
“Abla bunun kadar müthiş bir şey yok diyorum. Saati gösteriyor, zamanında ezan okuyor, şekli güzel.”
İşportacı elindeki cami şeklindeki saati bize satmaya çalışıyordu. Sözlerine göre saat ezan okuyordu. Öğle molasında kızlarla oturup köfte ekmek yiyorduk. Yanımıza mahallenin işportacısı gelmiş ve son çıkan ürünü tanıtmaya başlamıştı.
“Gülşah ablam, sen alırsın ha. Koyarsın evin baş köşesine. Saate bakarsınız, o ezanı okur. Iraz abimle birlikte kılarsınız namazımızı. Ha güzel ablam benim, gözünü seveyim al şunu.”
Gülerken başımı olumsuz anlamda salladım. O sırada kadınlardan biri “ya susmazsa gece gündüz ezan okursa?” diye bir soru attı ortaya.
“Olur mu ablam olur mu? Son teknoloji ürün bu. Asla vaktini şaşmaz.”
“hadi ordan kardeşim çocuk oyuncağı satıyorsun bize.” Bugün biraz sinirli olan Hatice abla işportacıyı kovunca çocuk daha üstelemeden gitti.
“Eee Gülşah, çocuk ne zaman?”
Ekmeğimi ısırırken gelen soruyla öylece kaldım. Lokmamı ısırdığımda benden bahsettiğini anlamak için etrafa baktım. Başka Gülşah yoktu. Parmağımla kendimi gösterdim emin olmak için.
“Sen kız sen. Başka kim olacak? Bi senin beben yok.”
“daha yeni evlendik abla.” Dedim Iraz’la değil çocuk yapmak sarılmak bile çok yeni bir eylemdi.
“ne yenisi? Bizim zamanımızda olacaktı ki adın çıkardı kısır diye.”
Bu konu üzerinde durdukça sinirlerim bozuluyordu. Cevap vermedim.
“Senin analığın gebeymiş diyorlar. Bak elini çabuk tut o Nazende karısı pek bir cazgırdır.”
Cevap vermiyordum. Karşımdaki kadın laflarımı hakketmiyordu. Tabi bu sinirlenmediğim anlamına gelmiyordu. Yanında oturan kadınlardan birinin kolunu cimcirmesi biraz olsun içimi soğuttu.
“Gülşah abla Iraz abi seni okula yazdırmış diyorlar doğru mu?” en gencimiz olan Fatma’nın sorusuyla yüzümde bir gülümseme oluştu. Okuyacaktın ben.
Yine o kadın “kız ne okuması? Evli kadının okuduğu nerede görülmüş? Otursun evinde temizliğini yapsın, çocuğuna baksın. Okul mokul hayal kızım hayal. Hem okusa ne olacak çalışacak mı sanki.”
“Evet Fatma Iraz abin beni okula yazdırdı. Evde çamaşır suyu kokusundan, bebek ağlamasından bazıları gibi beynim sulanmasın diye okumama öncü oldu. Okuduktan sonra da çalışacağım inşallah ihtiyaçlarım için kocamdan para dilenmeyeceğim.”
En sonunda sabrım taşmıştı. Ama kadın susacak gibi değildi. “Şimdiki cahiller işte. Bunlar cicim ayları güzelim. Hele bir bitsin şu günler gör bak okula mı gönderiyor, çalıştırıyor mu?”
Sabır. Allah’ım. Sabır.
“merak etme senin gibilerin o kokuşmuş zihniyeti ne kocamda ne bende var. Okuluma da giderim çalışırım da. Kimseye de laf düşmez.”
Ekmeğimi bitirdiğimde kalkıp atölyeye girdim. Gereksiz insanların gereksiz lafları sinirlerimi bozuyordu. Bunları dile getirmekte kendilerinde hak görmeleri ise daha sinir bozucuydu.
Memnune için analığın demişlerdi. Memnune hamileydi.
En çok bu sözler kanıma dokunuyordu. En çok bunlar kalbimi acıtıyordu. Babamın yaptıkları geliyordu aklıma, annemin ölümü, abimin ne halde olduğunu bile bilmeyişim.
