50. Bölüm

47. BÖLÜM - FELEKTEN İKİ GÜN PT.1

sho.sha.
shorosharpen

 

Watch my heart burn
With the fire that you started in me
But I'll never let you back to put it out

 

watch- Billie Eilish

 

Sana dönmem imkânsız
Dönmem imkânsız
Bakma bana öyle
En büyük düşmanıyım kendimin
Bi' yeri yok derdimin
Bunların şahidiyim ben senin
En büyük derdinim
İlacımın adı senin tenin
Bedenime bu bedeli
Ne gereği var ödetmenin?

 

Sana dönmem imkansız - sevimo

 

I knew you were trouble when you walked in
So shame on me now
Flew me to places I'd never been
'Til you put me down, oh
I knew you were trouble when you walked in
So shame on me now
Flew me to places I'd never been, yeah
Now I'm lyin' on the cold hard ground

 

I Knew You Were Trouble - Taylor Swift


❤️⛓️🖤

"Bana neden orta parmak atıyorsun?"

Biz birazdan suikaste uğramak üzereydik ve sorduğu soru sabah attığım mesajla ilgili mi olmuştu?

Bu adam gerçekten Portekizli Psikopatın ta kendisiydi.

Sorduğu soruyu idrak edebilmek için kendi içimde bir kez daha tekrar etmiştim. Kafamı ona hayretle çevirdim. Hâlâ bana doğru eğikti ve çok yakınımdaydı.

Tek kaşını kaldırıp başını salladı. "Cevap istiyorum."

Elimde ki silahı kendime gelmek için sıktım. Keşmekeş bir durumun içindeydim. Gözlerimi kapattığımda az önce ki kabus gözümün önüne geliyordu. Elime baktığımda silah tuttuğumu ve dışarıda bizi avlamak için birilerinin olduğunu görüyordum. Victor'a baktığımda ise beklenmedik bir soru buluyordum.

Yutkunup, etrafa bakındım. Dışarıda ki suikastçiler eve nereden girecekti? Pencerden mi? Ön kapıdan mı? Salonun yüksek camlarını kırıp içeri hücum mu edeceklerdi? Kaç kişiydiler? Asıl sorulması gereken sorular işte bunlardı. Ama Victor, aptalın teki gibi zamparalık yapıyordu.

Yüzümde ki değişik mimikleri saklayamıyordum. Victor silahının namlusuyla çenemin altından tutup başımı kendi yüzüne doğru çevirdi. Siyah saçlarının arasından giren sarı loş ışık yüzüne gölge düşürüyordu.

"Delirdin mi?" diye bağırdım istemeden. Ve dudaklarıma değen soğuk metal beni susturdu. Zaten kabusum beni etkilemişken bu adamın silahını ikide bir bana tutmasından iyice nefret etmiştim.

"Şşş sessiz ol. Söyledim ya, dışarıda birileri var."

"Evet var," dedim sessimi bastırarak. "İşte bu yüzden şimdi çözmemiz gereken tek sorun bu. Senin yersiz ve alakasız soruların değil."

Diliyle damağına art arda vurup beni kınayan bakışlarla süzdü. "Nezaketten ne kadar yoksunsun."

"Bunu bana sen mi söylüyorsun?"

Gözlerini umursamaz tavırla kısıp bakışını haklılıkla ekşitti. "Sabahtan beri aklıma takılıp durdu, birisi sana mesaj attığında ona cevap olarak orta parmak mı atarsın?"

"Ben...şey...ben, ııı..." Her an eve girebilirler. Silahımda kaç kurşun vardı? Canımı kurtarmam lazım. "Şey için... mesajı, parmak, orta parmak...Sikeyim! Dalga mı geçiyorsun?"

Önümde bir dağ gibi durmuyor olsaydı çoktan çıkıp gitmiştim. Ama her yolu engelleyeceği belliydi. Onunla kavga etmek yerine gücümü dışarıda her kim varsa ona saklıyordum.

"Terbiyesiz," dedi ukala bir tavırda. Dudaklarında eğleniyor gibi hafif bir sırıtma vardı. "İnsanlarla nasıl mesajlaşılması gerektiğini bilmiyor musun? Sanırım hayır, daha önce de aynısını yapmıştın. Ben henüz senin için bilinmeyenken 'tşk' yazıp geçmiştin. Hatırladın mı?"

Uykudan yeni kalkmama rağmen bakışlarım cin gibi ayıktı. Onu boğmak istediğimi yüzümün her tarafından belli ediyordum.

"Bak, attığım şeye dikkat bile etmedim." Öfkeli ve tedirgindim. Ayrıca yalan söylüyordum. "Elime ne gelirse basıp yolladım. Şansına orta parmak gelmiş. Bu sabahtan beri aklında mı? O zaman dua et ki kıpkırmızı bir kalp atmadım. Yoksa seni sevdiğimi bile düşünürdün."

Yüzünde ki hoşnut bakış birden silindi. Mavi gözlerinde ki ışık, oda kadar karanlık olmuştu. Sertçe yutkunmuştu. Benden uzaklaşıp geriye doğru üç adım attı. Kalbindeki kin yüzüne nüksetmişti.

Onu neresinden vurmam gerektiğini biliyordum. Bu adice olsa bile, canını yaksa bile. Şimdi ölmemek her şeyden önce geliyordu. Hayatta kaldıktan sonra dediğim şey yüzünden bana istediği kadar kızmak ve yaralayıcı sözler söylemekte özgürdü.

"Şimdi yolumdan çekil," deyip koluna çarparak yanından geçtim. "Kimseye kendi kellemi tepside hazır sunmayacağım."

Odamın açık kapısından süzülerek öne eğildim. Evde ki tüm büyük ışıklar kapalıydı. Yalnızca benim ve Victor'un odasından güçsüz sarı huzmeler çıkıyordu. Hemen arkamda onun bedenini ve nefesini hissettim. Üzerime doğru eğilip, "Seni takip etmediklerini söylemiştin," dedi.

Sesi atarlı giderli değildi. Ona söylediğim en kalp kırıcı şeyi bile kolayca hazmedip eski haline geri dönüyordu. Bu, benim ne varlığımın ne de ağzımdan çıkanların onun üzerinde etkisinin sıfır olduğunu gisteriyordu.

"Öyle olduğunu sanıyordum," dedim fısıldayarak. Eve hâlâ kimseye girmemişti. Koridorun sonunda ki giriş kapısına baktım, yerinde kıpırdamadan duruyordu. Kimse tarafından zorlanmıyordu. Eh, ön kapıdan girmeyecek kadar akıllıydılar demek ki.

"Sence babanın adamları mı yoksa ödül avcıları mı?"

"Bilmiyorum," dedi kapıyı sonuna kadar açıp yanımda durarak.

"Kaç kişinin sesini duydun?"

"Emin değilim."

Soğuğa rağmen alnım terlemişti. Eğer ödül avcıları ise beni direkt öldürecekler ve İgima'ya bunu kanıtlayıp paralarını alıp gideceklerdi. İgima'nın adamları çıkarsa beni öldürme şerefine girmekten korkup patronlarına teslim edeceklerdi. İgima Dizable ise kendi işini kendisi görecekti, yine de direkt ölme ihtimalim azdı.

"Umarım babanın adamlarıdır."

"Umarım," dedi külfetli ağır bir sesle.

Odamdan hızla çıkıp karşımda ki Victor'un odasına geçtim. Victor benim odamın kapı eşiğinde duruyor ve bana bakıyordu.

"Ne yapıyorsun?"

Arkamda ki kapalı cama baktım. Kafamın üzerinde bir kaç farklı kurtuluş yolu uçuyordu. Hepsi de birbinden ümitsiz vakaydı. Victor'a geri döndüm.

"Pencereden dışarı çıkacağım."

"Ya hemen orada bekliyorlarsa?"

"Başka çaremiz yok. İkimiz evde durursak savunmasız kalırız."

"O zaman dışarıya ben çıkacağım."

Tehlikeli işi üzerine almak istiyor, ah ne kadar cesur. Gözlerimi küçümseyip devirdim.

"Bu kadar heyecanlanma, sen de ön kapıyı açıp dikkatleri kendi üstüne çekeceksin."

İşareti parmağını kendi üzerine tuttu. "Ben mi?"

"Etafta başka kimseyi görebiliyor musun?"

"Etrafta göremiyorum ama kapının önünde olduklarını biliyorum. Çağırayım ister misin?" deyip kıkırdadı.

"Şimdi gidiyorum," dedim direkt. "Sen evin içinde onları oyalarken ben de arkalarından dolanıp gireceğim ve aramızda sıkıştıracağız."

Söyler misin kendim, en son hangi yaptığın planı hiç sorun çıkmadan birebir uyguladın ki?

Arkamı dönüp pencereye doğru yaklaştığımda kulağıma silik bir ses geldi. "Dikkat et."

Bir kaç saniye duraksadım. Ardından kendisine hiç bakmadan pencereyi dikkatlice açtım. Menteşe gıcırtısı evde ki sessizliği parçalamıştı. Neyse ki dışarıda ki rüzgar yüzünden birbirine çarpıp duran ağaçların sesi içinde kaybolup gidecek kadar alçaktı.

Pencereden atlamadan önce aşağıya baktım, kimse yoktu. Karanlık yüzünden daha fazlasını göremiyordum. Ormanın içinde bile saklanıyor olabilirlerdi.

Ancak risk almazsam, hayatım devam etmezdi. Gafil avlanmak yaralı ceylanların hazin sonuydu, gafil avlamak ise gözü pek kaplanların huyu.

Pencerenin pervazına tırmanıp ters döndüm. Bakışlarımı karşı odadan beni izleyen Victor'dan uzak tutuyordum. Aşağı atlamak yerine bacaklarımı sarkıttım ve parmak uçlarımla yere değdim. Çıplak ayağımı yabani otlar ve taşlar gıdıklıyordu. Küçük çakıl taşları ise batıyor gibi his uyandırdı.

Tutunan kollarımı bıraktığım anda yere kadar eğildim. Kendimi fazla dik tutmadan silahımı etrafımda ki karanlığa doğrultup karışma birinin çıkmasını bekledim. Ne sağımdan ne solumdan kimse gelmemişti. Karşımda ki karanlık ve öfkeli orman ise hâlâ korkunçtu ancak içinde katil olan kimseyi saklamıyordu.

Gece serinliği eşliğinde evin duvarına tutunarak yolumu takip etmeye çalıştım. Adımlarım su kadar sakin ve sessizdi. Ayağıma diken batmıştı ama inlememiştim bile. Vücudumda daha derin yaraları taşıyorum diken, beni incitmek istiyorsan daha fazlasını yapman gerekecek.

Duvar bitmek üzereydi. Az sonra ön kapıya bakacak kıvama gelecektim. Adımlarımı daha çok yavaşlattım. Nefesimi yutuyordum. Saçlarıma değen rüzgar her bir tutamı dört bir yana uçuruyordu. Üzerimde ince kıyafetler olduğundan soğuk derime daha çabuk değiyor ve yakıyordu. Ancak kanımda ki adrenalin beni oldukça diri tutuyordu.

Duvarın sonuna yetiştiğimde durdum. Silahımı öne doğru getirip dinlemeye başladım. Adım sesleri, kuşkusuz iki kişilerdi, belki üç veya dört. Ancak kapının tam önünden gelen toprağı eşeleyen adım sesleri orada birisinin olduğunu kesin olarak kanıtlamıştı.

Duvara tutunup kafamı ucundan çıkarttım. Karanlık, orada ki kişilerin siluetlerini ortaya çıkartmıyordu.

Seslere iyice kulak kestim. Bir şeyler konuşuyorlardı. Parmağım tetikte hazır olarak bekliyorken, sesler daha da netleşti.

"Şimdi," dedi bir adam. Sesi uyuşmuş gibi çıkıyordu. "Şimdi onları basacağız."

Saldırmaya hazırlar. Kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki yerimi belli edecek sandım. Victor kapıyı açtığı anda içeri dalacaklardı. Diğer odalardan birine geçmesi için vakti çok dardı. Benim hızla arkalarına geçip onları sırtlarından vurmam gerekiyordu.

Sakin ol Karmen, ikiniz de aynı senaryoyu yüzlerce kez başka yerde başka zamanda yaşadınız. Biliyorum, yüzlerce kez... Bu tetiğe yüzlerce kez bastım ve ölümle aynı şekilde yüzlerce kez karşı karşıya geldim.

Tıpkı Victor'un bana sarılmadan, kendimi ona yaslayıp ağlamama izin vermeden önce dediği gibi; insan bir kere ölür fakat binlerce kez ölümden döner. Victor, bana sarılmıştı... Victor bana neden sarılmıştı? Belimi ve sırtımı sımsıkı kavrayan ağır ama hassas elinin varlığı hala aynı yerdeydi. Ben neden buna izin vermiştim ki?

Ön taraftan boğuşma gibi gelen arbede sesiyle odağım toparlandı. Kendimi tam öne atacaktım ki Victor'un hâlâ kapıyı açmadığını fark edip durdum. Ele avuca sığmaz bir saldırı isteği bedenimi tutsak ediyordu.

Fakat bu sefer kulağıma başka bir ses geldi. Aksanı fazlaca bozuk, telaffuz ettiği kelimeleri tam anlaşılmayan bir kadın sesi. "Yanlıs yapmak sen! Bu tşok tehlike."

Neden kadın adama tehlikeli demişti? Ellerinde hepimizi öldürecek güçte ağır bir silah veya bomba mı vardı? Yoksa Victor bunu gördüğü için mi kapıyı açmakta gecikmişti?

Adım sesleri biraz daha artı. "Hayır, sus artık sen- senin yüzünden planlarım suya düşecek."

Adamın konuşması sarhoş birini andırıyordu.

"Bu yapmak yanlıs." Kadının sesi sert çıkıyordu.

"Hayır hayır, şşşş duyacaklar." Başımı biraz daha öne eğip onları görmeye çalıştım. Birisi böğürüp duruyordu. Ne yazık ki kapının önü bile zifiri karanlıktı ve ay kara bulutların arkasında saklanıyordu. Kulaklarım, gözlerimden daha çok işe yarıyor.

Adamın kendini kapıya vurduğunu duyduğum anda silahımı onlara doğru tuttum. Hazırım, Victor'un tek bir hamlesiyle ben de harekete geçeceğim.

"Si, si," diye yüksek sesle konuştu böğüren adam. Mutlu olmuş gibiydi. "Si, evet...sesler duyorum. Çığlık gibi, zevk çığlığı. İkisi çok fena düzüşüyor Viva, gel de dinle." Bu adam ne saçmalıyordu ayrıca Viva ismi neden bana tanıdık gelmişti? "Anahtarım var, şimdi onları iş üstündeyken..."

Kapı gürültü bir şekilde birden açıldı ve evden çıkan beyaz ışık ikisinin üzerine düştü. Olduğum yerden fırlayıp arkalarına geçtim ve silahımı iki kişi olan bir adam ve bir kadına doğru tuttum. "Sakın hareket etmeyin!" diye bağırdığım anda kadın bana döndü. Kapının önünde ki Victor gazap dolu öfkeli bakışlarıyla silahını onlara tutmuştu.

Kadının eli beline gideceği anda silahımı salladım. "Sakın dedim, sakın kıpırdama yoksa ölürsün."

Kadının sert yüz hatlarında ki bakış telaşa kapılmıştı. Arkasında ki adam ise iki büklüm halde kapının önünde duruyor ileri geri sallanıyordu.

"Dizable, sakin olmak!" dedi Victor'a bakarken. Victor çenesini sıkıyor ve dudaklarını dişliyordu. Silahını indirdiğinde, "Ne yapıyorsun sen," diye bağırdım.

Sıkıntılı bir nefes verdi. İki yana sallanan adam ise başını kaldırıp Victor'a baktığında boğazından hıçkırık çıktı. "İğh, yakışıklı Vic Vic sen burada ne yapıyorsun? İçeriye geç," deyip Victor'un ayağına vurdu. "Geç işine devam et, biz yokmuşuz gibi. Kadını yatakta bırakmak olmaz."

Victor adamın dengesiz bedenine ayağıyla sert olmayan bir tekme atarak geriye savurdu. Adam yüzünde geniş bir gülümseyle arkaya doğru yuvarlandı.

"Delirdiniz mi lan siz? Burada ne işiniz var? Yarın gelecektiniz Viva, yarın. Bugün değil!"

Viva keskin gözlerle yerde yuvarlanan adama baktı. Ki artık o kişinin Marcus Marino olduğunu anlamıştım. Çünkü Victor daha az önce bana Marcus'un ve birinin daha yarın akşam eve geleceği haberini vermişti.

"Lo siento Dizable, lo siento. Yemin ederim, bilmiyor ben. O sarhos, buraya surdu araba. Bana söylemedi sen burada var. "

Ayakları dibine kadar yuvarlanan Marcus'a bir tekme de Viva atmıştı. Marcus bu sefer acıyla inledi.

"Yapacağınız işi sikeyim! Bizi ne kadar tehlikeye soktunuz farkında mısınız? Marcus! Kendine gel orospu çocuğu. Seni kimse takip etti mi?"

Marcus toprak zeminde dönerek Victor'a baktı. Kafasının üstünde kuşlar uçuyordu sanki. Yüzü ayyaş bir rahatlıkla gevşek duruyordu. "İmkansız," dedi sırıtarak.

"Evet," diye onayladı kadın. "O deli gibi süurdu. Yoldan gelmedi, ormanın içinden geçti. Araba pert oldu, biz de araba içinde pert oldu."

Arkamı dönüp baktığımda sarı renginde duran son model marka arabanın yarısına kadar çamura battığını, sol aynasının kırılıp aşağı sarktığını gördüm. Ön camında ise kocaman bir çatlak vardı.

Silahımı belime geri soktum. Adrenalin etkisini kaybetmeye başladığında hem soğuk hem de uyku bastırmaya başladı. Ama ben de en az Victor kadar öfkeliydim. Öfkem önce Victor'a sonra yine onaydı. Benden habersiz çevirdiği işler yüzünden arkadaşlarının canımızı tehlikeye atması onun suçuydu.

Eve geçmek için yürümeye başladım. Viva denilen kadının yanından geçerken bana merakla bakan gözlerine aldırış etmedim. Yerde yatan Marcus Marino dünyadan bi haberdi. Kapıya yetiştiğimde Victor geçmem için yana kaydı.

"Seninle hesaplaşacağız," dedim kafamı sallarken. İçeriye geçip kapının önünde Victor'un arkasında dikildim. "Eve geçmeyeceksiniz. Marino ayağa kalk, nasıl geldiysen öyle siktir olup git."

Viva'nın siyah saçları kısaydı ve ıslak gibi duruyordu. Yüzünün etrafına diken gibi saçılmıştı. Perçemleri altında ki keskin bakış olduğu durum yüzünden kimi suçlayacak bilemiyordu.

"Por favor, Víctor, ya no podemos volver atrás. Marcus no está en condiciones de ir a ningún lado"

Viva kendi diline geçmişti. Anladığım bir kaç şey olmuştu. Victor'a lütfen deyip gidemeyeceklerini söylemeye çalışıyordu.

"Entonces maneja ." Victor aynı dili kullanarak ona yanıt verdi.

Sesi daha oturaklı ve genizden çıkmıştı. Tanrım...Portekiz veya ispanyol fark etmeksizin kendi dilini kullanmak ona cazibeli bir hava katıyordu.

"No, es peligroso para los dos. Mejor vamos a casa."

Victor kapının ahşap çerçevesine elinin içiyle geçirdi. Viva, Marcus'un kolunu omzunun etrafına dolayıp kaldırmaya çalıştı, koskoca adamı kaldıramaz sanmıştım ama yanıldım. Kadının bedeni zayıf durmasına rağmen güçlü ve sertti. Anlaşılan kollarında yağ yerine kas taşıyordu.

Victor kapının önünden çekilip ikisine yol bıraktı. Kolunun altında ki adamla güç bela içeriye geçmeyi başaran kadın hiç durmadan koridorda yürüyüp açık bulduğu ilk kapıdan odaya daldı. Bu salondu.

Işıkları yanıyordu. Şömine sönmüştü. Viva Marcus'la ne yapacağını bilemez halde hem sinirli hem şaşkın bir şekilde Victor'a baktı.

"Yatak nerede? Bu, orada yatacak."

"Saçmalama," diye tısladı Victor. "Orada ben yatıyorum, koltuklardan birine at işte kendisini."

"Ama sarhos."

"Benim sorunum değil, kendi rahatlığımdan kimse için taviz veremem."

Kendisine göz ucuyla baktım. Ama buraya geldiğimiz ilk gün koltukta yatmıştı.

"Her zaman ki büyük Victor egosu," deyip Marcus'u koltuğa özen göstermeden fırlatır gibi bıraktı.

"Sen de burada yatacaksın," dedi kadına.

"Tanrı sükür et, biz suçluyuz. Yoksa bana böyle konusmak sen, asla."

"Evet suçlusunuz Viva Cruz, bu yüzden size nasıl davranırsam davranayım katlanmak zorundasın."

Birden bana dönüp, "Türkçe'yi gayet iyi anlıyor ama konuşmayı pek beceremiyor," dedi.

Kafamı salladım. Bu bilgilendirme neyin nesiydi şimdi?

"Fazladan örtü yok, soğuktan donmak istemiyorsanız şömineyi yak."

Ardından arkasını dönüp kapıya doğru yürümeye başlayınca ben de hemen onu takip ettim. Salonun kapısını kapatıp koridora çıktı. Onu kolundan yakalayıp kendime çevirdim.

Saatler önce bana sarılırken de böyle mi bakıyordu? İşkenceye maruz kalıyormuş gibi. Ona dokunan elimi geri çektim.

"Geleceklerini bana ne zaman söylemeyi düşünüyordun?"

"Bugün geleceklerini bilmiyordum. Zaten gelmemeleri gerekiyordu."

"Ben yarın geleceklerini bile bilmiyordum ama," dedim sinirle.

"Yarın söyleyecektim," deyip son noktayı koydu ve odasına kadar yürüdü. Ben de odama yetişmiştim. İkimiz kapının eşiğinde durmuş bir türlü içeri geçemiyorduk. Başımı ona çevirip sırtına doğru konuştum.

"Ben onları tanımıyorum, bu yüzden onlara güvenmek zorunda da değilim. Onları neden buraya çağırdın? Ev de yalnızca sen yaşamıyorsun değil mi? Zaten boğazıma kadar tehlikeye batmışken bir de bu iki yabancının derdine mi düşeceğim?"

Tanıdığım insanlar bile bana neler yapmışken onlara neden güveneyim ki?

"Ama beni tanıyorsun," diyerek yüzüme baktı. "Bu yüzden bana güvenebilirsin."

"Hayır," diye devam ettim. "Hayır, seni tanımıyorum. Asıl seni tanımıyorum Victor Ural ve sana güvenmiyorum."

Şeytan elinin altında melek yetiştirmez. Kötülük kötülüğü doğurur. Senin tanıdığın Victor on yıl öncesinde kalan adam. On yıl bir insanı nasıl değiştirir aklın bile alamaz.

Mavi renk gözleri daha da soluklaştı. Bakışlarının yoğun etkisi altında bağırsaklarım düğümlenmişti.

"Bazen..." dedi genzinden gelen sesiyle. "Bazen gerçekten seninle aynı yola çıkmak yerine keşke kafama sıkıp ölseydim ve bu işi kökten çözseydim diyorum."

Ölüm bile benimle olmaktan daha tatlı geliyordu ona.

"O zaman keşke yapsaydın," dedim gözlerine bakarken.

Odasına geçip arkasından kapıyı yüzüme öyle sert çarptı ki evin duvarları resmen titremişti.

Salonun kapısı açılıp dışarıya Viva çıktı ve bu tarafa şaşkınlıkla baktı. Onu ifadesiz gözlerle süzdükten sonra odaya geçmeden önce, "Kapımın kolu bozuk olmasaydı ben de çarpardım," diye bağırdım.

Odama geçtiğimde kendimi yatağıma bırakıp masa üzerinde duran telefonumu aldım. İçeride hiç tanımadığım iki insan vardı, onlara ne doğru dürüst bakmış ne de nasıl birisi olduklarını anlamaya çalışmıştım. Saat dörde gelmek üzereydi.

V.U.D şahşı ile olan mesaj sohbetime girip emojilerde bir süre oylandım ve hayallerinde ki gibi ölü bir adamı sembol eden kuru kafayı bulduğum an gönder tuşuna bastım.

Anında görüldü olmuştu. Bir süre cevap vermedi. Sohbetten çıktım ve telefonu kapatmak üzereydim ki bildirim geldi. Mesaja tıkladım.

Kıpkırmızı bir kalp atmıştı.

Tıpkı onu az önce yapmakla rencide ettiğim şey gibi. Mesaja bakakaldım ve telefon birden elimden düşüp suratıma çarptı. Kahretsin, dudağım acımıştı. Telefonu şifonyerin üstüne koyup yastığımın altına silahımı yerleştirdim. Uyku üzerime anında bastırdı ancak dudaklarıma aptalca bir tebessüm vardı.

Aptalca...

⛓️⛓️⛓️

Bir pencerenin ücra köşesinde bekleyen yapayalnız bir adam var. Bir adam, bir adam, bir adam. Bu adamın her gecesi efkarlı geçiyor ve sabahları güneş onun üzerine doğmuyor. Zaman algısı bozulmuş belki de kendisini terk eden kadının yokluğunu saymaktan rakamları karıştırmış.

Bir pencerenin ücra köşesinde bekleyen yapayalnız bir adam var. Yalnız, yalnız, yalnız. Kalbi kor bir alev gibi yanıp yanıp sönüyor ve külleri mecbur kaldığı her gün silbaştan tutuşup yine yanıyor. Kendisi terk edilmiş, sevdiği karamel saçlı, karamel gözlü kadın onu yağmurların toprağı şiddetle tokatladığı bir günde evlenecekleri gece ansızın karanlığın içinde ölüme bırakıp gitmiş.

Bir pencerenin ücra köşesinde bekleyen yapayalnız bir adam var. Bekleyen, bekleyen, bekleyen. Suça sürüklenen, sabah akşam kötülük yiyip içmek zorunda kalan, bir babanın gölgesinde serinlemek yerine iblis bir babanın dayağı, nefreti, öfkesi altında yaşamaya mecbur kalan.

Bir pencerenin ücra köşesinde bekleyen yapayalnız bir adam var. Ücra, ücra, ücra. Bu adam artık kendisi değil. Kalbinde sevdiği kadın yok, nefret ettiği kadın var. Geleceğinde yaşam yok, ölüm var. İçinde merhamet yok, vahşilik var. Gözünde ışık yok, karanlık var. Ellerinde şifa yok, cellat var. Ruhunda ruh yok, maskeler var.

Bir pencerenin ücra köşesinde bekleyen yapayalnız bir adam var. Bir pencerenin ücra köşesinde bekleyen yapayalnız bir adam var. Bir pencerenin ücra köşesinde bekleyen yapayalnız bir adam var.

Bu adam karanlığın ta kendisi olan Victor Ural Dizable.

Sensin... Karmen sensin... Suçlu sensin... Öleceksin... Sen bir canavarsın... Victor'u bu hale sen getirdin...Sen zehirsin, sen cehennemsin. Karmen, aynaya bak ve gözlerini gör...Korkunçsun, canavarsın... İntikam almaya yaran bir silah... Gözlerini aç, kalk, savaş, umut etme, kendini insan sanma...bir silah...Kalk Karmen, karanlık seni yutacak, içinde boğacak.

Çünkü dünyanın kırmızı ve siyah renklerinde görünüyor olması hakiki bir sebepten ötürü.

Bugün bencil bir şekilde ölmeyi isteyerek uyandım. Yaşamak için verdiğim onca mücadeleden sonra.

Başım zonkluyordu. Bu sefer hangi çeşit kâbusu gördüğümü hatırlamıyordum. Son zamanlarda gözlerim ne zaman kapansa kendimi siyahların içinde buluyordum. Rüyalarımda gerçekte olduğundan bile fazla yoruluyordum. Bir yerlere koşuyordum, ya yetişmek için ya da kaçmak. Nereye yetişecektim veya kimden kaçıyordum? Bilmiyorum, kendimle baş başa kaldığımda aptal rüyaları düşünmek için fazla fırsatım olmuyordu.

Yatağımda doğruldum. Boğazım ve dudaklarıma kurumuştu. Odam buz gibi soğuktu. Masa başında duran suya uzanmaktan önce yastığının altında ki silahımı alıp gözümün önüne koydum. Bir silah ve bir su, önceliğimin silahtan yana olması içler acısıydı.

Suyu içerken evde sabaha karşı gelen iki yabancı olduğunu hatırladım. Bu düşünce kendimi hasta hissetmeme sebep olmuştu. Harvey'in, Emir'in ve diğer tanıyıp güvendiğim insanların bana kurdukları kumpastan sonra yeni insanlarla tanışmak sanki kendime yeni düşmanlar edinmekle aynıydı.

Saat öğlene yaklaşıyordu ve kimse tarafından uyandırılmamıştım. Özellikle dün gece ki gibi suikaste uğrama tehlikesi gibi bir sebep yüzünden.

Kapının arkasından sesler gelmiyordu. Diğer herkes neredeydi? Salonda birlikteler miydi yoksa hepsi hâlâ uyuyor muydu? Sanmıyorum, ben fazla uyuyordum. Komadan sonra en çok uykuya ihtiyacım oluyordu. Kafam olur olmadık zamanlarda gidip geliyordu, muhtemelen sarsıntıdan dolayı.

Bedenim de ki derin yaralar iyileşmek üzereydi, yara izleri varlıklarını koruyor olsa bile onların da bir gün silinip gideceğini umuyordum.

Üzerinde ki örtüden kurtulup soğuğa rağmen terlemiş kıyafetlerimi değiştirdim. Silahımı belime yerleştirdikten sonra odamdan dışarı çıktım. Adımlarımı hantal atmaya dayanamayınca bacaklarımı iki yana açıp esnettim. Sırtımda ki omurga kemiklerimden bir kaç tanesi kütlemişti. Şimdi daha rahattım.

Yoluma devam etmek için önce sağa döndüm ve bir kaç adım attım. Ama salona yetişmeden durup yön değişip lavaboya ilerledim. Aynaya bakmak istiyordum, güzeller güzeli yüzümü görmek için değil. Soğuk banyoya geçtim. Ahşap duvara asılı olan uzunca aynanın karşındaydım. Gözlerimin altında kırmızı çizgiler çiziliydi, yanaklarım hafifçe içe çökmüştü. Dudaklarım, gülümsesem çatlayıp kanayacak kadar hassas duruyordu. Saçlarımın dalgaları sönüktü. Gözlerimle göz göze geldiğimde tüylerimden ürperti geçti. Onlar son derece hayattaydı. Vahşete hazırdı, savaşmaya meyilliydi.

Peki Victor'un sözleri? Onlara hazır mı? Ağzından çıkan her bir kelime kurşun gibi delip geçiyordu beni. Karşılık versem bile onun canını yaktığımı sanmıyordum.

Bakınca görecek daha fazla güzelliğim olmadığı için banyodan çıkıp yoluma devam ettim.

Odaya geçtiğimde henüz beni fark edip susmadan önce kendi aralarında hararetle tartışıyorlardı. Victor yeni uyanmış gibi mahmur bakışlı duruyordu. Ama diğer ikisi gayet uyanık ve canlılardı.

Viva Cruz denilen kadın üzerine kırmızı ve kahverengi kareli desenli oduncu gömlek giyiyordu. Gömleğini dirseklerine kadar çekmiş ve kollarında ki dövmelerini açıkta bırakmıştı. Siyah, kırmızı, turuncu ve yeşil mürekkep kollarında tam seçilemeyen desenler çizmişti. Yüzü ince ve uzundu, çehresi çatıktı. Çenesi keskindi, bakışları dümdüz ve sinirliydi. Sanki gülümsese bile öyle bakıyordu. Koltuğun bir köşesinde oturmuş bacaklarını iki yana açmıştı. Siyah ve ıslak duran jöleli saçları yüzüne düşüyordu. Küt kesilmişti.

Odaya girdiğim anda beni ilk fark eden ve bakışlarını kedi gibi hızlı tepkiyle sakin bir halde bana çeviren o olmuştu.

Marcus Marino, şöminenin yanında ki Victor'un her zaman oturduğu koltukta oturuyor ve ayak ayak üstüne atıyordu. Buradan seyrettiğimde bile ne kadar yakışıklı bir yüze sahip olduğu belliydi. Çenesi Viva kadar olmasa bile keskindi, yüzü genişti. Gözleri burnu ve dudakları uyum içindeydi. Saçları kahvrengiydi ve hafifçe kısaydı. Üzerinde sporcu atelti vardı. Şöminenin önünde bile olsa üşümüyor muydu? Kendisinin de vücudunda dövmeler bulunuyordu. Boynunda ve kollarında, ancak fazla değillerdi.

Yüzünde sürekli bir sırıtma vardı. Viva'nın tam tersi bir karakterdeydi, çok konuşkan ve konuşurken hep gülen. Gülümsemesi çapkıncaydı. Ses tonu bir insan veya sinek fark etmeksizin ayartmak ve yatağına atmak istiyor gibi cazibeli çıkıyordu.

Marcus'un karşında ayakta sinirle duran Victor vardı. Siyah Saçları ve sakalı karmakarışıktı. İkisini karşılaştırdığımda Victor Marcus'dan bile geniş vücutlu kalıyordu. Marcus'un boyu uzun duruyordu ancak Victor kadar değil. Victor'un yapısı iri yarıydı, kolları kalın ve kaslı bedeni genişti. Farklı bir heybeti vardı. Daha ikimiz çocukken onun öyle bir adama dönüşeceğini asla tahmin etmezdim.

Victor cayır cayır yanan ve çamla karışık misk kokulu şöminenin önünde volta atıyordu. "Orospu çocukları," dedi. "Hani yarın gelecektiniz?"

Anlaşılan odaya henüz gelmiş ve hesap sormaya başlamıştı. Marcus koltuğa yayıktı, hiç ciddi değildi. Sırıtıyordu. Victor'un öfkesi onu korkutmuyordu.

Konuşmadan önce sakız çiğniyor gibi geviş getirmişti. "Viva'nın patronu Türkiye'ye bir gün erken geldi. Biz de Viva'yla içmeye gidip senin meseleni konuştuk. Gece ilerledikçe de plan yapmak için ne kadar erken buluşursak o kadar iyi dedik. Zaten sayılı günler kaldı."

Victor bir nebze sakinleşip Marcus'un dediklerinin doğru olup olmadığını tarttı.

"Yalan," dedi koltukta dışlanan biri gibi oturan ve bozuk konuşan Viva. Tüm bakışları kadına kaydı. "Gelmeecek biz, o seni sevismek yaparken basmaak iste."

Vasat ve bozuk türkçesine rağmen demek istediği gayet net anlaşılıyordu. Marcus yalancı mahcup bakışlarını Viva'ya yolladı.

"Ağzını bıçak açmayan dilin, beni ispiyonlamak için mi çözüldü Viva?"

Viva omuzlarını silkti, kafasını önüne bakması için Marcus'a salladı. Hareketleri zarafetten çok uzak ve maskülendi.

Marcus gülümseyen yakışıklı yüzünü kötü huyunu dışına yansıtan Victor'a çevirdi. Ellerini bacaklarına vurup havaya kaldırıp pes etti.

"Evet. Evet işte bu yüzden erken ve gecenin köründe geldim. Beni zaten tanıyorsun dostum, uslu durmamı beklemen hataydı."

Victor ona karşı haşin adımlar atmaya başladığında adam korkuyla karışık kahkaha attı. Sol ayağını ona doğru kaldırıp kendisine yaklaşmasını engellemeye çalıştı.

"Dostum dostum dostum," dedi aceleyle. "Ayrıca seni çok özledim. Kalçan hala sımsıkı. Belli ki hiç sevişmemişsin." Dilini hayalkırıklığıyla art arda damağına vurdu.

Victor öfkesini tek nefeste dışarı kustu ve artık sakindi ya da bıkkın. Elini şöminenin yukarıya doğru uzanan tuğla bacasına dayayıp ağırlığını verdi.

Başını iki yana sallarken gözleri benimle buluştuğunda duraksadı. Göz bebeklerindeki ifadenin bana her baktığında nefrete bürünmesini sevmiyordum. Marcus Marino bana dalıp giden Victor'un bakışlarını takip edip geldiğimi gördü.

Artık herkes susmuş beni izliyordu. Dışarıdan bakınca nasıl görünüyordum? Varsa, asaletim kırık mıydı? Harabeye dönmüş bedenim, kazağım ve pantolonumun altından belli oluyor muydu?

Bu iki yabancıya nasıl bir tavır sergilemeliydim? Beni kandırıp ihanet edemesinler diye korku mu aşılayacaktım yoksa dostum olsunlar diye merhamet ve samimiyet mi? Yumuşak bir öpücük ile merhaba demem mi gerekiyordu, belimde ki silahı çıkartıp yüzlerine doğrultup tehdit mi etmem?

Tüm bu soruların bir an önce neticelendirilmesi lazım.

Sadece kendim olmak yeterli gelecek miydi? Özgüvenimi neden talan edilmiş hissediyordum? Victor'un bakışları yüzünden... Muhtemelen...

"Hola, buenos días senorita. Nihayet seni kendi gözlerimle görüyorum."

Marcus Marino benimle tanışmak için ilgi kıvılcımı yanan gözlerle ayağa kalkmak üzereydi ki Victor onu omzundan bastırıp yerine geri oturttu.

Şomine bacasına yasladığı elini çekip bana doğru yürümeye başladı.

"Onlar erkenden uyanıp yemek yemişler. Biz de mutfağa geçelim, kahvaltımızı yaptıktan sonra konuşuruz."

Yemek yeme önceliği onun için her durumda bir numaradaydı. Victor bana bakmayı çoktan kesmiş ve yanımdan arkasında rüzgar esintisi bırakarak hızla geçip gitmişti. Viva'nın donuk bakışlarında ki merak hâlâ yerini koruyordu ve Marcus sadece sırıtıyordu.

İkisine arkamı dönüp odadan çıktım. Bu sefer paçayı kurtarmıştım ama biraz sonra tanışmak zorunda kalacaktım. Mutfaktan çoktan takırtı sesleri gelmeye başlamıştı. İçeriye geçtiğimde yemek hazırlamaya başlayan adam kazağını dirseklerine kadar çekmiş ve dudaklarının arasına bir dal sigara yerleştirmişti. Tezgahın ve buzdolabının arasında gidip geliyor, sigarayı içmek için ellerini bile kullanmıyordu. Dumanı çekiyor, sonra sigarayı dişleri arasına sıkıştırmışken üflüyordu.

Sabah sabah aç midem sigaranın duman kokusuyla bulanmaya başlamıştı. Ses etmeden arkasından geçip pencereye yöneldim. Dün kırdığım tabak parçaları yerden temizlenmişti. Açık pencerenin sekisine kıçımın yarısıyla oturup başımı dışarıya çıkarttım.

İçeriye mis gibi toprak kokusu doluyordu. Yağmur alacakaranlık vaktinden beri istikrarlı bir şekilde çiseliyordu. Ormanda ki uzun diken yapraklı, geniş saçaklı yeşil ağaçların arasına beyaz sis inmişti.

Kendimi bir korku filmindeymiş gibi hissettim. Ormanın içinde ki gizemli kötülükten korunmak için sığınağa kapanan 'çaresiz' bendim sanki. Ah, biraz düşününce durumum tam olarak buydu. Ancak husumetli olduğum kötülük belirsiz değildi. İgima Dizable'nin oğlunu kaçırmış ve peşime binlerce seri katil takmıştım.

Başımı tekrar mutfağın içine çevirdiğimde Victor önüne iki tabak alıp doldurmaya başladı. İki tabaktan birine işlenmiş salam paketini boşaltırken bana bakmadan, "İçeridekiler Marcus Marino ve Viva Cruz," dedi.

"Biliyorum."

Şimdi tabağa gravyer peyniri ve domates dilimliyordu.

"Marcus Marino'yu az bile olsa tanıdığını varsayıyorum. Ne işle uğraştığını biliyorsun. Viva Cruz ise günler önce dediğim gibi Kolombiya'da ki bir kartelin patronunun sadık hizmetkârı. Bazen koruması, bazen ayak işçisi, bazen teslimatçısı. Sonuçta onlar düşman değil, taraftarca konuşmaman iyi olacaktır."

"Sadık," diye tekrarladım iğneleyerek. "Bu yüzden mi patronu arkasından iş çevirmek için burada?"

Bana bakmaya isteksizdi. Kafasını bu tarafa çok az oynatıyordu.

"Ortada patronuna ya da karteline karşı yaptığı bir ihanet yok. O sadece bana yardım etmek istiyor, hayatı kötülükler içinde geçmiş olsa da herkes bir yerlerde iyilik yapıp vicdanını rahatlatmak ister. Bunu yaptığı için onu yargılayamayız değil mi?"

Victor kelimelerle ettiği danslar yüzünden münasebetsiz düşüncelere sahip olan kişi benmişim gibi gösteriyordu.

"Onlar senin için düşman değil. Ancak bana karşı ne bir samimiyetleri ne de yardım etmek için sebepleri var." Sesimin baskın çıkması için özen göstermiştim.

"Nasıl istiyorsan öyle düşün. Ben sadece çat kapı geldikleri için, benim yüzümden hazırsız yakalanmış olmanın hatasını telafi etmeye çalışıyorum."

"Pek naziksin," diyerek sekiden atladım ve pencereyi arkamdan kapattım. "Lakin bana onları tanıtma, akıl verip zihnimi doldurma. İkisi hakkında ki tüm fikirlerimi kendim görüp, tartıp değerlendirmek istiyorum."

"İçeride, bulunduğu durumdan muzdarip kalmış kafan fazla karışmış duruyordu," dedi yemekle dolmuş olan tabakaları masaya koyarken.

Çelimsiz tahtadan yapılmış sandalyeye oturdum. Biri tabağı benim önüme itip çatalı ve bıçağı iki farklı tarafa koydu.

"Uykudan yeni uyandığım için," diye bir yalan savuşturup yemeği yemeye başladım.

"Bana yalan söyleme Karmen," dediğinde sesi kulaklarımı çınlatacak kadar keskin çıkmıştı. "Birlikte yaptığımız tek bir iş var, o da bu iş. Bu iş için ikimizin tamamen dürüst olması lazım. Dürüstlük, ortalık içinde hareket etmemizi sağlar. Ve bu da bizi başarılı kılar."

Artık bu sözleri duymaya o kadar aşina olmuştum ki hiç kulak asmadım. Karşıma oturup çatalını bir tabağa bir ağzına hızla götürmeye başladı.

"Bu arada," dedi yemeğimiz bitmek üzereyken. "Marcus'un dediği hiç bir şeye kulak asma, ağzına ne gelirse hic düşünmeden dışarı çıkarıyor. Ona sinirlenmek, dize getirmek veya terbiye etmekle de vakit harcama. Çünkü asla susmaz ve dediği hiç bir şeyden utanmaz."

Karnım dolduğunda kendimi daha dinç hissetmeye başladım. Beni bir silah olarak kullanmak için olsa bile Victor'un midemi hiç aç bırakmadığını inkâr edemezdim. Bazen kaçırılan kişi o mu yoksa ben miyim diye ikilemde kalıyordum.

Yemeğimiz bittiğinde Victor beni beklemeden içeri geçmişti. Salondan iki adamın kahkaha ile karışık sohbet sesleri yükseliyordu. Victor'un gülen bir adam olduğunu unutmak üzereydim. Oraya doğru adım attıkça sesler kulaklarımı doldurdu. Göğüsümün altında ki ameliyat yaram soğuktan sızlarken, başım da ayrıca zonkluyordu.

Kapının önünde durup nefes verdim. İçeriye girdiğimde inanılmaz bir missilleme yapacaktım. Kimsenin ayağı altına serecek bir otoritesizliğim yoktu, ben Karmen'dim. Ben Karmen Ivy As Cindy'dim. Adım meydanda olmadığım için biraz paslanmış olabilirdi ama üzerinde ki pisliği sildiğimde hâlâ orada sert bir kaya gibi durduğunu herkes görecekti.

"Seni İgima Dizable'den ayıran tek bir fark var Karmen, o da durduğunuz taraf."

Kehribar'ın aklımdan bir an olsun çıkmayan sözlerini tekrarladım. Kendime güç vermek için değil, sahip olduğum gücü hatırlamak için. Bu güç önüme hediye olarak bahşedilmemişti. Ben onu kazanmıştım; yürüyerek, sürünerek, koşarak, savaşarak, yara alarak ve yara vererek.

Kapının kolunu indirdiğim gibi içeriye daldım ve onlara doğru yürümeye başladım. Victor, Marcus'u yerinden kaldırmış koltuğuna kendisi tünemişti. Marcus Marino, Viva Cruz'un olduğu koltuğun öteki ucunda oturuyordu.

Bir kez daha sessiz kalıp gözlerini bana dikmişlerdi. Özellikle Victor'un mavilikleri.

Şominenin içinde ki kalın keresteler çatırdayarak yanıyordu. Ateşin önüne yetişip iki yabancıya yüzümü döndüm ve ortalarına doğru ellerimi talepkâr bir halde uzattım. El sıkışmak için elimin konumu uygunsuzdu. Avucum tavana doğru açıktı.

Viva Cruz, siyah saçlarını siyah gözleri beni daha iyi görebilsin diye arkaya yatırdı. Marcus Marino ise, direkt ayağa kalktı. Boyu tahmin ettiğim gibi uzundu ama Victor kadar değil. Belki Emir'e denk gelirdi, kesinlikle.

Kirli sakalının arasında ki taze nemli dudaklarının üstünden diliyle geçti. Sol kulağında gümüş ufak bir küpe olduğunu şimdi görüyordum. Elini kaldırıp havada ki elimin üzerine koyup kavradı.

"Temas etmek samimiyetimizi hemen arttıracaktır senorita, elin çok yumuşak." Elimi dudaklarına götürüp ıslak bir öpücük bıraktı. "Memnun oldum Karmen Ivy As Cindy. Çok güzel bir kadınsın. Ben Marcus Marino, beni tanıyorsun değil mi? Victor Dizable'nin patronuyun. Şaka yapıyorum IA-"

Nefesini boşuna ziyan etmişti. Ona cevap dahi vermeden elimi elinden çektim. Sözü kesildiğinde yüz ifadesi yapmacık bir tavırda düştü.

"Üzerinizde ki tüm silahları elimde istiyorum."

Viva'nın siyah gözleri karardı. Elini üzerindekileri vermeyecekmiş gibi bir yerlerine dayadı. Tutucuydu. Marcus Marino şaşkınca kıkırdayarak geriye bir kaç adım attı.

İkisi gözlerini yan tarafımda konuşmadan oturmuş olan Victor'a kaydırdı. Ben ise ona bakmayı reddetmiş, kararlı gözlerimi üzerlerinden çekmemiştim.

Silah istemek nasıl bir savaş taktiğiydi? Mantıklı, çünkü bu sohbet bu odada ki insanları nereye sürükleyecek bilemezdik. Ben Viva Cruz'a onuruna dokunan bir söz söylesem, hop! Yüzüme karşı bir silah tutmuş. Marcus Marino bana haddini aşan bir ima da bulunsa, hop! Belime gömülü olan metal yerinden fırlamış.

"No le doy mi arma a nadie, Víctor, especialmente a alguien que ordena así."

Silahını vermeyeceğini isyan ederek dile getirmişti kadın.

Victor ise, "ben karışmıyorum," demişti türkçe'yi kullanarak. Ses tonu katıydı.

Viva kafasını etrafında döndürüp boynunu kıtlattı. Sinirli bir nefes verip ayağa kalktı. Ne hissettiğini bu çorak kalmış surattan anlamak imkansızdı.

"Silahımı istiyorsan veririm Senorita, seni mi kıracağım? Asla, ben bir kadını asla incitip kırmam ve reddetmem."

Dikaktimi Marcus Marino çekmişti. Atletini gereğinden fazla yukarı kaldırıp pürüzsüz karın kaslarını göstermeye çalışarak belinde ki silahı alıp elime bıraktı.

"Teşekkür ederim," derken silahı her gece oturduğum minderin üzerine fırlattım.

Viva'ya dönmek üzereyken, "Almayı unuttuğun bir silah daha var," dedi.

"Nerede?"

Sinsi bir şekilde sırıtarak gözleriyle bel altını işaret etti. Yüzümü aynı sinsilikle yoğurdum.

"Gerçekten mi," dedim ilgiyle ona doğru yaklaşırken kasıklarına baktım. "Orada bir silah mı taşıyorsun?"

Marcus Marino'nun yakışıklı ifadesi beklemediği bir karşılıkla memnuniyetle çarpıldı.

"Hem de bir Kalaşnikof."

Yaptığı imayı anlamakta gecikmedim.

"O zaman," diyerek bedenine iyice yaklaştım. Victor'un olduğu taraftan boğucu öksürük sesi gelmişti. Muhtemelen duman kokusu sebep olmuştu, çünkü benimle ilgili olan hiç bir şeyi tepki verecek kadar fazla önemsemiyordu. Neredeyse hiç. Açıkçası hiç umurumda değildi.

"O zaman ne, senorita," deyip doyumsuzca beni süzdü.

"O zaman Kalaşnikofunu yayvan şakaların gibi pantolonunun altında saklasan iyi edersin. Bu eve adım attığım günden beri tahammülüm yok denecek kadar azaldı ve neredeyse hiç kalmadı Marcus Marino."

Marcus genişçe gülerek geriye adımlar atıp kendini koltuğa bırakıtı. "Bize neden hala sıcak bir şarap ikram etmedin dostum? Çünkü ben bu ortamı çok sevdim ve tadını iyice çıkartmak istiyorum."

"Ne sikim istiyorsan kalkıp kendin al," diye yanıt buldu aptal gibi sırıtan patavatsız Marino.

Marcus Marino, "Çok ayıp ediyorsun dostum, misafirler böyle ağırlanmaz," diye dalga geçerek kalktı ve hiç ego kırıntısı göstermeden odadan şarap getirmek için çıktı.

Viva'nın sert inadını aşındıracak kadar sivri olan bakışlarım kadını hedef alıyordu. "Boşuna direnme," dedim.

Sessiz kaldı, ellerini cebine soktu. Hiç konuşmadık. En sonunda ince dudaklarını aralayıp, "sen de," dedi.

Başımı iki yana salladım. "Sadece siz."

Kadın burnundan solumuştu. İtiraf ediyorum ki, gerçekten korkutucu birisiydi. Gömleğinin açıkta kalan dövmeli kollarında hem yanıklar hem de kesik jilet izleri vardı.

Fakat geri adım atan, uzun bekleyiş ve bakışma sonucu 'o' olmuştu. Oduncu gömleğinin altına elini soktu ve tabancasını çıkartıp avuç içime parçalamak ister gibi bıraktı.

Kural bir! Karşında kim olursa olsun asla geri adım atma.

Bana öğretilen ilk şey buydu, unutacağım son şey de.

Ancak tabancası beni kesmemişti. Elim hala havada duruyordu. Daha fazlası için salladım. Kadın, gözlerini üzerimden çekmeden arka cebinden bir çakı çıkartıp verdi. Sonra yere doğru eğilip çorabının lastiğini çekti ve iki farklı kesici aleti daha çıkarttı. Bu sefer bana vermek yerine mindere kendisi fırlatmıştı.

Ben bittiğini sanıp geri adım atmışken Viva elini gömleğinin içinde ki sütyenine sokup ufak iki tane yuvarlak yeşil bomba çıkartmıştı.

Çenem düştü. "O bombaları göğsünden mi çıkarttın?"

Kadın dudak kıvırıp silkelendi. Memeleri artık daha küçük duruyordu. Demek evde sadece bir yabancı değil ruhumuzun bile duymadığı ayaklı tehlike geziyordu.

Bu sefer gerçekten bitti sanmıştım, ta ki elini pantolonunun içine sokmaya çalışana kadar. Aniden, "dur," diye bağırdım. "Dur, tamam yeterli. Bacaklarının arasında her ne varsa, bırak orada kalsın."

Victor hafifçe gülmüştü. Viva elini çekip kafasını salladı ve sonra bana uzattı.

"Hola! Memun olmak! "La mujer que alimenta al gato."

Son cümlesi anlayabildiğim İspanyolcayı aşıyordu. Tercüme etmesi için Victor'a bakmıştım.

"İspanyolca da kedi besleyen kadın anlamına geliyor," dedi.

Boğazım düğümlenmişti, birisinin bana böyle seslenmesi beklenmedikti.

"Mer aba kezi beslesen kadın," dedi tekrar.

"Adım Karmen," diye düzelttim onu.

"Ben kezi beslesen kadın bilirim. Karmen no," La mujer que alimenta al gato, si."

Hesapçı halimle Victor'a baktım. Beni kendisi mi böyle tanıtmıştı? Viva kendisine bakmam için beni dürttü.

"Hayyır, no, no Victor, kendi söylememek. Ünlüsün, Mexico, Colombia çok konuşuyor herkes. Karmen yok, savas ortası kezi beslesen kadın var. Herkes hayran, herkes değil, bazılar düsman. Gustavo Martinez."

Gustavo Martinez'in adını duymak tarihin tozlu sayfalarına tesirli bir etki bıraktı. Şimdi tüm taşlar yerine oturmuştu. Bana bu lakabı takan adam, nefretini ve lakabımı da birlikte alarak kendi topraklarına taşımıştı.

Kedi besleyen kadın.

Viva Cruz'un havada kalan elini sertçe sıktım. Onunda elimi kavrayan parmakları, derimi kızartmıştı. "Ben de tanıştığıma memnun oldum Viva Cruz."

Kadının samimi sohbeti kısacık sürmüştü. Tanışma faslı sona erdiği gibi koltuğunun kuytu köşesine geri geçip akbaba gibi oturdu.

Kapı açıldığında Marcus Marino, içeri bir elinde birbirlerine çarpıp tıngırdayan dört tane kadehi, diğer elinde kocaman bir kırmızı şarap şişesini tutuyordu. Kadeh şangırdamaları odanın içinde dağıldı.

O henüz gelmeden ben de kıymetlimi serecek bir yer bulmuştum kendime. Koltuğun diğer ucu. Marcus'un az önce ki yeri.

Fit vücutlu ve yumuşak derili adam yanıma gelip karşımda eğildi ve kadehe şarap doldurmaya çalıştı. Önce ben ve sonra Viva Cruz içmeyi reddettik. Marcus fazla bardakları bir yere koyarken elinde kalan iki kadehi yarısına kadar kan kırmızısı sıcak şarapla doldurduktan sonra Victor'la karşılıklı oturup yudumlamaya başladılar. Çok geçmeden de puro yaktılar. Viva'nın da elinde bir tane vardı. Ben ağzımdan içeri girecek her türlü şeyi sırayla reddediyordum.

Görüyorum ki bu insanlar -en azından Marcus ve Viva- yabancı birinden rahatsız olacak kadar az ihanete uğramışlar. Dudaklarını sıcak bir şarapla ıslatıyor, düşüncelerini sarhoş ediyorlardı.

Çünkü onların başına koyulmuş bir ödül yoktu, çünkü onlar benden daha fazla özgürlerdi ve daha sağlıklı. Dudak şapırdatmaları arasında bakışlarım Victor'a kalp atımı kadar kısa sürecek bir aralık kaydı. Nasıl bir durumda olduğunu görmek için beni gözleme zahmetine girmeyip ateşlerle boğuşan odunları izliyordu.

"En son tanışma anında kalmıştık ama en az Dizable kadar kibar olmayan senorita Karmen bu şerefli anı elimden aldı."

İsteksiz bakışlarım Marcus'un kısa tıraş edilmeyi aksatmayan sakallı, temiz ve güzel yüzüne kaydı. "Samimiyetin fazlasına bugün ihtiyacımız yok. Geldiğinizden beri iş diye sayıklıyorsunuz. Öyleyse o iş her neyse onu yapalım."

"Hayır, hayır," diye araya girdi Victor Ural. Bana intikam ister gibi alacaklı bakıyordu. "Kendinizi hemen şimdi anlatmaya başlayın."

"Neden," diye sordu Marcus sırıtarak. Her zaman sırıtıyordu. Acılı bir yas haberi bile verse yine sırıtacaktı.

"Yoksa," deyip kadehini yudumladı. Dudakları üzerinde kırmızı şarap damlaları kalmıştı. "Hepinizi önce bayıltır ardından bir sandalyeye bağlayıp rus ruleti oynar."

Benimle iş yapacak olan insanların bana karşı olan düşüncelerini alt üst etmekte başarılıydı. Aptal, kindar...

"Ne?" diye heyecanla haykırdı. "Senorita bunu bize neden yapsın?"

Ağzının içine dolan puro dumanını havaya bırakırken cevapladı. "Çünkü kendisi merak ettiği soruları insanlara nazikçe sormak yerine bu yöntemi tercih ediyor."

Kahkaha atmıştı Marino. Ne yapacağını bilemeyip ellerini çalı gibi dik saçları arasına geçirip çıkardı. Viva Cruz ise bana imrenir gibi baktı. Ya da hiç bir duygu kullanmadı ve ben soluk yüzünden bir şeyler anlamak için çabalıyor gibi yapıyordum.

"Tanrım, rus ruleti oynamak mı? Bu deneyimi sevdin mi Vic? Ellerin kolların bağlı iken sana istediği her şeyi yapabilirdi, bu heyecan seni memnun etti mi?"

Victor yüzüne yapışık olan piç gülüşünü attı. "Deneyimleme şerefine layık görüldüm. Heyecan dorkutaydı, sana da bir gün tavsiye ederim."

"Not ettim dostum, bir sonra ki kadınımla bunu deneyeceğim. Bizim rus ruleti biraz farklı olacak tabii ki, daha şehvetli ve tutkulu. Vay canına, bayağı iyiymiş. Neden benim aklıma daha önce gelmedi ki?"

Utançtan boğazımdan ufak bir hıçkırık firar etti. Dişlerim öyle sıkıyordum ki gıcırdama sesi ona yetişmişti. Yan bir gülüş atarak yüzünü çevirdi.

Araya daha bir dakika bile doldurmayan sessizlik girecekken Marcus'un yumuşak ve cezbedici sesi yine çıktı. "Herhalde Viva'nın kendisini oturup anlatmasını beklemiyorsun."

Aslında kimseden beklentim yok ve herkesin bir an önce gitmesini istiyorum...

Viva put gibi hareketsiz duruyordu. Peki bacaklarının arasında ne taşıyordu? Eve yıkım getirecek tesirli bir silah mı?

"Zeki olan benim," dedi Marcus arkamdan. Ona döndüm. "Victor kadar büyük bir egom olmasa da böyle şeyleri söylemek gerekir. Viva Cruz, onun konuşmasını hiç bekleme. Kendisi Kolombiya'da ki bir kartelde çalışıyor. Uyanır, işini yapar ve geri yatar. İşte hayatı bundan ibaret. Patronu geldiği için Türkiye'ye geldi, işleri bittiğinde topraklarına geri dönecek."

"Bunlar hakkında ki gerçekler mi," dedim kadına doğru.

"Si," dedi yalnızca.

"Evet," diyerek rol üstlendi Victor. "Patronundan nefret ediyor ama adam kendisinde iyi para veriyor ve güç sağlıyor. Ki sağlamasa bile onun işi bu. Seni gücendirmek istemem Viva ama sen bundan daha fazlasının."

Kadının tepkisi nazik bir övgü karşısında bile donuktu.

"Zaten fazlası," dedi Marcus boşalan bardağını doldururken. "Kartellerle uğraşmak, içinde yaşamak hiç kolay değil. Savaşlar, suikastler katliamlar her günün her saatinde onları buluyor. Rekabet arttıkça öfkeleri harmanlanıyor. Kan davaları, kana karşılık kan, cana karşılık can. Viva Cruz'un parmaklarında bir çok insan can verdi. Hem de işkencelerle. Hayal bile edemeyeceğin kadar hayvani işkenceler."

Viva'nın dövmeleri arasında kalan tahriş olmuş yanık izlerine baktım. "Yaraların," diye sordum.

Oduncu gömleğini yanık kolunu tam görebilmem için yukarı kadar çekti. "İskence yaparken oldular, direniyor onlar. Bu hata, benim elimzen sag çıkkamazlar."

Hollanda gibi asi biri olup içinde yumuşak kalbi var sanıyordum. Yanılmışım, Viva Cruz göründüğü gibi bir kadındı. Dönek değildi. Sert, zalim.

"Ama Viva veya bir başkası benim için hiç farketmez senorita. Kadın, kadınlar kutsaldır. Kadınları çok severim. Dün gece rüya kadar güzel iki kadınla birlikte oldum, tadları hala damağımda." Tek kaşını kaldırdı. "Peki senin sevgilin var mı?"

"Hayır," dedim direkt.

"Olsun ister misin?"

"Hayır."

"Evet istersin, yeterince yakışıklı değil miyim?"

"Hayır istemem. Yeterince yakışıklısın ama umurumda değil."

Muzip ifadeli yüzüyle bana doğru eğildi. "Biraz eğlenceden zarar gelmez." Sonra yerine geri geçerek eğri büğrü bir şekilde oturdu. "Ben zaten oldum olası aşık olma propagandasına inanmıyorum. Hiç aşık olmadım, hayır hem de hiç ama çok fazla kadın sevdim. Ben zaten tüm kadınları severim, bir de seksi Victor'u." Çapkın sesi şarap kokusuna bulanmıştı. "Siz kadınlar binbir çeşit değerli taş gibisiniz, elmas, yakut, inci, yeşim, akik...neden tek biriyle yetineyim ki?"

Aşık olmak tüm bu değerli taşları tek bir kişide bulmaktı çünkü...diye geçirdim içimden ve sonra Ural'a baktım. Zehirli aşkımla hayattan koparttığım adama. Ben aşktan ne anlarım ki?

"Ancak seninle bunu ilk kez deneyebiliriz. Ne dersin?"

Marcus'un içimi dışıma çıkarmak üzere olan teklifine cevap vermedim.

"Marcus Marino, artık sus," demişti Victor.

"Neden susayım," diye karşılık verdiğinde gözlerinin içi parlıyordu. "Senden emir almıyorum, hatta ben kimseden emir almıyorum."

"Biliyorum Marcus," diye sakinlikle yanıt verdi koltukta ki adam. "Bu yüzden rica ediyorum. Lütfen sus."

"Tamam tamam, kalbime dokunan yolu biliyorsun Victor. Sana kıyamıyorum." İç geçirdi. "Ahhh seviyorum seni seksi Vic Vic, nefret edenler utansın."

Bir yandan sıpsıkı kavradığı kadehin şarabını içerken sönen purosunu ateşin içine attı. Son cümlesinin bana ithaf edilmiş olma ihtimali kaçtı?

"Karmen senin bir kaç sorunun vardı, tetikçi Aybeyaz şirketime danışmıştı. Saldırgan bir arabanın kimliği hakkında araştırma talebinde bulundu. Hatta benimle bizzat konuşmayı istemiş," aşağılayan bir tavırla kahkaha attı. Victor'da bir kaç nefesle gülüşe eşlik etti. "Emir Aybeyaz'la uğraşmak istemedim. Alev modifiyeli araba anımsadığım kadarıyla İspanya'dan getirilmiş. Ancak hayır, benim şirketim bu illegal işin içinde değildi. Kurşun balistik raporuna da baktım Türkiye'de bulunan bir silah değil. Getirilmesi yasak."

Verdiği bilgiler üzerine düşünüyor gibi yapmaya çalıştım. Ancak hayır, olmuyordu. Boş bir zihin, boşluğa bakan ifadesiz gözler. Öncesinde kalbime korku salan bu ne idüğü bilinmez olayın ben de zerre önemi kalmamıştı.

"Üzerinden aylar geçti, artık önemi yok."

"Aklıma gelmişken söyleyeyim dedim. Ha, Vic? Buraya hangi arabanla geldin?

Hepimiz yerine konuşma görevini sırtına yüklenmişti sanki.

Victor ağır bir sesle, "yanımda yalnızca karamelimi getirdim," dedi.

Bakma, bakma, bakma, sakın Karmen... Sakın karamelim dediği için ona bakma. Arabasından bahsediyor...

Bana söylememiş olsa bile bedenim titremişti. Gözlerimin içine yanmıştı. Karamelim, boynumda taşıdığım kolye... Seneler boyu duymadığım o sesleniş... Karamelim, ağzından nasıl da çıktı öyle? Tüm büyüsünü kaybetmiş gibi, içi boş bir söz gibi.

Eninde sonunda zorlanmış olsam da Ural'a bakmadım, bakmadığım için kendimi tebrik etmek istedim.

"Nemrak'ı arkanda mı bıraktın? Koleksiyon içindeki en sevdiğim arabandı."

"Mecburdum, zaten koleksiyondan geriye küller kaldı. Babam hepsini göz açıp kapayana dek, kurşunlardan geçirip patlatmış"

"Piç kurusu."

Artık onların eve neden geldiğini konuşma vakti geldi mi? Lütfen bir an önce birisi konuyu açsın.

"Portekiz'e hiç gittin mi?"

Ah, lanetler... Duymak istediğim soru bu değildi.

"Hayır," dedim soğuk bir sesle.

"Peki Meksika? Kolombiya? Harvey Ivy As Cindy buralara çoğu kez insan ticareti yaptı. Ayağı alışkın, herhalde karısının da öyledir."

Karısının ayağı evin içinde dolaşmaya alışkın, dışarı çıkıp hayatın bir parçası olmaya değil.

"Hayır, hiç gitmedim."

Şaşırdığını belli ediyordu. "Karmen sen kaç yıldır evliydin?"

"Dokuz," derken kendimi tutamayıp Victor'a baktım.

Durgun yüzünde yanan ateşin turuncu yansımaları parlıyordu. İkimize bakmıyordu.

"Harvey İspanyoldu değil mi?" Kafamı salladım. "İspanya'ya gitmişsindir o halde?"

"Bir kere." Sesim işkence çekiyormuş gibi zoraki çıktı.

"Marcus, yeter," dedi Victor. "Senin düzüşmekten başka aklının çalıştığı yer var mi? Belli ki hiç kalmamış."

Marcus'un dikkati bir anda dağıldı. "Tatlım, kalbimi kırıyorsun. Ben sikik bir dahiyim."

"Zırvalık," derken bedenen bizim tarafa döndü. Bir ayağını diğerinin üzerine attı. "Ben de her türlü şuan bulunduğum güç konumuna gelirdim. Ama gelmek ister miydim orası başka."

Birden konu değişmiş ve kendi aralarında tartışıp güç yarışına girmişlerdi.

"Olmamış şeyleri konuşmuyoruz. Sonuçta sen güç merdivenlerini tırmanırken yeri geldi babanın imtiyazlarından da faydalandın. Ben ise sıfırdan hatta eksilerden başladım." Marcus konuşmasına bana bakarak devam etti. "Otuz iki yaşındayım senorita, babam ve annem yok. Arkalarında bana bıraktıkları miras yok. Ama kendi başıma adım adım yükselerek kurduğum şirketim var..." İki elini havaya tanıtım yapar gibi kaldırdı. "İA! International Auto, benim IA'm, radikal IA! Kimse için çalışıp kimsenin kıçını yalamıyorum. Kimseye bağlı değilim. İyi kötü ayırt etmeden, taraf tutmadan işime gelen her işi havada kapıyorum. Ben, gördüğün en özgür piçim."

Victor'a işaret parmağını salladıktan sonra şakağına bastırdı. "Kendimi bu hâle ben getirdim. Sikik zekamla."

"Tebrikler," dedi Victor alay ederek.

"Kuru kuru olmaz. Ufak bir öpücük ver tadımız yerine gelsin."

Victor Ural Dizable'nin esmer yüzünde ve mavi gözlerinde inanılmaz bir tiksinti belirdi. "Biraz alçak gönüllü davramaya çalıştım ama olmuyor," dedi aceleyle. "Kafamın içinde taşıdığım beyin varya-"

"Hayır yok," dedi Marcus lafının hemen arkasından.

"İşte o beyin sayesinde ben Einstein'dan bile zekiyim."

Marcus gür sesle kahkaha patlattı. "Demek Einstein'dan bile zekisin?"

"Evet! Seni babamla aynı odaya koysam onunla bir saat bile baş edemezsin. Ama ben seneler boyu onunla savaştım."

"Babacığın da babacığın! Babam diye tekrar edip duruyorsun. Babacığını ne kadar seviyorsun Vic?"

"Çok seviyorum," diye haykırdı Victor. Gülmemek için dudaklarını ısırıyordu.

"Çok sevdiğin babacığın sana neden gani gani servetiyle bir beyin nakli yapmıyor?"

"Tüm paramızla senin bamya aletini kalaşnikofa çevirmek için yatırımlar yaptık, unuttun mu Marcus?"

Dost mu düşman mı ayırt edilemeyecek kadar saçma bir komik ciddiyetle beyin karşılaştırması yapıyorlardı. İkisi yetişkin adam olduklarını unutup çocukça davranıyordu. Yoksa birbirleriyle eğlenme tarzları mı böyleydi? Onları tanımıyordum.

Aptal olma Karmen ikiside bıyık altından gülüyor, görmüyor musun? Neden çocuklar gibi cümleler kurarak kavga etsinler ki?

Victor ard arda konuşuyor ve arada gülüyordu. O sohbet etme yeteneğine sahip bir adammış meğer ki. Burada kaldığımız günler boyu ikimiz çoğunlukla farklı odalarda durduk. Denk geldiğimiz zaman ise kavga etmekten fazlası olmadı. Yüzüme bakmaktan iğreniyordu. Bana temas etmek bir yılan tarafından sokulmak kadar ürkünçtü.

Viva'ya döndüm. "Hep böyle susar mısın?"

"Evet," dedi aksanla.

"Neden?"

Sustu. "Tramva mı," diyebildim kırık bir sesle.

Başını hayır anlamında salladı. "Sevmemek o kad-ar."

Soğuk kanlı bu kadının damarları içinde sanki buzlar akıyordu.

"Gustava Martinez'i tanımak, sen?"

"Evet."

Adamın benden nefret ettiğini İspanyolcadan söylemişti. "Ölümcül nefret," diye devam etti cümlesine.

"O zaman neden beni öldürmeye gelmiyor?"

"Korkmak, çünkü burada güç yok. Onun güç bur-da gösteremez. Bağlantı yok, kimse yok."

"Öyleyse uyumadan önce beni hayal etmeye devam etsin. Kabuslarını süslemekten zevk alırım."

Benden çok uzaklarda bir düşman daha. Onu öldürmeye yemin ettiğim zaman, o da bana bunun yaptırımları olacağının garantisini vermişti.

"Sen utanmadan benim Kalaşnikofuma mı laf sallıyorsun? Bunu kişisel algıladım. Karmen!" Adımı duyunca ona korkarak baktım. "Biliyor musun?"

Ağzından çıkacak kelimeler beni korkutuyordu. Çünkü sohbetleri bel altı dönüyordu ve Marcus'un ağzı bir torba kadar gevşekti.

"Bilmek istemiyorum," dedim çekimser bir şekilde.

"Victor otuz yaşını çoktan geçmiş olmasına rağmen hâlâ bakir." Ne? Ne? Buna inanmak oldukça zordu. Ne? "Duydun mu? Onun gibi bir adam bakir, hiç sevişmemiş, hiç kimseyle. Tek gecelik bir ilişkisi bile yok. Kulağa yalan gibi geliyor ama değil."

Bugün bir çok kez Victor'a bakmamak için savaş vermiştim ama en ağırı şimdi oluyordu.

"Aptal," dedi kızgın bir sesle. İtiraz etmeye kalkmamıştı.

Kulağa nasıl geldiğini bilmiyordum, sadece içimde daha fazla suçluluk duygusu büyüyordu. Bana, beni seneler boyunca sevdiğini söylemişti. Aşkını bir nebze olsun azaltmadığını, beni aramaktan hiç vazgeçmediğini, gecesinin ve gündüzün ben olduğumu söylemişti.

Bana olan aşkının tek bir anında bile yokluğuma ihanet etmemişti. Bunu şimdi idrak ediyordum.

Çoğu erkek ve kadın bu yaşına gelene kadar tek gecelik bile olsun sevgisiz veya tutkulu ihtiyaç seksi yaşardı. Victor, bunu bile yapmayacak kadar sadık kalmıştı bana. O gerçekten tüm sevgisini, aşkını, bedenini, hayatını bana özel kılmış ve bana saklamıştı.

İhanet, ağır bir ihanet. Benim ona verdiğim karşılık buydu.

"Onu kaç kadının arzuladığını tahmin edemezsin. Ben saymayı bırakalı çok oldu. Lanet olsun beni istediklerinden fazla Victor'un yatağına girmek ve onu tahrik etmek istiyorlardı. Ama yok, bay kendini beğenmiş Dizable hepsini tereddüt bile etmeden reddediyor. Güzelliklerine bakmadan. Kadınların kalbini kırıyor, ben olsam asla kırmam. Hepsini sıcak yatağıma alırım. Victor Dizable'nin yüce hedefi her hâlde rahip olmak. Yüce bakir Victor Ural Dizable. Yoksa yüce rahip mi demeliyim? Aziz Rahip."

Viva Cruz'un kısık sesle kıkırdadığına yemin edebilirdim. Ben ise bir ödlek gibi yutkunup duruyordum. Yüzüm kireç rengine dönüyordu. Boynumu, Victor'a bakmasın diye o kadar sıkıyordum ki tutulmuştu.

"Peki sen bakire misin senorita?" Aklına gelen her şeyi düşünmeden söylüyordu. "Bendeki de soru! Harvey Ivy As Cindy ile seneler boyu evli kalmıştın. Adam çüksüz bir kaçık değil ise- " Cümlesini kesip bir soru sordu. "Kaç yıldır evliyim demiştin?"

"Do- dokuz."

"Bu kadar uzun bir zaman boyunca hiç çocuğun olmadı mı?"

Patavatsız, belimde ki silah az sonra elimde ki silah olacaktı.

"Düşük yaptım."

Hayır, kocam kendi çocuğunu zehirledi.

"Çocuğun olsun istemiyor muydun?"

Hayır, soru sormaktan vazgeçmiyordu.

"İstiyordum," diye cevap verdim. Doğruları saklasam onlar hiç gerçekleşmemiş olmayacaklardı.

"Harvey'den mi," derken göz ucuyla Victor'a bakmıştı.

"Evet, eski kocam Harvey Ivy As Cindy'den çocuğum olsun istemiştim."

Bak, şimdi bak. Victor'un gözünün içine bak Karmen ve sana nasıl bakıyor gör.

Boynum özgürlüğüne kavuştuğu anda kafamı sağımda ki adama çevirdim. Onun okyanus mavisi gözleri bana çoktan kilitlenmişti. Hemde daha önce şahit olmadığım koca bir nefretle. Veya kırgınlık.

"Ortalıkta dolaşan küçük Harveyler," deyip güldü Marino. "Tanrı bizi bu beladan korumuş. Sana demiştim Vic, bu kadar sene boyunca kimse kimseyi beklemez. Seninle üç yıldır tanışıyoruz ve sana verdiğim tek tavsiye artık önüne bakman olmuştu. Ama tavsiyeme uymadın. Aşk ile beklediğin kadın bir başka adamdan çocuk yapma hayalleri bile kurarken."

Victor ile olan kavgasının ucu dönüp dolaşıp nasıl bana çarpmıştı?

"Ne dediğine dikkat et," dedim korkunç bir tınıyla. Darmadağın olmuş hissediyordum. Elim, belime doğru kaymaya başlamıştı.

"Ağzımdan yanlış olan tek bir kelime bile çıkmadı Karmen Ivy As Cindy. Dizable, büyük bir aptal."

Victor'un çektiği acı yüzünden bana bilenmiş miydi?

"Bu benim suçum mu?" Victor'un konuşmasını beklemiyordum. Ona bakmayı reddettim. "Aşkı zehir zemberek yalan olan ben miyim?" Sesi boğazından diken gibi çıkıyordu. Daha gür yanın odunlar, belki onun sesini bastırırsınız.

Oturduğum koltukta hareketlenme oldu. Viva ayağa kalkmış kapıya doğru yürüyordu.

"Viva! Nereye gidiyorsun?" diye sordu Marcus.

"Bu kad'dar sacma yeter! Pembe hikayeler yeter, iş konuşmak!"

"Onun göğüsleri mi küçülmüş yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum? Sanki daha büyüklerdi."

Kadın salondan çıkıp gitti. Kimse de Marcus'un sorusuna cevap vermedi. Artık odanın içinde Marcus'un bile bozamayacağı gergin bir hava kurşuni, boğuk bir renkte geziyordu.

Burada durmanın anlamı yoktu. Başladığımız yere geri dönmüştük, belki daha eksilere. Ayağa kalkıp çıkışa yöneldim.

"Halimden memnun muyum sanıyorsun?" Diye konuşmaya başlamıştı ben sırtımı döndüğüm an. "Bu evde durmaktan nefret ediyorum. Onunla aynı evin içinde yaşayıp evcilik oynamaktan bıktım usandım. Midem artık kaldırmıyor, anlıyor musun Marcus Marino?"

En azından, en azından odadan çıkmamı bekleseydin Victor. Bunları söylemek için en azından gitmemi bekleseydin. Kapıya yetiştim.

"Fakat ona iyi bakmam lazım ki işimi göreyim. İgima Dizable'ye meydan okuyorum, yanında güçten düşmüş birini bulmak istemem."

Dayanamadan kolu indirdim, dışarıya doğru adım atıp kapıyı arkamdan kapatacağım sırada son olarak şunları söyledi. "Ne derler bilirsin, dostunu yakın tut ama düşmanını ondan da fazla yakınında."

Eğer ona dönüp cevap verseydim, sözlerinin beni etkilediğini bilecekti. Eline koz vermeden kapıyı çarpıp koridor boyunca yürüdüm. Az önce duyduğum şeyler, bilmediğim gerçekler değildi. Alışkın olduğum suçlamalardı.

Yatak odama geçerken Viva Cruz'un mutfak penceresinde oturup sigara içtiğini görmüştüm. Bir süre boyunca yatağımın bir köşesinde oturdum. Ta ki karşı odadan ses gelene kadar.

Marcus Marino, Victor'a dışarı çıkmayı teklif ediyordu. "Tehlikeli," demişti dostu. Ancak çapkın adam vazgeçmeyerek önüne bir sürü seçenek sundu. Önce adını ilk kez duyduğum bir yeri söyledi, reddedildi. Ardından, "Yatına gidelim," demişti. "Vaktimiz kısıtlı. Viva hep yanımızda olmayacak. Dışarı çıkıp hava almak herkese iyi gelecek, baba güven. Bu evin içinde kalmak insanı boğuyor."

Victor'un duvarın arkasından gelen silik sesi ise kendine ait olan yatın etrafında babasının adamlarının nöbette durduğuna emin olduğunu söyledi. Bir süre daha konuştular ve sonra sesler kesildi.

Odamın kapısı çalındığında girmesini söyledim. Marcus Marino kafasını suçsuz günahsız bir adam gibi gülerek içeri uzattı. Sonra tüm bedeni onu takip etti.

"Evimi yıkma çalışmalarınıza başlamışsınız," dedi yerine olmayan kapı koluna bakarak.

Yatağımın yanına yaklaştı. "Hazırlansan iyi olur, dışarı çıkıyoruz."

"Bilmem farkında mısın ama bizi yalnızca İgima'nın adamları aramıyor. Başım koyduğu milyon dolarlık ödül yüzünden dünyanın dört bir yanından gelen ödül avcıları da peşimizde."

Marcus dudak kıvırdı. Umursamaz tavırlıydı.

"Bir sorun çıkmayacak, çıkarsa da hallederiz. Zaten iki farklı araba ile gideceğiz. Sen benimle gel de sana araba nasıl sürülür göstereyim. Senin bir şoförün vardı değil mi?"

"Evet, Ceyhun Dinç ve kendisi gördüğüm en iyi şoför."

Kahkaha attı. "Benim seviyeme yaklaşamaz bile."

Cevap vermeyip ayağa kalktım ve dolabımın önüne gidip askıdan kalın kahverengi, için yünlü deri bir ceket aldım.

Marcus'un nefesini ensemde hissettiğimde, "Seni karşıma düşman olarak almak istemiyorum. O kadar aptal değilim," diye fısıldadı.

Odadan çıktığında ben yaralarımla biraz uğraşıp oyalandım. İşim bittiğinde evden tamamen çıkmıştım. Victor ve Viva Marcus'un dün gece geldiği sarı harabe olmuş arabasıyla önceden yola çıkmışlardı. Gerçi bu bilgiyi bana kendi arabasının ön koltuğuna binerken Marcus vermişti. Victor'un gittiğini bizzat görmemiştim.

"Hazır mısın," diye sordu bana bakıp sırıtarak. Bu araba ise benim dün kullandığım kahverengi olandı. "Daha önce hiç tatmadığın bir deneyim olacak."

Arabaya olan hakimiyeti acemi kelimesi ile tamamen zıttı. Koltuğa oturduğunda tıpkı Ceyhun gibi rahat ve kendini bulmuş duruyordu. Beyaz atletinin üzerine siyah deri ceket almıştı.

Kontağı çalıştırıp sürmeye başladı. Ve daha ilk dakikasından midemi kusacak kıvama getirmişti. Deli gibi sürüyordu, benim gelirken zorlandığımız taşlı patikaların üstünden tereyağ gibi kayıp geçiyordu. Daracık bir alanda kahkahalar atarak drift attı. Yolda ki taşlar arabanın önünde havaya sıçrıyordu. Arabanın egzozundan çıkan duman arka aynada ki görüntüyü buğulamıştı.

"Senin şoförün Ceyhun bunları yapabiliyor mu?" Konuşurken birbirimizi duymak icin bağırmamız gerekmişti.

"Onun senin kadar iyi bir arabası yok," dediğimde otuz iki diş sırıttı.

Marcus Marino, Ceyhun Dinç kadar harika bir şofördü. Ama Ceyhun'un hiç bir zaman bu deliliği yapacak bir araba imkanı olmamıştı. Yanında ben varken de güvenli sürmeye çalışıyordu.

"Bu dediğin kulağa bahane olarak geldi."

"Onun yerine konuşmak istemiyorum."

En iyisi susmaktı çünkü Ceyhun şoförlük konusunda ona bahane bulduğumu duyacak olsa küskünlük duyardı. Onun şoförlüğünden şuan da tereddüt ettiğim için kendimden utanmıştım. Ama Marcus Marino, ana yola çıkmış olsak bile hızını hiç düşürmeyip ona buna makas atarak yolları arkasında bırakıyordu. Arabayı yanlıyor, Ceyhun'da hiç görmediğim stilleri kullanıyordu.

Hızlıydı, profesyoneldi, kendinden emindi. Ama ben ne olursa olsun Ceyhun Dinç'in üzerine daha iyi olan bir başka şoför tanımıyor ve tanımayacaktım. Marcus'un yeteneğine haksızlık ediyor olsam bile.

"Victor'u ve diğer herkesi yenemekten sıkıldım artık bana yeni rakipler gerekiyor. Senin çok övdüğün Ceyhun'undan bahsediyorum. Onu da tokatlamam lazım ki içim rahat etsin, piyasada benden iyisi yok. İddia eden varsa piste buyursun senorita."

"Kendisi senin gibi övülmeye gelemez. O yüzden susacağım. Onun dili arabanın direksiyonu, tekerleği ve hız ibresi olur. Demek istediği her şeyi onları kullanarak dışarı çıkarır."

Marcus Marino söylediğim her kelimeyi kendini gazlayan bir fitil gibi anlayıp pedala daha sert basıyordu. O kadar hızlıydık ki, kaç kez radara yakalandığını sayamadım. Dışarıdan bakan birisi için hayalet sayılacaktık. Gözlerini kapatıp açtığı bir saniyede ortadan yok olmuş oluyorduk.

Uzun yolları kısa sürede tamamladıktan sonra araba durdu.

Kafamı pencereden çıkartıp baktığımda bir Çin restoranının önündeydik.

⛓️⛓️⛓️

Arabadan indiğimizde güneş kara bulutların katman katman arkasına saklanmıştı. Restoranın girişinde ki mermer merdivenleri yürürken Marcus Marino yanıma yetişip, "Dürüst ol, şoförlüğüm hakkında ne düşünüyorsun," diye sordu.

Yürümeye devam ederken, "Dünyanın en iyi-" lafımı kesip yüzüne baktım. Dudakları heyecanla kıvrılmıştı. "İkinci şoförü olabilirsin," diye devam ettiğimde ise ağzından küçümseyici bir ses çıktı.

Önüme döneceğim sırada kısa kesilmiş bıyığı ve sakalını sıvazlayıp güldü. Merdivenlerde yanına yanaşıp eliyle son derece nazik ve kıvrak bir şekilde belimi tutup yürümeme öncülük etti.

"Hasetliğinden çatlamak üzeresin."

"Yanılıyorsun."

Merdivenler sona ermişti. Önümüzde siyah ahşap kapı duruyordu. Kapının üzerinde yarısını kaplayan kamış bir çubuk gibi kırmızı renkli kolu vardı.

"Bu hayatta nadiren kafama taktığım şeyler olur."

Ne olduklarını sormadığımda kendi kendine konuşmaya devam etti. Hiç değilse içeriye girmek için sözünü bitirmesini bekleyecek kadar kibar davranıyordum.

"Bunlardan birincisi şirketimin ve arabalarımın kalitesi, sunduğu hizmeti, aldığı memnuniyet mesajları. İkincisi ise-"

"Birinci derken, birden fazla şeyi aynı anda tek bir maddeymiş gibi saydın. Aslında kafana taktığın ne çok şey varmış," diyerek sözünü kestim.

Gülümsemesi genişledi ve daha da genişledi. Sanki tüm yüzünü kaplayacakmış gibi.

"İkincisi ise, direksiyon başında oturduğumda ki hissetiğim özgürlük ve üstünlük."

"İkincisi ve üçüncüsü demek istedin her halde. Hatta en baştan saymaya başlayacak olursak belki beşten fazla madde buluruz."

"Haddinden fazla nefret dolusun senorita."

Ben cevap vermek üzereyken yanı başımızda yabancı bir kadın ve kel kafalı bir adam belirdi. İkisi de çekik gözlü ve beyaz tenliydi. Kadının düz saçları simsiyahtı ve beline kadar uzanıyordu. Üzerinde dizlerine kadar yetişen siyah ejderha desenli kimono vardı. Bacakları aşağıdan çıplak bir şekilde devam ediyordu. Adam ise Çin geleneksel desenli pantolon giyinmişti. İnce ceketi üst bedeninin hepsini örtüyordu.

Marcus kadını alıcı gözlerle uzunca süzerken kapıyı geçmeleri için içeri doğru itti. "Buyurunuz," derken kadın Marcus'a ince kırmızı dudaklarıyla düşkün bir tavırda gülümsedi. Kel adamın yüzü tahta gibi ifadesizdi. Dilimizi bildiklerini sanmıyordum çünkü cevap vermediler ve içeriye geçtiler.

Hazır kapı açılmışken bende aceleyle içeriye geçtim. Burnuma tütsü kokusu doldu. Zaman zaman kafamda milyonlarca dolarlık ödül olduğunu unutuyordum ve o ödülü isteyen binlerce farklı insanı.

"Söylediklerim sana nefret sözleri gibi mi geldi?"

"Aslında beni çılgınlar gibi arzulayan bir kadının oynadığı 'zor kadın' tavırları gibi geldi."

"Aman tanrım," dedim hafifçe gülerek. "Tüm kadınların seni istediğini sanıyorsun."

"Zaten öyle."

"Egon Victor'la yarışacak kıvamda."

"Belki haklısın ama galip her zaman kendisi oluyor."

Daha fazla cevap vermeye tenezzül etmeden başımı Marcus'dan restorana doğru çevirdim. İlk bakışım kendimi bana uzak doğuya gitmişim gibi hissetirecek kadar kuvvetliydi.

Restoran genişti ama tavanı yüksek değildi. Tavandan aşağı kırmızı avizeler sarkıyordu. İçeriye doğru yürümeye başladık. Sağ tarafımda ki kırmızı duvarın üstünde altın desenli işlemeler kakılmıştı. İşlemelerin üstünde kabartmalı siyah ejderha kafası tablosu asılmıştı. Masalar yuvarlak ve yere yakındı. Hatta o kadar yakındı ki etrafında sandalye yerine yerden yükselen oturak vardı.

Victor buraya bizden önce mi gelmişti? Onu ve Viva'yı etrafta göremiyordum. Gelmiş olsa bile o koca cüssesiyle bu masaya nasıl sığmıştı?

"Nerdeler," diye sorduğumda Marcus, "bu taraftan," diyerek dolanmaya başladı.

En öndeki masalar hariç arkasındakileri göremiyordum çünkü her masanın etrafında paravan görevi gören bambu yapılı kalın bir paravan vardı. Yuvarlak masayı, içeri geçmek için çeyrek parçası hariç geriye kalan etrafı sarmıştı.

İş konuşmak için daha matah bir yer gerçekten seçilemezdi. Önünde yürüyen fit vücutlu uzun adamın sırtına baktım. Gerçekten zeki mi yoksa aptal mı anlamak zordu. Ancak yürüyüşü bile çapkın olacak kadar kıvraktı.

Nihayet bir yerde durdu ve bambu aralıktan içeri doğru kıvrıldı. Önümden çekildiğimde görmeye hasret kaldığım iki yüzlü karşılaştım. Ah ama ne hasret!

Viva Cruz oturağın üstünde bağdaş kurarak oturuyordu. Zayıf olduğu için oraya rahatlıkta sığmıştı. Siyah perçemleri yüzünün yarısını görmemi engeleyecek şekilde önüne düşmüştü. Gözlerini rastgele tek bir noktaya kilitlemiş oradan asla çekmiyordu. Biz geldiğimizde bile başını kaldırıp bakmadı.

Victor Dizable'nin durumu ise vahimdi. Ona baktığım ilk an yüzünde ki memnuniyetsizlik beni mutlu ettti. Marcus'u gördüğü anda kendisine saldırmak ister gibi öfkeli bakıyordu. Ağzından şikayet kelimeleri böylece art arda dökülmeye başladı.

"Bizi getirdiğin yere bak! Şu küçücük alana nasıl sığmamı bekliyorsun? Herkes senin kadar çelimsiz mi? Çünkü ben hiç değilim!"

Marino gülerek Victor'un yanına geçip oturdu. Ve adamın masanın altına sığmayan kalın bacaklarına vurup, "Şu kütükten bozma bacaklarını biraz daha kendine çek, işte oldu," dedi.

Bana Viva ve Victor arasında boş yer kalmıştı. Victor boş yere ve bana baktıktan sonra ayağa kalkıp Marcus'un üzerinden geçerken, "Yer değiştirelim," dedi.

Marcus homurdanarak yana doğru kaydı. "Çok zahmetlisin dostum."

Victor boşalan yere bana bakmadan otururken ben de artık bana kalan boşluğa tünedim. Bu davranışları otuz iki yaşında ki bir adama göre oldukça çocuk kalıyordu.

Konuşmaya önce Marcus başladı ve sorduğu ilk şey, "hayatta olduğunu kimler öğrendi?" Sorusu olmuştu.

Gevezelik edilecek sanıyordum.

"Peperonni değil, böyle şeylerle ilgilenmiyorlar. Yani Dark Web üzerinde açılan her ilanla mı ugraşacaklar? Her gün yüzlerce güncelleme geliyordur."

"Kimsenin başına bu kadar büyük bir miktar ödül koyulmuyor, dikkatlerini elbet çekmişsindir," deyip göz kırptı.

Sonra gördü mü diye Victor'a kontrol etti çünkü laubalik etmeye kalkışsa ensesine şaplak yiyecekmiş gibi temkinliydi. Ancak Victor masaya bakıyordu ve derin bir düşüncenin içindeydi.

"Haklısın ama henüz bilmedikleri aşikar. Yoksa Emir Aybeyaz ödülün benim başıma koyulduğunu duyduğunda şaşırmazdı. Ona da üstü kapalı bir teklif gitmiş ancak ilgilenmemiş."

Marcus aklıselim bir adam gibi aklından geçenleri beyan etmeye devam ediyordu.

O tek başına sıfırdan başlayarak IA şirketini kurmuş Karmen, elbette aklıselim birisi.

"Peperonni Bilgi Şirketi bile bilmiyorsa bir çok kişi bilmiyor demektir. Ancak biliyor da olabilirler. Bunun bir önemi kalmadı, yaşadığını gizlemeye çalışmayı artık ihmal edebilirsin. Çünkü senden daha gizemli bir adamımız var." Başını yan çevirip Victor'a baktı. Victor da başını kaldırıp bize baktı. "İgima Dizable'nin biricik oğlu."

Victor'un dudağı bıyık altından güldü. "Biricik." Gözlerinin içinde ki fırtına onu içten içe yıkıp geçiyordu. Diğerleri bunu görebiliyor muydu? "Biricik oğlu," dedi bir kez daha gülerek.

Marcus o sırada yanımıza kuğu gibi süzülerek gelen kırmızı dar elbise giyen garson kadını cezbolan bakışlarla süzdü. Ne istediğimiz sorulduğunda Marino Çin yemeği siparişi verdi. Ondan başka kimse bir yemek isteğinde bulunmadı. Victor boğazını ıslatsın diye viski istemişti. Ben ne yemek yiyecek ne içki içecektim. Karnım doluydu. Ama yemek ile mi yoksa gerginlik mi bilmiyorum.

Kadın gittikten on dakika sonra başka takım elbiseli bir genç elinde siparişlerle gelmişti. Hizmetleri hızlıydı. Yemek çıtır çıtır duruyordu.

Victor önüne koyulan bardağını alıp dudaklarına götürdükten sonra, "senin patron geldi değil mi," diye sordu.

Yanımda oturan Viva diken gibi bir sesle, "si," demişti.

"Peki siz babamı gördünüz mü?"

"No," dedi kadın.

"Viva'nın patronu ile bugün buluşacaklar." Konuşurken siyah sos Marcus'un ağzından çenesine aktı.

"Adı neydi?"

"Manuel Gonzalez," dedi Viva hızla.

"Bu akşam otelde babanla birlikte akşam yemeği yiyecekler. Viva özel bir sebebi olmadığını söyledi. Öyle değil mi?"

Kadın kafasını salladı.

"Babam kibar bir adamdır, yanına gelen misafirlerini, iş ortaklarını en iyi şekilde ağırlar. Ve yedikleri akşam yemeği boyunca sivri diliyle en güzel kelimeleri seçerek konuşur. Kibarlıkla, can yakmadan, incitmeden. Ama söylediği her bir kelime o adamı alttan alta tehdit eder, gözünü korkutur, kanını emer. Fakat adam kalkıp da beni tehdit ediyorsun bile diyemez. Çünkü İgima Dizable bunu öyle iyi gizler ki, karşısındakinin elleri boş kalır."

Victor dediği her kelimede haklıydı. Bunu bizzat deneyimlemiştim. Onun pençeleri insanı tırmalamak yerine deşerdi.

"Yemek sonunda adam veya kadın ya babamla iş yapmak için söz vererek kalkar ya da düsüneceğim diyerek. İkincisini tercih edenler bile ertesi gün kabul mesajı iletirler."

Bu orantısız güç beni içten içe huzursuz etmişti. Kalbimin derinliklerinde öfke mi yoksa kıskançlık mı var çözemeden, "Ama onunda düşmanları var," diye atıldım. Onlardan birisi bendim.

"Elbette var," dedi nihayet bana bakarak. "Hepimizin olduğu gibi onunda düşmanları var. Hemde çok var. Fakat onları meydanda görüyor musun Karmen? Hangi birisi düşmanlığını gösterecek kadar atılgan?"

Gırtlağımın için tıklım tıklım tükürükle doldu. Boğazım kaşınıyor, dişlerim gıcırdıyordu. Ben, ben atılgan bir düşmandım. Yüreğim nefretle titrerken intikam ateşi onu harlıyordu. İgima Dizable'yi yenen insan ben olmak istiyordum, sonunda ölüm olsa bile.

"Sen varsın," dedi Marcus. Bana dediğini sanmıştım ama o dostuna bakıyordu. "Sen babanın en büyük düşmanısın."

"Ben onun en büyük zaferiyim," dedi Victor yıpranmış bir sesle. "Eğer ben olmasaydım, bu kadar ileriye gidemezdi. Ben onun en güçlü silahıyım, en yıkılmaz kalkanı, en boğucu karanlığı, en zalim celladı."

"Ben seni bulup kaçırana dek," dedim başımı dik tutarak. "Ben seni...bulup, ortaya çıkartıp, kaçırana dek öyleydin."

Bakışları minnettar olmaktan uzaktı.

"Eskiden doğduğum güne lanetler okurdum. 10 Nisan takvimde en nefret ettiğim yapraktı. Çok sonra lanetler okuyacak başka bir sebebim oldu. O güne okuduğum lanetler doğum günüme yaklaşamazdı bile."

10 Aralık diye geçirdim içimden. Ama benimle aynı anda yüksek sesle dile getirdi Victor. Yüzüme doğrudan baktı. "10 Aralık."

Onu terk edip gittiğim o gece.

Marcus sohbetimizden çoktan kopmuş yemeğini yiyordu. Kısa süreli sessizlik anından sonra, "Viva bu aksam sizinle olmayacak. Yarın da patronunun yanında gezip onu koruması gereken yerlere gidecekeler," dedi.

"Belki bir iki zaat," diye konuştu yanımda ki donuk kadın. "Yarın eve gelerim."

"Yarın akşam bir davet var," diye anlatmaya başladı Victor. Tane tane ve biraz sessiz konuşuyordu. Dargın bakışlarından eser kalmamıştı. Arada sırada gözleri etrafı kontrol eder gibi oynuyordu.

"Baban bu durumda davet mi veriyor? En büyük sırrı oğlu elinin altında değil ve benim kafamı hâlâ ele geçirmedi."

"İgima Dizable başına bir bela geldiğinde oturup dertlenmez Karmen. Aksine buna sevinir, zaten biliyorsun. Ama yine de hayır, bu davet aylar öncesinden ayarlanmıştı. İptal edemeyecek kadar yayıldı ve önem kazandı. Bu davetin arka planında bir çok karanlık pislik dönecek. Ama bunlar bu sefer bizi ilgilendirmiyor. Davetli nüfusu çok. İgima Dizable hepsine cömerltigini, gücünü, başarısını gösterecek."

Tüm bu açıklamaların arasında benim dikkatimi çeken önemsiz bir detay vardı. "Bu davet tam olarak kaç ay öncesinden ortaya çıktı mesela?"

Victor ne demek istediğimi anlamıştı. "Sana yaşlı bir teyzeyle mektup yolladığım gün."

"Her şeyi ama her şeyi planlamışsın Victor. Seni bulacağıma ve seninle geleceğime nasıl bu kadar emindin?"

"Emin degildim. Öyle olmasını umdum."

İçerlenerek nefes verdim. Daveti anlatmaya devam etti.

"İgima Gözlük yurtdışı şubeleri açacak bu yüzden bir çok yatırımcı gelecek. İhaleler dağıtılacak. Ayrıca babam ufak bir hayır gecesini de bu davete katmak istiyor. Basın ve medya da orada olacak. Davetliler sadece kendi yandaşları değil iyi niyet göstergesi olarak Peperonni Şirketi'nin de orada olması bekleniyor. Gösteriş iyi niyetleri, ancak tek dertleri gelen kişilerin kimliklerini çözmek, bilgi toplamak, onları depolamak ve başkalarına satmak. Babam davetleri, gösterişi sever. Amacımız bu sefer unutamayacağı bir şekilde nefret etmesi."

"Otel belli," dedi Marcus Marino yumuşak sesiyle. "La France Luna Night." Üç farklı dili kullanmışlar, anlamı ise Fransa'nın Ay Gecesi'ydi. "Saat yedi'de kapılar açılacak. Sizler için müthiş bir fırsat."

"Planımız yarın ki davette ortaya çıkmak Karmen. Sen ve ben, sen ölmediğini göstereceksin ben de varlığımı."

Güvenliğimizi tüketen bir plan.

"Bu İgima Dizable'yi gerçekten ama gerçekten çok sinirlendirecek Victor. Düşmanları bir oğlu olduğunu öğrenecek. Sadece bu da değil, herkes babanı bekar çocuksuz bir adam olarak biliyor. Yarın basın gerçekleri kulaktan kulağa yayacak. O, yalancı durumuna düşecek. İgima'nın gücünü zedeleyeceğiz. Peki sonuçları ne olacak?"

"Bu bir savaş Karmen. Hen İgima'ya karşı yapacağımız en büyük darbe hem de kendimizi için yaptığımız en büyük hata olacak. Artık vakti geldi değil mi? Sen beni kaçırarak onu incittin, şimdi ben kendimi ortaya çıkartarak incittiğin yerden parampaça edeceğim."

Ancak o üstesinden gelirdi, bundan zevk alıp gücüne güç eklerdi.

Aklıma bir soru takılmış ama sormadan yutmuştum. Önce dinleyecektim, bakalım onların kafalarından neler geçiyor?

Bana daveti anlattıktan sonra Marcus ve Victor ciddiyetle konuşmaya başladı. Benim sessizliğimin süresi gittikçe uzuyordu.

"İçeri girişi saldırı gibi yapalım. Paralı adamlar tutarız."

"Hayır bence babanı tehdit etmeliyiz. Davetlilerin can güvenliğini kullanacağız. Yarınını düşünüyorsa kendi topuğuna sıkmaz ve bizi ciddiye alır. Karmen içeri ne zaman geçecek demiştin?"

"Birlikte geçeceğiz demiştik," dedi Victor. "Otele birlikte geçmeyi ve kendini böyle göstermeyi istiyor musun?"

İlk kez duyduğum bu planlara karşı cevap vermek için düşündüğüm sırada beni beklemeden konuşmaya devam ettiler.

"Karmen'in başında ödül var Vic, o sonradan gelmeli. Önce dikkati senin üzerine çekmemiz lazım. Sen asıl vurucu darbesin. Karmen'in önemi yok, İgima onu görünce sinirlencek o kadar. Birde kendi çevresi Karmen'in dirilip mezardan fırladığını gördüklerinde donlarına pisleyecekler. Yarın ki gece de önemli olan senin pozisyonun."

"Amacım İgima piçine Karmen'le birlik olup ona karşı savaştığımızı göstermek."

"Vic, dostum emin ol bunu her türlü anlayacak."

Victor ısrarcıydı. "Karmen'in yanımda gelmesi başında ödül olsa bile sorun olmayacak. Babam daveti sakin ve huzurlu istiyor. Konuşmalar, el sıkışmalar ve kahkahalar. Kavga etmeyi göze alamazlar. Ama aynı zamanda bizde almayız."

"İgima tehdit et" dedi Viva. O bile benden önce konuşmuş ve diğer ikisi tarafından dinlenmişti.

"Neyle?"

"Kendi hemen orta çıkarma, once ona kezi beslesen kadin bounty kaldirma soyle. Sanro, sor nn, son-" Türkçe konuşmayı bırakıp kendi diline geçmişti. "Una oportunidad para quitar la recompensa sobre la mujer que alimenta al gato. Retrasa tu aparición una sola vez y amenaza a tu padre con hacerlo. Ya lo aceptará de inmediato."

O kadar hızlı konuşmuştu ki anlayamamıştım. Kedi besleyen kadının İspanyolcası kulağıma aşina gelmişti. Fakat ne demek istiyordu?

Marcus ikaz edici bir tonta itiraz etmişti çünkü. "No digas tonterías! Mañana apareces, Víctor. Has estado esperando años para hacer esto. De alguna manera resolveremos la recompensa sobre Karmen."

Victor'un bunu yapmak için senelerce beklediğini anlamış ve gerisine yabancı kalmıştım.

"Yo, en cambio, quiero resolver ambos al mismo tiempo," dedi Victor,

İkisini istiyorum demişti ama tam olarak ne? Adamın gözlerinin içine Türkçe konuşması için yalvararak baktım ama onun odağı plan üstündeydi.

"Aynı anda iki zafer hiç bir savaşta kazanılmaz. Kazanan taraf bile kendinden bir şeyler kaybeder," diyerek Victor'a bir konuda ağzının payını vermişti Marcus.

Bu masada dört farklı beden ve üç bağımsız insan, bir bağımlı aptal oturuyordu. Kendimi öyle aşağılanmış hissediyorum ki gözlerimin içi yanmaya başladı. Ağlamalar göğüs kafesimde birikiyordu.

Aptal Harvey, ikinci ana dilini bunca sene boyunca bana neden öğretmeye bile kalkmadın? Şimdi onlardan geri kalmazdım.

Aptal Harvey! Neden... Neden ben korkak gibi Victor'dan, geçmişimden, ailemin katilinden, beni öldürmek insanlardan saklanıyor olsam bile bana cesaret verip okula gitmemi istemedin? Neden bir işte çalışmam için fırsat sunmadın? Neden beni kendi parana muhtaç bıraktın?

Aptal Harvey, cebimde beş kuruş bile yok. Çocuk kaçırarak kazandığın kanlı paraya dokunmuyorum. Şu insanların arasında en çulsuzu ve acınası halde olan benim.

Aptal Harvey, eğer bir işim olsaydı... eğer kendi param olsaydı Aptal Marcus Marino'nun yemeğinden kendime sipariş ederdim çünkü çok güzel kokuyordu. Fakat ben şimdi bir bardak su bile alsam parasını masadan bir başkası ödeyecekti.

Benim Karmen Ivy As Cindy olduğumu söylüyorlardı. Kedi besleyen kadın diye lakabımı yayılmıştı. Kehribar cesur olduğumu söylüyordu, Ceyhun bir canavar olduğumu, Victor ise bir silah.

Bu kadar şeye sahip olan bir kadının içten içe ne kadar kimsesiz ve çaresiz olduğunu biliyorlar mıydı?

Mesela beni öldürmek isteyen Gustavo Martinez, cebimde beş kuruş bile olmadığı için su bile istemekten çekindiğimi biliyor muydu? Bu kadar güçsüz bir kadından nasil korkardı ki? Bilse korkmazdı.

Ve yakında bileceklerdi, gidecek bir evim olmadığında Emir, Varis, Seller, Kehribar aklıma gelen tüm isimler... Bileceklerdi. Biten silahım için şarjör alamadığımda, yiyecek bir yemek için para bulmadığımda bileceklerdi. İşimi görsün diye rastgele bir tefeciye rüşvet bile veremedigimde herkes bilecekti.

Ve o zaman benim sandıkları kadar korkulacak, güçlü bir kadın olmadığımı anlayacaklardı.

Aptal Harvey, ben senin için aşık olduğum adamı toprağın altına gömerek arkamda bırakıp tertemiz bir sayfa sunmuştum. 18 yaşındaydım, yalnızca on sekiz. Ve seneler boyunca bana "seni seviyorum Karmen" sözünden başka ne verdin? Ben sana bedenimi vermiştim, Victor kendini benim için saklayan bir adam iken...ben seninle evliyken onu hiç anımsamadım.

Sana bir çocuk bile vermek istedim, ikimizin bir çocuğu olsun istedim. Victor benimle ilgili hayaller kurmaya devam ederken, beni hala bulacağına inanırken.

Peki sen bana ne verdin? Dört duvar.

Benden çocuğumu aldın, aklımı aldın, yeteneğimi aldın, beni aptal olduğuma inandırdın. Yoksa sen benden, bilmeyerek Victor'un intikamını mı alıyordun? Evren, seni bu yüzden mi karşıma çıkarmıştı? Victor'a yaşattığım hayatın cezasını beni hayattan kopartarak mı vermiştin? Beni severken benliğimi tüketerek mi?

Viva'nın kulağına doğru eğilip sessizce, "sigaran var mı," diye sordum. Kadın neden istediğimi sormadan elini cebine attı ve paketi çıkartıp önüme uzattı.

İçinden aldığım bir dal sigarayı dudaklarım arasına sıkıştırıp çakmağı çaktım. Çıkan sesle Victor konuşmayı bırakmış bana bakmıştı. Marcus bir şeyler anlatmaya devam etse bile adam ona hiç dönmüyordu. Odaklandığı tek nokta ben olmuştum.

Sigaradan bir duman içime çekip üfledim. Elimde ki sigaraya bakarak kaşlarını çattı. Benim sadece yas tutarken sigara içtiğimi bilirdi.

Mavi gözleri beni sigaranın dumanından fazla boğuyordu. Neden tam şu anda yas sigarası içtiğimi merak ediyordu. Marcus adamın kolunu dürttü ve bir şeyler göstermeye başladı. Ama o bana bakmayı bırakmadı. Victor sertçe yutkunup yumruk haline gelmiş elini masanın üzerine sessizce bıraktı.

Yas Sigarası, uzun zamandır yas tutmuyordum. Hiç tanımadığım çocuğum içindi belki. Ama o bir çocuk bile değildi, insanlar istemedikleri hamilelik olduğunda ilk haftalarda kürtaj yapardı. Ben düşük yaptığımda iki hafta bile olmamıştı. O çocuk değildi belki ama benim kendime ait olarak sahip olduğum ilk şeydi.

Victor'un meraklı ve düşünceli bakışları beni huzursuz etmeye başladı. Sigaramı içmeye devam ederken işte şimdi önüne bakacak diyordum ama beni yanıltıyordu.

Çatık çehresi bu sigarayı neden içtiğimi öğrenmek için çılgına dönüyordu.

Duvarlar arasında ölen gençliğim, hiç yaşamadığım çocukluğum, beni erkenden bırakıp giden ailem, rahmimde ki bir parça, önünden bile geçemediğim okul, hiç öğrenemediğim dersler, hiç eğlenmediğim lunapark, şuan sipariş edemediğim bir tabak yemek ve bir bardak su, cebimde olmayan param, arkamda durmayan kimse, bitmek üzere olan silahım, bitmiş olan gururum, gidecek olmayan bir evim, dostlarımın ihaneti, Emir'in yalanları, İgima'nın oyunları, 10 Aralık gecesi, parmağıma takamadığın o yüzük, seni kaybettiğim o gece, aşkından mahrum kaldığım bir ömür, boynumdan hiç çıkartmadığım o kolye, bir zamanlar karamelim diye seslenişin, sana son kez dediğim seni seviyorum sözü, senin dudaklarını öptüğüm son gece, senden başka bir adamın kocam olması, o kocamın ölmesi, arkasında bana bıraktığı koca bir hiçlik, yalanlar ve tutunduğum dal olan intikam.

İşte tek bir dal sigarayı tüm bunlar için içiyordum. Tüm bunlar için tuttuğum yasın şerefine.

Aptal Harvey Ivy As Cindy, aptal Harvey...

Aptal Victor Ural Dizable, aptal Victor...

Hayır, aptal Karmen Ivy As Cindy.

Aptal Karmen, aptal Karmen, aptal Karmen, aptal Karmen, aptal Karmen, aptal Karmen, aptal Karmen, aptal Karmen, aptal Karmen, aptal Karmen, aptal Karmen...

Sigaram bitmişti, küllüğün üzerinde söndürüp ellerimi sildim. Victor bakışlarını istmeyrek üzerimde çekmiş ve Marcus'a geri dönmüştü.

Her kafadan başka hir ses gelmeye devam etti. Victor ara ara bana bakıyor bir şey diyecek miyim diye bekliyordu. Sessiz kalmayı yeğledim. Zaten yeterince kendimi dışlanmış hissediyordum. Sanki ağzımı açsam kelimeler yerine hıçkırıklar gelecekti.

Ancak kafam düşünmeyi, beynim arka planda harıl harıl çalışmayı bir an olsun bırakmadı. Binlerce ihitmali düşünüyor, binlerce plan yapıyordu. Planı bozan aksilikleri fark ettiğinde zihnimin karanlık tarafına atıp yenisine başlıyordu. Zihnimin hızına yetişemiyordum, benden bağımsızdı.

Maddi olarak hiçbir şeyim yoktu ancak kafamın içinde ki beyin beni asla yalnız bırakmıyordu. Ben ona sahiptim; aklıma, zekama.

Unutma Karmen, bilinmeyinin İgima'ya ait olduğunu bu kafayla anladın... Unutma Karmen, İgima'nın herkesten gizlediği gerçek yüzünü sen bu kafa sayesinde gördün.

Kafamın içinde büyük bir karmaşa oluyor olsa bile bu dışarı sadece sessizlik olarak yansıyordu.

Kendimi bu masaya ait değilmiş gibi hissediyordum. Viva ağzına yapıştırıcı sürülmüş gibiydi, bakışları hep donuk ve keskindi, öldürücüydü. Bir kaç kelime edip susmuştu. Marcus yüzümü biraz güldürüyordu. Fazla açık sözlü, düşüncesizdi. Yani bir dakika önce beni güldürüyorken bir dakika sonra aptallıklarımı yüzüme vuracakmış gibi. Ama iş konuşurken benim fikirlerime hiç ilgi göstermedi.

Onları boşverip çevreme baktım. Bambu paravanlar yüzünden kimseyi tam olarak göremiyordum ama restoranın içinde kalabalık vardı. Metal çubuk sesleri, çatlak ve bıçakların tabağa vurum şıngırtısı.

Etrafı gözetlemem korkutucu derecede tuhaf duruyordu. Bize bakan kimse yoktu, sakin olmalısın Karmen.

Aç karnına sigara içtiğim için başımın dönmesi şiddetlendiğinde yerimden kalktım.

Victor arkaya doğru yaslanmıştı. Göğüs kasları siyah kazağın altından bile kendini belli edecek kadar şişkindi. Beni meraklı gözlerle süzerken, "Nereye gidiyorsun," diye sordu.

"Lavaboya gidip geleceğim."

Onlardan uzaklaştığımda bir kaç masanın arasından daha geçtim ve bir başka koridora çıktım. Lavabonun yolunu işaretleri takip ederek bulduğumda hızla içeri daldım. Beyaz ışık tepeden vururken siyah mermerin üstüne ellerimi dayadım ve nefesimi kontrol altına almaya çalıştım. Nefes al ver, al ver. Yetmedi, yüzümü soğuk suyla çarptım. Bunu öyle acele yapmıştım ki burnumdan içeri su kaçıp genzimi yaktı.

Kaçın...bu bir tuzak... Benim adım Dilaver...Aranızda hain var... Felçsin... felç... Artık yürümek yok, koşmak yok, özgürlük yok...Beni hangi gecenin sabahında unuttun Karmen...Zehirsin...

Kafamın içinde sesler yankılanıyor ve geçmişe dair kötü anıların görüntüsü gözümün önüne gelip gidiyordu.

Yoksa deliriyor muydum? Victor'u bulduğum geceden beri kendimi ne zaman sıkıntı içinde hissetsem bilincim sulanıyordu. Suyu sonuna kadar açıp kafamı musluğun altına soktum. Açık renkli saçlarımın yarısı yüzümle birlikte ıslandı.

Boğulacak hissine kapılana kadar kendimi suyun altından çekmedim. Hiç bir işe yaramıyordu. Aynaya bakıp kendimle yüz yüze geldiğim anda gözlerim başka tarafa kaçtı.

Kendimi görmekten nefret etme Karmen, kabullen. Sen, aynada gördüğün o tuhaf kadınsın.

Bir kaç peçete alıp bitkin yüzümü kurulamak isterken metal peçeteliğin yansımasından arkamda bir karaltı gördüm. Karaltı gittikçe bana doğru yaklaşıyordu, görüntüsü vardı ama adım sesi hiç yoktu.

Bir halüsinasyon mu?

Dikkat kesilip kulaklarımı açtım ve adım seslerini işittiğim anda arkamı döndüm. Kadınlar tuvaletine gelmiş kafası kel adam. Bu...bu, girişte gördüğüm o adam, yanında bir kadın olan! Elinde iki karışlık bir bıçak vardı, yoksa katana mı? Sapı kamış görünümlüydü.

Ona döndüğüm anda bıçağını üzerime savurdu. Kendimi sağ tarafa atıp darbeden bir anlık reflekse kurtuldum. Beni ıskalayan katana o kadar sert inmişti ki aynayı ortadan ikiye parçaladı. Sert bakışlı gözü dönmüş adam bir şeyler geveledi. "yǎng māo de nǚrén" Çince konuşuyordu. Anlamam imkansızdı. "Karmen, bounty," dedi ardından harfleri bastırarak.

Ödül avcılarından birisi... Kapıyı nezaketen açtığımız kişi benim kafamı isteyen bir katilimiş. Peki kadın, o neredeydi?

Üzerime yürüyüp bıçağını tekrar savurmaya kalktığında eğildim ve karnına yumruk attım. Parmaklarım neredeyse çatlayacktı. Karnı o kadar sertti ki sanki duvara toslamıştım.

Ağzından sesler çıkartmaya başlayıp dövüş pozisyonu aldı. Bulduğum ilk boşlukta belimde ki silahı çıkartacağım anda üzerime koşup tekme savurdu. Geriye doğru uçup yere sırt üstü düştüm. Belimdeki silah yerinden fırlayıp tuvalet kabinlerinin altına girdi.

Üzerime "bounty, bounty" diyerek gelen adam katanasını sert tutmuştu ama baş parmağıyla desteklemiyordu. Beni bu detaylardan faydalanamayacak kadar acemi sanıyordu. Yanıma yetiştiği anda adama saldırmak yerine ayağımla bıçagına vurup düşmesini sağladım. Keskin olmayan taraf bile ayakkabımı yarıya kadar yarmıştı. Etime gelmediği için şükürler olsun.

Yerden öne doğru zıplayarak kalktım ve adamın üzerine koştum. Saldırı yap, savunacak kadar dayanaklı değildim. Saldırı yap, darbe yediğin kadar vurmaya çalış.

Bedenine hızlı yumruklar göndermeye başladığımda kollarıyla fire vermeden hepsini engelliyordu. Kullandığı Çin dövüş sanatı benim sokak dövüşümden bambaşka bir disiplindi.

Onu köşeye sıkıştırıp bacaklarına vurdum ve dengesini kaybetmesini umdum. Ancak o daha çok hırslanmıştı. Beni boğazımdan kavrayıp koşmaya başladı. Bedenimi hızla tuvalet kabinlerinin kartonpiyer duvarları arasından geçiriyordu.

Birinci kabin, ikinci kabin, üçüncü kabin ve son olarak dördüncü kabin. Her birinden geçerken bacaklarım klozetlere sertçe çarpıyordu. Tüm bedenim ağrıdan uyuşmuş hale geldiginde beni son kabinde duvara yaslayıp boğazımı sıktı.

Yüzüme ne kan ne oksijen gidiyordu. Ciğerimde kalan hava yetersiz hale geldikçe morarmaya başladım. Elinin altında bir balık gibi çırpınıyordum... Ağzımın içinde ılık kan tadı vardı.

"Vic..." diye fısıldadım."Victor-" Ciğerlerim sönmek üzere ölüm döşeğinde sallanıyordum. Uyuşan sağ kolumu güçlükle kaldırıp ödül sahibi olmaya çok yakın olduğunu düşünüp mutluluktan kendinden geçen adamın yüzüne geçirdim.

Elleri boynumdan kayıp gittiğinde kanlı balgam tükürürken tüm gücümle tek bir isim bağırdım.

"VİCTOR!"

Dişlerinden kan salyaları sızan adama boynuma sarılması için tekrar fırsat vermeden dizimle tekme attıp yanağına kroşe geçirdim. Geriye doğru adım attığı sırada tek ayağımla klozetin kapağına çıkıp kendimi öne doğru atarak adamın üzerine atladım ve bacaklarımı kafasının etrafına dolayıp parmaklarımı gözlerine soktum. Adam acıyla inledi, göz çukurlarından kanlar gelmeye başladı.

Kendi etrafında dönüyor beni sarsıyordu. "Vic-" Elimi ısırmıştı! "Sikeyim seni! Victor!" Bir kez daha avazım çıktığı ve boğazım parçalanana kadar. "VİCTOR!"

Restoranda oturduğumuz yer lavabodan uzaktı.

Kısa boylu adam öne doğru koşmaya başladı. Duvara doğru. Kendisi çarpacaktı ama beni de çarptıracaktı. Duvara yetişmeden mecburen atlamak zorunda kaldım. Atladığım anda ters dönüp yere kadar çökerek bileğime çelme attı.

Yere düşmekten son anda kıvrılarak kurtuldum. Elimi arkaya attığımda kırılan tahtalardan birisini alıp beni katletmeye gelen adamın bacağına sapladım.

Haysiyetsiz topallayarak üzerime geldi. Kendimi tekrar boğulmak üzere olduğum yerde bulduğumda gözlerinden kan gelen adam ağzında ki kanlı balgamı üstüme tükürüp göğsümde ki ameliyat yerine sepsert bir yumruk geçirdi.

Dikişlerin patladığına emindim, kaynamış etimin parçalandığına da. Önce inledim sonra çığlık attım. Bu çığlığım hissetiğim acıyı tarif edememişti.

Üzerimde ki adam artık hakimiyeti devralmıştı. Dayak yiyen ben oluyordum. Ayaklarım çırpınarak ona ulaşıp vurmaya çalıştı ama başım dönüyordu. Ameliyat yerime katanayı sokmuş gibiydi.

Victor'un adamlarını döverken adrenalin patlaması yaşadığım için acılarımı hissetmiyordum. Lakin şuan başkaydı. Bedenim henüz iyileşme sürecindeydi.

Elini havaya kaldırdı. "Göğsüme olmaz! Göğsüme olmaz!" Ameliyat yerime bir kez daha vurdu. Siktir! "Victor!" Avazım çıktığı kadar bağırdığımı sanıyordum ama sesim daha kısık çıktı.

"Bounty! Shènglì shì de! Jiǎnglì shì de! Bounty! Karmen bounty!"

"Bountye de sokayım sana da," diye geçirdim içimden ya da kısık sesle fısıldadım. Bilmiyorum, bilincim kapanmak üzereydi.

"Ural," diye oynadı dudaklarım uysalca. Son sözlerim bu mu olacaktı? "Victor...Ural..." Evet, bu olsun istemiştim.

Gözlerim gitmek üzereyken parçalanmış kabinlerin en arkasında, kapıda nefes nefese kalmış ve dehşete düşmüş cüsseli bir adam belirdi.

Buz tutmuş kalbim Victor için ilk kez o an titredi. Onu son kez bile görmeyeceğimi sanıyorken benim için gelmişti.

"Hijo de la puta!" diye köpek gibi hırladı dişleri arasından. En iyi bildiğim küfür, orospu çocuğu.

Küfrü işiten çinli adam sesin kimden geldiğini anlamaya fırsat bulamadan önce Victor yanımıza yetişmiş ve yetiştiği gibi adamı omzundan tutup kendisine çevirmişti.

Saldırgan piçin yüzüne öyle sert bir yumruk çaktı ki Çinli'nin iki burnu oluk oluk kanamaya başladı. Adam yere düşecekti fakat izin vermeden onu boğazından yakaladı ve duvara dayadı. Tek eliyle gırtlağını kendinden geçmiş bir şekilde sıkıyordu.

Göğsümden akan sıcak sıvıları hissettiğimde ayağa kalkmaya çalıştım. Victor'un gözleri bir an bana kaydı.

"Karmen," diye haykırdı. "İyi misin? Karmen cevap ver bana, susma Karmen, cevap ver iyi misin? Ameliyat yerin - Kanıyor!"

"Görüyorum," dedim zar zor. Aslında hayır hissediyorum. Bıçak gibi batıyordu. Can çekişiyordum.

"Bounty," dedi boğulan adam bir kez daha. Dişleri arasından kanla karışık salyalar akıyordu. Bu sefer Victor'dan bahsediyordu. Ama hayır onu öldüremezdi, vuramaz ya da canını yakamazdı.

Adamın gıkı çıktığı anda mavi gözler benden çekilip elinin altında çırpınan bedene kaydı. Bu sefer daha fazla vahşet doluydu. Bir kez daha bana baktı ve sonra bana bunu yapan adama. Bana bakışı ilk kez nefret yerine kederliydi ve adama bakışı ise bu kedere sebep olduğu için kana susamıştı.

Victor sinirlenince babasına benziyordu. Hatta ondan daha gaddar birine dönmüştü. Gözlerimin önünde adamın yüzünü parçalayarak dövmeye başladı.Adamdan fışkıran taze kanlar Victor'un yüzünü ıslatıyordu. Karnına, ciğerlerine vuruyor ve adamın kafasını tutup duvara geçiriyor, kendine çekiyor sonra yine geçiriyordu. Duvarda delik açmak üzereydi.

Çinli ödül avcısı karşı koymayı çoktan bıraktı. Ölüme teslimyetin ilk çağrısı. Bedeni az sonra ceset torbası gibi yere yığılacaktı. Gözü dönmüş Victor kendini durduramıyordu. Çinli, elini gizliden yavaş hareketlerle cebine soktu. Geri çıkartığında ise parmakları artık boş değildi. Sivri iğne uçlu şeffaf bir şırınga tutuyordu. Şırınganın içinde sarımtrak bir sıvı vardı. Zehir mi?

İğnenin ucunu kaldırdı. Victor'u hedef alıyordu. Victor öyle kendinden geçmişti ki küçücük iğneyi fark etmemesi doğaldı. Ama ben görüyordum, tam önünde ona saplamak üzereydi. Eğer o bir zehirse...o zehir Victor'u öldürecekti.

Victor ölebilirdi...o ölürse İgima'nın çöküşü yaşanırdı. İgima'nın çöküşü kurtuluş demekti. Bir zafer. Bir hafta önce, her şeyi öğrendiğim o lanet gece Victor'a ben silah doğrultmuş ve öldürmek istemiştim. Fakat şimdi...

Önümde iki seçenek vardı. Ya Victor ölecek ve karşılığında bir çok can kurtulacaktı ya da ben öleceğim ve karşılığında sadece Victor yaşayacaktı.

Ben her zaman karanlığı aydınlatan kadın olmuştum. Ben her zaman çoğunluğun iyiliğini seçmiştim, ben Victor'dan nefret ediyordum. Ben...Benim en büyük amacım İgima Dizable'yi yenmekti. İntikam almaktı, herkesin intikamını. En çok kendimin.

En mantıklı seçenek kabak gibi ortada duruyordu

O yüzden seçeceğim seçenek belliydi.

Adam iğneyi saplayacağı sırada geriye kalmış olan tüm gücümle öne doğru atıldım ve elimi iğnenin önüne koyarak Victor'a batmasına engel oldum.

Ancak Çinli adam iğnesini çoktan avuç içime batırmış ve içindeki sıvıyı damarlarıma akıtmıştı.

Karanlık...Gündüz vaktinin tam ortasında...İki Victor mu? Bir tanesi yeterince baş belası! Sikeyim şimdi de dört oldular... Karanlık... Hem de Gündüz vakti...

O şırınganın içinde ne vardı?

Aptal Karmen Ivy As Cindy, yanlış seçeneği seçtin. Hani onu ölüme terk edecektik?Parmaklarının ucunda ki zafer şansını kaybettin.

Aptal Karmen, kendimizden başka kimseyi düşünmeyecektik unuttun mu?

Unuttum.

Gözlerimin önü tamamen karardığında artık ayakta duran bir bedenim yoktu.

47. BÖLÜMÜN SONU


Felekten İki Gün Part-2'de görüşmek üzere.

🪶Kısa bir notçuk : Normalde 47. Bölüm burada bitmiyor ve gelecek olan 48. bölümün tamamını içeriyordu. Ama tek başına fazla uzun olduğu için iki parta bölmek zorunda kaldım.

Instagram: @ kankaderoffical2

Shoro Sharpen. ShoroSharpen

 

Bölüm : 19.08.2025 16:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
sho.sha. / KAN KADER / 47. BÖLÜM - FELEKTEN İKİ GÜN PT.1
sho.sha.
KAN KADER

24.52k Okunma

1.54k Oy

0 Takip
51
Bölümlü Kitap
KAN KADER GİRİŞ - TANITIM1. BÖLÜM - İLK KURŞUN2. BÖLÜM - KALBİ DİRİLTEN DUYGU3. BÖLÜM - TAKİPÇİ4. BÖLÜM - T.G.I.F5. BÖLÜM - ÇIRAK VE USTA6. BÖLÜM - ROLEPLAY7. BÖLÜM - KAPANA KISILDIK8. BÖLÜM - TİK TAK, TİK TAK9. BÖLÜM - AYNADA Kİ TUHAF KADIN10. BÖLÜM - KARMEN'İN ÖLÜMÜ11. BÖLÜM - YARALI KALPLER VE BEDENLER12. BÖLÜM - İHANETTEN GERİ KALAN13. BÖLÜM - YAS SİGARASI14. BÖLÜM - TEHLİKELİ SULAR15. BÖLÜM - MASKENİ KUŞAN16. BÖLÜM - CEHENNEM'E BİLET17. BÖLÜM - DİKKAT, KAÇAKLAR KAÇIYOR!18. BÖLÜM - KARANLIĞA BÜRÜNEN BİLİNMEYENKARAKTERLERKARAKTERLER PT.219. BÖLÜM - KANLI PARA VE YALANCI YANSIMA20. BÖLÜM - VAHŞET DOLU GEÇMİŞ21. BÖLÜM - OYUN BAŞLADI22. BÖLÜM - KİRALIK KATİL23. BÖLÜM - YANDAŞLAR24. BÖLÜM - GÜVENLİ BÖLGE25. BÖLÜM - HIRSIZLAR26. BÖLÜM - KORKAK KALPLER27. BÖLÜM - KÜLLERDEN DOĞAN AİLE28. BÖLÜM - SAÇLARINI ÖREBİLİR MİYİM?29. BÖLÜM - ŞEYTANLA DANS30. BÖLÜM - DİŞE DİŞ, KANA KAN31. BÖLÜM - ÖLÜ YA DA DİRİ32. BÖLÜM - ÖLÜME 1 KALA33. BÖLÜM - OYUN BİTTİ34. BÖLÜM - MATEM GÜNÜ35. BÖLÜM - YEMİNLİ KURŞUN36. BÖLÜM - BEN, SENİM.37. BÖLÜM - ELVEDA38. BÖLÜM - CAMBAZ'IN HAZİN SONU39. BÖLÜM - TOZLU SAYFALAR40. BÖLÜM - KANLA ÖDENMİŞ BEDEL41. BÖLÜM - VİSAL42 - VİCTOR URAL DİZABLE ( SEZON FİNALİ)43. BÖLÜM - NEREDE KALMIŞTIK?44. BÖLÜM - KİMİN HİKAYESİ?45. BÖLÜM - TAŞIYICI46. BOLÜM- UMUT HÂLÂ VAR47. BÖLÜM - FELEKTEN İKİ GÜN PT.148. BÖLÜM - FELEKTEN İKİ GÜN/ PT. 2
Hikayeyi Paylaş
Loading...