Öfkeliydim. Sevdiğim kadına adil olmayan bu hayata öfkem büyüktü. Onun yaşadıklarına gözlerinden akan yaşlara karşı öfkem çok büyüktü. Ama elimden bir şey gelmiyor oluşu beni daha da öfkelendiriyordu. Birileri onu üzüyor kalbini kırıyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Onu korumak için yaptığım her şey boşa çıkıyor bir sonraki darbe başka yerden geliyordu.
O gün eve gelip onu öylece ağlarken gördüğümde yüreğim parçalanmıştı. Ne olduğunu onu neyin üzdüğünü bilmiyordum. Sadece Gülşah vardı o an. Kucağıma alıp odamıza çıkardığında başını omzuma yaslamış ağlamaya devam ediyordu. Öyle kırgın savunmasız ve üzgündü ki o an soramadım bile.
Öylece sarıp sarmalamaktı aklımda olan şey. Yaptım da belki de saatlerce o benim kucağımda ben yatağın üstünde sarıldım ona. Ağlaması dinene kadar sevdim saçlarını.
Kendine geldiğinde kızarmış yeşil gözleri yüreğimi dökmüş gibi hissettirmişti. Sildim yavaş yavaş göz yaşlarını. Aklımda bir kaç sene öncesi vardı. Gülşah’ın gönlüme düştüğü ilk zamanlar.
Oysa ne güzeldi o günler. Yüzü gülerdi. Saniye teyzeyle birlikte ya da Nergis’le birlikte pastanede görürdüm onu. Muhallebi yerdi. Saniye teyze ahbaplarıyla konuşurken annesinin ardında durup gitmeyi beklerdi. Umutla bakardı o zaman bu yeşil gözler. Pembe dudaklarında narin bir tebessüm olurdu. Saçlarını genelde salık bırakırdı. Ne zamanki işe girmiş o zaman örmeye başlamıştı.
Yıllarca uzaktan izlemiştim onu. Onun sevdasıyla yanarken incitmemek için hep bir iki bakışla kalmıştım. Sonra tutunduğu tüm dalları kesmişlerdi.
Bana Memnune’nin hamile olduğunu öğrendiğini söylediğinde hem onu anlamış hem de kızmıştım. Canı yanıyordu anlayabiliyorum. Yorgun, üzgün, savunmasızdı ama yine de dik durmaya çalışıyordu. Daha önce hiç olmadığı kadar zor zamanlardan geçiyordu. Ülkece pekte güzel şeyler yaşamıyorduk ama onun için her şey üst üste gelmişti.
Kızgınlığımsa gözyaşlarınaydı. Değmezdi. Memnune’de, babası olacak Hayri’de hatta ve hatta annemde onun gözyaşlarına değmezdi. Bu kadar basit kişiler için dökmemeliydi yaşları.
Onu sakinleştirdikten sonra üstündeki yorgunluğu fark etmiştim. Hala üstünde duran kabanı çıkardım, örülü saçlarını açtım. Makyaj masasının üstünde duran tarakla saçlarını bir güzel taradım.
Onu odada bırakıp aşağı inip yemek yapmıştım. O gün ilk defa sarılarak uyumuştuk. Çünkü Gülşah’ın varlığımı hissetmeye ihtiyacı vardı.
Şimdi ise öğlen saatlerindeydik. Dükkanı Güney’e bırakmış ve uzun zamandır yapmak istediğim şey için dükkandan çıkmıştım. Güney işleri çok hızlı öğreniyordu. Herkesin isteyeceği türden bir çıraktı. Şimdiden ona dükkanı bırakıp gidebiliyordum.
Mahalleye girdiğimde bana selam verenlerin selamını ala ala ilerliyordum. Elimdeki kağıtları rulo yapmıştım. Bu kağıtlar çok önemliydi. Gülşah’ın yüzünü güldüreceklerdi.
Pastanenin önüne geldiğimde bir an duraksadım. Sonra bir anda aklıma gelen fikirle pastaneye girdim.
“hoş gördük abi. Var mı şöyle tazesinden güzel bir pasta.”
“Ayıpsın ben bayat pasta satar mıyım hiç?”
“satmazsın tabi abi lafın gelişi.”
“fırından yeni çıktı bir tane vereyim mi onu sana?”
“aha şu” dedi gözleriyle ileriyi işaret ederken. Çikolatalı ve üstünde çilek olan bir pastaydı. Çok büyük değildi ama üç kişiye yeterde artardı. Güzel duruyordu.
“Güzel abi. Sen onu paket yap götüreyim ben.”
“Hemen. Tabi yengeye süprüz yapmak lazım.”
Bir an yanlış söylediği kelimeyle gülesim gelmişti ama tuttum. Pastaneci alıngan adamdı. Berberle beş yıl önce küsmüş o zamandan beri konuşmamıştı. Berber ilk iki yıl küstüğünü fark etmemişti bile. Berber kendisinden özür dileyene kadar saçları uzatmıştı. Berberin özür dilemeyeceğini iki yılın sonunda anlayınca üç yıldır farklı bir mahalledeki berbere gidiyordu.
“tabi abi hoş tutacaksın gönlünü.”
“lan büyü müyü falan mı yaptı bu kız? Ne çabuk bu kadar kılıbık oldun sen?”
“kılıbıklıktan değil abi, seviyorum sayıyorum o kadar.” Pastaneci dediğime gülerken paketlediği pastamı uzattı. Bende parasını ödeyip pastaneden ayrıldım. Dükkana dönmeden önce eve uğrayıp pastayı dolaba yerleştirdim.
Evden çıkıp dükkana gittim. İçeride bir müşteri vardı ve Güney ilgileniyordu. Bakıma gelen arabalardan biriyle ilgilenmeye başladım. O sırada dükkanın kapısı açıldı. Başımı çevirip baktığımda babamı gördüm.
“Baba, hoş geldin.” Bir bezle elimi silip yaptığım işi bıraktım. Babamla birlikte dükkanın yazıhane tarafına geçtik.
“hoş buldum oğlum.” Masanın arkasında normalde benim oturduğum yere oturunca bende normalde misafirlerimi karşıladığım kısma oturdum.
“Güney! Bize iki kahve getir.”
“Nasılsın oğlum. Evlendin uğramaz oldun. Annen her gün söylenip duruyor.”
“bilmem mi baba? Geldiğim gün kapıdan duyuluyordu sesleri. Geri döndüm bende.”
Babam derin bir nefes verdi. “Anneni bilmiyorsun sanki. Ne çocuk gibi alınıp gelmemezlik ediyorsun?”
“ben annemi bilirim bilmesine de annemde Gülşah’ı bilecek baba.”
“kılıbık oldun çıktın başımıza yani. Oğlum dünyada bir Gülşah yok ya anneni kırmaya değer mi? Bin tane eş bulursun ama bir tane anan var.”
Anlamıyordu. Babam hiç anlamamıştı. Annemin görgüsüzlükleri, aşağılamaları, kendini büyük görmeleri asla umurunda değildi. Kim kırılmış kim üzülmüş kimin canı yanmış umursamazdı. Aman Nazende mutlu olsun, aman Nazende bana kızmasın, aman Nazende... Ve ben babamdan öğrenmiştim. Önemli olan benim eşimdi. Madem bin tane eş bulunabiliyordu neden bulmamıştı?
“Hem sanki severek aldın. Annen dedi eğer dedikodu çıkmasaydı Selim Beyin kızında gönlün varmış ikna etmiş seni.”
İşte bu da ayrı bir olaydı. Evliliğinden önce annemin hayallerini süsleyen gelini. Itır’a yaptığı gibi beni de kendi istediği biriyle evlendirecekti. Biz kimi sevmişiz önemi yoktu. Sadece ona yakışır olmalıydı.2
“severek evlendim. Selim Beyin kızı da kim bilmem. O annemin kafasındaki geliniydi. Ben hep Gülşah’ı sevdim. Daha Saniye teyze hayattayken sevdalıydım ona.”
Güney kahveleri bıraktı ve çıktı. O sırada babam şaşkınca bana bakıyordu.
“ Hiç görmedin değil mi? Annem hep böyleydi ama. Sordun mu hiç Itır’a? Itır severek evlenmedi baba. Evlendikten sonra sevmiş olması hiçbir anlam ifade etmez. Sen kızını bir mal gibi verdin.”2
Öylece susuyordu ve daha çok sinirlerim bozuluyordu.
“İclal’e soruyor musun peki? Annen sana nasıl davranıyor diyor musun?” gözlerinin içine baktım. “senin karın hiçbir zaman iyi bir anne olmadı baba. Itır’ı, İclal’i hiç sevmedi. Çünkü kız çocuğuydu onlar. Güçsüz, aciz, ona kalsa okutmazdı bile. Söylemeye utandı. Peki ben beni sevdi mi sanıyorsun? Ben sadece ona itibar katacak bir araçtım. Bana daha iyi davranması sevdiği anlamına gelmedi. Dediklerini yaptıramayacak yaşa geldiğimde benden nefret etti.”
“Ne oğlum? Ne, söylesene. Annemi seven kaç kişi var mahallede? Baba cevap ver! Anne den iyi bahseden kaç kişi var? Bırak artık Allah’ını seversen. Seni kandırmasına izin verme. Itır yandı, İclal’i koru. İzin ver bende karımı koruyayım. Çünkü Gülşah’a bir zararı gelirse yakarım onu.”
Gülerek arkama yaslandım. “ bin eş bulunurda ana bulunmazmış. Niye bulmadım baba? Daha iyi bir eş bize gerçekten anne olacak bir kadın niye bulmadın?”
“Haddini aşan ben değilim. Bunu sende biliyorsun. Söylesene ne diye sustun şimdiye kadar?”
“Itır kaç gece ağladı. Mahalleli kaç kez iğrenerek baktı. Her dedikodu gelir kulağına hiç mi gelmedi. İlk evleneceğim dediğim zaman kızın kapısına dayandı annem. Hiç mi duymadın? Duymazlıktan geldin. Hepsini değil mi?”
Başını eğdi öne. Ve gözlerimi kapattım. Sakinleyince “önemi yok baba. Geçti artık. Ne Itır’a affettirebilirsin kendini ne bana. İclal’le Gülşah’a bulaşmasına izin verme yeter.” Başını kaldırıp baktı bana. Ben ona değil duvara bakıyordum. “Anamdır gider gönlünü alırım. Ama bizden aile olmaz baba.”
“Gülşah’ı sevdiğini neden söylemedin?”
“Gülşah sevmiyor. Hala aşık değil. Eğer olsaydı bir dakika durmazdım.” Anladım anlamında başını salladı. Bir sessizlik oldu arada.
“Itır’ın evlenmek istemediğini niye söylemedin?”
“bende küçüktüm o zaman. Hem Itır benden küçüktü. Kızım küçük dersin sandım. Fark edersin, Itır’a sorma zahmetine girersin sandım. En son gelecektim durdurdu beni. ‘Bu değilse başkası ne kadar durdurabileceksin? En azından iyi biri’ dedi. O gün ağladığım kadar ağlamadım daha hayatımda.”
Babamı da gözünden yaşlar düştü. Yılların bedeli, Itır’ın ahıydı bunlar.
“bir akşam yemeğe geleceğiz size.”
“Gülşah’a sorar söylerim ne zaman geleceğinizi.”
Tamam anlamında başını sallayarak çıktı dükkandan. Kahvemi kafaya diktim. Geriye yaslandım. Bir süre derin nefesler aldım. “Rahatladım be.” Diyerek çıktım.
Saate baktığımda çıkma saatimin geldiğini gördüm. Normalde bu saatte çıkardım. Güney’de iki saat daha kalır dükkanı kapatır ve gelirdi. Ama bugün o da fazla çalışmıştı. Gülşah benden erken geldiği için evde bırakamadığım kağıtlarımı yine elime alıp çıktım.
“Güney ben çıkıyorum. Sende çok durma kapat.”
“bugün çok çalıştık erken kapatalım.”
Mahalleye doğru yürümeye başladım. Mahalleye girdiğimde selam veren bir iki kişiye bende selam verdim. Eve girdiğimde Gülşah’ın sesi geliyordu. Şarkı söylüyordu. Kaldım öylece. Sesi o kadar güzeldi ki dinlemeden edemedim.
Mutfağa girdiğimde mutlu mutlu sofra hazırlıyordu. Yemekte kuru fasulye pilav vardı. Onun neşesine gülümsedim. O da bana gülümsedi. “hoş geldin.”
“evet güzel bir haberim var. Kutlarız diye düşündüm.”
“sürpriz yemekte söyleyeceğim.”
“Efendimm.” Dedim onun gibi uzatarak.
Güldü ve masaya salata tabağını koydu. “bugün çok mutluyum, sana sinirlenemeyeceğim şu an.”
“fark ettim. Neden daim olsun.”
“ne olduğunu sormayacak mısın?”
“ne olduysa iyi ki olmuş. Yüzün gülüyor ya bana yeter. Ama anlatırsan dinlerim.”
Kıkırdadı. Eteğinin cebinden bir kağıt çıkarıp uzattı bana. Merakla okumaya başladım. Gürkan nasıl mektup göndermişti? Daha önemlisi gerçekten o mu göndermişti?
“Abimden bir haber aldım ya benden mutlusu yok. Allah’a şükürler olsun yaşıyor iyi.”
Aklımdaki soruları ona yansıtmamalıydım. Üzülmemeliydi. Gülmek bu kadar yakışıyorken gözlerinden yaş düşmesindi.
Bir anda sarılmış bulundum. Bir süre karşılık vermedi ama benden daha sıkı sarıldığında şaşırma sırası bendeydi. “Gelecek. Gürkan Allah’ın izniyle gelecek ve siz tekrar kavuşacaksınız.”
“inşallah.” Ayrıldığımız da tekrar sofrayı hazırlamaya döndü. Bende tek tük işlerde ona yardım ettim. Güney geldiğinde yemeğimizi yedik ve Gülşah dolaptan aldığım pastayı çıkarıp getirdi. Güney’in kocaman olmuş ve bu pastaya mutlulukla bakan gözleri beni güldürdü.
İşe de gitse, dünyanın yükünü de omuzlasa, büyümüş gibi de davransa çocuk çocuktu. Arkadaş isterdi, çikolata isterdi, oyun isterdi, şefkat isterdi. Hayatı dolu dolu yaşamak en çok onların haklıydı. Acıyla bu kadar erken tanışan bu küçük çocuğa bir kez daha içim acıdı. Bir kez daha ona bir hayat vermek için kendime söz verdim.
“eee sen sürprizini hala söylemedin.” Gülşah’ın sesiyle tekrar kendime geldim.
“Bekleyin burada.” Diyerek kalktım sofradan. Vitrine bıraktığım kağıtları alıp geldim.
Masaya oturduğunda Gülşah herkese bir dilim pastadan kesmişti. Kağıtları ona uzattığımda aldı ama boş boş bakıyordu.
“seni açık öğretime kaydettirdim. Yani evden okuyacaksın. Sadece sınavlara gireceksin o kadar. Sonra istersen lisede bırakırsın istersen üniversiteye gidersin. Sen bilirsin.”
Yeşil gözlerini kocaman açtı. Ve o zümrüt gözler dolmaya başladı. Bir anda boynuma atlamasıyla kollarımı beline doladım. Güney’in gülme sesleri geliyordu. Ve Gülşah’ın bir fısıltı gibi çıkan sesini duydum.
Kitapla ilgili editleri görmek için bakabilirsiniz
Okur Yorumları | Yorum Ekle |