Ben Iraz’a babamdan daha çok güveniyordum. Iraz’ı babamdan daha çok seviyordum. Iraz bana öz babamdan daha fazla sahip çıkmıştı. Babam birkaç gündür hayatında olan biri için üç çocuğunu da kapıya atmıştı ama Iraz benim için kendi hayatını önemsememişti.
Babam için gözümden son bir yaş düşerken Iraz’ın varlığına şükrettim.
İş çıkış saati geldiğinde eve doğru yürümeye başladım. Mahallenin sokaklarından geçerken eskiler dolanıyordu aklımda. Bir zamanlar bana cıvıl cıvıl gelen bu sokaklar bir gecede simsiyah olmuştu. Sonra Iraz o renkleri yavaş yavaş geri getiriyordu. Tabi ben hep eksik kalacaktım. Renklerim hiçbir zaman eskisi kadar renkli olmayacaktı.
Eve vardığımda mutfağa geçip yemek yapmaya başladım. Geldiğimizde ev sıcak olsun diye sabah çıkmadan sobayı yakıyorduk. Yemek için pilav ve yeşil fasulye yaptım. Uraz birazdan gelirdi, ondan sonra da Güney. Usta çırak ilişkilerine karışmıyordum.
Kapı çaldığında gidip açtım. Iraz gelmişti. “Hoş geldin.” Dedim.
“Hoş bulduk.” Üstündeki paltoyu çıkarmasına yardım ettim. Tabi çıkardıktan sonra bana sarılmasını beklemiyordum. Sarılışına karşılık verdikten sonra birlikte içeri geçtik.
“ne aldığıma inanamazsın.” Dediği şeyle ona döndüm. “ne aldın?” diye sordum merakla.
Arkasında tuttuğu ellerini ön tarafa yavaş yavaş getirirken gözlerim kocaman açıldı. Uraz büyük bir neşeyle “Ezan okuyan saat.” Dediğinde kahkahalarla gülmeye başladım. O ise gülüşümü izliyordu. Gülmem biraz durulunca “beğendin mi?” diye sordu.
“Güzel güzel.” Gülerken önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına atıp ona döndüm. “işportacıdan mı aldın?”
“evet, Gülşah ablanın hoşuna gider, herkes bayılıyor dedi.” Büyük bir beklentiyle gözlerime bakıyordu. “sevdin değil mi?”
“sevdim, teşekkür ederim.”
Yüzünde oluşan gülümseme görülmeye değerdi. Elindeki saati alıp salondaki konsolun üstüne koydum. O da peşimden geliyordu. “bu konsolun üstü çok boş fotoğraf falan koymamız lazım.”
“olmayan fotoğrafı nasıl koyacağız?” diye sordum. Iraz’la hiç fotoğrafımız yoktu. Düğün istemediğimiz için düğün fotoğraflarımız da yoktu.
“şöyle yapalım. Bir gün Sen, ben, Güney, Itır, İclal birlikte gidip çektirelim.”
“masrafa girmeye gerek yok ki.”
“ Masraf kelimesini yasaklıyorum. Düşünmesene sen parasını.”
“İyi ama yarın öbür gün ‘Gülşah çok masraf yaptık. Bu ay sıkışığız.’ gibi şeyler söyleme bana dinlemem seni.”
“Söylemem zümrüt güzelim söylemem.”
Zümrüt güzelim dediği anda yüzümde bir gülümseme belirdi. Bana ilk konuşmamızdan itibaren güzel olduğumu vurguluyordu. Onun için her daim zümrüt güzeliydim. Şimdi ise ‘zümrüt güzeli’ydim. Onun güzeliydim.
“Tekrar güzelin miyim gerçekten diye sormayacaksın değil mi?” diye sorarken bana bir iki adım yaklaştı. Belim konsola değiyordu. O ise hemen önümdeydi. Gözlerim ışıl ışıl olmuş karşımdaki adamı izliyordum.
“sormayayım mı?” sorusuna karşılık bende bir soru sordum.
