
Bu bölüm henüz düzenleme aşamasındadır. Yazım hataları ve küçük anlatım bozuklukları içerebilir. Geri bildirimleriniz benim için çok değerli.
Sevgi nedir?
Sevgi herşeydir. Vücudumuzun suya ihtiyacı olduğu gibi ruhumuzun da sevgiye ihtiyacı vardır. En kudretli güç ise anne babanın saçlarını okşayıp, iki güzel kelimesidir.
Peki sevgisizlik ne doğurur?
Sevgisizlik, iki farklı insan doğurur. Biri korkak iken diğeri cesurdur.
Cesur insanlar ise en güçlü olanlarımızdır. Çünkü onlar inatcıdırlar ve düşmekten hiçbir zaman korkmazlar. Ruhu deli okyanusların dalgaları gibi öfkeyle kükrerken, aslında aynı zamanda yaralanan ve annesini bekleyen yavru ceylanlar kadar sessizdir. Cesur insanların ruhunun derinliği sonsuz bir uçurum gibidir. Sınırlarının olmaması sizi korkutabilir ama eğer onu yaşamaktan çekinmezseniz o uçuruma kabul edilirsiniz ve kendinizi bıraktığınız an yükseklikte uçarsınız. O uçurumdan düşme ihtimaliniz hiç yoktur çünkü aynı zamanda size görünmez kanatlar bile verebilirler.
Ve korkaklar...... korkaklar, asla kendilerinin suçlu olduklarını kabul etmezler. Kendilerini o kadar kısıtlarlar ki, artık kendi yanlışlarını göremez olurlar. Gözlerinin önüne bir perde iner ve o perde onları bütün güzel şeylerden mahrum eder. Korkaklar, kindar ve intikamcıdırlar. Kimseyi sevemezler, kendilerini bile. Kendilerini sevmek için bir başkasına ihtiyaç duyarlar. Kara delik gibidirler, onlara sevgi verdikçe, kendimiz solarız. Zehirli ve isyankadırlar.
Wild den zindan sahnesi bölüm 2
“Aphrida!” dedim dudaklarımın arasından soğuk ve kirli zindanın zemininde yüz üstü uzanıkken. Bilincimi mi kayb ettim? Bilmiyorum, hiçbirşey düşünemiyorum sadece Aphrida. Korumalar beni sürükleye sürükleye getirip bedenimi aynı zindana atarken sanki bir cesedi toprağa gömmüşdüler. Artık uzun bir süredir bu haldeydim. Ne bir çıkış, nede bir ışık vardı. Kalbim umutsuzlukla ilk kez tanışmıştı. Ruhum ilk kez pes etmişti. Buradan çıkamazdım, kurtuluş yok. Gözlerim kısık bir şekilde hala karanlık zemini izliyordum. Heryer siyaha boyanmıştı. Ve benim dünyam artık dönmüyordu, ne benim etrafımda nede dünyada. Uzun süredir bu vaziyyetdeyim ve bu bedenim kırbaç yaralarıyla doluyken kalbim sadece aşkıma susamıştı. Dilim sadece onun ismini tekrarlıyordu, sesim ise boğuktu.
“Aphrida! Aphrida! Aphrida!”
Uzun süredir sadece onun ismini tekrarlıyordum. Ona evlilik teklifi edecektim. Yüzüğümü çıkarmıştım. Aphrida gözlerime bakıp gülümsüyordu. Sanki bana evet diyecekti. Benim kraliçem olacaktı. “Aphrida” senin için herşeyi yapardım benim sevgilim. Sana dokunmaya bile kıyamazken onlar seni yaralamışlar. Zeyphrusun ağzından bu haberi duyduğumda vücudumdaki bütün damarlarıma öfke hissi bir hastalık gibi yayılmıştı. Ama hiçbirşey yapamadım, seni bile göremedim. Seni istiyorum. Yanımda istiyorum. O güzel saçlarını okşayıp, hayat gibi gözlerinde yaşamak istiyorum. Koynunda dinlenmem gerek aşkım. Hiç bu kadar yorulmamıştım. Başımı dizlerine yatır ve herşey geçti de. Buna ihtiyacım var sevgilim. Aslında şuan en çok ihtiyacım olan sensin. Sensizliğe susadım. Umarım sana zarar vermezler. Benim bedenim buna dayanır ama senin incinmene kalbim dayanamaz. İlk kez bu kadar çaresizim aşkım. Çünkü kral olsamda elimden birşey gelmiyor. Bedenim bayılmak üzereyken gözlerim hala seni kolluyordu ama boşunaydı. Ve o kadar düşmanla sen kendin tek başına savaşıyordun. Özür dilerim sevgilim, özür dilerim aşkım. Affet beni! Affet bu güçsüz kralını. Sevdiğini kendin koruyamayacaksan makamın hiçbir önemi yokmuş. Şuan yanında ola bilmek için herşeyimi verirdim ama ben şuan hiçbir şeysizim ve elimde olan tek ölümsüz canım var. O da sensiz bir ömürü neylesin.
Eğer senin için canımı isteseler onu da hiç tereddüt etmeden verirdim. Çünkü zaten sen benim canımsın. Gördüğüm bütün güzelliklerin en başındasın. Sen siyah, beyaz dünyamın rengarenk nadide çiçeklerisin. Elim de şuan bir kılıç bile yok seni korumam için. Ne acı, ne zavallı bir kralım ben böyle, öyle değil mi sevgilim?
Eğer aşkıma yenik düşmeseydim şuan sen hala kendi topraklarında, hala o cennet gibi kahkahalarınla yaşıyor olacaktın ve hala varlığınla dünyayı şereflendirecektin. Benim gibi aptal bir kral hisslerine yenik düşüp seni almaya gelmeseydi hala özgürdün. Özür dilerim sevgilim! Affet beni! Affet bu güçsüz sevgilini!
Bu düşüncelere boğulurken gözlerimden çıkıp, yanağımdan bir gözyaşı süzüldü yüzümü koyduğum o kirli zemine. Ben ise hala o karanlık zemini izlemeye devam ediyordum.
Günler birbirinin ardı ardına gelip geçiyordu. Ne kadar süredir burada olduğumu bilmiyorum ancak aylardır bu zindanda kaldığım kesin. Kırbaç darbelerinin açtığı yaralar için ne su nede melhem getirdiler. Hala zindandaydım ve yeni iyileşen yaralarımın mikrop kapmaması için yatarken yüz üstü yatıyordum. İki günden bir yemek ve su getiriyordular. Yemek için bir tas çorba, bir ekmek ve bir sürahi su. O bir sürahi suyla iki gün devam etmeye çalışıyordum. Beni neden hala zindanda tutuyorlar hiçbir fikrim yok. Yanıma artık uzun süredir Zeyphrus gelmiyordu. Eğer gelseydi belki onu tehtid edip Henry yada Aphridanın hakkında haber alabilirdim. Tabii mürettebatım hakkında da en ufak bir haber sahibi değildim. Si Lefur! Bunlar bizden ne istiyorlar. Benim amcam olduğu haberini ben neden yüz yıllar sonra kırbaç işkencesi görürken öğreniyordum? Neden amcam hakkında kraliçem yada kralım hiç bir şey söylememişti. Ağabeyim Geheristen yada kardeşim Henry’den de amcam hakkında bir bilgi almamıştım. Eminim ki Henry de bu konu hakkında hiçbirşey bilmiyor ama Geheris? Belki de o biliyordu, belkide ona babam söylemişti, sonuçta o en büyük oğuldu. Bilmiyorum, ben nasıl bir oyunun içindeydim. Büyük ihtimalle bunlar büyük bir oyunun planıydı, dejarus ormanında etrafımızı o suikastçılar sararken Zeyphrus’u lider olarak dinliyordular. Buda demek oluyor ki, Zeyphrus hazır ve haberli bir şekilde gelmişti. Ama neden Dejarusta? Zeyphrus bir haindi, sarayda benim sağ kolumdu ve bütün planlarımızı biliyordu. Herşeyi onunla beraber konuşuyordum demek ki o da Zarivoraya haber veriyormuş. Zarivora ne yapmak istiyordu? Onun asıl planı neydi? Aklıma geldiğinde bile kalbim onu işkenceyle öldürmek için yanıp tutuşuyordu. O ve Zeyphrus bir haindi. Babamı ve Geherisi öldürmüşler. Şuan kardeşime ve sevdiğim kadına işkence veriyorlar. Bunların hiçbirini onların yanına koymayacağım. Onlara öyle bir işkence vereceğim ki, öldürmem için bana yalvaracaklar. Şu an sadece büyük bir sınav içerisindeyim. Ben Milruna kralı Wild Minyar, Tanrıya and içerim ki kral Aldarin ve ağabeyim Geherisin intikamını onlardan alacağım.
Takatten düşmüş ayaklarımı haraket ettirmeye ve ayağa kalkmaya çalıştım. Ayaklarımın üstüne bastığımda belimdeki yaraların ağrısı sanki yeniden oluşmuşcasına ağrımaya başlamıştı. Ellerim kirli zemine dokunmaktaktan çamura bulanmış ve o çamur cildimde kurumuştu. Saçlarım çok pisti. Üstümde ısınmak için kullanabileceğim bir gömleğim bile yoktu. Sadece pantalondaydım. Ayaklarımda ki ayakkabıları çıkarmış çoraplarımla duruyordum. Çoraplarım beyaz ve temiz iken şimdi kir yüzünden siyaha boyanmış gibiydi. Eminim ki aynı görüntü beyaz saçlarım içinde geçerliydi. Ayağa kalktım ve demirlikleri bulmaya çalıştım. Yavaş yavaş öne doğru adımlarken ellerimle demirlikleri arıyordum. Gözlerim bu karanlıklar içinde görmüyor gibiydi. Sonunda demirliklere dokunduğumda sımsıkı tutundum. Sanki birisi gelip bu demirliklerden beni kurtaracaktı. Demirler buz gibi soğuktu. Ellerim de sıcak değildi ancak, tutunduğumda azıcık bile olsa sıcaklık isteyen vücudumu tir tir estirdi. Ama demirlikleri bırakmak istemiyordum. Demirliklere dokunmak içimde solup ölen umutlarımı yeşertiyordu. Daha fazla tutunmak, ellerimin arasındaki bu demirlikleri kırıp, parçalamak istiyordum. Özgürlükle benim aramda duran bir engel gibiydi. İstemsizce ağladım, sessiz değildi bu seferki gözyaşlarım. Acılı bağırışlarımda eşlik ediyordu, yaşadığım bahtsızlığıma. Artık kendini güçlü tutmana gerek yok Wild. Ağla! Diye emrediyordu ruhum bedenime. Bedenim ise uzun süredir kafeste duran vahşi bir kurt gibi özgür gibiydi. Sınırsız, öfkeli, kırgındım. Sanki vücudum kendini bana isbat etmek istiyordu. Gözyaşlarımı küçük bir çocuk gibi ellerim ve kollarım ile siliyordum. Yere yığıldım, hala demirliklere tutunurken. Başımı demirliklere yasladım ve ağlamaya devam ettim. Bir süre sonra sessizleşmiştim. Artık o özgür kurt, kimsesiz bir çölde olduğunu anlamıştı. Değer verdiği bütün herşey elinden alınmıştı ve yaşaması için elinde hiçbir şeyi kalmamıştı. Gözyaşlarım durdu, acılı haykırışlarım sustu. Şimdi ise işaret parmağımla demirliklerden birini nazik dokunuşlarla düşüncesizce inceliyordum. O an, o saniyelerde, düşüncelerim susmuş, hepsi beni terketmişti sonunda. Aklımı mı yitiriyordum? Umarım aklımı yitirmem! Aphridayı unutmak istemiyorum. Yaşamım boyunca çoğu canlıdan iyi yaşasamda, şimdi Aphridasız yapamam ve bana verilen bütün o lütufların hiçbir değeri olmaz. Ölmek istemiyorum! Daha Aphridayla yaşayacak güzel günlerim var. Bu pis zindanda ölmek istemiyorum! Prens yada kral olduğum zamanlarda hiç bir elfi yada insanı ne idam ettirdim, nede zindana attırdım. Herbir canlının yaşamına saygı duydum. Ama Zeyphrus ve Zarivora zindanlarımın ilk esirleri olacaklar.
Yavaş yavaş düşünceler beynimi sarmalarken, adım sesleri duydum. Gözlerim kapalıydı. Birden fazla kişinin ayak seslerini duyuyordum, yanıma geliyordular. Adım sesleri giderek yaklaşıyor, güçleniyordu. Sonunda sesler yanıma yaklaştığında durmuştu ve meşale ışıklarının gözlerimin kapalı olmasına rağmen heryeri aydınlattığını fark ediyordum. Gözlerimi yavaşça açıp, o kişilere baktığımda zırhlı bir kaç kişi ve Zeyphrus vardı. Zeyphrus cebinden anahtarı çıkarıp, parmaklıkların kilidini açıyordu. Yanında olan gardiyanlar ise kapı açıldığında yanıma geldi. Beni bir cesedi sürükler gibi kollarının arasına alıp sessizce, sürükleyerek götürdüler. Yine beni nereye götürüyordular? Öldüreceklermiydi? Eğer öldürselerdi, bu kadar zaman beni zindanda bekletmezdiler. Özgür mü bırakacaklardı? Hayır buda mümkün değil. Öyle bir fikirleri asla olmaz. Sonuçta herşeyi biliyorum artık. Ayrıca aynı kişiler ağabeyimi ve kral Aldarini öldürdüler.
Gardiyanlar ileride duran Zeyphrusun ve bir kaç gardiyanın arkasından geliyor, beni de kollarının altında götürüyordular. Taş merdivenleride yukarı çıktıktan sonra Zephrusun tahta kapıyı açmasıyla beraber aylardır karanlığı gören gözlerim işığın parlaklığı yüzünden kamaşmıştı. Yine aynı salona gelmiştik. Zarivora tahtında oturmuş beni gülerek izliyordu. Onun yüzüne bile bakmak istemiyordum. Ona bakmak, öfkemi yeniden alevlendirecekti ve benim şuan en son ihtiyacım olacak şey öfkedir. Yine aynı kadınlar Zarivoranın yanındaki tahtlarda oturmuşdular. Onların yüzünde ki hala o soğuk ciddiyet kendini koruyordu. Gardiyanlar sürükleyerek beni kırbaç işkencesi ettikleri aynı yere getirdiler. Salonun tam ortasında, yine dizlerimin üstünde, önünde duruyordum. Bu durum gururumu zedeliyor, eziyordu. Yine mi kırbaç işkencesi görecektim? Yaralarım daha yeni iyileşiyordu. Ona bakmak istemediğimi fark eden Zarivora konuşmaya başladı.
“Zayıflamışsın kral”
Susuyordum. Yine konuşmamaya ve ona bakmamaya çalışıyordum. Ayrıca, ne konuşayım? Yine mi ona eylemsiz tehtitler edeyim? Bu gururmu daha çok zedelerdi.
“bu kış aylarında en azından üstüne yırtık bir kiyafet bile vermemişler mi?”
Diye yine küstahca konuşmaya devam ediyordu. Ahh sessiz kalmak hem gururumu zedeliyor, hemde kalan gururumu koruyor gibiydi. Öyle çaresiz kalmıştım ki.
“sana geçen sefer söylediğim, o rica neydi biliyor musun?”
Yine, aynı şekilde sessizliğimi korumaya devam ediyordum. Ne söylerse söylesin sessiz kalmalıydım. Kalacaktımda!
“Tahtını bana devretmeni rica edecektim senden. Ancak o işkecelere rağmen inadından geri durmadın. Aylardır sefil halde yaşamak umarım aklını başına getirmiştir.”
Elbette, ona bakmamaya ve sessiz kalmaya özen gösteriyordum. Ama her konuştukça bu durum benim için daha zor oluyordu.
“bu kez daha farklı bir işkence türü düşündük. Bu seferde razı kalmazsan, olacaklardan ben sorumlu değilim, sevgili yeğenim”
O, kesinlikle miğdemi bulandırıyor. Ne düşünüyor? Tehtitlerinin işe yarayacağını mı?
“Zeyphrus! lütfen prensi buraya getirin”
Ne dedi? Prens mi? Prens dediği kesin Henry olmalıydı. Kendisinin oğlu olabilir mi? Hayır! öyle olsaydı yanındaki tahtlardan birinde oturuyor olurdu. Henry’i tekrar görme düşüncesi atmayı bile unutan kalbimin yeniden canlanmasına sebep olmuştu. Daha fazla umutlarım yeşerer olmuştu.
Zeyphrus dediğine itaat edip yanımdan uzaklaştı. Zeyphrus iki gardiyanı kendisiyle götürdü. Bir kaç dakikanın ardından, gardiyanların ellerinde tuttuğu zincirlere bağlanmış Henry geldi. Ellerini, ayaklarını ve boğazını zincirlerle bağlamıştılar. Henry’nin yüzü ve elleri kir içinde, saçları ise çok pislenmişti. Kiyafetlerin içinde zayıfladığı çok belli oluyordu ancak hala gözlerindeki o tehtitkar ifadesi kendisini koruyordu. Kaşlarını çatmış, öncülük eden Zeyphrusu izliyordu öfkeli gözleriyle. Benim salonda olduğumu bile fark etmemişti daha. Aylar sonra haps edilen ve işkence gören kardeşimi karşımda görüyordum. Onu çok özlemiştim, sarılıp bütün özlemimi gidermek için göğsüm hasretle yanıp tutuşmuştu. Solgun gözlerim onu gördüğünde canlanmış, dikkatini ona vermişti.
Zarivora: “Görünen o ki, kardeşini baya bir özlemişsin”
İstemsizce Zarivoraya baktım. Sanki bütün iradem Henry’i görene kadardı. Şimdi bende irade diye birşey kalmamıştı. Zarivora benimle konuştuğunda Henry beni fark etti. Zincirleri hiç dikkate almadan hızlı adımlarla yanıma gelmeye çalıştı. Zincirleri tutan iki gardiyan zincirleri geri çekti. Henry sırtının üstünde yere düştü.
Öfkeli bakışları dahada körüklenmişti. Zeyphrus’u nefretle izlemeye devam etti yerde uzanırken. Daha sonra bana baktı. Hala o ifadesi gözlerinde korunuyordu, sanki ruhunun derinliklerine öfke ve nefret kök salmıştı.
“Dayanın kralım! Sizi buradan çıkaracağım” diye cevap verdi bana Henry. Çaresizken bile, kendine güvenini asla bir kenara koymazdı ve o, ilk kez bana gerçekten kralım diye seslenmişti. Hep küçük kardeş gibi ağabey derdi. Makamlar hiç bir zaman onun için önemli değildi. Ayağa kalktı Henry, Zeyphurusa kitlenen nefret dolu bakışlarıyla. Daha sonra tahtta oturan Zarivor’ayı fark etti. Bakışları yere kaydı. Kaşlarını çatmış düşünüyordu. O hep düşünürken bakışlarını yere diker.
Zarivora: “Getirin onu! Kral Wild’ın önüne oturtun.”
Henry dizlerini kırmış vaziyyette, zincirlerle gelip karşımda oturdu. Alçak ses tonuyla hızlı bir ritimde konuşmaya başladı benimle “Endişelenme ağabey, buradan çıkacağız. Aphrida iyi, onun ve mürettebatın nerede tutulduğunu biliyorum. Bana güven”
Ahh değerli prens. Zor durumdayken bile hala kralını ve sevdiklerini korumaya çalışıyor. Hala asilliğinden ve güçlü duruşundan ödün vermiyor.
Gardiyanlar, Henry’nin ellerine bağlanan zincirleri ayırıp, kollarının havada iki tarafa bakacak şekilde havada kalmasını sağladılar. Daha sonra üstündeki beyaz gömleği çıkardılar. O da benim gibi sadece pantalonda kalmıştı. Zarivora ise yine konuşmaya başladı.
Zarivora: “Eğer tahtı vermezsen kardeşin de kırbaç işkencesine mağruz kalacak”
Yine kırıldı güçlü sandığım iradem ve yine ona baktım endişeli halde. İstemsizce cevap verdim ona...
Ben: “Ne? Ne işkencesinden bahs ediyorsun?”
Zarivora: “Eğer tahtını bana devr edeceğini söylemezsen, değer verdiğin prensinin seninle aynı işkenceyi göreceğini haberdar ediyorum.”
Ben: “Bunu yapamazsın!”
Zarivora: “kral Wild! Babanı ve ağabeyini öldüren birine söylüyorsun bunu. Hatırlatırım!”
Henry: “Ne diyor kralım? O neden bahs ediyor?” sordu benden Henry, endişeli ve tereddüt ederek.
Henry’nin sorusunu hiş duymamış ve fark etmemiş gibi Zarivoradan gözlerimi ayırmıyordum.
Ben: “Sen bir kralı tehtit ediyorsun”
Zarivora: “Ahh hayır! sanırım geçen seferki konuşmalarımızı unutmuşsun. Ben o krala 50 kırbaç işkencesi ettim, şimdi ise tehtit ediyorum. Eğer tehtidimi ciddiye almazsa aynı işkenceden kardeşinin de göreceğini haberdar ediyorum”
Ben: “Senin gibi birine Milrunayı ve halkı emanet etmemi mi istiyorsun benden? Asla olmaz!”
Henry: “Hayır kralım! Sakın böyle bir hataya yol vermeyin! Ben bütün işkenceleri görmeye razıyım. Sakın topraklarımızı ve halkımızı tehlikeye atmayın!”
Zarivora: “ahh ne zor bir manzara! Neyse istediğiniz buysa seve seve. Zeyphrus gerekeni yap lütfen!”
Zeyphrus ise Zarivoranın yanında durup gardiyanlara başlaması için emrverdi. Ne diyordu bu pislik? Henry’e işkence mi ettirecekti? Benim değerli kardeşimi gözlerim önünde kan içinde mi bırakıcaktı? Ben ise ellerim ve kollarım bağlı şekilde hiçbir şey yapmadan olanları mı izleyecektim? Si Lefur! (Tanrım!) lütfen canımı hemen burada al ve ben bunların hiçbirini görmeyeyim. Henry yüzüme ciddiyetle bakarken, ben de onun gözlerini inceliyordum. Gözleri bir savaşçının cesaretini anımsatıyor, duruşu ise, bir aslanın asilliğine benziyordu. Saçları uzamış, teni dahada beyazlamıştı. Ancak kir ve kan yüzünden cildinin rengi arka planda kalıyordu. Gözlerini çaresizce izlerken o da benim gözlerimde ki umutsuzluğu ve pes edişi fark etmişdi. Alçak ses tonuyla yeşil gözlerini gözlerimden ayırmadan benimle konuşmaya başladı..
“sakın kralım! Sakın bir hata yapmayın! Size güveniyoruz.”
Bunu benden nasıl isteye bilirdi? Bir tarafda benim canımdan bile daha değerli olan kardeşim, diğer tarafda ise Milruna. Eğer Milruna sadece topraklardan ibaret olsaydı bunu düşünmeden ona verirdim. Milruna sadece bir toprak değil, Elflerin evi, hayvanların ve doğanın tohumu. Eğer ona tahtımı verirsem herşeyi intikamla gözü dönmüş bir vicdansızın ellerine teslim etmiş olurdum. Milruna’yı korumak için, nice askerler canlarından oldu. Kardeşim acı çekiyor diye o, kadar askerin hakkını ellerinden alamam. Onların vefatlarını anlamsızlaştıramam. Prensin gözlerini hala umutsuzca izlerken, tek bir cümle döküldü dudaklarımın arasından.
“Üzgünüm kardeşim”
Bunu söylerken canım o kadar yanmıştı ki, acılar boğazımdan düğümlenmiş ve nefesimi keser olmuştu. O ise, yine gururlu bir şekilde durmuş, benimle konuşmaya çalışıyor, üzülmemem için çabalıyordu.
“Hayır kralım, üzülmeyin! Bu kırbaç darbeleri benim için hiçbirşeydir. Milrunayı onların ellerine verirseniz asıl o zaman kaldıramayacağım bir darbe alırım.”
Zeyphrus: “Başlayın!” diye emrverdi gardiyanlara.
Gözlerim Henry’i sessizce izlerken ruhum kafesde olan bir kuş gibi çırpınıyordu. Gardiyan kırbaçını hemen hazırlayıp, Henry’nin sırtını hedef almıştı. Henry hala gözlerime hayır sakın endişelenme ağabey dermişcesine bakıyordu. İlk karbaç darbesi Henry’nin sırtına değdiyinde, Henry dişlerini o kadar sıkmıştı ki, yüz kaslarının gerildini görüyor, acısınıı hiss edebiliyordum. İkinci, üçüncü ve dördüncü kırbaç darbelerinden sonra bile bağırmamak için dişlerini sıkıyor, o özgüvenli duruşunu bozmuyordu. Kralımız Aldarin bu manzarayı görseydi eminim ki prensin gösterdiği bu cesaret karşısında onu ödüllendirirdi.
Kenarda durup kırbaç darbelerini sayan gardiyan sonunda 50 dediğinde prenste ben de nefes alabilmiştik. Henry’nin sırtından kırbaç darbeleri yüzünden açılan yaralar kanamaya başlamış. Sırtını, karnını ve pantalonunu kana boyamıştı. Elleri zincirlerde olan Henry, o duruşunu 50 ci kırbaçta bozmuş, yere yığılmıştı. O korkusuz bir aslan gibiydi. Yere yığıldığında bile hala ayağa kalkmaya çalışıyor, kolları ile bedenini kalkması için destekliyordu. Sanırım ben onun kadar güçlü değildim çünkü o her kırbaç darbesi aldığında gözlerimden sessizce yaşlar akıyordu. Ruhum bana olan öfkesini ve bağırışlarını gözyaşlarımı dökerek ifade ediyordu. Ama ben ağlarken bile hala sessizliğimi koruyordum. Sadece Henry’e sarılmak istiyordum.
Zarivora: “Acaba kraliçe Elara, oğullarının çektiği bu acıyı hissediyor mu? Elara hak ediyor bunu. Sonuçta sürgün edildiğimi o da biliyordu ve bilmesine rağmen sessiz kalmıştı.”
Ben: “YETER ARTIK! Travmaların yüzünden bizi cezalandırıyorsun. Sözün, bir meselen varsa o kral Aldarin ileydi. Ancak o kadar korkaktın ki, içimize bir suikastçı sızdırıp yemeğine zehir katmasını istedin. Onunla yüzleşmeye bile korktun.”
Zarivora: “kes sesini! Ne hakla, hangi hakla benimle böyle konuşursun.”
Ben: “Demek korkak olduğunu kabul ediyorsun?”
Zarivora: “SANA KES SESİNİ DEDİM! YOKSA BEN SUSTURMASINI BİLİRİM!”
Ben: “Sen sadece bana zarar verseydin bunu affedebilirdim ama kardeşime, ağabeyime ve babama zarar verdin. Ölümünün nasıl olacağını bile aklımda planladım pislik! Buradan çıktığımda seni de o yanında ki köpeğini de öyle bir hale getireceğim ki benden sizi öldürmem için yalvaracaksınız.”
Zarivora: “Sanırım susmayacaksın! Sen buradan çıkamayacaksın yeğen. Buradan çok çıkmak istiyorsan kardeşinin de, senin de cesedini çıkarabiliriz ve bugün buradan çıkacaksın emin ol! Ama ölmeden önce sana anlatacaklarımı dinle”
Ne diyordu bu pislik? Ne dinlemem gerekti?
Zarivora: “lütfen kraliçem, ona siz anlatın”
Dedi sağındaki tahtta oturan, süslenmiş, siyah düz saçları olan kadına bakarken. Henry ise arkasını dönüp kadını fark ettiğinde bana baktı endişeli ifadeyle.
Henry: “Kralım, bu kadın bir cadı. Aphridayı büyüyle zindanda tutuyor.”
Anlamaya çalışıyordum ne demek istiyordu Henry.
Ehliya: “Tabii ki. İlk önce kendimi tanıtmama izin verin, kral Wild! Ben kraliçe Ehliya! Zarivoranın eşiyim. Aynı zamanda ben bir cadıyım. Güçlerim olmasına rağmen cadılar topluluğundan uzaklaştım. Çünkü bildiğiniz üzere kral Zarivora’ya aşık oldum. Ona olan aşkım, ona yardım etmek istedi. Ona servet vaat ettim. Ancak o servetten ve kral olmaktan daha fazlasını istiyor. Zarivora Trua dünyasına hakim olmak istiyor. Bunu içinde ilk önce Milrunayı elde etmemiz gerek. Ayrıca doğanın ruhundan haberdar olduktan sonra böylesine bir gücü kendinde istedi, o güce sahip olmak, kontrol etmek istedi. Durdurulamaz olmayı arzuluyor, her sabah bunun için uyanıyordu. Doğanın ruhuyla hiçbir şekilde ben şahsen iletişim kuramadım. Cadılar bir barier koymuş. Oraya sadece saf ve iyi bir niyyetli olan bir canlı gidebilirdi. Oraya sizin gidebilmeniz için bir portal açtım. Portal açmak çok zordu, heleki bir başkası için. Bunu öğrenmek için çok çalışmıştım. Sonunda bu bilgiye sahip olduğumda diğer krallarla olan geleceğe baktım. Onlar varamadan ya yolda, yada ormanda ölüyordular. Ancak sadece sizin geleceğiniz onunla birlikte görünebiliyordu. Sadece siz oraya varabiliyordunuz. Biz de Dejarusun yolunu sizin sayenizde bulduk. Aslında doğanın ruhunu siz bize getirdiniz. Bu ayın sonunda dolunay olacak. Doğanın ruhunun doğulduğu günde dolunay vardı. Dolunayda bir ain gerçekleştireceğiz. Ainde kral Zarivora bir bakirenin kani ile boyanan hançeri doğanın koruyucusunun göğsüne saplayacak. Koruyucu öldüğünde güçleri tamamen kral Zarivoraya geçecek.”
Bunları duyduğumda yaşadığım şok yüzünden başım dönmeye başladı. Miğdem bulanıyor, bayılmamak için kendimi zor tutuyordum. Sanki sırtımdan aşağı soğuk terler akıyordu. Ayaklarımın altındaki zemin kayganlaşmış, haraket ediyor gibiydi. Henry’e baktım dehşet içinde o da bana bakıyordu. Son gördüğüm gözler ise prensin gözleriydi. Onun yüzüne baktığımda bakışım bulanıklaşmış ve aniden kararmıştı.
........................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................
Kendime geldiğimde heryer karanlıktı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor, yinemi o zindana kapatıldığımı çözmeye çalışıyordum. Aniden Henry’nin inilti ile konuştuğunu fark ettim.
Henry: “Ağabey! Uyandın mı?”
Kendime gelemiyordum. Ona cevap vermem gerektiğine bile anlayamıyordum.
Henry: “ağabey?”
Dediğinde sanki bu sefer daha net duymuş, anlamıştım.
Ben: “ben kendimdeyim”
Cevabıma sessiz kaldı Henry. Soğuk ve mesafeli gibiydi. Arabayla bir yere gidiyorduk.
Henry: “bu şerefsizler ellerimizi bağlamış, yolu görmeyelim diyede başımızada çuval yerleştirmişler.
Anlamıştım nereye gittiğimizi. Anladığımda göğsüme bir acı saplandı, kendim için değil. Henry de benimle beraber bu sonu yaşayacaktı. Aphrida’ya ise ne olacağını hiç bilmiyorum. Benim yüzümden bu acıları çekiyor. Si Lefur! Lütfen beni bu çıkmaz yoldan kurtar, lütfen bana bir ışık göster. Senin merhametine ve yardımına ihtiyacım var. Kardeşimi, Aphrida’yı ve bütün canlıları korumama izin ver. Herşey için geçti artık ama dua etmem için geç değildi.
Henry: “ağabey, bizi öldürmeye götürüyorlar”
Ben: “biliyorum kardeşim. Endişelenme! Geherisi ve babamızı göreceğiz.”
Henry: “ölümden korkmuyorum ağabey! Eğer bir gün babamızın Zarivoraya yaptığı gibi sen de beni sürgün etseydin senden asla intikam almazdım. Hatta bunu aklımın ucundan bile geçirmezdim”
Ben: “Benim yüzümden Sen de Aphrida da bu halde. Hepsi benim hatam. Affet beni Henry!”
Henry: “Böyle düşünme ağabey, sen benim için hep kahramandın. Yaptığın herşeyi sabırla ve inanarak yapıyorsun. Benim aksime çok sabırlısın. Şimdi bile, ölüme giderken bile hala beni ve Aphrida’yı düşünüyorsun. Seni hiç bir zaman hatalı görmedim ağabey. Benim tek dostum sendin ve bu dünyada bir kraliçemize, bir de sana güveniyorum. Ne yapıyorsan, ağabeyimin bir bildiği vardır diyordum”
Ben: “senin gibi bir kardeşim olduğu için çok şanslıyım Henry. Öldüğümüzde başka bir evrende yeniden doğarsak Tanrıdan yine kardeşim olmanı diliyorum”
Henry: “ben de ağabey, ben de”
Araba sonunda durduğunda, iki kişi gelip Henry’i ve beni arabadan indirdi. İndiğimizde çuval hala başımızda duruyordu, ellerimiz ise bağlıydı. Bizi yan yana oturttular. Henry solumda duruyordu. İkimiz de dizlerimizi kırmış vaziyyette oturmuş, yaklaşan sonumuzu bekliyorduk.
Henry: “yolun sonuna geldik ha ağabey?”
Ben: “sanırım öyle kardeşim. Seni koruyacağıma dair kraliçeye söz vermiştim. Ondan ve senden tekrar özür diliyorum”
Henry: “başka bir evrende görüşürüz ağabey. Umarım o evrende ya dost, yada yine kardeş oluruz.”
Cellatlar yanımıza yaklaşıp kılıçlarını hazırladılar. Kılıç tenimle temas ederken soğukluğunu hissediyordum. Kalbim acıdan sızlanıyordu. Pişmanlıklarla dolu ruhum bana isyan ediyordu. Herşey daha farklı olabilirdi, son anda bile bir umut bekliyordum. Si Lefur! Bana bir şans ver. Lütfen!
Cellatlar, boyunlarımıza vurmak için kılıçlarını havaya kaldırdıklarında aniden acılı iniltileri duyuldu. Ne olduğunu anlayamadan cellatların bedenlerinin bir çuval gibi yere yığıldığını fark ettim. Bu bir kurtuluş muydu? Yoksa yine bir cehennemin kapıları mı açılıyordu?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.24k Okunma |
587 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |