47. Bölüm

44. BÖLÜM - KİMİN HİKAYESİ?

ShoroSharpen
shorosharpen

And boy I got ya
Guess tonight I'm making deals with the devil
And I know it's gonna get me in trouble
Just as long as you know you got me

 

Ariana Grande - Side to Side

 

If you're playing me for a fool,
I will lose my cool, and reach for my firearm.
I didn't mean to lay him down
But it's too late to turn back now
Don't know what I was thinking
Now he's no longer living
So I'm 'bout to leave town

 

Rihanna - Man Down

 

Bazen böyle olur,
Koca dünyanın içinde sıkışıp kaldı.
Söyle moruk,
Ne kadar sen sensin neden bu sersemlik?

 

Anıl Piyancı - Bugün biraz içtim

 

Ve özel olarak Emir Aybeyaz ve Ali Duman'a (seksendört - hayır olamaz) ( mor ve ötesi - bir derdim var) ( dedubluman - sakladığın bir şeyler var dynasty - miia ) şarkılarını ithaf ediyorum.

 

"Bu kitaptaki tüm karakterler ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür."

 

!! Lütfen dikkat!!! ( Bölüme başlamadan önce şunları söylemek istiyorum. Bölümü bitirdiğinizde sonda ki mesajlarımı lütfen okuyun.

 

Ayrıca, bölüm çok uzun. O yüzden sakın direkt bitirmeye çalışmayın sıkılırsınız. Ara vere vere okuyun. Çünkü yarısından fazlası Emir'in geçmişini anlatıyor)

 

Son olarak. Bölümü düzenlemedim. Okurken hatalar olursa affola. Düzenlemek bir gününü alacaktı ben de daha fazla bekletmek istemedim ve direkt böyle attım.

 

⛓️Emeğe saygı olarak vote atmayı ve yorumlar yazmayı unutmayın.

.

⛓️⛓️⛓️

Silahı kafasından çekip karşısına geçtim. Artık o da benim gibi ciddiyetini koruyordu.


"İlk soru için hazır mısın?"

Başını bir kere evet anlamında salladı. Gözlerimi kıstım ve bu yabancıya ilk sorumu yönlendirdim.

"Söyle bana Victor Ural Dizable. Yok etmek istediğimiz karanlık, gerçekten sen misin?"

❤️⛓️🖤

Benim canımı yakan düşmek değil, beni yoran kalkmak değil. Beni asıl mahveden ikisi arasındaki o kısacık sürede yaşadığım çöküntü.

Her seferinde düşmenin suçunu kendimde ararken kalkarken yardımı başkalarından bekliyorum.

Değiştiğime inanıyorum ancak en hafif şiddette bir rüzgar estiğinde savrulmaktan korkuyorum. Eski ben olmaktan nefret duyuyorum ancak yeni ben olmak, sevgimi sonuna kadar hak etmiyor.

Silah, oldukça korkunç bir araç iken ben onu ruhumun bir parçası yaptım. Yeminlerin ağırlığı kişiyi ezer iken ben, basit bir kurşun üzerine hayatımın en büyük yeminini damgaladım.

Nerede olduğumu bulmak istiyorum fakat harita her zaman karışık, kim olduğumu öğrenmek istiyorum, aynalar yalancı.

Zihnim karmaşık çünkü akılsal bir çöküntünün eşiğine geldiğimi hissediyorum. Özellikle kafamın içinde bana doğru fısıldayanlar olduğu sürece.

"Dur Karmen, düşünme. Bu düşünceler sana ait değil çünkü sen artık kim olduğunu biliyorsun."

"Dur Karmen, şüphe etme. Seni ne bir silah ne bir yemin alt eder."

" Dur Karmen, ağlama. Bu gözyaşları sana ait değil. Acılar, seni delip geçmeden teğet geçer. Senin bedenin etten değil, bir kalkan."

"Dur Karmen, bakma. Aynalar yalancı yansımaları sanat etmeyi severler. Sen kendini, kendi gözlerine bakarak göremeyeceksin. Sen, kendini başkalarının gözlerindeki korku da kendi yansıması bulduğunda tanıyacaksın."

"Dur Karmen, inanma. Her birinin ağzı bozuk, yalan söylemek onların yaşam biçimi. Sen yine de kendini dinle. Asıl doğrular zihninden geçenlerdir."

"Dur Karmen, görme. Gözlerini açma, aydınlık seni zayıf düşürecektir. Canavarlar ışıktan kaçıp kuytu köşelere saklanır. Gözlerini kapat, karanlık seni baba gibi kucaklayacak, anne gibi şefkat gösterecek."

"Dur Karmen, yaşama. En azından bir insan gibi; sevme, en azından eskisi gibi. Kalbin artık buzdan, eritme. Yaşama Karmen, aşık olma, kimsenin oyununa gelme, hayat bir labirent ise içinde kaybolma. Yaşama, yaşadığını sanma diğer herkes gibi."

"Söyle bana Victor Ural Dizable. Yok etmek istediğimiz karanlık, gerçekten sen misin?"

Geniş ahşap odada yalnızca yanan ateşin içinde ki çatırdayan odunların sesi yankılanıyordu. Onun deyişiyle karamel rengi gözlerime dikmişti maviliklerini. Ona doğru tutulmuş olan silahın varlığını unutmuş gibi durduğu için, sağ elimin parmaklarını silahın sürgüsü üzerinde gezdirdim. Tiz, kulak tırmalayan bir ses dikkatini bozmamıştı.

Ama sessizlik, aradığım cevap değildi. Silahı göz hizama kaldırıp ona doğru salladım.

"Soruyu anlamadın mı?"

Yüzünün sert hatlarını gerip, başını usulca bir defa salladı. "Gayet iyi anladım."

"O zaman bu silahın anlamını anlamamışsın."

"Hayır," dedi yanılgıya yer bırakmadan. " Onu da gayet iyi anladım."

Dudaklarımı aralayıp başımı tatminlikle salladım.

"O zaman tahmin ediyorsun ki sessizlik istediğim cevap değil. Ve bana istemediğim cevaplar verirsen Victor, verirsen eğer tetiğe basarım."

Diliyle dudaklarının üzerinden geçti. Gözlerini sıkı sıkıya kapayıp kendine biraz özel alan tanıdı. Ona verdiğim saniyeler içinde sanki ciddiyetini toparlamış gibi rahat bir şekilde gevşedi yüzü.

Bu ifadeyi sevmesem bile itiraz etmedim.

"Soruyu biraz daha açmanın istersem, bana kızar mısın?" Soru sorarken ki tavrı dalga geçmekten ziyade daha çok ortak yolu bulmaya çalışan biri gibiydi.

Sorumun ne kadar geniş bir cepheyi içine aldığının farkındaydım. Öyleyse biraz daha derin detaylara girmek iki taraf için fena sayılmazdı.

"Pekâlâ, o zaman şöyle sorayım. Neden kendini karanlığın ta kendisi olarak görüyorsun?"

"Çünkü, öyleyim." Buyurgan sesinde az bile olsa güç duymuştum.

"Yeterli bir cevap değil. Bak sana bin beşyüz tane farklı soru sormayacağım Dizable," ağzımdan öylece çıkmıştı ona soy adıyla seslenmek. Bunu duyunca afallamıştı. Lafımı geri alma gibi bir şansım olmadığı için tedirginliğimi gizleyip sanki bilerek böyle demiş gibi durdum.

Dudakları ufak hareketlerle kıpırdadı. "Dizable" diye mırıldanmıştı. "Bana artık böyle mi sesleniyorsun?"

"Burada soruları ben sorarım. Sana nasıl seslendiğimi bırakıp soruya cevap ver. Yoksa-"

"Biliyorum, tetiğe basarsın," diye geçiştiren bir tavırla başını iki yana salladı.

Tepem birden atmıştı ve hemen ardından odanın camlarını boş bir silahın patlama sesi titretti. Tetiğe basmıştım, boş gelmişti.

Victor'un tebessümü yerle bir olmuş ve gözlerini kocaman açmıştı. Az önce ölümden döndüğünü hesaba katarsak, transa girmiş olması bile mümkündü.

"Siktir!" diye bağırdı. "Delirdin mi sen?" Bundan sonra aldığı nefesler biraz daha hızlı çıkmıştı.

Silahı yere doğru eğdim.

"Sana soruma cevap vermezsen tetiğe basarım demiştim. Rus ruleti oynamayı hani biliyordun?"

Saçları, ıslak alnına düşmüştü. Bana cevap vermeyerek hala kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Boynunda bir damar belirmişti ve sertçe yutkunduktan sonra yeniden yüksek sesle "Delirdin mi?" diye sordu.

"Bunu sen mi soruyorsun?" Benim de sesim onun kadar yüksek olmasa bile şiddetli çıkmıştı. "Bu soruyu bana sen mi soruyorsun Victor? Niye soruyosun? Bende kendini mi gördün? Ha? Konuş bana kendini kaçırtan adam! Konuş, babasını devirmek için kendini öldürmek isteyen adam? Konuş! Söyle! Kim daha deli söyle? Ben mi yoksa sen mi?"

Son anlarda sesim çatlamıştı artık. Benim öfkem Victor'u bastırmıştı. O her zaman ikimiz arasında ki ilişkiyi dengeleyen taraf olduğundan az önce ki gibi ne kontrolsüz ne de kızgındı.

"Tamam senden biraz fazla deli olmuş olabilirim ama-" hemen sözünü kesip "Biraz mı?" Dedim.

"Kahretsin, biraz fazla."

Başımı hızla salladım. "Evet, bu konuda anlaştığımız iyi oldu. O yüzden sakın şuan benim hareketlerimi eleştirmeye kalkma."

"Peki deli kadın, kalkışmam." Hafif esmerimsi teni üzerinde artık terler akmıyordu.

"Devam edelim." Dedim soğuk kanlı bir sesle ve etrafında daire çizerek yavaş adımlar atmaya başladım. Başını çevirmeden yalnızca gözleriyle beni takip ediyordu.

"Ben mağdurum. Bana böyle davranamazsın. Ben kaçırıldım. Psikolojim bozuldu. Babamı istiyorum." 1

Etrafında tam tur attıktan hemen sonra karşında durup yüzümü onun yüzünden bir karış uzak tutup gülümsedim. "Babacığın yok."

Oyuncu bir tavırla morali bozulmuş gibi surat astı. Kendimi eski yerime getirdikten sonra yarım kalan işime devam ettim.

"Neden kendini karanlık olarak görüyorsun." Tam cevap verecek iken devam ettim. "Beş kelimenin altında kurulan cümleleri kabul etmiyorum."

Gözlerini hafifçe devirip burnundan nefes verdi. "Çünkü tüm ışıklar kapatıldığında ortaya ben çıkıyorum."

Bu, gerçekten yapılacak en acı verici tanım olmuştu. Victor boğazını temizlemek için iki kez öksürdükten sonra, " İgima Dizable'nin-" susup bana yorgun bir tavırla,"Karmen tüm her şeyi sana dün gece o evde anlattım zaten," dedi.

"Kusura bakma ama seni bir kez daha yormam gerekiyor çünkü dün hakkında kafam öyle çok allak bullak oldu ki adımı hatırladığım için bile kendimi şanslı sayıyorum."

Göz kapaklarını ağır ağır bir kez açıp kapattı. Bu anlatacağı anlamına geliyordu.

"İgima Dizable'nin şuan olduğu yere gelmesinin sebebi, hiç kimseye yakalanmamasının sebebi, yaptığı her işin kusursuz olmasının sebebi gücünü karanlıktan almış olması. O karanlık ise benim, kuklası benim, zayıflığı benim, herkesten sakladığı benim, gölgeler içinde yaşayan benim."

Gözlerinin içinde ki nefreti, sesinde ki hezimeti görmek veya duymamak işten bile değildi.

"Peki karanlık sen isen ve amacın karanlığı yok etmek ise bunun anlamı kendini yok etmek mi?" Yutkundum. "İntihar etmek mi? Kendini öldürmek mi?"

Çenesini omzuna eğip sakalını sürttükten sonra başı hala eğik iken çarpık bir şekilde gülümsedi. "Gerçekten çok zekisin Karmen, bunu anlamak zor olmuş olmalı."

Ona tepki olarak silahımı kaldıracağım sırada kaşlarıyla durmamı isteyip, "Sadece şakaydı sakin ol," dedi. "Evet Karmen, bahsettiğim karanlığı yok etmek olan hedefim tam olarak o yoldan geçiyor."

Daha fazla üzerine gitmedim veya konuyu irdelemedim. Eğer işin sonunda İgima ölecek ve karanlık aydınlık olacak ise kendi rızasıyla gösterdiği ölüm fedakarlığından onu geri çevirmeyecektim.

Ama o ölmeyi hak ediyor muydu? Bunca sene karanlığa mahkum olmuş, acıyı yarasına tuz diye basmış, yine de vazgeçmeyip direnmiş olan Victor... Ölmeyi hak ediyor muydu?

"Dur Karmen, acıma. Acınacak hale gelirsin. Kendin hariç kimseye merhamet gösterme. Gün gelir merhamete muhtaç kalırsın. Aklını iki tarafa bölüştürme, ya merhamet et ya zalim ol."

"Devam edecek misin?" Victor'un soruyla kendime geldiğimde toparlanıp başımı salladım.

"Namlunun ucunda ben varım ama kurşun seni mi korkutuyor?" Demişti.

Yere dalmış gözlerimi birden kaldırdığımda onu bana meydan okuyor gibi bakarken buldum. Dikine gitmeyip, silahı kaldırdım ve gerçekten onu yeniden namlu ile göz göze getirdim.

"Devam edelim," dedim. "Bunca zamandır babanın hapsi ardından olsa bile elin her yere uzanıyorsa ve gücün babanı kimi yerlerde arka plana atıyorsa bunun anlamı senin tarafında birilerinin olduğu anlamına gelir."

"Doğru ama bu konuları daha düzgün bir şekilde konuşacağız Karmen, bir masada ikimiz özgür bir şekilde otururken ve kesinlikle ortada silah yokken konuşacağız."

Söylediği şeyin tek kelimesini umursamadan, "Bana bir isim ver," dedim. "Herhangi bir isim. Sana bu işlerinde yardım yataklık yapan birisi."

Gözlerini kısıp beni inceledi. "Neden?"

"Çünkü sen benim hakkımda her şeyi biliyorsun. Bu süreçte cahil kalmayacağım ben de bileceğim. Senin kim olduğunu, kimlerle ortak olduğunu, kimlerin etrafımızda dolanacağını."

Başını boynunun etrafında döndürüp ipe bağlanmış olan bileklerini gevşetmeye çalıştı. Başarısız çabası meyvesini vermeyince sert bakışları yine beni buldu.

"İsim ver."

"Viva Cruz," dedi tek hamlede.

"O kim?"

"Benimle iş yapan güvenilir bir kadın. Şimdi Türkiye'de değil.Kolombiya veya meksika da. Nerede bilmiyorum, yerinde duramayan birisi. Onunla Kolombiya'da iken iş üzerinde tanıştım. Sağlam birisi, sert kadındır. Sahip olduğu bir işi yok babamın iş yaptığı bir Kartel patronunun yanında çalışıyor."

Bahsettiği kadın olan Viva Cruz hakkında ilk seferinde bile olsa temel bilgiler vermişti bana. "Peki, başlangıç için harika. Devamı zamanla gelecek."

"Ya gelmezse?" Deyip tek kaşını kaldırdı.

"Gelmek zorunda."

"Yoksa beni yine bağlayıp rus ruleti mi oynarsın?"

Ona doğru yaklaşıp bacağını parmaklarımla okşadım.

"Hayır, o zaman daha kirli oynarım."

Bacağını bağlı olmasına rağmen hınçla parmaklarımın altından çekti. O sırada ben de kül olmak üzere olan şömineye sönmesin diye odun takviye etmeye gittim. Kızgın közün üzerine kalın kuru keresteleri atarken, "Portekiz'de Yat fabrikan olduğunu söyledin. Bunu daha fazla aç. Orada başka ne üretiyosun veya hangi işin için paravan olarak kullanıyorsun? Ayrıca babanın bir alakası var mı?"

Dilini damağına vurarak art arda yargılayan bir ses çıkardı. "Çok ayıp Karmen, alnımın teriyle kurduğum şirketime paravan demek hem beni hem yatlarımı çok üzdü."

Şömine ile işim bittiğinde ellerimi silkeleyip eski yerime döndüm.

"Çok komiksin Victor, gerçekten."

"Güldüğüne sevindim. Bir an şakama alınıp yine alnımın çatısına silah çekeceksin diye korkmuştum."

Genişçe tebessüm ettim. Beni bu oyundan alıkoymaya çalışıyordu ancak iradem kötücül bir şekilde sarsılmıyordu.

"Yat şirketim tamamen bana ait, babamın bir ilgisi yok. Ve ayrıca orada sadece temiz para kazanıyorum. Soruna düzgün bir cevap verdim mi?"

"Harikasın," dedim sahte hayranlıkla. "Şimdiye kadar hiç İgima'ya karşı bir saldırıda bulundunuz mu?"

"Hayır."

"Sana arka çıkanlar yok muydu? Marcus Marino Viva Cruz veya adını bilmediğim diğer herkes."

"Vardılar ama saldırı konusunda değil. Kendi çapımızda ufak savaşlar vermeye çalıştık. Ufak bir direniş, ama hayır babama şimdiye kadar hiç büyük bir darbe vurmadım. Çünkü yanımda güveneceğim ve benim kadar cesur kimse yoktu."

Kaşlarımı çattım ve ona soru sorar gibi baktım. "Şimdi var mı?"

"Var." Dedi tereddüt etmeden.

"Nerede?"

"Tam karşımda durmuş benimle rus ruleti oynuyor."

Gözlerimiz kesişti ve altında savaştan başka hiç bir anlam yoktu. Şimdiye kadar doğruları söyleme konusunda oldukça cömert davranmıştı.

"Karmen, savaşmak üzere olduğumuz karanlık yalnızca babam değil. Bunu biliyorsun değil mi?"

Sadece başımı salladım. Victor, büyük oynuyordu. Babasına karşı çıkmak başlı başına çılgınlık iken, onun aç gözü bununla doymayıp tüm karanlıktan kurtulmak istiyordu. Ama neden? Bu kadar mı iyi kalpli birisiydi?

"Neden?" Diye sordum sessizce. "Neden bu kadar hırslısın? Neden bu kadar kazanmak istiyorsun?"

"Bu soru da mı rus ruletine dahil yoksa kişisel mi?"

"Vereceğin cevaba göre değişir."

Mavi gözlerinde ki bakış derinleşmişti.
"Çünkü karanlık benden iki şeyi aldı." Dudaklarını birbirine bastırdı ve başını öne eğdi. Dağınık saçları yüzünü kapatmıştı. Vereceği cevap için gerçeklerle yüzleşiyordu.

Bana bakmadan devam etti. "Biri, beni doğuran kadın. Ve diğeri ise-"

Başını yerden kaldırıp bana baktığı anda tüylerim ürpermiş, kalbim hızla atmaya başlamış ve soluğum kesilmişti.

"Ve diğeri ise... beni yaşatan kadın."

Silah tutan elimin titrediğini görmesin diye hemen indirmiştim. Victor ise tam gözümün içine bakmaya devam ediyordu. O mavi gözler içinde boğulmak an meselesiydi. "Ve öldüren," diye noktaladı son sözünü. Boğulmuştum.

"Bak Karmen," sanki az önce duygularına inen kendisi değilmiş gibi normal konuşuyordu. "Etrafımızda ki kimseyi tanımak ve kimseye güvenmek zorunda değilsin. Senin güvenmen gereken tek kişi var, o da benim."

"Güven konusunda iyice yıprandım biliyor musun? Çünkü en son, on bir senelik kocam olan adamın ihanetini öğrendim."

Hafifçe gülmüştü. "On bir senelik kocan..." Nefes verdi. "Kendimi kimseyle karşılaştırma yapacak kadar hafif görmem Karmen ama belki dört senelik sevgilin, güvenilir olan tek insandır."

Omuz silktim. Bu güven konuşmaları kulağıma sadece içi boş geliyordu.

"Hadi," derken sandalyede gerinmeye çalıştı. "Her yerim tutuldu. Bugün yatakta kesinlikle ben yatacağım Karmen, çöz artık beni."

Ufak tebessümüm gittikçe büyüdü ve dişlerim bile ortaya çıktı.

"Neden gülüyorsun?"

"Bitti mi sanıyorsun?"

"Daha ne kaldı?"

Silahı kaldırıp önce kalbime dayadım. Victor'un çenesi kasıldı.

"Burası," dedikten sonra namluyu kafama dayadım. "Ve burası, kaldı."

Ciğerlerine dolan tüm nefesi sıkıntıyla üfledi. Dilini ağzının içinde yuvarlayıp kendi dilinde bir kaç kelime mırıldandı.

Uzun süredir ahşap parkelere bakan silahı olması gerektiği yere yani hedefine kaldırdım. Victor'un canı bir kez daha şans ile kapışacaktı.

"Tek bir soru soracağım ve tek bir cevap istiyorum."

Cevap vermeye hiç merakı olmadığı yüzünün her santimden belli oluyordu.

"Beni kullandın değil mi?"

Sesimde ki feryat, acınası halde döküldü dudaklarımdan. Victor burun deliklerinden öfkeyle soluyordu.

"Hayır."

Dong, yanlış cevap. O anda tetiğe bastım. Adam, yerinde zıplar gibi oldu. Bir şok dalga etkisi onu yine esir tuttu. Ölüm yine selam vermişti kendisine. Ama bu sefer de ucuz atlatmıştı.

"Hata yapıyorsun. Dur artık, Karmen. Çizgiyi geçiyorsun."

Öfkesi taşıyordu artık. İstese kendini yere atar ve sandalyeyi kırıp iplerden kurtulabilirdi. Daha önce yapmıştı, beni kurtarmak için ancak şimdi bana saldırmak için yapabilirdi bunu.

Olağanüstü derecede durgundum.

" Sana yalan söyleme demiştim."

"Bunu bilemezsin!"

" Bilirim, eğer bana daha önce hiç yalan söylemediysen bilirim."

" Dürüst olmanın bir gün bana pahalıya patlayacağını bilmeliydim."

"Son kez soruyorum. Beni, kullandın değil mi Victor Ural Dizable?"

"Evet." Dedi direkt.

İşte doğru söyleyen adamın sesi tıpkı böyle korkarak çıkardı. Ve doğruları duyan kadın tıpkı böyle hıçkırarak ağlamaya başlardı.

Gözlerime hakim olamadım, yaşlar ardı ardına akıp gidiyordu. Bunu bizzat duymak, kullanıldığımı algılamak bir insan olarak ağlamama yetmişti. Önce Victor'dan ve sonra herkesten teker teker duyacaktım bunu. Herkese soracaktım bu soruyu. Emir'e, Kehribar'a, Harvey'in mezarına, herkese. Ve hepsi aynı cevabı verecekti.

Dizlerimin bağı çözüldü ve üstüne düştüm. Utanmadan ağlıyordum çünkü dünden beri her şey adeta beni parçalıyordu. Öğrendiğim tüm gerçekler ve özellikle karşımda duran adamın kim olduğu ve bana ne yaptığı.

Üç aylık koma yetmemişti, iki aylık sakatlanma yetmemişti, ayağa bile kalkamayıp felç kalmam ve altıma pislemem yetmemişti. Tek bir gece, dün gece, dünya üzerinde ki tüm silahlar bedenimi nişan almış ve vurmuştu.

Bin yara açılmıştı kalbimde, birine ah etmemiştim. Ama şimdi hüngür hüngür ağlıyordum.

Ellerimle yerden destek alıp kalkmaya çalıştım ama beceremeyip ağırlığımı geri yere bıraktım. Başımı kaldırıp Victor'a baktığımda gri renginin vücut bulmuş halini gördüm. Üzgün mü? Mutlu mu? Kırgın mı yoksa kızgın mı? Pişman mı yoksa galip mi geldi üstümde?

Ağlamaktan titreyen sesimle zar zor bir soru sordum ona.

"Engellerdin değil mi?"

"Engellerdim." Dedi dümdüz.

"Engelleseydin o masumlar ölmezdi değil mi?"

Susmuştu. "Cevap ver!" Diye bağırdım cırtlak bir sesle.

"Ölmezlerdi." Sesi ağır ve derindi.

"Neden engellemedin?" derken yerde emekleyip ayakları dibine yaklaştım. "Neden?"

"Bana gelmen için. Yolundan çıkmaman için. İntikamdan vazgeçmemen için. Savaşmaya devam etmen için."

Başımı kollarım arasında kapayıp bir kez daha yüksek sesle hıçkırdım. "İstemiyordum."

"İstemek zorundaydın." Dedi.

Başımı kaldırıp gözlerimi sildim ama bir göz yaşı silerken on tane daha almıştı.

"Mecbur bıraktınız. Sen ve senin gibi bana yalan söyleyen herkes. Ben masum bir adamın intikamı peşinde koşuyordum. Ama yine de çok kez bırakmak istedim, çok yoruldum, ne uyku uyudum ne yemek yedim, bırakmak istedim ama bırakamadım. Çünkü benim gözümde o adam masumdu. Ben de bana yaptığı iyiliklerin karşılığını vermem gerekiyordu. Ama birisi çıkıp dur deseydi, Harvey kötü biri deseydi inan anında dururdum çünkü ölmek istemiyordum. İnsanlığım gitsin istemiyordum ben elime her silah alışımda kana bulanmak istemiyordum. Ben dostlarım ölsün istemedim. Cansu, Skar... öldüler. Ben katil olmak istemedim. Ben yoruldum, mahvoldum. Ama demedin, sen Victor... Hayır Ural, demedin. Beni kurtarmadın, intikam uğruna tükenmeme göz yumdun. Beni resmen, resmen Harvey'in ölümünden beş gün sonra buldun. Henüz masumken, aydınlık iken, mutluyken, yüreğim var iken, insanken ama izledin. Gözlerinin önünde katil oldum, izledin. Dur demedin, yapma demedin. İstemedim, ben böyle olsun istemedim."

"İşte bu yüzden onlardan değil en çok senden nefret ediyorum. Hatta biliyor musun Harvey'den bile çok nefret ediyorum senden. Hem Victor'dan nefret ediyorum hem Ural'dan. Çünkü bilirsin, en büyük yaralar en ummadık kişilerden gelir. Bir zamanlar en güvendiğim kişiden gelir. "

Ayağa kalkmak için kendimi zorladım. Bedenim dik durmakta zorlanıyordu, Victor'un bedenine yaklaşıp yüzüne eğildim. Verdiği nefesi çekiyordum içime.

"Bir zamanlar ben yaşayayım diye kendi hayatından vazgeçecek olan adam, şimdi gözünün önünde ölmeme göz yumdu."

Mavi gözleri, kirli sakalı, dağınık saçları, yorgun yüzü ve kavisli burnu sadece bir karış ötemde bana bakıyordu. Benim verdiğim nefesi, o içine çekiyordu.

"Nefretin tek taraflı mı sanıyorsun? Hataları sadece ben mi yaptım? Aynaya bak Victor, çok seversin aynaları. Ama bu sefer yakışıklı yüzüne bakmak için değil, mavi gözlerinin arkasında sakladığın acımasızlık için bak. "

Yorgunluğum birden ayağıma vurunca, bileğim sendeledi ve bende aniden onun üzerine verdim ağırlığımı. O anda bedenini saran sıcaklığı hissettim. Kanlarında akan nefretle temas ettim. Alnım sert göğsüne çarpmıştı. Hızla dengemi sağlayıp çok uzaklaşmadım.

"Sen ve ben, biz bu saatten sonra sadece bu anda kalacağız. Sen her zaman namlunun ucunda olacaksın ben her zaman tetikte bekleyeceğim. Ama biliyorsun ki o silahı çektiğimde ve yeminli kurşun yerinden çıkıp sana saplandığında, ikimiz öleceğiz. "

Taştan sert olmuş kalbinden, mühürlü dudaklarından tek bir kelime çıkmamıştı. Bakışları beni yerle bir ederken üzerinden çekildim ve ondan uzaklaştım.

" O gece, 12 Aralık gecesi neden kaçtığımı biliyor musun?"

"Yeter," dedi derin bir tonda. Gözleri çökmüştü.

"Sebebini biliyor musun?"

"Evet."

"Yalancı."

"Evet, biliyorum."

"Yalancısın, beni asla anlayamaycaksın."

Başını öne devirdi. Tartışmak için hali kalmamıştı.

" O sabah babanın adamı-"

"Dinlemek istemiyorum. Çünkü ne anlatacağını biliyorum."

Yine de anlatacaktım. Bildiğine emin olmam gerekiyordu. "O sabah babanın bir adamı gelip bana yaşımı sorduğunda beni öldüreceklerini anladım. Ve bu kaçmam için yeterli olan tek sebebti. Çünkü ben ölürsem ki ölmek istemiyordum, sen önce katil olurdun sonra kendini öldürür peşimden gelirdin."

Victor bir kez olsun başını kaldırıp bana bakmamıştı.

"Ve kaçtım, işte sırf bu yüzden. Özgürlüğe muhtaç kalmıştım. Kaçtığım için beni istediğin kadar suçlayabilirsin umurumda değil. Konuşmak kolay, sen keyfince yanıma -ahıra- gelip giderken, evinde seni bekleyen bir annen olduğunu bilirken, istediğin herkese rest çekerken, özgürken, beni nereden bileceksin ki? Çünkü kimse benim gibi on bir yaşında iken gözleri önünde ailesi öldürülmedi, çünkü kimse çocukluğunu ahırda ölümü bekleyen kurban gibi geçirmedi. Seninle yaşadığımız peri masalı günler, aşkından ölüp bittiğim günlerin gecesinde ben ahırda yalnızken bunlar geliyordu gözümün önüne. Bu gerçekler. Özgür olma şansım vardı, kaçarsam hem özgür olacaktım hem de sen yaşayacaktın. Kaçtım, kaçtım..."

Başını ben konuşmayı bitirdiğimde kaldırdı, gözleri kıpkırmızı kesilmişti.

" Seni asla kaçtığın için suçlamıyorum Karmen." Sesi titriyordu. "Seni sonrası için suçluyorum. Harvey'le evlenmek yerine ona başına gelenleri anlatabilirdin, sana karşı iyi bir adam ise seni yine de koruyup kollardı. Ben seni bulana kadar sana sahip çıkardı. Veya Harvey'e güvenmiyor olsan bile beni kendi iraden yerine geldiğinde arayabilirdin. Ben seni ararken saklanmak yerine, sen beni bulabilirdin. Veya hiç değilse, kalbinde benim üstüme toprak atmayabilirdin.
Beni silmek zorunda değildin Karmen. Karşında dört bin beşyüz tane farklı yol varken sen en basitini seçtin."

"Artık geri dönüş yok, her şey on bir sene öncesinde kaldı. Tamam mı?"

"Hayır," dedi acı verici bir gülümseme sunarken bana. " Her şey sadece senin için on bir sene öncesinde kaldı. Ben o on bir sene boyunca her gece aci çekmeye ve bu konu yüzünden yaralanmaya devam ettim. Benim için her sey sadece 6 ay önce bitti Karmen."

Silahı belime geri geçirdim. Islak yanaklarımı sildim ve biraz aksırıp tıksırdım. Ona borçlu olduğum bir şey var ise şimdi verecek ve sonrası için düşünmeyecektim.

"Özür dilerim Victor."

Yorgun yüzü gözle görülür bir şaşkınlık içine girdi bir anlık için. Ve sonra siması, hiç bir duyguya sahip olmayan bir canavar gibi vahşileşti.

"Dileyeceksin zaten, hemde yüz defa bin defa... Ama ben birini bile kabul etmeyeceğim. Seni bir kez bile olsun, affetmeyeceğim."

Tek kelime etmeden arkasına geçtim ve onu çözmeye başladım. Bileklerine attığım düğümü açarken, "En azından özür diledim, içimde kalmayacak. Ama sen, bana yaptıklarının bedelini nerende taşıyacağını gayet iyi biliyorsun." Demeyi eksik etmemiştim.

Rus Ruleti, hiç can almadan sona ermişti. Ama almadığı canın intikamını arkasında enkaz bırakarak bize ödemişti.

Ellerini ve ayaklarını tamamen çözüp ipleri çektiğimde Victor hemen ayağa kalkmış ve uyuşmuş bileklerini ovalamaya başlamıştı.

İpleri odanın bir köşesine atıp sandalyeyi köşeye çektim ve salondan çıkmak için kapıya yöneldim.

"Birazdan akşam yemeği hazırlayacağım," dedi arkamdan ve peşimden gelmeye başladı. İkimiz koridora çıktığımızda yatak odasına doğru yürümüştük. Bu akşamdan sonra onunla aynı yatak odasını paylaşma gibi bir isteğim hiç olmadığı için kilitli olan kapıya yöneldim.

"Marcus anahtarı sana getirmeyecek değil mi?"

"Hayır. Getirmeyecek."

Başımı sallayıp, içine yere döktüğüm kurşunları geri doldurduğum silahımı çıkarttım ve odanın kapı koluna doğru tuttum.

"Geri çekilmek isteyebilirsin," dihe uyarıyı verdikten hemen sonra tetiğe bastım. Çıkan kurşun kilitli kapıyı sadece açmakla kalmamış aynı zamanda orayı parçalamıştı.

Kapıyı ayağımla itip içeri girerken Victor'un hayretle çıkan nefesleri kulağıma gelmişti.

"Neyse ki kilitli kapıları açmak için kimsenin anahtarına muhtaç değilim."

Yeni odaya geçip yatak odasında ki eşyalarımı buraya taşımıştım. Diğer odayla arasında hiç fark yoktu. Victor kendini kilitsiz odada ki geniş yatağa bırakmıştı bile. Benim odaya geçip eşyalarımı almama takılmıyor yalnızca tavanı izliyordu.

Kendi odamda geçirdiğim yarım saatin ardından kapıdan dışarı çıktığımda aynı anda Victor'da odadan çıkmıştı. Birbirimize şüpheli bakışlar atarken kapıdan çıkıp koridora geçtik ve banyo tarafına doğru tedirgin adımlarla yürümeye başladık.

Victor ben adımlarımı hızlandırdığımda hızlanıyor, bana hala şüpheyle bakmaya devam ediyordu. Sanırım ulaşmaya çalıştığımız hedef aynıydı ve bu da bizi bir yarışa sokmuştu. Birden dar koridorda ikimiz omuz omuza koşmaya başladık. Birbimizi itiyor ve duşa ilk yetişmeye çalışıyorduk.

"Banyo yapmam lazım," dedim soluk soluğa.

"Hayır! Daha dün yaptın. Bugün sıra bende."

"Gireceğim," deyip ayağına çelme takıp koştum. Ve banyoya yetiştiğim gibi kapıyı kapatıp kilidi çevirdim.

Victor kapıma dayanmış, açmam için ikna etmeye çalışıyor ve kapıyı tekmeliyordu.

"Karmen çıkar mısın? Sıra bende, bak hile yapıyorsun. Kurallara uymuyorsun!"

"Kurallarını sikeyim senin," diye sessizce mırıldanıp sıcak suyu açmıştım bile. "Git kapımın önünden!"

"Leş gibiyim Karmen, çık oradan."

"Çok geç, soyundum bile."

"Kırarım kapıyı bak."

Sıcak suyun dolduğu küvete geçip, bedenime sürülmüş tüm ilaçların yapış yapış hissinden kurtulurken bedenim gevşiyordu.

"Kapıyı kırarım diyorum." Diye bağırdı yine. Umursamadan duşuma devam ettim. Bir süre sayıklayan sesi uzaktan gelmeye başladı.

" Gerçekten inatçı bir öküz gibi. Bu kadın nasıl bu hale gelmiş anlamıyorum. O sıra benimdi."

Duyduğum şeylere ister istemez gülmüştüm. Yarım saat sonra tamamen temizlenip ve sıcak suyu bitirip banyodan çıktım. Çok komik, mutfakta yemek yaptığı belliydi ve inanılmaz. Hala hakkımda kendi kendine konuşuyordu.

Odaya girip kapıyı sandalye ile sabitledim. Ve mücadele etmem gereken zor kısım işte şimdi başlıyordu. Çünkü tek başıma yaralarımı sarmak, işkenceydi. Yine de Victor'dan yardım istemedim.

İşte bu yüzden çeşit çeşit hareketlere girmiştim. Gazlı bezi önce duvara yapıştırıyor ardından kendim dönüyordum. Dolabın içinde ki ince uzun kirişle yetişmediğim yerlere uzanmaya çalışmıştım.

Yarım saat süren mücadelenin ardından yarım yamalak bile olsa kendi kendime işimi halletmiş üstümü giyinmiştim. Odadan çıkıp mutfağa geçtiğimde, masanın üzerinde yenmeyi bekleyen yemek dolu iki tabak gördüm.

Susmak bilmemiş hala konuşuyordu.

" Sen hala konuşuyor musun," diyerek geldiğimi belli ettim.

Victor bana omzunun üzerinden ters ters bakıp masaya oturdu. Epey aç olduğum için ben de hiç beklemeden masaya oturdum ve yemeğe başladım.

"Yaralarını nasıl sardın?" Diye sordu çatalın bırakıp.

Ağzımda yemek varken, "ne sen sor ne ben söyleyeyim," dedim.

"Neden yardım istemedin," dedi ciddiyetle.

Yemek ve sağlık konusunda işi asla şakaya vurmuyordu.

"Bana dokunmaktan nefret eden birine işkence yapmak istemedim."

"Konuları çarpıtma," diye azarlarken önüme salata tabağını itti. "Su soğudu değil mi?"

"Buz gibi oldu," dedim salata yerken.

Bıkkınlıkla nefes verdi.

"Dışarıyı merak etmiyor musun," diye sordum birden çünkü benim kafamda sadece artık kavuşmak istediğim bir kaç dostum dolanıyordu.

"Dışarda merak edecek kimsem yok. Ayrıca beni merak eden de yok."

Kulağa çok melankolik gelmişti. "Öyle deme baban uğruna dünyaları yakar," dedim sessizce.

Bıyık altından gülmüş ama belli etmemek için ağzına yemek sokmuştu.

"Daha ne kadar bu evde saklanacağız?"

"Sadece bir kaç gün daha."

"Neden bir kaç gün?"

"Bunu o gün geldiğinde öğreneceksin," demişti sinsilikle.

Kafasında planladığı bir şey olduğu belliydi. Ah aptal kafam, Victor her şeyi beş ay öncesinden bile ayarlayan adamdı. Elbette şimdi bir yol haritası olacaktı.

"Buradan çıktıktan sonra evine mi gideceksin," diye sordu sakince.

"Hangi evim?"

"Anladım."

Yemeğini bitirip daha fazla bir şey demeden mutfaktan çıktı. Ona bakmasam bile yine o artık anlamsız hareketini yapmıştı.

Bana sırtını dönerek gitmiyordu. Her zaman önce üç adım geriye doğru adım atıyor ardından çekip gidiyordu. Bu hareketi eskiden beni güvende hissettirirken şimdi gülünç geliyordu. Ama kalbimin derinliklerinde ufak bir kız, ona hala sırtını dönmekten sakınan birini görünce mutlu olmaya devam ediyordu.

İkimiz sohbet etmekten çok uzaktık. Tek yaptığımız birbirimize acımasızca hesap sormak ve suçlarda bulunmaktı. Aramızda bir duvar değil dağ duruyordu. Ve ikimiz bu dağın üstüne çıkmak yerine onu daha büyük bir hale getiriyorduk.

O gidince kendi düşüncelerimle baş başa kaldım. Buradan çıktıktan sonra beni ölü sanan kişilere kendimi göstermek içimi ister istemez heyecan ile dolduruyordu.

Merak ediyordum.

Gerçeküstü ölümümden sonra en yaralayıcı olan hikaye kime ait olmuştu?

⛓️⛓️⛓️

Sahip olduğu tüm her şeyi istila eden tek bir duygu vardı, pişmanlık. Yaşadığı yirmi dokuz yılın içinde, kendisini bu denli karanlığa sürükleyen iki dönem olmuştu.

Yaş 21... gencecik bir adam, en saf masumiyet ile kendini kanıtlama arzusu uğruna söndürüp gittiği hayalleri.

Yaş 29... Sadık olduğu dostu uğruna, bir başka masum kadına ait söndürüp götürdüğü hayatı.

Tetikçi Emir Aybeyaz, katil olmayı kendine meslek edinmiş olan adam. Hayatına son verdiği yüzlerce insan arasından yalnızca öldürdüğü iki kişinin yasını tutuyordu. Biri kendisiydi, 21 yaşında son verdiği hayatı. Diğeri Karmen Ivy As Cindy'di. Söylediği yalanlar yüzünden karanlık çukura sürüklenip oradan sağ çıkamayan kadın.

Karmen, kocasının ölümünden sonra tek bir dala tutunmuştu. Tek bir kişiye güvenmiş ve onunla intikam yoluna çıkmıştı. O tek kişi olan Emir ile nice sorunların üstesinden gelmiş ve nice hedefe ulaşmıştı. İkisi bir dost ama hepsinden önemlisi Usta ve Çıraktı.

Çünkü Karmen, salladığı her yumruğu, sıktığı her kurşunu, attığı her bir adımı Emir'den öğrenmiş ve hayata onun sayesinde daha güçlü bir şekilde tutunmuştu.

İkisi bir ringteydi. Onlar aynı zamanda birer rakipti. Kim daha fedakâr kim daha cesur yarışına girmek ikisi için birer yarış halini almıştı.

Karmen'in yumrukları kara lekesizdi. Fakat tetikçi Aybeyaz, Karmen'in hiç görmediği bir tarafa sahipti.

"Onu ringde yumruklarımla değil yalanlarımla öldürdüm."

Diyordu Emir Aybeyaz. Çünkü kendisi bir yalancıydı. Karmen ölerek yere yıkıldı o ringte, Emir yalanlarıyla ayakta kaldı.

28 Temmuz tarihi, Karmen'in uçurumdan düşmesi ve karanlık sularda kaybolması ile son bulmuştu. Öldüğünü kabullenemeyip onu yamaçlarda, nehrin akıp gittiği koylarda aramış olmasına rağmen ne canlı bir beden ne de ölü bir ceset bulmuştu.

Ölümü kabullenmek iki hafta sürmüş ve iki haftanın sonunda "Karmen Ivy As Cindy" için boş bir mezar kazılması -hem de kocası Harvey Ivy As Cindy'nin yanına- ve adını mezar taşına yazılması ile her şey noktalanmıştı.

Emir, Karmen'in mezarına yalnızca bir defa gitmişti. Başında bir dal yas sigarası içmiş ve iki kelime etmişti.

"Özür Dilerim."

Özür dilerim, gözlerinin içine bakarak söylediği her yalan için. Ve ondan sonra Emir, mezara bir daha asla gitmemişti. Harvey'in ölümü ile derinden sarsılan adam Karmen'in ölümünden sonra enkaz haline gelmişti. En büyük suçun kendisine ait olduğunu biliyordu, kalbi sadece ölü bir kadının yasını tutmuyordu. Vicdan azabı her gün o organa işkence ediyordu.

Hayatı tamamen kaymak üzereydi. Kafasına sıkıp, değer verdiği iki insanın yanına gitmemek için kendine sebep arıyordu. Yaşayan bir ölüden farkı yoktu. Siyah evinden çıkmıyor, gece gündüz içiyor, elleri parçalanana kadar kum torbasında kendini hayal edip yumruklar atıyordu. Kan kusana kadar durmadan devam ediyordu kendine işkence etmeye.

Kalbi bir gül gibi kuruyup solmuştu, sevgi kırıntısına denk gelmek imkansız olmak ile beraber gözlerini ne zaman kapatsa karşısında sadece tek bir kişinin yüzü beliriyordu. Karmen'in yüzü.

Bir kaç düşünce vardı kafasında tur atan.

" Karmen bana güvenerek öldü, yalancı olduğumu bile bilmiyordu."

"O kadın bana güvenmişti, ben ihanet ettim. Harvey gibi bir piç uğruna. Dostum olan piç uğruna."

"Karmen, güzelim... Karmen, çırağım... Karmen, ne dostum ne düşmanım... Karmen, korkusuz kadın... Karmen, benim gibi bir korkağa sırtını dayayan çaresiz... Karmen, tüm yalanlardan habersiz perişan olan... Karmen... Ah Karmen, ah güzelim..."

Her gün, her gece sürüp giden bu yaşam biçimi Emir'i yok olmanın eşiğine getirmişti. Ve bir gece tüm her şey final noktasına ulaştı. Tetikçi Aybeyaz, silahını aldığı gibi kafasına dayadı. Parmağı tetiğin üzerinde yorgun argın duruyordu. Bezgin gözleri odasının her bir köşesine veda eder gibi son kez bakarken masanın üzerinde ki fotoğrafı gördü. Eski sevgilisi Didem Deren ile gülerken çekildiği o fotoğrafa bakarken gözlerinden yaşlar aktı. O bile görse kendisini, nefret ederdi.

Ne bir fotoğraf ne bir anı vazgeçirecekti kendisini bu intihardan diye düşünürken masanın altında gördüğü şey üzerine kilitlendi bakışları.

Solmuş beyaz lale, yerde öylesine duruyordu. O beyaz lale, Emir'e tek bir zamanı hatırlattı. Karmen'in kendisinin yanına ilk ve son kez geldiği o gece.

" Yemin et Emir, yemin et. Eğer bana bir şey olursa Peperonni'ye tekrar katılacağına yemin et. "

Karmen, Peperonni'ye geri dönmesini yalvararak istemişti kendisinden. Son bir kez, ona verdiği yemini tutmak istedi Emir Aybeyaz, yaşamına bu yüzden son vermedi ve şakağına dayadığı silahı indirdi.

Emir Aybeyaz, ertesi sabah Peperonni Ana Merkezi'ne Tetikçi Aybeyaz olarak geri dönmüştü.

Karmen o gece iki farklı adama yemin ettirmişti. Biri yemini tutmuştu.

Karmen'in ölüm haberi Peperonni merkezine alev topu gibi düşmüştü. Gündemi bir ay boyunca sarmış hatta arkasından ağlayanlar bile olmuştu. Çünkü içlerinden bazıları Karmen'in, saygı duydukları Ronni ekip lideri olan Harvey'in intikamını almasını gurur verici buluyordu. Hatta, İgima Dizable'ye meydan okumuş olması bile büyük bir cesaret işiydi. Fakat hepsi sonunda Karmen'in tıpkı diğer herkes gibi ölerek yenilgiye uğradığını kabul etmiş ve o sayfayı tamamen arkalarında bırakmıştı. İgima Dizable ve Karmen Ivy As Cindy dosyası kapanmış ve yeni hedefleri ancak güçlerinin yeteceği karanlık insanlar olarak devam etmişlerdi.

Emir'in Peperonni'ye geri dönmesi Varis Gani'nin bir şeref yemeği vermesine neden olmuştu. Herkes o yemekte "yeniden birleşme" üzerine kadeh kaldırırken Varis Gani'nin kızı Elvin Gani, Karmen'in ölüm haberinin şerefine kaldırmıştı kadehini.

Hazar Onat bile Karmen'in ölmesinden sonra Emir'in asla geri dönmeyeceğini düşünürken karşısında onu bulunca epey şaşırmıştı. Hazar, Harvey'den Skar'dan ve Cansu'dan sonra ölümlerin acısının altından kendince kalkmıştı. Karmen'in ölümü, onu en az Harvey kadar sarsmış olmasına rağmen hayatına ve aydınlık için savaşmaya devam etmek zorunda olduğunu bilerek yasa gömülmedi. Çünkü o adamın da bakmak zorunda olduğu 6 kardeşi vardı.

Fakat işte ki herkes Emir'in artık eski Emir olmadığına kanaat getirdi. Çünkü Emir, merkeze geliyor işini yapıyor ve diğer herkesle muhatabını en az dereceye indirerek geri gidiyordu.

Yalnız adamın peşine takılan tek birisi vardı. Peperonni özel güvenlik ekibinden Atilla Heçken, Emir'in soğuk tavırlarına aldırmadan ona yanaşmaya ve ağzından bir çift ders veren laf almaya çalışıyordu.

Atilla Heçken, daha önce Karmen Peperonni'den kaçarken saldırıya uğrayanlar arasında olan 25 yaşında bir adamdı. O saldırı sonucunda üç parmağı kesilmek zorunda kalmış ve kendine örnek aldığı Emir Aybeyaz gibi tetikçi hayalleri yerle bir olmuştu.

Emir'in Peperonni'den belge çalmak için merkeze geldiği gece Attila'nın sevgilisi olan kadın Emir'den hesap sormuş ve üç parmağının kopmasının suçunu Karmen'e atmıştı.

Emir, Harvey'in ölümünden önce henüz Peperonni'de iken Atilla'nın yoğun ilgisini fark ediyor ama fazla yüz vermiyordu. Yine de kendi özel eğittiği adamlardan biri olduğu için onu yakından tanıyordu.

O gece Emir, sağ elinin üç parmağı koptuğu için artık hayatı mahvoldu diyen öfkeli sevgilisine şu sözleri söylemişti. "Sağlam elimle silah tutmayı öğrenirdim. Bu dediğimi de sevgiline ilet.

Atilla Heçken o mesajı aldığında sanki ihtiyacı olan tek motive buymuş gibi artık sağlam olan eliyle yani sol eliyle silah kullanmayı öğrenmişti. Emir'in Peperonni'ye geri dönmesi ise Atilla'yı merkezde ki herkesten daha mutlu etmişti.

Emir Aybeyaz'ın hayatı Karmen'den sonra işte böyle şekillenmişti. Fakat adam hala kara bir yasın içinde yaşamaya devam etti. Başkasına güldüyse, öfke patlaması yasadıysa bile içten değildi. Yaşadığı her gün pişmanlık ve ölme arzusu ile harmanlanıyordu.

O günlere ait olacak bir gece daha, Emir Aybeyaz kalabalık bir barın en köhne köşesinde oturmuş aklını yitirene kadar içmeye başlamıştı.

Barda çalan şarkı, bas sesleriyle kulakları neredeyse sağır edecek kıvama getirmişti. Saat gece yarısına yaklaşırken kalabalık, sanki mekanda yer varmış gibi gittikçe daha fazla artıyordu.

Ama Emir, sanki orada sadece kendisi, önündeki içkisi ve düşünceleri var gibi kendi kabuğuna çekilmişti. Tüm bu kalabalık yalnızlık arasında cebi birden titremeye başladı. İlk çalışı umursamayıp içmeye devam etti. Ama aradan saniyeler geçtikten sonra telefon ikinci kez çalmaya başladı.

Emir bir ağız dolusu küfür sayıklarken telefonu çıkartıp kim olduğuna bile bakmadan açarak kulağına dayadı.

Telefonun öbür ucundan gelen kalın erkek sesinin ne dediği tam anlaşılmayınca adam taburesinden kalkıp barın ara koridoruna çıktı. Yiyişen çiftlerin sesleri burayı işgal etmiş olmasına rağmen artık telefonda ki yabancının sesi anlaşılır geliyordu.

" Tetikçi Aybeyaz ile mi görüşüyorum?"

Emir kaşlarını çatıp telefona baktı ama numara gizlenmişti. Bunun tek anlamı yine kendisinin tetikçilik yapması için arayan rastgele insanların başına üşütüğüydü.

"Kimsin sen," dedi küfredercesine.

"Öylesine biri. Numaranı Dark Web'ten buldum. Sana bir iş teklifim var. Bu işte ortak olup, ortak pay alabiliriz. Senin bu işte en iyisi olduğun dedikodusu ortalıkta dolanıyor."

"Bak iş teklifin sikimde değil. Beni bir daha arama, ilgilenmiyorum," derken bir yandan aklına Hazar'dan bu numarayı karanlık sitelerden kaldırmasını istemeyi not etmişti.

Telefonu tam kapatmak üzereyken karşıda ki erkeğin sesi çığlık gibi çıktı. "Dur kapatma! Tetikçi dur, dinle! Bu sabah saat üç sularında ortaya büyük bir bounty atıldı."

Bounty argo dilde birinin kafasına koyulmuş ödül anlamına geliyordu. Yani tetikçilik mesleğinin icra edilmek üzere olduğu hali.

"Siktir git," dedi yine Emir.

"Koyulan ödül miktarını duyunca fikrin belki değişir."

"Hayır değişmez. Artık tetikçilik yapmıyorum."

Tam o anda koridor duvarına bir çift kendinden geçmiş halde yaslanıp işlerine devam ettiler. Emir ikisine ters ters baktıktan sonra karşıda ki adam konuşmaya hızla ve heyecanla devam etti.

"Sadece tek bir kafaya tam 50 milyon dolar."

Emir'in dudakları gerçekten şaşkınlıkla açık kaldı. Çünkü bu şimdiye kadar duyduğu tek bir kafaya biçilen en yüksek fiyat olmuştu.

"Doğru duydun, elli milyon dolar. Hatta istersek daha fazla bile para verirmiş kafayı isteyen kişi. Bu sabah saat sıfır üçten beri tüm tetikçiler, suikastçiler bu paranın yani kafanın peşinde. Ama bence sen de peşine takılsan sahibi olursun. Bana da sana işi bulma komisyonu ödersin anlaşırız. "

Emir adamın sunduğu anlaşma fikirlerine kulak asmadan, "Bu ödül kimin başına koyuldu," diye sordu.

Telefondan bilmiş bir gülme sesi geldi. "Hayır adamım bunu sana söyleyemem. İşler nasıl yürür biliyorsun bana gerçekten işi alacağını söyle ben de sana bilgileri vereyim."

Emir'in bir anlık tutuşan merakı anında sönmüştü. Kendisi tetikçilik işine geri dönmeyecekti çünkü Karmen kendisine böyle yemin ettirmişti.

"Ben öldükten sonra sokaklarda sürtüp tetikçilik yapma, Peperonni'ye geri dön."

Bu yemini hatırlaması Emir için yeterli olmuştu.
" Bak bounty'i al götüne sok. İlgilenmiyorum. Ama beni bir daha ararsan o zaman hedefim sadece sen olursun."

Telefonu anında kapatıp cebine geri soktu ve öfkeli nefesler vererek bara, boş taburesine dönüp oturdu. Yarım kalan içkisini tazeleyip aklını boşaltmaya çalışıyordu.

"Yalnız mısın," dedi sesini zahmetle ince tutmaya çalışan kadın. Üzerine bol dekolteli mor bir elbise giymiş ve dağınık siyah saçlarını omzundan aşağı salmıştı.

Emir'in sessizliği ona cesaret verdiğinde izni olmadan parmak uçlarını sandalyede oturan adamın pazusunda gezdirmeye başladı.

Adam onu umursamadan önünde ki bardaktan biraz daha içmeye devam etti.

"Gecen sıkıcı mı geçiyor?"

Emir bu soruya kaşlarını çattı ancak gecesi tıpkı diğer her gece gibi kabus geçiyordu.

"Biraz gevşemeye ne dersin," derken kadın, adamın çenesini tuttu ve kendine doğru çevirdi. Emir hiçbir tepki vermeden onun kızarmış gözlerine bakmaya devam ediyordu.

"Mesela," dedi kadın ve dolgun dudaklarını karşısında ki adamın içkiden ıslanmış dudaklarına götürüp yapışkan bir öpücük bıraktı. "Mesela böyle," diye devam ettirdi cümlesini.

Adam başını iki yana sallayıp bardağına geri döndü ve kafasına dibini görene kadar dikledikten sonra - içkinin bir kaç damlası kirli sakalını ıslatmıştı- taburesinden atladı ve yanında istekle bekleyen kadının elini tutup hızlı ve sert adımlarla gece kulübünün özel odalarına gitmeye başladı.

Kadın, adamın arkasından koştur koştur gidiyordu. Bir yandan, "yavaşla, topuklar vuruyor," diye ciyakladı kadın iniltiyle. Ama adam kadını sertçe çekip boş gördüğü ilk odaya geçti ve onu kapattığı kapıya yaslayıp dudaklarına yapıştı.

Kadın hiç itiraz etmeden ona karşılık vermeye başladı böylece ikisi tutkulu gözüken bir öpüşmenin içine daldı. Emir, kapıya yaşadığı kadını tek eliyle kucağına kaldırdıktan sonra onu yatağa götürüp fırlatır gibi sertçe bıraktı.

Kadın kendinden geçmişti bile. "Çok ateşlisin ama biraz daha yavaş olsan," derken adam kadının ağzından çıkan her kelimeye sağır olmuş gibi umursamaz bir tavırla kazağını soydu ve çıplak üst bedeniyle onun üzerine çullanıp dekolte verdiği her yeri vahşice öpmeye başladı.

Kontrol edemediği öfkesini bir başkası üzerine böyle kusuyordu.

Kadın kendi üzerini soymaya çalışırken adamın vakti yokmuş gibi ona asla fırsat vermiyordu. Kadın zor bir çaba ile soyunduktan sonra karşında duran adamın kaslı, kesik, yaralı vücuduna bakakaldı. Böyle biriyle gecesini geçirdiği için kendini şanslı sayıp gülümsedi ve Emir'e onun kadar doyumsuz bir şekilde eşlik etti.

Yaklaşık on beş dakika sonra zeminden bir ses yükseldi. Emir telefon sesini duyduğu anda işini yarıda kesip yataktan aşağı eğildi ve "senin belanı sikeceğim adam," diyerek telefona uzandı. Ancak numara az önce ki bilinmeyen kişiye ait değildi. Yine de telefonu açtı.

"Ne var Dedektif?"

"Nerdesin," Dedektif Austin Seller'ın aksanlı sesi kesin bir cevap isteyecek kadar net buyurgan çıkmıştı.

"İşim var, siktir git."

"Ne işin varsa hemen bırak ve Ana Merkez'e gel."

Emir tam itiraz edecekken, "ACİLEN," diye ekledi dedektif.

"On beş dakika içinde ordayım," dedi Emir ve aramayı dedektifin suratına kapattı.

Kadının suratı konuşmadan sonra düşmüştü çünkü bu seksi adama henüz doymamıştı. Emir yataktan kalkıp odanın bir köşesine fırlatılmış pantolonunu giydi ve ardından kazağını üstüne geçirdi.

"Beni bu halde yalnız bırakıp gidecek kadar aşağılık bir adam mısın?"

Kadının ince sesi sinirliyken daha tiz çıkmıştı.

Adam her zaman çatık duran kaşlarıyla ona ters bir bakış atarken elini cebine soktu ve bulduğu tüm nakit kağıtları çıkartıp yatağa fırlattı. Kadın bu hareketine aklını oynatırken Emir çoktan kapıya ulaşmıştı ama daha çıkmadan attığı paralar kendisine küfürle geri fırlatıldı.

"Paranı istemiyorum seni puşt!"

Emir bir saniyelik duraksamayla neresinden çıkardığı bilinmez silahıyla odaya geri girdi ve kıza nişan aldı. "Son dediğini tekrar söyle!"

Kadın korkuyla çığlık atıp kendini saklamaya çalıştı ancak kendini kaybetmiş olan adam anında silahını indirip ne yaptığına anlam veremeden odayı terk etti.

⛓️⛓️⛓️

Emir çakır keyifle Peperonni Ana Merkez'ine girdiğinde, giriş veznesinde bekleyen Seller acele ile onun yanına yetişti. Ayakta durmakta zorlanan adamın bu tükenmiş haline bir yandan sinirlenirken, üzülen tarafı ağır basıyordu.

"Ne bu halin," diye sordu onu mavi gözleriyle süzerken.

Emir'in kafası her an patlayacak gibi zonkluyordu. Kızarmış gözlerini dedektife kaldırıp, "Sorun ne Dedektif? Umarım beni gecenin bir yarısı acilen çağırmana değer yoksa..." Daha fazla konuşmaya gücü yetmemiş ve susmuştu.

Seller hayal kırıklığına uğramış halde başını iki yana sallayarak, "Önce fermuarını kapat Aybeyaz sonra beni takip et," dedi.

Emir fermuarını çekip etrafta ki güvenliklere ve danışma masasında oturan Yelda'ya çarpık bir gülümsemeyle selam verdikten sonra -onlar ise karşılık olarak sadece şaşırdılar- hızlı tempolu adımlar atan Dedektif'i takip etmeye başladı.

Merdivenleri tırmandıktan sonra ikinci katın geniş ofisine yetiştiler. Gece mesaisine kalan tüm çalışanların gözü Emir ve Austin üzerindeydi.

Emir bu özel ilgiyi fark edince kendini toparlayıp etrafını gözlemledi. Peperonni normal şartlar altında gece saatinde bu kadar kalabalık olmazdı. Gözleri odasında ki özel masası hariç burada ki yine kendisine ait llan portatif masasının yanında hazırda bekleyen kendi özel timine kaydı.

Emir onlara gelsinler diye emir vermediğine emindi. Öyleyse ortalıkta güvenliği tehdit eden bir sorun olduğu kesindi. Seller adımlarını yavaşlattı ve ettiği her kelime ağzından tedirginlik ile çıkmaya başladı.

" Masana bırakılmış bir kutu var Emir, yaklaş."

Emir'in gözleri kesinleşmiş ve etrafında ki herkese şüpheyle bakmaya başlamıştı. Ama dikkatini en çok masasının üzerine duran simsiyah kutu çekiyordu.

Emir kutuya doğru bir adım attı ama hemen sonra durup, "Bombacıları çağırdınız mı?" Diye sordu yüksek sesle. Seller cevap vermek üzereyken Emir, köşede duran özel timin bir üyesi Atilla Heçken'i eliyle yanına çağırdı.

"Atilla! Buraya gel!"

Atilla hızla Emir'in yanına yetişti. Boyu Emir'e denk geliyordu ve en az onun kadar kas yapısı kendini belli ediyordu. Bal rengi gözleri, ten rengiyle uyuşuyor iken boynu, kolları ve şuan görünmeyen göğsünün hepsi dövme ile kaplıydı. Yüzü oldukça yakışıklı ve köşeliydi. Sert ve belalı bir görünüme sahip olan adam, saçlarının şakak kısmını iki numaraya kesmiş ve üst bukleleri uzatıp üstüne salmıştı.

"Gerekli kontrolleri yaptınız mı," diye sordu.

Atilla'nın cevabı olumlu olduğu için göğsünü hafif kabartarak, "Evet efendim, bomba değil. dedektörden temiz geçti. İçinde silah veya saldırı aleti yok."

"Kutuyu açıp içine baktınız mı?"

Tavrı her zaman ki gibi sert olduğundan Atilla titrek bir üslup ile, "Hayır efendim, kutu size özel olduğu için açmadık."

Emir bir kaşını dikerek, "O zaman içinde silah veya saldırı aleti olup olmadığını kesin olarak asla bilemezsin," dedi.

Atilla başını öne eğerek, "Özür dilerim efendim. Peki ne yapmam gerekiyordu," diye sordu.

Emir ne kadar sinirli olsa bile, Atilla ona soru sorup tecrübelerini öğrenme fırsatını asla kaçırmazdı.

Emir ellerini beline dayayıp nefes verdi. "Kutuyu açmayarak doğruyu yaptın ama bir daha ki sefere açacak olan kişiye yanlış bilgiler verme."

Atilla başını sallayıp önünden çekildi.

"Kutuyu buraya kim getirdi Seller?"

Austin sinek kaydı çenesini ovup, "Giriş kapısının önüne bırakılmış," dedi. "Kameraları inceledik ama kim olduğu belli bile değil. Kalabalık bir saati beklemiş olmalı çünkü bir nöbet değişimi sırasında bulundu kutu."

Emir siyah kutunun üzerinde yazan "AYBEYAZ" yazısını üç defa okuyup en sonunda açmaya karar verdi.

Kutuyu elleri arasına aldığı sırada kendine meraklı gözlerle bakan çalışanlara dönüp, "Pekâlâ, gösteri bitti. Herkes işine dönsün, hemen!" Dedi. "Atilla, sizde evinize dönün. Tehlike yok."

Tüm herkes ikinci bir emre ihtiyaç duymadan Emir'in dediğini yaptı. Seller ise kollarını göğsünde bağlayıp bir Emir'e bir kutuya baktı.

"Kimseden böyle özel bir kargo bekliyor muydun?"

"Hayır."

Siyah kutunun üzerinde parmaklarını gezdirdi. Sonra ters bakışlarını arkasında baykuş gibi dikilmiş adama çevirip, "Gitmek için özel bir istek mi bekliyorsun," diye sordu.

Dedektif omuz silkip oradan uzaklaştı. Ancak araştırmacı bakışları hala onun üzerindeydi. Emir kutuyu kendine çekip üzerinde ki kapağı kaldırdı ve yana bıraktı.

Siyah geniş kutu artık tüm gizemini ortaya çıkarmıştı. Emir'in gözlerinde ki tüm ışık söndü. Zihni, gömülen geçmişi altında kaldı. Etrafta ki insanlar cesaret edip Emir'e dönüp bir baksalar onun bu transa girmiş haline ilk defa şahit olacaklardı. Ateşten bir bıçak boğazını keser gibi bir his nefes almasına engel oldu. Çünkü kutunun içinde tek bir şey vardı.

21 yaşına kadar göğsünün üzerinde gururla taşıdığı en kıymetlisi... fakat bir gün mecburen kendi elleriyle ağlayarak yerinden çıkartıp yabancı ellere -Emniyet müdürü- teslim ettiği ve bir daha görmediği "Polis Rozeti" kutunun içinde duruyordu.

Bir zamanlar Emir Aybeyaz'a ait olan Polis Rozeti.

Emir titreyen elini kutunun içine daldırıp Rozeti aldı. Ona bir kaç saniye bakması bile gözlerinden yaşlar akmasına yeterli gelmişti. Fakat hepsinden önemlisi Emir bu mesajın ne anlama geldiğini biliyordu.

Kaçtığı geçmişi kendisini yakalamıştı. Kaçtığı hatası gün yüzüne çıkmıştı. Kaçtığı insan onu bulmuştu.

Sahip olduğu tek ve en büyük korkusu artık gerçek olmuştu.

Ali Duman, Emir Aybeyaz'ı bulmuştu.

⛓️⛓️⛓️

GEÇMİŞ

10 YIL ÖNCE
BURSA
İL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ

Sağ ve sol omuzunun üzerinde çeşit çeşit arma ve rütbe taşıyan adam, geniş masanın arkasında ki koltuğuna kurulmuş ve koca sol eliyle çenesini ovuyordu. Beyaz tenliydi. Orta yaş aralığını biraz geçtiği kırışmış derisinde ki çizgilerden belli oluyordu. Şişkin göbeği masaya değiyor olmasına rağmen kendi rahatından ödün vermeden ciddiyetle karşısında gergin gergin bekleyen üç farklı taze kana bakıyordu.

"Demek aramıza yeni katılan polis memurlarımız sizlersiniz," dedi başını usul usul sallayarak.

Üç yeni polis memuru, yeni dönem için buraya atanmıştı. Bunlardan ikisi genç oğlan ve bir tanesi kızdı. İçlerinden biri muzip sırıtmasına zoraki engel olarak bakıyordu rütbesi yüksek adama. Adam kaşlarını çatıp o gence baktı.

"Yüzümde komik bir şey mi var polis memuru-" adını söylemesi için ona izin verdi.

"Murat efendim," dedi genç hemen. "Adım Murat Doğan." Yüzü ince ve uzundu. Boyu, yanında duran diğer gençten kısaydı. Suratına, tahammül edilemez bir iticilik yansımıştı.

Adamın kaşları hala çatıktı. "Soruma cevap vermedin Murat."

Murat hemen gülümsemesini bastırıp, "Hayır efendim," dedi.

Adam "o zaman böyle bakmayı sonlandır" demek ister gibi yüzünü ekşitti. Murat ise hemen gözlerini kaçırdı.

Adam diğer iki taze kanda herhangi bir sorun görmeyince konuşmasına devam edecekti ki diğer uzun boylu, yakışıklı yüzlü olan gencin tir tir titrediğini fark etti.

"Sen," dedi hemen. İçinden ise bir önce onlara konuşmayı yapıp yollamak geçiyordu. Üç polis birbirine bakıp kime seslendiğini anlamaya çalıştı. "Sana diyorum titreyen genç."

Uzun boylu ve ortada duran oğlan kendisinden bahsedildiğini anladığında titremesi biraz daha arttı.

"Bir sorunun mu var," dedi yılgın bir bakışla.

Genç, Murat kadar hazır cevap değildi. Sertçe yutkunup başını iki yana salladı. Adam bunu cevap olarak kabul etmedi. "Dilini mi yuttun yoksa? Adın ne senin?" Hâlbuki hepsinin adını onlar buraya tayin edildiği andan itibaren biliyordu.

"Emir Aybeyaz efendim," dedi genç alçak sesle.

"Peki niye titriyorsun Aybeyaz?"

"Bu anı uzun zamandır bekliyordum efendim."

"Yani sadece heyecandan öyle mi? Korkudan değil."

Emir titrek bakışlarını aniden frenleyip cesur olduğunu ortaya koydu. "Sadece heyecandan," dedi.

Adam gençleri sorgulamayı bırakıp diğer kıza adını sormuş ve kız da, "Derya Konak," diye cevaplamıştı.

Adam gençlerle işi bitince en nihayetinde kendini tanıtma şerefini gösterdi. " Emniyet müdürü Tuna Şentürk, zamanla birbirimizi daha yakından tanıma fırsatı bulacağız. İyi dinleyin beni, göğsünüzde taşıdığınız Rozet, sizin onurunuz ve şerefinizdir. Ona hak ettiği saygıyı vereceksiniz. Sizler sadece görev adamı değilsiniz, omuzunuzda ki yük size güvenen tüm insanların vebalini taşır."

Polis memurları söz verir gibi kafalarını salladı.

"Eğitim görmek, sokaklarda devriye gezmekten çok farklı. Bu yüzden sizin yanınızda bugün rütbeli memurlar olacak."

"Emredersiniz efendim," deyip polisler sağ ellerini alnına değdirerek selam verip ofisten çıktılar.

Çıktıkları anda Murat sesli bir nefes verdi. "Sanki okulun ilk günü gibiydi," dedi dalgaya alarak.

Üç polis ofisten uzaklaşıp masaların olduğu yere gittiler. Ortalıkta koyun gibi durup rütbeli memurların onları alıp gitmesini bekliyorlardı. Murat boş boğaz gibi sürekli olarak etrafına göz atıyor ve Derya'ya her konudan sohbet açıyordu. Bir kaç kez Emir'e soru yöneltmişti ama Emir karakolu hayranlıkla izlemeye öyle meşguldü ki cevap vermedi.

Az sonra yanlarına bir adam ve bir kadın yaklaştı. İkisinin elinde karton bardak vardı ve ondan yoğun kahve kokusu geliyordu.

Emir kokuyu aldığı anda başını gelen iki kişiye çevirdi. Diğerleri de sohbet etmeyi bırakıp adeta hazırola geçtiler Kız siyah saçlarını topuz yapmıştı. Adam ise tıpkı her polis gibi üçe vurmuştu saçını. Boyu Emir'e yakındı.

"Rahat olun," dedi kız samimi bir tavırla. "Biz sizinle devriyeye çıkacak olan komiserler değiliz."

"Kimsiniz o zaman," dedi birden Murat saygısız bir laubalik ile.

Adam ve kadın birbirlerine bakıp alaycı bir şekilde tebessüm ettiler. Murat hiç oralı değildi.

"Ee kimle devriye yapacaksınız karar verdiniz mi?" Kız kahvesinden bir yudum aldı.

"Biz mi karar veriyoruz," diye sordu şaşkınlıkla Derya.

"Tam olarak öyle sayılmaz ama kendinizi istediğiniz kişiye belli ederseniz sizi yanında gezdirme olanağı artar," dedi adam.

"Siz kimi tavsiye ediyorsunuz," dedi Emir uzun sessizliğinden sonra.

Adam kahvesini aşağı indirip Emir'i süzdü. "Ali Duman," dedi tek hamlede.

Kız hemen göz devirip, "Yapma Metin, Ali Komiser insanın canına okur," dedi bir solukta.

"Abartma Sinem, adam sessiz sakin birisi."

Sinem buna gülerken yanlarından geçen diğer polisler bu cümleyi duyup ona eşlik etmişlerdi.

"Onun sessizliği yufka yürekli olduğundan değil ki, buranın en ağır polislerinden biridir. Mülayim ifadesi sizi gafil avlamasın çömezler onunla tam gün göreve çıkın o zaman bahsettiğim tezatlığı anlarsınız."

Metin, onu eliyle geriye savuşturdu. "Siz Sinem'e kulak asmayın. Ali komiser bu karakolda size en doğru ve en kaliteli eğitimi verecek iki üç kişiden biridir. "

Sinem hemen itiraz etti. "İçine kapanık birisi o devriyede beş cümleden fazlası bile ağzından zor çıkar."

"İçine kapanık değil Sinem, kimseyle konuşmaya tahammül edemiyor sadece."

Sinem teslim oluyor gibi kollarını büküp omuz hizasına çıkarttı. "Peki pek sohbet etmeyen bir adam ama eğitim konusunda ben de Metin'e katılıyorum çünkü bu karakolda o adamdan daha iyisi yok."

Bir kaç cömert tavsiye daha verdikten sonra İkisi kendi aralarında konuşarak gözden kaybolunca, "Ne diyorsunuz," dedi Murat muzip bir bakışla. "Hanginiz o adamla devriyeye çıkacak kadar talihsiz? Şahsen ben, daha ilk iş günümden yoğun bir çalışma istemiyorum. Hele ki onun gibi kasvetli bir adamın yanında."

"Kendine Ali komiserden kaçtığın için korkak diyemiyorsun tabii, o yüzden talihsiz de hemen," diye lafı yapıştırdı Demet.

Üç polis yalnız kalalı bir dakika geçmeden iri kalıplı uzun boylu bir adam onlara yaklaştı. "Ben Komiser Levent, hanginiz benimle geliyor," diye sordu direkt. İç ısıtan bir cana yakınlığı vardı.

Daha çömezler cevap vermeden Levent kalın kolunu Murat'ın omzuna atıp, "Sen gel, çene çalan birine benziyorsun. Devriye de sıkılmam," dedi.

Murat ilk seçilmenin gururuyla göğsünü kabartmış ve egolu bir tavırla Komiser Levent'in yanına gitmişti. İkisi oyalanmadan uzaklaşarak kayboldu. Dakikalar sonra bir kadın komiser gelip ikisi arasında kendine Derya'yı seçmiş ve gitmeden önce Emir'e "Suskunsun ayrıca fazla titriyorsun," demişti.

Ortada yalnız başına kalan Emir'in hevesi kırılmıştı. On sekiz yaşında polis olduğundan hala üzerinden ergenliğin yoğun duygularından kalan kırıntıları taşıyordu. İçinden inleyip yüzünü elleri arasına aldı. Bu yalnızlık kendini yetersiz hissettirmişti.

Şimdi babasının kendisine her gün üç öğün olarak söylediği o sözlere hak vermişti. Sabah kahvaltıdan önce arayıp "Polislik cesaret ister, ama sende o yok. Bunları seni üzmek için söylemiyorum oğlum seni iyi tanıyorum. Duygusalsın, kendini kontrol etmekte zorlanıyorsun. İnsanlar sana canını emanet ediyor, sen üstesinden gelemezsin." Derdi.

Emir itiraz edip karşı çıktığı anda telefonu kapatır ve öğlene kadar aramazdı. Öğlen vakti bir daha arar ve oğluna, "Polis olmanı istemiyorum oğlum, babana karşı çıkıyorsun ya sana hakkım helal değil," derdi ve Emir'in konuşmasına izin vermeden aramayı sonlandırırdı.

Gece yatmadan hemen önce arayıp son kez hırpalamayı da unutmazdı. "Senin ne annene ne babana saygın var, terbiyesiz herif. Sen mi polis olacaksın? Senden bir bok olmaz."

Tüm bunlara rağmen Emir en büyük ve tek hayali olan polislikten vazgeçmemiş ve olmak için canını dişine takmıştı. Genç, ulu orta dururken ofisten Tuna müdür çıktı ve meşguliyet içinde alt kata doğru inmek üzereydi. Ta ki Emir'i tek başına dikilmiş halde bulana kadar. Yanına doğru yaklaşıp omzundan dürttü ve "senin hâlâ burada ne işin var," diye sordu.

Emir çabucak kendini toparlayıp, "beni almak için kimse gelmedi efendim," dedi. Ardından az önce diğer iki komiserin gelip arkadaşlarını alıp gittiğini söyledi. Müdür ise ona ilk defa yüzünde beliren yatıştırıcı bir ifadeyle gülümseyip, "Belli ki sana Ali komiser kalmış ama onun ayağına gelmesini bekliyorsan, daha çok beklersin. Odasına git ve kendisinden rica et Aybeyaz," diye tavsiye vermiş ve sırtını dönüp gitmişti.

Emir bir sekrete Ali Duman'ın odasının yerini sorduktan sonra hedefine doğru yürümeye başladı. Ayakları tuhaf bir şekilde geriye gitmek istese bile kendine hakim olup yürümeye devam etti. Ve nihayet kapısı kapalı odaya yetişti. Kapının yanında asılmış olan demir isimlikte büyük harflerle "Komiser Ali Duman" yazıyordu.

Gergin bir nefes verip kapıyı bir kere çaldı. İçeriden ses gelmemişti. Emir biraz bekleyip yeniden çaldı ve ikinci kere cevapsız kalınca ani bir karar verip kolu indirdi. Kapı ardına kadar açılırken gıcırtılı bir ses çıktı. Emir odaya baktığı anda karşısında başını masada ki kağıt yığınına eğmiş olan adamı gördü.

Belki kafasını kaldırıp kendisine geçmesi için izin verir diye ummuş olsa bile adam tamamen kendi dünyasında gibi Emir'i hiç fark etmedi. Emir odaya girip kapıyı arkasından yanlışlıkla sertçe kapatınca gürültülü bir ses çıktı.

Emir tam bir budala duruma düştüğünü kabullendi ve tam o anda Ali Duman, elinde ki kalemi isteyerek kağıtların üzerine düşürüp başını ağır ağır kaldırdı. Ali'nin keskin bakan gözleri ile Emir'in çekingen bakışları kesişmişti.

Ali Duman eğik sırtını düzeltip Emir'e ölçüp biçen gözlerle baktı. Adamın siyah saçları hafif dağınıktı. Kahverengi gözlerine yorgunluk inmişti. Yüzü kızın dediği gibi mülayim dursa da bakışları ve ifadesi tam tersiydi.

Emir o gözlere bakmaya devam ettikçe teni kül rengi kadar solmuştu. "Sen kimsin," diye sordu adam.

Emir'in dudakları boş boş oynadı önce ama konuşmadığını fark ettiğinde hızla, "Polisim," dedi.

Utanmıştı, tabii ki utanacaktı. Önce kapıyı çarparak kapatıyor ardından eşek gibi polisim diyordu. Hatta yanakları bile hafiften kızarmıştı.

Ali gözlerine pervasız bir ifade yerleştirdi. "Öyle mi? Hiç belli olmuyor," deyip üzerinde ki formaya, rozete ve silaha baktı.

"Ben," diye kekeledi. "Ben Emir Aybeyaz."

"Peki," deyip dudaklarını bastırdı. "Peki burada ne işin var Emir Aybeyaz?"

"Ben, efendim ben... Sizin için geldim. Şey için..."

"Neden," diye sordu Ali Duman yoğun bir sesle. "Neden bu kadar titriyorsun Aybeyaz?"

"Heyecandan, korkudan değil sadece heyecandan. Korkmuyorum, heyecanlıyım," diye birden sözcükler ağzından fırladı.

Ali susmuştu, zaten hep az ve öz konuşurdu. Karşında ki hayli rahatsız duran gencin bu acemiliği karşında hoşnut kalmadı.

"Odamdan çık Emir. Bir yığın işim var," diyerek tersledi onu.

Ali Duman'a denk gelerek talihsiz kişinin kendisi olduğuna emin oldu Emir. Kelimelerini toparlayıp, "Müdür sizinle devriyeye çıkmamı söyledi," dedi.

Ali Duman donuk bir sesle, "Anladım, ama ben korkak bir çocuğu mu yetiştireceğim yoksa yanıma çömez bir polis alıp insanların yardımına mı koşacağım? Çünkü sen asla ikincisi gibi durmuyorsun Aybeyaz," demişti.

"Ben korkak değilim efendim."

"Evet, anlıyorum. Bunu gidip ilgilenen kim varsa ona kanıtlayabilirsin ama şimdi odamdan çık. Bir daha tekrar etmeyeceğim."

Emir'in gitmesini beklemeden kalemini geri aldı ve başını kağıtlara gömdü. Emir incinmiş gururunu da alıp odadan çıktı ve kapıyı isteyerek "sertçe" kapattı. Bunun kendisine getirisinin ne olduğunu düşünmek bile istemiyordu çünkü öfkesi patlamak üzereydi.

Yaklaşık iki saat sonra Ali Duman yorgun kafasını işinden kaldırıp soluklandı. Tek ihtiyacı olan sert bir kahve olduğu için kalkıp odasından çıktı. Fakat sağa döndüğünde kapının hemen yanında boynu bükük bir halde bekleyen genci gördüğü anda şaşıp kalmıştı.

" Sen ne halt yiyorsun lan burada," diye tısladı.

Emir'in beklemekten dolayı solmuş olan yüzüne renk birden geri geldi. Ve iki saat önce ki gibi kesik kesik konuşmak yerine tek nefeste, "Odamdan çık dediniz Ali Komiserim ama kapımın önünde bekleme demediniz," dedi.

Ali Duman'ın ifadesiz suratı bir dakika boyunca sadece Emir'e baktı. Emir de gözlerini komiserinden çekmiyordu.

Bir dakikanın sonunda Ali, bakışma savaşını sonlandıran şu sözleri söyledi. "Git devriye arabasını hazırla Aybeyaz, geliyorum."

Emir birden otuz iki diş gülümsemiş ve Ali Duman fikrini değiştirmeden hemen önce koşarak gitmişti. Hatta kendisi giderken Komiserin yüzünde ufacık gülümseme gördüğüne yemin bile ederdi.

⛓️⛓️⛓️

Birlikte çıktıkları ilk devriye Emir için tam anlamıyla bir kabus olmuştu. Çünkü ilk günden bir ceset görmeyi beklemiyordu. Ali Duman bu tür duygusal boşlukların yaşanmasında asla taviz vermiyordu. İlk elin günahı olmaz sözü onda işlemiyordu. Devriye boyunca Emir'i azarlamak, yanlış yaptığı yerlerde uyarmak dışında başka hiç bir kelime etmedi. Emir polisliğin bir eğlence değil iş olduğunu biliyordu ama ilk devriyesi onu resmen hayattan soğutmuştu. Fakat aynı zaman da kendine bir günde polislik ile ilgili birçok deneyim katmıştı.

Mesai bitiminden sonra eve gittiğinde yaptığı tek şey kendi becereksizliğini suçlamak olmuştu ayna karşısında. Ailesinin evi başka bir ilçede olduğu için, Emir kendine tek odalı bir lojman kiralamış ve orada yaşıyordu. Yalnız yaşamayı daha erken yaşından benimsemişti. Ama gece karanlığında hatalarıyla başbaşa kalıp yüzleşmek onu her gece zorlumaya devam ediyordu.

Yatmadan önce aklında sadece Komiser Ali Duman dolanıyordu. Bugün karşıtlığı kavgada ki hareketliliği, çevikliği, silahı kullanma kabiliyeti... Emir'in olmayı hayal ettiği her şeye sahipti o adam. Fakat düşünmeye devam ettikçe gözleri önüne o korkunç ifadesi geldi. Tüm gün buna tahammül etmek zorunda kaldığı icin artık daha fazla düşünmeden uyumuştu.

"Polislik, sürekli tetikte olmayı gerektiren bir meslektir," dedi katı bir sesle Ali Duman.

Emir başını öne eğmiş ve hak ettiği azarı kabullenmişti. Birlikte devriyeye çıktıkları günlerden biri daha fakat bu sefer Emir öğrendiklerini uygulamak üzere bir hamle yapmıştı. Hamlesi, Ali komiserin istemediği bir sonuç doğurunca arabaya bindikleri an adam onu başlamaya başlamıştı.

Bu azarlar Emir'in gururunu kırmış olsa bile aptal gibi sırıtmaya devam ediyordu.

Ali Duman'ı iş üzerinde gözlemlemek, attığı her adımı izlemek, suçların üstesinden geliş şeklini takip etmek Emir için vazgeçemediği bir huy haline gelmişti.

Birlikten devriyeye çıktıkları gün sayısı arttıkça aralarında samimiyet namına gelişen tek bir adım olmamıştı. Emir için durum öyle değildi, kendisi diğer çömezlerin aksine ne iş yoğunluğundan şikayet ediyor ne de komiserinin arkasından karın ağrılarını sayıyordu.

Bu durumun farkına Ali komiserin varması uzun sürmedi. Çünkü ilk kez kendisinden koşarak uzaklaşmayan bir çömeze denk gelmişti. Ve bu çömezi azarlarken gülümsüyor olması adamın sinirlerini dürtüklemişti.

Emir Aybeyaz, Ali Duman'ın dikkatini üzerine işte böyle çekmişti. Bir devriye günü komiser kendi sınırını yeterince koymadığı kanaatine varmış ve Emir'i zorlu bir görevin içine sokmaya karar vermişti.

"Bugün iletişim kanallarını kapatmanı istiyorum," dedi direksiyon başındayken adam.

Emir, sağ koltuğu kendine göre ayarlarken duraksadı. "O zaman gelen ihbarlardan nasıl haberimiz olacak," diye sordu alık bir şaşkınlıkla.

Ali Komiser el frenini çekip arabayı durdurdu. "Çünkü bugün özel bir görevimiz olacak."

Emir, hiç olmadığı kadar heyecanlandı. Özel görevler daha yüksek rütbeli polislere veriliyordu. Kendisi gibi çömezler ise arabanın içinde şehrin sokaklarında devriye gezip gelen çağrılara giderlerdi.

Kocaman açılmış gözlerini yanında ki adama çevirdi. Adamın gözlerinde ki yorgunluk, Emir'in gözlerinde ki canlılık ile hep terslik içindeydi.

"Neden," diye sordu zorla yutkunarak.

"Nedeni kime lazım," diye bir yanıt alması kendisini şaşırtmadı.

Başını sallayarak önüne döndü ve emniyet kemerini takmaya çalıştı. Kemer ucunu tam yerine geçireceği sırada birden eli üzerinde sıcak bir tenin varlığını hissetti. Hareketi aniden buz kesmiş ve gözleri direkt sola kaymıştı. Ali komiser, Emir'in kemer takan elini engellemek için sertçe tutmuştu.

Kötücül ortamın kokusu buram buram kendini belli ediyordu. Emir'in sevinci toz bulutu gibi dağıldı. Sersemlemişti.

"Bir sorun mu var komiserim," diye sordu titrek bir sesle.

Normalde kimsenin karşısında böylesine iradesini kaybetmeyen Emir, komiserin karşısında sesinin titremesinden nefret ederdi.

"Şoför koltuğuna geç Aybeyaz, sen süreceksin."

Emir arabadan hızla inmiş olsa bile şoför koltuğuna geçene kadar düşünüp durdu. Ali komiser inmiş ve arabanın arkasından dolanıp Emir'in yerine geçmişti. Birlikte geçirdiği görev sırasında arabayı her zaman komiser sürerdi. Yoksa bugün Emir'in bilmediği bir test günü müydü?

İkisi yeni yerlerine yerleştikten sonra Emir, arabayı komut üzerine sürmeye başladı. Araba sürmekte fena sayılmayacak derecede iyi olduğunu bildiği için içinden sürekli "bu testi kolaylıkla geçerim," diyordu.

Yol gereğinden fazla uzamaya başlamıştı. Emir tedirginlikle sürmeye devam etse bile göz ucuyla Ali'ye bakıp duruyor, bıçak açmaz ağzından bir kaç kelime çıkmasını bekliyordu.

"Komis-" sözü yarıda "sürmeye devam et," lafıyla kesildi.

Emir, onun dediğini yaptı. Geçtiği yollar kendisine tuhaf edici derecede rahatsızlık vermeye başlamıştı. Gördüğü sokak evleri, kavşaklar ve ara sokaklar gözünü çok yakın bir yerden ısırıyordu.

Konuma yaklaştıkça kalp ritmi hızlandı çünkü bu sokaklar tek bir yere çıkıyordu. Ezbere bildiği bir son, evi.

Dışını daha fazla sıkmadı ve neredeysen öfkeli bir sesle, "buraya ne için geldik," diye sordu. "Bizim görev alanımızı bile kapsamıyor."

"Senin polisliğin sadece belirli sınırlar içinde mi geçerli Aybeyaz?" Diye sordu donuk bir sesle.

Emir, yolun sonuna yetiştiğinde evini görünce neredeyse sinirden kekeledi. "Hayır komiserim."

Arabayı söndürdüğünde zorlu çocukluğunun geçtiği müstakil dışı açık mavi renginde ki evinde ki tek değişiklik etrafına çekilmiş olan polis şeridi olmuştu. Kalbi ağzından çıkacak kadar hızlandı. Normalden hızlı soluklanıyordu.

"Neden," diye fısıldadı. "Neden evimin etrafında ondan var?"

Ve daha komiserinden cevap beklemeden hızla arabadan inip evine doğru koşmaya başladı. Arkasından Ali Duman inip, "Dur," diye seslendi.

Emir tek bir adım atsa emre itaatsizlik yapmış olacaktı. Bu riski göze almadı ve durdu. Komiser yanına yetiştiğinde onun karşısına geçti.

"Olay yerine ne zamandan beri böyle koşarak gitmeye başladık Aybeyaz?"

Gencin kulakları hafiften kızarmıştı. Ellerini yumruk yapmış sıkıyor ve evinin penceresinden içeri bakmaya çalışıyordu.

"Cevap ver Aybeyaz."

"Orası benim evim komiser," dedi Emir zorla.

"Orası olay yeri Emir ve sende o evin bir parçası değil görev üzerinde olan bir polissin,"

Emir hâkimiyetini güç bela tutuyordu elinde. İçinde ki korku gittikçe büyümeye devam ediyordu. Ali komiser önden adım atarak eve doğru ilerlemeye başlayınca daha fazla dayanamadı ve hızlı adımlarla onu geçip evin kapısını kırar gibi çalmaya başladı. "Anne! Anne aç şu kapıyı!"

Kapının arkasından takır tukur sesler gelirken Ali Duman'ın sesli nefesi Emir'in kulağının arkasında belirdi. Sessizlik içinde onun yaptığı her hareketi izliyor ve kafasına not alıyordu.

Kapı orta yaşlı, açık sarı saçlı bir kadın tarafından açıldı. Kadının mavi gözleri Emir'i gördüğü anda parladı ve birden onun boynuna atlayıp bağrına bastı. O sırada "Oğlum, oğlum," diye feryat atıyordu.

Emir onu sağ görünce rahatlamış ve sıkı bir sarılma verdikten sonra kendini annesinin kollarından kurtarmıştı. Hemen ardından ise babasını sormuştu. Annesi içeride olduğunu söylediğinde içeriye pata küte hızla dalmıştı. Evin geniş koridorundan sonra sesler gelen oturma odasında buldu kendi.

Babası zayıf ve kendisinden daha kısa bir adamdı. Adam koltukta oturmuş ve karşısında ki polise ifade vermekle meşguldü. Ancak karşısında Emir'i görünce cümlesi havada asılı kaldı. Kalkıp oğluna sarılmak veya sarılmamak arasında gidip geldi lakin üzerinde polis formasını gördüğünde bu isteği gitti. Çünkü babası tek evladının polislik yerine daha sakin ve belki bir ofis içinde meslek yapmasını hep istemişti.

Bu kavgaların sonucu Emir'in polis olması ve babasının onu evlatlıktan bile reddetmesine çıkmıştı.

Adam kendini toparlayıp polisin sorduğu sorulara cevap vermeye devam etti. Emir olayın ne olduğunu iyice dinleyince hırsızlık olduğunu anlamıştı. Daha kötüsü başlarına gelmediği için nihayet rahat bir nefes verdi. İfade bitmek üzereyken Emir odadan çıkıp hırsızlığın yapıldığı yatak odasına geçmiş ve kırık pencereyi incelemişti.

Kanıt sayılacak bir şey bulamayınca içeriye geri döndü. İfadeyi alan polis ile Ali komiser az önce başlayan konuşmayı bitirmişti. Diğeri evden çıktı ve Ali Duman ise evin bir köşesine yaslanıp kollarını göğsünde bağladı.

Emir onu yanına gidip hızla bu dosyayı almak istediğini belirtti. Ali Duman onay vermemiş ancak reddetmemişti. Dediği tek şey, "öyleyse önce incelemeye şu adamın ifadesini alarak başla," dedi.

Emir'in kaşları birden çatıldı. "Komiserim ifadeyi az önce aldılar zaten, onu kullanarak araştırmaya devam etmek istiyorum."

Ali Komiser isteğini ikinci bir kez söyleme gereği bile duymadı. Emir ekşi bir surat ifadesiyle babasının karşısına oturdu. Annesinin göz pınarları yaş ile dolmuştu o sırada.

Adam, oğluna bakmak yerine arkasında ki duvarı izliyordu. Emir ise babasıyla sohbet etmeye hiç meraklı değildi.

"Olay yaşandığı sırada neredeydin," diye sordu.

Babası cevap vermedi. Annesi ikisi arasına tampon olmak isteğiyle hemen konuşmaya atladı. "O dışarıdaydı, ben mutfakta. Ama zaten bunları az önce ki polise iyice anlattık oğlum. "

Emir annesine anlayışla başını sallasa bile babasına geri döndü. "Bir soru sordum. Olay yaşandığı zaman neredeydin?"

Babası öğürmek üzere gibi rahatsız olmuştu. Emir'in tepesinin tası attı.

"Olay yaşandığı sırada, evde yalnız mıydın anne?"

Kadın başını salladı. "Hırsız sana zarar verdi mi?"

Kadın bu sefer hayır anlamında yaptı aynı hareketi. "Birisi bana kapının eşiğinden durup silah doğrulttu sadece. Ne konuştular ne de yüzlerinde ki siyah maskeyi çıkarttılar."

Annesine doğrultulan bir silahın hayali gözleri önüne geldiği anda Emir, "Sen gecenin bir saatinde niye annemi evde yalnız bırakıp dışarda sürtüyorsun," diye bağırdı hiddetle.

Babası başını kızgın bir boğa gibi çocuğa çevirdi.

"Sen kime bağırıyorsun lan," diyerek sinek kaydı surata sert bir tokat yapıştırdı.

Emir'in yüzünde beş parmak izi kızarırken yerinden fırlayıp babasının yakasına yapıştı. Annesi yalvararak ikisini ayırmaya çalıştığı sırada arkada sükunet içinde bekleyen Ali Duman, yanlarına yetişip Emir'i arkasından tutup geriye çekti.

"İşimiz bitti Aybeyaz, gidiyoruz."

"Bırak, gitmiyorum ben bir yere," diyerek adamdan kurtulmaya çalıştı. Artık kendinde değildi.

Babası ayağa kalkıp ikinci tokatı vurmak üzereyken eli havada yakalndı. Ali komiser ona engel olmuş ve net bir tavırla, "bir kez daha ona vurmaya kalkmayın, yoksa geceyi nezarethanede geçirirsiniz," dedi.

Emir ise hala komiserden kurtulmaya ve bir yere gitmeyeceğini söylemeye çalışıyordu. Öfkeden deliye dönmüş ve ağzı adeta köpürmüştü.

"Seni bu dosyadan çekiyorum Aybeyaz, yürü çıkıyoruz buradan," dedi komiser.

"Çıkmıyorum diyorum sana lan! Anneme silah tutmuşlar, belki kadın tek kelime etse vuracaklardı onu. Hangi orospu çocuğu bunu yaptıysa ben göstereceğim onlara."

"Neyi göstereceksin Emir, diğer meslektaşların dosya üzerinde yoğun bir şekilde çalışıyor. Hırsızları bulduklarında ise gidecekleri yer hapis olacak."

Emir kahkaha atmıştı. "Onları ben bulacağım ve gidecekleri tek yer mezar olacak."

Ali Duman duymayı beklediği şeyi nihayet duymuş gibi kendinden emin bir ifade yerleştirdi suratına.

"Polisliği bırakıp katil olacaksın demek ki Emir Aybeyaz."

Emir birden sustu. Az önce ki sinir krizi bu cümlenin etkisi altında ezilmiş ve kenara çekilmişti. Aklı hala tamamen yerine oturmamıştı ancak Ali, anne ve babaya dönerek "ekip arkadaşlarımız sizi gelişmeler hakkında bilgilendirecek" deyip Emir'i arkasından sürükleyerek evden çıktı.

Emir açık ve temiz havanın ciğerlerine dolmasıyla kendine gelmeye başlamıştı. Gözlerini bastırıp açıyor az önce yaptığı hatadan nasıl sıyrılacağını hesaplıyordu. Ali komiser yanına gelip ona yüzünde hafif bir tebessüm ile baktı.

"En güçlü ağaçlar en kasvetli fırtınaların ardından ayakta kalanlardır. Sen o rüzgarda sürüklenip gittin Aybeyaz, zayıf ve güçsüzsün. Seninle işim artık bitti."

Emir kendini adi bir pusunun içine çekilmiş gibi hissetti. Ali Komiserin bu cümleleri kendisini yaralamış ve tüm işleyişini çökertmişti.

"Ne fırtınası Ali Komiser, ne zayıflığı? Beni ailemin yanına getiriyorsun, anneme silah tutulduğunu öğreniyorum. Ne zayıflığı? Babamı sorguya çekmem için beni zorluyorsun. Tüm bunlar karşısında ne yapmamı bekliyorsun? Bu bir sınav olamaz, geçersiz."

Ali Komiser tembel bir gülüş attı. "Az önce katil olmak istediğini dile getirdin Aybeyaz, cinayete teşebbüs suçunu işledin."

"Abartmayın," dedi Emir hızla soluk vererek. "Yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı çünkü ben de bir insanım."

"Sen," diyerek işaret parmağını gencin göğsüne bastırdı. "Sen duygularınla baş edemiyorsun. Onlar seni her an ele geçirip kontrolü alabiliyor."

Emir iki kolunu havaya kaldırıp hayretle açtı. "Her insan gibi."

"Kimi kandırıyorsun Aybeyaz, kendini mi yoksa beni mi?"

Emir kollarını indirip kendini dizginledi. "Özür dilerim Ali Komiser."

"Özür dilemen az önce ki hatalarını geri almıyor Aybeyaz," diyerek arabaya doğru yürümeye başladı.

"Bilerek mi böyle davranıyorsun bana? Her insanın hassas noktası vardır komiser, sen oraya bastın."

Adam adım atmayı kesip Emir'e geri döndü.

"Bana bak çocuk, insanın hassas noktası olması sorun değil. Senin hassas noktan en ufak bir dürtü ile kendini kaybediyor. Babanla sorgu sırasında kavgaya tutuşuyorsun."

"Bana tokat attı," diye bağırdı.

"Gördüm," diye sertçe karşılık verdi Ali. "Ve eğer o adam baban olmasaydı ben de ona aynısını yapardım. Ama mesele bu değil. Polisliğin henüz başındasın. Kaç ay oldu? İki mi, üç mü? Bir sene hayır belki yirmi sene sen bu işi yapacaksın Aybeyaz, karşına Allah bilir ki neler çıkacak. Ve sen en ufak bir savaşta yenik düştün. "

Emir yüzünü sol eliyle sıvazlayarak bitkin bir halde, "Neden sadece zayıflıklarımı konuşuyorsun? Güçlü yanlarım olduğunu biliyorum. Evet, biliyorum. Onlardan bahset beni onlar için tebrik et, beni zayıflık ile vurmak yerine güçlü yanlarımı öne çıkart," dedi.

"Çünkü," dedi gözlerinin içine bakarak. "Eğer kontrol altına almazsan, seni bir gün o zayıf noktaların bitirecek Emir Aybeyaz."

Ali Duman noktayı orada koymuştu. Yeni açılan sayfada ikisinin ortaklığı için yazılmış bir yazgı yoktu.

Fakat Emir zayıflık yerine güçlü yanına ağırlık bastı. İnatçılık.

Kavgadan sonra ki gün kapısına gitmiş ve kovulmuştu. Ertesi gün de öyle oldu. Diğer gün ve peşinden gelen her gün. Emir Aybeyaz her seferinde gitmekten pişman olsa bile ertesi gün kendine hakim olamıyor ve yine o adamın kapısına dayanıyordu.

Gün içinde görev sırasında birbirlerine denk geldikleri zaman Emir peşinden gidip konuşmaya ve hatta yalvarmaya cüret ediyordu.

Ali Duman ise çoğunlukla ona yokmuş gibi davranıyor ve "Git başımdan Aybeyaz vaktimi senin gibi süt çocuklarına ayıramam," diyordu.

O gün Merkez'e tehlikeli bir çağrı düştü. Çatışma ve rehine durumu olduğundan görev üzerinde ki tüm polisler olay yerine intikal etti. Şüphelilerin elinde silah olduğu için risk epey yüksekti.

Gözü dönmüş bir adam kolları arasına yaşlı bir amcayı almış ve şakağına silah dayamıştı. Üstelik rehin altında tutulan tek kişi o olmadığı için ekiplerin işi daha zordu. Ali komiser, etrafta Levent ve başka komiserler olmasına rağmen emir veren tek kişiydi.

Ali Komiser ayak üstü yaptığı plan sayesinde arkadan ve havalandırma boşluklarından dolanarak diğer adamları indirip rehineleri güven altına alacaklardı. Ancak tek sorun hepsinden uzakta kaçmak isteyen ve bir yaşlıya silah dayamış olan suçluydu.

Adam silahını indirmemiş ve rehinesini sağ bırakıp oradan kaçmak için şartlar sunmaya başlamıştı. O sırada diğer polisler planı uygulamaya başladı. Gözde suçlu ise Ali komisere bakarak "en ufak bir hareketinde öldürürüm adamı," diyordu.

Herkes ona silah doğrultmuş olsa bile kimse tetiğe basacak kadar riske girmiyordu. Kanı deli akan bir genç hariç.

Emir kimsenin alamadığı riske gözü kapalı bir şekilde atlayıp rehinenin önüne geçti ve suçlunun boşta kalan -rehinenin kolu o tarafta sürekli hareket halindeydi- göğsüne saniyeler içinde keskin bir nişan alarak tetiği çekti. Silah ateşlendiği anda suçlu daha gık diyemeden yere devrildi. Bu sayede destek ekipler olayı kontrol altına aldı. Ve çoğu Emir'i atışından dolayı tebrik yağmuruna tutmuştu.

Emir gururlu bir şekilde silahını kemerine koyarak gözlerini üzerinden alamayan Ali Duman'ın yanından geçti ve ona bakmadan, "Size süt çocuğu olmadığımı söylemiştim komiserim," deyip gitti.

Arkadan Levent komiser Ali'nin omzuna vurup güldü.

"Bu gözler bir çömezden ayar yediğini de görecekti demek."

⛓️⛓️⛓️

Akşam vakti devriye çıkışı Emir telefonuna baktığında hiç beklemediği birinden gelen mesajı gördü. Ali komiser ona bir adres atmıştı. Genç, mesaj üzerinde düşünemeyecek kadar heyecanlanmıştı. Fakat bu adamın sağı solu belli olmazdı. Ya Emir'i çağırdığı yerde bugün kendisine ayar çektiği için sağlam bir karşılık verecekse?

Bu düşünce içinde ki o adrese gitme isteğini bir nebze olsun dindirmemişti. O yüzden alelacele bir taksiye atlayıp adrese gitti. Arabadan indiğinde karşında tek katlı müstakil bir ev buldu. Dışı kahverengiye boyanmış olsa bile renk hafiften solmuştu.

Bir kaç adım attıktan sonra kapıya kadar yetişti. Ama içinde fırtınalar kopuyordu. Yolun sonunda Ali Duman'ın evine yetişeceği aklına düşmeyen bir ihtimaldi.

Çünkü kendisi evine kimseyi çağırmazdı. Ev, Emir için güvenli hissettiği tek yerdi. Dışarıda ne yaşamış olursa olsun evine geçmeden önce her kötülüğü kapının önünde bırakırdı. "Acaba komiserde evine sadece seçili kişileri mi alır yoksa onun için kimin geçip çıktığının bir önemi yok mu," diye düşündü.

En sonunda dayanamayan eli kapıya doğru fırladı ve tahtaya üç defa hızla vurdu. Beklerken terleyen ellerini pantolonuna sildi. Tıpkı polislik sınavına girdiği gün kadar stresyliydi.

Az sonra kapı biraz aralandı. Ali Duman, günlük kıyafetleri içinde saçları dağınık bir şekilde Emir'e bakıp kafa salladı ve arkasını dönüp evine geçti. Emir bunu içeriye davet olarak anlayıp hemen arkasından gitti ve kapıyı da kapattı.

Evde Ali'den başka kimsenin olmadığı sessizlikten ve kokudan anlaşılıyordu. Çünkü havada ki saf oksijen, ağır ve erkeksi bir parfüm kokusuyla bulamaç olmuştu.

Emir evi gözlerini hızlı hareket ettirerek inceledi. Eşyalar yerlerinde dursun diye alınmış emanet gibi duruyordu. Bir evde hissedilen sıcaklık yoktu. Emir, kendi ufak lojmanında az bile olsa huzur buluyordu hiç değilse.

Ali'yi takip etmeye sessiz adımlarla devam etti.

Ali Duman ise evin salonuna yetişip nihayet yüzünü Emir'e döndü. Kendisinin de üzerinde tuhaf bir gerginlik vardı ve genç bunu fark etmişti.

"Daha önce kimseyi eğitmedim," dedi birden.

Emir'in sırtı dikleşti. Dudakları kendiliğinden aralandı. Duyduğu şeyi hazmetmeye çalışıyordu. Daha önce kimseyi eğitmedim demesi birazdan bir ilk yaşanacağına mı işaretti?

Ali sert bir nefes verdi. "Zaten eğitmeyi de düşünmüyorum. Ben öğretmen değilim, kimsenin ağız kokusuyla da uğraşamam."

Adam Emir'e beklentili gözlerle baktı. Bir cevap bekliyordu ama ortada soru bile yoktu. Kaldı ki Emir, adamdan fazlaca şaşkındı.

"Peki?" Diyebildi Emir. "Yani, birini mi eğitmeye karar verdiniz?"

"Birini değil," dedi Ali. "Seni, eğitmeye karar verdim. Sadece seni, sakın gidip arkadaşlarına bahsetme. Rica etmelerine bile katlanamam."

Emir başını hızla sağa sola salladı. "Asla, kimseyle samimi bile değilim."

Adam başıyla onayladı. Dilini ağzının içinde kıvırıp baskı yapıyordu. Gözleri, alışık olduğu evinin duvarlarında gezindi. Ardından gencin hevesle parlayan göz bebeklerine denk geldi.

"Kimseyi eğitmedim," dedi Ali yine. Sanki kendini bu garip deneyime hazır etmeye çalışıyor gibiydi.

"O zaman beni niye eğitmek istiyorsunuz?"

"Keyfim öyle istiyor hesap mı vereceğim," diye tersledi anında.

"Hayır."

"Yoksa istemiyor musun?"

"Hayır, yani evet çok isterim. Memnuniyet duyarım."

Emir'in gerçeği inkâr etmemesi ortamı yumuşatmıştı.

"Fikrinizi ne değiştirdi? Bugün ki hareketim mi?"

Ali düşünceli bir edayla koltuğuna bıraktı kendini.

"Hayır, sana söylemiştim duyguların çok yoğun. Sen de bana güçlü yanlarının da olduğunu söyledin. Bugün cesurdun. Silahı çok iyi kullanıyorsun, keskin nişanlar alıyorsun. Bu senin güçlü yanına ama orada o hamleyi yapmanın sebebi ise..."

"Tamamen sizin dikkatinizi çekmekti," diye devam ettirdi Emir.

Ali derin bakışlarını kendini ifade etmekte kendisinden hayli iyi olan gence çevirdi.

"Evet, hırsın, bana karşı o an ki nefretin, duyguların. Madem zayıf tarafını saklayamıyorsun o zaman onu güçlü tarafın ile birleştireceksin."

"Tamam," dedi hemen. Ali komiserden eğitim almak gece uyumadan önce kurduğu tek hayaldi.

Emir'in kafasında çok fazla soru vardı ama birini sorsa kapıdan kovulmaktan korktuğu için ağzını sıkı tuttu.

"Burada mı eğiteceksiniz beni?"

"Hayır, arka bahçemde," deyip ayağa kalktı ve salonun arka bahçeye açıldığı kapıya doğru gitti.

İkisi dışarı çıktı. Evin arka bahçesi iki metrelik duvar ile örülü ne dar ne geniş sayılacak bir alandı. Çimlerin üstünde sadece tek bir sandalye vardı. Koca bir ağacın dalına siyah kum storbası asılmıştı. Ağırlıklar ve daha fazlası ise etrafa rastgele bırakılmıştı. Emir, ilk kez tüm bu gereçlerle bir arada karşılaşıyordu. Daha Ali bir şey demeden koşarak kum torbasına rastgele güçsüz yumruklar salladı.

Ali kendisine yaklaştığında ise geriye doğru iki adım attı fakat arkasından yediği sert bir tekmeyle çimleri ağzının içinde buldu.

Ağzındakileri tükürürken, Ali " Kural bir! Karşında kim olursa olsun asla geri adım atma," dedi. "Anladın mı?"

Emir, kendi haline baktığında başını bunu zor yoldan anladığına dair başını salladı. Yerden kalktığında silkelendi ve Ali gibi pozisyon almaya çalıştı. Ali, Emir'in saçma duruşuna bakıp hafifçe güldü. Ve yanına yaklaşıp arkasına geçti. Emir'in kolunu tutup yüzüne yaklaştırırken bacağıyla dengesiz bacağı dürttü ve sağlamlaştırdı.

Emir, kendini tamamen onun yönlendirmesine bırakmıştı. Ali duruşu düzelttikten sonra karşısına geçip hazırda durdu.

Artık ona başlangıç hareketlerini, temel dövüş taktiklerini, kendini savunmayı göstermeye başlamıştı. Emir çabuk kavrayan bir genç olduğu için Ali öğretmenlik yapmakta güçlük çekmiyordu.

Bu durum, komiser için şaşırtıcı değildi. Çünkü Emir'in güçlü yanlarının farkındaydı.

"Neden polis olmak istedin," diye bir soru yönelttiği sırada Ali avuçlarını açmış Emir'de onlara yumruk atıyordu.

Emir bu soruya uzunca düşünmedi. "Çünkü insanlara yardım etmek, bana kendimi iyi hissettiriyor."

"Yani insanlar için değil de kendi çıkarların için polis oldun."

Emir "yok artık," der gibi bakış attı. "Bu dediğim cümleden sadece bencil olduğumu çıkartmanız komik oldu."

Ve tam o sırada Ali, önce avuç içine dolan yumruğu sardı ve kolunu ters çevirip gencin bedenini arkasına döndürüp sırtına tekme attı.

Emir bir kez daha yerle buluştu. Yüzünü Ali'ye sinirle döndüğünde ise, "Kural iki! Kavga sırasında sohbet edilmez," diye sertçe uyarı almıştı.

"Bu kuralları kim yazdı ya böyle?"

"Ben yazdım," dedi Ali Duman. "Hepsi bana ait, ve öğrettiğim bazı dövüş taktiktleri de öyle."

Emir, ayağa kalkarken bir kez daha hayran duymuştu karşında ki adama. Gözleri bir süre ilgiyle Komiserin üzerinde gezindi.

"Peki, bir imza hareketiniz var mı?"

Ali, parmaklarını kısa kesilmiş sakalına geçirip kaşıdı. "Evet var," dedi olgun ve egosuz bir ifadeyle.

Emir yan bir gülüş attı. "Peki ben ne zaman onu öğreneceğim?"

Ali yüzüne makul bir ifade yerleştirdi. "Hiçbir zaman."

"Ama- ama Ali komiser-" diye itiraz ederken Ali evine geçiyordu. "Bir saat kardiyo, yüz mekik yüz sınav ve iki saat kum torbasını yumrukla," dedi yüksek sesle.

"Yarın mesaiye kalacağım," dedi Emir çaresizce.

Ve daha dediklerini yapmadan bile kendini çok yorgun hissediyordu.

"İşte orası beni hiç ilgilendirmiyor."

⛓️⛓️⛓️

Eğitim sadece o günün ardından son bulmadı. Peşinden gelen her akşam Emir, Ali'nin evine gidiyor ve arka bahçesinde çalışmaya devam ediyordu. Karakolda ise, Ali devriyeye çıkacağı zaman yanında sadece Emir'i istiyordu. Tüm bu iş ortaklığı ve beraber çalışma her ne kadar iki insanı birbirine yakınlaştıracak gibi dursa da ikisi arasında ki duvar hala sert ve yüksekti.

Fakat Ali Duman'ın huyu böyleydi. Kendini geriye çeken ve o yalnızlık içinde boğulan birisiydi. Ketumdu, samimiyet kurmak onun ilgi alanına girmiyordu. Emir ondan farklı sayılmazdı. Karakolda ki kimseyle arasını ileriye götürmüyordu. Kafası sadece daha iyi hatta en iyi polis olmak yolunda çalışıyordu. Ama Ali Duman mesele olunca, yüz seksen derece dönüşüm geçiriyor ve tüm ilgisini alakasını o adamın üzerine veriyordu.

Bir başka eğitim gecesi Emir, yirmi metre uzaklıkta ki oynayan hedefleri on saniye içinde vurmaya çalışıyordu. Silahının ucuna susturucu yerleştirmiş olmasına rağmen çıkan ufak pop sesi bahçede yankılanıyordu. Şarjörünü doldurduğu sırada öfkeyle, "Bu orospu çocuğu hedefin ben ta a-" derken "Küfretme lan eşek sıpası" diye azarladı onu Ali.

Emir hedeflerle boğuşurken kendisi sandalyesine rahatça yayılmış içeceğini içiyordu.

Aradan bir süre geçti. Ali telefonunda başka bir şeyle ilgileniyordu ve çıkan silah sesleri artık alışık bir tınıdaydı. Fakat birden Ali telefonu bıraktı başını henüz kaldırıp bakmamıştı ancak üç atışın on saniye içinde hedefi bulduğunu içinden saydığı için anlamıştı. Emir'e bakmak için başını kaldırdığı sırada gözlerinin önü bir beden tarafından kapatıldı.

"Yaptım Komiser! Gördün mü? Yaptım!"

Yerinde zıplayıp bağırdı ve dayanamayıp Ali Duman'a sarıldı. Ali, Emir'i üzerinden itmek için uğraşırken içinden hangi ara kollarının bu kadar güçlendiğini anlamaya çalışıyordu.

⛓️⛓️⛓️

Emir karakolun mutfağında kendine sabah kahvesi alıyordu. Biraz sonra komiseri ile göreve gidecekti. Sol ayağıyla hafifçe zemine vurarak ritim tutmuş ve kısık bir ıslık çalıyordu.

Arkasında birinin nefesini duyulduğunda başını çevirip ona baktı. Kendisinden bir üst rütbeli Metin ona tebessüm etti.

Emir kahvesini alıp sırayı ona devretti. Tam gideceği sırada Metin, "Sana gerçekten hayranım Emir," dedi. "Büyük bir tebriki hak ediyorsun."

Emir dumanı burnunda tüten kahvesinden bir yudum alıp, "neden," diye sordu.

Metin kahvesini eline alıp kalın kaşlarını kaldırıp indirdi. "Ali komiseri dize getirdiğin için."

Emir'in kahvesi boğazında kalmış ve bir kaç kez öldürmesine neden olmuştu. Murat sırtına bir kaç kez vurdu. Emir yutkunup hafifçe güldü.

"Peki böyle bir saçmalıktan benim niye haberim yok?"

Murat yüzünde imalı bakışlarla samimi bir tavırla, "Adamın odasına hop diye giriyorsun çıkarken kapısını çarpıyorsun. Yetmiyor ona herkesin içinde laf sokuyorsun ama sana ağzını bile açmıyor. Devriyede sana kızmış olsa bile yaptığın hataların suçlarını kendi üzerine alıyor. Üstelik onunla sürekli tersleşiyor ve peşinden ayrılmıyorsun. Senin yaptıklarının birazını bile Ali Duman'a bir başkası yapmış olsa yapanı diri diri mezara gömerdi," dedi.

Emir dışarıdan nasıl gözüktüğünü duyunca kahve bardağını elinden düşürmemek için hızla çöpe atmıştı. Titreyen elini cebine sokup, tembel bir bakışla onu alaya aldı.

"Ne yani benden korkuyor mu," deyip gülmeye çalıştı.

"Anlamıyor musun Aybeyaz?" Fısıldayarak devam etti. "Sen onun için başkasın."

⛓️⛓️⛓️

Aynı günün akşamı antrenman boyunca Emir'in kafasında sadece Metin'in kendisi için dedikleri geçiyordu. Ne yaptığı spora odaklanıyor ne de hareketleri düzgün yapıyordu.

Ali, çoğunlukla olduğu gibi yine bahçede ki tek sandalye üzerine oturmuştu. Emir'in üst üste yaptığı hataları sessizce izliyordu. Onu böyle sarsan olayın ne olduğunu sormak gibi bir niyeti yoktu.

Kimseyi sokmadığı evinin arka bahçesinde onu eğitebilir ama iki kelime koyu sohbete girerse tüm sınırı bozmuş sayıyordu kendini.

Cebinden paketini çıkardı. Ali sigarayı yakıp ağzına götürdü ve dumanı içine çekmeye başladı. Derken Emir artık yumruk atmayı bırakmıştı. Zaten kendini boşuna yoruyordu. Eldivenlerini çıkartıp yere attı ve yavaş adımlarla Ali'nin karşına yetişti.

Ali gözlerini Emir'in üzerinden çekmeden sigarasını ağzına götürdü. Emir tereddüt etmeden sigaraya uzanıp Ali'nin dudakları arasından çekti ve kendi ağzına koydu.

"İçiyor muydun" diye homurdandı Ali. Emir'in ağzında ki sigaraya sakince bakıyordu.

Emir sigaradan derin bir nefes çekip bıraktı.

"Hayır ben içmiyorum. Ama sen tüm derdini bu sigaranın içine sığdırmışsın gibi içiyorsun. Derdine ortak olmak istedim."

Son bir duman daha çekip sigarayı Ali'nin ağzına geri koymaya yeltendi. Adam, eliyle onu savuşturdu.
"Hayır sende kalsın o." Yenisini çıkarttı ve yaktı. "Benim dertlerimi sadece ben içime çekerim."

Emir sigarayı küskün bir bakış ve acı bir gülüşle yere atıp ezmişti.

"Antrenmana devam et," dedi soğukkanlılıkla.

Emir, Ali'ye içi gidiyormuş gibi bakmaya devam etti.

"Çok duygusalsın," diye devam etti Ali.

"Ben mi?" Diye sordu itiraz edercesine. Ama bunu yaparken bile gözleri yaşarmıştı.

Çünkü Metin'in dediği her şey bir anda anlamsızlaştı. Ali Duman tam karşısında duruyordu ama Emir, bu adamın aslında kendisinden ne kadar uzakta olduğunu biliyordu.

"Evet Emir, öfke de bir duygu. Ama sende hem öfke hem üzüntü ve bir kaç duygu daha, hepsi birlikte patlıyor."

"Hayır!"

Ali, Emir'in yüzüne "işte bu halinden bahsediyordum," der gibi baktı. Haklı olması Emir'in öfkesini harmanlamıştı.

"Birisi için diğerlerinden farklı olduğumu düşünmek iyi hissettirmişti."

"Romantik Aybeyaz," diye karşılık verdi çarpık bir gülüşle.

Emir'in dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. "Ben duygularım konusunda ne kadar açıksam siz de kendinizi aynı derecede bastırıyorsunuz."

Ali ciğerine dolan havayı gergince dışarı bıraktı.

"Bana neden böyle olduğunuzu anlatın," dedi şefkatli bir sesle.

"Haddini aşma Emir," sesi genizden çatallı çıkmıştı.

"Neden ben size kendimi, hayallerimi, hedefimi anlatırken siz kendiniz hakkında bana tek bir sır bile vermiyorsunuz?"

"Yirmi dokuz yaşındayım," dedi ciddiyetle. Ama bu zaten herkes tarafından biliniyordu. Üstelik Ali Duman da gayet dinç ve yakışıklı bir adamdı.

Ali Duman gözlerini yerden çekip Emir'e baktı ve devam etti. "Üstelik komiserim."

"Ve yalancısınız," dedi Emir.

"Sözlerine dikkat et Aybeyaz."

"Hem de en çok kendinize karşı."

Ali çenesini sıkıyor ve adeta sessizlik içinde kıvranıyordu.

"Korkaksınız, hayatınıza birini almak belki de en büyük kabusunuz. Bağlanmayı sevmiyorsunuz çünkü her an ölme ihtimalini göz önünde bulunduruyorsunuz."

"Çünkü ölüm evine bir misafirmiş gibi girer ancak hiç gitmez," diye fısıldadı.

Emir kulak asmadan Ali'ye doğru kendinden emin bir adım attı.

"Ama keşke sadece bununla kalsa, dahası var. İçine kapanıksınız, size korkutucu mu görüyorum? Beni neden eğitmek istediniz? Neden aynı hem bana yaklaşırken hem uzaklaşıyorsunuz? Ben sizin için kimim Ali komiser?"

"Çok fazla konuşuyorsun."

Emir o an içinden buruk bir tebessüm etti. Tüm bu sözlerin peşinden bile herkese patlayan öfkesi kendisine henüz sıçramamıştı. Komiser, kendine hakim olmaya çalışıyordu.

"Siz benimle ilgilenmiyor olabilirsiniz Ali komiser ama benim gözüm yalnızca sizin üzerinizde."

O an adam bile kendi sabrına hayran kalmıştı. Yüzüne baktığı gencin o jiletlenmiş tenine sağlam bir yumruk geçirse, sanki ağzını toplamasına vesile olabilirdi. Bunların hepsi kafasında dolaşan şeytan oyunlarından fazlası değildi. Gerçeğe dökmek çok zor geliyordu. Hâlbuki Emir'in dediği gibi, bir başkası kendisi hakkında yersiz bir çıkarım yapsa gözünün yaşına bakmaz ve ona bedelini ödetirdi.

Ali öfkeden gözü dönen bir adam değildi ama buna hasret bırakacak kadar ağır ve sert bir karakteri vardı. Aklı başındaydı, olgun ve ağırbaşlı bir adamdı.

"Benim," diyerek ayağa kalktı. "Hakkımda," derken Emir'in burnunun dibine yaklaştı. "Sır mı istiyorsun?"

Emir gözlerine çok yakın kahverengi gözlere öyle derin baktı ki sanki ötesinde neler gizlendiğini görmek istedi. Başıyla bir kere onu onayladı. "Evet."

Ve her şey saniyeler içinde gerçekleşti. Ali, sol elini yumruk yaptığı gibi Emir'in diyafram bölgesine hızlı ve sert bir yumruk attıktan hemen sonra aynı yere üç parmağıyla soluk borusunun girişine doğru kaydırarak vurdu.

Ali'den daha uzun ancak ona göre daha çelimsiz olan Emir yere, yüzü kıpkırmızı kesilmiş halde devrildi. Nefes almaya çalışıyor ama içine çektiği her hava baloncuğu onu boğuyordu. Eliyle göğsüne masajlar yapmaya başladı, kızarmış ve yaşlar akan gözlerle Ali'ye bakıyor acınası halde yardım dileniyordu.

Onun yerine Ali lav kadar yakıcı bir sesle, "işte," dedi. "Hakkımda bir sır."

Emir ise yerde can çekiştiği o muğlak anda anladı. Bu hareket, Ali Duman'ın bizzat uydurduğu ve kimseye ne gösterip ne öğrettiği imza hareketinin ta kendisiydi.

Bir göz yaşı daha aktı yaşamak için mücadele veren Emir Aybeyaz'ın gözünden.

Fakat bu sefer, mutluluktan...

⛓️⛓️⛓️

Aradan geçen bunca vakit sorunlar çözülmedi onu yerine bir kutuya koyup rafa kaldırıldı. Ama değişim yaşanıyordu. Ali hala kendini bir başkasına açmayacak kadar ketumdu. Ama Emir ile arası artık samimiyete devrilmişti. Aradan günler, haftalar ve çokça aylar geçti.

Eğitimlere devam ediyorlardı. Emir gözle görülür bir değişim yaşıyordu. Özellikle fiziken. Ali Duman kadar olmasa da vücudu büyümüştü. Dövüşmenin temelini sağlam attığı için üstüne eklediği her yeni hareket kas hafızasına oturuyordu.

Komiser ile birlikte polis merkezinde uyum içinde çalışıyorlardı. İkisinin birlikte baktığı dosyalarda suçların çözüme kavuşma oranı diğer herkesten iki kat fazlaydı. Karakolda herkes onları konuşuyordu. Zaten Ali operasyona giderken tercihini sadece Emir'den yana yapıyordu.

Yine de herkes ortasında onunla şakalaşmak veya rahat konuşmaktan sakınıyor Emir'i de bu konuda uyarıyordu. Emir ise onunla iflah olmaz şekilde dalga geçiyordu. "Yoksa sert imajınız mı çizilir?"

Eğitim akşamları kaçamak yaptıkları zamanlar bile eklenmişti anılara. Bazı geceler film izler ve bittiğinde ise üzerinde zıt düşüncelerle kavga ederlerdi. Bazen arabaya atlatıp en yüksek yamaçlara çıkar, oradan ayakları altında kalan karanlık ve ışıklı şehri izlerken birlikte içerlerdi. Ali, kendini kaybedecek kadar sarhoş olmazdı. Ama Emir'in bir sınırı yoktu. Çünkü kendini kaybetse yanı başında bulacağını biliyordu. Yere düşse onu tutacak kişiye güveniyordu. Yolunu kaybetse, pusulası olan adam önünde yürüyor olacaktı.

Fakat damlaya damlaya göl olur diye bir atasözü vardı. Ne boş söylenmişti bu söz ne fuzuli. Tıpkı tek cümlede eş anlamlı iki kelimeyi kullanmak gibi.

O söz, ikisi arasında ki bağa yavaş yavaş tesir etti. Emir ona kendisi hakkında bir soru sorsa "hayır," cevabını alır ve susardı. Bir başka zaman, dertleşmek isteseler sadece Emir konuşmaya çalışır ama Ali onu hem dinlemez hem de kendinden bahsetmezdi. Emir yine susar ve köşesine çekilirdi.

Ali Komiser ile geçirdiği her vakit kendisine yüzeysel bir vakit kaybından ibaretmiş gibi görünmeye başladı.

Fakat bunun farkına kendisi bile varmıyordu. Çünkü ikisi ufak tartışmalar dışında aylar boyu iyi geçiniyorlardı.

Mesai saatinin sonuna gelmiştiler. Az önce bir saha operasyonu gayet başarılı geçmişti. İkisi Ali'nin odasındaydı ve operasyon sonrası değerlendirme yapıyorlardı.

"Aferin oğlum," deyip Emir'in omzunu pat patladı adam. Çünkü takdire şayan bir özveri ile sağ kol olma görevini yerine getirmişti.

Son olarak onun doldurduğu raporları okuyordu. Belgelerde bir boşluk görünce önce duraksadı. Ardından Emir'e keskin bir bakış attı.

"Bak Emir, sana burada ki açığı soracak olurlarsa onlara ben değil Ali Komiser vurdu diyeceksin," diye tembihledi onu.

Emir omuzlarını bıkkın bir tavırla devirdi. "Komiserim, yapmayın."

"Emir, eğer bir terslik olursa suçu üzerime bırakacaksın. Bu kadar, itiraz istemiyorum."

Adam dosyaları büyük mavi klasör içine doldurup masaya bıraktı. Ve Emir'e geri döndü. Emir'in gözlerinde hâlâ kabullenmeyen bir asilik parlıyordu.

"Yapamam, suçlu benim. Sizi tehlikeye atmamı benden beklemeyin."

"Oğlum," deyip burnundan soludu. "Hayırdır, rolleri mi değiştirdik? Sen ne zamandan beri benim halledemeyeceğim sorunların üstesinden gelir kıvamda oldun?"

"Olmadım komiserim ama..."

"Bana bak," diyerek sözünü kesti. "Senden rica etmiyorum Emir, sana emrediyorum. Ben üstesinden gelirim. Bir terslik olursa, Ali Duman yaptı diyeceksin. Duydun mu?"

Gerçekten bir defa veya iki defa ona karşı çıkabilirdi ama üçüncüye geçecek kadar cesur değildi bu adamın karşısında.

Emir kendisi için suç üstlenmeye hazır olan adamın karşında başını salladı. Dişlerini sıktı ama kelimeler dudaklarından dışarı çıkmadı.

Genç, omzuna şaplak bir daha yedi. Ali komiser gülerek, "Oğlum o kadar korkma lan, bir sorun çıkmayacak sen güven sözüme. Ben sadece eğer çıkarsa diye düşünüyorum."

Emir'in morali hemen yerine gelmişti. O da gülmüştü. "Hadi siktir çık odamdan artık," dedi Ali.

"Bugün iyi iş çıkardık komiserim. Ben gitmeden çakın bir beşlik," dedi Emir elini havaya kaldırarak.

Ali ele bakarak göz devirdi ve tek parmağını gencin avucuna değdirip çekti.

Emir kocaman sırıttı.
"İlerleme kaydediyoruz. Her şey önce tek parmakla başlar, sonra ikinci gelir sonra üç."

Ali Emir'i bir kez daha odasından kovdu.

"Sonra dört," dedi Emir giderken gülerek. Ali masasına oturup bir kalemi aldı ve Emir'e doğru fırlattı.

"Ve en sonunda beşlik çakarsınız," deyip kahkaha atarak kapıyı hızla kapattı. Kalem de kapıya çarpıp yere düşmüştü.

⛓️⛓️⛓️

Günler kendini aynı frekansta takip etmeye devam ederken Emir bunca zaman boyunca komiserin peşinde daha iyi bir polis olabilmek için koşturduğunu sanıyordu. Ta ki Ali Duman'a duygusal olarak bağlandığını anlayana dek. Ve bunun farkına varması çok feci bir olayın gerçekleşmesi ile olmuştu.

Damlayan sular bir göl yaratmış ve o göl içinde iki adamı boğmuştu.

Emir işten çıkmadan önce pek samimiyeti olmayan arkadaşı Murat ile konuşmuş ve bugünkü olayı anlatmıştı. Çünkü Ali'den başka hiç arkadaşı yoktu ve bu mutlu anını biriyle paylaşmazsa patlayacak gibi gissediyordu. Zaten Ali, tek kelimesini bile dinlemek istemezdi.

"Benimle gurur duyduğunu söyledi," dedi, öyle içten gülüyordu ki dudakları yanağına değiyordu.

Murat son işlerini hallederken Emir'in anlattığı hikayeyi umursamaz bir tavırla dinlemişti. Emir hayal dünyasında gibi alık alık bakıyordu.

"Sonra da gitti, kendi amirine beni övdü. Bir kaç yıla kalmaz benden bile iyi bir polis olur dedi hakkımda," o anı kafasında tekrar tekrar canlandırıyordu.

"Sanki Babam benimle gurur duyuyor gibiydi."

"Baban mı?" Murat aşağılayıcı bir kahkaha atmıştı. Dağınık dikkati bir anda tek noktada birleşmiş ve Emir üstüne çullanmıştı. "Ali komisere baba mı diyorsun Aybeyaz?

Emir, hayal dünyasından bir tokat yemiş gibi ayrıldı. Siniri bozulmuş ve aynı zamanda utanmıştı. "Ağzımdan yanlışlıkla öyle çıktı Murat, kes sesini. Onu babam olarak görmüyorum."

Murat ince dudaklarını tek çizgi haline getirip kurnaz bir tilki gibi sırıttı. "O zaman ne olarak görüyorsun? Mesela daha yakın bir şey olabilir mi?"

Emir yumruğunu sıkmış ama vurmamak için direnmişti.

"Ser verip sır vermiyorsun Aybeyaz, söylesene komiser Ali Duman'la ne kadar yakınsınız?"

"Aptal aptal konuşmayı bırak Murat, bu dediklerin Ali komiserin kulağına giderse belanı siker," dedi Emir ve olayın büyümesine izin vermeden oradan hızla uzaklaştı.

Nefes nefese giyinme odasına yetişmiş ve hızla üniformasını soyup dolaba koymuştu. Sivil kıyafetlerini üzerine geçirdiği o anda arkasından biri kendisine yaklaşmıştı. Emir gelenin kim olduğunu anladığında yüzünü toparlayıp arkasını döndü ama tebessüm anında solmuştu.

Ali Komiserin bakışları onu delip geçiyordu. Öfkesi korkunç bir kıyameti andırıyordu. Saçları yüzünün etrafına dağılmış, gözleri kısılmış ve kaşları sıkılıyordu. Dili dişleri arasında eziliyordu. Kızgın bir boğa gibi burnundan soluyordu.

"Bazı şeyler geldi kulağıma." Dedi pasif agresif bir tavırla.

"Ne geldi komiserim?" Dedi Emir çaresizce yutkunarak. Sesi kırılgan çıktı.

Tam o anda Ali, Emir'i kollarından tutup dolapa sertçe vurarak yasladı ve, "Bana bak sikik, ben senin ne babanım ne de başka bir şeyim. komiserinim. Asabımı bozma benim. Git kendine başka birini baba figürün yap. Ne anlatıyorsun lan sen millete? Hakkımda ne anlatıyorsun?"

"Hakkınızda öyle demek istemedim. Özür dilerim efendim," Emir'in gözleri yaş ile dolmuştu. Yaprak gibi titritiyordu.

"Yalan söyleme bana!"

"Yemin ederim komiserim yalan söylemiyorum."

"Benim duyduklarım neydi o zaman? Murat'a bugün hiç bir sik anlatmadın mı?"

"Onlar doğruydu ama ben yemin ederim sizinle ilgili bir-"

Ali duyacağını duymuştu. Emir'i öne çekip daha sert bir şekilde dolaplara iterek vurdu.

"Sen daha da benden sır mı istiyorsun? Sana güvenir miyim lan ben? Bak gözlerime, o kadar aptal mıyım ben? İşte karşıma çıktı ihanetin."

"Özür dilerim, özür dilerim,"

" Daha ne anlatıyorsun hakkımda millete? Boktan evimi mi? Belki sessizliğimle dalga bile geçiyorsundur."

Emir bozulmuş plak gibi art arda "hayır," diyordu.

"Ben sana demiştim. Çizgiyi aşma demiştim, sorular sorma demiştim. Sana benim, seni veya senin dertlerini siklemediği söylemiştim. Aptal herif," sesi yorgun çıkmıştı.

Bir kaplan gibi vahşileşen öfkesi dindi. Sustu, her zaman ki haline döndü. Yalnızca bu halinde ki öfkesi daha korkunçtu.

"Sana her defa hatırlatmıştım. Kafana vura vura kendini özel sanma, kendini ayrıcalıklı sanma. Sen elimin kirisin Aybeyaz, sana milyon defa söyledim. Benden sır isteme vermem sana."

Emir itiraz etmeyi bile bırakmıştı. Dişlerini sıkıyor, öfkesini ve üzüntüsünü gizlemeye çalışıyordu. Ancak gözlerinden akan yaşlar ve yumruk yaptığı elleri onu ele veriyordu.

"Sana her boku öğrettim de duygularına hakim olmayı bir türlü öğretemedim. Zayıflığın seni bitirecek dedim, dinlemedin."

Ali, duruma yalnızca etrafa söylenmiş bir kaç kelime olarak bakmıyordu. Onu sinirlendiren asıl mesele Emir'in dedikleriydi. "Emir Aybeyaz sizi babası yerine koyduğunu söyledi komiserim. Hatta daha da yakın olduğunuzu ima etti," demişti Murat kendisine.

Hayır, Ali sadece Emir'i eğitiyordu. Aralarında dostluk, samimiyet veya sevgiye dair hiç bir şey yoktu. Böyle olması için büyük duvarlar örmüştü bile adam aralarına.

Adam son bir kez baktı karşısında ki gence. Onu bu hale getirme konusunda kendini suçluyordu. En başında odasından daha sert kovmalıydı. Belki kapının önünde beklemeye cesaret etmezdi. Veya o gece eğitmeye karar vermeseydi, çocuk kendisinden medet ummazdı. Sonra ki geceler, birlikte içmeye giderken direksiyonu sağa çekip onu arabadan kovmalıydı. Yapmak istemişti hepsini ama yapamadı. Ama eğer yapsaydı...

Ali Duman arkasını döndü ve gitmeden önce ise söylediği şey, "beş para etmezsin," olmuştu.

⛓️⛓️⛓️

"Duyguların bir gün seni bitirecek," demişti adam Emir'e. Emir ona hak vermişti tam şuanda. Gecenin bir körü zil zurna sarhoş olmuştu. Rastgele bir sokakta bir duvardan öteki duvara yalpalanıyor adeta belasını arıyordu. Duygularını nasıl bastıracağını bilmeyen biriydi. Saatler önce ki o olaydan sonra kalbinin kırıkları bedenine içeriden batmaya başlayınca kendini dışarı atıp akşama kadar o kırıkları içerek uyuşturmaya çalıştı. Bir zaman ağlıyor sonda öfkelenip duvar yumrukluyordu.

Sokaktan geçen kendisine eş değer serserilerin onu bulması ve üstüne ceplerini boşaltmak için çullanması bir oldu. Üç başıboş erkeğin hedefi günü kapatmadan zahmetsizce para bulmaktı. İki serserinin boyu uzundu. Üçüncü kısa olsa bile daha geniş ve yapılıydı. Emir kadar sarhoş değillerdi. Böylece sokakta buldukları insanları daha kolay soyabilirlerdi.

Emir etrafını saran üç adama baktı. Birisi Emir'in gözlerine baka baka elinde ki içki şişesine uzandı ve kaldırıma koydu. Yere düşüp ses çıkartma riskini ortadan kaldırdılar.

Emir kollarını havaya kaldırıp çarpık bir dövüş pozisyonu aldı. Ama onları yerinde tutmakta zorlanıyordu. Gözleri biri iki olarak görüyor ve ayakları sendeleyip duruyordu.

Adamlar Emir'e bakıp güldüler. "Bizi mi döveceksin köpecik," dedi uzun ve sıska olan. Emir duyduğu ilk sese doğur hareketlenip kaynağına tüm gücüyle bir yumruk savurdu. Yumruğu sıskanın burnuna denk gelmiş ve iki delikten oluk oluk kanatmıştı.

Artık kaçarı yoktu. Yaralı olan küfürler savurup Emir'in üstüne atladı. Emir yere devrilmedi ama arkasında ki duvara yaslandı. Diğer ikisi önce gülerek izlemeyi tercih etti. Emir duvardan destek alarak ona bir tekme attı. O geriye iitilince atak yapıp yüzüne ikinci yumruğu attı.

Sıska serseri yere devrildi ve daha yüksek sesle küfürler etmeye başladı. Emir sarhoş kafasıyla içinde biriken tüm öfkeyi bunlara kusmak istedi. Ali Duman'a vurmadığı her yumruğu onlara yedirecekti.

Diğer ikisi artık seyirci olmayı bıraktı ve birlikte Emir'e saldırdılar. Emir kendini savunuyor ve gücü yettiği kadar hasar vermeye çalışıyordu. Sarhoş olduğu için küfürler etti, kafası öyle bulanmıştı ki yumruğun hangi taraftan geldiğini anlamıyordu.

Kısa boylu yapılı adam Emir'i yere itmiş ve üstüne çıkıp yüzüne yumruklar yedirmeye başlamıştı. Emir'in kaşları, dudağı patladı. Alnından aşağı kanlar akıyordu. Canı öyle acıyordu ki direnmeyi bıraktı, çünkü artık kalbinin ağrısından beterdi yüzü. Belki daha fazla yumruk yersem, kalbimi tamamen unuturum, diye düşündü.

Karanlık sokakta, mavi kırmızı ışıklar gidip geldi. Yüksek sesli bir siren sesi küfürleri susturdu. Polis aracı sokağın girişine park edildi. Serseriler Emir'i dövmeyi bırakmış far görmüş tavşan gibi arabaya bakmışlardı.

Az önce ki kavgada sokakta artan ses yüzünden polise ihbar edilecekleri akıllarından uçmuştu.

Polis aracının kapısı açıldı ve Ali Duman çıktı. Bu gece nöbete kendisi kalmıştı. Sert adımlarla yürüyerek onlara yaklaşmaya başladı. Telsizini çıkartıp, "olay yerine geldim, buradalar," dedi. Gözleri yerde yatan adama çarptı ve Emir'i gördüğünde teninde ki tüm kan çekildi. Telsizden cevap gelmişti. "Destek lazım mı?"

Ali Duman karşısında ki adamlara buz gibi gözlerle bakıp aynı ses tonunda, "hayır," dedi net bir şekilde.

Belinde ki silahı çıkartıp yere attı. Adım atmaya devam etti. Bacağına asılı olan joptan kurtulmuştu yürürken. Çıplak elle halledecekti işini belki gördüğü kanlı manzarayı unuturdu.

Serseriler arkasına dönüp koşmaya başladılar ama nafile, Ali Duman onlara yetiştiği gibi uzun olanı tutup kendisine çevirdi ve kanayan burnuna bir yumruk kendisi attı. Üçü kaçamayacaklarını anladıklarında saldırmaya çalıştılar.

Onları kovalamak yerine hepsinin önünde dizilmiş olmasına sevinmişti komiser. Dövüşmeye başladılar, kolay lokmaydı. Bir kaç yumruk, tekme, kol bükme ve bacak çatlatma ile işleri çoktan bitmişti. Ali, bir kaç ufak sıyrık ile çıkmıştı kavgadan. Onları kelepçeledi. "Arabaya gidin, arkaya oturun ve kapıyı da üstünüze kapatın. Kaçmaya çalışırsanız, hoşuma gider," dediğinde üç adam kuzu gibi onun dediğini yaptı.

Ali Duman derin bir nefes verip yerde oturup duvara yaslanmış Emir'in yanına gitti. Emir, başını kaldırıp komisere gülerek baktı. "Oo kahramanımız da gelmiş."

Adam, gencin halini gördüğünde yumruğu titremişti. Elini kalkması için ona uzattığında Emir daha yüksek sesle güldü. "Suçluları yakaladın, hadi şimdi siktir git."

Ali yüzünü sıvazladı ve göz kapaklarını bastırıp açtı.

"Emir, ayağa kalk ve arabaya bin," yutkundu. "Lütfen..."

Emir ayağa kalkmıştı ancak arabaya gitmedi. Bunun yerine "Karışma," diye bağırdı. "Karışma lan! Benim. Hayatıma. Artık. Karışma. Ben senin için bir sik değilsem bundan sonra sen de benim için bir sik değilsin! Hayatıma burnunu sokma. Beni önemsiyormuş ayaklarına yatma. Komiser, asabımı bozma benim."

Ali öylece bakıyordu ona. Elini kaldırmak ve kanayan yarasına bastırmak istedi ama yapmadı.

"Aybeyaz, sana komiserin olarak emrediyorum. Arabaya bin. Bunları konuşmanın yeri ve zamanı değil."

Emir işaret parmağını başının yanında gezdirdi. "Ben sarhoşum komiser, sen kimsin, emir vermek ne demek? Hangi araba? Ben araba görmüyorum" dedi alayla.

Ali, Emir'in kolunu tutmaya ve onu çekmeye çalıştı ama Emir kıpırdamadı bile. Artık gülmüyor veya sinirlenmiyordu. Çehresi donuklaştı. Esen soğuk rüzgar yaralarını sızlatıyor olsa bile kalbinin acısı yine baş göstermeye başladı.

"Ben seni buramla sevdim," dedi yumruğuyla yaralı kalbine vurarak. "Ben anne ve babamı bile aklımla seviyorum, sevmek icin sebeblerim olduğu için. Ama sen Ali komiser, seni sebepsiz sevdim. "

Ali'nin yüz ifadesinde okunan hiç bir duygu yoktu. Zaten kendini açık bir kitap gibi kimsenin önüne sunmazdı. Ama satır aralarını tam şuan da Emir okuyabilsin istedi. Saklamak zorunda kaldığı gerçekleri olağanüstü bir güç ile anlayabilsin, lakin genç kimseyi anlayacak halde değildi. İçinde biriken tüm yüklerden kurtulmak istiyordu.

Ali, Emir'e doğru iki adım atıp çenesinin altından nazikçe tuttu ve kendine doğru kaldırdı. Yüzünün sayısız tarafı patlamış ve kanamıştı. Emir onun dokunuşuyla titremiş ve susmuştu. Yalnızca gözleriyle adamı izliyordu.

Ali, kavradığı çeneyle Emir'in yüzünü sağa ve sola hafifçe yatırıp yaralarına baktı. "Eğer benimle gelmeyeceksen, hastaneye git." Sesi ciddi çıkıyordu en ufak bir alay yoktu. "Bir daha da yakışıklı yüzünü bu hale getirme."

Emir adamın eline vurup itti. "Kes sesini!" Sonra yerde ki şişeyi alıp kafasına dikledi. Kalan son içkinin yarısı boğazından aşağı kaymış yarısı kanayan dudaklarından aşağı akmıştı.

Ali, bu duruma karşı koyamadı ve şişeyi Emir'in elinden aldığı gibi duvara fırlattı. Cam şişe patlamış ve tüm kırıkları etrafa sıçramıştı. Bir parça ise komiserin eline derin kesik atmıştı. Ali elini hiç umursamıyordu. "Adam olacaksın lan!" Diye bağırdı.

Emir'in bir gözü kanayan yara üzerinde gidip gelmişti.

"Bu mu? Emeklerime verdiğin karşılık bu mu," dedi kanayan eliyle Emir'in göğsüne vurarak.

Emir histerik bir gülüş attı. "Her şeyi kişisel anlama komiser. Dünya senin etrafında dönmüyor."

"Senden bir bok olmaz," deyip arkasını döndü ve yürümeye başladı.

"Tabii, arkanı dön kaç komiser. Kaç! Hep yaptığın gibi!"

Geri dönmesi gidişinden daha hızlı olmuştu.
"Derdin ne oğlum senin?"

Emir ağzında biriken balgam ve kanı yere tükürdü. Ali'nin geceden bile daha karanlık ifadeli, hafif esmer yüzüne baktı.

"Sen benim şu dünyada güvendiğim ilk ve tek adamsın ama ben senin için ucuz bir paçavrayım." Diye bağırdı. "Benim derdim sensin Ali Duman."

"Kendine gel Aybeyaz!"

"Gelmeyeceğim," deyip adamın dibine sokuldu. "Ne yapacaksın?"

İkisi birbirine dik gözlerle bakıyordu.

"Ne yapacaksın," diye fısıldadı Emir. Ağzında ki metalimsi kan kokusunu Ali alıyordu. Nefes alıp verirken göğsünden gelen darbe sonucu hırıltılı sesleri duymuştu.

"Bak Ali komiser," derken sesi öfkeden arınmış saf bir keskinlikle çıktı. "Eğer birazcık cesaretin varsa, hayatımdan siktir olup çıkarsın."

Başka kimse ağzını açmadı.

Ali üstünde ki ceketi sessizlik içinde soydu ve yere bıraktı. Ardından içinde ki tişörtünü çıkarttı. Gergin kas hatlarıyla şekillenmiş üst bedeni çıplak kalmıştı. Elindekini Emir'in üzerine giymesi için fırlattı. Çünkü onun üstünde ki tişört paramparça olmuş haldeydi.

Emir kendisine çarpıp yere düşen tişörte ve Ali'nin vücuduna ters ters baktı. Ali Duman yere bıraktığı polis ceketini alıp giydi ve fermuarı göğsünün yarısına gelecek şekilde çekip oradan hızlı adımlarla uzaklaştı. Arabaya bindi ve gaza basıp gitti.

⛓️⛓️⛓️

Ertesi gün, Emir polis üniforması içinde Ali Duman'ın kapısının önünde göreve çıkmak için onu bekliyordu. Dün üzerinde düşünmek fırsatı daha eline geçmemişti. Ama ona ne demiş olursa olsun kurallar gereği yine burada beklemesi lazımdı.

Fakat yanında birden Levent komiseri buldu. Adam kendisini çağırıyordu. "Efendim komiserim," diyerek yanına gitti.

"Ne efendim? Birlikte devriyeye çıkacağız haberin yok mu? Yarım saattir gelmeni bekliyordum."

Emir'in yaralı yüzüne bakıp dilini damağına ayıplar gibi vurdu. "Senin suratına ne olmuş böyle?"

"Ama," diye kekeledi Emir. Soruya cevap vermemişti. "Ama ben- Ali Komiser-"

"Haberin yok mu? Çömezleri değiştirdik. Kendisi yanına Murat'ı istediğini ve seni bana vereceğini söyledi dün gece. Öyle anlaştık."

Zaten dün gece ondan istediği buydu ama neden şimdi kendini terk edilmiş ve yarı yolda bırakılmış hissetmişti?

Derin bir nefes verdi. İçinde ki zehir damarlarında aktı. Hayır, üzgün değildi artık. Ali Duman, çöpe attığı bir adamdı. Geriye dönüp onu almayacaktı. Çünkü o kendisine sadece zarar veriyordu.

"Herkes hak ettiği yerde."

Emir gülümsedi ve yerini kabullendi. Levent komiser ile o gün devriyeye çıkmıştı. Öğlen vaktine kadar parmakla sayılacak ihbara gitmişlerdi. Havadan sudan edilen sohbetler boşluğu dolduran tuz biber görevi görmüştü.

Ara saati geldiğinde Levent komiser arabayı sokak tezgahının yanına çekmiş ve iki tane tost siparişi vermişti. Taburenin üstüne oturup yemeği beklemeye başladılar. Emir boşluğa dalıp gitmişti. O sırada Levent'in telsizinden ezbere bildiği bir ses geldi. "Merkez, bulunduğum konuma acil destek ekibi istiyorum. Çatışma çıktı ve sıkıştık. Acil!"

Emir daldığı yerden dehşet içinde ayrıldı. Taburesinden ayağa fırladı ve Levent'ten emir beklemeden şoför koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırdığı sırada Levent ona bir şey demeden sağ koltuğa geçti.

Konum sisteme düştüğü anda arabanın tekerleri asfalt yolda çığlık atmıştı. Levent, telsizden diğer ekiplerle iletişime geçmiş ve durumu konuşuyordu. Emir her şeyi uzaktan duyuyor ve net algılamıyordu. Çünkü o ses tonu, Ali Duman'dan gelen o çaresiz ses, onu korkutmaya yetmişti.

Adreste ki depoya yetiştiklerinde onlarla beraber üç polis arabası daha yanlarında durdu. Hepsi arabadan indive planlı bir şekilde içeriye girmek için harekete geçtiler.

Depoda silahlar patlamaya devam ediyordu. Emir, plana ayak uydurmakta güçlük çekiyordu. İçeriye gizliden sızdılar. Deponun içi, paletlerin üstüne dizilen çuvallar ile doluydu. Karmaşık bir yolu vardı. Tavandan aşağı geniş taş kolonlar iniyordu. Ekipler, pozisyon aldıklarında arkadan ateş açmaya başladı.

İki taraf arasında çatışma çıktı. Hareketlilik arttı, arkada ki suçlular inmişti. İlerlediler, diğer adamlar tek bir kapıya hedef almış vurmaya devam ediyordu. Levent, Ali Komiserin ve Murat'ın içeride olduğunu söyledi.

Çatışma fena bir halde devam etti. Emir ve iki polis daha kilitli kapıya yanaşarak silah sıkmaya devam ediyordu.

Kapıya yetiştiklerinde Emir demire hızla vurdu. "Ali Komiser iyi misiniz? Etraf güvenli çıkın."

Kapı açıldığında Murat ve Ali, sağlam bir şekilde çıktılar. Emir, nihayet içinde biriktirdiği tüm gerginliği rahat bir nefes vererek çıkarttı. Çatışma arka tarafta devam ettiği için durup muhabbet etmediler ve çıkışa doğru tetikte olup hızla yürüdüler.

Ama büyük yığının arkasından bir adam çıkıp önde yürüyen Ali Duman'a silah tuttu ve anında tetiğe bastı. Silah bu sefer daha gürültülü patlamıştı sanki. Oradan çıkan kurşun keskin bir şekilde daha değerli bir bedene saplanmıştı.

Silahı ateşleyen adam indirildi. Herkes etrafına bakakalmış, kurşunun birine isabet edip etmediğini anlamaya çalışıyordu. Kalabalık sessizlik içinde ağır bir beden ayaklar altına devrildi. Tüm gözler ona çevrildi. Yerde iki beden duruyordu. Birisi ileriye doğru fırlatılmış Ali Duman, diğeri onun yerinde duran ve onun yiyeceği kurşunu göğsüne sığdıran Emir Aybeyaz'dı.

Kendi canını, komiseri için feda etmişti.

Genç, yerde kanlar içinde kalmış acı içinde kıvranıyordu.

"Merkez, kod 0! Konumumuza sağlık birimi gönderin. Polis memuru vuruldu," dedi diğer polis.

Ali şoka girmiş halde yerden kalkıp Emir'in yanına koşarken kendi telsizini çıkartıp feryat ederek bağırdı. "ACELE EDİN!"

Neredeyse hareketsiz yatan bedene yetiştiği gibi dizleri üzerine bıraktı kendini. Üstünde ki ceketi soyup Emir'in göğsünün üstünde ki yaraya bastırıyordu.

Tepkileri profesyonellikten çok uzaktı. Kurşunun saplandığı yere tüm gücüyle bastırıyor art arda kelimeler sıralıyordu. Sesinde o sert halinden eser yoktu. Zayıf ve çaresiz çıkıyordu. Kızgındı, üzgündü, kırgındı. Kendinden nefret ediyordu her geçen saniyede.

"Bana bak," diye bağırdı Emir'e. "Yaşayacaksın. Emir Aybeyaz bana bak, bana bak dedim sana. Oğlum kapatma gözlerini. Bana bak, bırakma kendini."

Bir eliyle yaraya bastırmaya devam ederken diğer eliyle Emir'in başını kendine çevirdi. Ama Emir, şu andan uzakta bir yerdeymiş gibi cansız duruyordu.

"Durumu kritik," dedi arkada ki polis.

"Değil," diye bağırdı adam. "Kesin sesinizi o iyi olacak. Nerede kaldı bu siktiğimin ambulansı?" Emir'e geri döndü.

"Emir, ölmeyeceksin diyorum sana, aç gözlerini. Gözlerime bak, yaşayacaksın."

Yaralı bedeni başının altından tutup kendine doğru çekti ve Emir'i, patlamak üzere olan kendi geniş göğsüne yasladı.

"Komiserini yalnız mı bırakacaksın," dediğinde sesi çatlak çıkmıştı. Gözlerinde ki ağırlığı daha fazla tutamadı, ağlıyordu. Her göz yaşı hızla akıyordu göz pınarlarından. Ardı kesilmeksizin.

Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, kendisi bile en son ne zaman ağladığını hatırlamazken.

Kolları arasında ölüm kalım savaşı veren Emir'e daha sıkı sarıldı. Başını onun kulağına eğdi ve ağlarken sessizce fısıldadı.

"Palyaçolardan nefret ederim. Kahrolosı piçler beni çok korkutuyor. Evet bu yaşımda bile onları her gördüğümde ağlayasım geliyor."

Dudaklarını, yavaşça saçları ve şakağının kesiştiği yere değiştirmişti. Kolları arasında gencecik bir insan yarım kalmak üzereydi. Yüreğinde en masum duyguları taşıyan, kötü niyetsiz, temiz bir çocuk.

"Daha fazlasını duymak istiyorsan yaşaman lazım."

O anda Emir'in ağzından kanlar taştı etrafa. Kırmızıya boyanmış dudakları arasından güçlükle bir kelime çıktı. "Affedin beni," dedi ve gözleri tamamen gitti.

Ambulans olay yerine yetişmişti.

⛓️⛓️⛓️

Yorgun göz kapaklarını ardına kadar açtı. Etraf makinelerin çıkarttığı ritmik sesler dışında sessizdi. Gözleri odada gezinmek üzereyken, "Onu mu arıyorsunuz," diye ince bir ses geldi sağından.

Emir, kadına döndü. Hemşire, serumu değiştiriyordu. Emir, bahsettiği kişiyi görmek için başını soluna çevirdi.

Sivil kıyafetler içinde ki Ali, koltukta oturur vaziyette uykuya dalmıştı.

Emir bir şey demeden hemşireye geri döndü. Göğsünde ki yara bıçak gibi saplanıp duruyordu kendisine.

"Ben... Ben iyi miyim?"

Kadın sıcacık güldü. "Gayet iyisiniz, kurşunu çıkarttılar. Doktor birazdan kontrole gelecektir," deyip gitmeye yeltendi.

Emir onu sessizce durdurdu. "Sizden bir şey rica edebilir miyim?"

"Tabii ki, nedir?"

⛓️⛓️⛓️

Emir yüksek sesle öksürdüğü zaman Ali, çarpılmış gibi gözlerini açtı ve hemen ayağa kalktı. Telaşla Emir'in yanına yetişip, " Ne oldu? Ne oldu Emir? İyi misin?"

Emir hemen sahte öksürüğünü kesti ve "sakin ol, iyiyim," dedi.

Adamın yüzü saatler içinde çökmüştü yorgunluktan.
"Nasılsın? Ağrın var mı?"

"Var," dedi Emir hafifçe gülerek.

"Nerde?!"

"Burada," deyip kalbini gösterdi. Ve daha geniş sırıttı.

Ali, gözlerini devirip tam vuracaktı ki durdu.

"Lan dur! Yaralıyım öleceğim ben," dedi Emir kendini savunmak için öne eğilerek.

"Turp gibisin oğlum, ne ölmesi?"

Emir omuz silkti. Yüzüne hassas bir ifade takındı. "Bana dokunursan ölürüm ha dikkatli ol."

Ali, parmak ucuyla Emir'e dokundu. Emir birden dilini çıkartıp gözlerini kapattı ve başını sağa devirip ölmüş taklidi yaptı.

İkisi odayı gülüşle doldurmuştu.

" Bu arada komiser sana bir şey söylemem lazım. Ben artık polis değilim," dediğinde Ali'nin yüzü düştü.

Sağına eğilip yastığının altından az önce hemşirenin getirdiği şeyi çıkarttı ve yüzüne takıp Ali'ye döndü.

"Çünkü yeni bir mesleğim var."

Ali, Emir'in yüzüne taktığı palyaço maskesine bakakaldı. Bugün içinde ikinci kez ne yapacağını şaşırıyordu. Önce hafifçe güldü ardından çenesini kasarak, "Seni it," dedi.

"Benden korkuyor musun Ali komiser," dedi maskenin altından.

"Altıma bile sıçıyorum." Dedi Ali siniri bozulmuş gibi ama Emir bile aslında güldüğünü görüyordu.

Maskeyi yüzünden çekip, "onlardan neden korkuyorsun," diye sordu.

Ali bunu daha önce hiç kimseye anlatmamıştı. Fakat artık bir ilk yaşanması lazımdı. İçini kurtlar yemiyordu, Emir'e karşı duyduğu şüphe hiç yoktu. Rahat bir nefes vererek konuştu.

"Henüz küçükken ailemle bir şenliğe gitmiştim. Orada ki palyaço bana sihirli olduğunu ve hatta ailemi yok edebileceğini söyledi. Ardından hangi sahte numarayı yaptıysa ailem karşımdan yok oldu. Çok fena zırlamıştım. O gün bugündür her palyaço gördüğümde sanki anne ve babamı benden alacakmış gibi korkarım."

"Ama öyle bir şey olmayacağını biliyorsun değil mi," dedi Emir.

"Kim bilir?" Deyip tebessüm etti adam.

"Eee, daha?"

Ali yüzünü buruşturdu. "Ne e, daha?"

Emir omuzlarını dikip yüzüne gururlu bir ifade yerleştirdi. "Kulağıma daha fazlasını duymak istiyorsam yaşamam gerektiğini fısıldadın."

"Eee," dedi Ali ellerini beline dayayıp.

" E ben ne için hayatta kaldım sanıyorsun? Anlatmaya başla Ali komiser. Başka neyden korkuyorsun? Uğur böceklerinden mi?"

Ali, Emir'in hala karşında olup kendisiyle uğraşmasına minnettar kaldı. Elini yatağın başlığına yaslayıp hafifçe Emir'in üzerine eğildi.

"Bundan sonra Emir Aybeyaz şunu bil ki bana istediğin kadar siktiri çek, yine de hayatından çıkmayacağım."

"Ooo vuruldum diye neler diyorsun. Acaba ölsem yanıma mezar kazıp kendini gömer misin?"

Ali kendini geriye çekerken, "Mezarına işerim," dedi.

"Yalancı adam, ben bilmez miyim hüngür hüngür ağlarsın."

"Sen de her şeyi cok biliyorsun ha! Polis değil de herbokolog musun yoksa?" 1

"Güldürme komiser dikişler patlayacak,"deyip dudaklarını birbirine bastırdı.

"Dua et haline acıyorum. Yoksa ben bilirdim sana ne yapacağımı."

Emir birden durgunlaştı. Aklına gelen soruya engel olamıyordu.

"Neden bana karşı bu kadar sert ve acımasızsın?"

Ali, onun şimdiden değil genel zamandan bahsettiğini biliyordu. Adam, elini sakalının üzerinde gezdirip neyi söyleyeceğini kafasında ölçüp tarttı. En sonunda ise bunun bir kaçışı olamadığını kabullendi.

"Hayat aç gözlüdür Emir. Eğer sende değerli bir şey görürse kıskanır. Onu ister, ve bir şekilde senden alır. Bir şeklide, ama elbet alır."

Elini Emir'in saçlarına götürüp bir kere arkaya doğru okşadı.

"Eğer benim için değerli olduğunu kabul edersem, hayat seni bir gün benden alacak."

"Bahsettiğin zayıflıklar," diye fısıldadı Emir.

"Çünkü benim zayıflığım sensin Emir Aybeyaz ve beni yenmene izin veremem."

⛓️⛓️⛓️

Aradan aylar geçmiş ve koca bir dönem geride kalmıştı. İçinde bulundukları meslek bu iki adamı yıpratıyor, mutlu ediyor, ve samimiyeti arttırıyordu. Fakat bazen ise tehlikeye sokuyordu.

Ali Duman'ın geçmişinde çökerttiği çete, başına musallat olmuştu. Fakat tehlikenin içinde ki tek kişi o değildi. Komiser'in ailesi rehin alındığı için adam her geçen saniye buz gibi terler dökmeye devam ediyordu. Bu tehdit sadece adamı değil tüm karakolu ilgilendirdiğinden herkes dikkatle planlar üretiyor, başa çıkmak için türlü yollara başvuruyordu.

Günler sonunda ise nihayet kurtuluş oranı, kaybetme oranından yüzde iki ihtimal yüksek olan bir planı uygulamaya karar kıldılar.

Operasyon için hazırlıklar devam ederken, Ali Duman'ın odasında iki adam hararetle tartışıyordu.

"Bu görev sadece benim ailemi değil karakolu da tehlike altına alıyor. Yer alamazsın," Ali'nin sesi itiraz kabul etmeyecek kadar keskin çıkıyordu.

"Bana güvenmiyor musun," dedi Emir acılı bir tonda.

"Bak, meselenin bu olmadığını biliyorsun çünkü sana herkesten çok güveniyorum. Ama yeterli değilsin, henüz değil. Emir, neden bana karşı geliyorsun? Ben senin kötülüğünü ister miyim?"

Emir yumruğunu masaya vurdu. "Murat bile gidiyor. O ezik dediğimiz Murat."

"O benim sorumluluğum altında değil. Levent komiser götürüyor. Eğer Murat aptal bir davranış yaparsa, hem Murat'ın hem de onu kontrol altında tutmadığı için Levent'in polisliği biter. Eğer polisliği bitmezse onu ben bitiririm zaten çünkü en ufak bir sıkıntı da ailem tehlike altında kalabilir."

Emir, sanki her mantıklı ret cevabına sağır olmuştu.

"Neredeyse iki yıldır birlikte çalışıyoruz. İki yıldır beni egitiyorsun ama yine de yeterli değilim öyle mi? Peki, tamam emrine itaatsizlik etmeyeceğim."

Ali, gence kızamıyordu. Yanına yaklaşıp omzunu kavradı. "Bana güveniyor musun Emir?"

Emir bakışlarını kaçırdı ama, "güveniyorum," dedi.

"Bana güveniyorsan lütfen sözümde kal, lütfen."

Emir adamın kolunu iterek, "Ali Duman! Başın her sıkıştığında beni geriye atamazsın. Yetersiz değilim, ben de senin yanında olmak istiyorum," diye heyheylendi.

"Zaten yetersiz değilsin," diye ikna çabalarına girmişti adam.

"Neden beni bu kadar beni uzak tutmaya çalışıyorsun anlamıyorum," dedi kendi kendine.

Ardından duraksadı ve kafasında şimşek gibi çakan o soruyu sordu. "Bir dakika ya, gelemiyorum anladım ama sen benden planı bile gizliyorsun. Neden gizliyorsun komiser? O planda ne var?"

Ali daha fazla sinirlenmiş olmasına rağmen suç üstü yakalanmış gibi sustu. Emir bir kez daha aydınlanma yaşamıştı.

"Şimdi anladım," diye yükseldi. "Sen kendini yem olarak atacaksın değil mi? Canını tehlikeye atacaksın bu yüzden benim gelmemi istemiyorsun."

"Mecburum," dedi boğuk bir sesle.

"Seni öyle görünce operasyonu bozar mıyım sanıyorsun?"

Gururu incinmişti.

"Duygularına bir türlü hakim olamadığını ikimiz de biliyoruz. Yalvarıyorum sana, dediğimi yap. Komiserin olarak emir vermiyorum, yalvarıyorum. Uzak dur. Ailem söz konusu, diğer polisler söz konusu, polislik hayatımız söz konusu."

Emir başını salladı. Odadan çıkmak üzere kapıya yanaştı.

"Emrine uyacağım Ali Komiser. Uzak duracağım. Sadece bu görevden değil, ayrıca senden de. Belki o zaman beni tehlikenin içine çekmekte zorlanmayı bırakırsın. Güvenirsin."

Kapıyı çarparak odayı terk etti.

Kendini sevdiği ve ilgisini istediği insana kanıtlama arzusu 21 yaşında ki bir genç için en doğal insanı duyguydu.

Ne demiş olursa olsun Ali bir yerlerde tehlike içindeyken uyumayı bırak başını yastığa bile koyamıyordu.

Planı, karakoldan çıkmadan önce gizliden birinden öğrenmişti. Nereye saat kaçta gideceklerini biliyordu. Öyleyse artık evde beklemesi anlamsızdı. Daha önce Ali'ye süt çocuğu olmadığını kanıtlamıştı. Şimdi de aynısını yapıp onu pişman edecekti.

Emir'in ne yaşı küçüktü ne polislik mesleğinde gördükleri az derecede korkunçtu. Aksine, Ali komiser gibi polislik yolunda başarı ile ilerliyordu. Ama simdi kendisine yol veren duyguları, mantığı ile değil kalbi ile çalışıyordu.

Saatler sonra operasyon bölgesine gizliden katıldı. Üniforması üstünde olduğundan onu kimse fark etmemişti. Herkes ekibin bir parçası sanıyordu. Emir, diğer polislerin yanından kendini gizleyerek geçip gitmiş ve arka pencereye yetişmişti.

Bir evin etrafında pusuya yatmıştı herkes. Genç, pencereden içeri gizlice baktı. Ama karşısında Ali Duman'ı eli kolu bağlı görünce kontrolü elinden gitti. Ona silah tutan adamın şakası yoktu. Komiserin anne ve babası onun karşısında bağlanmıştı. Planın detaylarını bilmiyordu ama parmakları karıncalanıyordu. Ali ölmek üzereydi, buna izin vermeyecekti.

Emir zayıflığına yenik düştü. Fakat duygularını kontrol edemeyişi bu sefer kendisini değil Ali Duman'ı bitirmişti.

Pencereden uzaklaşıp ağaçların arasından ön kapıya yetişti. Diğer polisler müdahale etmek için çok uzakta ve ters tarafta kalıyordu. İçeride bir silah patladı, Emir daha fazla dayanamadı ve ön kapıyı gizliden açmaya çalışıp içeriye girdi.

Çete üyesi adam, bir polisin içeri geldiğini pencerenin kör tarafında kalan kameradan gördüğü anda anda her şeyin kendisine kurulmuş bir tuzak olduğunu anlayarak telaşa kapıldı saniyeler içinde orta yaşlı kadın ve adamın üstünde düzinelerce kurşun boşalttı. 1

Sesi duyan Emir odaya nefes nefese pata küte girdiğinde etrafına bile bakmadan direkt adamın kafasına silah sıkmış ve onu öldürmüştü. Ama iş işten çoktan geçmişti. Yere düşen adam ölmeden önce intikamını almayı başarmıştı.

Sandalyeye bağlı olan Ali Duman'ın gözü önünde anne ve babası delik deşik olarak öldürüldü ve bunun sebebi ne yazık ki Emir Aybeyaz'dı.

Emir, Ali'nin katil tarafından öldürülme ihtimalini sıfıra indirmişti ama aynı zamanda onu öldürmekten beter etmişti.

⛓️⛓️⛓️

"Yolun sonuna geldin. Silahını ve rozetini teslim et Emir Aybeyaz. Artık polis değilsin."

Emir, silahı kemerin gözünden çıkartıp kolaylıkla masaya bıraktı ama göğsünde ki rozetine eli gitmedi.

"Neden titriyorsun Aybeyaz? Heyecandan mı yoksa korkudan mı?

İlk böyle tanışmıştı müdürle Emir, ilk bu soruyu sormuştu kendisine çünkü tir tir titruyordu o zaman. Soru aynıydı ama cevap değişmişti. Emir sustu. Boğazı düğüm düğüm olmuştu. Gözleri donuktu, bakışları boştu. Yanakları ıslanmaktan kızarmıştı. Genzi ağlamaktan parçalanmıştı. Kalbi, çektiği ızdıraba dayanamıyordu artık.

"Dilini mi yuttun yoksa," dedi müdür.

"Hayır," dedi Emir.

"O zaman cevap ver. Niye titriyorsun?"

"Korkudan," dedi Emir ağlak sesle. "Korkudan titriyorum."

Müdür Emir'in yanına yetişip, "artık bir önemi kalmadı," derken göğsünden rozeti çekip aldı.

Ardından Emir'in arkasında bekleyen iki polise hitaben, "Onu nezarethaneye götürün, çıkış işlemleri tamamlandığında son kez bu kapıdan çıkıp gidecek," dedi.

Polisler Emir'in koluna girmiş ve çıkacakken müdür arkasından bakıp, "yazık oldu," dedi. "İkinize de yazık oldu."

Üç duvar ve parmaklık ardından kilitlenmiş Emir boğulmak üzereydi. Kafası öyle bulanıktı ki neyi düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. Kendine etmediği hakaret kalmamıştı. Sövüp duruyor, ağlıyor sonra susup dalıp gidiyordu. Ve bu belirli aralıklarla tekrarlanıp durdu.

Ne aklına ne yüreğine Ali komseri getirmiyordu. Çünkü onun hayalini bile resmetmeye hakkı yoktu fikrine göre.

Uzun boylu polis, nezarethaneye yaklaştı ve parmaklıklara tutunup Emir'e seslendi.

" Şimdi mutlu musun Aybeyaz? Kendini kanıtladı mı? Egonun tatmin ettin mi? Kendini yaktığın yetmiyormuş gibi ateşine bir de Ali komiseri aldın. Onu diri diri yaktın orda. Sen zaten hak etmiyorsun polis olmayı ama o adam... "

İç geçirdi, Emir'in haline bakarak ayıpladı. Ve Murat yarım bir gülüş atarak oradan uzaklaştı.

İki saat sonra, koridorda sert adım sesleri zemini titretti. Emir bu yürüyüşün sahibini tanıdığı anda yerinden kalkıp, demirlere yapıştı.

Ali Duman gelmişti. Başı öne eğikti. Hiçbir şey demiyordu. Başını kaldırıp Emir'e bile bakmıyordu. Sessiz ve sakindi, yakıp yıkmıyordu. Emir kollarını demirlerin arasından çıkartıp adama yetişmeye çalıştı. Ama Ali arada mesafe bırakmıştı. Yalvar yakar özür dilemeye başlamıştı. Gözünün önünü görmeyecek kadar şiddetli ağlıyordu.

Adam tüm bu uğraşlara tepkisiz kalmıştı. Ali, Emir hakkında şikayetçi olmamıştı çünkü kendi intikamını kendisi alacaktı. Emir sustuğu anda ise, en sıcak volkanı bile donduracak bir soğuklukta son sözlerini söyledi.

"Buradan çıkınca git ve saklan. Bu sana yaptığım son iyilik. Git ve saklan Emir Aybeyaz. İyice saklan. Seni arayacağım ve bulduğumda gözlerinin içine bakarak öldüreceğim. Yeminim olsun."

Emir'e bakmadan başını sağa çevirdi ve uzaklaşmaya başladı.

"Gitme!" Diye boğazı yırtılacak kadar bağırdı Emir ağlamasına rağmen. "Beni bırakma! Ali Duman gitme diyorum sana! Bana arkanı dönüp gitme. Senden başka kimsem yok. Ali! Ali beni öldürmek için yemin etme... Özür dilerim, Özür dilerim Ali Komiser, yalvarıyorum beni affet."

Durmadı, adımları bile tökezlemedi. Geride kalan adam, parmaklıkların arkasından yıkıldı. Kafasını demirlere vurmaya başladı.

Belge işleriyle uğraşan ve emekli olmasına az kalmış bir adam vardı.. Ahmet abi kendi içine kapanık kağıt işlerinden kafasını kaldıramayan efendi biriydi. Emir'in çıkış işlerini halledip hapis önüne geldi.

Emir'in kilidini açtı ve onu kolundan tutup dışarıyı çıkartırken eşlik etti. Etrafta ki tüm polisler Emir'e nefret gözleriyle bakıyordu. Emir son kez bile olsun cesaret edip başını kaldırarak en güzel günlerini yaşadığı karakola bakamadı.

"Hayatım bitti, hayatım bitti," diye söyleniyordu Emir kapıdan çıkıp emniyet müdürlüğünden uzaklaştıktan sonra.

Ahmet ise etrafta kimsenin olmadığına emin olup çocuğun koluna sıkı sıkı girdi ve fısıldadı.

"Bu saatten sonra sana bu aydınlık ve temiz hayatta bir yer yok Emir."

"Biliyorum. Hayatım bitti."

"Hayır temiz bir insan olarak hayattin bitti. O yüzden artık karanlıkta yaşam bulacaksın."

Emir yutkunarak Ahmet'in yaşlı gözlerine baktı.

"Ne diyorsun anlamıyorum Ahmet abi."

"İstanbul'a gideceğiz."

"İstanbul mu?"

"Evet. Oraya gittiğimizde polisliği, Bursa'yı ve özellikle Ali Duman'ı tamamen arkanda bırakacaksın."

Emir hâlâ adamın kendisine ne dediğini anlamıyordu. Ve Ahmet abi bunları hangi ara düşünmüştü?

"Orada ne işimiz var ki? İstanbul'da tanıdığım kimse yok. Hem Ali komiser beni bulur ve öldürür. Fazla ömrüm kalmadı," dedi gözleri ıslanırken.

"Hayır bulamayacak," dedi adam tedirgin ama ciddi şekilde. "Bana bak," diyerek Emir'i kollarından tutup kendine döndürdü. "Yeni bir hayata başlayacaksın. Karanlık hayata, sana kalan tek şey bu. İstanbul'da özel bir şirket var. Sana orada iş bulacağız."

"Ne işi ne şirketi Ahmet abi?"

"Peperonni adında özel bir şirkette tetikçilik yapacaksın."

Emir gözlerini kıstı. "Pepe - Ron- ney?"

"Peperonni."

"Tetikçilik mi yapacağım? Ben polisim Ahmet abi öylesine insan öldüremem."

"Polis misin? Rozetin nerede? Silahın nerede? Söyle bana çocuk elinde silah kullanmayı bilmekten başka ne kaldı? Bana çalıştığın zaman boyunca hep nazik davrandın. Sen iyi çocuktun. Bu yaşta harcanıp gitmene göz yumamam. Son kez bak arkana, hikayen burada sona erdi."

⛓️⛓️⛓️

Ahmet ve Emir iki gün sonra İstanbul'a gitmişlerdi. Emir, ailesini, mesleğini hayatını, gençliğini ve Ali Duman'ı arkasında bırakmış yapayalnız bir çocuk olarka kalmıştı. Ahmet hiç gün kaybetmeden ve arkasında iz bırakmadan Emir'i direkt olarak Peperonni Ana Merkezi'ne götürüp içeriye geçirdi.

Ahmet evrak işlerini hallederken Emir, girdiği Peperonni adında ki geniş ve büyük şirketi incelemeye başladı. Demek polislik ile süslenmiş gençlik hayallerini bu duvarlar arasında yok edecekti.

Ama artık geri dönüş yoktu. Bu yüzden tam o anda bir karar verdi.

Bir sınır çekti. Duygularını, kalbini, zayıflığını, beceriksizliğini, Ali Duman'ı ve tüm geçmişini o sınırın arkasında bıraktı.

Çünkü o artık karanlık Dünya'nın içindeydi. Ve bir söz vardı dilden dola dolaşan.

Karanlık Dünya'da herkes karanlıktır.

Yazar notu: (Bu sahnenin ve Bugünün devamını yani Emir'in Peperonni'de ki ilk gününü okumak istiyorsanız 13. Bölüm - Yas Sigarası adlı bölüme gidin ve Emir'in Karmen'e bugünü anlattığı sahneyi okuyun. )

⛓️⛓️⛓️

GÜNÜMÜZ

Emir polis rozetini başka kimse görmeden kutuya geri koyup kutuyu yanına alarak Peperonni'den çıktı ve arabasına bindi. Evine son sürat sürüyordu. Kalbi ağzından atıyordu adamın. Sarhoşluğu kendisini anında terk etmişti. Adrenalin onu bir çılgına çevirecek kadar fazla salgılanıyordu.

Siyah büyük evine yetiştiği gibi kapıyı açıp içeri girdi. Karanlık evi aydınlatan ışığı yaktı ve içeriye doğru yürüdü.

Adımları kesildi. Kalbi atmayı bırakacaktı. Sınırın arkasında bıraktığı tüm o duygular birden işgal etti kendisini. Çünkü koltuğunda oturan bir adam vardı.

O adam, eve beklediği kişinin geldiğini anladı. Ayağa kalktı, koltuktan uzaklaştı ve tüm bedenini Emir'e çevirdi.

Artık karşı karşıya duruyordu iki adam. Bu iki göz on yıl sonra ilk kez yeniden birbirleriyle kesişmişti.

Ali Duman, arkasında ağlayan bir çocuk bırakmıştı ama şimdi karşında duygusuz bir adam duruyordu.

Emir Aybeyaz, genç ve dinç, kendinden emin bir adamın peşinden koşuyordu önceden ama şimdi karşında çökmüş, hayattan nefret etmiş, mahvolmuş bir adam duruyordu.

Ama Emir titriyordu. Bu sefer yalnız değildi, Ali Duman ondan beter titremeye başlamıştı karşında yeniden bu kişiyi bulduğunda.

Neredeyse 10 yıl geçmişti o günün üzerinden. Emir, Ali'nin kendisini bırakıp gittiği yaşa yetişmişti. Ama onun yaşında olduğu kadar temiz değildi. Artık bir katildi, kötüydü, karanlıktı. Ali, kendine eklediği her yaşa binlerce acı sığdırmıştı.

Bir zamanlar Ali, Emir'in kalbiyle sevdiği tek insandı. Ve Emir, Ali'nin zayıf tarafı. Şimdi ise iki yabancı göz bakakaldı birbirine. Neyi arıyorlardı gözlerde? Hasret kaldıkları temiz ve güzel günleri mi? Birbirleri yüzünden kaybettikleri polisliği mi? Kalpte kalmış bir kaç sevgi kırıntısı mı bulmak istediler yoksa taze nefret mi?

Birbirlerine olan ilk bakışında Ali, nefret ettiği değil özlediği adamı, Emir korktuğu değil yamacına sığındığı adamı görmüştü.

Fakat sadece on saniye sonra ikisi gerçekliğe geri döndü. Kim olduklarını hatırladılar. Nefretleri ağır bastı. Ali, palyaço gördü karşında. Ailesini ve hayatını ondan alan korkunç bir şaka. Emir, onu öldürmek için yemin etmiş adamı tanıdı. Kendini bu düşmandan savunması lazımdı. Çünkü o artık böyle birisiydi. Emir, ölmek yerine öldüren birisi olmuştu.

"Ölümün evine bir misafirmiş gibi geleceğini ancak asla gitmeyeceğini söylemiştim." Dedi Ali Duman, yumuşak ama ağır sesiyle.

Nefesler havada uçuyordu. Kimse içine çekmiyordu. Emir, Ali'nin sesini duymasıyla beraber sarsıldı.

"İşte o misafir artık tam karşında duruyor."

Ölüm bu evde kol geziyordu. Bir can alacak ve sonra başka adreslere uçup gidecekti. Arkasında bir ceset, bir katil bırakarak.

44. BÖLÜMÜN SONU 2

 

Merhaba, yeniden birlikteyiz. Aradan uzun bir zaman geçtiğini biliyorum. Ama bu sürecin benim için ne kadar zor olduğunu instagramdan takip edenler biliyor. Sorun sadece bölümü yazıp atmak değildi, ben bir çok şeyle boğuştum ve devam ediyorum. Lütfen anlayın ki bende sizlerden farksız bir insanım, hayat bana da acımasız davranıyor. 1

 

Önceden bölümleri hızla yazıp haftada bir kere atıyordum ama şuan bunu yapacak kadar uygun değilim. Temin ederim ki bir gün yine o halime döneceğim. Bölüm yazıp atmak benim için en harika şey çünkü.

 

Sözlerim bu kadar, uzatmayı sevmiyorum. Sizleri seviyorum. Şimdi kitap hakkında konuşmaya geçelim.

 

 

 

Bölümün ilk sahnesi rus ruleti hakkında??1

 

Karmen kaçma sebebini söyledi ama bir önemi olmadı???1


Viva Cruz adında yeni bir karakter tanıdık kitapta daha fazla gececek. Ve Atilla Heçken ilk kitapta vardi ama artık daha fazla sahnesi olacak. ( Bu yazıyı onuncu yazisim. Çünkü wattpad hata verip yazıyı silip duruyor. Kafayi yicem suan. )
(Ve fotoğraf eklemeyi deniyorum hata veriyor. Sinirden cildircam. )

 

 

* Eklediğimiz fotoğraflar sadece wattpad üzerinde var *

Emir'in hikayesi hakkında?

 

Ali Duman ve Emir Aybeyaz ilişkisi hakkında???1

 

Başka söylemek istedikleriniz varsa yazın.

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.

 

Instagram: kankaderoffical2

 

Sevgilerimle, Shoro Sharpen.

 

BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE2

Bölüm : 14.03.2025 03:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...