişti, çünkü kendisi bunun bir kaza olduğuna inanıyordu. Ama bana göre öyle değildi, benim abim basit bir araba kazasına kurban gidecek kadar dikkatsiz değildi.

 

Hele ki o gün tamamile boş bir arazide avcunun içi gibi bildiği bir yolda değil. Bir cinayetdi, kaza değil. Hâlâ araştırıyordum, babam peşini bıraktığımı sanıyordu. Ama ben o koltuğa oturduğum günden beri bir kez olsun abimin katillerini bulmaktan korkmamıştım. Ve biliyordum, bunu Kemal şerefsizinden başkası yapmamıştı. Neden bilmiyordum. Bizimle derdi neydi bilmiyordum, sadece yıllardır süren bir husumet yüzünden benim abim kurban olmuştu işte bir tek onu biliyordum.

 

Gözlerim yolu izlerken güneş ufukdan batıyordu. Arabayı sessizce sürüyordum. Hafsa'nın piç babasının yaşadığı konak uzakta olduğu için oraya kadar yürüyemezdik. Bu yüzden araba kullanıyorduk, ellerimin direksiyonu sıktığından habersizdim. Muhtemelen gaza çok yüklenmiş olmalıyım ki Hafsa'nın sesini duydum.

 

"Yavuz yavaşla kaza yapacaksın!" Düşüncelerimden beni ayıran bir endişeyle konuştuğunda nefesimi verdim. Kaç dakikadır acaba bana böyle sesleniyordu?

 

"Özür dilerim." Hızı azaltırken bir elimle alnımı ovuşturdum. Göz ucuyla endişeli bakışlarla beni izleyen Hafsa'ya baktım.

 

Harelerinde korku vardı değil mi? Benim için mi korkuyordu? Zalımın kızı bana fazla umut veriyordu. Ya da ben kendimi fazla kaptırıyordum.

 

"Yavuz neyin var senin?" Koltuğunda hafifçe kıpırdanıp bana döndü. "Bak sen böyle davranmazsın, Cafer'i o halde gördükten beri iyi değilsin. Anlat nolur." Hafsa'yıda bu oyuna alet etmek istemiyordum, onu mümkün olduğunca bu konulardan uzak tutmak istiyordum ama merakının farkındaydım eninde sonunda her şeyi öğrenecekti.

 

"İyiyim Hafsa." Geçiştirdim. "Yaklaşıyoruz konağa." Dediğimde sesli bir nefes verdi. Somurtarak döndü önüne.

 

İstediği olmayıncada hemen çocuklaşır kaçak gelin.

 

Onu kırıyor muydum? Hayır. Niyetim onu kırmak değil onu korumaktı.

 

Yıllar önce Devran'ı kanlar içinde o arabadan ben çıkarmıştım, işte en büyük şüphelerimden biride bu yüzdendi. Bir gece yarısı ambulansı aramak şansı varken beni aramış bana hâlâ cevabını bulamadığım bir cümle kurmuştu. "Sana emanetler." Kafamdan çıkmıyordu. "Sana emanetler, Yavuz." Kesik kesik çıkan nefesi, zorlukla konuşması tek bir anı bile kafamdan silinmiş değildi.

 

Kimi bana emanet etmişti? Çünkü o bana bir isim bile veremeden can vermişti. Ve ben hâlâ abimin emanetini arıyordum. Bir sevgilisi mi vardı? Bir arkadaşı mı? Kimdi? Kimi bana emanet etmişti? Ailemi mi? Babam varken ailemi neden bana emanet etsin? Gözlerimin dolduğunun farkında bile değildim.

 

Evin önüne nasıl varmıştık, arabayı nasıl durdurmuştum? Hiçbirini hatırlamıyordum tek bildiğim Polatlı konağının önündeydik. Ellerimi direksiyondan çektiğimde dudaklarım arasından bir nefes kaçtı. Başımı çevirip Hafsa'ya baktığımda onun gözlerinden korku ve benim için olan endişe bir an olsun silinmiyordu. Bunun aksine benim ifadem duygusuz ve somuttu.

 

"Hadi." Dedim kendi kapımı açarak, ve indim arabadan. Ayağımı yere basar basmaz soğuk hava çarptı tenime. Soğuktan nefret ederdim bu doğruydu, ama alışırdım bir süre sonra. Hep alışmıştım, üşümek benim için yabancı bir duygu değildi. Ama Hafsa burdaydı, ve Hafsa'ya bakmak bile benim titreyen kalbimi ısıtıyordu.

 

O da arabadan iner inmez yanıma geldi, bu sefer ben değilde o tuttu elimi. İnce parmaklarının benim parmaklarıma geçtiğini hissedince kalbim hızlandı.

 

Tek bir dokunuşu beni böylesine heyecanlandırıyordu, ama şu an yüz ifadem öyle duygusuzdu ki eminim beni o güzel gözleriyle izlerken içimdeki çocuksu neşeden habersizdi. "İyi misin?" Homurdanarak onun elini biraz daha sıkı tuttum.

 

"Daha ne kadar soracaksın bunu?" Alt dudağını dişleri arasına alırken çocuk gibi döndü önüne.

 

"Ne bileyim, sen ne zaman doğruyu söylersen bende o zaman susarım herhalde." Kaşlarımı çatarak onu azarlamak istedim ama bir şekilde o tatlı bakışlarıyla kalbimi eritmeyi çok iyi biliyordu.

 

"Başımın belasısın." Dediğimde onunla kapıya yürüdüm. Kaşlarını çatarak baktı bana.

 

"Bela mı?" Diye sordu somurtarak, sürekli somurtmak zorunda mıydı? Böylede yapınca hiç kızamıyordum!

 

"Bela mıyım ben sana?" Tek kaşımı kaldırıp huysuz bakışlarla baktım ona.

 

"Belasın, ama güzel bir belasın." Önüme dönerken dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. "Hiç geçmesini istemediğim bir belasın." Göz ucuyla ona baktığımda pembe dudaklarına yine tebessümün yayıldığını farkettim.

 

Ona ne zaman güzel bir şey söylesem bakışlarını kaçırıyordu. Utanıyor, ve bunu görmemi istemiyordu. Yanaklarındaki kızarıklık ve gözlerinin içinin ışıldamasının sebebi bendim. Eğer Hafsa bana izin verseydi, ben onu güldürmek için her şeyi yapardım. Ama o beni asla gönlüne kabul etmiyordu.

 

Bu sabah hiç çekinmeden yüzüme karşı bunu söylemişti, Hafsa beni gönlünde bir yabancı olarak görmeye kararlıydı. Ve düşüncelerini değiştiremeyeceğimin farkındaydım. Bir gün iki yabancı olacaksak demişti. Başka bir hayatta olsaydık çok iyi arkadaş olurduk demişti.

 

Ve aslında söylemek istediği şuydu, başka bir hayatta bile olurumuz yoktu.

 

Konağın önüne geldiğimizde Hafsa elini kapıya koyarak onu itti içeriye. Elini daha sıkı tutarak onu yanımdan uzaklaştırmadan yürüdüm sağında. Bu evde Hafsa'ya iyi davranılmadığının farkındaydım. Ve Cafer'i kapının önünde bulmadan önce Hafsa'ya sorduğum o sorunun cevabında artık daha nettim.

 

Cihan şerefsizi Hafsa'ya zarar vermişti. Ve belki de hâlâ bu devam ediyordu, bu yüzden ben Hafsa'yı bu konağın içinde bir saniye bile olsa yalnız bırakamazdım.

 

Konağın avlusuna adım atar atmaz sağ tarafta ki koltuklarda oturan bir kadın çarptı gözümüze. Zerrin olmalıydı bu, bildiğim kadarıyla Cihan itinin ikinci bir karısı vardı. Üstünde bir kürk kahvesini yudumluyordu. Üst kattan konuşma sesleri geliyordu. Kadının yeşil gözleri bizi buldu, kahverengi saçları omzunun biraz aşağısına denk geliyordu. Üstünde kırmızı bir takım vardı, onunda üstüne kürk giymişti. Gerçekten gösterişi seviyordu değil mi? Hangi aptal kürkle evinin bahçesinde otururdu?

 

"Hafsa." Dediğinde sesinde büyük bir alay vardı. Hafsa'nın bakışları onu bulur bulmaz gözlerinin içine tiksinti ve nefret erişti. Hafsa'mında pençeleri vardı değil mi? Çünkü şu an elimi tutmasa kadının üstüne atlayacak gibi bir hali vardı.

 

"Abim nerede?" Kadın alayla kaldırdı tek kaşını. Gayet rahat bir tavırla elindeki fincanı sehpaya bıraktı. Ayağa kalktığında gözleri benim üstümde gezindi. Gözlerini kısıp beni incelerken bir tarafdan da omuzlarındaki kürkü tutuyordu parmaklarının ucuyla.

 

"Utanmadan birde kaçtığın adamla mı geldin babanın evine?" İğneleyici sözlerini duymak bakışlarıma soğukluk eriştirdi. Babasının evini sevsinler.

 

"Abim nerede dedim." Hafsa sert bir sesle konuşurken boştaki elimi cebime koydum. Zerrin Polatlı'ı devirdi gözlerini hafifçe. "Odasına almışlardır herhalde." Dedi kayıtsızca elini yukarı doğru kaldırp. Hafsa hızla bana baktı yukardayım der gibi ama ben onu bu konağın içinde bir saniye bile yalnız bırakmaya niyeti değildim.

 

"Çıkalım, birlikte." Birkaç saniye baktı gözlerime. Ardından çok küçük bir tebessüm ederken merdivenlere yürüdü. Elini bırakmadan onu takip ettiğimde Zerrin'in sesini duyduk.

 

"Bu kadar kolay mıydı senin için adam değiştirmek?" Kinayeli sesi öfkemi kaynattı. "Bu da bırakır seni biliyorsun değil mi? Sen bir erkeği elinde tutabilecek bir kadın değilsin." Hafsa'nın elime olan tutuşu sıkılaşırken sertçe yutkunduğunu farkettim. Bu kadın bile isteye Hafsa'nın yaralarına basıyor onu tekrar kanatmaya çalışıyordu. Hafsa'yı istemediğini anlamak zor değildi.

 

Harelerim Hafsa'nın yüzüne takılınca bakışları titreşti, sanki bundan gerçekten şüphe eder gibi baktı bana. Hafsa beni istemiyordu, ama aynı şekilde onu bırakacağım diye ödü kopuyordu.

 

Gözlerimi arkada bizi yılan bakışlarıyla izleyen kadına çevirdim. "Müstakbel karım hakkında doğru konuşun Zerrin hanım." Sert bir sesle uyardım onu. "Ayrıca Hafsa benden gitmeden, ben ondan gitmem. Beni karaktersiz kocanızla karıştırmayın." Sözlerim onu öfkelendirmiş gibi yüzü seğirdi.

 

Umrumda değildi, kocası karaktersiz.

 

"Kocama karaktersiz diyorsunuz ama onun damadı olacaksınız, Yavuz bey." Beni kocasıyla aynı kalıba mı koyuyordu bu kadın?

 

"İşte, belki benden bir şeyler öğrenir diye. Malum kendisi bir halta yaramıyor." Ardından indirip kaldırdım omuzlarımı sahte bir acımayla. "Üzülmeyin ama, eminim yüzünüzdeki estetiklere parası yetiyordur. Zaten parası varsa eminim pek karakterli bir kocadır sizin için." Hafsa'nın kıkırdaması kulaklarıma dolduğunda başımı çevirip ona baktım.

 

Zerrin'e laflarını yedirmem hoşuna gider gibi beni izlerken göz ucuyla beni gösterdi Zerrin'e gözdağı verir gibi. Küçümseyici bakışlarımı çevirdim Zerrin'e. "Bu arada zevkinize hayran kaldım gerçekten." İşaret parmağımla kürkü gösterdim. "Nedir bu?" Hafsa'ya baktım. "Üvey kaynanamın sirkte çalıştığını niye söylemedin güzelim? Tanıdıklarımızla konuşurduk bir iş filan ayarlardık belki."

 

"Ne sirki!" Kadın cinnet geçirmiş gibi bağırınca Hafsa'nın kahkahası kulağıma doldu. Kendine hakim olmaya çalışır gibi bir hali vardı. "Yavuz tamam." Diye fısıldadı elimi çekiştirirken hafifçe, ama ben onun gülüşünü dinlemek için tüm gün devam edebilirdim.

 

"Hafsa sen sakın böyle şeyler giyme." Alayla izledim yanımda gülüşünü bastırmaya çalışan kadını. "Sonra evde tüy yumağı gezer gibi olur." Süzdüm onu. "Gerçi sen giysen yakışır." Alıcı gözüyle izledim. "Zaten sana her şey yakışır."

 

"Al bu aptal adamı çık abinin yanına!" Diye bağırdı kadın, öfkesi herhalinden belliydi. Eğer yapabilseydi eminim takma tırnaklarıyla yüzümü gözümü çizerdi. Ben haksız değildim, yüzündeki estetikler biraz daha böyle bakmaya devam ederse birer birer patlayacaktı.

 

"Ben bu kaynanayı hiç sevmedim." Dedim fısıltı gibi sesimle ve Hafsa'yala beraber çıktık merdivenleri.

 

"Onunla çok fazla uğraşmamalısın." Hafsa'nın hem beni azarlayan hemde bu durumdan açıkça keyif alan ifadesini gördüğümde sırıttım.

 

"Niye, yüzündeki estetikler patlar diye mi korkuyorsun?" Hafsa gülerek baktı bana.

 

"İnsanlarla uğraşmaya bayılıyorsun değil mi?" Dediğinde çattım kaşlarımı.

 

"Ayıp ediyorsun." Yüzüne doğru eğildim hafifçe. "Ben bir tek sana bayılıyorum." Sözlerimi belki o ciddiye almıyordu, ama ben çok ciddiydim. Ben Hafsa'ya umutsuzca aşıktım.

 

Terasın sağ tarafına varınca odandan çıkan Cihan'ı görmek yüzümdeki gülüşü silmeye yetti. Hafsa'nın elini tutan elim sıkılaşırken Cihan ile gözgöze geldik. İçimdeki öfke harlanırken Cafer'i o kapının önünde bulmadan öncesi geldi aklıma. Hafsa'ya sorduğum sorunun tek bir cevapı vardı, ama o susmuştu.

 

Susması önemli değildi, ben onun gözlerine baktığım an ne demek istediğini gayet iyi anlayabiliyordum. Hafsa bu evin içinde zarar görüyordu, ve ben buna daha fazla izin vermeyecektim.

 

İçimde tek bir istek vardı, o da Cihan'nın ağzını yüzünü dağıtmak. Benden habersiz sıkılaşan elimin farkında değildim, Hafsa'nın diğer eli yavaşça koluma dokunurken elini ne kadar çok sıktığımı farkettim. Hızla gevşettim tutuşumu, bana endişeli gözlerle baktığında aslında olay çıkarmamı istemediğini anladım.

 

Nefesimi verdim ve gözümü bir kez kapatıp açarak onayladım onu. Abisini görmeye gelmişti, bunu mahvetmeyecektim. Kapının önüne vardığımızda Cihan'ın gözleri beni değilde küçümseyen bir tavırla Hafsa'yı izledi. Hafsa onunla hiç muhattab olmadan kapıya döndüğünde yavaşça bıraktı elimi.

 

"Abimle yalnız konuşmak istiyorum." Diye mırıldanınca ona baktım. Usulca salladım başımı ve elinin elimden ayrılmasına izin verdim.

 

"Tamam, ben burdayım." Gözleriyle beni onayladıktan sonra kapıya döndü ve onu açarak girdi içeri. Ama içeri girmeden önce bana bir bakış attı ki muhtemelen bu babamı boğazlama anlamına geliyordu.

 

Söz veremem.

 

Tehlikeli bakışlarım direkt Cihan'ı hapsederken o da duygusuz gözlerle baktı yüzüme. İkimizde de inat etmiş gibi devam etti bu bakışma, ardından Cihan sırtını yasladı duvara ve tek kaşı havalandı.

 

"Başladın mı düğün hazırlıklarına?" Tek derdi Hafsa'yı benimle evlendirmekti. Birde sanki gerçekten damadıymışım gibi soru sorması sinirlerimi geriyordu.

 

"Başladım." Dedim kuru bir sesle, Hafsa'nın haberi yoktu ama ben düğün hazırlıklarına başlamıştım bile. Bunu ona söyleyecektim, ama muhtemelen kafamı kırmaya çalışacaktı. İki gün sonra düğünümüz olacaktı, ve ben düğün gününü zaten almıştım.

 

Hafsa kesinlikle delirecekti.

 

"Ne zaman düğün?" Diye sorduğunda alayla izledim onu.

 

"Niye? Maskot misali katılmayı mı düşünüyorsun?" Sözlerim sinirlerini bozmuş gibi sırtını ayırdı duvardan ve bana doğru birkaç adım attı.

 

"Oyun oynamıyoruz Payidar." Aklı sıra bana gözdağı vermeye çalışıyordu. "Benim kızım senin gönülünü eğlendireceğin biri değil, günler geçti ama ortada yok bir şey. Sen kimi kandırıyorsun?" Benim Hafsa'yla gönül eğlendirdiğimi bunun kafasına kim sokmuştu? Kesin aşağıdaki üvey kaynana.

 

"Kızın kıymetemi bindi Polatlı?" Dedim sert bir sesle. "Ayrıca seni düğüne alacağımı düşündüren ne? Kapıdan ayağını içeri adım atar atmaz sıkarım kafana. En mutlu günümün içine etmene izin vereceğimi sana ne düşündürüyor?"

 

"Kızımın düğünü! Tabiki katılacağım!" Diye savunmaya geçti, ama gözlerinin ardından ki hafif korkuyu sezdiğimde dikleştirdim başımı.

 

"Sen baba hakkını kaybetmişsin Polatlı, o düğüne adımını bile atamayacaksın. Ben Hafsa'yla evleneceğim, ama sen o gün değil eve girmeyi konağın yanına bile yaklaşmayacaksın." Her kelimemde özgüveni sarsılırken çattım kaşlarımı.

 

"Akrabaların mı var? Eyvallah. Onlar katılabilir, ama sen benim evime ayağını basmayacaksın." Öfkesini körüklediğimin farkındaydım, ama beni korkuttuğunu düşünüyorsa yanılıyordu.

 

"Sen buna karar veremezsin!" Yüksellti hafifçe sesini. "İstediğim yere girer çıkarım!" Sesli bir nefesle bakışlarım soğuklaştı. Tüm sinirlerimi al üst ediyordu. Zaten ona fazlasıyla kinliydim, ve şu an ufacık bir haraketi bile beni kenara itiyordu.

 

Elimi kaldırıp boğazına sardığımda onu arkasındaki duvara iterek ayaklarının yerden kesilmesine neden oldum. Gözleri genişlerken yutkunduğunu elimin altında haraket eden adem elmasındann anladım.

 

"Sinirlerimi bozuyorsun Cihan." Yüzüne doğru tısladığımda yüzü acıyla buruştu. Nefes almasını zorlaştıracak kadar baskı yaparken bir eli havaya kalkıp bileğime dolandı ama beni durduramadı.

 

"Sen benim kim olduğumu bilmiyorsun." Gözlerime küçümseyici bir ifade sarıldı. "Neler yapabileceğimi henüz tam olarak anlamış değilsin, ama.." boğazını biraz daha sıktığımda yüz ifadesi zorlandığını belli ediyordu.

 

"B-bırak." Ağzından kelimeler zorla çıkarken kulağının dibine eğildim ve sıkmaktan gıcırdayan dişlerim arasında fısıldadım.

 

"Öğreneceksin. Böyle devam edersen ilk elden öğreneceksin." Aniden kapının açılma sesini duyunca hızla bıraktım boğazını. Cihan zar zor dengesini sağlayıp öne eğildi ve öksürmeye başlayarak boğazını ovuşturunca Hafsa çıktı odadan. Gözleri şüpheli bir şekilde önce babasına baktı, ardından bana döndü. Abisinin iyi olduğunu gördükten sonra endişesi biraz olsun geçmişti ama şimdi de bana öfkeliydi.

 

"Yavuz ne yaptın yine?" Diye sorduğunda ellerini beline koydu.

 

"Bu manyak kocan beni boğuyordu!" Cihan zorlukla konuşup öfkeyle beni gösterince Hafsa ona baktı, ardından bana döndü.

 

"Ellerini kana bulamaya değer mi?" Dediğinde Cihan'ın bozulan yüz ifadesini gördüm. Kısık bir küfür savurarak ovuşturdu boğazını. Hafsa'ya baktığımda dudağımın kenarı yukarıya doğru kıvrıldı.

 

"Değmez haklısın." Gözlerimle gösterdim kapıyı. "Konuştunuz mu?" Dediğimde Hafsa usulca salladı başını.

 

"Konuştuk, ama kavgaya karıştık dedi." Hafsa'nında en az benim kadar buna inanmadığının farkındaydım. Merak içimi kemiriyordu, Cafer orada boşuna elini kaldırmamıştı. O işareti çok iyi biliyordum, ne zaman gizlice birbirimize mesaj vermek istesek orta ve işaret parmağımızı iki kez haraket ettiridik. Bu ikimize özel bir şeydi, yani en azından eskiden bunu bize bulaştıran Devran abimdi.

 

Her ne olduysa Cafer annemle babamın yanında anlatmak istememişti. Bu yüzden bir an önce eve dönüp neler olduğunu öğrenmek istiyordum.

 

"Cihan Bey!" Kulaklarıma dolan sesle anında ifadem sertleşti. Tarık itinin sesi değil miydi bu? Bu adam gittiğimiz her yerde karışımıza mı çıkacaktı? Üstelik daha bu sabah iyi bir dayak yemişken gerçekten onun ölüsünü Karadeniz'e gömemmi istiyordu.

 

Bakışlarımı Hafsa'ya çevirdiğimde onun burda olmasını beklemiyormuş gibi yüzüne şaşkınlık yayıldı. Anlaşılan bu köpek Hafsa'yı benden alamayınca çareyi Cihan'da arıyordu. Sorun şu ki Cihan bile Hafsa'yı benden alamıyordu.

 

"Hiç yeri değil!" Diye söylene söylene Cihan merdivenlere yürürken gözlerim kısıldı. Ellerim iki yanımda yumruk olurken bende peşinden gitmek istedim ama Hafsa hızla elimi tutunca başımı ona çevirdim.

 

"Yapma." Dedi yalvaran bir sesle, öfkemi bu kadar kolay bastırmayı nasıl başarıyordu acaba? "Yavuz sadece çıkıp gidelim, lütfen kavga etme." Dudaklarım arasından sesli bir nefes soludum.

 

Hafsa anlamıyordu, o adamı karşımda görmek kolay bir şey değildi. Bu onun içinde zordu farkındaydım, ama benim tek bir saç teline bile kıyamadığım kadının gözünden yaş akıtmıştı o şerefsiz nasıl sakin olabilirdim ki? Bu başara bileceğim bir şey değildi.

 

"Lütfen Yavuz, sadece çıkıp gidelim" Tarık'la bir kavgaya girmemi istemiyordu. Ama benim kanım o adamın kemiklerini kırmak için kaynıyordu. Uzun kirpikleri arasından bana baktı. Gözleri yüzümde dolanırken göğsüme çektiğim nefesi verdim ve bakışlarımı önüme çevirdim.

 

"Tamam." Dedim yumruk yaptığım ellerimi gevşetip kolumu onun beline dolayarak. Onu yanıma çektiğinde bir anlık şokla kırpıştırdı gözlerini.

 

"Napıyorsun?" Dediğinde onuda yanımda yürütmeye başladım.

 

"Müstakbel karıma sarılıyorum, suç mu?" Diye sorduğumda gayet ciddiydim. Çattı kaşlarını ve baktı bana.

 

"Suç." Diye mırıldanınca sert ama şefkatli bir sesle konuştum.

 

"O zaman bir ömür mahkumum desene sen şuna."

 

Hızla başını çevirdi önüne, kolum onun beline sarılıyken ara bir bana attığı kaçamak bakışları yakaladım. Dudaklarımda seğiren küçük tebessüme izin verdim ve onunla birlikte indim aşağı.

 

"Ne demek ben karışamam!" Tarık'ın isyan dolu sesini duyduğumda gözlerim ilk onu buldu.

 

"İkisi evleniyor ben karışamam!" Cihan'ın sert sesi yükseldi. "Bırakıp gitmeseydin tüm bunlar olmazdı!" Asıl korkusu bendendi, Cihan bana diklense bile Hafsa'yı ellerimden çekip alacak bir kapasiteye sahip değildi. Az önce bile ellerimin altında resmen titriyordu, bana karşı koyacak kadar güçlü değildi.

 

Zerrin Polatlı olanları kenarda kollarını kavuşturmuş boş gözlerle izliyordu. Sanki tüm bu sohbetden sıkılmış gibiydi, gözleri bana çarpınca varlığımdan rahatsız gibi devirdi gözlerini. Hafsa elimi sıkıca tutarken direkt olarak beni de kendisiyle birlikte kapıya sürükledi. İtiraz etmedim, onun canını sıkacak bir şey yapmaktan kaçınmaya çalışıyordum.

 

"Hafsa!" Tarık'ın ağzından bir kez daha Hafsa'nın ismini duymak adımlarımı bıçak gibi kesti. Bu orospu çocuğu hangi hakla karımın adını ağzına alıyordu! Üstelik onu daha önce uyarmıştım!

 

Başımı omzumun üstünde çevirip ona bakınca sert gözleri beni buldu. Hafsa hafifçe çekiştirdi elimi. "Hayır Yavuz, bakma o tarafa! Gidelim hadi!" Tarık vakit kaybetmeden yanımıza yürüyünce hızla vücudumu çevirdim ona ve Hafsa'yı arkamda bıraktım.

 

"Sen!" Diye bağırdı gür bir sesle. "Sen benim sevdiğim kadını benden alamazsın!" Sevdiği kadın? Hatırlatın bir ara buna güleceğim.

 

Hafsa sanki tüm bunları duymaktan bıkmış gibi rahatsız bir nefes verdi. Tarık'ın sürekli ondan sevdiğim diye bahsetmesi çok sinirlerini bozuyordu farkındaydım. Ve bana daha fazlasını yapıyordu, benim her bir zerreme elektirik şoku gönderiyordu. Öfke vücudumu sararken bıraktım Hafsa'nın elini ve kararan bakışlarımı karşımdaki piç kurusunun gözlerine diktim.

 

"Senin sevdanı sevsinler." Küçümseyici bir tınıyla konuştum. Ellerim iki yanımda yumruk oldu. "Neden bahsediyorsun ulan sen?" Birkaç adımda dibinde durdum. "Karım hakında doğru konuş, onun ismini ağzına alarak kirletmeye bile kalkışma!"

 

"O senin karın değil!" Daha bu sabah yaptığı tüm sinirlerimi yıpratmıştı. Şimdi karşıma geçip saçma sapan şeyler zırvalaması yıpranan sinirlerimi biraz daha mahvediyordu.

 

"Sana karşımıza çıkma demiştim!" Konuşmaya hakkı bile yoktu. Daha fazla kendime hakim olamadım. Ellerimi yakasına dolayarak onu arkadaki duvara çarptım. Hafsa'nın korku dolu bakışlarını sırtımda hissettim ancak geriye dönüp bakmadım.

 

"Evlenecek misin yani onunla?" Diye sordu dişlerini sıkarak. "Başka bir adamın artığıyla mı yetineceksin Yavuz Payidar?" İşte bu son noktaydı.

 

Sözlerinin altında bir ima vardı. Hafsa'nın onun olduğunu, kendisine ait olduğunu ve belki de gözlerime baka baka daha önce ona dokunduğunu söylemeye çalışıyordu. Kısaca gel beni öldür diyordu.

 

"Ne diyorsun orospu çocuğu sen!" Haykırışımın ardından yüzüne çarpan yumruk onu yere sermişti, öfkeden gözüm dönmüştü açıkça şu anda hiçbir şey umrumda değildi. Tek hatırladığım Tarık'ı altıma aldığım ve bir canavardan farksız onu öldürmeye çalışarak attığım yumruklardı. "Seni öldürürüm!" Diye bağırdığımda ellerime bulaşan kanlar umrumda değildi. Etrafımdaki kimseyi görmüyor sadece yüzü kana bulanan adama bakıyor zaten onu bile allak bullak görüyordum.

 

Ağız dolusu küfürler ediyor, durmaksızın yüzüne yumruklar geçiriyordum. İşte benim kötü tarafım buydu, öfkemi kaybettiğim an kimse beni durduramıyordu. Ve ben onun öldürmeyi kafaya koyduysam, bunu yapmadan durmayacaktım. Ta ki biri beni tutup geri çekene kadar.

 

"Dur yeter!" Diye bir bağırış duydum, neler olduğunu anlamaya çalışırken yerde kanlar içinde yatan Tarık'a baktım. Pişman değildim, beni geri çekenin Tufan olduğunu anladım, tüm bu kavgaları duyunca yaralı haliyle aşağı inmişti.

 

Tarık'a yaptıklarımdan hiçbir pişmanlık duymuyordum. Burnundan akan kanlar ellerime bulaşmıştı, kendime hakim olamıyor hâlâ ona küfürler yağdırarak üstüne yürümek istiyordum ama Tufan beni geride tutarken Cihan Tarık'ın nabzını kontrol ediyordu. Ölse bile umrumda değildi.

 

Bir kez daha ileri atıldığımda aniden gözüme çarpan Hafsa'yla öfkem bir anda silindi. Onun gözlerindeki korku bu sefer vücuduma büyük bir pişmanlık hissi yaydı, çünkü korkusu bu sefer endişeden değildi.

 

Hafsa benden korkuyordu. Hayır. Hayır.

 

Hayır. Hayır.

Onu korkuttum.

 

Nefes alışverişlerim yavaşlarken Tufan'ın bana olan tutuşı gevşedi. Yutkunarak Hafsa'ya baktığımda az önce olduğu yerde olmadığını farkettim. Gözleri büyük bir şokla yerde yatan Tarık'a baktı. Ardından bana baktı, acaba kaç kez adımı bağırmıştı? Bana kaç kez durmamı söylemişti? Ama ben onu duymamıştım. Onu o kadar çok korkutmuşdum ki geri geri adımlamış sırtının duvara çarpmasına neden olmuştum. Gözlerinde yaşlar vardı.

 

Böyle işi! Benim yüzümden ağlıyordu.

 

O sandığımdan daha kırılgandı. Öyle ki karşısında gelişen bir kavgadan bile korkuyordu.

 

Tarık'a yaptıklarımdan dolayı pişman değildim. Ama Hafsa'nın bana olan korku dolu bakışları kalbimin ezilmesine neden oldu. Ben küçüldüm, ve onun bakışları altında utanarak ezildim. İlk kez Hafsa'yı korkuttum, ve belki de o ilk kez benim canavar yüzümle bugün tanıştı. Ben onun sevebileceği bir adam değildim, çünkü ben sağlıklı değildim. Bu yüzden Hafsa'yı hep çok sevdim, ama hiçbir zaman aşkımı ona layık görmedim. O benim aşkıma değil, daha iyisine layıktı.

 

Ve belki de ben, bu aşkla ölmeye mahkumdum. Belki bir gün iki yabancı olacaktık, ve onun benden hiç haberi olmayacaktı ama ben bugün benden ölesiye korkan kadını hiç unutmayacak ve bir daha aşkımı ona layık göremeyecektim.

 

*******

 

 

 

Hafsa Polatlı.

 

Yavuz'un konakta yaptığı o şeyler hâlâ aklımdan çıkmış değildi. Gözü dönmüştü, ona kaç kere seslenirsem sesleneyim beni duymamış Tarık'ın yüzünü mahvetmiş onu ölmekten beter bir hale sokmuştu. Bugün yaşananlar ve Tarık'ın sözleri Yavuz'un öfkesini öyle kaynatmışdı ki ben onun içinde büyüttüğü canavara bugün şahit olmuştum. Tarık'ı öldürmek istemişti..

 

Ve bu beni korkmuşdu. Üzüldüğüm Tarık değildi, ona ne olduğuyla ilgilenmiyordum. Ama artık emindim, Yavuz'un içinde babasından bir parça ve hatta babasından daha korkutucu daha güçlü bir canavar vardı. Benimle konuşmaya çalışmıştı, kanlı ellerini kaldırarak bana dokunmaya çalıştığında korkarak duvara daha çok sığınmam onun aklını kaçırmasına sebep olmuştu.

 

Ben Yavuz'dan korkmuştum, ve onun kalbi parçalara ayrılmıştı. Başı önüne eğilirken gözlerime bakmaya utanmıştı.

 

Kavga bana göre değildi, ama içinde böylesine bir öfke büyüten adamı görmek beni korkutmuşdu. Çünkü annemi her geçen gün mahvedende babamın öfkesiydi, bizim canımızın böylesine çok yanmasının sebebi babamın öfkesiydi. Yavuz babam gibi değildi, umarım değildi. Ama bugün gördüklerim, beni öylesine ürküttü ki ben ona tek kelime edemedim.

 

Gece çoktan çökmüştü, Yavuz arabayı geri konağa sürüyordu. Ellerinin üstünde kuruyan kanı görmek hâlâ içime bir ürperti gönderiyordu. Sessizce yolu izledim gözlerim dolu doluydu ama konuşmadım. Ve bu onun canını yaktı.

 

"Hafsa." Sesi öylesine yumuşaktı ki az önceki adama hiç benzemiyordu. "Hafsa yalvarırım konuş benimle." Ondan korkmam pişmanlığını giderek artırıyordu. Korkum diniyor, ama o hali aklıma geldikçe sertçe yutkunuyordum.

 

Gözleri öfkeyle genişlemişti, saçları dağılmıştı. Boynunun ve ellerinin damarları daha belirgin hale gelmişti. Alnındaki damar patlayacak gibi zonklarken o kadar bağırmıştı ki çenesine kadar boğazı kızarmıştı.

 

Şimdi ise süt dökmüş kedi gibi yalvaran gözlerle benden bir tepki dileniyordu.

 

Konağın önüne vardığımızda arabayı durdurdu. Konuşmak istedi ama ben onu dinlemeden kemerimi çözüp indim arabadan. Ona durmasını söylemiştim, gitmemiz gerektiğini söylemiştim. Onu uyarmıştım ama o beni dinlememişti.

 

"Hafsa!" Acı dolu bir sesle o da indi arabadan ve peşimden geldi.

 

"Yenge?" Süleyman kapının önünde elindeki patlamış mısırı yemekle meşgulken şok ve merakla baktı bize.

 

"Nolayi ula yine bunlara?" Zahir anlam veremeyen bir bakış atarken bize ben onları bile umursamadan girdim içeri.

 

Açıkça trip attığımın farkındaydım, ama ne yapabilirim? Orda korkan bendim birazda o sürünsün. Kollarımı göğsümde kenetlenmiş içeri yürürken peşimden geldiğine emindim. Aynı şekilde Süleyman ve Zahir 'de içeri girerken keyifli gözlerle izliyordular bizi.

 

"Gördün mü abi?" Süleyman alayla sordu. "Sana demiştim, ne iyi oldu patlamış mısır aldığımız. Zaten artık bu konakta kaos filan eksik olmaz. Ben patlamış mısır fabrikası açmaya başladım bile." Zahir inanmayan bakışlar attı Süleyman'a.

 

"Yapmadun değul mi?" Dediğinde sırıttı Süleyman. "Yapmadım." Ağzına bir avuç patlamış mısır tıktı. "Ama yapacağım."

 

"Hafsa!" Dedi Yavuz'un sesi sızlanır gibi. "Yapma böyle, konuşalım işte! Bakmayacak mısın yüzüme?" Çocuk masumluğuyla sorarken kalbim yumuşuyordu ama hayır bakmayacaktım onun yüzüne.

 

Mutfaktan kafasını çıkarıp bizi izleyen İdil'i görmek sinirlerimi daha çok bozdu. Başımı çevirdim önüme. "Konuşmayacağım işte!" Dediğimde sesli bir nefes verdiğini duydum. Hızlı adımlarla geçti önüme.

 

"Özür dilerim güzelim." Diye mırıldandı pişmanlık dolu bir sesle. "Hafsa, öfkeme yenik düştüm özür dilerim. Seni korkutmak istemedim." Gözlerindeki acıyı görüyordum, gözlerimi başka tarafa çevirdiğimde sanki ona işkence ediyormuşum gibi beni izliyordu.

 

Zahir ve Süleyman'ın kıkırdamalarını duyduğunda döndü onlara. Resmen benim peşime düşerek onlara rezil oluyordu. "Kapayun ula çenenuzi!" Diye sesini yüksetince Zahir hızla gökyüzüne baktı ve Süleyman sanki elindeki patlamış mısırları inceler gibi kafasını resmen kabın içine soktu.

 

"Hafsa.." dedi 'a' harfini birazcık uzatıp yumuşak bir sesle. Bu hali aşırı komikti diğerlerine aslan gibi kükrerken bana kedi gibiydi. "Gelduler." Hafize Hanım aşağı inerken bize baktı, Yavuz'un ellerindeki kanı görmek onu korkuttu.

 

"Oğlum noldi saa, kimun kani bu?" Diye sordu hızlıca yanımıza gelerek. Mahir Bey meraklı gözlerle bizi izlerken hareleri birkaç saniye oyalandı Yavuz'un ellerinde. "Yok bir şey ana." Dedi Yavuz ve bakışlarını çevirdi benim yüzüme.

 

Ben ona bakmayı redderek adımlarımı avludaki minder koltuklara götürüp balkonun altındaki koltuklardan birine oturdum. "Nolayi?" Hafize Hanım çattı kaşlarını. "Naptun sen Hafsa kizuma?" Yavuz oflayarak bir nefes verdi.

 

"Korkuttim ana korkittim!" Sabrı sınanırmışcasına şivesi kayarken adımlarını yanıma götürdü. "Hafsa." Adımı artık ezberlemeye başlıyordu. Umrumda değil, sessizlik konusunda devam edecektim inatıma.

 

"Uğraştuğumuz şeylere bak." Mahir Bey resmen oğlunun benim peşimde dolanmasından rahatsız gibi söylene söylene döndü yukarıya. "İkusude manyak bunlarin!" Dedi sitem ederek ve kayboldu ortadan, biraz sonra çarpılan kapıyla odasına döndüğünü anladık.

 

"Hafsa." Yavuz yanıma oturdu. "Bakmayacak mısın yüzüme?" Elini kaldırıp çeneme koymak istedi ama babamın konağında ondan nasıl korktuğumu hatırladığında kaldırdığı elini yumruk yaparak geri indirdi.

 

"Hafsa bakar mısın yüzüme?" Dedi sabırsız bir pişmanlıka. "Bir kez baksan gözlerime, olmaz mı?" Sırf harelerim onun harelerine bir kez baksın diye bana yalvarıyordu.

 

"Bakmayacağım." Dedim inatlaşır gibi.

 

"Bakma." Dedi mırıldanarak. "Öyle korkarak bakacaksan bakma zaten, Hafsa bana korkarak bakacağına ölürüm daha iyi." Dediğinde yutkundum ve döndüm ona.

 

"Saçmalama, ölme." Dedim sert ama yumuşak bakışlarla. "Hem ben daha affetmedim seni, ölme."

 

"Ha affedersen öleyim yani?" Hızla başımı salladım iki yana. Beni konuşturmak için nasıl yollara gireceğini çok iyi biliyordu.

 

"Ölme, o zamanda ölme." Alt dudağım hafifçe öne çıktı. "Ama bir daha yapma, Yavuz. Bir daha beni böyle korkutma." Dediğimde yutkundu. Gözlerime baktı.

 

"Söz veremem." Dediğinde sesi çaresiz bir fısıltıdan ibaretdi. Olduğu adamdan vazgeçemezdi, çünkü bu onun hayatıydı. "Ama denerim Hafsa, lakin sen bakışlarını benden gizleme." Kaşları hafifçe havalandı. "Senin bakışların benim için sahrada su aramak gibi, beni böyle öldürme." Her kelimesiyle kalbimi biraz daha çalmayı başarıyordu. Dudaklarımda küçük bir tebessüm belirirken bakışlarımı yüzünde tuttum.

 

"İyi." Dedim sesimi soğuk tutmaya çalışarak ama başaramadım. "Öldürmem." Güldü ve eğildi yüzüme.

 

"Affetin mi?" Diye sorduğunda hızla başımı çevirdim önüme.

 

"Hayır!" Dediğimde homurdandı.

 

"Ana senun bu gelunin beni çıldırtayi! Çıldırtayi!" Ellerini yakasına götürdü ve döndü önüne. İllAllah eder gibi eliyle yakasını sirkeledi. "Bezdum, yemunle bezdum." Hafize Hanım'ın güldüğünü duyduğumda bende kendimi tutamayıp güldüm. Yavuz devirdi gözlerini ve ağzında bir şeyler geveleyerek döndü önüne.

 

"Abi bu arada." Süleyman sonunda konuşunca onları tamamen unutmuştuk.

 

"Cafer abi seni görmek istiyordu." Dedi yukarıyı göstererek, sanırım Cafer'in bir şeyler anlatmasının zamanı gelmişti.

 

Yavuz çattı kaşlarını ardından nefesini verdi ve kalktı ayağa. "Ben Cafer'e bakayım." Dediğinde Zahir boğazını temizledi. "Şey Yavuz, Hafsa'yida görmek istedu." Sanki onlar neler olduğunu zaten biliyormuş gibiydi. Beni istemesi açıkça biraz şaşırmama neden oldu ama başımı salladım usulca.

 

"Tamam." Dedim ayağa kalkarak, Hafize Hanım endişeli gözlerle bize baktı. "Kötü bir iş çevirmiyisiz dimu siz?" Dediğinde Yavuz gülümsedi ve başını salladı iki yana.

 

"Korkma ana, Cafer işte biliyorsun gizem yaratmaya bayılıyor." Dediğinde Hafize Hanım hayırlısı diye bir şeyler mırıldandı. Yavuz ve ben yukarı çıkarken Süleyman ve Zahir'de arkadan takip ettiler.

 

"Siz geçin." Dedi Yavuz lavaboya yürüyerek. "Ellerimi yıkayıp geliyorum." Dediğinde usulca başımı salladım ve onayladım onu. Süleyman ve Zahir'le birlikte Cafer'in odasına girdiğimizde onu bıraktığımızdan daha iyiydi hali.

 

"Nihayet." Dedi gözlerini devirerek. "Tufan nasul?" Bakışlarında gerçek bir endişeyle sorduğunda küçük bir tebessüm ettim ve nefesimi verdim abim için endişeleniyordu Cafer'le abim arasındaki arkadaşlık gerçekten çok güçlü olmalıydı. Çünkü abiminde odasına girer girmez bana ilk sorduğu Cafer'in nasıl olduğuydu.

 

"Abim iyi." Yatağın yanına yaklaştım ve dağınık halini inceledim. "Sana da selamı var, gördüğü yerde ağzını burnunu kıracağını söyledi." Cafer sırıttı ve kaldırdı tek kaşını.

 

"Öyle mu dedu? Canim kardeşum çok seveyi beni." Ardından sahte bir pişmanlıkla elini koydu göğsüne. "Valla önime atlamasaydu bende onu siper etmezdum."

 

"Ula onida mi kendune siper ettun!" Zahir'in azarlayan sesiyle güldü Cafer.

 

"Bugünlerde de herkes kenduni benim içun feda edeyi, hayranlarum çoktir herhalde." Kendi yaptıklarını sanki onlar kendi istekleriyle yapmış gibi gösterirken ona kısık gözlerle baktım.

 

"Eminim onları asla ensesinden tutup kendi önüne çekmiyorsun."

 

Cafer alayla baktı bana. "Kim? Ben? Ayup edeysun yenge." Kendini savunarak çattı kaşlarını. "Ben hiç öyle şey yapar muyum?" Süleyman onun dediklerini dinlerken şokla gözleri genişledi.

 

"Beni ölüme iterken gayet rahattın abi!"

 

Cafer hızla baktı ona. "Ula iki olayi bu, niye sürekli günahlarumi yüzüme vurayisiniz? Cehennemde yanayum diye mi uğraşaysiniz anlamayirim ki!" Hepimiz aynı anda böyle giderse yanacaksın. Der gibi ona baktığımızda Cafer devirdi gözlerini.

 

"Bileyurim." Dedi keyifli bir sesle. "Ama hâlâ yakuşukliyim önemli olan da bu." Kıstı gözlerini. "Senun muşmulat abinun iki yüzü gözü kırılmuş çok mi? Arkadaşlar bu günler içundir." Dudaklarım arasından sesli bir nefes kaçtı.

 

Cafer gerçekten çekilmezdi. Şu an abimi daha iyi anlıyordum. Sonunda kapı açılıp Yavuz içeri girdiğinde ellerindeki kanı yıkamış gömleğini değiştirmişti. Bu hali daha iyiydi, onu elleri kanlı bir şekilde görmek hoşuma giden bir şey değildi.

 

"Abi." Dedi Yavuz ve adımlarını götürüp oturdu yatağın kenarına. "İyi misin?" Cafer ona baktı ve sesli bir nefes salladı başını.

 

"Ha bu üç arazona kertenkelesi geçmuşi konuşmayi keserse daha iyi olacağum."

 

Şokla baktım ona. "Aşk olsun Cafer abi, kertenkelemiyim ben?" Dediğimde güldü Cafer. Neden bilmiyorum ama ona abi demek içimden gelmişti ve onunda sanki hoşuna gitmiş gibi bir abi şefkatiyle yumuşamıştı bakışları.

 

"Seni çıkarayirim o zaman." Ardından gösterdi Süleyman ve Zahir'i. "Bu ikusu olsin kertenkele." Zahir sabır diler gibi yüzünü ovuştururken Yavuz baktı Cafer'e.

 

"Konuşmak istemişsin." Yüzünü ciddi bir ifade sardı. "Noluyor Cafer, kim yaptı size bunu?" Diye sorduğunda bizden bir şey gizlemiyordu ki benim anladığım kadarıyla Cafer zaten Süleyman'a ve Zahir'e anlatmışdı. Ve Yavuz'un bizden bir gizlisi yoktu en önemlisi benden hiçbir şey gizlemiyordu.

 

"Öncelukle, kavgaya karuşmaduk." Dedi Cafer ve sırtını geriye yaslarken Yavuz bir yastık yerleştirdi onun arkasına. Aldığı darbelerin canını yaktığı açıkca görünüyordu çünkü en ufak bir haraketde bile yüzü acıyla buruşuyordu

 

"Kavga değilse neydi?" Diye sordu Yavuz merakla, gözleri Cafer'in yüzünü inceliyor onun ağzından çıkacak iki kelimeyi bekliyordu. "Neden annemlerin yanında konuşmadın?" Diye bir soru daha yönelttiğinde Zahir tekli koltuğa oturdu ve Süleyman'da o koltuğun kolçağına yaslanarak kollarını göğsünde kenetledi.

 

Onlar zaten neler olduğunu biliyordu, duymuş dinlemiş sindirmiş şimdi de bizim sindirmemizi bekler gibi bir halleri vardı. "Onlara anlatamam." Dediğinde Yavuz'un endişesi ve şüphesi giderek çoğaldı. Aynı şekilde meraklı gözlerim Cafer'i izledi.

 

"Neden?" Dedim, Cafer abinin omuzları sesli bir nefesle kalkıp inerken gözleri Yavuz'la benim aramda gidip geldi.

 

"Çünkü ben artik babama güvene bileceğumi düşünmeyim." Yavuz'un bakışlarına bir merak erişirken aynı şekilde anlam veremeyen gözlerle izliyordu abisini. Hareleri kısa bir süreliğine bana kaydı ve ardından tekrar Cafer'e.

 

"Bu ne demek?" Diye sorduğunda sesi sertdi. "Ne demek babama güvenemiyorum, Cafer ne diyorsun sen?"

 

"Yavuz baa buni kim yaptu bilmeyurim." Cafer'in yüzünde büyük bir endişe ve ciddiyet vardı. "Ama baa Devran'in yeruni sordilar." Kısık bir sesle söylediği her kelime beynimde şok etkisi bıraktı. Devranı mı sormuşlar?

 

Zahir ve Süleyman aynı anda sıkıntılı bir nefes verirken Yavuz Cafer'in söylediklerini anlamaya çalışır gibi şok dolu gözlerle izledi onu. İrisleri genişlerken harelerini büyük bir kafa karışıklığı sardı. "Anlamadım?" Dediğinde zorlukla konuşur gibiydi. "Mezarının yerini mi sordular?"

 

"Hayır." Cafer hızlı bir cevapla başını usulca salladı iki yana. "Nerde yaşaduğini sordular, yaşaduğuna dair söylentuler duymişlar. Bizum de onun yeruni bilduğumuzi düşündüler, bu yüzden benu aldular." Sesinde aciliyet ve gönülsüz bir özlem vardı. "Yavuz, Devran yaşıyor olabilir mi bilmeyim, buni baa kim yaptı onu kim arayi onida bilmeyim ama baa tek bir şey söyleduler." Sanki bu ona ağır geliyormuş gibi çenesi kasıldı.

 

"Babamun her şeyi bildiğuni söylediler Yavuz." Yutkundu. "Neyi biliyor bilmeyurim, ama onin her şeyden haberdar olduğuni söylediler. Bir borç içun can feda ettiğuni söylediler." Cafer'in her kelimesiyle Yavuz biraz daha yıkılıyordu. Gözlerinde acı vardı, ve bu acının sebebi şuydu. Yavuz buna inanıyordu, babasının bir borç için birilerinin canını hesabı kapatmak için vereceğine inanıyordu. Sanki uzun zamandır kendini inandırdığı bir yalandan uyanmış gibi izliyordu abisini.

 

"Devran abimin, yaşıyor olması imkansız Cafer." Acı dolu bir sesle fısıldadı. "Onu kendi ellerimle ben çıkardım, ölmüştü. Cafer abim oraya vardığımda çoktan ölmüştü." Cafer'i değil kendini inandırmaya çalışıyordu. Çünkü tüm bunlara inanmak onun dünyasını başına yıkacaktı. Yutkundum ve acı dolu gözlerle baktım Yavuz'a.

 

Abisini o kazadan Yavuz mu çıkarmıştı?..

 

"O zaman tüm bunlar ne Yavuz!" Cafer kendine hakim olamayarak yükseltti sesini. "Oyun mu oynayiriz oğlim?" Başını salladı iki yana. "Hayır Yavuz, ben Devran'in öldüğüne inanmayarim. Eğer öldüyse ne diye baa onu gördüklerini söylesinler?"

 

"Onu görmüşler mi?" Diye sordu Yavuz şüphe dolu bir sesle. Cafer ağır ağır salladı başını. "Görmüşler, ama son anda kaçmuş ellerunden." Gözleri kısıldı derin bir merakla. "Bu işte bir şeyler var Yavuz, nolayi bilmeyurim ama babam da bu işun içunde." Mahir Bey ne yapmaya çalışıyordu?

 

Kendi oğlunun cinayete kurban gittiği bir oyunda gerçekten parmağı olabilir miydi? Bu kadar cani olabilir miydi? Eğer öyleyse o zaman neler olacağını tahmin bile etmek istemezdim. Çünkü bunu düşünmek bile Yavuz'un gözlerinde bir ateş yakarken eğer gerçekten durum buysa.

 

İşler fazlasıyla karışacaktı..

 

****

****

 

 

 

Evetttt, bölüm sonuna hoşgeldiniz efendim. Öyle çok uzun bölümde olmadı çok kısada ortalama bir bölüm oldu bence aslında bu bölüm Hafsa'yla Yavuz'u evlendirmekti fikrim ama işler pek beklediğim gibi gitmedi evlilik meselesi ya gelecek bölüm ya da en fazla ondan sonra ki bölümde ola bilir.

 

Ama evlendireceğim merak etmeyin sjsj

 

Bölümü oylamayı unutmayın canlarım yeni bölümü en kısa zamanda atmaya çalışacağım. Allah'a emanet hoşçakalın❤️

 

 

Bölüm : 04.02.2025 15:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...