“Sor.” Dedi tek nefeste sonra eli saçlarıma uzandı. Ön tarafımdaki bir tutamı parmaklarının arasına aldı. “Sor. Her seferinde en baştan anlatacağım. Ne kadar güzel olduğunu, gözlerinin yeşiline hayran olduğumu, kimsenin değil sadece benim güzelim olduğunu bıkmadan anlatacağım.” İki eliyle yüzümü avuçlarının arasına aldı. “bıkmadan usanmadan her seferinde sana nasıl aşık olduğumu anlatacağım.”
İtirafıyla gözlerim kocaman açıldı. Yeşilleri onun kahvelerine kitlenmişti. Kalbim hızlı hızlı atarken bedenim tutulmuş gibiydi. Konuşamıyor, hareket edemiyor, tepki veremiyordum.
“Ne?” diye fısıldadım zar zor.
“Nesi yok nasılı yok. Sadece sen varsın bir de seni görünce durmakla hızlanmak arasında kalan kalbim.”
Anlamıştım. Bu adam beni öldürmeye çalışıyordu. Ettiği laflarla kalbime indirecekti. Yanaklarının ısındığını hissettim. Hemen başımı yere eğdim ama parmaklarını çenemin altına yerleştirip tekrar ona bakmamı sağladı.
“utanınca kızaran yanakların seni daha güzel yapıyor.”
Depar atar gibi hızlanan kalbimle en sonunda dayanamayıp omzuna geçirdim. “kalbime mi indireceksin sen benim? Onlar nasıl kelamlar öyle?” yarı sinirli yarı utangaçça sorduğum sorularla ona kaçamak bir bakış attım. Ve konsolla onun arasından kaçtım. Tabi bu onun kolumu tutarak beni durdurmasıyla son buldu. İlk önce tuttuğu koluma sonra yüzüne baktım.
“Amacım kalbinize indirmek değil, girmek küçük hanım. Umarım başarılı oluyorumdur çünkü her yolu bıkmadan deneyeceğimi belirtmek isterim.”
Bir anda yanağımdan öpmesiyle yerimden sıçradım. Yanaklarımdaki ısı iyice artınca kıpkırmızı olduğuna emin oldum. Gülerek benden uzaklaşırken kapının açılma sesini duydum.
“Abla! Ben geldim.”
Güney seslendi ama benim sesimi bulmam biraz uzun sürdü. “Ho-Hoş geldin ablacım.” Karşımda duran Iraz’ın gülümsemesi arttı. Gıcıktı işte. İlk önce beni şoklara sokuyor sora afallayınca karşımda gülüyordu.
Uraz bana aşkını itiraf etti.
“Abla neredesin?” Güney’in sesi evde tekrar yankılandı.
“Salondayız ablacığım.” Güney’e cevap veriyordum ama gözlerim Iraz’daydı.
Iraz yanağımı öptü.
Güney salona gelince direkt olarak bana sarıldı. Kollarını bakime doladı ve başı göğsümdeydi.
“seni çok özledim.” Diye mırıldandı. Gün geçtikçe eski neşeli çocuğa dönüyordu. Şakalar yapıyor, gülüyordu. İşi dolayısıyla sokakta oynamasa da arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Hayata dönüyordu kardeşim.
Başımıza gelenlerin izlerini silemiyorduk ama o izlerle yaşamayı öğrenebilirdik. Her şeye rağmen gülmenin mümkün olduğunu gösteriyordu bana. Kendisi için ayağa kalkabileceğimi haykırıyordu. Ümidin asla tükenmediğini, bizde kalan tüm izleri sevebileceği izi öğretiyordu. Abla olan bendim belki ama Güney benim dağımdı. Ayakta kalmamı, devam etmemi, güçlü durmamı, her şeyi o gün sokağın ortasında haykırmamı sağlayan oydu.
“Bende seni özledim.” Onun gibi mırıldandım cevap verirken. Sonra “hadi yemeği yiyelim.” Dedim. Birlikte mutfağa geçtik ve yemeğe oturduk.
Iraz bana aşkını itiraf etmişti.
...
Gürkan o günden sonra Ayşe’yle vedalaşmıştı. Kalbi atmaya, adını duyunca bile hızlanmaya devam ediyordu ama eskisi gibi zihnini meşgul etmiyordu. Gün boyu aklını esir alamıyordu artık Ayşe.
Yediği dayaklar da bitmiyordu. Şiddeti değişiyordu ama asla bitmiyordu. Ne zaman pes edeceğini merak etmeye başlamıştı. En azından Gülşah’a son bir mektup gönderebildim diye düşündü. En azından Gülşah onun ne hissettiğini biliyordu.
“Arif’i idama götürdüler diyorlar.” Dedi bir süredir yakın olduğu Ahmet Köksal. Ayşe’yle son konuştuğu günden sonra asla ayrılmamışlardı. Artık ihtiyarlamaya yüz tutmuş bu adam onu asla yalnız bırakmamıştı.
Ahmet Gürkan’ın gözlerine bakar bakmaz anlamıştı yüreğindeki yangını. Toy ve kanı deli akan gencin gönlünü sevda ateşi ancak bu hale getirirdi.
“Yazık oldu öyleyse Arif’e” dedi Gürkan. Samimi değildi. Burada her birine yazık oluyordu. Daha fazla yaşamış olmaları yaşayacakları anlamına gelmiyordu ve ölmek içinde bulundukları durumda yaşamaktan daha iyiydi.
Ahmet’te biliyordu bunları. Hatta o daha fazlasını biliyordu. Yıllarını çalmışlardı bu 4 duvar arasında. “Yazık tabi. Arif’in anasına yeniden bir evlat verebilecekler mi? O baba oğlunun acısını unutabilecek mi? Gerçek suçlular dışarıdayken boynumuza geçirilen urgan bize ikinci bir hayat şansı verecek mi?”
“boynumuza urganı dolayanlar peki? Rahatlar mıdır uykularında?”
Dışarıdan gelen büyük bir gürültüyle koğuştaki herkes ayaklandı. “ne oluyor?” “ bu ne lan?” “isyan olmasın sakın?” gibi bir çok soru havada uçuşuyordu. Dışarıda tekrardan büyük bir gürültü koptu.
“Sizin elinizde ölmeyeceğim!” büyük bir haykırış koptu.
“İnadına isyan!” ve başka bir haykırış daha. Hapishanede isyan vardı.
Ahmet’le Gürkan iyice birbirine yaklaşırken koğuştaki herkes kapıya dayandı. Mahkumlar kapıya vuruyor çıkmanın yollarını aramaya başladılar. Koğuş içinde bir şeyler deviriyorlardı.
Eli yüzü yara bere içinde bir mahkum koğuşun kapısını açtı. Ayakta duracak hali yoktu ama umut bir kere yerleşmişti gözlerine. Umudun verdiği güç onu ayakta tutuyordu.
Kenara çekildiğinde bütün mahkumlar dışarı fırladı. Gürkan ne yapacağını bilemez halde dururken Ahmet Köksal kolunu tuttu. “Ne yapacağız?” diye sordu telaşla.
“daha fazla buna katlanmayıp kaçacağız.”
Ahmet Gürkan’ın konunu sürüyerek Koğuştan çıkardı. Binanın içinde bir o yana bir bu yana ilerleyip çıkışı ararlarken gürültü devam ediyordu. En sonunda aylardan beri ilk defa gün ışığı, ağaçlar gördü. Onlar öyle ya da böyle bir şekilde özgürlerdi.
Ne kadar süreceği ise muammaydı.
Arkadaşlar merhaba bu kitabın sezon finali bölümüydü. Aslında pek sezon finali vermeyi sevmem ama kurguyu istediğim gibi yönlendirmeye başladım. Zaten finale de çok uzun olmadığı için kurgu bitene kadar yeni bölüm gelmeyecek. Finali yazdıktan sonra bölümleri sizlerle paylaşacağım. Okuduğunuz için teşekkür ederim yorumlarınızı merakla bekliyorum
Instagram Singularity_mybook
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |