
Baktığımda geride kalan umutlarım
Ben yapılan yanlışları hiç bi' gün unutmadım
Sadece sustum halim yok gibiydi
İçime attım bütün çığlıkları bu yüzden konuşmadım
Geleceğimi hapsettiğin koğuşları
Bugün bir, bir geziyorum da
Değişen sonuçların olmadığını gördükçe yanıyor avuçlarım
Ben karanlığın oğluyum, sana hiç kavuşmadım
Taladro - Kelebek
❤️⛓️🖤
"Ölümün evine bir misafirmiş gibi geleceğini ancak asla gitmeyeceğini söylemiştim." Dedi Ali Duman, yumuşak ama ağır sesiyle.
Nefesler havada uçuyordu. Kimse içine çekmiyordu. Emir, Ali'nin sesini duymasıyla beraber sarsıldı.
"İşte o misafir artık tam karşında duruyor."
Ölüm bu evde kol geziyordu. Bir can alacak ve sonra başka adreslere uçup gidecekti. Arkasında bir ceset, bir katil bırakarak.
Emir belinde duran buz gibi metali yok saydı. Göz bebeklerinin içi titriyordu. Bu anın geleceğini hiç beklemiyordu. Korktuğundan hayal bile etmemişti.
Ama işte tam karşısında duruyordu o adam. Ali Duman, çökmüş halde. Onu bu hale kendisi getirmişti. Hâlbuki Emir, bu adamı öyle çok seviyordu ki canı bir iğne ucu kadar yansın istemezdi. Eskidendi, eskide kaldı.
Ali oturaklı hareketlerle kolunu sırtına attı. Siyah kazağının altından silahını çıkartıp Emir'e doğrulttu.
Emir, uzun zamandır ölümle ne kadar burun buruna gelse bile ölmeyen tarafta yer alıyordu. Çünkü o Tetikçi Aybeyaz'dı. Bir tetikçi, ayaklar altına ceset sererdi.
Fakat yine de silahına uzanmadı. Kendisine doğrultulan silaha bakıp durdu. Gözleri kara silahın namlusundan Ali'nin gözlerine kaydı.
O bakışlar, kendisini lanetli biriymiş gibi hissetmesine sebep oldu. Ama Ali'nin gözleri hala seneler sonra gördüğü bu adamın kim olduğunu tanımaya çalışıyor gibi arayış içindeydi.
"Beni nasıl buldun," diye sordu sızlanır gibi çıkan sesiyle Emir. Ama tonlaması sert ve derindi. Adam olmuştu çünkü o artık. Çömez hali, genç hali seneler içinde sönüp gitti.
Ali, hala doğru kişiyi bulup bulmadığına kendini ikna ederken hızla düşündü. Bu adamın henüz Karmen'in yaşadığından haberi yok gibi görünüyordu. O yüzden bildiğini kendine sakladı.
"Tahmin bile edemezsin," dedi Ali.
Sustular. Sefil durum içinde kalmış Emir, her hangi bir atak göstermiyordu.
"Seni öldüreceğim Emir," dedi tane tane. "Ama biliyorsun ki, bazı sikik prensiplerim var. O yüzden silahını çıkartıp bana doğru tut. Karşılık ver, veriyormuş gibi yap. Zaten sen tetiğe ulaşamadan ölmüş olacaksın."
Emir, küskün bir bakış attı. Elleri kıpırdamadı. Ali'nin sinirleri hemen gerilmemişti. Veya gerilmiş olsa bile bunu direkt dışarıya yansıtmadı. Çünkü o seneler boyunca acısıyla kendi kendini boğan birisi haline gelmişti.
Ali, silahını indirip beline geri geçirdi. Giydiği kazağın kollarını dirseklerine kadar çekti. Eliyle koyu kahverengi saçlarını geriye doğru yaslayıp, yüzünü ovuşturdu.
Emir bunun anlamını biliyordu. Ali, rahat bir dövüş pozisyonu aldı. Kollarını büküp havaya kaldırdı, göğsü önünde tuttu. Yutkundu ve içinde biriken yılların öfkesini yumruklarına doğru iteleyip Emir'in üstüne yürüdü.
Emir hala yerinde en sert taştan yapılmış ağır bir put gibi dikilmişti. Ali, kendisine gözü kara bir şekilde yaklaştı ve açıkta kalan suratının tam ortasına sert bir yumruk geçirdi.
Emir, geriye doğru tökezledi ancak düşmemek için direndi. Elleri aşağıdaydı. Ama artık ayakkabısının üstüne burnundan gelen sıcak ve kırmızı damlalar akıyordu.
Ali, Emir'i omzundan itekledi. "Dövüş benimle," dedi sertçe.
Tetikçi, sükunet içinde kalmaya devam etti. Ama içinden Ali'nin yumruğunun eskiye göre zayıflamış olduğunu düşündü. Veya kendisini güçlenmişti ve acıya karşı zaafı oluşmuştu. iki türlüsü de acınasıydı.
Ali'nin öfke dolu yumrukları dayanamadı. Art arda iki tane daha çaktı Emir'in yüzüne. Bu sefer kan, dudaklarından akmaya başladı. Bu yumruklar eskiye göre zayıflamış olsa bile hala Emir'in diğer adamlardan yediği darbelere göre daha güçlüydü.
Ali, öfkeyle karışık nefes verdi. Burnundan soluyordu. "Sana böyle öğretmedim ben sikik piç!" Deyip Emir'in göğsüne kroşelerle vurdu. Emir, sırt üstü yere düştü. "Kalk sana böyle öğretmedim ben!" Diye kükredi adeta Ali. Ağzından çıkan tükürükler etrafa saçılmıştı.
Hıncını alacak gibi değildi adam, gözü gittikçe dönüyordu. Yerde yarım oturma şekilde duran Emir'in üstüne çıktı ve bölge ayırmaksızın, önüne gelen her tarafına vurmaya başladı.
Yumruk ardına yumrukla Emir'i yara bere içinde bırakırken, "Vur! Bana vur!" Diye bağırıyordu. "Vur lan yavşak, karşılık ver!"
Emir kendi bedenin öylece adamın önüne sermişti. Kalkmalıydı, vurmalıydı, karşılık vermeliydi, Ali istediği için değil. Emir, her zaman böyle yaptığı için. Kim kendisini böyle dövmeye cüret etmişti ki? Emir, bir başkası olsa şimdiye dek derisini yüzerdi onun. Ama şuân, misafir gibi gelen ölümü nazik bir ev sahibi gibi ağırlıyordu.
Ali Emir'in yakasından tutup salladı, kalkması için yukarı çekmeye çalıştı. "Kalk! Kalk Aybeyaz kalk durmayacağım. Adam ol, karşılık ver bana." Bir yumruk daha. "Seni döve döve öldüreceğim."
"Ali... " diye fısıldadı Emir ağzı kanlar içinde kalmışken. "Dur..."
Dursa ne değişecekti ki? Emir, af dilenecek ve Ali ise tüm acı geçmişi unutup onu bağışlayacak mıydı? Hayır, mümkün durmuyordu. Ali, bir anlığına gücünü toplamak için durdu, silkelenip kendisine yalvaran gözlerle bakan adama ayağıyla tekme attı.
Emir, iki büklüm olmuş ve kan tükürmüştü. Bedeni, kalkıp gitmesi için adeta beyni ile savaş veriyordu. Çünkü az daha darbe yese önce bayılacak ve Ali devam ederse ölecekti.
Ali, kanlar içinde kalan adama baktı. Emir'in yüzünde ne acı çeken ne de direnen ifade vardı. Hayır, bu çocuk belli ki eskiden yenildiği duygularını kaybetmişti.
Yere bakmaya devam ettikçe gözleri önüne on sene önceki sokak arasında kavgaya karışmış polis Emir'in o hali geldi. Ali, onu bu hale getirenleri çok fena dövmüştü. Emir'in yamulmuş suratını gördüğünde ise canı yanmıştı. Yakışıklı yüzünü kanlar içinde bulduğunda ona bir daha bu hale getirmesin diye uyarıda bile bulunmuştu.
Fakat şimdi, bir zamanlar karşı çıktığı ne varsa hepsini kendi elleriyle yapmıştı. Tıpkı birazdan yapacağı son hamle gibi.
Bu savunmasız adamı daha fazla hırpalamak insanlık dışı olurdu. Ali beline uzandı ve silahını yerinden çıkartıp Emir'e doğru tutacakken, Emir var olan tüm gücünü toplayıp ayağıyla Ali'nin eline öyle hızlı tekme attı ki, silah elinden fırlayıp uçtu.
Ali, silahın nereye uçtuğunu bile göremedi çünkü Emir kendi silahını anında çıkartmış ve tetiğe art arda iki kere basmıştı.
Camlar, silah sesiyle titredi. Ve etraf, karanlığa gömüldü.
Çünkü Emir belki on saniyeden kısa bir vakitte Ali'nin eline tekme atarken silahını çıkarmış ve siyah evini aydınlatan iki lambaya gözlerinin önü kan olmuş olmasına rağmen nişan almayı başarıp avizelere kurşun sıkmıştı.
Etrafında karanlık içinde kalması ile Ali, hem önünü görmüyordu hem de saniyeler içinde Emir'den gelen hamleyi algılayamamıştı.
Adını yüksek sesle bağırdı. Artık fırlayan silaha ihtiyacı yoktu. Kendi işini eliyle halledecekti. Onun boğazını sıkarak, nefessiz bırakacaktı.
Tetikçinin bedenini aramak için harekete geçecekti ki, bir ses kulaklarını çınlattı. Girdiği kapının önündeki bahçeden, taşlara sertçe sürtünen arabanın tekerlek çığlığı geldi. Emir tıpkı bir gölge gibi hızlı hareket etmişti. İşte bu yüzden kendisi, bilinen en iyi tetikçiler arasında yer alıyordu.
Ali, kapıya doğru koşarak gitti ve zaten açık kapıdan dışarı çıktı. Ancak Emir'in siyah spor arabası artık çok uzakta ki ufak bir nokta gibi görünüyordu.
Adam, yumruk atmaktan parçalanmış eliyle kapının pervazına vurdu. Gözleri yerinden çıkacak gibi açılmıştı.
"Burada bitmedi," dedi soluklanırken. "Hayır, daha yeni başlıyor. Seni mahvedeceğim Emir Aybeyaz. Tıpkı beni mahvettiğin gibi. Mahvolacaksın."
⛓️⛓️⛓️
Öfkeli bir şeytan, yeryüzüne şerrini saçmak için koşarak iner. İnsanlar fark etmeden tansiyonlar artar, sinirler gerilir ve kargaşa patlak verir. Kaosun kapısını aralar.
Öfkeli bir insan, şeytandan yıkıcıdır. Çünkü ne yapacağı kestirilemez. Bu durumda insanın inasana yapacağı kötülük, şeytanın bile aklına gelmez.
İgima Dizable, cehennemden kendi payını almış olan adam, saatler geçtikçe ve o saatler günleri oluşturdukça dizginlenemez birine dönüştü.
Oğlu Victor'un, bir hiç olarak gördüğü kadın Karmen tarafından kaçırılmış olmasının üstünden iki gün geçmişti. Karmen'in başına büyük bir ödül koymuş olsa bile hiç bir tetikçi, suikastçi, katil onu bulmuş ve kafasını İgima'ya sunup parasını cebe indirmemişti.
"Fiyatı arttırın," diye bağırdı İgima. "İki yüz milyon dolar yapın, üç yüz yapın, dört yüz gerekirse beş yüz."
Ama bounty'i ne kadar arttıracak olursa olsun, kimsenin o ikisini bulamayacağını istemeyerek bile olsa kabulleniyordu. Oğlu Victor, kendi istemediği sürece ortaya çıkmayacaktı. Ama o saklanırken İgima, yerin kat kat dibine geçecek, her taşın altına bakacak ve eninde sonunda onu bulacaktı. Kendini böyle avutuyordu yetişkin adam.
Soğukkanlı, oyunbaz, sinsi huyları hafızasından silinmişti. Etrafında dolanan adamlar, ilk kez ormanın kralı aslan olarak gördükleri efendilerinin can çekişmesini izliyordu.
Kanadı kırılmış bir kuş misali paytak adımlar atıyordu adam, çünkü Victor onun kanatlarıydı. Victor onun kuklasıydı, Victor onun tüm pisliğini içinde saklayan oğluydu. Victor onun gölgesi olarak kalması gerekirken şimdi her an ortaya çıkacak bir sürpriz haline girmişti.
Birden İgima'nın tüm isteği suç mahallini görmeye meyillendi. Arabaya bindiğinde şoförüne, "Victor'un malikanesine sür," diye emir verdi.
O malikaneyi İgima satın almıştı. Victor'u o evin içinde güzelce hapsedip gizliyordu. Yarım saat sonra malikanenin bahçesine girdiler. Araba durduğunda İgima ağır adımlarla indi ve koyulaşmış gözleriyle etrafı seyretti.
Yüksek duvarlara baktı ve demek bu duvarlar benim sırrımı gizleyecek kadar yüksek değilmiş, diye düşündü.
Ağır adımlarla ayakları altında çimleri ezerek yanından geçip giden ve boş bir evi korumaya devam eden insanlara baktı. Demek sizlerde, bir kadına yenilecek kadar güçsüz ve oğlumu saklayamaycak kadar beceriksizmişsiniz.
İçinden geçen bu cümle ona ucunda tat olan bir haz verdi. İgima kemerinden silahını çıkartıp tetiğe, ta ki boş gelene kadar bastı. Namlu ve içinden çıkan kurşunlar etrafta yürüyen korumalara rastgele bir şekilde saplanmıştı. Kimisi anında öldü kimisi acıyla bağırarak yere yığıldı.
İgima, gözlerini bile nadiren kırpıyordu. Bu katliamdan hiç etkilenmemişti. Bu adam insanlıktan uzak birisiydi. İçinde ne inanç vardı ne dizginleyici ruhlar.
Çünkü inançsız bir insan ölümden sonrasını düşünmezdi. İnancı ne olursa olsun, hangi tanrıya inanırsa inansın farketmez. Öldükten sonra kimseye hesap vermeyecek düşüncesi onu bu dünyada her türlü pisliği yapmaya rahatlıkla itiyordu. Çünkü kimseden korkusu yoktu, en cüsseli adam bile bir kurşunla ölüp gidebilirdi.
İnançsız ve duygusuz insanlar böylece bu dünyada hüküm sürüyordu. İgima Dizable onlardan biriydi.
Vurduğu adamlara bakmadan evin içine girdi. Demek bu kapı yeterince sıkı kilitlenmemişti."
Yüksek duvarların arasında yürüdü ve merdivenleri yavaş adımlarla tırmandı. Üçüncü kata geldiğinde Victor'un kapısı açık siyah odasına girdi. Odanın zemini silinmeye çalışılmış kan lekesiyle pislenmişti. İgima, geniş pencerenin önünde ki masaya yaklaştı.
Bilgisayar, kalemler, dosyalar ve ıvır zıvırlar. Hepsi oğlundan geriye kalmış anı gibi duruyordu. İgima ise, sanki ölen oğlunun yasını tutan acılı bir baba.
Fakat durum o kadar iyimser değildi. Victor, senelerce hapis kaldığı bu duvarlar arasından kendi isteğiyle kaçmıştı.
Demek ben Victor'u yeterince iyi saklayamadım. Onu yeterince ruhsuz yapamadım. Karanlığa gömemedim. Diye düşündü adam.
Çünkü dediklerini yapmış olsaydı, Victor'un kalabileceğine dair tüm ümitlerini tüketmiş olurdu. Victor'da karanlığa direnecek güç kalmazdı. Babasının dikine gidemeyen zavallı bir çocuk olarak kalırdı. Ama İgima ne yapmış olursa olsun, oğlunu o hale getiremedi.
Ufak bir camın yansımasından kendini gördü. Hafif esmer kırışık tenini, siyah ve beyaz renkli dik saçlarını, sivri çenesini, gözlerini. Kendi gözlerine baktı ve ötesine ulaştı.
"Demek bu akıl, kedi besleyen ve intikamcı kadın olan Karmen'in üstesinden gelemedi," dedi soğukkanlı ve ruhsuz bir sesle.
Elini masanın çekmecelerinde gezdirirken ufak bir gümüş parçasına rastladı. Bileğe takılan bir çeşit künye gibi duruyordu. Gözlerine yaklaştırıp üzerinde yazan yazıyı okudu.
"V. URAL D." Hafifçe gülmüştü. "Demek sürtük annenin sana verdiği ismi bu kadar çok seviyorsun oğlum? O ismi, bu kadar çok benimsiyorsun?"
Bilekliği masaya geri fırlattı. "Ural," dedi. " 'Aydınlık Gece' anlamına geliyor," diye kendi kendine konuştu. "Aydınlık Gece, demek oğlum sen kendini böyle görüyorsun."
Kurumuş dudaklarını bastırıp yüzünü cama döndü. Karanlık manzara içinde parlayan ışıklar gözüne pek manidar geldi. Oğlu her gün bu pencereden dışarı bakıp kendini karanlığı aydınlatan o ışıklar olarak mı sanıyordu? Ural olarak, aydınlık gece olarak?
Baktığı camda kendi yüzünün yansımasını gördü adam. Gözleriyle bakıştığında, "demek ben," diye fısıldadı. "Ben bu oyunun mağlubu olacak kadar aptalmışım. Oğlum, bana meydan okuyan kadın tarafından kaçırıldı. Oğlum benden kendi isteğiyle kaçtı. Aylarca saman altından su yürüterek. O kadın... O Karmen denilen kedi besleyen kadın," diye bağırdı camda ki yansımaya. "Nasıl oluyor da merhametli iken, merhametsiz adamı küçük düşürdü? Ben, bunu bana yapmalarına nasıl izin verdim?"
Nefes verip, daha fazlasını içine çekti.
Burnu oğlunun parfüm kokusuyla dolmuştu. Aklına bir kez daha Victor gelince, ona şu durumda verebilecek bir zararın peşinden gitmek istedi.
Odadan hızlı adımlarla indi. Kapıdan çıktığı gibi bir adama garajı açması için bağırdı. Adam, kendisine denileni yaparken İgima diğer birinden ağır makinalı tüfek getirmesini istedi. İstekleri tekrarlanmadı ve kısa bir süre içinde halledildi.
İgima tüfeğin kayış kısmını boynundan geçirdi. Kocaman kafalı ve beş tane kurşun çıkışı deliği olan makineyi karnının yanında tutarak Victor'un çok değer verdiği ve seneler boyunca yaptığı klasik araba koleksiyonu yaklaştı. Turkuaz, siyah, beyaz, koyu kırmızı her renkten arabaları yakından inceledi. Her birinin arka kaputunda kazılmış olan isimler vardı. "Nemrak," İgima bunu ilk okuyuşunda bile anlamıştı. "Karmen," adının tersi.
"Karimeto, Karmeneto, Nemrak," ve geriye kalan hepsi Karmen adından türemiş sözcüklerdi. İgima midesi bulanmış gibi yüzünü ekşitti. Oğlu Victor hiç bir zaman kendisi gibi bir adam olamayacaktı.
Arabalardan geriye doğru adımlar atarken onlara bakarak konuştu. "Ah zavallı oğlum benim, tam bir zavallısın. Bir insanı iki şey yönetir. Aklı ve kalbi. Aklın yönetiyorsa, şanslısın. Kalbin yönetiyorsa işin yaş. Sen ise Victor ikisi de değilsin. Sen kendin tarafından yönetilmiyorsun bile. Ölene dek ya benim ya da o kadının hükmü altında ezilip çürüyeceksin. Çünkü senin aklın benim tarafımdan, kalbin ise Karmen tarafından zehirlenmiş."
Ağır makinalı tüfeğini arabalara doğrulttu. "Ama önemi yok, ben kanlı oyunları severim. Kalbinde ki zehri senden söküp akıtacağım. Kadını yok edip seni yine kollarım altına alacağım. Yine benim kuklam olacaksın, benim kalkanım olacaksın. Benim olacaksın. Ama o zamana kadar, ikinizi de nefes aldığınız her an ölmek isteyeceğiniz hale getireceğim."
Sözünü vermişti.
Parmakları tetiğe yüklendi ve tüfekten aynı anda onlarca kurşun çıkıp arabaları hedef aldı. Klâsik arabalar paramparça olurken motor kısımlarından dumanlar yükselmeye başladı.
İgima durmadı, etraftaki ki adamlar patlama ihtimaline karşı oradan korkuyla uzaklaşıyor ve bağırarak İgima'yı uyarıyordu. "Efendim patlamak üzerler kaçın!"
O kimseyi duymuyordu. Onun duyduğu tek şey yakın zamanda atılacak olan acı ve kahır dolu çığlıkların şarkısıydı.
Elini tetikten çekmeyerek devam etti ve en sonunda güm! Arabalar sırasız bir şekilde ateşler içinde patladı, yandı ve havaya uçtu. Herkesin kulakları çınlıyordu. Hava da arabalardan uçuşan sayısız parçalar süzülüyordu.
İgima silahı boynundan çıkartıp çimlerin üzerine bıraktı ve yanan arabalara hoşnut bir yüzle baktı.
⛓️⛓️⛓️
"Karmen, lütfen kapıyı aç," dedi otoriter bir sesle Victor.
Elimde ki makası masaya vurarak bıraktım ve sert bir nefes verdim. Akşam üzeriydi. Yemeğimizi çoktan yemiş ve kendi halimize çekilmiştik. Dışarıda yavaş yavaş bastıran yağmur odanın camlarını dövüyor ve evin üzerine yağdıkça burnuma çam, odun karışımı kokular geliyordu. Salonda ki şömine en son bıraktığımda cayır cayır yanmaktaydı.
Kendi yatak odamdaydım. Ve yapmaya çalıştığım şey birazdan kullanacağım sağlık malzemelerini hazırlamaktı.
Fakat, Victor içeriden bu sesleri duyunca peşimden gelmiş ve kapının önünde dikilmişti. O zamandan beri defalarca kapıyı açmamı tekrarlıyordu.
Bıkkın gözlerimi kırık kapıya çevirdim. Açılmasını engelleyen tek şey arkasına koyduğum sandalyeydi. Biraz itmesi açılması için yeterli gelirdi.
"İstersen açabilirsin," dediğimde sinirli olmama rağmen sesim naif çıkmıştı.
"Senin rızan olmadan açmak istemiyorum," dedi. Cevap vermemiştim. Komodinin üzerine açılmamış sargı paketlerini koyuyordum.
"Sana sesleniyorum," sesi ısrarcı ve yüksek çıkmıştı. "Bak kapıyı aç ya da şarkı söylerim."
Tatsız bir şekilde tebessüm ettim. "Söyleyebilirsin, sesin zaten Portekiz veya İspanyol şarkılara yakışıyor."
Yalan değildi, günün çeşitli zamanlarında onu yalnızken sessizce kendi dilinde şarkılar söylerken yakalıyordum. Sesi biraz kalın veya çatallı çıkıyor olsa bile bundan zevk alıyordu.
"Hayır, bu sefer karga gibi söylerim."
"Sorun değil, umursamazsam seni duymam."
Ona karşılık benim inandımın sebebi gün içinde bana sanki evde hiç yokmuşum gibi davranması fakat yemek veya sağlık söz konusu olduğunda çok ilgili bir adama dönüşüyor gibi rollenmesi yüzündendi. Benim görmek istediğim muamele ise ilgisini ve alakasını her konu için tamamen üzerimden çekmesi olacaktı.
"Karmen," diye itiraz etti durgun sesiyle. "Açar mısın? İnat etme. Sağlık, ikimizin kavgasından daha önemli."
"Tek başıma halledebiliyorum," derken sesimi ona iyice duyurmak için kapıya yaklaştım.
"Dün yürürken kazağının altından sargı bezin düştü."
Kaşlarım çatıldı. "Sana dün herhangi bir şey gördün mü diye sormuştum ve sende hani hayır demiştin?"
"Utanma diye yalan söyledim" dedi suçluluk içeren alçak sesiyle.
Sanki beni görüyormuş gibi kapıya ters ters baktım. "Artık bana yalan söylemeye mi başladın?"
"Yalan bile sayılmaz, ona nezaket denir."
"Pekala sen öyle diyorsan öyle olsun," deyip işime geri döndüm.
"Yardım etmek istiyorum," diye devam etti. Gitmek gibi bir niyeti hiç yoktu.
"Vicdanını yardım ederek rahatlatmaya çalışma. Bu yaraların oluşmasında senin de payın var. Biliyorsun."
"Biliyorum," dedi derin bir nefes çekerek. Ve cümlesini tamamladı. "Şerefsizlik bizde baba mesleği."
"Kimin çocuğu olduğunu hatırlaman iyi oldu."
"Bir an bile olsun unutmadığıma emin olabilirsin." Yutkundu. "Ama ben sadece Victor değilim," dedi karşı çıkar gibi. "Ural'ım."
İgima'nın bir oğlu olduğuna ve onun Victor olduğuna ben henüz alışamamıştım.
"İgima'nın oğlusun," dedim kapının arkasından acımasızca. "Annenin değil."
Sesi soluğu aniden kesilmişti. Aramızda ahşap bir kapı olmasına rağmen onun yüzünün nasıl düştüğünü görmüş kadar oldum.
Victor'un annesi ile bir veya iki defa konuşmuştum geçmişte. Lakin onun İgima'ya dayanan cesur ve güçlü bir kadın olduğunu iyi bilirdim. Victor bana onu çoğu zaman anlatır ve dizlerimde annesi gözleri önünde yorgunluktan ölüyor diye ağlardı.
Onu kurtaramadığı için kendini suçlardı ve sonra başını kaldırıp bana bakardı. Sevdiği kız, babası yüzünden yetim ve öksüz kalmış bir ahırın içinde hapis olarak yaşıyordu. Bana baktığında annesinden beter halde olan birini görürdü. Sonra beni kurtaramadığı için bir kez daha dizlerime kapanır ve daha şiddetli bir şekilde ağlamaya devam ederdi.
Victor bana annesini benim kaçtığım geceden üç ay sonra toprağa verdiğini söylemişti. Üç ay içinde hem beni hem annesini kaybeden bir adam olmuştu. O kurtarmayı becerememişti bizi; annesi ölerek ben kaçarak kurtulmuştuk. Geriye bir tek o kalmıştı, karanlığın içinde. Sonra o karanlık onun ruhuna öyle bir işlemiş ki, bundan sonra Victor karanlık, karanlık ise Victor olmuştu.
"Babamın kim olacağını seçemem," dedi kırgın bir ses. Düşüncelerimden öyle uyandım.
"Biliyorum," dedim odanın bir boşluğuna bakıp giderken. "Ama bazen insanlar mecbur kaldıkları şeyler yüzünden bile yargılanıyor."
Mesela o gece kaçmam gibi...
"Ama ben sadece igima'nın oğlu değilim, hayır. Anneminde oğluyum. Biricik annemin."
"Değilsin,"diye fısıldadım tüm öfkemle. Kapıya iyice yaklaştım ve bir kez daha tekrarladım. "Değilsin."
"Sus," diyerek titremişti sesi. "Lütfen sus Karmen, sadece kapıyı aç ve sus."
Kilit görevini üstlenen sandalyeyi çektiğimde kapı odanın içine doğru kendi başına açıldı. Onu ahşap pervaza yaslanmış halde buldum. Başını aşağı eğmiş ve kollarını göğsünde bağlamıştı.
Kapının açıldığını fark ettiğinde dalgın yüzünü bana çevirdi. O anlık kontrolsüzlüğünde bir bakış yakalamıştım. Benim bu evde, burada, yanında olduğuma hala inanmıyordu.
Hemen o silik ifadesini düzeltti ve yanımdan geçip odanın içine girerken bana "ben kazandım," imasında tatminkar bakış attı.
Gözlerimi ondan kaçırdım ve öfkeyle, "Bu saçmalığa bir son ver," dedim. Çünkü yine bana sırtını dönmeden yüzüme bakarak geriye üç adım atmış ve öyle gitmişti.
Victor omuz silkti. "Bunun seninle bir ilgisi olduğunu düşünme. Alışkanlığım kişisel prensibim haline geldi."
"Peki ne hakkında? Hiç bir şeye sahip olmayan kadına en azından sırtımı dönmüyorum mazereti mi?"
Başını hafifçe sağa eğip, "bazı sebeplerim var elbette ama sadece bana özel," dedi.
"Bana sırtını dönerek git. Ne sebep olursa olsun artık bana sırtını dönerek gitmeni istiyorum. Çünkü bilmeni isterim ki, böyle yapmanın hiç bir önemi yok."
"O zaman," dedi dik başlılıkla. "Sen de kolyeni çıkart Karmen."
Elim korkarak boynumda ki kolyeye gitti ve üstüne sıkı sıkı bastırdım.
"Bunun seninle bir ilgisi yok." Sesim sinirden uyuşmuş çıkmıştı.
"Öyle mi?" Dedi tereddüt etmeden. "O kolyeyi yapan benim Karmen ve takarken sana dediğim şeyleri de gayet iyi hatırlıyorum. Bizi anlatıyor demiştim. İkimizi, yaşadıklarımızı, aşkımızı. Ve son olarak ise o kolyeyi sadece beni unutmak istediğin zaman çıkart dedim." Tek kaşını hesap sorar gibi havaya kaldırdı. "Hiç çıkartmadın Karmen, yoksa beni unutmak istemiyor musun?"
"Victor," diye sayıkladım adını yalvarır gibi. "Bu kolye ayrıca benim çocukluğumu anlatıyor. Lütfen benden çocukluğumu çalmaya çalışma."
Çaresizliğim karşısına dediklerine pişman olmuş gibi anında sustu. Kendinden ödün vermeden omuzlarını dikleştirdi. "Yürüyüş şeklimi değiştirmemi mi istiyorsun? Hayır. Asla."
Tartışmayı bitirip yatağın yanında, bir ayağını kahverengi ahşap parkelere ritimle vurarak beklemeye başladı. Onun mavi keskin bakan gözlerine bakarak üstümde ki kazağı soyup yere bıraktım. Victor başını hızla başka tarafa çevirmişti. Zaten birazdan görecekti ama kibar olmaktan geri durmuyordu. Duyacağı kadar hafifçe güldüm. Beni umursamamıştı. Ardından pantolonumun düğmesini açıp yere düşmesine izin verdim.
Odam soğuktu. Çıplak kaldığım için tüylerim diken diken olmuş ve iç güdü olarak sıcak arayışına geçmişti. Üzerimi saran kalın bir polar veya kollar olmasını dilerken buldum kendimi.
Yatağa yaklaşırken az önceye kadar verdiğim soğuk nefeslerim tuhaf bir şekilde sıcaklamıştı. Victor'un önünden geçerken onun gözleri zeminden bir an olsun kalkmadı. Yatağın üstüne çıkıp sırt üstü uzandım ve iç çamaşırlı çıplak vücudumu savunmasız bir şekilde düşmanım olan adama sundum.
Victor ile aramızda olan her şeyin üzerinden on yıl geçmişti. On yıl sonra karşıma birden çıkıp artık eskisi kişi olmadığını, kötülerin efendisi olduğunu, benden nefret ettiğini söylemişti. Her şeyden önce bunları söylemese bile o artık benim için bir yabancıydı. Ben büyümüştüm, evlenmiştim. O da büyümüştü, yaş almıştı. Dış görünüşü bile değişmişti. Tanrı bilir huyları nasıl şekil almıştı bunca yıl. O bir yabancıydı oysaki ama ben o yabancının karşısında çıplak kalacak ve yaralarımı gösterecek kadar rahattım. Eskiye dayanarak mı? Hayır, ondan değildi. Bu yabancı Victor, yeni haliyle bile güvenilir bir adam olduğunu belli ediyordu.
Ya da gerçekten öyle kurnaz bir oyuncu olmuştu ki ben yalanlarını asla anlayamıyordum.
"Hazır mısın," dedi hala başka tarafa bakarken.
"Evet," diye mırıldandım.
Victor yatağın yanında yerleştirilmiş komodin üzerinden sağlık malzemelerini alıp geçen sefer yaptığı gibi yatağa oturdu ve hemen yaralarımla ilgilenmeye başladı. Onun rahat duran bedenini gördüğümde anlamsızca kasılan vücudum eski haline geri döndü. Nefeslerim düzelmişti. Çünkü Victor bana bu anı garip hissettirecek tek bir duruş sergilemiyordu. Tıpkı doktora gitmiştim gibi profesyonel davranıyordu.
Ali Duman bile ilk kez gördüğü kadın olan beni tedavi ederken duygularına yer veriyordu. Acıma, merhamet, içtenlik... En kötü yarama bakarken gözleri dolardı. Ağır bir adamdı ama ben canım yandığımda çığlık atarsam merhametli bir şekilde başımı okşardı. Bana acıyordu.
Gözlerimi Victor'a diktim. O bana hiç bakmıyordu. Kasıklarımın hemen üstünde karnımın alt tarafında ki sıyrıklara merhem sürmekle meşguldü. Hayır bir doktor bile bu kadar duygusuz duramazdı. Hatırlıyorum, Ali yanıma ben uyandığımda doktor getirmişti ve o bana narin yaralı bir ceylanmışım gibi sıcak davranmıştı.
Bu Dizable, yabanıldı. Ben hala yaşamaya devam edeyim ve onun hedeflediği intikamı alayım diye tedavimi üstleniyordu.
Beni bir kadın olarak değil, bir araç olarak görüyordu. Değil sevdiği insan, değil basit bir insan, değil nefret ettiği insan, o beni insan olarak bile görmüyordu.
Değişmişti Victor, çok değişmişti.
On yıl önce ki Victor'a dönüp, bana ileride böyle davrandığını anlatsam ayaklarıma kapanır yalvararak özürler dilerdi. "Asla," derdi. "Ölürüm de sana böyle davranmam, incitemem."
On yıl önce ki Karmen'e gitsem ve Victor'u görmeye bile tahammül etmediğimi söylesem tek kelimeme inanmazdı. Beni başından savuşturur ve uğruna ölmeye hazır olduğu mavi gözlü çocuğun yanına gelmesini dört gözle beklerdi.
Bende değişmiştim, çok değişmiştim.
Onun tenime dokunması beni etkilemiyor hatta düşündükçe yakıyordu. Açılan yaraların sebebi olarak o geliyordu gözlerimin önüne.
Nefret sözleri parmaklarına akıyordu. O parmaklar bedenime her değdiğinde içim lanetle kavruluyordu. Kaçmak istiyordum, bana dokunmasın istiyordum. Benim içimde hala nefret duyguları vardı ama o... O bana dokunurken bile hiçbir şey hissetmeyecek kadar soğumuştu.
Şayet bir kadın, üzerinde sadece iç çamaşırı varken bir adamın karşısında yatağa yatıyorsa, iki yabancı bile olsalar iki taraf etkilenirdi.
Eğer ki o adam, karşında uzanan kadının çıplak bedeninin her yerini soğuk ve kalın parmaklarıyla okşuyorsa kadın etkilenirdi. Adamın gözleri titrerdi, ateş basardı. Kadın o sıcaklığı hisseder ve adamın elleri altında kıvranmaya başlardı. Adamın bakışları değişirdi, canlanırdı. Kadına daha fazla yaklaşmak ister ve o karamel saçlarını birazdan çıplak kalacak olan geniş vücudu üzerinde dağılmış hayal ederdi. Kadın, adamın sakallarının yumuşak tenine batmasını arzulardı. Kıvılcım böyle çıkardı ortaya ve o kıvılcım temas arttıkça büyürdü.
Eğer o adam derin mavi gözleriyle kadına böyle bakmaya devam ederse, kadın kendini kaybedip bakışları içinde hissederdi.
Eğer o adam, bu kadar yakışıklı ise karşısında ki kadına böyle ilgi ile davranır, onu tedavi ederse kadın kendisinde açılan yaraları unuturdu. O yaralar ona yarar gibi gelirdi.
Eğer o kadın, kendini adama güvenerek teslim etmişse adamın gururu kabarırdı. Kanatları altına almak isterdi.
Bir yatak odasında, bir adam ve bir kadın bu halde duruyor ise ikisi arasında elbet kıyamet kopardı. Şehvet kapılarını çalardı veya duygu yoğunluğu ikisini boğardı.
Sevgi kalplerinden taşar dudakları bulurdu ve bir düzine güzel övgü olarak dışarı çıkardı.
Heyecan, kalbin ritmini öyle değiştirirdi ki hem adam hem kadın ölecek sanırdı.
Korku, akıllarını sarardı. Ya bu gece hemen biterse diye? Ya birbirimize doymadan güneş açarsa diye.
Suçluluk, akılı kurcalardı. İster iki aşık olsun ister iki yabancı.
Öyle bir tutku doğradı ki, iki düşmanı bile birbirlerine bağlardı. O gece ikisi sadece birbirlerini tatmak isterdi.
Pişmanlık, sonradan katılacaktı ortama. Ama ikisi bunu biliyor olsa bile, hiç gelmeyecek gibi delice isterdi o günahı işlemeyi.
Adamın eli titrerdi o kadına daha fazla dokunmak için. Kadının bedeni açlık içinde inlerdi adam kendisine daha fazla dokunsun diye.
Bir kaç soğuk ve pürüzlü dokunuşun ardından iki beden öyle çıldırmış olurdu ki tek çare birbirlerine karışmaktan çıkardı.
Sevişmek tüm yaralara merhem olacaktı.
Victor'un ve benim yerimde olan başka iki adam ve kadın arasında işte bunlar olurdu. Ama öyle bir bitmişlik vardı ki bu yatak odasında düşündüğüm ne varsa, hiçbiri yoktu.
Bir hiçlik içindeydik ve ikimiz hiçtik.
Ne Victor Ural Dizable bahsedilen adamın kendisiydi.
Ne ben, Karmen Ivy As Cindy sözü geçen kadındım.
Yara kadın, yarasız yaralı adam.
Bu odanın içinde ki iki insan, iki yabancıdan veya iki düşmandan bile beter haldeydi. Biz, birbirimiz için ölmüştük. Ölmüş ama gömülmemiştik. Başıboş bir beden olarak kalmıştık ortada.
Daha doğrusu ormanın içinde bir dağ evinin yatak odasında ki yatağın üstünde, birimiz uzanıyor birimiz oturuyor.
Gözlerimi bedenim üstünde gezinen adamın ellerinden çekip kafasına çevirdim. Gerçekten, ölçüsüz seneler sonra yine karşımda duran kişi o muydu?
Ben bir daha asla onu görmeyeceğimi sanıyordum. Kalbime öyle çok işkence çektirmiştim ki Victor'u unutsun diye. Bir başka adamı önce kocam yapmış ardından öpmüş ve koynuna girmiştim. Başka adamın dudaklarını öpersem Victor'un izleri silinir sanmıştım. Başka adamın kollarına girersem Victor'un sıcaklığını unuturum sanmıştım. Başka birini kalbime alırsam, Victor'a olan aşkımı bastırırım sanmıştım. Zaman kovalarsa ve ben kaçarsam Victor beni bulamaz sanmıştım.
Zaman geçti, ben kaçtım, kalbim kurudu, aşk bana nefret kustu ama zamanla o da arkasını dönüp gitti.
Ben başka adamı seviyor oldum, geçmişimi hiç yaşanmamış saydım. Bir tek kolyeyi bırakmıştım boynumda çocukluğumdan hatıra adına.
İçim gider gibi bir nefes çektim fark etmeden. Victor birden mavi gözlerini bana dikti. Bakışlarımız direkt kesişti. Üzerime hafifçe eğilmiş olduğundan başımı kaldırmama gerek yoktu. Adam sargı sarmayı bırakıp karamel rengi gözlerime bakakaldı. Artık yolundan sapmıştı.
Bir zamanlar uğruna olup biteceğim mavi gözlerinde pusuya düştüm. Kara kaşlarına ve kara sakallarına baktım. Yüzünün her bir kıvrımına, sivri çenesine ve kemerli burnuna. O zamandan belliydi aslında bu kadar yakışıklı bir adam olacağı ancak ben bu hale gelişine hiç şahit olmamıştım.
Peki o? Düşüncelerine neler dadanıyordu bana baktığında? Beni bir gün bulacağına emin miydi? Onu terk ettiğim geceden beni bulduğu geceye kadar tam om bir sene boyunca bana aşık kaldığını itiraf etmişti. Kilitler altında ki esir gibi. Bana on bir sene boyunca her gün daha fazla aşık olmuştu ben günbegün aşkımı silerken.
Victor'un boğazı yukarı çıkıp indi, yutkunmuştu. Gözlerini benden çekmiyordu. Kendini geriye itmiyordu. Ben onu seneler sonra en olmayacak adam olarak bulurken o beni dul kalmış ve onu öldürmeye yemin etmiş bir kadın olarak bulmuştu.
Yutkunmuştum.
Bir adam ve bir kadın, birbirlerine böyle derin bakıyorsa o bakışların arkasında ne saklanıyordu? Neyin cevabını arıyorlardı?Adam neden kendini geriye çekmiyordu? Kadın neden gözlerini kaçırmıyordu?
Göz bebeklerim, maviliklerden aşağı indi. Solgun dudaklar, onların tadı hala damağımdaydı. Yalnızca bana ait olduğunu bildiğim o dudakları özgürce öptüğüm günler hissettiğim coşku beni delirtiyordu. O coşku başka kimi öpersem öpeyim aynı şekilde patlamamıştı.
Victor'un yatağa yaslanmış eli hafifçe kaydı ve bedeni biraz daha benim bedenime yaklaşmıştı. Kendini hala düzeltmiyordu. Neredeyse üstüme düşmek üzereydi.
Çıplak bedenimde hissettiğim tek bir tepki yoktu ama bir yandan kimsesiz ruhum mahvoluyordu. Victor'un gri bakışları beni köşeye kıstırıyordu. Kokusu, başımı döndürüyordu. Sert ifadeli yüzünde ki yorgun bakışları, karmaşık saç ve sakalı.
Artık gözlerimi istesem bile çekemiyordum. Çünkü Ural, bana öyle kilitlenmiş bakıyordu ki irislerim bir santim başka yere kaysa günah işlemiş sayılırdım.
Bana hükmediyodu. Bu gri belirsiz çehrede bu sefer ne nefretini sunuyordu ne sevgisini. Bir tutam hasret vardı ancak, inkâr edilemez.
Elim, kontrolü beynimde değilmiş gibi istem dışı havalandı. Benden santimlerce uzakta atmaya devam eden kalbi hissetmek istedim. O kalp benden kilometrelerce uzakta atıyordu hâlbuki. Avucumu açtım ve gözlerimi maviliklerinden çekmeden elimi onun göğsünün üzerine götürdüm. Başta dokunmak ieteyip dokunamamıştım.
Ancak Victor ağırlığını sağ eline verip, sol elini kaldırdı ve havada dikilen elimi şefkatle tutup göğüsünün üstüne götürdü ve kalbine bastırdı.
Etten duvarın arkasına sinen Kalbi, elimin tam altında atıyordu. Ritmi değişmemişti. Bedeni sıcak veya soğuk değildi.
Elimin üzerinde ki elini çekip eski yerine götürdü. Ben ise hala ona dokunuyordum ve bana elimi çekmemi söylemiyordu. Elim kalbinin üstündeyken dudaklarım, "yaşıyor musun," diye mırıldandı.
Acısı silik bir anı gibi göründü. Kısa kesilmiş bıyığının altında ki üst dudağı biraz havalandı ve boğuk bir ses çıktı. "Öyle diyorlar."
Elimi göğsünün üzerinden çektim ve yatağa geri bıraktım. İkimiz donmuştuk sanki.
"Sen...," deyip yutkundum. "Sen ne diyorsun?"
Hemen cevap vermedi. Bedenini destekleyen kolu yatağın üzerinde biraz daha kaydı ve Victor bana iyice yaklaştı. Yüzü, yüzümün tam önündeydi. İki kolu ve koca bedeni arasında sıkışıp kalmıştım.
"Aksini."
Verdiği yanıt üzerine gözlerimin yaş dolduğunu hissettim. Lakin onun bu haline değildi akacak olan damlalar. Bir zamanlar masum bir çocuk olan şeytanın eli değmemiş Ural içindi.
"Katilin kim?" Diye sordum titrek sesimle.
Bir adam ve bir kadının bu kadar yakın durması tehlikeliydi. Ben uzaklaşmasını beklerken o başını, bana iyice yaklaştırdı. Gerginlik, rehaveti söküp attı.
Hayır, bedenleri yakındı bu iki insanın ancak ruhları iki farklı diyarda kaybolmuştu.
Aynı nefesi çekiyorduk içimize artık. Yüksek kibrimizin asil duruşu yerle bir olmuştu. Burunlarımızın ucu temas ediyordu. Buz gibi mavi gözlerinde yas ve yaş yoktu, o hepsini tüketmişti.
Dudaklarımız arasında santimler kalmış gibi gözükse de ırak yollar olduğunu ikimiz biliyorduk. Ancak o dudaklarını yakınlaştırmaya devam etti. Kırmızı et parçam az kalsın, bu zehirli dudaklara değmek üzereydi.
Ancak o adam beni zehirli olarak gördüğü için kendisi pırıl pırıl kalmak istedi ve dudaklarının yönünü değiştirip kulağıma doğru fısıldadı.
"Sensin."
Üzerimden tamamen çekilip eski pozisyonu alması hızlı olmuştu. Gözlerini ne ara yaralarıma geri çevirmişti? Ben daha duyduğum şeyi hazmediyorken. Kendisine pis pis baktım. Asıl talih bizim ayrı kalmamızdı. Ama ben kötü şanslı bir kadındım.
"Ama ben katil olmanın nasıl olduğunu iyi bilirim. Suçluluk duyma Karmen, kimse masum insanları öldürmez. " Bezi bedenime yapıştırdıktan sonra bantı makasla keserken bana baktı. "İgima ve Harvey gibi piçler hariç kimse."
Harvey'in adını katarken gözlerime inatla bakmış ve benden ters bir tepki beklemişti. Ancak ona istediğini vermeyip sustum. Çünkü ne söylesem, önce gülecek ardından bilmiş surat ifadesiyle Harvey'in yaptıklarını yeniden sayacaktı.
"Sırf ben susayım diye tepkisiz kalmaya çalıştığını biliyorum Karmen," dedi kötücül bir sırıtmayla.
"Anlaşılan susmam bile işe yaramıyor."
"Bende işe yaramaz."
Krem sürmekten yapış yapış olan parmaklarını çocuk gibi açıp kapatıyor ve çıkan cırtlak sese gülüyordu.
"Asıl demek istediğim katiller bile iyi ve kötü olarak ikiye ayrılır," dedi bir yandan. "Beni öldürdüğünü söyledim ancak sen aynı zamanda İgima'nın oğlunu, bilinmeyeni, mafyayı, karanlığın çocuğunu öldürmüş oldun. Ömrümün yarısına yetiştim ama kim olduğum bile belli değil." Peçete ile elini silip bir başka sargı bezi paketini açtı. "Ama bu kimliksiz adam eminim ki başına gelenleri hak etmiştir, değil mi?" Dedi iğneleyici bir tonda. "Beni o yüzden öldürdün."
"Bırak," diyerek eline hızla vurdum. "Yaralarımı sarıyorsun ama bir yandan yaralıyorsun."
Beni ters bir bakışla izledi. Ardından vurduğum eliyle sütyenimin bitişinde, göğsümde ki ameliyat yarasını sarmaya devam etti.
"Bana bir daha vurma Karmen, canımı acıttın," dedi ciddiyetle. Ama ciddiyeti tam bir fiyaskoydu.
"Vuracağım. İstersen git babana şikayet et."
"Aa edeceğim zaten."
İstemeyerek gülmüştüm. Gözleri hemen benu buldu. "Şaka mı yapıyorum sanıyorsun?"
Dudaklarımı düz bir çizgi haline getirdim. "Hayır, ne kadar ciddi olduğunu görüyorum. Ama sana kötü bir haber vereyim. Ben babandan korkmuyorum."
Bandajla işini bitirmek üzere olduğu için bana bakmamıştı ama dudaklarının gurur duyar gibi kıvrıldığını görmüştüm.
"Düşünsene," dedim birden. Çıplak bacaklarımda ki sıyrıklara, morluklara merhem sürerken tek kaşını kaldırıp beni dinlediğini gösterdi. "Ya hiç ayaklanmasaydım? Ya hep felç kalsaydım?"
"Olmayan şeyleri düşünerek canını sıkma."
"Elimde değil," diyerek iç geçirdim. Işıl ışıl parlayan avizeye bakıp gözlerimi açıp kapadım. Aylar boyunca gördüğüm tek manzara tavan olmuştu. "Unutamıyorum. Unutacağım kadar zaman geçmedi üstünden."
"Sen güçlü bir kadınsın Karmen," dedi saygıyla. "Seni öldürmeyen her şey güçlendiriyor."
Dudak bükmüştüm. "Ama ben, ben bu kadarını yaşamak istememiştim. Çünkü-"
"Bitti," dedi sözümü keserek ve birden ayağa kalktı. Derdimi dinlemek istemediği açıkça belliydi.
Yüzüm düşmüş ve kalbim kırılmıştı. Arkasını dönse çocuk gibi ağlamaya başlardım. Çünkü yatalak kaldığım o felçli günlerin zorluğu içime sığmayacak kadar fazlaydı. Ancak, karşımda ki adam oturup acımı paylaşmak ve bana teselli vermek istememişti.
Yataktan uzaklaşırken ayağa fırladım ve yerdeki kıyafetleri üzerime geri geçirirken nefretle, "Biliyor musun," diye bağırdım. "Bu evden çıkıp gideceğim günü iple çekiyorum. Yüzünü daha fazla görmek zorunda olmadığım o günler, öyle uzaktaymış gibi geliyor ki. Resmen acı çekiyorum. Seni karşımda her bulduğumda, sesini her duyduğumda, bana her dokunuşunda, kokunu her aldığımda aklıma sadece kim olduğun geliyor ve bu benim midemi bulandırıyor. Bu evden çıkıp gideceğim ve bir daha asla... asla seninle aynı yerde olmayacağım. O günlerin hasretini şimdiden çekiyorum.
Kıvrak bir el hareketiyle parmaklarını saçlarına sokarak geriye savurdu. Üzerinde ki siyah boğazlı kazağını ve siyah pantolunu düz bir suratla silkeleyip başını salladı.
"Kendini benim yerime de konuşmuş say. Duygularımız karşılıklı Karmen hatta bu saydıkların az bile. Çünkü sana karşı düşündüğüm her şeyi söyleyecek olsam ne sabahlar ne geceler yeterli gelir."
Yüzüme bakarak üç adım attı ve sonra arkasını dönüp kapıya yetişti. Peşinden koşup onunla dövüşmemek için direndim. Ancak dilim, o kadar itaatkâr değildi.
"YERİNE HARVEY'İ BİLE TERCİH EDERDİM!" Diye bağırdığımda kapının önüne duraksadı.
"O katil piç dediğin, insan kaçakçısı olan adamı. Senin yerine onun bile burada olmasını isterdim." Sesim alçaldı ama etkisi ağırlaştı. "Harvey'i yine sana karşı tercih ederdim Victor. Tıpkı on bir sene önce yaptığım gibi. Zaten etraf gece ve dışarıda, tıpkı o gece ki gibi yağmur yağıyor."
Söylediklerimde doğruluk payı yoktu ama istediğim tek şey onu bir şekilde yaralamaktı.
Kapıyı tutan elini tahtayı parçalaycak kadar sert sıkıyordu. Verdiği öfkeli nefeslerin sesi karanlık gökyüzünde patlayan gök gürültüsü ile karıştı. Başını omzunun üstünden bana çevirdi. Gözlerinin önü kararmıştı. Çenesini öyle sıkıyordu ki bir cani kadar korkunçtu.
"Hayallerine küs Karmen Ivy As Cindy." Dedi gaddarca. "Çünkü ben o piçi çoktan mezara koydum."
Yüzüme bakmaya tenezzül etmeden gitmek üzere yerleri sarsan bir adım attı ama yine durdu. "İki gün daha sabret, ondan sonra birbirimizi iş ortaklığı haricî başka hiç bir yerde görmeyeceğiz.
Bir zamanlar birbirimizi iki saniye bile görmek için savaş verirdik.
"Sadece iki gün. Fazlası olmayacak," dedim.
Gidecek gibi oldu ancak adım atmayı yine ihmal etti.
Onun yerine ben odadan çıkmak için sabırsızca hareketlendim. Kapıya yetişip Victor'un önünden geçerken hırpalanmış kalbinden geçen en doğru sözleri söyledi bana.
"Senden nefret ediyorum Karmen. Senden, on dört harften daha fazla nefret ediyorum."
Bu sözler aşina gelmişti kulağıma. On bir sene önce bana "seni seviyorum Karmen, seni on üç harften daha fazla seviyorum," demişti.
Ben de çok mutlu olmuştum çünkü beni sevmenin ta kendisinden bile fazla seviyordu. İşte şimdi, ters düz olmuştu bu cümleler.
Benden artık nefret etmenin kendisinden bile daha fazla nefret ediyordu.
Ben kapıdan çıkarken telefonu çalmaya başlamıştı.
İçeriye geçinçe sönmek üzere olan ateşin üstüne odun attım ve şöminenin başında oturup onların tutuşarak yanmasını izledim. Minderim ve salon sıcak olduğu için sıcaklık beni çabucak sardı. Kendimi hiç bir şey düşünemeyecek kadar bilinçsiz hissediyordum. Yaptığım tek şey alevlere bakıp turuncu yansımasını yüzümde hissetmekti.
Az sonra odanın kapısı açılıp kapandı ve şömineye yaklaşan adım seslerini duydum. Victor yetiştiği gibi koltuğuna oturdu ve sigara paketinden bir dal alıp yakarak içine çekti.
"Çok üzgünüm," dedi tütün dumanını üflerken. "İgima, araba koleksiyonumun hepsini patlatmış." İgima Dizable çok öfkeliydi çünkü en büyük sırrı elinin altında değildi.
"Onunla yüzleşmek istiyorum," dedim. "Gözlerinin içine bakmak ve ona nasıl zarar verdiğimi izlemek istiyorum."
Cevap vermedi ve bitmemiş sigarasını ateşlerin üstüne fırlattı. Cebinden başka bir kutu çıkartmıştı. Göz ucuyla baktığımda ağzına puro koyup yaktığını gördüm. Kokusu daha ağır ve aromatikti.
Ateşi sessizlik içinde seyretmeye devam ettik.
Biraz zaman sonra telefonuma art arda gelen mesajlarla dikkatim dağıldı. Gözlerimi ateşten çekip minderin yanında koyulmuş ışığı yanıp sönen cihazı elimde aldım.
Victor telefonuma, "Güvenme..." "Çünkü..." "Ben, Senim," diye mesajlar atmıştı.
Gözlerim, yanı başımda oturan adama kaydı. gülmemek için dudaklarını bastırıyordu.
"Komik değil," dedim gözlerimi devirip.
"Komik," diye tersledi beni alaycı bir sesle.
Ona az önce söylediğim o alçak sözlerin üstesinden çoktan gelmişti. Veya onun gözünde söylediklerimin hiç bir önemi yoktu.
Telefonu yerine bırakıp şömineye geri döndüm. Bir zamanlar bilinmeyen numaranın kim olduğunu birlikte tahmin ettiğimiz ve gizli kapaklı işler yürüttüğümüz suç ortağım vardı.
O suç ortağım aynı zamanda dünyanın en temiz insanıydı. Ve benim şoförümdü. Eline onu işten kovduğuma dair fesihname tutuşturduğum zaman düştü aklıma.
O gece "ben ölürsem hayatına devam edeceksin," diye zorla yemin ettirmiştim adama.
Ceyhun Dinç...
Acaba bana verdiği yemini tutmuş muydu?
⛓️⛓️⛓️
Yan yana dizilen yüzlerce ufak kiralık depolardan birinin kepenki yukarı doğru kaldırıldı. İnce demirin çürümüş yağsız sesi boş koridor boyunca duvarlara çarparak yankılandı. Kepenkin altından başını eğerek bir adam geçti içeride ki ufak boşluğa.
Deponun içinde yalnız değildi. Ondan başka bir genç kız ve yüzü solgun adam duruyordu. İkisi belli ki gelen adamı bekliyordu. Uzun boylu, üzerinde deri siyah ceket olan adam kepenki arkasından indirip kendisini bekleyen iki kişiye döndü.
Üçü sessizce başıyla selamlaştılar. Uzun boylu, yapılı vücutlu, kahverengi saçlı, yüzü yorgun adam deponun en geniş solgun gri duvarına yaklaştı ve üzerine asılı olan her bir şeyi tekrar tekrar inceledi.
Arkadaki iki kişi suskun bir şekilde önce onun konuşmasını bekliyordu. Sert bakışlı adamın nasırlı ve kalın parmakları asılı olan kağıtlar, ipler, fotoğraflar üzerinde bir yol izliyormuş gibi gidip geldi. Başını salladı ve bir adım geriye atıp duvara genel bir bakış attı. Nihayet boğuk bir sesle ve sokak ağzıyla konuştu. Kendini ifade edebilme şekli diğerlerinden geri kalmıştı.
"Rengin Şahut'un fotoğrafını çok şüpheli kısımdan az şüpheli kısmına indirin."
Arkada ki iki kişi birbirine duyduğuna inanmayan bir şekilde baktı. Kafası neredeyse kelleşmiş olan zayıf adam yavaş adımlarla duvara yaklaşıp en üstte yer alan sarışın gülümseyen kadının resmini alıp raptiye ile az şüpheli kısmına iğneledi.
"Neden," diye sordu tiz sesli genç kız dayanamayarak.
Adam kıza başını çevirmeden gözleri ile yandan bakış atarak, "Bugün zor da olsa bir şeyleri itiraf etti. Dediğine göre Emir Aybeyaz'la üç aydır görüşmüyor."
"Yalan da olabilir," diye itiraz etti kız hemen.
"Olabilir," dedi adam sükunetli bir tavırda. Kafasının içinde Rengin ile ettiği kavga dönüp duruyordu. "Olabilir ama olmayadabilir, bilemeyiz."
Kız sustu, çarpık yüzlü adam ise onların yanına yaklaştı.
"Peki bugün sen ne yaptın örgülü?"
Saçları kafasının sağ ve sol tarafı olarak iki tarafta örgülü olan mavi gözlü kız dilini dudaklarının üzerinde gezdirip yutkundu. Onunda gözlerinde karanlık sular yüzüyordu bugün. Sakladığı bir şey olduğu apaçık belli iken saatler önce Ronni ekibi alt tetikçisi ve bilgisayar uzmanı Hazar Onat'la yaşadığı kavgayla karışık yüzleşmeyi yok saymaya çalıştı.
Diğer iki adam kızın suratına onu çözmeye çalışır gibi dikkatli baktı. "Bir sorun mu oldu," diye sordu sokağın büyüttüğü çocuk.
"Aynı şeyler," diye geçiştirdi. "Gözetlemeye devam ettim ama uzaktan olduğu sürece elime net bilgiler geçmeyecek."
Adam kızın dediğine içten bir şekilde inanmadı. Ancak kendisi bile bugün ki kavgasını anlatmaya niyetli değilken başkasının yalan söylemesi üzerinden duyar gösterisi yapamazdı.
"Bugün şüpheli kişilerlerden biriyle görüşmüş veya konuşmuş olma ihtimalin ne kadar?"
Kızın boğazına yumru oturmuştu. Asi gözlerini kaçırıp örgüleri ile oynadı.
"Hayır. Kimseyle görüşmedim. Sadece kapının önünde saklandım ve herkesin çıkışını izledim."
Adam başıyla onay verip duvara geri döndü. Ellerini cebine sokup gerindi.
"Emin misin?"
"Şey... Ah, aslında bugün tuhaf sayılacak bir adamla karşılaştım. Peperonni'nin önünde. Ya da adam normaldi ve biz her seyi paranoyaklaştırmaya başladık."
"Hiç bir detayı gözden kaçırmamalıyız. Adamı anlat."
"Emir için kargo getirmişti. Ama konuşması tuhaftı, acelesi vardı. Emir'in adını söylerken gözlerinden ateş çıktığını bile gördüm. "
"Adını öğrendin mi? Veya nasıl gözüküyordu? Onu ilk kez gördüğüne emin misin?"
"Evet, şey..." Kafası sürekli Hazar'la olan kavgasına gidip duruyordu. "Şey, adamın adı Ali Duman. Ve yaşı biraz büyük duruyordu. Kahverengi saçlı ve gözlüydü. Bakışları çok oturaklı ve içine kapanıktı. Bir de gerçekten yakışıklı bir yüze sahipti. Yorgun ama yakışıklı."
Maytap kızın koluna hafifçe vurdu. "Aşık olmuşşun gibi tasvir ediyorsun adamı."
Kız suratını astı. "Ne kadar yakışıklı olsa da benden büyük olduğu aşikar, ayrıca saçmalama Maytap. Ben kimseye aşık olmam."
Ceyhun ikisinin atışmasını es geçti ve "Ali Duman," diye tekrarladı. "Artık gözetlemeye çıktığında bu adamın tekrar oraya gelip gelmediğini de özellikle kontrol et."
"Ne düşünüyorsun ustam?"
"Bilmiyorum, ama Hollanda'nın anlattıklarını göz önüne alırsak... Bence Ali Duman denilen adam bir teslimatçıdan daha fazlası olabilir."
"Tamam," dedi Aylin. "Artık ona da dikkat edeceğim."
"Tetikçi piç işten kaçta çıktı?"
"Akşam sekiz gibi."
" Artık kaç günde bir nöbete kalıyorlar?"
"Şüphelilerden Hazar Onat ve Elvin Gani haftada iki kere kalıyor. Tetikçi Aybeyaz ise haftanın her günü. Dedektif Seller her zaman ki gibi en az şüpheli yerini korumaya devam ediyor. "
"Başka?"
Kız bulanık zihninde ki diğer detayları hatırlamaya çalıştı. "Emir ve Elvin bu hafta birlikte çıkıp Peperonni özel aracıyla Ana Merkezden ayrıldılar."
"Takip ettin mi?"
"Bir yere kadar, fakat gittikleri yer şüpheli olmayınca eski yerime geri döndüm."
Kızın anlatacakları bitmişti. Adam duvara döndü; Emir, Hazar, Elvin, Kehribar, Kozan'ın fotoğraflarının asılı olduğu "Çok şüpheli" kısmına baktı.
"Kızıl kehribarda durum ne?"
Şimdi gülüşü kendisinden acımasızca çalınmış olan adamda idi konuşma sırası.
"Hızına yetişemiyorum. Eskisinden daha hırslı olduğunu biliyorsunuz. Yani şeyden beri," sesi titredi. "Karmen'den.." söylenen bu isim depoda ki herkesi bir anlığına dondurmaya yetmişti. Özellikle taksici olan adamı.
"t.g.i.f içinde alım satım yapıp duruyor. Bulaşmadığı pislik kalmadı. Evde bizimle çok az sohbet eder oldu," deyince kız da onayladı. "Şüpheli olan bir davranışı yok mu? İş yaptığı adamların peşine düş, eline geçen belgelere bakmayı dene."
"Denerim."
Neredeyse her gün yaptıkları toplantının sonuna gelmişlerdi."
"İlerleme kaydetmiyor oluşumuzun sizi bozmasına izin vermeyin," dedi hafif bir korkuyla. Moralinizi demek yerine sizi diyecek kadar konuşması geri kalmıştı.
Diğer ikisi kafasını hızla hayır olarak salladı.
"Bir yerde, hiç beklemediğimiz bir anda ipin ucunu bulup ilerleyeceğiz. O hainin veya hainlerin artık kaç kişilerse hiç beklemedikleri anda boğazlarına yapışacağız. İkiniz, onların nefesini kesecek insan olacaksınız. Buna inanın." Kendinden emin bir şekilde kafasını salladı. "Bana inanın."
Adam her buluşmada bu konuşmaları yapmazsa kendini eksik hissediyordu.
"Kadın melek olup aramızdan ayrıldı. Ama bilmeli ki onun kanı yerde kalmayacak kadar kıymetli. Bilmeli ki yalnız ölmedi. Bilmeli ki arkasında onu sevenler var ve sevenleri onun için savaşıyor. Tıpkı o kadın kadar cesur olmalıyız. Tıpkı o kadın kadar dirayetli, o kadın kadar şerefli, o kadın kadar güçlü olmalıyız."
Kollarını iki yana açıp hem kızın hem adamın omzuna koydu.
"Yandaşların intikamı alınacak. Skar'ın, Dilaver'in ölümü boş yere olmayacak."
Daha güçlü bir şekilde nefes çekti içine taksici adam.
"Karmen'in intikamı alınacak. Hak ettiği intikam ona verilecek."
Ağzından çıkan her bir kelime yemin kadar kuvvetliydi. Kollarını indirip, "Tamam, bugünlük değerlendirme bu kadar yeter. Her zaman ki gibi Tltek tek kimseye görünmeden çıkın."
"Kendine iyi bak," dedi kız.
"Sende."
"Görüşürüz usta," dedi tiz sesli adam.
Taksici başını salladı.
Ve bu gizemli depodan ilk olarak örgülü çıktı. Peperonni'den bilgi toplayan ve gerektiği yerde silah kullanacak olan 21 yaşında ki asi ruhlu kız.
Aylin Mat.
Karanlık Dünya'da bilinen lakabı ile Hollanda.
Arkasından zayıf adam çıktı. Şapkasını kafasına takıp eskimiş mavi gömleğini pantolonun içine sokuşturmaya çalışıyordu. Kızıl Kehribar'ın ve Ceyhun Kozan'ın yakından takipçiydi. Ama aynı zaman da bu adam da silah kullanıp can alacaktı.
Sezer Tokdemir.
Karanlık Dünya'da bilinen lakabı ile Maytap.
En sonunda işin ele başı olan adam çıktı. Silah kullanmama yeminini bozmayan fakat cahil saydığı aklını her geçen gün sırf kadın hatrına geliştirmeye çalışmış, oyunu oynamaktan geri kalmamış ve karanlık dünyaya girmiş olan adam.
Ceyhun Dinç.
Karanlık Dünya'da bilinen lakabı ile "Taşıyıcı."
Bir lakabı vardı artık onun. Gerçek ismini kirletmekten korkutuğu duruma gelecek kadar çok batmıştı bu dipsiz bataklığın içine. O yüzden artık karanlığın bir parçası olduğunu kabullenerek kendine bir lakap vermişti.
Korkuyordu Ceyhun, attığı her adımda. Olmak istemediği birine dönüşmekten korkuyordu. Ama hala silahı asla eline almayacak kadar çok nefret ediyordu.
Karmen'in yaşarken başına gelmesinden korkutuğu en büyük şeydi bu. Saf ve temiz olan, aydınlık olan adamın ruhunun kirlenmesi.
Fakat ikisi de çok iyi biliyordu. Karanlık Dünya'da herkes karanlıktı.
"Ne içindeyi Karanlığın, Ne de büsbütün dışında..."*1
Etrafına baktı, başka kimseyi görmeyince kepenki tuttuğu gibi aşağı kadar hızla indirdi. Depo, içinde ki kimsenin bilmediği sırlarla birlikte tamamen kapandı. Ve yanında dizilmiş olan diğer yüzlerce depo gibi sıradan gözükmeye devam etti.
Ama asıl merak edilen soru, bu üç kişi bu hale nasıl gelmişti?
(*1Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şiirinden bir parçası değiştirilmiş olarak*)
⛓️⛓️⛓️
3 AY ÖNCE
Ceyhun Dinç'in gidecek hiçbir yeri kalmamıştı. Hayatında değer verdiği en önemli insan gözlerinin önünde bir uçurumun kenarından kayıp düşmüştü. Haftalar boyu onu aradı. Her ormanı, her dere, nehir, göl kenarına baktı. Ancak tek bir iz yoktu. Kadının cesedini bile bulamadığı için perişan oldu. Öldüğünü kabullenmek iki haftasını aldı. Karmen için Harvey'in yanında boş bir mezar kazıldı. Boş mezarın üstüne toprak atanlardan biri de Ceyhundu.
Taksici adamın her günü ağlayarak geçiyordu. Kendisine bırakılan paranın tek kuruşuna bile dokunmak aklından geçmiyordu. Halbuki Karmen ona zorla yemin ettrimişti.
Ceyhun Dinç yeminini tutmadı. Karmenden sonra hayatını yaşamak yerine acısı içinde boğulmayı tercih etti. Geceleri gözüne uyku girmez gündüzleri yatağından kalkacak gücü kendinde bulmazdı. Dağ gibi adam şiddetli bir deprem sonrası yıkılmış harabeye dönmüştü.
O boş mezar Ceyhun'un her sabah erkenden kalkıp gittiği tek adres oldu. Yığın toprağın başında oturur mezarın kuru toprağına inat üstüne bembeyaz lale bırakır ve yas sigarası içerdi. Karmen'in mezarıyla saatler boyu konuşur, olmayan cesedi güldürmek için bir kaç saçma espiri bile yapardı. Kendisi hiç gülmezdi.
Sahip olduğu tek şeye dönmesi haftalar sonra oldu. Eskisi gibi bir taksiciydi artık. Hiç bir yolcusuyla iletişim kurmazdı. Hele ki kendisine adını sorup denk gelirse iş teklif edenlerle. Çünkü tüm her şey ona sadece patronu olan kadını hatırlatıyordu.
Etrafı kırıp dökecek gücü yoktu. Sessiz bir yas içinde hayata, kopmak üzere olan bir iple tutunmuştu.
Fakat duygusuz insan diye bir şey yoktu. Duygusu eksik insan vardı. Kiminde merhamet eksik diye cani oluyordu. Kiminde nefret eksik diye masum kalıyordu.
Masum kalan Ceyhun'un içinde şimdiye kadar nefret yoktu. Umut vardı, safi hisler vardı. Bunun tek sebebi içinde büyümeyen kuvvetli bir nefretin olmayışıydı.
Fakat her sabah boş mezara gitmesi, gözleri önüne Karmen'in hayalinin gelip durması, akıttığı göz yaşlarını avucunda hissetmesi onu yavaş yavaş delirtmeye başladı.
İçini yiyip duran bir his vardı. O his ne uyuyunca geçiyordu ne ağlayınca. O his Ceyhun'u harekete geçirmeden eriyip gitmeyeckti.
Adam ne yapacağını bilmiyordu. Dövüşmeli miydi? Hayır ona göre değildi kurallarına göre kavga etmek. Onun kontrolsüz bir gücü vardı önüne gelene yumruk savurur işini öyle görürdü.
Ne yapmalıydı? Ne hakkında böyle suçluluk duyuyordu? Tek odalı evinde tur atıp duruyordu. Sonra gözlerine bir kaç kağıt parçası çarpttı. Bunlar eski günlerden kalan belgelerden planlardan bir kaç alakasız parçalardı. Yine de o kağıtlar Ceyhun'u kendisine çekti. Adam onları evirdi çevirdi, inceledi okuyup anlamaya çalıştı. Kafası pek basmadı. Şimdiye kadar Karmen'in yanında yaptığı tek şey kendisine söyleneni yapmak olmuştu. Araba sürer, kadını mutlu ederdi. Görevi bundan ibaretti. Düşünmesine gerek yoktu, karanlık planlar yapmasına Karmen izin vermemişti hiç.
Ancak kendisine bir silah vermişti. Ceyhun yatağın yanında ki komodinin üst çekmecesini açıp buz gibi duran ağır metali eline aldı. Parmağını tetiğe götürdü ama dokunamadı. Silahı vebalı bir şeymiş gibi fırlatıp elini pantolununa sildi.
İçindeki bu duyguyu bastırmak için bir şeyler yapmayı kafasına koymuştu ancak o anda başka bir şeyi daha anladı. Yardıma ihtiyacı vardı. En azından tamamen kirlenmemek için.
Ancak herkes birbiriyle bağlarını çoktan koparmıştı. Ortada ne yandaşlar kalmıştı ne de aydınlık için savaşan kimse. Karmen'in ölümü herkesi yenilgiye sürüklemişti.
Ayrıca Ceyhun herkese körü körüne güvenemezdi. Çünkü ortada hala gizemini koruyan bir hain vardı. İşte o hain, Karmen'in ölümünden sorumluydu.
Ceyhun, banyosunda ki küçük aynanın karşına geçip kendine bakıp durdu. Aynada ki adam ona tanıdık gelmedi. Fakat o adam tanıdık olmayan birine dönüşmeye hazırdı. Karmen için.
Ceyhun'un içinde ki sahipsiz duygu o anda tatmin olmuştu. Karanlık Dünya içine bir başka masumu daha çekmeyi başardı.
Günler sonra Ceyhun uzun uzun düşündükten sonra güvenebileceği tek bir kişiyi evine çağırmakta karar kıldı. Kendisine yardım etmesi için o kişinin ayaklarına kapanıp yalvarmaya hazırdı.
Saatler sonra kapısı normal bir şekilde çalındı. Ceyhun'un yüreği ağzında atıyordu. Silkelenip kapıya doğru yaklaştı ve elini kolun üzerine koydu. Ancak aşağı indirmek ve aylar sonra tanıdık bir yüz görmek zor geliyordu.
Kapı bu sefer daha sert çalındı ve arkasında ki adam ilk kez konuşmuştu.
"Usta! Evde değil misin? Geldim işte, aç kapıyı."
Ceyhun kapıyı ardına kadar açtığı anda karşısına duran Maytap'ın yüz ifadesi birden değişti. Çünkü Ceyhun, kendisine yandaşları, o günleri ve dostu, kardeşi olan Skar'ı ve Patronu Karmen'i hatırlatmıştı.
İki adam öylece durup birbirine baktılar. Kendine ilk gelen Ceyhun oldu ve onu içeriye korkak bir sesle davet etti. Maytap eskimiş ayakkabısını soyup içeri geçti. Tereddütle adım atıyordu. Üzerinde lekeli kot pantolon ve kahverengi bir kazak vardı. Önce Skar'ın sonra Karmen'in ölümü bu gülümseyen adamın gülüşünü soldurmuştu. Bu adamdan geriye hiçbir şey kalmamıştı.
İkisi birbirine bakıp durdular. Maytap ağzını yavaşça açıp, "nasılsın," diye sordu.
Ceyhun onun kadar içine kapanıktı. "Beni her gün canlı canlı yakıyorlarmış gibi." Yutkundu. "Sen nasılsın?"
Maytap bir tutam saçını geriye yasladı. "Dünyanın tüm renkleri soldu. Her şeyi siyah beyaz gören zavallı bir adam gibiyim."
Bir kez daha sustular. Ve sadece birbirlerine "biz bu hale nasıl geldik," der gibi bakıp durdular. Baktıkça, ikisi eski güzel günleri hatırlamaya başladı birbirlerinin gözlerinde. Kötü ama güzel günleri, en azından o zaman hem Skar hem Karmen yaşıyordu. Üstelik Cansu, ve avukatlar gibi masum insanlarda ölmemişti.
Odaya esen soğuk rüzgar bile melodram içeriyordu. İki adamın içinde ki yokluk ve kimsesizlik, özlemle birlikte karıştığı anda ikisi daha fazla dayanamadı ve birbirlerine sarıldıkları anda ağlamaya başladılar.
"Kadın gitti, kadın yok, gitti," dedi hıçkırıklarının arasında Ceyhun. Maytap daha sıkı sarıldı. "Gitti..." dedi. "Gittiler."
"Kimse kalmadı," diyerek feryat etti Ceyhun. "Hem de hiç kimse kalmadı," diye devam ettirdi Maytap.
Sırtlarını sıvazlıyorlar ve burunlarını çekiyorlardı. Kollarını indirdikten sonra ikisi birbirine bakıp uzun zaman sonra ilk kez hafifçe güldüler. Yüzleri çökmüş ve göz altları morarmıştı. Ne kadar değiştiklerini söylemeye gerek duymadılar.
Ceyhun yatağa ve Maytap da ince sandalyeye oturdu.
"Ustam, çağırdığın iyi oldu. Ağlayıp göz yaşı dökmeye gerçekten ihtiyacım vardı. Birbirimizi görmüş olduk, iyi yaptın."
"Evet, ben de öyle düşündüm," dedi Ceyhun gergin bir tonda. "Ama, seni buraya hasret gidermek için çağırmadım," diye söylemişti bir çırpıda.
Maytap yerinde hareketlenip sırtını dikleştirdi. "Bir- bir sorun mu var?"
Kelimeler Ceyhun'un ağzından çıkmıyordu. Çünkü oynamaya kalkıştığı bu oyunun ne kadar tehlikeli ve can sıkıcı olduğunu biliyordu. Başka kimse, bir sevdiğini veya kendi canını kaybetmek istemeyecek kadar akıllıydı. Yalnızca Karmen'de deli cesareti var, diye düşündü Ceyhun o anda.
"Ceyhun ustam konuşsana, bir derdin varsa söyle hallederiz."
"Dert değil," dedi Ceyhun ayağa kalkarak. "Hiç bitmeyen oyunlardan birisi daha. Biri ölüyor diğeri arkasından intikam peşinden koşuyor. Kaç kere yaşanacak bu illet? Bilmiyorum. Ne zaman bitecek bilmiyorum. Ama..." derken kendisine şaşkınlıkla bakan Maytap'ın gözlerine odaklandı. "Ama şimdi bitmeyecek. Aklımı kaçırdım biliyorum, bu ben değilim ulan. Ben böyle bir adam değildim. Ama işte bu hale geldim."
"Ceyhun ustam," diye masum bir şekilde seslendi Maytap. "Bu sözlerin sonu nolursun korktuğum o yerde bitmesin."
Ceyhun parmaklarını sakallarına geçirip çıkarttı. Dudak etlerini dişleyip kendini devam etmeye zorladı. "Tam da orada bitecek Maytap, ben dayanamıyorum. Bak, kadın herkes için savaştı ama onun için kimse savaşmayacak mı? Kazanmak demiyorum, en azından onun için ter bile dökmeyecek miyiz? O intikam almak istedi, biz de istemeliyiz. Mecburuz. Onun için bunu yapmak zorundayız."
"Onun için yapman gereken tek şey Ceyhun kardeş, hayatına devam etmek olacak. Karmen seni böyle sevip saydı. Eğer yaşıyor olsaydı-" derken sözünü kesti hemen Ceyhun.
"Ama yaşamıyor. Yaşamıyor Maytap, Karmen... Yavrum Karmen öldü. Öldürdüler onu..." Boğazından aşağı keskin bıçak geçirdi birisi adeta.
Maytap oturduğu sandalyede sırtını iyice büktü. Sesinde yargılayıcı bir ifade yoktu. Ceyhun'u anlıyordu.
"Bak ustam, Karmen bizler gibi değildi. Onun ailesi yoktu, kimsesi yoktu. İşi yoktu, kendine ait parası yoktu, kendine ait arkadaşları yoktu. Yapayalnızdı. O yalnızlık içinde eline geçen tek şey intikam oldu. O yüzden ona böyle sarıldı. Çünkü intikam onu kurtardı, intikam onu hayata geri döndürdü. İntikam ona bir hayat sundu, kendisine ait bir hayat. Ama sen de biliyorsun..." tükürüğünü yuttu, boğazı kurumuştu.
"O da intikam peşinde koşmak istemiyordu. Başka çaresi yoktu diye koştu. Çünkü intikam ve o silah, içindeki yeminli kurşun o kadının bir parçası olmuştu. Ama sen böyle değilsin, ben böyle değilim, biz onun durumunda değiliz. O istemezdi, senin veya benim hala bu pisliğin içinde yüzüyor olduğumuzu görmek istemezdi. Hele ki senin Ceyhun kardeş."
Ceyhun Maytap'ın dediği her şeyi önceden düşünmüş ve Karmen'in mezarında bile bu konuyu onunla tartışmıştı. Yine de içinde ki o çayır cayır yanan ateş sönmüyordu.
"Olmaz Maytap, olmaz. Böyle olmaz, düşmanları onun arkasından gülüyordur. O herkes için savaştı, ölüp gitti. Zavallı kadının arkasından kimse kılını kıpırdatmadı bile diyorlardır. Biliyorum ben. O kansızlar ne düşünüyor biliyorum."
Maytap itiraz edemedi. Başını ellerinin arasını alıp kafasını sıktı. "Bu konu için ilk geldiğin kişi ben miyim?"
"Evet, güvenecek kimse yok. Biliyorsun ortada-"
"Ortada bir hain var, biliyorum. Ben değilim, şerefim ve namusum üzerine yemin ederim. Ölü kardeşim Dilaver üzerine yemin ederim ki ben değilim."
"O yüzden buradasın," dedi Ceyhun.
"Tetikçiyle hiç görüştünüz mü?"
Ceyhun'un sinirden tek kaşı dikilmişti. "O piçle o günden beri hiç görüşmedik. Zaten çöplüğüne geri döndü. Biliyorsun değil mi?"
Maytap usulca başını salladı. "Geri dönmez sanıyordum."
"Ben de öyle sanıyordum. Şerefsiz, var onda bir şeyler. Hatta hain o bile olabilir."
"Kim olduğunu hemen bilemezsin," dedi Maytap.
"Doğru, seçenek çok ama neyse ki bir tane cevap var. O cevap da er geç ortaya çıkar. Bak Maytap seni zorlamıyorum, istemiyorsan çıkıp gidebilirsin."
"Bak," dedi Maytap gözlerini kısarak. "Ben sevdiklerim için her şeyi yaparım. Ama bu durumda istemeyen ben değilim, Karmen. O istemezdi, gitmiş olsa bile, arkasından onun fikirlerine saygı duymak istiyorum."
Ceyhun kendini iğrenç birisi gibi hissetti. Maytap'ın dediği her yalan kendi doğrularından bile doğruydu.
"Olsun, ben tanıyorum kadını. Yemin ediyorum ki tanıyorum. Biz onunla her gece dertleşirdik. Ben... "Deyip sustu. Ceyhun, Karmen'in geçmişini biliyordu. Ceyhun Karmen'in çocukluğunu, neler yaşadığını ve deli gibi aşık olduğu adı Victor olan adamı bile biliyordu. "Ben onu biliyorum Maytap, intikam istemez. Hele ki işin içinde ben varsam. Ama sana yemin ederim ki..." gözlerinden yaşlar boncuk boncuk akıyordu. "Yemin ederim ki içten içe mutlu olur. O intikamı hak ediyor. Herkesten çok hak ediyor hemde."
Maytap'ın kurumuş gözlerinden yaşlar aktı. Art arda iç çekip durdu. "Kendini kirletme be Ceyhun ustam."
"Tamam, kirletmeyeceğim. Hatta ben... adım yerine kendime lakap bile bulacağım."
"Lakap mı?"
"Evet sizler gibi. En azından adım temiz kalsın değil mi? Karmen'in mezarına temiz kalan adımla gideyim bari değil mi?"
"Evet," dedi Maytap halsizce.
"Bir lakap olmalı, her hangi bir lakap... Karanlık Dünya'da yaşamını sürdürecek olan bir lakap."
Düşünüyordu ancak aklına hiç bir şey gelmiyordu. "Taşyc..." Diye bir şeyler mırıldandı Maytap. "Ne dedin?" Dedi Ceyhun hızla.
"Taşıyıcı nasıl olur? Saçma gibi duruyor aslında. Ama sen şoförsün," Maytap'ın sesi Ceyhun tepki vermeyince giderek kısıldı.
Ceyhun'un hüzünlü gözlerinde çakmak taşının ufak kıvılcımı gibi alev parladı. "Taşıyıcı... Bence... bence harika olur."
Maytap anlamsız bir tebessüm bıraktı. "Ne diyeyim? O zaman lakabın hayırlı olsun."
Ceyhun kendine bir lakap vermesiyle içinin daraldığını hissedip pencereye gitti ve başını camdan dışarı çıkartıp sonbahar mevsiminin kahverengi havasını içine çekti.
Tam o sırada evin kapısı çok sert bir şekilde tekmelenmeye başladı. Ceyhun kafasını hızla içeriye soktuğunda Maytap gözlerini etrafta gezdirip yere atılmış olan silahın üstüne çullanıp eline aldı ve kapıya doğru tuttu.
"Başka birisini daha bekliyor muydun," diye sorud Maytap sessizce. Ceyhun başını iki yana salladı.
Maytap ayağa kalkıp silahın duruşunu bozmadan kapıya yaklaştı ve Ceyhun'a kaşıyla arkasına geçmesi için işaret etti. Ceyhun hemen dediğini yaptığında Maytap kapının kolunu öyle hızlı indirdi ki kapı açılırken içeriye rüzgar gibi etki bıraktı.
Adam, silahı karşısında ki kişiye tuttuğunda bir çift mavi göz ürpertiyle geriye sıçrayıp çığlık attı. Maytap silahı hemen indirip evin içine geri attı ve kapının önünde ki kızı kolundan tuttuğu gibi içeri çekip arkasından kapıyı çabucak kapattı.
Ceyhun gelen kızı gördüğünde gözlerini kocaman açmıştı. Maytap soluk soluğa kıza, "Senin burada ne işin var kızım," diye bağırdı.
Gelen saçları her zaman ki gibi örgülü olan Hollanda'ydı. Çehresini çatmış, ters bakışlarla iki adamı süzüyordu. "Asıl senin bu evde ne işin var," dedi kız. Ardından tekrar Ceyhun'a kaydı gözleri. O da Maytap gibi uzun zamandır görmediği bu adamın gözlerine daha fazla bakarsa kafası karışacaktı.
"Hollanda," diye kısık sesle seslendi Ceyhun. "Örgülü..."
"Beni takip mi ettin sen?" Diye çığırdı Maytap.
"Evet ettim! Dünden beridir evde ki tuhaf davranışların iyice gözüme battı Maytap. Bugün de bir kaç kıytırık yalan söyleyip evden çıkınca kendimi senin peşinden gelirken buldum."
"Seni Kehribar mı yolladı?"
"Hayır," dedi kız kaşlarını çatarak. "O işe gitti, gözünün önünde intihar etsen fark etmeyecek kadar dalgın zaten."
Maytap rahatsız bir nefes vermiş ve ellerini beline dayamıştı. "İyi, geldiğin gibi git şimdi."
"Hayır, ikiniz burada ne karıştırıyorsunuz söyleyeceksiniz!"
Ceyhun kızın yanına yaklaşıp ince kolundan tutup kendine çevirdi. Aylin asi bakışlarını onun kahverengi yorgun gözlerine dikti. "Sana bir bakayım," dedi Ceyhun içi giderek. Sonra kızın yüzünün her tarafını dikkatlice inceledi. Aylin kolunu çekiştirip kurtulmaya çalıştı ama çabası boşunaydı.
Ceyhun sanki bu kızın gözlerinde veya herhangi bir yerine ona Karmen'i hatırlatacak hatıra parçası arıyordu. Ayrıca bu deli kızı da özlediğini yalanlayamazdı.
Hollanda kıpırdamayı bırakıp Ceyhun'un yüzüne kilitlendi. "Bir sorun mu var?" Dedi dişlerinin arasından.
"Hiç... Hiç değişmemişsin. Şu huyun, gıcıklığın, bakışların."
"Neden değişsin?" Diye sordu kız.
Ceyhun kızın bedenini kendine daha fazla yaklaştırıp yüzüne iyice eğildi ve gözlerinin ötesini görecekmiş gibi hevesle bakmaya devam etti.
"Neyi görmeyi bekli-," derken Ceyhun işaret parmağıyla susması için kızın dudaklarına bastırdı. Hollanda'nın siniri iyice harlanmıştı.
"Seni küçük yalancı kız," diye söylendi adam. Sanki bir şeyler görmüş gibi. Ve ardından kızın zayıf bedenini kolları arasına alıp ona sımsıkı sarıldı. Aylin'in kolları havada kalmıştı. Yüzü birden kireç kesti. Ceyhun hafifçe gülüyordu. Maytap'a bakıp, "Ona her gün nasıl katlanıyorsun," diye sordu. Aylin havadaki eliyle hızla Ceyhun'un sırtına vurdu. Maytap ikisine bakarak acıyla gülmüştü. Bu adamın gülüşü uzun zamandır böyle hevessiz ve solgundu.
Kız daha fazla temasa katlanamayarak kendini kollardan çekti ve geriye adım attı. Ceyhun onun suratına bakıp sırıtmıştı. Aylin ise yüzüne somurtkan ifadesini yerleştirdi.
"Şu duygusallığı bırakıp bana burada ne yaptığınızı söyleyin artık!"
"İkimiz arasında özel bir mesele," dedi Maytap.
Hollanda dudağını düz bir çizgi haline getirip abisi sayılan bu adam ölümcül bir bakış attı. "Bana neden yalan söylüyorsun abi? Hani, birbirimizden bir şey gizlemeyecektik? Ne konuştuğunuzu zaten biliyorum!" Deyip Ceyhun'a baktı. "Kapıdan sizi dinledim."
"Aferin! İyi yaptın," dedi Ceyhun sinirlenerek. Sonra kızın siyah motor yağına bulaşmış kıyafetlerini görünce, "sen hala oto tamircide mi çalışıyorsun," diye sordu.
"Konuyu çarpıtma Ceyhun amca," derken inceden eskiye yönelik bir laf çarpıttı kız. Ceyhun amca lafını duyunca hem "öyle mi," Der gibi bakmış hem de tebessüm etmişti.
"Ayrıca evet, orada çalışıyorum. Şimdi konumuza geri dönelim. Ben!" Diye bağırıp ikisine kafasını salladı. "Ben sizin gözünüzde hain veya güvenilmez bir insan mıyım?"
Özellikle Ceyhun'dan bir cevap bekliyordu. "Ortada bir hain var deyip, sadece Maytap'ı yanına çağırıyorsun. Kafanda ki hain seçeneklerinden birisi ben miyim?"
"Aylin bak-"
"Bana adımla seslenme Ceyhun! Ah yoksa taşıyıcı mı dememi istersin?"
"Bak Hollanda, duyduğun yarım yamalak şeyleri iyice yanlış anlamışsın."
"Hayır! Ben ne duyduğumu gayet iyi biliyorum." Maytap'a yaklaşıp işaret parmağını ona salladı. "Skar'ı sadece sen mi kaybettin?" Maytap susmuştu.
Ceyhun'a dönüp ona da aynısını yaptı. "Karmen'i sadece sen mi kaybettin? Yalnızca ikinizin mi acısı var? Skar'ı benden daha mı çok seviyorsun abi? Sen Ceyhun? Karmen'i benden daha mı çok seviyorsun?"
Kız başıyla onayladı. "Sevin, sevebilirsiniz. Benden daha çok sevebilirsiniz ama onlara hainlik yapmayacak kadar benden daha fazla mı şerefe sahipsiniz? Ben hain olacak kadar şerefsiz miyim gözünüzde?"
"Hollanda," diye suçluluk içinde seslendi Maytap. Kız ona hayal kırıklığına uğramış gözlerle baktı. "Yemin ederim buraya gelene kadar Ceyhun usta beni neden çağırdı bilmiyordum."
"O soruma sen yanıt vereceksin," diyerek adama döndü. "Söyle gözünde Karmen'in veya Skar'ın intikamını alamayacak kadar nankör müyüm? Gözünde bu kadar alçak mıyım? Güvenilmez bir insan mıyım? Eğer öyle isem bunu neye dayanarak söylüyorsun? Yanlışımı gördün mü?"
Ceyhun mahçup olmuş ifadesini kaçırmayacak kadar hareketsizdi. Ancak kız başkasına sorduğu son soru ile birden çarpılmışa döndü. Çünkü "yanlışımı gördün mü?" Sorusuna kendi içinde kendi kendine cevap vermişti. Aylin, yanlış yapmıştı. Hemde kocaman bir yanlış. O, Karmen'in kocası olan Harvey'in ne tür bir pislik olduğunu Kehribar telefonda başkasıyla konuşurken duymuştu. Kehribar'ın tehditi üzerine sessiz kalmak zorundaydı ama sonuçta gerçekleri biliyordu. Karmen'in uğruna intikam almak istediği adamın buna değmediğini bilmesine rağmen susmuştu. Hain değildi ancak, Karmen'in olup gitmesinde istemeyerek bile olsa parmağı vardı.
Kız dalıp gitmişken biden bedeni az önce ki sıcaklık içine tekrar çekildi. Ceyhun çenesini kızın basının üstüne dayayıp, "özür dilerim örgülü," dedi. "Haklısın, sana güvenmem gerekiyordu. Özür dilerim."
Hollanda suçluluktan akan bir kaç damla gözyaşını saklamak için kafasını Ceyhun'un göğsüne iyice yaslamıştı. Kolları yine aşağı sarkmış adamın belini sarmamıştı. Maytap yanlarına yaklaşarak kollarını açtı ve ikisine sarıldı.
Yandaşlar.
Hayır, yarına kalmamış yarım kalmış yandaşlar.
"Tamam yeter bu duygusallık! Erkek olan sizsiniz ama benden fazla sulugözsünüz" diyerek sarılmayı bozdu kız. "Söyleyin bakalım, ne yapıyoruz?"
"Bilmiyorum," dedi Ceyhun ellerini havaya kaldırıp.
"Ben de tam Ceyhun'u intikam almaktan döndürmeye çalışıyordum. Üstüne de sen geldin yetmezmiş gibi. Bırak bari aramızda bir Allah'ın kulu temiz kalsın."
"Boşversene," dedi Aylin. "Karanlık Dünya'ya girmek istiyorsa girsin. Bizi ilgilendirmez. Herkes kendinden sorumlu Maytap. Ayrıca onun artık bir lakabı bile var, değil mi Taşıyıcı?"
Ceyhun, Hollanda'ya bakarak göz kırptı.
"Yine de," diyerek devam etti kız. "Elini kana bulamanı ben de istemiyorum Ceyhun. Sen kirli işleri bize bırak."
Ceyhun fazla konuşup laf salatası yapmayı beceremiyordu. Art arda başını sallayıp durdu.
"O zaman ben de elebaşınız olurum." Diyerek ikisinin önüne bir adım attı Ceyhun. Ve elini öne doğru kaldırdı. "Kadın için."
Hollanda elini Ceyhun'un elinin üzerine koydu. "Karmen için."
Maytap ikisine dolu gözlerle bakarak yavaşça elini onların elinin üstüne götürdü. "Patron için."
Hepsinin eli bir yemin uğruna üst üste gelerek kenetlenmişti.
"Karmen Ivy As Cindy için."
⛓️⛓️⛓️
Bu defa evin içinde üç kişi oturuyor ve ne yapıp yapamayacaklarını tartışıyorlardı. Ceyhun, öncelik olarak atılan her adımın gizli kalması gerektiğini söyledi. Bu yüzden evde buluşmak yerine kendisi yarına kadar başka bir yer bulacak ve buluşmalar artık orada yapılacaktı. Hararetli bir sohbet yoktu, aksine herkes birbirinden yorgun bir şekilde fikirlerini beyan ediyordu.
Kimsenin ağzından çarpıcı bir aksiyon içeren plan çıkmıyordu. Bir süre boyunca yapılacak tek şey belirlenen kişileri gözetlemek, bilgi toplamak olacaktı. Normal hayatlarına devam edip işlerine gidip gelecekler ve kalan zamanda dedektifçilik oynanacaklardı. Sınır böyle çizilmişti ve ötesini geçerlerse ne olacağını çok önceden acı bir şekilde deneyimlemiş olduklarından uslu uslu çizginin gerisinde kalacaklardı. En azından böyle olmasını umdular.
Güneş battığında ve karanlık gökyüzünde yıldızlar parladığı zaman Ceyhun kimseyi evine aç göndermek istemediği için dışarıdan yemek söylemişti. Ne Maytap ne de Hollanda Kehribar'ın kendilerini fark edeceği hususunda endişe duymuyordu.
Yemeği bekledikleri sırada Ceyhun bir yandan düşünüyor bir yandan aklına gelen her yeni şeyi sesli olarak diğerlerine söylüyordu. Parmağıyla şakağını kaşıdıktan sonra, "Aklıma bir şey daha geldi," dedi. "Bakın bu sefer gerçekten bugünlük son olacak, valla diyorum."
Aylin gözlerini devirip, "Bunu üçüncü kez söylüyorsun," dedi. Yoğun bir işte çalıştığı için gün sonuna yaklaştığı zaman yorgunluk bedenini esir alıyordu.
"Kızım bu sefer harbiden son, kafanız şişti biliyorum," deyip yatağında doğruldu ve ikisine baktı. "Bu süreçte birbirmize yalan söylemeyelim, olur mu? Ama gerçekten diyorum, birbirimizden bir şey saklamayalım."
Maytap artık susması için Ceyhun'u hemen onaylarken Hollanda donup kalmıştı. Önceki defa sakladığı sır bir nevi Karmen'in hayatına mal olmuştu. Peki yine aynı hataya düşecek cesareti var mıydı? Zararsız ufak bir sırrı söylemek şimdi onu deliksiz uyumaktan bile fazla rahatlatabilirdi. Hem vicdanen hem de ruhen.
Ceyhun, Aylin'den onay alması uzun sürünce, "Hollanda? Neden sustun? Kabul etmesi zor bir şartı mı sundum yoksa," dedi.
Maytap uyku bastıran yorgun gözlerini ağır ağır açıp ikisine baktı. Aylin örgülerini arkaya atıp tereddüt etmeden, "Bildiğim bazı gerçekler var," dedi.
Maytap'ın uykusu uçup gitmiş Ceyhun ise kendini tamamen kıza çevirmişti. "Ne demek yani bu gerçekler?"
"Söyleyeceğim şey bu odadan dışarı çıkmayacak." İki adama baktı ama onlar öyle ciddi duruyorladı ki onaya gerek kalmadı. "Harvey... Aslında o iyi bir insan değil."
Ceyhun yerinden kalktığı gibi kıza yaklaştı. "Ne demek oluyor şimdi bu?"
"Uzun bir zaman önce Kehribar'ı telefonda bir başkası ile konuşurken yakalayıp onu gizliden dinledim. Telefonun karşısında kim var bilmiyorum ama Harvey hakkında, Harvey'in insan kaçakçılğı yaptığı hakkında daha doğrusu nerede yaptığı hakkında topladığı bir kaç bilgiyi ona söylüyordu. "
Maytap'ın çenesi yere değecek kadar açıldı. İçe göçük gözleri bir zeytin kadar büyüdü. Ceyhun'un hareleri dehşet saçıyordu. Duyduğunu idrak edemeyişi her halinden belli oluyordu. "Ne- ne? Kim? Ne kaçakçılığı dedin lan sen?"
Aylin, kendisi işin bir parçasıymış gibi Ceyhun'un bakışlarından ürkerek sandalyesinde geriye doğru yapıştı.
"Harvey, aslında insan kaçakçılğı yapıyormuş. Cindy Pizza ise onun paravan şirketiymiş."
"Sen," diye kekeledi adam. "Sen bunu ne zamandan beri biliyorsun?"
"Uzun zamandır."
Ceyhun'un doğal bir öfkesi vardı. O öfke nadir zamanlarda ortaya çıkar ancak çıktığında yandardağ kadar yakıcı be yıkıcı olurdu. Bunu yaşamasına ramak kalmıştı.
"Uzun zamandır biliyorsun ve Karmen'e söylemedin öyle mi? Kimseye söylemedin?"
"Söylemeyi denedim! Yapamadım. Yapamazdım. Kehirbar bu gerçeği saklamazsam ikimizin de başına çok kötü şeyler geleceğini söyledi. "
"Karmen'in başına gelenlerden daha mı kötü?" Diye bağırdı adam hiddetle.
Kız yerinde sıçramıştı. " Evet! Öyleymiş. Kehribar'ın dediğine göre bu gerçeği saklamak isteyen kişi korkunç bir psikopatın tekiymiş. Eğer bizim yüzümüzden Karmen öğrenirse başımıza altından kalkamayacağımız bir bela gelirmiş."
"Kehribar'ı böyle tehdit eden kişinin kim olduğunu bilmiyor musun?" Diye sordu Maytap oradaki varlığını belli ederek.
"Bilmiyorum! Kehribar sadece telefonda konuştuğu kişinin gördüğü herkesten cok daha tehlikeli biri olduğunu söyledi. Onu karşımıza düşman olarak almak büyük bir hata olur, dedi. O yüzden susmalıymışız."
Ceyhun hayretle ellerini bacaklarının iki yanına vurdu. "Neye şaşıracağımı bile bilmiyorum. Orospu çocuğu Harvey'in bir piç olduğuna mı yoksa bunu bilip de saklayan başka bir psikopat daha olduğuna mı?" Nefretle soluklandı. "Şimdi kadın...bu piç adam uğruna mı öldü?" Nefesi kesik kesik çıkıyordu. "Şimdi kadın, bu piçle mi evliydi?" Başını her şey kendi suçuymuş gibi elleri arasına alıp sıkmaya başladı.
"O yüzden mi Kehribar bize Karmen'in parasından alınan şeyleri yemeyin diyordu? O yüzden mi o paraya kanlı para demişti?" Diye sordu Maytap.
"Evet, o yüzden," dedi ivedilikle kız.
"Söylemekle en doğrusunu yaptın," dedi Ceyhun başka tarafa bakarken. "Bizden başka kimse bilmeyecek korkma."
Ve kapı birden çalınca herkes gözlerini oraya dikti. "Bu sikik kapı bugün susmuyor," diye sitem etti adam.
"Ustam yemek sipariş etmiştin, o gelmiştir," dedi Maytap sakinleşmesi için.
Ceyhun kapıyı açmak için yeltendiğinde birden durup gözlerini belertti. "Ulan ben... Ben Cindy pizza'dan pizza söylemiştim."
Sanki o pizzayı zorla yemek mecburiyetindelermiş gibi hepsini çocukça bir telaşa kapıldı. "Kapıyı açmayacağım," dedi Ceyhun. "Çalar çalar gider."
"Seni duyuyorum," diye bir erkeğin sesi yükseldi ince demir kapının arkasından.
Ceyhun tüyleri diken diken olmuştu. Sabah da Hollanda her şeyi duymuştu oradan. Bu üç kuruşluk evden ne bekliyordu ki? Sağlam ses geçirmez bir kapı mı?
Kapı tekrar çalındı ve kurye, "Lütfen kapıyı açıp sipariş onayı yapar mısınız? Ücreti de vermeniz lazım," dedi.
Aylin ve Maytap'da yerinden kalkmış kapının önüne geçmişti. "Aç artık kapıyı, yemeği yemeyiz olur biter," dedi Aylin sabırsızlıkla.
"Ama ben çok açtım," deyip üzüldü Ceyhun.
"Tamam başka bir şey sipariş verelim. Kapıyı da açmayalım. Zaten çalar çalar gider," dedi Maytap tekrardan.
"Hepinizi duyuyorum," dedi son heceyi uzatarak sesinden genç bir yaşta olduğu belli olan erkek. "Ve siz kapıyı açana kadar da gitmeyeceğim."
"Ya kardeşim istemiyoruz seni, pizzayı al git kapımın önünden fena olur yoksa!"
"Pizzayı istemiyor olabilirsiniz beyefendi. Ancak önce ödeme yapmanız ve siparişi aldığınıza dair onayı telefondan vermeniz lazım. Sonra pizzaya ne istiyorsanız onu yapabilirsniz."
Ceyhun kapının dibine iyice sokuldu ve en sonunda kapıyı açtı. Karşısında bir elinde pizza kutularını tutan diğer elinde motor kaskını kolunun altında sabitlemiş olan elleri siyah motorcu eldivenli genç yakışıklı bir adam duruyordu.
Genç beyaz tenliydi. Kahverengiden koyu ne uzun ne kısa düz saçlı ayrıca yüzü hafif kirli sakallıydı. Kaşları ve gözleri dikkat çekici şekilde uyumlu, dudakları ise belirgin çeneli yüz hattında yer kaplamadan duruyordu. Yumuşak ama çekici bir yüz ifadesi vardı. Boyu kendisine neredeyse yetişecek kadar uzun ve vücudu siyah motorcu deri ceketinin içinden bile belli olan sağlıklı bir yapıya sahipti.
Genç, açılan kapının öteki tarafından kendisine bakan üç farklı surata şaşkınlıkla baktı. Birisi kelleşmiş ve zapzayıf yetişkin bir adam, diğeri dinç vücuduna rağmen çökmüş duran yakışıklı görünümlü, ancak ağır abi bakışlı adam ve ortada ki ise kendisine sebepsiz yere dik dik bakan mavi gözlü, genç örgülü hoş bir kız.
"Buyurun efendim, sipariş ettiğiniz pizzalar," deyip kutuları Ceyhun'a doğru uzattı.
Ceyhun kutuları elinin tersiyle gence geri itekleyerek, "Anlamıyor musun istemiyoruz," dedi.
Gencin sabırsız bir ruh hali yoktu. Her gün bu tür benzer müşterilerle uğraşmak onu için alışık olan bir durumdu.
"Tamam o zaman en azından dediklerimi yapın, ben giderken pizzayı çöpe atarım."
Ceyhun hızla, "Sakın ha! Sakın çöpe atmayın deme, kutuları aç kedileri çağır onlar gelir zaten yemeye," dedi.
Genç daha fazla bu tuhaf üçlü ile muhattap olmamak için başını sallamakla yetindi. Ceyhun telefonu açarken, "Hollanda, içerden cüzdanımı getir sana zahmet. Maytap sende şimdiden başka yemeği sipariş et" dediğinde iksi eve döndü. Ancak kuryeci gülüşünü içinde daha fazla tutamayarak dışarı patlattı. Üçü başını gence çevirdiğinde kurye gülüşünü zar zor bastırdı.
"Sana komik gelen şey neydi?" Diye sordu Aylin iğneleyici tiz sesiyle.
Kurye hafifçe öksürüp, "kusura bakmayın aklıma sizden bağımsız bir şey gelmişti," dedi. Hâlbuki güldüğü tek şey duyduğu tuhaf isimlerdi.
Aylin tam cevap verecekti ki ondan önce Ceyhun davrandı. "Adın ne oğlum senin? Söyle de şurada sana bir yıldız verip kalitesiz teslimat diye yorum bırakacağım. "
Kurye gülen ifadesini eritip müşteri karşısında kendisine öğretildiği gibi etik ve hizmet kuralları çerçevesinde durarak, "Adım Samet efendim. Samet Viravan," dedi.
"Yaşın kaç?"
"24."
Ceyhun, gencin adını tekrarlayıp telefonuna geri döndü ve hızla bir şeyler yazmaya başladı. O sırada Aylin ve Maytap ise kuryeci Samet Viravan'a ters bakışlar atarak eve girdi. Ceyhun'un telefon kullanması zor ve yavaş olduğu için tek bir kelimeyi bile yazması uzun sürüyordu. Hollanda çoktan elinde cüzdanla geri dönmüştü. İçinden yeteri kadar parayı çıkarıp Samet'in gözlerinin içine bakarak kağıt banknotları uzattı.
Samet'in iki eli dolu olduğu için önce yere eğilip kaskını bıraktı ve boşta kalan eliyle Aylin'in bakışında ki bu sert ifadeyi anlamsız bularak parayi alıp cebine soktu ve fermuarı çekti.
"Sen paranı aldın ben de dediğini yaptım. Üstelik senin için yorum da bıraktım. Şimdi bas git artık."
Sametin cebinde ki telefon birden bildirim ile titreyince genç kaskı almadan önce telefonu çıkartıp baktı. Ve ikinci kez kahkaha atmıştı. Kapıda duran iki kişi ona yine sinirli bakışlar atarken çocuk telefona gelen bildirimi okuma mecburiyeti duydu.
"Kuru - ye Samet köty." Telefon ekranını Ceyhun'a döndürdü. "Yarım saattir yazmak için uğraştığınız mesaj bu mu?" Kuryeci Samet hafif hafif kıkırdamaya devam ederken Ceyhun yüzünü buruşturup Aylin'in içeriye itti ve kendisi de evine geri geçip kapıyı sertçe kapattı.
Samet ise yerden kaskını alıp başına geçirirken uzun zamandır böyle tuhaf müşterilerle karşılaşmadığına emin oldu.
Zaten yarım senelik kuryecilik hayatı boyunca denk geldiği en tuhaf müşterisi, aylar önce evine pizza götürdüğü sarışından biraz koyu yani karamel renkli saçlı, karemel renkli gözlü, kaçık gibi görünen, zayıf, vücudu yara bere içinde ve beyaz lüks malikanede yaşayan kadındı.
O kadının kendisine sorduğu "Hiç Cindy pizza hisselerine vurgun yapıp gözlükçü açma hayalin var mı?" Sorusu kafasından bir gün bile olsun çıkmamıştı.
"Acaba", diye merdivenlerden inerken içinden geçirdi kuryeci Samet Viravan. "Acaba o kadın kimdi? Şuan nerede ve ne yapıyordu?"
Merak ediyordu çünkü o tuhaf günden sonraki her gün Samet o kadının evine gitmiş, kapıyı çalmış ancak kimseyle karşılaşmamıştı. Hemde aylar boyu, bugün bile dahil.
O kadını tekrar bulmak ve kendisine neden bu soruyu sorduğunu ögrenmek istiyordu.
Çünkü Cindy Pizza kuryesi Samet Viravan'ın gerçekten Cindy Pizza hisselerine vurgun yapmak gibi büyük, illegal, tehlikeli ve kaçık bir planı vardı.
⛓️⛓️⛓️
Ceyhun bahsettiği üzere gözlerden uzak kalacak bir yer buldu. Bulduğu yerde yüzden fazla şahsa özel veya bir süreliğine kiralanan hırdavat depoları bulunuyordu. Bu alanın çok kalabalık olmaması ve herkesin işlerini gizlice halletmeye çalışma çabası sayesinde depoların etrafında tanıdık yüze rastlama ihtimali çok azdı.
Üçü, orta genişlikteki eskimiş depoya girdiklerinde içerisinde ki ikinci el veya kullanılmayan eşyaların üzerinde bulunan toz tabakası yüzünden öksürüp tıksırdılar. İçerisi; sahibi olan adamın Ceyhun'a "Depo gayet temiz içinde sadece eskimiş eşyalarım var," sözüyle ters düşüyordu. Kapının iki tarafında üstü beyaz naylon ile örtülmüş siyah kırık dökük dolap duruyordu. Dolabın önüne bir metre genişliğinde rengi griye çalan koltuk yaslanmıştı. Ya da üzerinde ki tozdan dolayı rengini öyle sanıldı. Dolap ve koltuğun birleştiği yerin üstüne yığın yığın araç gereç biriktilmişti. Kapının karşısında ki duvarın önünde fazla yüksek olmayan kalitesiz demirden yapıldığı belli olan bir bacağı eğilmiş masa duruyordu.
Üçü deponun içini bir süre sessizce izleyip durdular. "İş görür," dedi Ceyhun sessizliği kırıp. "İşimizi görmekten başka çaresi yok."
Tüm bu darmadağınıklığı kendileri için engel olarak saymayıp hiç şikayet etmeden deponun içini kullanıma uygun hale getirene kadar temizlediler. Deponun üst duvarında bir bebeğin geçebileceği kadar ufak, parmaklıkları ve sinekliği olan pencere içeriye yeteri kadar hava girişini sağlıyordu.
Sönük sarı ışıklı lamba loş bir atmosfer yaratıyordu. Zaten eski eşyalar yüzünden ortamda adım atılacak ufak bir alan kalıyordu kendileri için.
Tüm planların yapılacağı duvar olarak ortada ki en geniş boşluğu seçtiler. Ve o günü ancak temizlik ile kapattılar. Gün geçtikçe deponun hali göze hitap eder hale geliyordu. Tamamen boş hale gelen geniş duvarın en üstüne Ceyhun kan kırmızısı sprey boya ile kocaman "Karmen'in İntikamı" yazmıştı. Yazısı, çivi yazısını andıracak kadar kötüydü. Ceyhun'dan sonra içeriye gelen Hollanda ve Maytap duvarda ki yazıya baktılar. Ceyhun onların tepkisini ölçmek için ikisinin okunamaz yüzüne dikkatli baksa bile eline pek bir şey geçmedi.
En sonunda Hollanda, Ceyhun'un yanına gidip elinde ki spreyi aldı ve duvara yaklaştı. Planı yapacakları boşluğun sağ alt kısmına eğilip spreyle bir şeyler karalamaya başladı. Bedeni duvarın önünden çekildiğinde duvara yazılmış olan yazı meydana çıktı.
"Hollanda, Maytap, Taşıyıcı"
İşte şimdi tamamlanmıştı duvar.
Depo bulunduğundan beri Ceyhun'un evine bir daha asla gidilmedi. Zaten amaç dikkat çekmeden, gözlerden uzak kuytu köşelerde buluşmaktı. Bazen her gün bazen günaşırı depoda iki saati aşmayacak bir toplantı yapılıyordu. Bir sonra ki buluşmalarında Hollanda'nın elinde şüpheli saydıkları herkesin fotoğraf çıktısı vardı.
Eskiden siyah olduğu grileşip solmayan ufak kısımlardan belli olan duvarı kırmızı ipler, raptiyeler, çiviler ile belirli bölgelere parçalamışlardı ve fotoğrafları ise çok şüpheli, az şüpheli, orta şüpheli olarak yerleştirmişlerdi. Herkesin resmi ilk olarak en üstte yer alıyordu. Araştırmalar devam ettikçe yerlee değişecek ve kartlar yeniden dağıtılacaktı.
Şüpheliler duvarda asılı duruyordu. Ellerinde fazla seçenek yoktu. Aşamalar adım adım su altından yürütülecekti. Takipler yapılacak, şu durumda ancak bilgi toplanacaktı. Kimse açık seçik tehdit edilmeyecek, meydan okunmayacak, kavga başlatılmayacak, ulu orta silahlar patlamayacaktı.
Kan akıtmak, kime ait olacağı bilinmeyen akan kanlar arasında yüzmek istemediler. Evde ki hesabın çarşıya uymayacağını hepsi biliyordu. O yüzden maskeler ardına saklanıp gölgeler arasında dolaşarak bir katliamın önüne set dikeceklerdi. Şansları yaver giderse sadece işin sonunda duvarda asılı olan fotoğraflardan yalnızca birinin resmi yakılacak, o resimde ki kişi mezara koyulacaktı.
Ceyhun'un günleri rutine bindi. İlk işi sabah erken uyanıp Karmen'in mezarına gitmek, beyaz lale bırakıp bir dal sigara içerek orayı terketmekti. Günün yarısında ki işi, mesai saati bitene kadar taksicilik yapmak ve ardından hayali karanlık maskesini takarak, taşıyıcı ismiyle gözüne kestirdiği karanlık dünya insanlarını arabasında taşıyarak, ufak sohbetlerle onlardan bilgi koparmaktı. Buluşma saati geldiğinde ise depoya gider, diğer ikisinin ne yaptığına dair anlatıları dinleyip intikam duvarını ona göre şekillendirirdi.
Ayrıca Ceyhun'un bir görevi daha vardı. Şüpheli kişiler üçü arasında paylaştırıldığında kendisine kalan isim Rengin Şahut olmuştu. Ceyhun günlük rutinine artık onu da eklemişti.
Hollanda'nın intikam için görevi ise Peperonni Ana Merkez'ini gözetlemek olmuştu. Orada ki dikakt çekici isimler Emir, Hazar, Elvin, Austin Hollanda'nın keskin gözlerine emanetti. Çalıştığı işten boş kalan zamanlarında merkez binasına gidip uzaktan izliyor ve hangisi ne zaman, saat kaçta çıkıyor not ediyordu. Çıktıktan sonra şüpheli bir davranış görürse o kişiyi peşinden takip ediyor ve elde ettiği her şeyle depoya geri dönüp Ceyhun'a hesap veriyordu.
Maytap'a düşen tek kişi Kızıl Kehirbar olmuştu. Maytap, elinden geldiğince Kehribar'ın peşine takılıyor yaptığı işleri detayına kadar sorguluyordu. Bu yüzden sürekli olarak Ceyhun Kozan'ın yönettiği T.G.I.F kulübe gitmesi gerekmişti. Ve güneş battığında o da diğer herkes gibi depoya gelip eline geçenleri masaya koyuyordu.
Tüm bu uğraşlar ile duvarda ki şüpheli tablosu, ihanet ihtimalleri, hainin nasıl hainlik yapabildiğine dair imkanları şekillenmeye başlıyordu. Ancak bu şekillenme gerçeğin yüzde biri bile edecek kadar belirgin değildi. Bin adım atmaları gerekiyorsa onlar henüz ikinci adımdaydılar.
Ceyhun Dinç için adım atmak zor oluyordu. Hiç alakası olmayan ve daha önce bir iki kez yüz yüze geldiği kadını sürekli gözetliyor olması yeterince zor iken, Maytap ve Hollanda kadını gözetlemenin bir işe yaramayacağını ancak onunla muhattap olması gerektiğini sonuna kadar savundular.
Ceyhun ikisinin ısrarına yenik düşüp kadınla konuşacağını söyledi. Daha önce kendisini kafesinin karşı caddesinden bir taksi içindeyken izlemek zor olmuyordu. Sarışın ve neşeli kadın sabah erkenden kafesine gelip dükkanını açar ve gelen her müşteriyi nezaket ile buyur eder, gülerek hizmer ederdi. Ceyhun bu işin ne kadar zor olduğunu söylese bile onu uzaktan izlemek kendisine fark etmediği bir şekilde hoş geliyordu. Çünkü gördüğü tek şey hoş gülümseyen bir kadındı. Ve Ceyhun'un son zamanlarda bu karanlığın içinde ihtiyaç duyduğu en temel ihtiyaç sıcacık, parlak bir tebessümdü.
Karmen'in ölümünden sonra hayatı kararmış; ve taşıyıcı lakabını alıp intikam almak isteğinden beri bir hayatı olduğunu bile unutmuştu. Ancak Rengin'i izlerken içten içe huzur bulsada kendisini bunu fark etmedi. Çünkü zihninin içinde dolaşan tek şey o kadının Karmen'in ölümüne sebep olan bir hain çıkması ihtimaliydi.
Gözleri kadına bakarken öfkeleniyordu. Onunla konuşmak için geldiği günün bir vaktinde arabadan çıkmamış iken Rengin'e bakarak "Senin dostun öldü, nasıl böyle gülüyorsun?" diye sordu kendi kendine. "Hiç ağladığını görmedim, hiç kederlendiğini görmedim. Nesin sen? Bir yalancı mı? Hain mi? Düzenbaz mı? Melek görünümlü bir şeytan mı? Arkadaşın öldü senin, ağlasana. Karmen öldü, ağlasana."
Kadının onun varlığından haberi bile yoktu. Geniş camların ve masaların ardından seke seke oradan oraya gidip duruyordu. Ceyhun bugün onunla zorla bile olsa konuşması gerektiğini bildiği için taksiyi kafenin hemen önünde ki yola getirdi ve kaldırımın önüne park etti. İçeride ki müşteri sayısı gittikçe azaldığında adam dışarı çıkıp arabasının kaputunu açtı ve bozuk bir motoru tamir ediyormuş gibi bedeninin yarısını içeriye eğdi.
Durduğu yerin tam olarka neresi olduğunu biliyordu. Çünkü birazdan kadın dışarı çıkacak ve...
Ceyhun sokağın kalabalık sesi içinde ayırt edilen ince ve nazik bir nida duydu kulağına gelen. "Nihayet," diye fısıldadı.
"Bayım?" dedi sarışın bukle bukle dalgalı saçlı kadın. "Bayım, arabanızı buraya park etmeniz yasak. Kafemin girişini kapatıyor. Rica etsem arabanızı başka yere çeker misiniz?"
Ceyhun başını motordan kaldırmadan önce kendini toparlamaya çalıştı. Kendisi bu tür sahte oyunların karakteri değildi. O düz bir adamdı. Her şeyiyle. Ama tam şuan da kendi sınırlarını aşmış ve başını sıkıntılı bir ruh hali içinde kaldırıp Rengin'e çevirmişti.
"Arabam bozuldu hanımefendi. Burada durmak zorunda kaldım. Tamir ettiğim anda, ki bu en fazla yarım saat sürer, kapınızın önünden çekileceğim."
Ceyhun kadının yüzü yerine genellikle başka taraflara bakarak onu tanımamazlıktan gelmişti. Ama Rengin'in yumuşak yüzünde keskin bir şaşırma ifadesi vardı. Ağzı açılmış gözleri kurabiyeleri kadar genişlemişti. Kimi gördüğüne emin olmak için Ceyhun'a doğru bir kaç adım daha attı ve kafasını önün yüzüne doğru eğdi. "Siz..." diye kekeledi. "Siz, sizi... Ben tanıyorum. Siz osunuz."
Ceyhun arabanın kaputunu kapatıp Rengin'in gözlerine baktı ve onu gördüğünde şaşırarak geriye doğru sıçradı. "Sen..." Başını inanmıyormuş gibi iki yana salladı. "Seni ben de tanıyorum," dedi ve hemen kafeye çevirdi kafasını. "Ulan durduğum yere bak, hiç dikkat etmemişim." dedi görenleri hayretlere düşürecek tesadüf eserine inanarak.
Rengin'in yüzü kireç taşı gibi beyaz kesildi. Dakika başına düşen nefes alım sayısı arttıyordu. Peki bunun sebebi neydi? Karmen'den sonra onu hatırlatacak birisini görmek mi? Yoksa her şey ölüm ile bitip geride kaldı diye düşünürken karşına hesap sorabilecek bir kişinin bulunması mı? Ceyhun bu sorunun cevabını bulmak için buradaydı ama henüz ilk günden değil.
Rengin Ceyhun'dan uzaklaşarak kaldırıma çıktı. "Adın Ceyhun değil mi?"
Adam başını salladı. "Ve senin adında," kafenin üzerinde kocaman parlak harflerle yazılı olan ismi okudu. "Rengin."
Kadın, alnına düşen ince saç tellerini çabucak davranarak kulağının arkasına sokuşturdu. Ceyhun'un bakışlarında ki yapmacık şaşkınlık sönmüştü ancak Rengin hala tesadüfen gördüğü bu adama ürkerek bakıyordu.
"İçeriye geçmek ister misin?" diye sordu ince sesinde yarı yarıya bölünmüş isteksizlik ve davetkar ima vardı. Ceyhun kadına kocaman gülümseyip başını iki yana salladı. "Bugün değil," dedi. "Hala mesai üzerindeyim. Davetin bir başka gün için geçerli mi?"
"Elbette, burası bir kafe ve herkes istediği zaman gidip gelebilir." Kadın biraz rahatlamış duruyordu. Ceyhun kafeye tekrar sorgulayan gözlerle bakarak, "Buna Emir de dahil mi?" diye geçirdi kafasından.
Kadına doğru sert bir adım atarak yüzüne yaklaştı. Otuz üç yaşında ki Ceyhun'un yorgun ve karanlık çökmüş yüzü, kendisinden yedi yaş küçük kadının parlak ve pürüzsüz yüzüne suçlayıcı bir şekilde baktı. Gardını hemen indirmemesi gerekiyordu. Kafasında böyle planlamıştı. Kızgın gözlerle bakmaycak, direkt hesap sormayacaktı. Ancak elinde olmayan bir dürtü ile kadına ısrarla bakmaya devam etti.
Rengin onun kadar keskin duygulara sahip değildi. Yüzünde ki ifadeler dakika başına değişiyordu. Ama nihayetinde gücünü toparlayıp, "Bir... Bir sorun mu var?" diye sordu.
Ceyhun hafif bir gülüş takındı dudaklarında. "Hiç bir sorun yok. Seni görünce çok sevdiğim bir insanı hatırladım o kadar."
Arkasını dönüp taksiye bindi ve hızla oradan uzaklaştı. Ceyhun gittiği anda Rengin'in gözlerinden yaşlar akıyordu. Kadın sessizlik içinde ağlarken kafeye geri döndü.
Bir başka gecenin akşamında, Maytap ve Hollanda ile depoda buluşup değerlendirme yaptıktan sonra Ceyhun taksisini Rengin'in peşinden evine kadar sürmüştü. Bu evine ilk kez gelişi değildi. Daha önce de kadını takip etmiş ve gece boyu evine gelen giden oluyor mu diye gözcülük etmişti.
Sarı taksi, uzun ve gür ağaçların arkasında park edilmişti. İçinde ki adam Rengin'in eve girişini izleyip ışıkları açmasına şahit oldu. Yaptığının ne kadar doğru veya yanlış olduğu konusunda kararsızdı. Normal şartlarda bir kadının evini asla izlemeyecek kadar ahlaklı olan adam şimdi bu kadının mutfağına girişini, ışığı ve pencereyi açıp içeride işini yapmasını izliyordu.
Karanlık dünya insanı olmak, ruhunu kirletmek sadece birini öldürmekle olmuyordu değil mi? Silah tutmaktan kan dökmekten kaçıyor olsa bile şimdi etik olmayan bir iş üzerindeydi. Bu da Ceyhun'un ruhunu kirtlermiyor muydu? İnsanlık dışı sayılmıyor muydu? Kafeyi gözetlemek bir yere kadar mantıklı ve gerekli gelirken evi gözetlemek ne kadar kendi karakterine sığıyordu?
İç çekti. "Hayır, ben burada Ceyhun olarak değil taşıyıcı olarak duruyorum. Kirlenen tek şey bu yabancı lakap ve maske." Diye teselli etmişti kendini.
Bu tür düşünceler içindeyken kadının yarım saattir bulaşık yıkamasını izlediğini fark etmedi.
Rengin, birden kollarını havaya kaldırıp telaşlı bir şekilde mutfağın içinde koşuşturmaya başladığında, Ceyhun arabanın camına iyice yapıştı ve ne olduğunu anlamaya çalıştı.
Kadın dolap kapaklarını hızla açıp kapatıyor ve etrafa bakınıyordu. Ceyhun gözlerini kısıp odaklandığında musluğunun patlamış ve her yana su fışkırtıyor olduğunu gördüğünde kahkaha atmıştı.
Kadının üzeri şimdiden sırılsıklam olmuştu. Rengin bir çekmeceyi açıp eline aldığı çatalla musluğa güçlükle yaklaşıp bir şeyler yapmaya çalışıyor gibi görünüyordu.
Taşıyıcı'nın kahkahası şiddetlenmişti. Karmen'in ölümünden bu yana ilk kez kahkaha atmıştı. "Ne kadar tatlı." dedi gülüşü gittikçe hızlı soluk halini alırken. Arabadan inip yardıma gitmek aklına gelse de, orada neden bulunduğunu açıklamayazdı.
Yardım etme fırsatı olmadığı için yaptığı tek şey Rengin'i izleyip gülmek olmuştu. "Pense," dedi. "İhtiyacın olan sadece pense."
Rengin ise bu sefer mutfak beziyle suyun önünü kesmeye çalışıyordu. "Evde pensen yok mu? Bezlerle nereye kadar suyu durdurmayı düşünüyorsun? En azından mutfak suyunu kes be kızım. Sırılsıklam oldun, havalar soğuyor. Bu sefer hasta olacaksın."
⛓️⛓️⛓️
Ceyhun bu sefer kasten taksisi ile Rengin'in kafesi önünde durmuş ve arabadan inmişti. Üstünü başını bir kaç dokunuş ile düzeltip kendine ne yapması gerektiğini hatırlatıp durdu.
"Hiç bir art niyet olmadan sohbet etmeye çalış. Detay sorulara sakın inme, fazla duygusal davranmaya çalışma. Ne yaptığımı sorarsa taksicilik de. Karmen'i sorarsa..." Zorla yutkunmuştu. "Karmeni sorarsa Ceyhun Dinç, intikamdan sakın bahsetme."
Provası bittiğinde diğer herkes gibi kendisi de bir müşteri olarak beyaz kafeden içeri geçti. Masaların pek çoğu boştu. Rengin en uzakta ki masanın başında bir kadın ve bir erkek müşterisinin başında durmuş gülerek sohbet ediyordu. Yüzü hafifçe kızarmıştı. Beli eğik duruyordu. Saçları düne göre daha bakımsızdı.
Masalardan herhangi birine oturdu. Ellerini dizlerinin arasında sıkıştırmış Rengin'in kendisini görmesini bekliyordu. Kadın bir süre daha sohbet ettikten sonra elinde not defteri ile gülerek masanın başından ayrıldı.
Kafe girişinin karşısında ki tezgaha geri dönerken rastgele bir bakışla Ceyhun'u fark etti. Yüzünde ki yorgunluk kendini belli etmesine rağmen Rengin, yine sıcacık bir gülümsemeyle adamın yanına geldi. Bu sefer şaşkın değildi. Yoksa nasıl tepki vermesi gerektiği konusunda çalışmış mıydı?
"Ceyhun, hoş geldin. Gelmene çok sevindim? Sana ne ikram edeyim?"
Ceyhun çaresizce etrafına bakındı ve kimin masasında ne görürse onu söyledi. "Ee, şey... Çay... su... pasta... Hayır, peynirli kek."
Rengin ince pembe dudaklarına birbiri üzerine bastırıp gülüşünü yuttu. "Cheesecake mi demek istiyorsun?"
"Aynen ondan işte."
Kadın not defterini kullanmaya gerek duymadan tezgahın arkasına geçip kayboldu. Geri geldiğinde elinde bir dilim cheesecake ve bir fincan çay vardı. İkisini masaya dikkatlice koyup Ceyhun'un karşında ki sandalyede oturup kollarını masanın üzerine yorgun bir şekilde bıraktı.
Ceyhun çayını yudumlarken kadının haline bakarak, "Hasta mısın?" diye sordu. Eğer hasta ise bunun sebebi kesinlikle dün gece ki musluk faciasıydı.
Kadın başını iki yana hayır manasında sallasa bile Ceyhun inanmamıştı. Ancak üstelemedi. Gözleriyle kafeyi tararken pasta standının arkasında ki yerde ki küçük musluk gözüne çarptı. Bunu fırsat bilerek hemen, "senin musluğun su mu damlatıyor?" Diye sordu.
Kadın Ceyhun'un işaret ettiği yere baktı. Ancak musluktan tek damla su akmıyordu. Kadın kafası karışmış hâlde, "hayır, sanırım damlatmıyor," dedi.
Ceyhun başını geriye yaslayarak iç geçirdi. "Ah, bana öyle gelmiş o zaman. Ama damlatıyor gibi gördüm. Eğer emin değilsen bir kontrol edeyim olmadı tamir ederim."
Kız mahcup bir ses tonuyla, "Çok naziksin teşekkür ederim," dedi. Ancak bu adam Karmen'le iken buraya geldikleri zaman kesinlikle nazik olmaktan çok uzak bir adamdı. Kibardı ama bunu kabasaba hareketlerle, konuşmalarla dile getiriyordu.
"Teşekkür et diye söylemedim kadın. Ben ciddiyim istersen söyle tamir edeyim."
"Yorulmana gerek yok."
"Bir musluktan mı yorulacağım?" dedi küçümseyerek. "Lazım olan tek şey bir pense. Penseyle gevşeyen vidaları sıkarsan musluğun tamir olmuş olur."
Rengin Ceyhun'u ilgiyle dinliyor ve evinde ki musluk için taktik alıyordu. Ceyhun'un isteği de tam olarak buydu. Sohbetleri kesildiğinde Ceyhun kekini yemeye geri döndü. Rengin ise ne diyeceğini bilemeden adamı izliyordu.
"Onu özlüyor musun?" Diye sordu Ceyhun sızlayan yüreğiyle.
Rengin'in soluğu keskinleşmişti. Halsiz gri bakışları acının rengine döndü. "Evet," dedi kadın. "Çok özlüyorum. Aslında..." Rengin biraz duraksadı. İçinde aylardır biriken ve bastırılan hisler patlayıp taşmak üzereydi. "Bu hissettiğim duygunun özlem olup olmadığı konusunda emin değilim. Gözlerim bir daha onu görmeyeceğini kabullenmiyor bu yüzden kafemin kapısı ne zaman açılsa içeriye o girecekmiş gibi sefil bir ümit içinde kapıya bakıyorum. Şu masaların birinde onunla oturup konuşamayacak olmam..." İki gözünden yaşlar inci taneleri gibi dökülmeye başladı. "Zoruma mı gidiyor yoksa beni yaralıyor mu bilmiyorum. İçinde ki duygu özlem olamaz. Ben... Ben Karmen'in yokluğunu çekiyorum."
Ceyhun son anda artık başını kekin üzerinden kaldırıp kadının ağlamaktan kızarmış yüzüne baktı. "Yokluğunu çekmek," diye tekrarladı kısık bir sesle. Sonra gözleriyle yeniden kadını irdeledi. Dediği hiçbir cümleye duygusal olarak yaklaşmamış her kelimenin altından çıkacak bir gizemi aramıştı.
"Öldüğünü nasıl öğrendin?" Diye acımasız bir soru sormuştu buz gibi bir ses tonuyla.
Rengin ufacık bir teselli beklerken bu soruyu duyunca duraksadı. Burun çekip hafifçe öksürdü. "Kafeye gelip bana o söyledi... Emir haber verdi."
Ceyhun Emir'in adını duyduğu anda çatalı tabağa sert bir şekilde bıraktı ve önünden itti. Daha fazla yetmeyecekti. "Emir Aybeyaz'la sık sık görüşüyor musunuz? Şeyden sonra, Karmen'den sonra görüşüp dertelşiyor musunuz? Ne de olsa ortak arkadaşlardınız."
Rengin üst üste gelen bu yersiz sorular karşısında afallamıştı. Ceyhun'un biraz dobra ve etik davranışlardan uzak kalmış birisi olduğunu az çok tanıyordu ama bu kadar mı, diye düşündü.
"Hayır. Emir ile o geceden sonra bir daha asla görüşmedik. Ve sandığın gibi de buluşup dertleşmiyoruz. Evime veya kafeme gelmedi. İstediğin cevap neydi? Bunu neden sorduğunu anlamadım."
Ceyhun umursamaz bir tavırla omuz silkti. "Nedeni yok, ne soru soracağımı bilmiyorum çünkü Karmen hakkında uzun zamandır kimseye konuşmadım. Acılarımı kimseyle paylaşmayıp içime gömdüğüm için şimdi seninle nasıl sohbet etmem gerektiğini kestiremiyorum."
İşte bilerek söylenen bu sözler Ceyhun'un bundan sonra ki absürt soruları için bir kalkan görevi görecekti çünkü Rengin ona hak verdiğini belli edecek şekilde dramatik başını sallamıştı.
"Buraya geldiğimiz günleri hatırlıyor musun?" Diye sordu kadına. "Karmen ile birlikte olduğum zamanları hatta direkt yandaşlarla."
Rengin hatırlamak ister gibi kafesinin her köşesine iç çekerek baktı. "Elbette hatırlıyorum, üzerinden aylar geçmiş olsa bile her birinizin kafemin bir köşesini kapmanız dün gibi aklımda."
Ceyhun kirli sakalını ve hafif çıkan bıyığını parmak uçlarıyla kaşıdı. Şüpheyle birlikte sıkıcı gelen bu konuşmalara bir an önce son vermek istiyordu. Karmen hakkında sabaha kadar konuşup, hatırasını diri tutmak isterdi. Ama Rengin şuan onun gözünde yanlış kişiydi.
"Erdem Aker'i o zaman kesinlikle hatırlıyorsundur. İgima Dizable'nin T.G.İ.F Kulübünün merhum başkanı. Ölümü yerinde oldu. Karmen onu kevgire döndürmeden önce bir kaç gerçek itiraf etmişti gerçi."
Ceyhun kadına öyle bir baktı ki sanki devam cümleleri onun kurması gerekiyordu. Rengin'in çehresinin her köşesinde alıklık vardı. Gerginlikten kurumak üzere olan dudaklarını kıpırdatarak, "Maalesef, bahsettiğim şeylerin ne olduğunu senin kadar iyi hatırlamıyorum."
"Nasıl mümkün olur? Yandaşlar olarak tam buradaydık, yaptığımız her planın her adımı bu kafenin duvarlarında yankılandı. Erdem Aker'i öldürmek için, Peperonni'ye gizliden geçmek için. Planlar dışında Karmen bir çok kez yanına gelip seninle sohbet etti Rengin hanım, biliyorum çünkü onu bizzat ben getirdim. Tüm bunlara rağmen yine de hatırlamıyor oluşun biraz muğlak bir durum."
Sarışın kadın nefes almayı unutmuştu adeta. Mutlak bir çıkmazın içinde sanıyordu kendini. Üstelik Ceyhun kendisine öyle korkunç bakıyordu ki tüyleri diken diken oldu.
"Tamam ama ben... Hiç bir zaman tam olarak sizin işinize kulak asmadım ki. Yalnızca burada duruyordum, öylece durup sizi izliyordum o kadar. Karmen ile olan sohbetlerimiz ise bu tür konuların dışındaydı Ceyhun. Onu getirmiş olabilirsin ama bizimle aynı masaya da oturup dedikodumuza eşlik ettin mi?"
"Bana göre görünen köy kılavuz istemez. Senin yanında bunca şey konuşulmuş iken, yüzüme baka baka bana yalan..." Kendi cümlesini yarıda kesti ve devam etmedi.
Rengin bu adamın kim olduğunu sorguladı kendi kafasının içinde. Hatırladığı Ceyhun bu değildi.
"Ben en iyisi kalkayım, müşteri çağırıyor," deyip kalkıp gitti. Ancak hiç kimse kadını çağırmamıştı. Bunu ikisi de biliyordu. Ceyhun da masaya para bırakıp oradan çıktı.
Ertesi gün ve onu takip eden diğer günler Ceyhun ne takibi ne gözetlemeyi ne de kafeye gidip zorla sohbet etmeyi sonlandırmadı. Hatta geceleri Rengin'in evinin önünden ayrıldıktan sonra bir ay içinde toplam üç kez karanlık tarafın insanları için taşıyıcılık yapmıştı. Tabii ki bu üç sefer de Maytap'ın verdiği bazı bilgiler doğrultusunda t.g.i.f klüp alıcılarından olmuştu. Ceyhun onları verilen konuma taşırken ağızlarından laf almaya çalışıyordu.
Rengin'in kafesine gittiği zamanlar masada oturur ve kadın gelmek için gönüllü olmadığı seferler de bile onu tereddüt etmeden masaya konuşmaya çağırırdı. Görev için bile olsa kendini sürekli Renginin yanında veya evinin önünde buluyordu.
Bir seferinde önünde ki cheesecake'ki yerken ona "Böyle erken yaşta bu kafeyi açmayı nasıl başardın?" diye sordu. Kadın neye uğradığını şaşırarak, "Ben... ailemden yardım aldım. Sermayenin büyük payı onlara ait," dedi.
Ceyhun kibirli bir şekilde dudak büktü. "Burası için epey para dökmüş olman lazım. Eh, bakınca çok da kalabalık bir kafe değil. Masrafları nasıl karşılıyorsun?"
Rengin bıkkınlıkla nefes üfledi. "Giderleri karşılayacak kadar gelirim oluyor."
Adam sandalyede gerinerek esnedi. Verdiği rahatsızlık seviyesi çizgiyi geçmek üzereydi. "Neden hiç çalışanın yok?"
"Tek başıma çalışmayı daha çok seviyorum." Rengin artık Ceyhun'un karşısında oturmuyor masadan biraz uzakta durup cevap veriyordu.
"İlginç, neden tek kalmak isteyesin ki? Bir başkasının görmesini istemediğin işler mi çeviriyorsun yoksa?"
Kadının beyaz teni öfkeden patlıcan moruna dönmüştü. "Ne demek istiyorsun?"
"Bu kafede yaptığın tek şey pasta satmak mı?"
Rengin kollarını göğsünde bağlayıp bir kaşını havaya kaldırdı. "Önceden pasta satmak ve müşterimi memnun etmekti ama şimdi görevlerim arasına bazı had bilmezlere laf yetiştirmekte eklendi."
"Yine de soruma doğru dürüst bir cevap vermedin." Ceyhun yarım bıraktığı kek tabağını kendinden uzaklaştırıp Rengin'i masaya oturması için emrivaki bir el hareketiyle davet etti. Kadın zaman geçtikçe ona sadece Karmen'in dostu olduğu için katlanır hale geldi.
"Paravan şirketler nedir bilir misin? Bence bilirsin, hafızanı biraz zorlayıp eski günlere dön. Önünde İgima Dizable'nin paravan şirketlerinden çok kez bahsettik. En büyük örneği ise İgima Gözlük. T.G.İ.F, ASES Motel... Örnek çok fazla. Hatta," acı bir şekilde gülerek devam etti. "Cindy Pizza bile artık buna dahil oldu."
Kadın son cümleye kadar sinirli yüz ifadesini stabil olarak tutmuştu. "Cindy Pizza mı? Onlar Karmen'e ait değil mi?"
"Karmen'den önce kocası Harvey'e aitti. Bil diye söylüyorum Harvey Ivy As Cindy'in bir insan kaçakçısı olduğu ortaya çıktı. İşlerini de Cindy Pizza şubelerini kullanarak gizliyormuş."
Rengin'in şaşkınlıktan yüzü attı. İliklerine kadar titrerken Ceyhun'un bir çırpıda söylediği şeyi hazmetmeye çalıştı. Ağzından çıkan sesler belirsiz kekelemelere aitti. Düzgün bir cümle bile kuramıyordu kadın.
"Bu gerçek de bir başka günün konusu olsun. Şimdi sen söyle bakalım Rengin Şahut, senin kafenin içinde ne tür pislikler geziyor? Yalan söylemen işe yaramaz. Gözlerin tüm doğruları ister istemez bağırıyor."
Rengin üst üste gelen tüm bu bombardımanların hangisine cevap verecekti?
"Bak Ceyhun! Ben... ben burada sadece pasta satıyorum. Ve ailemin ter dökerek kazanıp biriktirdiği paralarla açtığım bu kafe paravan bir saçmalık değil. Bir daha sakın ama sakın emeklerim için aynı ithamlarda bulunma!"
Kızın gözleri hem kırmızıydı hem yaş doluydu. Ağlamamak için ellerini yumruk yapmış ve tırnaklarını avuç içine batırmıştı.
Ceyhun ise kendini, "Kusura bakma kadın, şaka yapmıştım gülelim diye." diyerek toparlamıştı. Oradan çıktığında arabaya bindiği anda kafasını çok kez direksiyona vurup durdu. Tekrarladığı cümle ise, "Ben böyle bir adam değilim,"olmuştu. Bir defa, iki defa, üç defa, on defa. "Ben böyle bir adam değilim." Kafasını direksiyona ne kadar vurduysa o kadar çok sayıkladı aynı cümleyi.
Kaşının üst kısmı patlayıp direksiyonu kana buladığı zaman ise başını kaldırıp dikiz aynasından kendine baktı.
Canı yanıyordu. Kafasında ki ufak bir patlak bile keskin bir acıyla sızlıyordu. Karmen'in yaraları bundan daha fazlaydı, dedi. Karmen daha fazla acı çekti. Kadını böyle mahvettiler. Belki onlardan biri de Rengin'di.
"Suçsuz olduğundan emin olana dek kimseye acıma Ceyhun efendi. Çünkü yavrum Karmen suçsuz olmasına rağmen ona kimse acımadı." deyip yarasından yüzüne doğru akan kanı elinin tersiyle sildi.
Aynı zamanda Hollanda bir ay boyunca Peperonni Ana Merkez'ini bir baykuş gibi gözetliyordu. Emir'in, Seller'in, Elvin'in, Hazar'ın ve orada çalışan diğer tanıdık isimlerin işten çıkış saatlerini, iş için başka yerlere gidiş rotalarını, bina dışına çıkıp varsa yaptıkları gizli kapaklı işleri hafızasına kazıyor ve depoda buluştuklarında hepsini Ceyhun'a teker teker söylüyordu.
Karmen'in İntikamı için hazırlanan duvarda ki bilgi birikimi, asılan kağıtlar, raptiyeler, çekilen ipler giderek artıyor ve karmaşık bir hal alıyordu.
Bir aya yakın zaman böyle geçip gitti. Kasım ayının ilk haftasındaydılar. İntikam arayışları sessiz sedasız bir şekilde son hızda devam ediyordu.
Hollanda yollarını ezberlediği Peperonni Ana Merkez'inin önündeydi. Kıza bir kağıt kalem verseler artık en ince ayrıntısına kadar binanın dış görünüşünü çizebilirdi.
Binaya yakın bir yerde uzun ağaçlara yaslanmış bir şekilde cam giriş kapısını izliyordu. Son günlerde artık bunu yaparken uykusu bile gelmeye başlamıştı.
Kasım ayının gelişi ile havalar iyiden iyiye soğudu. Esen yel çıplak tene değdiğinde beden soğuktan kaskatı kesiyordu. Kızın üstünde darpaça siyah pantolon, içinde bordo renkli boğazlı kazak vardı. En dışına ise siyah deri ceket giymişti. Saçları her zaman ki gibi Hollanda örgüsü ile modellenmişti.
Soğuk, mavi gözleri ile dalıp gittiği kapının önünde bir tuhaflık fark eder gibi oldu. Yerinde doğrulup gördüğü farklılıktan emin olmaya çalıştı. Yaklaşık yarım saattir, şapka takmış ve başını yerden kaldıramayan yabancı bir adam Peperonni kapısının önünde gizlenmek istiyor gibi duruyordu. Elinde siyah bir kutu taşıması Hollanda'nın dikkatini iyice çekmişti.
"Oh be! Sikeyim, sonunda akşam ki buluşmada ekibe anlatacak bir kaç zırlavık buldum sanırım," deyip dışarıya yansıtmadığı heyecanla ağacın arkasından çıktı ve adama doğru temkinli adımlar atmaya başladı.
"Pardon, bakar mısınız?"
Adam başını kutusundan kaldırmadı. Aylin kafasını eğerek adamın şapkasının altında gizlediği suratına bakmaya çalıştı. Şapkalı kimliksiz adam başını sağa sola yatırıp kendini saklamaya çalışsa da en sonunda pes ederek başını kaldırdı ve direkt olarak Aylin'in yüzüne baktı.
Hollanda, bu adamı daha önce hiç görmemişti. Kahverengi gözlü ve kaşlı, yorgun bakışlı, yaşı kendisinden kesinlikle büyük ama yine de yakışıklı olan adamdı. Boyu yaklaşık yüzseksen santimden biraz fazla duruyordu. Giydiği siyah kazağın altında ki kolları şişkindi. Adamın sağlam ve ağır bir duruşu vardı.
"Ne istiyorsunuz?" Diye sordu ılık bir sesle.
Aylin bu adamın biraz kaba olmasını bekliyordu.
"İçeriye mi girmek istiyorsunuz?"
Adam kapıya bakarak hızla, "Hayır." dedi.
Aylin ellerini ceketinin ceplerine sokarak rahat bir tavır takındı. "O zaman neden bir süredir burayı gözetliyorsunuz?" Siyah kutuya baktı. "Kutunun içinde ne var?"
Adam pasif agresif bir şekilde nefes verdi. "Siz tam olarak kim olduğunuzu sanıp bana hesap sorabiliyorsunuz?"
Hollanda hafif alayla güldü. "Burada çalışıyorum beyefendi. Peperonni sekreteriyim. Asıl siz kimsiniz? Adınız nedir? En azından bu bilgiyi verin ki sizi yukarıya çıkartmak zorunda kalmayayım."
Adamın alnından bu soğuğa rağmen bir kaç damla ter akmıştı. Kız adamın bu tepkilerinin altının boş olmadığını hissediyordu. Bu yüzden ısrarında devam edecekti.
"Adım Ali."
"Peki soy isminiz?"
"Duman."
Hollanda bilirkişi edasıyla başını salladı. Numaralı bir gözlüğü olsa tam anlamıyla sekreter havasına girecekti.
"Memnun oldum Ali Duman bey, Peperonni'yle ne ilginiz var?"
Adam kutusunu kıza doğru kaldırarak, "Teslimat yapıyorum," dedi.
"Kime?"
Ali Duman'ın yüz etleri gerginlikle çekilmişti. "Tetikçi Emir Aybeyaz için bir kutu getirdim. Eğer isterseniz bunu kendisine bizzat siz götürün."
Aylin kafasını hızla sallayarak onu reddetti. "İçeriden henüz çıktım. Eve gitmek üzere arabamın içinde oturmuşken sizi gördüm ve gelip yardımcı olayım dedim. Siz en iyisi kutuyu kapının önüne bırakın. Güvenlik birazdan fark edip kutuyu alacaktır. Ve emin olun kutu doğrudan Emir Aybeyaz'a ulaşır."
Ali bu öneriden daha fazla memnun kalmıştı. Kutuyu bırakmak için bu kızın gitmesini bekliyordu ama Aylin hâlâ meraklı gözlerini siyah kutudan çekmiyordu.
"O kutunun içinde ne var?"
Ali artık şüphelenmeye başlamıştı. "Fazla soru soruyorsunuz adını bile bilmediğim sekreter hanım. Bu kadar merak ettiyseniz, gidip sahibiyle beraber açın kutuyu."
Ali, Hollanda'nın yanıt vermesini beklemeden kutuyu girişin köşesine kedi kadar hızlı, gölge kadar görünmez bir profesyonellikle bırakıp oradan ayrılmıştı. Ardından siyah bir arabaya binip gitti.
Hollanda orada daha fazla oyalanamazdı. Bina çevresinde turlayan güvenliklerin gelil kendisini kapı önünde bulması an meselesiydi. Hemen arkasını dönüp eski yerine yürümeye başladı. Fakat adımlarını yarıda kesen, bıçaktan keskin bir ses duydu.
"Aylin Mat!"
Kızın nefesi boğazına kaçmıştı. Durması henüz saniyeler olmasına rağmen sesi es geçip başka yöne doğru kıvrılarak yürümeye devam etti. Ensesinin arkasında gittikçe yaklaşan hızlı adım sesleri ayaklarının işlevini kendisine unutturmaya yeterliydi.
"Aylin, lütfen dur. Beni duyuyorsun, lütfen dur!"
Kız durmadı ama seslenen kişi kendisine yetiştiği gibi kızı kolundan tutarak kendine çevirdi.
Hazar Onat, titreyen şaşkın gözleriyle kıza bakıyordu. Yüzü sinekkaydı tıraşlıydı. Harvey'in ölümünden sonra kulak memesinin biraz altına yetişen kestiği kısa saçları eski haline dönmek üzereydi. Bu saç ona kendine has bir çekicilik katıyordu. Şirkette ki kadın çalışanların yarısı onu bu saçla seviyor diğer yarısı ise kısa saçın verdiği ağır erkeksiliği savunuyordu. Yüzü oturmuştu. Çalışmaktan dolayı üzerinde ki iş yorgunluğu omuzlarını düşürmüştü.
Kız cevap vermedi. Hazar'ın yüzüne bakıp susuyordu. Genç adam'ın gözleri hala kocaman açıktı. "Burada ne işin var?" diye sordu.
Aylin insanı kendinden soğutan buz bakışlaryla Hazar'ı hedef aldı. "Sanane! Sen kendi işine bak."
Hazar'ın sesi yalvarır gibi çıkıyordu. "Aylin... beni görmeye mi geldin?"
Başka çaresi yoktu. Bu yalanın peşinden gidecekti.
"Evet."
Hazar'ın bakışları birden yumuşamıştı. Kıza yaklaştı ve kolunu nazikçe kavradı.
"O zaman neden gidiyorsun?"
"Çünkü fikrimi değiştirdim. Beklerken görülmeye değmeyecek bir insan olduğunu hatırladım. Ayrıca bana Aylin deme."
Hazar, tuttuğu kolu bırakarak bir iki adım geriye çekildi. Çok hafif esmer yüzünde ki hayal kırıklığı iç titretiyordu.
"Hollanda ben... ben sana ne yaptım? Eğer sorun Peperonni'de hala çalışıyor oluşum ise altı kardeşime bakıyorum çalışmak zorundayım. Ayrıca her şeye rağmen burayı, işimi seviyorum. Ve Karmen'le en başından beri ona yandaşlık yapsam bile buradan çıkmayacağıma dair anlaşma yapmıştık."
"Nerede çalıştığın, neden çalıştığın beni et ve tırnak arasındaki boşluk kadar bile ilgilendirmiyor. Ve bana hiç bir şey yapmadın. O yüzden ikimiz arasında olan hiçliğe anlam yükleyip durma."
Hollanda bir an önce oradan gitmek istediğini belli etmek için sağ ayağını sallayıp duruyordu.
"Hollanda... eğer o tartışma yüzünden bana hala kızgınsan..."
Aylin sözünü direkt kesti. "Kızgın değilim, haklıydın. Kafayı bulmak hataydı. Bunu bir bağımlılık haline getirmek ise daha büyük bir hata. Suçlu bendim."
"Artık toz çekmiyor musun?"
Hazar aylar önce Aylin'i Karmen'in mutfağında kafayı bulurken yakalamış ve kavga etmişti. Çünkü Hazar'ın hayatı, madde yüzünden üstüne atılan suçlarla bozulmuştu.
Kız burunlarından içeriye hava doldurdu. "Hayır, bana dediklerinden kısa bir süre sonra bıraktım."
İtirafına bir tutam şüpheyle yaklaşmıştı ama Aylin'in yalan söylüyor gibi bir hali yoktu.
"Aylin seni uzun hayır çok uzun zamandır görmüyorum. Böyle ayak üstü konuşmayız, gel bir kafeye gidip oturalım."
"Hayır, istemiyorum." deyip sırtını döndü.
"Aramızda hiçlik var diyorsun ama biz birbirimize gülümsemiştik."
Aylin yüzünü ekşiterek Hazar'a döndü. "Ne olmuş yani?"
Hazar ellerini kot pantolonunun cebine soktu. Soğuk olduğu için elleri üşümüştü.
"Sen kimseye gülümsemezsin Hollanda. Hele ki tanışalı bir hafta olmuş birine."
"Hataya düşmüşüm."
"Bu kadar sert olmana gerek yok."
"Öyle mi? Buna sen mi karar veriyorsun? Ben...ayakta durmak için sert olmak zorundayım Hazar. Henüz yirmi bir yaşındayım ve sevdiğim herkes ölüp gitti. Kısacık ömrüme sığdırdığım vadesi çabuk dolan insanlar."
Aylin'e bakmaya devam ettikçe Hazar'ın gözleri dolmuştu. İçinde hangi duygular patlıyordu? Özlem mi? Sevgi mi? Keder mi? Hepsinden biraz tat almıştı.
"Aylin- özür dilerim Hollanda. Seni anlıyorum. Özür dilerim, istediğin kadar sert olabilirsin bir şikayetim olmayacak. Ama lütfen bir yere gidelim ve geç kaldığımız şeyleri konuşalım."
"Hazar, sana son bir kez iyice söyleyeceğim. Benimi için hiç bir şey ifade etmiyorsun. Benim için katı kalpli diyorlar. Bu kulaktan dolma dedikodu değil. Gerçekten öyle olduğumu hissediyorum. Kimseyi sevebileceğimi sanmıyorum."
Hazar, Aylin'e "öyle mi?" der gibi kaşlarını dikerek baktı. "Kimseyi sevebileceğini sanmıyor musun?"
Aylin başını öne arkaya salladı. "Ben de senin için bir heyecandan fazlası değilim biliyorum, birlikte bir hafta vakit geçirdik. Fazlası olmasının imkanı yok."
Genç adam itiraz etmedi. Fazlası yoktu ama heyecan kadar az değildi Hollanda'ya karşı duyduğu ilgisi.
"Biz farklıyız, çok farklı. En basit örneği sen motor seviyorsun ben ise araba. Demek istediğim eğer aklının bir köşesinde kalmışsam bu saatten sonra beni oradan da silsen iyi olur. Yollarımız bir daha kesişmez umarım."
Adam dişlerini sıkınca çene hattı keskin bir şekilde belirdi. Gözlerini ağır ağır açıp kapattı.
"Haklısın, aramızda hiç bir şey olmadı. Ama bilmeni isterim ki sen benim için farklıydın Hollanda. Kendin gibiyidin. Olduğunu gibi. Ne eksik ne fazlası. Gülüşünde ufak bir ümit gördüm. Bir ihtimal...Hiç huyum değildir gönül işlerine karışmak ama, senin için o ihtimalin peşinde koşmak istedim."
"Artık koşmana gerek yok."
"Evet, zaten tam şuanda kendimi frenledim. Karşıma çıktığın iyi oldu. Yarım kalmışlığı sevmem. Artık tamamen işime odaklanabilirim. Seninle tanışmadan önce her zaman yaptığım gibi."
Aylin artık Hazar'a korkutucu bakışlar atmayı bırakmıştı. Adamın kendisini bu kadar anlayışlı karşılayacağını beklemiyordu. Belki de böyle anlayışlı karşılandığı için şuan kalbi daha önce hiç olmadığı kadar değişik bir hisle yanıyordu. Bu terk edilmişlik hissi neden?
Hazar, Hollanda'ya veda eder gibi bakarak mütevazı bir şekilde genişçe tebessüm etti.
Aylin sanki kendisi bunu istememiş gibi içinde ki seslerle mücadele veriyordu.
Bir iki cümleyle vazgeçecek kadar güçsüz müydü hisleri? Saçmalamayı kes Aylin, bunu sen istedin. Ben neyi istedim bilmiyorum. Hazar'ı istemedin. O da beni istemedi. İstedi, ama sen isteğini ondan vahşice çekip aldın. Hayır, hiç üzgün durmuyor. Çok resmi, çok medeni. Savaşmak için hazır değil. Bunu bilemezsin Aylin, savaşması için onu meydana çağırmadın. Her şeyi benim mi yapmam gerekiyor? Niçin kimse kendiliğinden benim için kılını kıpırdatmıyor? Sence Hazar da bu kişilerden birisi mi? Baksana, beni nasıl tek cümleyle sildi. Yarım kalmışlık sevmiyormuş. O zaman gittiği için üzülme. Üzülmem.
Hazar Aylin'in bir şey demesi için uzunca bekledi ama kız dalıp gitmişti. Sanırım konuşma buraya kadardı işte. Hazar bir başka yola dönüp yavaş adımlarla yürümeye başladı. O anda Aylin dalıp gittiği yerden ayılıp çocuğa bakmaya başladı. Kalbinde ki acıyı zihni nefrete dönüştürerek bastırıyordu. Hollanda yokluk çekemeyen hem maddi hem manevi olarak alınmış bir kızdı. Çok geçmeden içinde parıldayan bu ufacık Hazar kıvılcımı da tükenip sönecekti elbet. Hazar'ın ki zaten sönmüştü.
Genç adam yolu yarılamıştı. Durdu, arkasında korkuluk gibi dikilen kıza bakarak, "Aylin." dedi sadece.
"Hazar." deyip sustu kız.
Genç adam başını iki yana pişmanlık ve kırgınlık ile sallayıp siyah bir canavar gibi duran motoruna binip kaskını taktı. Gaza basarak oradan saniyeler içinde uzaklaştı.
Bu gece Hazar'ın motorunun hız gösteren ibresi; sonu gelmez sokaklarda, zifiri karanlık içinde sınırlarını iyice aşacak gibi duruyordu.
⛓️⛓️⛓️
Aynı günün, aynı saatinde bir başka yerde patlamak üzere olan volkan gittikçe artan sıcaklık ile kaynıyordu. Volkan patladığında başta kendisi olmak üzere etraftakileri de yakacaktı.
Ceyhun davetsiz misafir olarak yine Rengin'in kafesine son derece başı dik bir şekilde geçti. Her zaman oturduğu masasına kuruldu ve ayak ayak üstüne attı.
Kafe'de ikisinden başka kimse yoktu. Ancak bunun sebebi, Rengin'in gelen müşterileri kafe de tadilat olacak bahanesiyle geri yollamış olmasıydı. Çünkü birazdan yaşanacak rezilliğe kimsenin şahit olmasını istemiyordu.
Kafenin diğer ucundaki Rengin, Ceyhun'un geldiğini görünce elinde ki bezi sildiği masanın üzerine bıraktı. Adım adım Ceyhun'a yaklaşırken birden pasta tezgahının arkasına geçip eğildi. Geri kaldığında elinde kalın bir dosya duruyordu. Ceyhun'un inatçı gözlerine baka baka masasına geldi ve dosyayı sertçe önüne fırlattı.
"Al! A'dan Z'ye kadar hakkımdaki tüm bilgiler. Bizzat ben, tüm gece bunu hazırladım."
Ceyhuh kalın dosyaya elini atmaya korkuyordu. Şimdiye kadar naif ve kibar olan Rengin'i hiç böyle kendini kaybetmemiş görmemişti. Kadın ilk kez kendi karakterinden taviz veriyordu.
"Ne- ne bu şimdi?"
"Bu ne mi? Ceyhun bey!"
Rengin öyle bir batırmıştı ki Ceyhun'a sakin kalmak düşmek zorundaydı. "Bak hanımefendi kadın. Ben-"
Kadın konuşmasına izin vermeyecek derecede sabırsızdı. "Günlerdir buraya beni çok sevdiğinden mi geliyorsun? Sohbet edip içini dökmek için mi? Palavra! Aptal olabilirim. Sizler kadar kafam entrikalara basmıyor olabilir. Ama bu kadar da aptal değilim. Sen resmen beni araştırıyorsun."
Ceyhun soğukkanlılıkla, "Çünkü sana güvenmiyorum," dedi.
"İnan bana senin güvenini kazanmak gibi bir derdim yok. Karmen sadece senin arkadaşın değildi. Ona üzülen tek sen değilsin. Ama ben senin gibi ölümü yüzünden başkalarını suçlamıyorum."
Ceyhun sinirli bir şekilde gülmüştü. "Ama ölümünde bir başkasının suçu var. Bir hain var, biliyorsun. Karmen onun yüzünden öldü. Skar onun yüzünden öldü." Başında dikilip kendisini azarlayan kadına masadan destek alarak bedenini iyice yaklaştırdı. "Birisi Karmen'i Erdem Aker'e sattı. Parayı sever misin Rengin Şahut? Kendi şerefini ve dostlarını satacak kadar çok mu peki?"
Şak! Okkalı bir tokat Ceyhun'un yüzüne çekiş gibi çakıldı. Rengin'in gözleri kan çanağıydı. Nefesler inim inim inler gibi incecik çıkıyordu burnundan. Ceyhun tokat yediği kırmızı yanağını sırıtarak sıvazladı.
"Şimdiye kadar kafemden kimseyi kovmadım ama sen ilk olacaksın. Çık git buradan! Defol!"
"Belki de suçlu olduğun için böyle mağdur ayağına yatıyorsun. Kendi suçunu itiraf edemiyorsan bari bir ortağın var mı onu söyle. Mesela çok yakın olduğun Emir Aybeyaz."
Rengin artık ne diyeceğini şaşırıyordu. Kendini öyle aşağılanmış hissediyordu ki! Ya da hepsi birer oyundu, rol yapıyordu.
"Emir, Emir, Emir, Emir! Ağzından düşmüyor. Emir benim yanıma geliyor mu sanıyorsun? İletişimimiz çoktan kesildi. Arkadaşlığımız bitti! Son üç aydır, Karmen öldüğünden bu yana bir kez bile olsun yanıma gelmedi!"
Ceyhun sandalyesine geri yaslandı. "Biraz sakin ol."
"Sana çok bile dayandım."
"Beni hor mu görüyorsun? Neden bu hâle gelecek kadar öfkeliyim bilmiyorsun. Siz çaresiz bir insanın gözleri nasıl bakar bilmiyorsunuz. Ben biliyorum. Çünkü aynaya baktığımda o gözleri buluyorum. Senin annen baban hayatta değil mi?"
Rengin anlamayarak baş salladı.
"Hayatta," diye tekrarladı Ceyhun. "Emir piçinin hayatta, Hazar'ın hayatta. Benim anam ve babam hayatta değil. Karmen'in anası babası hayatta değil. Siz küçük yaşta hayata yetim ve öksüz başlamak nedir bilmiyorsunuz. Hayata on sıfır...hayır yüz sıfır geriden başlıyoruz. Sizi seven yok, sizi koruyan yok kollayan yok. Bir başınayız. Hemde hayatın her anında, ölene kadar."
Rengin birden Ceyhun'un bunları anlattığını anlamıyordu. Fakat Rengin'in kafesine bir çok kez dertleşme bahanesiyle gelip başka meseleler konuşan adam işte şimdi ilk kez içini döküyordu.
"Aileni kaybetmek ister misin?"
"Saçmalama," dedi kadın birden.
"O kadın kaybetti. Karmen daha on veya onbir yaşında kaybetti onları. Sadece bu yüzden bile...sadece bu yüzden bile insanların ona acıması lazımdı. Bana acımadılar bari ona acısaydılar. Ben ona acıdım, ben Karmen'i anladım, ben kadının yarasına bastırmadım. O da beni anladı."
Matem içindeki adamın boğazı düğümlenmişti.
"Emir piçi kim bilir nerelerde sürtüyor? Hayır asıl suçlu kadını senelerce evde hapseden, onu hayattan koparan o kocası olacak götveren Harvey! Karmen'in önünde ona kötü söz söylemekten çekiniyordum ama içten içe o adamdan hep nefret ettim."
Rengin, Ceyhun'un sözünü kesmeden karşına geçip sessizce oturdu. Adamın gözleri ise rastgele bir yere dalıp gitmişti.
"Ağladı... Karmen kendi başına sipariş verdiği bir dilim kek için bile mutlu olup ağladı. Lan! lan insan... insan sipariş verebiliyor diye ağlar mı? Ağlamaz.
Yirmi yedi sene önce doğmuş olmasına rağmen hayatına daha yeni başlamıştı. Daha yaşamın en başında o kadın öldü. Yaşamayı hak ediyordu. Bize kol kanat gerdi. Daha kendine bile yetemiyordu. Özgürlüğüne henüz kavuşmuştu ama bizler için ondan da vazgeçti. Adil değil, hiç adil değil.
Ama yok, herkes nankör olduğu için kimse bu fedakârlığı görmez. Kadın öldü, herkes yaşamaya devam etti. Boş mezarına gelen yok, toprağın altında huzur içinde yatan cesedi bile yok.
O kadın ölmeyi hak etmedi, yavrum bu kadar çabuk solup gitmemeliydi. Beyaz lalelerin ömrü bile daha uzun."
Beyaz lalelerin ömrü bile daha uzun...
Ceyhun başını öne eğerek sustu, akan gözyaşları yanağını ıslatıyordu. Rengin ise hıçkırıklarla ağlıyordu. Ceyhun konuşurken öyle sessiz, öyle ağır, öyle can alıcı konuşuyordu ki acıklı şarkılar yeniden yazılacak olsa ilhamları bu adam olurdu.
"Ben bile ölmeyi hak ederdim ama o hak etmezdi. Sırtına aldığı yük dünyadan ağırdı. Almak zorunda değildi. Taşıdığı vebale yaklaşmaya kimse cesaret etmezdi. Kendisi cesur olmak zorunda değildi.
Bir günüm yirmi dört saat, ben bir saatimi ayırıp Karmen'in yanına gitmezsem kendime adam diyebilir miyim?"
Bir ihanet, diye geçirdi içinden. Ve bir intikam.
Bir hain vardı. O hain herkesi parçalamıştı.
"Tüm bunlara rağmen bildigin bir şey varsa ve susuyorsan veya masum olduğuna dair yalan söylüyorsan o zaman... o zaman..."
Kız korkudan titriyordu. Ceyhun onun bal rengi gözlerine bakarak yumruğunu masaya koydu.
"O zaman Rengin Şahut, karşında bulacağın kişi Ceyhun Dinç değil, bir başkası olacak." dedi.
Taşıyıcı olacak.
"Çık!" diye bağırdı ağlamak ve hıçkırık arasında gidip gelen sesiyle. "Çık buradan, defol! Karmen'e ihanet edeceğimi düşünecek kadar igrençsin. Beni tehdit edecek kadar güçlü müsün? Küstah!"
Rengin ayağa kalkarken sandalyesi geriye doğru devrildi. Ceyhun'u kolundan tutup kaldırmaya çalışıyordu. Ne yazık ki gücü yetersizdi. Adam kendi isteğiyle ayağa kalktığında, kadın bu sefer onu kapıya doğru itmeye çalıştı.
"Bir daha sakın buraya adımını bile atma Ceyhun!"
"Ona duruma göre karar vereceğiz."
"Pişman olacaksın," dedi Rengin, kendinden emindi.
Ceyhun kafeden çıkmadan önce Rengin'i baştan aşağı süzerek başını iki yana salladı. "Sanmıyorum."
⛓️⛓️⛓️
Böylece şuan oldukları yere gelmişlerdi. Hem Ceyhun'un hem Hollanda'nın bugün yaşadıkları olaylardan sonra depoda buluşmuş ve duvarda yeni düzenlemeler yapmışlardı. Ancak ikisi de kavgasından hiç söz etmedi.
Depodan çıktıktan sonra evlerine dağıldılar. Fakat o gece böyle bitmedi. Ceyhun tüm bu planların dışında kendi yüreğini öyle ağır hissediyordu ki yerinde duramaz oldu.
Ya Rengin gördüğü kadar masum bir kadınsa? Bugün ona iftara atmıştı, onu tehdit etmişti. Kavga aklında tekrarlanıp duruyordu. Taksiye binip kadının evine sürmeye başladı. Onu böyle aglattığı için özür dilemek istiyordu. Rengin öyle içten ağlamıştı ki, göz yaşlarına yalan demek delilik olurdu.
Evin önüne yetişti. Taksiden inip kapıya kadar yürüdü. Yumruğunu kaldırıp kapıya vurmaya yeltendi ama eli havada asılı kaldı. Gecenin bu geç saatinde onu rahatsız etmek kabalık olacaktı. Zaten Ceyhun, Rengin'in görmek istediği son kişinin kendisi olduğunu iyi biliyordu.
"Yarın... yarın özür dileyeceğim."
Çalmaktan vazgeçerek arabaya geri bindi. Her zaman ki yerinde park edilen aracının içinde ışık yanmayan evi izlemeye koyuldu.
Evi izlerken görüş alanına siyah spor bir araba girdi. Ceyhun'un gözü bu arabayı bir yerden, çok yakın bir yerden ısırıyordu. Cama yaklaştı ve tüm dikkatiyle arabaya baktı.
Arabanın şoför kapısı açıldı ve içinden zar zor dengede duran bir adam indi. Ceyhun o adamı tek bir bakışta tanımıştı. Emir Aybeyaz.
Uzun zaman sonra onu görmesi tüylerini ürpertmiş olsa bile çenesi kasıldı ve gözü seğirdi. Öfke bedeni içinde bir yılan gibi kıvranıyordu. Taksibin içinde ki hava kendisine yetmez oldu.
Emir, topal bir yürüyüşle eve yetişip Rengin'in kapısını çaldı. Ceyhun onun sarhoş olduğunu düşündü. Demek gecenin bu saatinde bile evine gelebilecek kadar araları açılmamıştı.
Kapı bir süre sonra sarışın kadın tarafından açıldı. Ceyhun Rengin'i görünce kalbi titremişti.
"Lütfen alma, lütfen onu evine alma. Eğer sona sinirliysen, eğer arkadaşlığınız bittiyse onu alamazsın. Uzun zamandır görmüyorsan ona önce tokat atarsın," diye söyleniyordu.
Ama karanlık olduğu için Ceyhun, Emir'in feci dayak yemiş olduğunu, yüzünün dağıtılmış olduğunu, üstü başının kana bulanmış olduğunu görmüyordu.
Rengin, Emir'i gördüğü gibi onu anında sorgusuz sualsiz içeri alması Ceyhun için yeterli bir görüntüydü.
Kontağı döndürerek arabayı çalıştırd ve gaza basarken dişleri arasından "yalancı kadın," diye tısladı. "Yalancı."
Fakat o evin önünden Ceyhun olarak değil, Taşıyıcı olarak ayrılmıştı.
⛓️⛓️⛓️
Sabahın en erken saatinde uyanmış, banyo yaparak temizlenmiş ve üstüme yeni kıyafetler giymiştim. Evden çıkana dek, arabaya binene dek kendimi gitmeye hazır hissediyordum. Ancak yarım saattir ön koltukta, direksiyon karşısında öylece oturmam benimle aynı fikirde değildi.
Dün akşam ayrı odalara ayrılmadan önce şöminenin önünde oturken karar vermiştim. Artık kendimi, etrafımda ki insanlara göstermenin vakti gelmişti. Victor'a, "yarın dışarıya çıkacağım," dediğimde önce başımda ödül olduğu için bunun tehlikeli olduğunu söylemişti. Çünkü etrafta beni ve Victor'u arayan belki yüzlerce seri katil kol geziyordu.
Kafama koymuştum. Ben artık sevdiğim insanlara kavuşmak istiyordum. Victor'a bir kez daha, "Kamufle olarak gideceğim," dediğimde bu sefer araba korkumdan dolayı kendisinin de benimle geleceğini söylemişti.
İstediğim şey tek başıma gitmekti. Onu yine reddetmiş ve "Ön koltuğa oturup, arabayı kendim sürerim," demiştim.
Bana kendisinin arabalarının babasının adamları tarafından tanınabilir olduğunu söyleyip arkadaşı Marcus Marino'nun garajda ki arabasını almamı söyledi.
Her konuda anlaşmıştık ancak içimde hala onun bana karşı çıkacağına dair keskin hisler vardı. Sanki Harvey gibi birden yüzüme öfkeyle bağırarak, "Dışarı çıkmayı nasıl istersin? Seni kim koruyacak? Peşinde katiller var, öleceksin," demesini bekliyordum.
Ancak Victor ateşi kendi halinde izlemeye devam etmişti. Ben kalkıp gitmeden önce de aklımdan geçenleri okumuş gibi şu cümleleri söyledi.
"İstersen dünyanın merkezine yolculuğa çık Karmen. Özgürsün. Ve bu gerçek, bundan sonra asla değişmeyecek."
Kendimi korkusuz birine dönüşmüş sanıyordum. Felç ile başa çıktıysam, ön koltuğa oturup araba bile sürebilirim sanmıştım. Ormandan gelen baykuş sesleri, kuşların ritim ile ötüşleri kulaklarımı dolduruyordu. Ancak ben kafamın içindeki sesler yüzünden boğuluyordum.
Düşündükçe kendimin sadece fiziksel yaralarla başa çıkacak kadar güçlü olduğunu anlıyordum. Çünkü gece kafamı yastığa koyduğumda aklıma gelen şeyler ameliyatım, kırık kemiklerim, ezilmiş kafam olmuyordu. Victor'un bana söylediği sözler, İgima'nın ailemin katili oluşu, Harvey'in kancık çıkması... Uyumadan önce aklımı kurcalayan bu gerçeklerden hangi birini hazmedecektim?
Şimdi de lanet olası travmam. Yardım isteyeceğim kimse yoktu. Victor'un ayağına gidip ona korktuğumu söyleyip beni şehire götürmesini istemeyecektim. O psikopat adamla ne kadar az konuşursam o kadar sağlıklı geçerdi günüm.
Arkamda ki ahşap evin kapısının açılmasıyla dikiz aynamdan oraya baktım. İti an çomağı hazırla.
Victor sabahlık pijamalarıyla gülerek yanıma gelip bir kolunu arabanın üstüne dayadı, diğer elini açık camımın üstüne koymuştu. Bana doğru eğilerek yüzünde ki muzır ifadeyle," Yarım saattir arabanın içindesin," dedi. "Yoksa arabaya beni mi şikayet ediyorsun?"
"Hayır."
"O zaman arabanın dili çıktı da onunla dertleşmeye başladın."
Gözlerimi devirdim. "Hayır."
"O zaman benzin harcamaya korkacak kadar fakir ve cimrisin."
"Hayır! Artık saçmalamayı keser misin?"
Victor gülmüştü. "Madem bunların hiçbiri değil, neden artık gitmiyorsun?"
Halsiz bir nefes vererek başımı büktüm. "O kadar basit değil."
Victor şaşırmış edasıyla gözlerini büyüttü. "Nasıl yani? Herkes kontağı çevirince arabanın çalışacağını ve harekete geçeceğini biliyor. Yoksa sana anahtar çevirmeyi değil de düz kontak yapmayı mi öğrettiler? O yüzden mi basit değil diyorsun?"
Önce kıkırdamış ve duramayınca kahkaha atmıştım. Victor'un yüzüne memnuniyet yayıldı.
"Aferin, işte böyle gül Karmen. Aynen böyle gül. Üzerine gelen her şeye kahkaha at, kafanın içinde dönüp duran tilkileri gülerek uzaklaştır. Travmalarından gülerek kurtul. Çünkü ancak bir şeyi alaya alırsan o şey karşında ufacık bir hal alır."
Aydınlanmış bakışlarım Victor'un mavilerini buldu. "O yüzden mi sana ne dersem diyeyim gülüp geçiyorsun?"
Victor suçlulukla tebessüm ederek elini camdan çekip diğerinin yanına yani arabanın üstüne koydu. "Şimdi konuyu çarpıtma yaramaz kadın. Anahtarı kontağa sok ve çevir."
Anahtarı yerine yerleştirsem bile ilermeye devam etmedim. "Ama... Ama ön koltuktayım."
İnsan korkuları karşısında çaresiz ufak bir çocuk gibi mızmızlanıyordu.
"Eğer arka koltuktan arabayı kulanacak kadar yetenekliysen oraya da geçebilirsin."
Kendisine ters ters bakıp elimi öfkeyle direksiyona vurdum. Victor bedenini camdan içeri geçecek kadar çok eğmişti bana.
"Karmen, yıllardır araba kullanıyorum ve kimse karışma çıkıp beni alnımın çatısından vurmadı. Seni de vurmayacaklar. Korkutuğun şey, senin başına gelmedi. O şey Harvey'in anne ve babasının yaşadığı elim bir olaydı. Madem Harvey bu kadar etkilendi bu ölüm şeklinden o zaman neden kendisi ön koltukta oturup araba sürmeye devam etti?"
Boğazımda biriken tükürükleri yutmuştum. Victor'un bu kadar yakınımda olması onun umurunda değil gibi duruyordu ama ben başımı önümde ki taşlık yoldan çekmiyor kafamı ona çevirmiyordum.
"Çünkü...çünkü Harvey korkmuyordu."
"Hayır, o sikik benim dünya da gördüğüm en korkak adam. Korkuyordu. Hem de çok. Ama korkusunu sana yükledi Karmen. Sen olaya bile şahit olmamışken, kulaktan duyma sözlerle aynı şeyin başına gelmesinden nasıl korkar hale geldin?
Çünkü sik sığırı senin kafanı böyle doldurdu. Sana her gün bu korkuyu aşıladı. Kendi korkusundan alıp sana verdi. Tıpkı diğer her konuda olduğu gibi. Dışarı çıkmak ve tehlikeye bulaşmaktan korkuyordu, yine çıktı ve karanlığa bulaştı. Çünkü korkusunu çoktan sana vermişti. Dışarıya çıkmayan sen oluyordun. O korkusunu seni kullanarak bastırıyordu. Seneler boyunca."
Üzüntümü, Harvey'e olan nefretim eziyordu.
"O... o ben ölürüm diye beni arkaya bindiriyordu. Evden çıkınca beni öldürecekler diye eve saklıyordu," diye bir şeyler geveledim. Ne konuştuğumu bilmiyordum.
"Peki öldün mü Karmen?"
"Hayır."
"Arka koltuğa bindiğin sürece ön koltukta ki kimse bir saldırıya uğradı mı?"
"Hayır."
"O zaman ön koltuğa sen de binseydin yaşamaya devam edecektin Karmen."
"Edecektim."
Kendini arabadan çekerek gerindi. "Ama maalesef sana hak görülen tek şey korku ve travma olmuş."
Victor'un bir zamanlar hasret kaldığım yakışıklı yüzüne baktım.
"Halime acıyor musun?"
Adam tüm samimiyetiyle başını olumsuz olarak hareket ettirdi.
"Hayır. Sen, seneler boyunca kendine layık görerek çok sevdiğin kocanı Harvey olarak seçmişsin."
Ardından üç adımını yüzüme bakarak geriye doğru attı ve sonra sırtını dönerek gitti. Eve geçmişti.
Ben onun silahıydım. Bu yüzden silahını koruyordu, ilgiyle bakıyor, sağlıklı olması için çabalıyordu. Çünkü silahına bir zarar gelirse kendi savaşını kaybedecekti. Ben onun için bir insan bile değildim.
⛓️⛓️⛓️
Navigasyonu kullanarak ve çoğunlukla ara sokaklardan geçerek geldiğim o tanıdık mezarın arka girişinde arabayı park edip indim. Arabadan indiğimde burada yatan ölü insanlardan kaynaklı mı bilemediğim soğukluk sebepsizce içimi ısıtmıştı. Yanıma aldığım siyah şal ile kafamı, yüzümü kamufle olacak şekilde gözlerim hariç hiçbir yerim gözükmeyecek şekilde örttüm. Gözlerim için ise siyah bir gözlük kullanmıştım.
Mezarlar arasında yürürken aklıma aylar öncesi gelmişti. Aynı günde bu topraklara dört insan armağan etmiştim. Cansu'nun, Skar'ın, Avukatların mezarını ziyaret edecek fırsatım yoktu. Çünkü Ceyhun'un benim mezarıma saat kaçta gelip gittiğini bilmiyordum. Onu kaçırmamam lazımdı.
Benim boş mezarımı Harvey'in yanına açtıklarını söylemişti Victor. Adımlarımı hızlandırıp pek nadir geldiğim o yere gittim.
Arkadan bakıldığında iki mezar taşı yan yana duruyordu. Ön tarafa geçtiğimde iki isim okudum. Biri alışık olduğum isim Harvey Ivy As Cindy, diğeri ise okurken bana tuhaf gelen ve korkunç rüyamı hatırlatan isim Karmen Ivy As Cindy.
Harvey'in yağmurdan dolayı toprağı çamurluydu. Üzerinde yabani otlar yeşermiş ve bakımsız duruyordu. Toprağın yanına oturmadım bile, dokunmak istemedim. Yaptığım tek şey ağzımın içinde biriken sıvıyı mezarına tükürmek olmuştu.
Benim mezarımın üstünde ise tazeliği hala duran beyaz bir Lale vardı. Otlardan özellikle ayıklandığı belliydi. Kendi mezar taşıma bakıp durdum. Bir gün elbette gideceğim yer orası olacaktı ama yarım kalmış olarak değil. İntikamımı almış olarak.
Fazla oyalanmadan mezarların arkasında ki beni saklamaya yetecek kadar geniş gövdeli ağacın yanına gidip beklemeye başladım.
Yarım saat geçmişti...Gelmesi lazımdı, bana böyle demişlerdi. Ceyhun her sabah senin mezarına gelir demişlerdi. Yüzümü asmaya ramak kalmışken uzaktan gelen bir arabanın fren yapma sesini duydum.
Saklandığım yere iyice tüneyip gözlerimi dört açtım. Biri geliyordu, heybetli bir adam. Üzerinde siyah pantolon, siyah ceket olan karmaşık saçlı yeni uyandığı belli bir adam. Bir elinde beyaz lale tutuyordu. Diğer elinde ise parmakları arasına sigara sıkıştırmıştı.
Kalbimin yeniden sıcaklık ile attığını hissettim. Bedenim, kendini evinde gibi hissediyordu. Yüzüm ağlamaktan ıslanmaya başladı. O geliyordu, dostum, her şeyim, can dostum, saf, yumuşak kalpli, tertemiz bir adam... Ceyhun Dinç.
Mezarıma yetiştiğinde dediği ilk şey, "Günaydın Yavrum," olmuştu. Etraf çamur olmasına rağmen hiç çekinmeden yanı başımda oturup eski laleyi alıp cebine soktu ve yerine yeni getirdiği beyaz laleyi bıraktı. Parmaklarında ki yas sigarasını içmeye başlamıştı. Dışarı verdiği her duman soğuğu kırarak havada asılsız şekilde yayılıyordu.
Sigarası bittiğinde toprağa fırlatıp ayağa kalktı. Fazla konuşmamıştı. Morali bozuktu.
"Affet beni yavrum." Dedi bitap düşmüş halde. Yüreğim ona baktıkça parçalanmaya devam ediyordu. "Senin hiç bir suçun yok," diye fısıldadım. "Asıl sen beni affet Ceyhun'um."
Ceyhun mezardan çıkmak üzere taksiye doğru yürümeye başladı. Benim ondan önce yola ulaşmam gerekiyordu. Ters yönden çıkıp ana caddeye koşarak çıktım. Yüzümün her tarafının gizli olduğuna iyice emin olduktan sonra yolun köşesinde beklemeye başladım.
Dakikalar sonra Ceyhun'un taksisi yol üzerinde göründü. Kalbim ağzımda atıyordu. Sağ kolumu kaldırarak durması için hareket yaptım. Taksi, bana doğru yanaşıp önümde durdu. İçinde ki Ceyhun, arabaya binen yolcuyu umursamadan önüne bakmaya devam ediyordu.
Arka koltuğun kapısını açtım ve arabanın içine geçip oturdum. Tıpkı eski günler gibi.
Tıpkı ilk tanıştığımız gün gibi.
"Nereye?" diye sordu kabaca bir sesle.
Sesimi değiştirip "Sürmeye devam et," dedim.
Ayağını frenden çektiğinde harekete başlamıştık. Artık Ceyhun Dinç'le aynı arabanın içindeydim. Hem de o, arka koltukta az önce mezarına gittiği kadını taşıdığını bilmiyordu.
45. BÖLÜM SONU
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.
İnstagram : @/ kankaderoffical2
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.52k Okunma |
1.54k Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |