
Yorum ve oylama yapmayı unutmayın canlarım. Yorumlar beni aşırı motive ediyor ve yazma hevesimi körüklüyorr❤️❤️💘
****
Hafsa Polatlı.
Neler olduğunu bilmiyorduk. Dün Cafer'in söylediği her şey kafamızı karıştırmayı başarmıştı. Ortalıkta bir cinayet söz konusuydu. Ya Devran gerçekten ölmüştü, ya da hâlâ yaşıyor ama onun canını almaya çalışanlardan saklanıyordu. Ani bir sinirle Yavuz babasına gitmesin diye resmen onu zorla odaya sürüklemiştim. O gece tüm ısrarlarından sonra ben yatakta uyurken o da koltuğa uzanmıştı.
Gerçi uyuduğundan emin değildim, Yavuz'u tanıdığım andan beri ne kadar az uyuduğunu farketmiştim. Sanki uykularını kaçıran şeyler vardı, ve tüm bunlar yetmezmiş gibi birde babasının bu işte bir parmağı olabileceğini düşünmesi onun tüm düzenini altüst etmişti. Nefesimi verip zar zor çektiğim bir uykunun ardından gözlerimi beyaz tavana açtım.
Günün yorgunluğu hâlâ üstümdeydi, ama daha fazla yatakta kalmak istemiyordum. Hafifçe doğruldum ve dağılan saçlarımı elimle düzelttim. Sabahları kalktığımda bir aslandan farksız oluyordum. Hani filmlerde kızlar her sabah muhteşem saçlarla uyanır ya, hayır ben tam bir hanzoydum. Zar zor saçlarımı düzeltmeyi başardıktan sonra gözlerim koltukta boş boş tavanı izleyen Yavuz'u buldu.
Sırtından yukarısını geri koltuğun kolçağına yaslamış başını geri yatırmış kolları göğsünde kenetliyken boş tavanla bakışıyordu. Ayakları yere dayanıyordu, ayakkabılarını bile çıkarmamıştı bir ayağını diğer ayak bileğinin üstüne atmış donuk gözlerle yukarıyı izlemekten başka hiçbir şey yapmıyordu. Onun için endişeleniyordum, elimde değildi Yavuz'u bu halde görmek alıştığım bir şey değildi.
Ama son günlerde olan her şeyin onu nasıl yıprattığını kendi gözlerimle izlemiştim. Devran'ı kendi abisini kanlar içinde bir arabanın içinden çıkarmıştı şimdi daha iyi anlıyordum neden Cafer'i o durumda bulduğunda kafayı yemiş gibi davrandığını.
Sesli bir nefesle dikkatini çektim. "Yavuz." İsmi dudaklarımdan çıkar çıkmaz bakışları beni buldu.
Göz altlarında taze morluklar vardı, saçları dağınıkdı. İçmeden sarhoş olmuş gibiydi, sehpanın üstünde bir sigara paketi vardı. Onu içmiş miydi? Gözlerim sigara paketine takılırken kaşlarım çatıldı hafifçe, sigaradan nefret ederdim. Kokusuna dayanamazdım, çünkü annemin öldüğü gece o odadan gelen tek bir koku vardı, o da sigara kokusu.
Sanki birisi ölmeye yeminli gibi dört paket sigarayı bitirmiş, evet dört paket. Bunu hiç unutmadım, çünkü kanlar içinde bulunan annemin yanında dört boş paket sigara vardı. Bunu her kim yaptıysa onları annemin yatağının üstüne bırakmıştı, yanı başına. O günleri hatırlamak içime ateş düşürürken her bir zerremi yavaş yavaş yaktı. Kalbime saplanan hançer çocukluğuma ulaştı. Bir kez daha o küçük kız çocuğunun çığlığı kafamda yankılanırken hızla kaçırdım bakışlarımı.
"İçmedim." Yavuz'un sesi fazla sakindi ama sanki beni ikna etmek ister gibi kaçırdığım gözlerimi izledi. "İstedim, ama içmedim, Hafsa." Gözlerini sigara paketine çevirdi. "Kokusunu sevmiyorsun, biliyorum. Bu yüzden hiç içmedim." Hızla bakışlarım onu buldu, haklıydı çünkü odadan sigara kokusu gelmiyordu.
Yavuz tüm gece direnmişti, bir dal sigarayla acılarını dindirmek istemişti. Ama bunu yapmamıştı. Ben yumuşak gözlerle onu izlerken geçmişimin çığlığını kafamda susturdum. Ona daha önce bundan hiç bahsetmemiştim, ama Yavuz sanki benim hakkımda her şeyi biliyor gibiydi.
"Sigara sevmediğimi nerden biliyorsun?" Diye sorduğumda duraksadı bir an, ardından sesli bir nefesle geri baktı tavana.
"Tufan'da içmiyor, bir mekanda bir araya geldiğimizde teklif etmiştim. Geri çevirmişti, Cafer'de nedenini sorunca kız kardeşim nefret eder demişti. Ordan aklımda kalmış."
Benimle ilgili küçücük detayları bile hatırlıyor muydu?
Aptalca hızlanan kalbimi bir kenara ittim gözlerim onu izledi. "Uyumadın mı?" Dedim çocuksu sesimle, onun kendine zarar vermesinden nefret ediyordum ve uyanık kalarak bunu gayet iyi başarıyordu.
"Uyku haram oldu." Dedi isyan eder gibi bir nefes vererek. "Bende tavanı izlemeyi seçtim, en azından kafamdaki düşünceleri susturuyor." Başımı kaldırıp baktım tavana ardından gözlerimi kırpıştırıp baktım ona.
"Tavan mı?" Diye sorduğumda hıhı diye bir hırıltı çıktı boğazından.
"Tavan." Diye mırıldandı. "Tavan bazı insanlarla konuşmaktan daha anlamlı geliyor." Omuzlarım hafifçe çökerken ona baktım.
"Babanı mı düşünüyorsun?" Dediğimde dilini damağına vurdu.
"Hayır." Bir ölü gibi orada oturması canımı yaktı, verdiği cevaplar bile çok soğuktu. "Eğer babamın bu işte parmağı varsa, neler olacağını düşünüyorum." Boş sesinin altındaki tehlike alt dudağımı içeri kıvırmama neden oldu.
"Peki hangi sonuca vardın?" Bu soruyu sormayı hiç istemiyordum, ama çok meraklıydım.
"Hoşlanmayacağın sonuçlara vardım Hafsa." Dedi yutkunarak. "Kendimden tiksinmemi sağlayacak sonuçlara vardım." Gözleri tavandan bana kaydı ve dudakları düz bir çizgi halini aldı.
"Dönüşeceğim şeyden korkmuyorum." Kırılgan bir şekilde gözlerime baktı. "Ama seni korkutmaktan çok korkuyorum." Yüreğime cam misali batan sözlerine bakışları eklenince korkusunu kendi kalbimde hissettim.
Yavuz'un içinde yatan canavardan haberdardım, dün her şeyi görmüştüm. Ya da o gördüklerim sadece perdenin ön tarafıydı, belki de o perdenin arkasında Yavuz'un içinde daha kötü birisi vardı. Ve ondan korkacak olma düşüncesi boğazımın düğümlenmesine neden oldu. Yavuz bana zarar vermezdi, ama tanıdığım nazik adamı yok ederse bu beni mahvederdi. Çünkü ben Yavuz'dan korkmak istemiyordum.
Ben Yavuz'a alışıyordum.
Yavuz'a alışıyordum.
Gözlerim bir şekilde ilk onu arıyor, ilk onun sesini duymak istiyordu. Kalbim onun her kelimesiyle hızlanıyor, daha önce hiç hissetmediğim duyguları bana yaşatıyordu. Adım kadar emindim, bu benim daha önce tattığım bir duygu değildi. Öyleyse neydi? Sırf beni koruyor diye Yavuz'a hayranlık mı duyuyordum? Sanmıyorum. Hayranlık duymuyordum, Yavuz'a bakarken ben onun gözlerinde kalbini görüyordum. Onda beni ona çeken bir şeyler vardı.
Tarık'a bakarken bile hissetmediğim şeylerdi bunlar, ve ben her geçen gün bir şeyin farkına varıyordum. Ben Tarık'a aşık değildim, benim ona beslediğim duygular aşk değildi. Ben zihnimin bana oynadığı oyunlara kanmıştım, Tarık hep aynıydı. Tarık hep aynı kalp kıran, inicten adamdı. En küçük kavgaları büyütür, günlerce beni aramaz sonra bir gün çıkar gelir özür dilerdi. Beni bu döngüye mahkum ederdi, ve sonra beni babama karşı koruyarak bir minnet duygusu duymamı sağlardı.
Tüm bunları farketmem için Tarık'ın beni bırakması gerekiyordu, ve şimdi diyordum ki iyiki o gün gitmişti. Eğer Tarık o gün gitmese ben eski Hafsa'yı içimde yok edecek Tarık'ın her hatasına boyun eğen bir kadına dönüşecektim. Ve bunun adına aşk diyecektim, ama bu aşk değil sadece minnet olacaktı.
Peki ya Yavuz? Onun benim hayatımdaki rolü neydi? Aşık mıydım? Eğer bu aşksa ben bu duyguyu daha önce hiç tatmamıştım. Hayranlık nedir biliyordum, ama aşk. Aşk Yavuz muydu?
Bilmiyordum. Ama gözlerim bir tek onu arıyordu. Ya da yine aklımın bana oynadığı bir oyuna kanıyordum, ve bu isteyeceğim son şey bu olurdu.
Korkuyordum, ve korkularım hayatımı mahveden iki erkek yüzündendi. Babam yaşarken beni yetim bırakmış sevdiğim sandığım adam başka bir kadına gitmiş ve belki de benimle nişanlıyken her gün onun koynundan çıkarak benim yanıma gelmişti. Midem bulandı. Bunları daha fazla düşünmek istemedim ve kafamdan çıkardım.
Aklım Yavuz hakkındaki duygularımı reddetti. Çünkü bu sefer kalbim susmak istedi. Ve ne zaman konuşacaktı, işte onu bilmiyordum.
"Kalk hadi." Yavuz koltuktan kalktığında düşüncelerimden sıyrılarak ona baktım. Koltukta kaç saatir uzandığı için tutulan vücudunu biraz esnetti ve gardropa yürüdü.
"Nereye?" Dediğimde o gardropun kapağını çoktan açmıştı. Kendine giyecek bir şeyler ararken aklıma gelen ilk soruyla ona baktım. "Yavuz, babanla konuşmayacaksın değil mi?" Beyaz bir gömlek çıkarırken başını salladı iki yana.
"Ayağına gidip her şeyi söyleyecek kadar delirmedim." Benim önümde soyunmaktan hiç rahatsız değildi. Üstündeki kazağı çıkarıp gömleği kollarından geçirdi. "Başka planlarım var." Manidar bir sesle konuşurken merakla ona baktım. Üstümdeki yorganı itekleyerek yatağın kenarına yanaştım ve ayaklarımı yere basarak orada oturdum.
"Ne gibi planlar?" Merakla sorduğumda o düğmelerini ilikliyordu, başını kaldırmadı ama harelerini kaldırıp bana baktı.
"Kemal'i düğüne davet edeceğim." Şokla ona bakarken dudaklarım hafifçe aralandı. Ne düğünü? Ve kanlılarını davet mi edecekti!
"A-anlamadım?" Kekeleyerek sormaktan kendimi alamadım. Kirpiklerimi kırpıştırıp ona bakarken Yavuz sesli bir nefesle son düğmeyide kapatıp yakasını aşağı kıvırdı.
"Düğüne davet edeceğim, evleniyoruz." Biz evleniyorduk. Harika, peki benim bundan neden şimdi haberim var! Şok dolu bakışlarımın yerini aptalca bakışlar aldı çünkü aklım onun dediklerini pek kavramış değildi.
"Hayırlı olsun, kiminle evleniyorsun?" Dediğimde dünyanın en aptal sorusunu sormuşum gibi bana baktı. Kaşları çatılırken gözleri ifademi izledi ve kısıldı.
"Hafsa, dalga mı geçiyorsun?" Aptal gibi davranmaya devam ederek bakışlarımı kaçırıp duvarın desenlerini izledim. Bizim düğünümüz olacaktı ancak bana bunu şimdi söylemeyi uygun görmüştü. O zaman bende onunla biraz dalga geçebilirdim bence hakkımdı.
"Yok ne dalgası canım." Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Evleniyoruz dedin, karın kim merak ettim." Çocuk hallerime sabır eder gibi oflarken birkaç adım attı ve tek kaşını kaldırdı.
"Karım burada." Kaşlarım havalanırken sahte bir şaşkınlıkla baktım ona, yüzündeki ifade gülmemek için dilimi ısırmama neden oldu. Bana sanki aklımı kaçırmışım gibi bakıyordu ama Yavuz'u kızdırmak bir şekilde hoşuma gidiyordu.
Küçük bir çocuğu azarlayan bakışlarıyla ciddi mi olduğumu yoksa şaka mı yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Oyunculuğumun iyi olması ilk kez işime yarıyordu.
"Karın burda mı?" Masum masum sordum. "Lavaboda mı? Ben uyurken mi girdi içeri?" Sağ elini yüzüne götürüp ovuşturdu. Ardından aynı elini kabaca indirip beni göstermek yerine rastgele önünü gösterdi.
"Karım lavaboda değil!" Dedi dişlerini sıkarken. "Karım önümde oturuyor!"
Gözlerimi onun karşısına indirdim ve kaşlarımı çattım. "Yavuz hayal mi görüyorsun? Önünde kimse yok!" İrisleri genişlerken tüm sabrını kaybetmiş gibiydi.
"Kızım kafan mı güzel senin!" Hızla baktım ona.
"Benim mi kafam güzel! Sen hayal görüyorsun, şuna bak önünde birisi var sanıyorsun!"
"Önümde birisi var çünkü!" Dudaklarımda seğiren gülümsemeyi kontrol altına aldım. Yavuz kasılan çenesi ve sıktığı dişleriyle bana bakarken bu kadar aptalı oynamam onu sinir ediyordu.
"Yavuz sen kafayı yemişsin.." fısıltıyla konuştum. "Orda kimse yok."
"Hafsa!" Diye bağırdı.
"Ne!" Hafifçe irkildim.
"Karım sensin!"
Yutkundum ve baktım ona, dudakları arasından çıkan iki kelime çocuksu eğlenceme bir son verdi. Çünkü bu sözleri onun ağzından duymak ilk kez bana yabancı gelmedi. Bu duygular kafamı karıştırıyordu.
Çipil çipil gözlerle onu izlerken adımlarını önüme götürdü ve karşımda durdu. Onu görmek için başımı kaldırıp yüzüne bakarken bana doğru hafifçe eğildi. Dizlerine sürtünen dizlerimle ellerim biraz çarşafları sıktı.
"Karım sensin." Dedi az öncekine kıyasla sakin bir sesle ve yüzüme yaklaştı. "Ve senden başka kimse, karım olamaz." Yutkunduğumda bunu onun bile duyduğuna emindim. Yanaklarıma akın eden kanla harelerim Yavuz'un kehribar harelerinde takılıp kaldı. Yavuz benden hiç uzaklaşmak istemiyor gibi biraz daha yaklaştı yüzüme. Dokunmaktan korkar gibi, incitmekten çekinir gibi beni izlerken hasret bir kez daha bakışlarına akın etti. Nefesi her yüzüme çarptığında hızlanan kalbim bir kafesin içindeymiş gibi çırpındı.
Beni güneş benzeri gözlerine hapis etmişti.
Yavuz özlem dolu bakışlarla beni izlerken göz kapakları hafifçe ağırlaştı. Derin bir nefes aldığını hissettim, kokumu ciğerlerine doldurdu ve onu orda tuttu bakışları dudaklarıma doğru titreştiğinde yanaklarımdaki sıcaklık giderek arttı. Ardından tekrar gözlerime baktığında bu sefer saklamaya çalıştığı bir arzu sezdim bakışlarında.
"Hafsa." İsmim zorlukla ağzından çıkarken bakışlarım büyülenmiş gibi ona takılmıştı. Yasemin kokan parfümü kokusuna karışarak burnuma doluyordu.
"Efendim?" Kendini uzak durmaya zorlar gibi hafifçe başı geriye doğru titreşti. "Kalk." Adımlarını zorla geri götürdü. "Hazırlan, ben aşağıda bekliyorum." Bunları söyledikten sonra hızlıca arkasını dönüp kapıya gitti ve sanki kaçar gibi kendisini dışarı attı.
Aramızdaki anlamsız yakınlaşmadan dolayı hızlanan kalbim kulaklarımda atıyordu. Hızla yataktan kalktım ve ellerimin avuç içlerini yanaklarıma koydum. Sıcaktı ve kızarmıştı kapıldığım duygular kendini açıkça belli ediyordu. Yavuz yanlış bir şey yapmaktan korkmuştu, bu yüzden kaçar gibi odadan çıkmıştı. Kulaklarımda çarpan kalbimi susturmaya çalışarak derin bir nefes alıp verdim ve adımlarımı banyoya götürdüm.
Yavuz kafamı karıştırmayı başarıyordu, ona baktığımda anlamsız hızlanan kalbim bana bir çok şey fısıldıyordu ama beynim sanki büyük bir inatla onları susturmaya direniyordu.
Hızlıca bir duş aldım, uzun saçlarımı büyük bir savaşla taradıktan sonra kurutma makinesiyle hızlıca nemini almıştım. Banyodan çıkar çıkmaz gardropadan çıkardığım iç çamaşırlarını üstüme geçirdim ve onunda üstüne siyah bir bluz altına beyaz bir pantolon geçirdim. Kapının yanında duran spor ayakkabılarımı ayağıma geçirdiğim gibi masanın başına bıraktığım ten rengi ceketi alıp bluzumun üstüne geçirdim.
Odadan çıktığımda bir taraftan da ceketin içine sıkışan saçlarımı çıkarmakla meşguldüm. Bileğime takılı olan tokayla onları boş bir şekilde topladım ve indim merdivenleri. Telefonumu da ceketimin cebine atmayı ihmal etmemiştim.
"Hafsa abla günaydın!" Merdivenleri iner inmez Özlem pıtı pıtı adımlarla önümde durmuştu. Kalbimi ısıtan bir tebessümle beni izlerken aşağı eğildim ve işaret parmağımla hafifçe burnuna fiske vurdum.
"Günaydın." Dedim neşeli bir sesle, ve bir elimle sarı saçlarını geri ittim. "Nasılsın bakalım, iyi uyudun mu?" Hızla başını salladı ve boncuk gibi gözlerini bana dikti.
"Uyudum! Rüya bile gördüm!" Dediğinde çocuksu neşesi yüzüne yansıyordu. "Öyle mi? Ne gördün bakalım?" Dedim üstündeki ceketin önünü kapatarak. Neden bilmiyordum ama Özlem'e bakmak içimdeki şefkati uyandırıyordu. Çok tatlı bir çocuktu ve sadece gözlerine bakmak bile insana yaşama umutu veriyordu.
"Abimle senin düğününü!" Gözlerimi kırpıştırıp ona baktım ardından dudaklarım arasından çıkan sessiz bir kıkırdamayla başımı iki yana salladım.
Normaldi tabi, Yavuz muhtemelen kaç gündür evde düğün düğün diye geziyordu. Bir benim bundan haberim yoktu! Tabii ki evleneceğimizi hep söylüyordu, ama bu kadar çabuk beklemiyordum. Gözlerim masada oturup bizi izleyen Yavuz'u buldu. Çatalındaki peyniri ağzına atarken bana göz kırptığında güldüm ve doğruldum Özlem'in elini tutarak masaya yürüdüm.
Hafize hanım ve Mahir bey ortalıkta yoktu. İdil sofrayı hazırlıyor, iki dakikadan bir gözlerini Yavuz'a dikmekten vazgeçmiyordu ki bu durum artık can sıkıcı olmaya başlamıştı.
Masaya varana kadar Yavuz'un gözleri beni takip etti. Hareleri üstümde dolanırken bakışlarımı kaçırdım. Biriyle uzun uzadı göz teması kuramazdım. Masaya varır varmaz Yavuz'un karşısındaki sandalyeyi çektim.
"Annenler yok mu?" Dediğimde başını iki yana salladı. Babasından bahsetmem bile sinirlerini bozmuş gibi hafifçe çatıldı kaşları.
"Yoklar, Cafer'i hastaneye götürmüşler kaburgalarında ağrılar olmuş biraz." Endişeyle ona bakarken oturdum sandalyeye ve Özlem'de vakit kaybetmeden yanıma oturdu.
"İyimiymiş?" Dediğimde çayından bir yudum aldı ve başını salladı. "Aradım sordum, iyiymiş ama doktor akşama kadar kalsın demiş." Bardağı geri yerine koyarken bana baktı.
"Kahvaltını et hadi." Kol saatine baktı. "Çıkarız zaten birazdan." Onunla itiraz oyununa girmeyecektim. Zaten ne yaparsam yapayım vazgeçmeyecek gibiydi. Ve açıkçası, ne kadar inat etsemde bundan başka bir çarem yoktu.
Ve artık, Yavuz'la evlenmek kötü bir fikir gibi de gelmiyordu. Zaten evlenecektik, ve sonrasında beni güvenli bir yere yerleştirerek benden ayrılacaktı. Ama bu süreçte ne babamın ne de Tarık'ın beni rahatsız etmesini istemiyordu.
Neler olacaktı bilmiyordum, ya da hayat bizi nereye götürecekti. Ama yaşayacaktım, ve neler olduğunu görecektim.
Özlem önündeki tabaktan yemeklerini yerken abisine baktı. "Bende geliyim mi sizinle?" Masanın altında ayaklarını sallarken kıpır kıpırdı. "Lütfen!" Yavuz başını kaldırıp ona bakarken bakışlarından bile küçük kardeşine kıyamadığını anlamak zor değildi.
"Olmaz güzelim." Dedi yumuşak bir tınıyla. "Sen burdan doğru okula gidiyorsun."
"Ama abi!" Özlem dudaklarını büzerek genişletti gözlerini. Bu bakışlara ben bile karşı koyamazken Yavuz artık buna alışmış olmalı ki eğlenen bir ifadeyle baktı kardeşine.
"Ne yapacaksın sen orada?" Dedi çayından bir yudum alarak. "Gelinlik bakmaya gideceğiz biz." Bakışlarım hızla Yavuz ile kesişince gözlerim genişledi. Gelinlik mi? Bu sahte bir evlilik olmayacak mıydı?
"Ne gelinliği Yavuz?" Dedim ona bakarken biraz şaşkınlıkla.
"Senin gelinliğin." Dediğinde gözleri figürümü inceledi. "Gelinliksiz gelin mi olur?"
"Yavuz gerek yok." Arkasına yaslandı ve bir kolunu sandalyenin arkasından sarkıttı.
"Gelinin çiçeği de oluyor mu? Oluyordu oluyordu." Düşünür gibi Özlem'e baktı.
"Ne renk olsun abisinin gülü?" Dediğinde güldü Özlem.
"Kırmızı!" Yavuz gülerek salladı başını.
"Hay yaşa! Kırmızı tabi! Siyah değil, çünkü gelinimiz siyah sevmiyor." Aralarında geçen aşırı ciddi konuşmayı dinlerken gözlerim bir Özlem'e bir Yavuz'a kaydı.
"Yok artık." Dedim. "Düğün mü yapacağız?"
"Neyimiz eksik?" Yavuz kendisiyle övünür gibi konuştu. "Yavuz Payidar evleniyor, kırk gün kırk gece düğün yapmasın mı?" Kıstım gözlerimi.
"Yavuz ben düğünde terkedilmiş bir kızım farkındasın değil mi?" Ne kadar bundan nefret etsemde utandığım bir durumdu. O masada yaşadığım kırılganlık ve utanç bana asla unutmayacağım bir hayat dersi olmuştu.
Yavuz'un yüzündeki eğlenen ifade silinirken bakışları yumuşadı. Sesli bir nefes vererek dirseklerini masaya dayadı ve hafifçe öne eğildi.
"Hafsa." Dedi mırıldanarak. "Bu umrumda mı sanıyorsun? Düğünde terkedilmiş olabilirsin, Belki hayallerin benimle değildi, belki sevdiğin adam ben değildim." Bunları söylerken sesine kazınan acı sertçe yutkunmama neden oldu.
"Belki hiç olmayacağım." Buruk bir tebessümle konuşurken hareleri kitlendi harelerime. "Ama Hafsa, hayalini kurduğun o düğünü sana yaşatacağım." Gözleri üstüme kaydığında bir şeyleri hatırlar gibi tebessüm etti. "O gelinliğe nasıl bir özlemle baktığını kafama kazıdım ben, ve sen o gelinliğe bu sefer tiksinerek değil, severek bakacaksın. Hayalini kurduğun ne varsa sana yaşatacağım ama sevdiğin adam olamayacağım." Gözlerimin ardını sızlatan her bir kelimesi içimde bir şeyleri kanattı.
"Bu hayalini gerçek yapamadığım için özür dilerim, Hafsa." Adem elması yukarı aşağı haraket ederken çenesinde bir kas seğirdi. "Sevdiğin adam olamadığım için, özür dilerim."
Gönlüm ona kapalı diye benden özür diliyordu. Karşımda sesine acı kazınan gözlerinin dolmasını engelleyen bir adam vardı. Peki beni inciten neydi? Beni inciten Yavuz'a karşı gelişen duygularımdı. Yavuz sevdiğim adam olamayacağı için benden özür diliyordu ve, ben ona nasıl bir cevap vereceğimden emin değildim.
Aniden gelen tepsi sesiyle ikimizinde bakışları oraya döndü. İdil mutfak kapısında durmuş elindeki tepsiyi düşürmüştü. Ani bir telaşla hızla aşağı eğildi tepsiyi aldı yerden. Her şeyi duymuş olabilir miydi? Her şeyi duyduysa sahte bir evlilik yaptığımızdan da artık haberdardı.
Yavuz'un gözleri şüpheyle kısılırken İdil bir şeyler söyleyecek gibi oldu, ama yakalanmanın verdiği telaşla hızla mutfağa girdi. Kesinlikle her şeyi duymuş olmalıydı. Bakışlarım son bir kez Yavuz ile kesişti ardından geri tabağıma baktım ve derin bir nefes çektim içime.
"Düğüne kimse gelmeyecek." Çatalımla tabağımdaki zeytinleri ileri geri ittim.
"Nasıl eminsin bu kadar?" Dedi Yavuz kaşlarını çatarak, başımı kaldırıp baktım ona. "Bizim ailede, düğünde terkedilen bir kızın bırak düğününe gelmeyi kapısının önünden bile geçmezler." Ölüm kelimesini Özlem'in yanında kullanmak istemedim o bir çocuktu ve benim ailemin aptal zihniyetini duymak zorunda değildi.
Yavuz'dan bir tepki bekledim, ama aklına gelen şeyle dudaklarına keyif dolu bir sırıtış yayıldı. "Göreceğiz bakalım, geliyorlar mı gelmiyorlar mı." Gözleri büyük bir kurnazlıkla beni izledi.
"Ne yapacaksın?" Dediğimde omuzlarını kaldırıp indirdi.
"Ne yapacağım? Hiçbir şey, kendileri gelecekler. Bizim davetiye göndermemiz yeterli." Kafam karışmış bir şekilde ona bakarken dediklerinden hiçbir şey anlamıyordum.
"Yavuz düğüne gelmezler diyorum, ne davetiyesinden bahsediyorsun?" Gülerek salladı başını.
"Biliyorum yavrum, seni çok net duydum. Hadi kahvatlını et sen yorma kafanı ben halledeceğim."
Onun bu hallerine anlam veremiyordum, ama alışmaya başlıyordum. Yemeğime döndüm ve kahvaltımı bitirdim. Hemen ardından ikimizde evden çıkmıştık. Özlem'i okula bıraktıktan sonra Yavuz düğün alışverişi için genlikler ve damatlıklar satan bir mağazaya sürmüştü arabayı. Bildiğim kadarıyla burasıda onlara aitti. Çünkü tabelanın üstünde Payidar yazıyordu. Arabadan iner inmez önünden dolaşıp benim kapımı açtı.
"Buyrun hanımefendi." Dedi alaycı bir tavırla. "Kapılarıda biz açıyoruz sizin için, kıymetimiz bilinmiyor ama."
"Açmanı istemedim ki." Dedim kapıdan inerek, ama benimle uğraşmayı sevdiği kadar bende ona cevap vermeyi seviyordum.
"İstemedin." Dedi ardından gözlerini kırpıştırıp elini kalbine koydu. "O da benim yüce gönüllüğümden işte, ayağın taşa değsin istemiyorum. Çok iyi bir kocayım değil mi?" Diye sordu kaşlarını çatarak, bu halleri gözüme aşırı tatlı gelirken gülerek salladım başımı.
"Öylesin, çok iyi bir kocasın." Dikleştirdi omuzlarını ve kendiyle övünür gibi salladı başını.
"Biliyorum, iltifata hiç gerek yok." Kolunu bana uzatırken gözleriyle içeriyi işaret etti. "Şimdi müstakbel karıma gelinlik alabilir miyiz?" Uzattığı koluna baktım yüzüme sıcak bir tebessüm yayılırken elimi onun kolunda geçirdim gözlerimi gözlerine diktiğimde alaycı ama şefkat dolu bir ifadeyle bakıyordu yüzüme.
"Alabilirsin." Diye onu onayladığımda gözlerini bir kere aç kapa yaparak boştaki eliyle mağazayı gösterdi.
"Buyrun hanımefendi." Bir beyefendi gibi davranırken dudaklarımı çekiştiren tebessümle onun çocuksu hallerine ayak uydurdum ve beraber mağazaya yürüdük.
İlk kez bir gelinlikçiye gelmiyordum, ve ilk seçtiğim gelinlik düğün hediyem değilde o gün kefenim olacaktı. Geçmişi silip atmak istedim. Yavuz'unda dediği gibi, her şey sahte olsa bile ben bu sefer o gelinliği giyecektim ama ne kendimden ne de düğünümden tiksinecektim. Ben bu sefer geçmişi tamamen kapatacak ve hayatımda ilk kez yanımdaki kişiye yani Yavuz'a odaklanacaktım.
Geçmişi kapatıyordum, ve sahtede olsa Yavuz'la bir hayata adım atacaksam bir şekilde buna alışacaktım. Bu yüzden şimdilik ne sonrasını ne de öncesini düşünecektim.
"Hoşgeldiniz Yavuz bey." Çalışan kadınlardan biri yüzünde nazik bir tebessümle bize bakarken Yavuz ona baktı ve hafifçe salladı başını.
"Hoşbulduk, siz işinize bakabilirsiniz biz gelinliklere bakacağız." Dediğinde gözleri direkt olarak gelinliklerin satıldığı reyona takılmıştı.
Yavuz peşinde birileri dolaşsın istemiyordu, bunu daha önce girdiğimiz mağazalarda da yapmıştı.
Kadın merakla peşimizden baktı. Yavuz'un evleniyor olması herkese garip geliyordu. Karadeniz'in bir çok yerinde tanınan bir isimdi. Aniden ortaya çıkan bir kızla hızlıca düğün yapacağı kimin aklına gelirdi ki?
Gözlerim etraftaki gelinliklerde gezindi, evliliğe meraklı bir kız olmamıştım hiçbir zaman. Ama etraf öylesine güzel ve hoştu ki dudaklarımda küçük bir tebessüm yer edindi.
Yavuz'la birlikte gelinliklerin yanına yürüdük, geniş bir alandı ve bir gelin için gerekli her şey vardı. Takılar, aksesuarlar ayakkabılar ve tabii ki gelinlikler. Ondan ziyade bir oda kadar geniş oturma alanı vardı.
"Peki müstakbel karım hangisini istiyor?" Yavuz'un kinayeli sesiyle ona baktım ve eğdim hafifçe başımı.
"Sen bu karım lafına çok alıştın." Alaycı sesime karşılık güldü.
"Alışırım tabii, karım olmayacak mısın?" Şakacı bir şekilde konuşurken bir taraftan da olacakları bana hatırlatıyordu. Yavuz beni rahatsız etmekten öylesine korkuyordu ki, bu evlilik işine biraz sıcak bakmaya başlamışken vazgeçeceğim diye ödü kopuyordu. Çünkü o da biliyordu, beni istemediğim bir şeye zorlayamayacaktı.
Bu ben istemediğim için olmayacaktı, bu Yavuz bana hiçbir türlü kıyamadığı için olacaktı. Eğer ben onu istemeseydim, bu evlilik bana zarar verecek olsaydı Yavuz beni yanında tutmaz gitmeme izin verirdi.
"Olacağım sanırım." Dediğimde ses tonum yumuşaktı. Sözlerim sanki yüreğini ısıttı. Tekrar tebessüm etti ve o güzel gamzesini bana sundu. Yavaşça bakışlarımı ondan kaçırıp gelinliklere baktım.
Bir sürü çeşit vardı. Derin göğüs dekolteleri olan gelinlikler ya da nerdeyse yok denecek kadar ince etekli gelinlikler. Bir tarafta taşınması bile zor olacak kadar kabarık gelinlikler ve diğer tarafta daha sade ve şık duran hafif kabarık gelinlikler. Gözlerim dekolteli genliklere kaydığında Yavuz kıstı gözlerini ve aniden başka bir tarafa çevirdi benide kendisiyle birlikte.
"Bence biz şurdakilere bakalım." Dediğinde gülmemek için kendimi zor tuttum. Normalde fazla açık giyinen birisi değildim zaten, ama sırf Yavuz'un tepksini görmek için bir oyun başlatmaya karar verdim.
"Neden ama?" Dedim afallar gibi. "Bak oradaki gelinlikler ne güzel." Çocuk gibi dekolteli gelinliklerin yer aldığı sırayı gösterdiğimde gözleri bir gelinliklere bir bana kaydı.
"Güzel mi?" Dedi gözlerini kırpıştırıp. "Nesi güzel onun? Bak burdakiler daha güzel, ne yapacaksın sen onları? Hem çok dar onlar." Genişleyen gözlerle baktım ona.
"Dar mı?" Başımı eğip kendi üstüme baktım. "Çok mu kiloluyum ben? Üstümde kötü mü durur, bunu mu söylemek istedin?" Sahte bir kırılganlıkla konuştuğumda beni gerçekten incittiğini sanmış olmalı ki bakışlarına pişmanlık erişti.
"Hayır, Hafsa ne alakası var güzelim? Sen çok güzelsin. Ama elbiseler değil!" Yüzündeki ifade öylesine telaş doluydu ki onunla daha fazla oynama isteği uyandırıyordu bende. Genişleyen irisleri ve bir açıklama yapmaya çalışır gibi etrafta dolanan gözleri onu telaşa kapılmış bir çocuk gibi kelime savaşına sokuyordu.
"Ama hani bana her şey yakışırdı!" Baktım ona. "Onlarda yakışır!"
"Onlar mı?" Dedi şokla. "Hepsini mi giymek istiyorsun?" Sanki beni o gelinliğin içinde hayal edince önce bu hoşuna gitmiş gibi gözlerine arzu erişti. Ama sonra muhtemelen insan içinde bu kadar açık bir gelinlikle dolaşacağımı düşünmek kanını kaynatmış olacak ki bir küfür savurdu.
"Ula baba!" Diye söylendi kısık bir sesle. "Gelunlik mu bulamadun, bu nedur ula!" Alt dudağımı içeri kıvırıp gülmemek için kendimi tutarken ona baktım. Bu mağaza babasına aitdi, ama bence içeri girip çıkan elbiselerle o ilgilenmiyordu.
"Ama güzel." Dediğimde hızla başını salladı iki yana.
"Değil! Nesi güzel? Baksana çok çirkin! Hadi yavrum, bak o gelinliker daha güzel." Beni sol taraftaki sıraya yönlendirirken kendimi tutamadım ve onun bu telaşına güldüm. Kaç dakikadır ona çocuk gibi oyun oynadığımı anlamış olmalı ki gözleri kısıldı ve yüzüme baktı.
"Dalga geçiyorsun." Diye mırıldandığında masum bir tavırla baktım ona.
"Dalga mı geçiyorum? Şaka yaptım." Masum tavırlarıma bu sefer kanmadı, ben daha ne olduğunu anlamadan aniden sırtım arkadaki soğuk duvarla buluştu. Sert bir şekilde yutkunduğumda ellerini iki yanıma koyup beni duvara sıkıştıran Yavuz'un gözleriyle bakışıyordum.
"Bu gün uyandığımızdan beri.." diye fısıldarken yüzüme yaklaştı. "Benimle dalga geçiyorsun kaçak gelin, zevk mi alıyorsun bundan?" Aramızdaki yakınlıktan dolayı yutkunarak baktım ona. Nefesi yüzüme çarparken bir kez daha son sürat atmaya başlayan kalbimin sesini duyacak diye ödüm kopuyordu.
"Dalga geçmiyorum ki ben." Sesim öyle kısık çıkmıştı ki bu halime ben bile şaşırdım. "Şakacıktan yaptım."
"Şakacıktan." Bir adım daha ileri attığında göğsü göğsüme baskı yaptı. Uzaktan gören birisi büyük ihtimalle bu halimizi yanlış anlardı. "Şakacıktan mı yapıyorsun?" Bakışları aynı sabah olduğu gibi dudaklarıma indiğinde kızaran yanaklarımla ona baktım.
"Evet." Dedim küçük bir çocuk gibi. "Yavuz, çekilir misin biraz?"
"Niye?"
"Çok yakınsın."
"Bileyurim."
"E çekil."
"Hiç çekulmek istemeyurim."
"Yavuz!"
"Hafsa.." ismimi içi gider gibi söylerken omurgamdan aşağı bir ürpertinin indiğini hissettim. Bir elini kaldırıp alnıma düşen kahküllerimi yavaşça geri ittiğinde dokunmaktan korkar gibiydi. Gözlerim onun gözlerine takılı kalırken sesli bir nefes kaçtı dudaklarım arasından. Yavuz'un parmakları boş topladığım saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken parmak eklemlerinin arkası yanağıma sürtündü.
Göz kapaklarım ağırlaşırken bakışlarım eline indi. Ardından harelerimi kaldırıp onun gözlerine diktiğimde bir büyüye kapılmış gibi beni izleyen adama baktım.
"Çok güzelsin." Kısık sesi bana hayranlık doluydu. "Öyle güzelsin ki.." avuç içini yanağıma yerleştirdiğinde beni incitmekten korktu. Sanki bana dokunursa beni inciteceğini düşündü. "Hafsa öyle güzelsin ki, kalbime zararsın." Boğazıma oturan yumruyu yuttum.
Kalbime sıcaklık yayan her bir kelimeyle onun kehribar harelerini izledim. Eli yanağımda kalırken baş parmağı hafifçe tenime sürtünüyordu.
"Kalbine zararsam.." dedim fısıltı gibi bir sesle. "Bana bu kadar çok bakmamalısın." Dudaklarına yumuşak bir tebbesüm yayıldı ve sesli bir nefes verdiğinde tüm acılarını ve özlemini o nefeste topladı. İçine çektiği nefes sanki her şeye ah eder gibiydi.
"Sana bakmak kalbime zarar." Bakışları derinleşti. "Ama sana bakmamak ölüm zalımın kızı." Ardından yüzündeki tebessüm acı bir hâl aldı. "Ne yapsın şimdi bu adam?" Kendi halini benim ellerime bırakmıştı.
Sanki onun her bir zerresi her bir duygusu bir pamuk ipliğine bağlıydı ve o ipi tutan bendim. Yavuz kalbime girmek için yollar arıyor, ama ben onun bulduğu her kapıyı yüzüne çarpıyordum. Acımasız davranıyordum, ama onun duygularından emin olamıyordum. Bir anda bana hayran bir adam gibi bakarken ona sorduğumda bunu tamamen inkar ediyordu.
Derinleşen bakışlarını zar zor kaçırdı. Benden bir haber alamayınca eğdi başını hafifçe ve bir adım geri attı. İşte bahsettiğim buydu, önce yapıyor sonra kaçıyordu. Bence ikimizde duygularımızdan emin değildik. Belki de bu hikaye sonunda iki yana savrulan iki insan olacaktık.
Hızlanan kalbimi düzene sokmaya çalışır gibi ayırdım sırtımı duvardan. Nefesimi verdim ve bakışlarımı kaçırdım. Yavuz'un aniden çalan telefonuyla sonunda gerginleşen hava normale dönmeye başladı.
"Sen gelinliklere bak." Dedi telefonunu çıkarırken. "Ben buna cevap verip geliyorum hemen." Onu başımla onayladım ve adımlarımı genlinliklerin asıldığı sıralara götürdüm.
Yavuz telefonla konuşurken yüz ifadesi ciddi bir hâl almıştı. Muhtemelen iş hakkındaydı, bakışlarım gelinliklerde gezindi ve sonunda gözüme çarpan sade bir gelinliği izledim. Kolları tülden ibaretken yakası v yakaydı çok hafif göğüs dekoltesine sahipti ve hafif kabarık bir eteği vardı. Fazla bir şey istemiyordum, bana göre bu gelinlik fazlasıyla güzeldi. Ben gelinliğe hayran hayran bakarken Yavuz'un sesini duydum. Çoktan yanıma gelmişti.
"Bunu mu istiyorsun?" Dediğinde ona baktım ve başımı salladım.
"Evet, bu olsun." Uzanıp gelinliği askısından yakalayarak aldı onu ve bana uzattı sırıtarak.
"Dene hadi, üstünde görmek istiyorum." Bana uzattığı gelinliği aldığımda gülümsedim ve başımı salladım. Üstüme nasıl oturacağını merak ediyordum.
Elimdeki gelinlikle beraber girdim kabine. Üstümdeki kıyafetleri çıkarıp gelinliği üstüme geçirdim ve kenarındaki fermuarı kapattım. Tokayla topladığım saçlarımı açık bıraktım ve gülümsedim. Bu gelinlik sanki tüm kötü anılarımı sildi. Nefesimi verdim ve çıktım kabinden adımlarımı dışarı atınca gözlerini etrafta gezdiren Yavuz'un bakışları beni buldu.
Önce başka birisi sanmış gibi geri reyonlara baktı, ama benim olduğumu anlamak birkaç saniye içinde dank etmiş olacak ki hızla dönüp bana baktı. İrisleri genişlerken bakışları büyük bir şoka sarıldı. Ağır ağır adımlarla bana doğru yürürken ben bakışları altında biraz utansamda bu sefer kaçırmadım.
"Hafsa.." Sert bir şekilde yutkundu ve yüzümü izledi. Ardından gözleri üstümdeki gelinliği inceledi her bir zerremi aklına kazır gibi bakışları hayranlık doluydu. "Bu.." konuşamıyordu. Dili tutulmuş bir adam gibi bana bakarken gözlerini kırpıştırdı.
"Kelimeler yetersiz..buna kelimeler yetersiz, Hafsa." Beni anlatacak kelimeleri bulamıyordu. Kelimelere gerek yoktu, gözleri anlatıyordu.
"Güzel mi?" Diye sordum, hafifçe yerimde sağa sola kıpırdanırken başını salladı ve sarhoş gibi izledi beni.
"Güzel.." Tebessüm ettiğimde Yavuz burnundan sesli bir nefes verdi ve tekrar gözlerime baktı. Sanki kaybettiği bir şeye kavuşuyormuş gibi baktı.
Üstümdeki gelinliğe hayran hayran bakarken ben onun bakışları altında kaybolmuştum. Ve artık o bakışlardan uzak kalmak istediğimi sanmıyordum.
Gelinliği aldıktan sonra diğer eşyalarıda halledip Yavuz'a bir damatlık seçmiştik. Siyah bir takım almıştı, bir tek içine giydiği gömlek beyaz renkteydi. Onu damatlığın içinde görmek kalbimin göğsümü dövmesine neden oldu.
Bu kadar beklemiyordum, kabinden çıkmış gömleğinin yakasını düzeltirken ne kadar çekici göründüğünün farkında değildi. Geniş omuzlarını saran ceket pantolonun biraz üstüne geliyordu. Düz pantolon, ve içindeki beyaz gömlek fazlasıyla uyumluydu. Kahverengi saçlarını elleriyle düzeltirken gözü aynadan kendisiyle kesişti.
"Allah özene bezene yaratmış beni görüyor musun?" Egosunun aşağı kalır yanı yoktu. Kehribar hareleri bana kayarken yüzünde derin bir tebessüm vardı. Kendisiyle gurur duyar gibi omuzları dikken hafif çıkan sakalları onu daha çekici bir hale getirmişti. Kirpikleri arasından beni izlerken ben kendimi ona kapılmış halde bulmuştum.
"Ne oldu?" Dedi şüpheyle ve önünü iliklerken başını eğip üstüne baktı ardından bana baktı. "Yakışmamış mı?"
"Hayır." Dedim boğazımı temzileyerek. "Yakışmış, iyi.. görünüyor."
"İyi mi?" Dedi gözlerini kısıp sahte bir özgüvenle. "Biraz daha iyi yapabilirsin bence, mesela çok yakışmış kocacığım, ya da ne bileyim sen dünyanın en yakışıklı kocasısın, ya da senden daha yakışıklı bir erkek yok." Başını salladı ve hafifçe büzdü dudaklarını. "Dinliyorum devam et, hazırım her türlü iltifata." Sesini kalınlaştırıp ciddi bir ifadeye bürünüp iltifat etmemi beklerken dudaklarım arasından sesli bir kahkaha kaçtı.
"Yavuz senin bu egonla ne yapacağız biz?" Dediğim an devirdi gözlerini hafifçe homurdanır gibi ama dudaklarında yumuşak bir tebessüm vardı.
"İki güzel laf et kanarım hemen, ırzımada geçersin sonra ağzımı açıp tek kelime etmem."
"Aşk olsun, yapar mıyım hiç öyle şeyler?" Dedim alayla. "Ben namuslu bir bireyim, kimsecikleri kandırıp da yarı yolda bırakmam."
"Tabii öylesin, sonuçta namusumla oynayıp beni yarı yolda bırakamazsın bir adım sanım var benim." Onu kandırıp sonra terkedecekmişim gibi konuşması beni eğlendiriyordu. Ve o da bunun farkındaydı, o yüzden yapmaya devam ediyordu. Kahkahalarım arasında ona bakarken çattım kaşlarımı.
"Yavuz bunları benim söylemem gerekiyordu." Dediğimde ciddi ifadesi bozuldu ve güldü.
"Seni yarı yolda bırakmayacağımı göz önüne alırsak, benim de temiz bir aile oğlu olduğum zaten ortada." Onun bu hallerine gülmekten gözlerim yaşarıyordu.
Birde çok ciddi bir yüz ifadesine bürünürken daha komik görünüyordu ki yanaklarım artık gülmekten ağrıyordu. "Ne gülüyorsun zalımın kızı?" Dedi ama kendiside gülüyordu. "Anama babama hesap verecek değilim ya bu yaştan sonra, paşa paşa atacaksın o imzayı."
"Yavuz tamam yeter.."Gülmekten nefesim kesilirken birkaç adım atarak yaklaştı yüzüme ikimizinde yüzünde gülücükler açarken ellerini birleştirdi arkasında ve bir çocuk gibi izledi beni.
"Yetmez." Dedi kaşlarını yukarı hayır der gibi kaldırarak. "Benim bu gülüşe daha fazla ihtiyacım var." Yüzümdeki gülüşün yerini yumuşak bir tebessüme bırakırken onun gözlerini izledim.
Benim gülüşüme ihtiyacı vardı, Yavuz'un benim sesimi duymaya ihtiyacı vardı. Baktığı her yerde onu görmek isteyen bir tek ben değildim, o da en az benim kadar bunu istiyordu. Gözlerim yanağına kaydı ve ani bir cesaretle parmak uçlarıma yükselip dudaklarımı yanağına bastırdığımda anında yanaklarım kızardı. Hızla başımı geri çekip onun gözlerine baktığımda olduğu yerde donup kaldığını hissettim.
İrisleri genişlerken sertçe yutkundu ve adem elması yukarı aşağı haraket etti. Az önce yaptığım şeyi daha yeni idrak etmiş olacak ki dudağının kenarı yavaşca yukarıya kıvrıldı ve bakışları gözlerime kaydı.
"Öptün mü sen beni?" Dediğinde sanki bundan emin olmak ister gibiydi. Alt dudağımı içeri kıvırdım ve usulca salladım başımı. "Yaptım sanırım.."
"Tekrar öpsene." Diye mırıldandığında sanki buna muhtaç gibiydi. Hafif genişleyen gözlerle ona bakarken az önce alaylarla konuşan adam yok olmuş yerini pamuk gibi bir adama bırakmıştı.
Sabırsızca bekleyen bir çocuk gibiydi, onun bu hevesini kırmak istemedim ve aldığım ifade gözüme öyle güzel geldi ki bir kez daha öne uzanıp dudaklarımı yanağına bastırdığımda gözleri kapandı. Dokunuşumu hissederken burnundan özlem dolu bir nefes kaçtı. Birkaç saniye sonra başımı geri çekip ona baktığımda burunlarımız nerdeyse birbirine sürtünüyordu. Sanki tüm devreleri yanmış gibi gözleri hafifçe aralandı ve bana baktı. Konuşmuyor sadece susuyordu. Küçücük bir dokunuşum bile onu mahvetmiş gibiydi.
İyi olup olmadığını merak etmeye başlamıştım artık, tüm bunlar için ona teşekkür etmek istediğimde onu böylesine bir şoka sokacağımın farkında değildim. "Yavuz.." dedim utana sıkıla gözleri gözlerime kaydı ve kesti sözümü.
"Bu Yavuz sana ölür biliyorsun değil mi?" Harelerim onu izlerken kızaran yanaklarıma inat dudaklarıma küçük bir tebessüm yayıldı.
"Ölmesin." Dediğimde sesiz bir gülüş çıktı ağzından.
"Ölmesin, haklısın ölmesin bu Yavuz'un daha..çok hayalleri var." Dudakları arasından dökülen kelimlerle birlikte kaçırdım bakışlarımı.
Yavuz'un daha çok hayalleri vardı ve içimden bir ses o hayallerin içinde benimde olduğumu söylüyordu.
******
Yavuz Payidar.
Kavuşmak tam olarak bu muydu? Hayır. Kavuşmak bu değildi, ama bu bile beni avutmaya yeterdi. Yedi sene bunun için beklediysem değerdi, sevdiğim kadın yanımdaydı. Üstünde bir gelinlik, ve o gelinliği benim için giymişti. Benimle evlenmeye artık o kadar soğuk bakmıyordu ve belki de onun kalbinin içinde çırpınan kalbimi bugün biraz serbest bırakmıştı.
Belki ben bencildim, ben bencildim. Daha beni yeni tanıyan bir kadın bana aşık olsun istiyordum, bu bencillikti. Ama aşk zaten bencillik değil miydi? Vazgeçemezdin. Ne yaparsan yap, ya da o sana ne yaparsa yapsın vazgeçmezdin. Vazgeçilmezdi.
En azından ben Yavuz Payidar, sevdamdan vazgeçemezdim.
Aşk gurur tanımazdı, benim aşkım gururumun önüne geçer her bir zerremi yakardı. Ve bana göre gururu aşkının önüne geçen bir insan, gerçekten hiçbir zaman sevmemiştir. Çünkü biliyordum, eğer ben bir gün Hafsa'dan gitsem bile aynı akşam geri onun kollarına dönerdim.
Soğuk toprak beni almadıkça, ben Hafsa'nın kollarında ısınırdım. Ama eğer ki beni görmezse, o zaman soğuk bir mezarın altında kalırdım. Üşümeyi sevmezdim, ve Hafsa'dan ayrı olduğum her an beni üşütmüştü.
Yanağıma kondurduğu basit bir öpücüktü ama benim her zerremi yakmaya yetmişti. Nefesinin tenime değmesi, kokusu, saçlarının, sakallarıma sürtünmesi. En önemlisi Hafsa'yı hissetmek benim için dünyalara bedeldi.
Mağazadan çıkar çıkmaz poşetleri arabanın arkasına yerleştirmiştik. Kalbim hâlâ onun küçük dokunuşunun etkilerini taşırken sürücü koltuğuna oturmuş yanımdaki koltuğa çoktan yerleşen kadına bakmıştım. Yüzündeki nazik tebessümle bana bakarken gözlerinde şefkat vardı. Hafsa ile kez bana böylesine derin bakıyordu ve bu bakışları içimi eritiyordu.
"Kemerini tak bakalım." Dediğimde sesimi olabildiğince nazik tutmaya çalışıyor az önceki heyecanımı artık silip atmaya çalışıyordum ki daha fazla delirdiğimi düşünmesin. Usulca salladı başını ve hızla kemerini geçirip üstünden taktı bende sağ elimi kullanarak kemerimi taktığımda vitesi geri çekerek ayağımı gaza basarak park yerinden çıkmaya başladım.
Telefonum çalarken elimi cebime atarak onu çıkardım, ekranda yazan Zahir ismini gördüğümde açtım ve kulağıma yerleştirdim.
"Efendim Zahir?" Dediğimde Hafsa'nında meraklı bakışları beni izledi. "Nerdesun Yavuz?" Diye sorduğunda sesinde sıkıntı vardı. Kaşlarım çatıldı merakla.
"Nerde olacağım, alışverişteyiz işte haber vermiştim size." Önümdeki yoldan dönerken sesimide merak sardı. "Ne oldu?" Telefonun ucunda sesli bir nefes duydum.
"Cihan burda." Bakışlarımı öfke sarararken ifadem somuttu. "Anlamadım?"
"Cafer'in yanındayuz, Tufan'da burada. Bir uğrayasun." Kafam iyice allak bullak olurken anlamsızlık ve endişe sardı içimi.
"Annemler orda mı?" Dediğimde ayak sesleri duydum muhtemelen bir yere doğru yürüyordu. "Yoklar, çıktiler onlar bekleyurim sen gel konuşuruz." Öfkeli bir nefes verdim ve usulca salladım başımı.
"Oradayım birazdan." Dedim ve ardından telefonu kapatarak kabaca koydum cebime. O piç kurusunun benim abimin yanında ne işi vardı?
"Neler oluyor, Yavuz?" Hafsa merakla sorarken başımı çevirip ona baktım.
"Hastaneye gidiyoruz, babanlar Cafer'in yanındaymış." Dediğim an şokla bana baktı.
"Babalar mı?" Anlam veremeyen bir sesle sordu. "Ne işleri varmış orada?"
"Bilmiyorum." Dedim düz bir sesle. "Onu öğrenmeye gidiyorum bende." Meraklı bakışları yerini korurken onunda en az benim kadar kafası karışmıştı. Neden oradaydı bilmiyorum ama yine bir oyun çeviriyorsa bu sefer onu kendi ellerimle boğacaktım.
****
Hafsa Polatlı.
Yavuz babamın Cafer abinin yanında olduğunu söyledikten beri kafam karışmıştı. Babamın orada ne tür bir işi olabilirdi ki? Hayatımız gerçekten bir şekilde mahvetmeye kararlıydı.
Eve gitmek yerine yolu değiştirip arabayı hastaneye sürerken bu sefer benim telefonum çalmıştı. Elimi ceketimin cebine atarak onu çıkardığımda Ramiz abinin beni aradığını farkettim.
"Kim o?" Yavuz'un merak dolu sesiyle nefesimi verdim. "Ramiz abi." Dediğimde tek kaşı havalandı. "Babamın sağ kolu." İfadesi kararken bakışlarını bir miktar koruma ve endişe sardı.
"Öyle bakma." Dedim çalan telefona bakarken. "Ramiz abi iyi biri."
"Kusura bakma ama o piç kurusuyla çalışan birisinin iyi olduğuna pek inanmıyorum." Yavuz soğuk bir sesle konuşurken nefesimi verdim ve telefonu açıp kulağıma yerleştirdim.
Ramiz abi kötü biri değildi, çocukken beni ve abimi babamdan korumak için her yolu dener babamın bizden esirgediği baba sevgisini bize vermeye çalışırdı. Çok küçük olsamda hatırlardım bir çok kez annemi babamın dayaklarından kurtarmışlığı vardı. Ben bebekken ailemizin yanında çalışmaya başlayan bir korumaydı, ama giderek babamın sadık adamlarından birine dönüşmüştü.
"Alo? Hafsa kızım nerdesin?" Hafif sıkıntılı sesini duyduğumda nefesimi vererek yola baktım. "Yavuz'un yanındayım Ramiz abi, sen nerdesin? Cafer abinin yanındamısınız?"
"Öyle, siz buraya mı geliyorsunuz?" Diye sorduğunda bakışlarım Yavuz'a kaydı. "Oraya geliyoruz, abi neler oluyor?" Endişeyle sorduğumda telefonun ucunda sesini kısarak konuştu.
"Şirket iflas ediyor, Hafsa." Kaşlarım havalanırken dediklerini önce algılayamadım ama sonra yavaş yavaş anlamaya başladım.
"Babamın şirketi mi?" Dediğimde sesim duygusuzdu. Açıkça ona ne olduğuyla ilgilenmiyordum.
Allah'ın adaletine inanan bir insandım, ve eğer babam bugün her şeyini kaybediyorsa tüm bunları hakettiğini düşünüyordum.
"Babanın şirketi." Dedi nefesini vererek. "Birisi tüm hisseleri kendi adına geçirmiş, kim olduğunu bilmiyoruz. Ortada bir adam var tabii, ama işin arkasında o yok, o olamayacak kadar zayıf."
"Ne yapmamı bekliyorsun abi?" Dedim umursamaz bir sesle. "Onun başına ne geldiğiyle ilgilenmiyorum." Yavuz sessizce konuşmaları dinlerken muhtemelen her şeyi duyuyor ve anlıyordu. En az benim kadar o da umursamazdı çünkü biliyordum babam ölse üstüne toprak atacak kişilerden biride Yavuz'du.
"Biliyorum kızım." Dedi yumuşak bir tonla. "Ama annenin açtığı yetiştirme yurduda her şeyin içinde, Hafsa iflas eden tek şey şirket değil. Baban her şeyini kaybediyor." Kalbime saplanan bir bıçakla sertçe yutkundum.
Her şeyi kaybedebilirdim, ama annemden kalan son şey o yetiştirme yurduydu. Babamla evlenmeden önce annem teyzemin yardımlarıyla bir yetiştirme yurdu açmıştı. Teyzem çalışkan bir kadındı, ve ölmeden önce açtığı o yetiştirme yurdu hem teyzemden hemde annemden bana emanetdi.
"Ne diyorsun abi sen?" Dediğimde sesimi telaş sardı. "Ne demek yurduda kaybediyoruz?"
"Yurdu biz kaybediyoruz kızım, ama sen değil." Elimi saçımdan geçirerek kahküllerimi geri ittim.
"Abi ne demek istiyorsun, bilmece gibi konuşmasana." Telaşlı sesime karşılık Ramiz abi sakindi.
"Telefonda olmaz, hastaneye gelin konuşuruz." Kafamı kurcalayan tonlarla soru vardı ama Ramiz abi yüz yüze konuşmamız gerektiğini söylüyorsa öyle yapmaktan başka çarem yoktu.
Telefonu kapattığımda sıkıntı yüzüme vurmuştu. Yavuz'a baktığımda usulca salladı başını. "Duydum." Dedi öfkesini bastırmak ister gibi. "Gidelim bakalım, ne işler çeviriyor yine bu şerefsiz." Babama olan öfkesi sesinden akıyordu. Kehribar hareleri resmen karaya bürünmüş gibiydi.
Her bir zerresiyle ondan tiksiniyordu, aynı benim de tiksindiğim gibi.
Yavuz arabayı hastaneye sürdü. Oraya varana kadar aklımı binlerce soru sıkıştırdı. Her seferinde annemden ve teyzemden son kalan şeyi kaybedecek olma düşüncesi kalbimi sıkıştırdı. Tek hatıra oydu, ve ben onu da kaybedemezdim. Dakikalar sonra hastanenin önünde duran arabayla hızla kemerimi çözerek indim. Peşimden Yavuz'da takip ettiğinde endişeliydi.
"Hafsa yavaş beni bekle." Dedi arabayı kitleyip koşar adım yanıma gelerek. Beni babamın yakınında yalnız bırakmak istemiyordu bunun farkındaydım bu yüzden biraz yavaşlattım adımlarımı. İçeri girer girmez Cafer abinin kaldığı odayı öğrendik ve yukarı kata çıktık. Odayı bulur bulmaz içeri girdiğimizde Cafer'i sedyede arkasına yaslanmış bir halde bulduk. Sedyenin sol tarafında duran Süleyman umursamaz bir bakışla onlara bakarken Zahir soğuk bakışlarla onları izliyordu. Artık buna alışmıştık ki Zahir zaten her yere soğuk bakışlar atıyordu.
Abim onun yanında oturmuş sırtını aynı Cafer gibi geri yaslarken bir ayağı sedyeden sarkıyor diğer ayağını dizinden kırmış kollarını göğsünde kenetlemişti. Babam tüm öfkesiyle çenesini kasmış yeri izlerken Ramiz abi beni farkeder farketmez nefesini verdi.
"Hafsa." Dediğinde adımlarımı içeri attım.
"Neler oluyor abi?" Soru ağzımdan hızla çıkarken Yavuz'da peşimden içeri girmiş gözlerini direkt olarak babama dikmişti. Cafer abinin gözleri hızla bizi bulurken abim sırtını ayırdı sedyeden ve ayaklarını yere basarak kalktı sedyeden.
Öfkesi ve sıkıntısı yüzüne vurmuştu. En az benim kadar annemden kalacak bir şeyi kaybedecek olma düşüncesi onunda canını yakıyordu. "Gel Hafsa." Dedi yorgun bir sesle, babamla kavga ettiklerine adım kadar emindim.
Dünki haline göre daha iyiydi, yaralarının yerini morluklara bırakmıştı. Aynı şekilde Cafer abide aynı durumdaydı. Yavuz'la gözleri kesişince hayıflanır gibi sesli bir nefes verdi ve kaldırıp indirdi omuzlarını. Zahir baktı Yavuz'a ve bakışları biraz yumuşarken sabırlı olmasını söyler gibiydi.
Adımlarımı abimin yanına götürdüm meraklı gözlerle ona baktım. "Neler oluyor?" Diye tekrarladığımda Yavuz henüz sessizdi.
"Birisi bunun imazsını kopyalamış." Dediğinde çenesi kasıldı öfkeli gözlerini babama çevirdi.
Babam başını kaldırıp baktı ona sıktı dişlerini. "Kim acaba?" Gözleri bana kaydı. "Aklıma Tarık'dan başkası gelmiyor." Kaşlarım çatıldığında gözlerim kısıldı. Ne saçmalıyordu?
"Ne diyorsun sen?" Vücudumu ona çevirdim. "Tarık senin imzanı nereden bulsun, ne diye senin şirketlerini elinden almaya çalışsın?"
"Neden olacak?" Öfkeyle sırtını itti duvardan bana yaklaşır yaklaşmaz Yavuz adımlarını atarak girdi aramıza.
"Dur orada, bir adım daha yaklaşmayacaksın." Sert sesi itiraza yer bırakmazken babam Yavuz'u es geçerek direkt olarak bana baktı.
"Sen mi verdin dosyalarıda ona? Ne yaptın Hafsa, geri döndü seni affetsin diye koşa koşa imzalarımın bulunduğu dosyaları mı götürdün eski nişanlına?" Büyük bir şüpheyle beni izlerken irisilerim genişledi. Şu an yapabileceği en kolay şeyi yaparak beni suçluyordu.
"Çıldıracağım!" Abimin öfkeli sesini duydum, aynı şekilde Cafer abininde öfkeli gözleri babamı buldu. "Cihan!" Diye bağırdı Yavuz, ellerimi uzatıp yavaşca koluna tutundum. Öfkesine yenik düşerek yine kendisini kaybetsin istemedim.
"Sana dedim bırak ağzını burnunu kırayım diye." Süleyman'ın tehlikeli sesini duyduğumda Zahir ona boş bir bakış attı ama bu daha çok sakin ol demek gibiydi.
"Ula senin kıyturuk imzanu napsun bu kız?" Cafer abi hiç çekinmeden beni savunurken beni koruyan beş kişi vardı bunun farkındaydım.
"Öyleyse kim yaptı!" Diye bağırdı babam. "Her şeyimi kaybediyorum, ama bil bakalım noluyor!" Çekmecenin üstünden aldığı dosyayı kabaca bana uzattı. "Masanın başına oturan her kimse! Tüm şirketleri elimden alıyor ama bir tek annenin kurduğu yetimhaneyi sana devr etmek istiyor!" Gözleri kısıldı. "Tarık'dan başka kim olabilir bu? Belli ki anlaşma yapmışsınız!" Benden önce Yavuz dosyaları babamın elinden kapıp kaşlarını çatarak baktı onlara.
Benim böyle bir şeyden haberim yoktu, hızla Yavuz'un yanında durup dosyaya baktım. Gerçektende annemin adına olan yetiştirme yurdunun benim adıma devr edilmesinin istendiği yazıyordu. Alt kısımda daha önce hiç duymadığım bir isim yazıyordu. 'Mustafa Yılmaz.' kesinlikle tanıdığım birisi değildi.
Yabancı birisi neden babamın her şeyini elinden alırken yetiştirme yurdunu bana bırakırdı ki? Yavuz'un gözleri hızla bana kayınca ona baktım ve başımı iki yana salladım.
"Yapmadım." Bana inanıyordu değil mi? "Olanlardan haberim yok." Dediğimde çenesi kasıldı ve gözleri ismin üstünde tekrar tekrar döndü.
"Kim bu orospu çocuğu ve seni nerden tanıyor?" Dediğinde yutkundum.
"Bilmiyorum! Onu tanımıyorum!"
"Oni tanımadığıni bileyurim!" Dedi sesini alçak tutmaya çalışarak. Ama öfkesi artarken şivesi bir kez daha kaydı. "Yalan söylemeduğuni bileyurim! Ama bu orospu çocuği kim ve neden saa böyle bir iyiluk yapayi onu anlamaya çalışayarim!" Sesinde öfkeden ziyade kıskançlık sezdim. Bu durumu kıskanıyor muydu? Hafif bir şokla ona baktım. Ben onun bana inanmadığını düşünürken aslında o bana inanıyordu lakin kıskançlık öfkesini körüklüyordu.
"Kim lan bu? Sen tanıyor musun?" Başını Tufan'a çevirdiğinde abim devirdi gözlerini.
"Bilsem gider senden önce gırtlağına çökerdim, anneme ait olan bir şeyi ne hakla alabileceğini düşünüyor? Kim lan bu!" En az Yavuz kadar abimde öfkeliydi. Ama haklıydılar, önce anneme ait olan bir şeyi alıyor sonra onu bana devr etmek istiyordu. Üstelik bunu abimede verebilecekken bana veriyordu.
Tanımadığım bir adamın bana neden böyle bir iyilik yaptığına anlam veremiyordum. En önemlisi babamın her şeyini alırken neden özellikle aile yadigarı olan bir şeyi alarak bizi incite bilecekken tüm bunların aksine babamı mahvetmeye çalışıyor ama bize ait olanı geri veriyordu?
Yavuz elindeki dosyayı sıkarken gözleri büyük bir öfkeyle ismin üstünde geziniyordu. "Zahir bana bulun bu adamı!" Diye yükseltti sesini. "Gelmişini geçmişini ailesi kimmiş neyin nesi her bir bilgiyi istiyorum!" Dosyayı Zahir'e uzatırken gözleri öfkeyle kısılmıştı.
"Emrim olur." Dedi Zahir dosyayı alarak ve gözlerini sayfalarda gezdirdi. Başını çevirip Süleymana baktı. "Yüri." Süleyman kaşlarını çatarak baktı ona.
"Ben niye geliyorum ulan?" Anlaşılan burda dönen sohbet daha çok dikkatini çekiyordu. "Kendin git yap, ben burdayım." Zahir burnundan sıkıntılı bir nefes vererek gömleğinin ensesini yakaladı ve Süleymanı kendisiyle birlikte kapıya yürüttü.
"Yüri dedum! Benum kafam almayi böyle şeyleri sen daha iyusun!" Süleyman kaşlarını çattı. "Ben mi iyiyim? Ben bilgisayardan anlamam!"
"Ha karulara yazarken çok iyi anlayisin ama! Yürü delu etma benu kot kafali!" Diye söylene söylene Süleyman'ı peşinden sürükleyip çıkardı dışarı.
Benim gözlerim Yavuz'un yüzünün incelerken ellerim hafifçe kolunu tutuyordu. Öfkesini kontrol etmek için derin bir nefes aldı ve usulca salladı başını bir sorun yok der gibi ama kıskançlık içinde kaynıyordu. Başka bir adamın bana böylesine bir iyilik yaptığı düşüncesi onun kanını kaynatıyordu.
Ve ben neler olduğuna anlam veremedim. Mustafa Yılmaz kimdi? Ve neden bana bunu yapıyordu?
Gerçekten büyük bir oyun dönüyordu..
.......
****
Bölüm sonu.
Evet, bir bölümün daha sonuna geldik. Bence tadında bir bölüm oldu, ve yavaş yavaş gizli olayların üstü açılmaya başlıyor. Gelecek bölümlerde her şeye daha net bir hal alacak.
Bir sonra ki bölüm görüşürüz, Allah'a emanet💞
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.78k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |