
Hep adımlarımı planlı atarım, ne kendimi nede sevdiklerimi tehlikeye atmak istemem. Bir süre tavanı izlediğimde olanları ve geçmişi düşündüm. Ağabeyim Wild, eylemleri yüzünden hala acı çekiyordu. Şu an bütün İlhen dünyasında yaşayan bütün canlılar yaklaşan bu tehlikenin korkusuyla baş ediyordu. Bilinçsizce kontrol edilen yüce güç. Bu güç, Zarivoranın eline geçerse sadece kendi nefsi ve kişisel sorunları için kullanacağı kesindi. O iyi biri değildi, o iyi biri asla olamazdı. Düşünüyordum.... ağabeyimin yerinde ben olsaydım, aynı şeyi yaparmıydım? Rüyalarımda gördüğüm bir kadına aşık olup, canımı hiçe sayarak okyanuslara atılır mıydım? Aşık olduğumda ben de onun gibi kör ve sağır mı olurdum? Ahh hayır, bence ben kesinlikle aşk adamı değilim. Ayrıca ağabeyim pusuya düşürüldü, ona bir plan kuruldu. Ancak söylediklerine göre kaderinde Aphrida ile kavuşmak varmış, Dejarusa krallardan yalnız o ulaşabiliyormuş, bu yüzden cadı onu seçmiş. Bu olaylar geçmişteki bana anlatılsaydı büyük ihtimalle ağabeyime öfkelenirdim ve sormadan yargılardım. Ancak Lefur (Tanrım) beni o kadar imtahana çekti ki, şu an ağabeyimin yaptığı eylemlerin sebebini anlıyorum.
Yatağımda uzanmış, düşüncelere dalmışken Salim içeri geldi.
Salim: “ah, hala uyuyor musunuz? Üzgünüm rahatsız ettim. Wild bana çadırda olduğunuzu ve uyanık olduğunuzu söylemişti.”
Ben: “Hayır. Uyanığım, sadece fikire dalmıştım. Bir sorun mu var?” dedim derin bir nefes vererek. Yatağımdan kalktım ve oturur pozisyonda ona baktım. Uzanmış saçlarımın birazı alnıma döküldü.
Salim: “Hayır bir sorun yok. Yine antrenman yapacaktık” diye cevap verdi yüzünde hep koruduğu o tebessümüyle. Sağ elini boynuna götürdü ve sıvazlayarak “gitmenize iki gün kaldı seninle pek yakınlaşamadık. Doğrusu Milruna prensini yakından tanımak isterdim. Sizi çok araştırdık, kralın kardeşi değilde daha çok onun koruyucusu gibisin” dedi sakin ses tonuyla gelip yatağıma oturmuş”
Ben: “Öyle göründüğünü bilmiyordum. Ben kimseye güvenmem, bu yüzden ağabeyimin güvenmemesi içinde çabalıyorum. O bir kral birisine güvenmesi bizi bu noktaya getirdi”
Salim: “Ama bu noktaya gelmeseydin şu an ilgilendiğin şeyi hiç tanımayacaktın”
Ben: “Anlamadım. Neyden bahs ediyorsun?”
Salim: “Yapma prens, herkes Kleoraya nasıl baktığını görüyor ve fark ediyor. Neden bunu saklamak için çabalıyorsun?”
Ben: “Bu konuları seninle konuşacak değilim. Düşüncelerinizi ve önerilerinizi kendinize saklayın”
Salim: “Seninle bu konuyu konuşmamın sebebi küçüklükten beri Kleorayla beraber büyümemdi. Onu hep korudum, tabii o kimseye ihtiyaç duymayan güçlü bir kız ama ben onu hep korumaya ve yanında olmaya çalıştım”
Bunu dediğinde eline baktı, avucunun içini izledi. Sanki birşeyi kaybetmiş gibiydi, gözlerinde derin bir hüzün vardı. Başını aşağı doğru eğdiği için yüzüne dökülen kumral saçları hüzünlü ve keskin bakışlarını kapatıyordu. Bakışları beni düşündürdü, bunları benimle konuşmasının sebebi çok açıktı ona değer veriyordu. Ama bu değer dosttan ve kardeşten öte gibiydi.
Ben: “Ona karşı hislerin mi var?” diye sordum kısık ses tonuyla. Soruyu sorduğumda ona baktım ve tekrar bakışlarımı yere diktim. Sorumun cevapsız kaldığını gördüğümde tekrar dönüp ona baktım. Ağlıyordu... Salim ağlıyordu. Dişlerini sıkmıştı ve ağlamamak için kendini tuttuğu çok belliydi.
Salim: “evet” diye cevap verdi hüzünlü ses tonuyla. Aslında verdiği bu cevabı, konuşmamızın sebebini çok net açıklıyordu.
Bunu duyduğumda büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Ben ilk kez bir kadına değer veriyordum, ilk kez bir kadına karşı zayıf hissediyordum. Neden hep savaşmak zorundayım? Kendime bir liman bulduğumu sanmıştım, ilk kez güvenli bir limana vardım sanmıştım. Bozağımda acılar düğümlenirken elimi sert bir şekilde yumruk yapıp dizime bastırdım.
Ben: “Kimsenin sevgilisini elinden almaya çalışmak gibi bir çabam yok” dedim kendimden emin bir şekilde.
Salim: “Kleora benim hislerimi biliyor. Ona hislerimi açıkladığımda bana beni ağabeyi olarak gördüğünü söyledi. Aslında onu suçlamıyorum çünkü küçüklükten beri beraberdik”
Demek öyle Kleora. Demek, değer verdiğin kişiler var örgülü insan kız. O isyankar bakışlarınla kendini kimseye bağlanmamış gibi göstersende seninde önceliklerin var küçük kız. Salimin bu cevabı dudağıma küçük bir tebessüm kondurdu. Acılarım bu cevapla temiz bir suyla yıkanıp bilincimi hemen terk etmişti.
Salim: “Onun büyük bir geçmişi var prens. O bildiğin ve tanıdığın leydiler’e benzemiyor. O çok farklı ve özel bir kadın. Ancak.. ancak sen onu kazanacak özel bir adam mısın?” diye sordu öncekinden daha yüksek ve kararlı bir ses tonuyla. Göz yaşlarıyla dolan gözleri bana çevrildi. Gözlerinde açıkca korkusuzluk, inatçılık ve hüzün vardı.
Sessiz kaldım. Birşey söylemedim. Ancak kısa süren bu sessizliği konuşarak bozmuştu...
Salim: “Pes etmeyeceğim. Kalbine girmeye çalışacağım. Nezaketimle, güvenimle ve inadımla. Onu kaybetmek istemiyorum prens. Biliyorum senin de ona karşı hislerin var ancak bu konuda karşında onun için savaşan ve pes etmeyen birisinin olduğunu unutmasan iyi olur”
Diyip ayağa kalktı. Bana son bir bakış atıp, hızlı ve kararlı adımlarla çadırdan çıktı.
Ben ise nereye gideceğimi biliyordum. Dün çalışmayı yaptığımız aynı yere gittim. Wild bir kötüğün üzerinde oturmuş Olivera ve Ozarius ile birlikte Kleora ve Salimin antrenmanlarını izliyordu.
Kleora yine örgülü saçları ve deri kiyafetini giymişti. Salim ise açık kahve rengi bir gömlek ve deri bir pantalon. İkisinin yüzünde bir gülümseme vardı, sanki çalışmalarından keyif alıyor gibiydiler. Kleorayı hiç bu kadar neşeli görmemiştim. Salim birşeyler söyleyip kılıcını sallıyor Kleora ise cevap verirken saldırısına karşı koyuyordu. Salimin az önceki duygusal halini gördükten sonra, O.. kendini gerçekten iyi toparlamış gibi görünüyor. Demek ki dediği gibi pes etmeyecek. Çok yazık, beni düşman olarak görmesi onun için sorundan başka birşey olmayacak.
Benim geldiğimi ağabeyim, Olivera ve Ozarius fark etti. Kleora ve Salim aralarındaki eğlenceli çatışmaya derinlemesine dikkatlerini vermiştiler. Doğrusunu söylemek gerekirse geldiğimi Kleoranın fark etmemesi beni huzursuz etmişti. Salim benden bir adım önde miydi? İnsan kızın kalbini kazanmak için benden daha mı şanslıydı?
Wild: “Hoş geldin kardeşim. Gel yanımda otur” dedi hafif ve buruk gülümsemeyle. Wild’ın sesini duyduğumda bir kaç saniyeliğine bile olsa düşünceler fırtınasından kurtulmuştum.
Yanına geçip oturduğumda, Kleora hala geldiğimi fark etmemiş gibiydi. O Salimle antrenman yapapıp kahkaha atıyorken, benim bütün dikkatim sadece ondaydı. Söyle bana insan kız, ona karşı nasıl bir önceliğin var? Seni kazanmak için savaşmam mı gerek? Seni diğerlerinden bu kadar özel kılan şey nedir? Sana karşı gerçekten hislerim mi var?
Wild: “Birşey mi oldu?”
Ben: “Hayır neden sordun?” diye sordum gözlerimi kısmış Kleorayı dikkatle izlerken. Birinin varlığını hatta ve hatta geldiğini fark etmek bu kadar zor olmamalı diye düşünüyorum. Acaba bilerek mi yapıyor? Bilerek mi beni görmemezlikten geliyor.
Wild: “Geldiğinden beri kaşların çatık oturuyorsun”
Wild’ın sesiyle derin düşünceler okyanusundan hızla yüzeye çıktım.
Ben: “Öyle göründüğünün farkında değildim. Bir sebebi yok” dedim, hala Kleoranın beni fark etmeyen yada umursamayan tavrını izlerken. Ellerimi dizimin üstüne koymuş, birleştirmiştim. Onları izlerken sağ dizimi istemsizce haraket ettiriyordum.
Kılıçlar çarpışıyor, Salim bir adım geri çekiliyor ama Kleora hızla hamle yaparak kılıcını onun boğazına dayıyor. Salim bir kahkaha atarak ellerini havaya kaldırıyor. Ardından aniden hareket edip Kleora’nın bileğini kavrıyor, kılıcı düşürmesini engelliyor.
Kleora bir an dengesini kaybediyor ve istemeden ona yaslanıyor. Salim refleksle onu belinden tutup dengeliyor.
Bu sahne gözümün önünde canlanırken, içimde garip bir sıcaklık yükseldi. Bu sahneyi neden bu kadar umursuyordum? Sonuçta sadece bir anlık bir şeydi, değil mi? Ama gözlerim, Salim’in Kleora’ya gülümseyişine, onun gözlerindeki samimiyete takıldı. Dizimi daha hızlı haraket ettirmeye başladım ve kaşlarımı daha da çattım.
Ne yapıyorum ben? Neden buna bu kadar dikkat ediyorum? bir an için gözlerimi onlardan ayırıp derin bir nefes aldım ama bakışlarım istemeden yine onlara döndü. Salim’in parmakları Kleora’nın bileğini kavrarken, onun hafifçe gülümseyerek başını eğmesi... Tansiyonun yükseldiğini hissediyordum. Salim kendini zorla ateşe atmaya yemin mi ettin?
Dişlerimi sıktım. Bakışlarım keskinleşti, sanki karşımda Salim değilde bir düşman var gibiydi. Öfke patlaması içimde toplanmış patlamak için kontrolümü kaybetmemi bekliyor gibiydi.
Ellimi yumruk yapıp dizime bastırdım. Hangi ara bu kadar sıkıldım? Neden midemde anlamsız bir huzursuzluk var? Tüm bunları umursamıyor olmam gerekirdi. Ama edemiyordum. İnsan kıza karşı hislerim olduğundan dolayımıydı bütün bu tavırlarım?
Bir kahkaha daha attılar. Bu kez Kleora, Salim’in göğsüne hafifçe vurdu ve gözlerini devirerek bir şeyler söyledi. Salim ona eğilip bir şeyler fısıldadı ve Kleora yine gülümsedi.
Bu iş böyle olmaz. Buna daha fazla katlanamam. Yavaşça ayağa kalktım ve onlara doğru ilerledim. Keskin bakışlarım yanlarına gidene kadar üzerlerindeydi.
Neden hayatımda olan herşeyi kaybediyorum? Neden birşeyi kazanmak için hep savaşmak zorunda kalıyorum? Neden hep çabalamam gerekiyor? Mutluluk bu kadar zor mu? En önemliside...
Yanlarına vardığımda sert bir sesle konuşarak dikkatlerini çektim:
Ben: “Kılıç tutmayı biliyor musun, Salim? Yoksa sadece eğlenmek için mi buradasın?”
Salim kaşlarını kaldırıp şaşkın bir ifadeyle bana baktı. Hafifçe başını yana eğdi.
Salim: “Elbette biliyorum. Neden sordun?”
Gözlerimi kıstım. İçimde biriken tüm gerginliği saklamaya çalışarak konuştum.
Ben: “O zaman benimle düello yap. Bakalım gerçekten yetenekli misin, yoksa sadece lafta mı ustasın?”
Kleora gözlerini şaşkınlıkla açtı, Wild ise kaşlarını kaldırarak bana baktı. Salim’in yüzündeki tebessüm kayboldu. Oyun bitti. Şimdi ciddi bir şey yapacaktık.
Salim: “Peki, madem öyle istiyorsun. Görelim bakalım.”
Neden istediğimi çok iyi biliyordun Salim. Hayatımda değer verdiğim kişileri kaybetmemek için ne kadar çabaladığımı ve çabalayacağımı sen de en az Zeyphrus kadar iyi öğreneceksin Salim. Beni bu savaşa sen ittin ancak unuttuğun bir şey var Salim, ben senden bile daha inatçıyım.
Kılıcımı kavradım. Bu sadece bir düello değildi. Bu, içimdeki huzursuzluğun hesabını sorma şeklimdi. Bu düelloyu kazanmalıydım, kazanacaktım ve ona her istediğinde samimi haraketler yapamayacağını anlatacaktım.
Düello başladığında hiç vakit kaybetmeden saldırıya geçtim. Kılıcımı sert bir şekilde savurarak Salim’in kılıcıyla çarpıştırdım. Çeliklerin çarpışma sesi havayı doldurdu. Salim şaşkın bir şekilde geri adım attı ama hemen ardından sırıtarak dengeye geldi.
Salim: "Bu kadar hırslı olacağını bilmiyordum, prens."
Salim’in bu alaycı tonu karşısında dişlerini sıktım. Hiçbir şey söylemeden saldırılarımı hızlandırdım. Salim ne kadar ustaca karşı koysa da darbelerim beklediğinden daha sertti. Her kılıç darbesinde geriye doğru itiliyordu. Salim’in dengesini bozmaya kararlıydım. Karşımda tübüssümle kılıcını savuruşu artık sinirlerimi bozuyordu.
Bir an geldi ki, kılıcımı çapraz bir hamleyle savurdum ve Salim’in kılıcını yana kaydırarak açığını yakaladım. Sert bir tekmeyle Salim’i yere düşürdüm ve kılıcımı boğazına dayadım. Salim birkaç saniye hareketsiz kaldı, gözlerini devirdi ve gülümseyerek ellerini kaldırdı.
Salim: "Tamam, tamam, pes ediyorum."
Birkaç saniye daha bekledim gözlerimi yüzünden kaçırmadan, sonra kılıcımı indirip geri çekildim. Ve sonra… o meşhur alaycı gülümseme bu kez benim yüzüme yerleşti.
Ben: "Bu da çok eğlenceliydi." Dedim
Kleorayla kısa bir an göz göze geldik, kaşlarını hafifçe çattı ama dudaklarının kenarında beliren belirsiz bir gülümsemeyle beni izledi. Yaptığım bu güç gösterisi iyi birşey değildi hatta benlik hiç değildi ancak bir anlık yönetemediğim öfkeme yenik düştüm. Kleora ise yüzüme benim hakkımda yeni birşey öğrenmiş gibi bakıyordu. Bu tavrım onun hoşuna mı gitmişti?
Ahh insan kadın, benimle böyle oynamaya kalkışma. İçimdeki ateşi körüklersen ikimiz de yanarız.
Salim gülerek yerden kalktı, üstünü silkelerken hafifçe eğilip kulağıma alaycı bir şekilde fısıldadı.
“Güçlü vuruşlardı, prens.” dedi. “Ama içindeki fırtına kılıcına yansıyor, bunu kontrol etmelisin.”
Onun bu sözleri, içimde tuhaf bir yankı yaptı. Ne demek istiyordu? Gerçekten bu kadar belirgin miydi duygularım? Ben ne zaman duygularımı kontrol etmekte bu kadar acemi davranıyordum.
Kleora’nın bakışlarının hala üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Ama bu bakışlar… Neydi bu? Merak mı? Yoksa başka bir şey mi?
Wild hafifçe boğazını temizledi ve ayağa kalktı.
“Sanırım bugünkü antrenman bitti.” dedi, gözlerini önce bana sonra Kleora’ya çevirerek. “Siz ikiniz bir süre daha burada kalıp dinlenebilirsiniz.”
Olivera ve Ozarius da bir şey demeden Wild’ın peşinden yürümeye başladı. Salim, hafif bir gülümsemeyle kılıcını kınına yerleştirip omuz silkti.
“Kleora, bana yardım eder misin? Sanırım bileğimi biraz incittim.” dedi, hafifçe bileğini ovalayarak. Daha sonra aynı gülümsemeyle Salim yüzünü bana doğru döndü. Yüzndeki o ifade... Bak, o benimle ilgileniyor, düelloyu sen kazansanda ben senden daha öndeyim, onun kalbini kazanmakta daha şanslıyım der gibiydi bakışları.
Demek küçük oyunların böyle Salim? İçimde yine o tuhaf sıcaklık dalgası yükseldi. Ama bu kez daha iyi gizlemeye çalıştım. Kleora ona yardım etmek için adım attığında istemsizce yumruklarımı sıktım.
Kleora, Salim’in bileğine dokunup hafifçe masaj yaparken gözlerini bana kaldırdı.
“İyi savaştın.” dedi, sesi her zamanki gibi sakindi ama gözlerinde bir parıltı vardı. Evet insan kadın savaştım, bu düellodan fazlası gibiydi ve sen de anlamış olmalısın.
Kendimi toparlayıp kılıcımı kınına koydum. “Her zaman.” diye cevap verdim, sesim normal çıkmış olsa da içimde hala bir şeyler kaynıyordu.
Salim hafifçe gülümsedi. “Belki bir gün rövanş yaparız.”
Onun bu rahat tavrı sinirimi bozsa da belli etmeden başımı salladım ve Kleora’ya son bir kez baktım.
O an, bir şey fark ettim. Kleora’nın gözleri doğrudan bana bakıyordu. İçinde bir sorgulama, bir ilgi vardı. Ve belki de… biraz da olsa hayranlık.
Bu, yeterliydi. Şimdilik.
Öğle yemeğinden sonra herkes bizimle beraber savaş hakkında konuşuyor planlar yapıyordu. Zarivoranın donanımının ne kadar güçlü olduğundan ve müttefiklerinden konuştuk. Sohbet bittiğinde herkes ateşin kıvılcımlarını izliyor, savaşı düşünüyordu. Sohbetin bittiğini fark ettiğimde ayağa kalktım ve kendi çadırımıza doğru ilerledim. Nehirde yıkanmak için gereken bir kaç şey aldım. Sarayda olduğumda hep akşam saatleri kendi havuzumuza girerdim yada duş alırdım. Su bedenimin bütün gerginliğini alıyordu ve bugün yeteri kadar yorucuydu.
Çadıra girdikten bir kaç dakika sonra Wild de içeri girdi. Sessizce kiyafetlerimi alırken Wild konuşarak oluşan bu sessizliği bozdu.
Wild: “Bugün Salimi kıskandığın çok belliydi”
Ben: “Anlamadım ne kıskanması?” diye yüzüne bakmadan kendi işimle uğraşmaya devam ettim. O haklıydı çok belli etmiştim, belkide aslında belli etmekten çekinmiyordum.
Wild: “Belki sen daha fark etmedin ama o kıza bakışların çok farklı”
Dediğinde daha çok sessizleştim. İçimdeki hissler benim için garip ve yeniydi. Öfke, tutku, merak ve büyünün karışımı bir hiss gibiydi.
Wild: “Bunu mu arıyorsun?”
Diyip havluyu uzattı.
Cevap vermeden havluyu alırken kulağıma yaklaştı ve...
Wild: “sorumluluğunu üstlenmeni isteyen hislerin var. Bunu ne kadar erken çözersen o kadar çabuk huzuru bulursun”
Diyip geri çekilti ve sol omzumu sıvazlayıp ekledi...
Wild: “Bu sadece bir kıskançlık değil kardeşim, bu bir aidiyet hissi. Ama unutmaman gereken bir şey var: Kleora özgür bir kadın. Eğer onun kalbini kazanmak istiyorsan, savaş meydanında değil, gözlerinin içine bakarken kazanmalısın.”
Sözleri içimi kemirdi. Oysa ben, savaş meydanında dökülen kanla, kazanılan zaferlerle değer görmeye alışkındım. Ama Kleora öyle biri değildi… O, özgürlüğün ve vahşiliğin vücut bulmuş hâliydi.
Hep zor olan ve farklı olanlar ilgimi çekmiştir ama o fiziksel farkındalığın bile üstündeydi. Güçlü bir kadın olması en baştan dikkatimi çeken yönlerinden biriydi ve o derin bakışları... Acaba o bakışların altında ne gibi yaralar yatıyor.
Güneş bulutların arkasına saklanmış yerini ay ve yıldızlara vermişti. Hafif bir rüzgar vardı, nehire doğru yavaş adımlarla ilerlerken etrafa kuşların, rüzgarın ve böceklerin sesi hakimdi. Beynim düşüncelere dalmışken ben kiyafetlerimi çıkarıp suya daldım. Nehire girdiğimden beri istemedende olsa dün gördüğüm o eşsiz görüntü aklıma gelip duruyordu. Kleoranın suya daldığında saçlarının ıslaklığı ve ayın ışığıyla parlayan o mavi gözleri. Hayatımda hiç onun gibi derin bakışlara sahip olan bir kadınla karşılaşmamışdım. Onda beni etkileyen çok şey vardı. Karakteri hem kışkırtıcı hemde ilgi çekiciydi. Suyla ağırlaşan kömür rengi saçları, ay ışığının altında nazikçe dalgalanıyordu. Gözleri, derin ve saklı bir fırtına gibiydi; bir anlığına bile olsa içinde kaybolmamak imkansızdı. Ama o çok güçlü ve iradeli bir kadındı. Onu kazanmak için güç gösterisinden daha farklı şeyler yapmam gerekti.
Öfkelendiğinde derin bakışları dahada anlamlaşıyor, ruhu beni oku dermişcesine ap açık ortada kalıyor gibiydi.
Ahh insan kadın, seni çözmek çok zor görünüyor ama sen o kadar inatcı birisine denk geldin ki, bütün duvarlarını kırmadan asla pes etmem.
Yavaşça sudan çıkıp kiyafetlerimi giydim. Ayın göz alıcı görüntüsü suyun üzerine yansımıştı ve hava hafif serindi. Nehrin kenarında oturdum ve yaşadığım bu huzur dolu son günlerimi değerlendirmeye çalıştım. Savaş yakın ve benim sadece bir kaç günüm var. Savaşın en az bir ay süreceği kesindi. Nehiri ve ayın yansımasını düşünceler eşliğinde izlerken aynı zamanda saçlarımı elimdeki bu beyaz havluyla kuruluyordum.
Sessizce ortamın tadını çıkarırken birisinin yavaş adımlarla yanıma yaklaştığını fark ettim. Dönüp baktığımda, gelen Kleoraydı. Her zamanki gibi dik ve kontrollü bir duruş sergiliyor ama bu kez yüzünde gerginlik yerine yorgunluk vardı. Benim onu izlediğimi fark ettiğinde sadece “merhaba!” dedi. Sessizce gelip yanımda oturdu ve suyu izlemeye başladı. Gözlerine baktığımda hayalkırıklığı ve üzgünlük hisettiğini anlamıştım. Bu yüzden sormadan duramazdım.
Ben: “Bir sorun mu var?”
Kleora: “Hayır.”
Diyip yine sessizliğine geri döndü. Onu böyle kırgın ve üzgün görmemiştim. Nedensizce ve istemsizce benim de keyfim kaçmıştı.
Kleora: “Bana böyle bakma” dedi yüzüme bakmadan, soğuk ve hüzünlü ses tonuyla.
Ben: “Nasıl?” diye sordum anlayışlı ve biraz alçak ses tonuyla.
Yüzünü çevirdi ve gözlerime dikkatlice baktı “bu şekilde. Sanki gözlerime değil, ruhuma bakıyorsun”
Evet insan, ruhunu görmeye çalışıyorum. Senin gibi akıllı bir kadının bunu daha yeni fark etmesi beni şaşırttı doğrusu.
Onun uyarısını dikkate almadım ve gözlerine uzun uzun bakmaya devam ettim. Gözlerinin maviliği çok güzel, çok hoşuma gidiyor ama asıl dikkatimi çeken bakışlarındaki isyandı.
Ayağa kalktım ve elimi ona uzattım.
Ben: “Canın sıkkın gibi. Biraz yürüyüş yaparsak belki keyfin düzelir” dedim geçiştirici bir tebessümle.
Uzattığım elime baktı ve gözlerini devirip kendi ayağa kalktı. Onun bu tavırları çok ilgimi çekiyor ama bir taraftan çok merak ediyorum, böylesine isyankar bakışların altında ne gibi bir acı yatıyor.
Ben ellerim cebimde gökyüzüne bakarak yürürken o da kollarını göğsünde kavuşturmuş nehri izliyordu. İkimiz de çok sessizdik, etrafta sadece doğanın sesi vardı. Uzun bir süre hiç konuşmadık. Sonunda ben suyun yüzeyine bakarken, Kleora aniden diz çöküp elini suya daldırdı, avucuna bir miktar su aldı ve yavaşça parmaklarının arasından akıtıp izledi.
"Suyun hafızası olduğunu söylerler," dedi Kleora, gözleri hâlâ suya odaklı. "Üzerinden geçen her şeyi hatırlar ama hiçbirine tutunmaz."
Ellerinin arasından akıp giden suyu öyle kırılgan ve öyle hüzünle izliyordu ki, sanki parmaklarının arasından dökülen su aslında kendisiydi. Sanki kendi acılarına bir seyirci gibi şahit oluyordu.
Bakışlarım istemeden ciddileşti ve konuşduklarını anlamlandırmaya çalıştım. Bugün tavırları neden böyleydi? Onu izlerken sessizliğimi korudum. Kleora parmaklarını suyun üstünde haraket ettirirken hafif iç çekti “keşke ben de böyle olabilseydim” dedi ama sesinde duygusallık yoktu, daha çok düşünceli ve kabul ediş doluydu.
Bir süre sessizce onu izledim. Daha sonra ben de suya eğilip parmaklarımı daldırdım.
Ben: “ama o zaman sen, sen olmazdın," diye mırıldandım. Bu kadar güçlü duruşun ve özgüven şaheseri bir kadının kendisine teşekkür etmesi gerekirken kurduğu bu cümle onun hakkında dahada düşünmeme sebep oldu. Senin hakkında ne öğrenmem gerekiyor insan? Kesinlikle yaralı bir kalbin var, bunu çok belli ediyorsun ama neydi senin kalbini bu denli yaralayan? Salim senin büyük bir geçmişinin olduğunu söyledi, neydi senin hakkında öğrenmem gereken?
Hafifçe gülümsedi ama bu alaycı bir gülümseme değildi, gerçekten içten gelen küçük bir ifade. Ardından ellerini sudan çekip kuruttu ve ayağa kalkarken başını bana doğru çevirir.
"Her zaman fazlasıyla konuşuyorsun."
Ama bu sözde eskisi gibi keskin bir sertlik yoktu. Daha çok, alışılmadık bir sıcaklık sezdim. Arkasını dönüp yürümeye başladı. Bir yürüyüş bile nasıl özgüveni yansıtabilir ki?
bir an duraksadım, çünkü şuan benimle konuşan Kleora günlerdir anlamak ve tanımak istediğim yanıydı. Dudaklarıma istemsizce bir tebessüm kondu ve onu takip ettim.
Önümde yürüyordu, ben ise bir kaç adım geriden gelirken onu izliyordum. Bir noktada Kleora durdu ve başını çevirip bana baktı.
"Neden hep arkamdasın?" diye sordu, sesi alıştığımdan daha yumuşak ama yine de otoriterdi.
Kaşlarımı çattım ve yanına gittim. Bakışlarım yine gözlerine kilitlendi. Arkanda olmam aslında seni tanımaya çalışırken seni yormamak içindi insan...
Ben: "Sadece bu sert ve tetikte tavrını anlamaya çalışıyorum insan”
Kleora bir an sessiz kaldı ve başını çevirip gökyüzüne baktı “kenardan öyle mi görünüyorum” diye sordu düşünceli bir şekilde.
Dikkatle onu izledim ve gülümsedim “diğerlerine değil ama bana evet”
Kleora, bu sözleri duyunca hafifçe kaşlarını çatıp bana döndü. Yüzünde sorgulayıcı bir ifade vardı. Ama bu kez kaçmadım. Gözlerimi Kleora’nın gözlerine sabitledim ve ona meydan okurcasına durdum. Geri çekileceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun insan.
O an, Kleora’nın yüz ifadesi hafifçe değişti. Sanki bir şeyler çözülüyormuş gibi. Bu bir emir değildi, bir uyarıda değildi sadece bir temastı.
Aniden alışılmadık bir haraket yaptı. Parmaklarını bileğime hafifçe dokundurdu. Bunu yaptığında kalbimin ritmi aniden değişti. Bu ani haraket ve değişiklik anlam veremediğim hisslere yol açtı. Gözlerine bakmaya devam ederken yutkundum. Daha sonra Kleora bakışlarını nehre tekrar çevirdi ve yavaş adımlarla oraya doğru ilerledi. Kiyafetlerini çıkarıp suya daldı. Benden utanmıyor ve çekinmiyor gibiydi. Bıkkın ve hüzünlü tavrını soğuk suyla mı bastırıyordu?
“Sadece izlemekle yetinecek misin” diye sordu hüzünlü ses tonuyla.
Ben: “Akşam oldu, su çok soğuk. Ben buna dayanırım ama senin bedenin soğuk suya dayanmaz”
Kleora: “Bana birşey olmaz prens”
Neden önerimi dikkate almıyorsun insan? Bedenin soğuk suya dayanamayabilir. Yaptığın şey düşüncesizce. Hüzününle kendine acı çektirerek mi başa çıkmaya çalışıyorsun?
Gömleğimi çıkarıp yavaşça yanına gelip suya girdim. Onu yalız bırakmak istemedim. Ancak Kleora durdu ve ciddi bakışlarıyla bana döndü
Kleora: “Sakın fazla yaklaşma” dedi ama sesinde gerçek bir tehtit yoktu.
Ona meydan okuyan bir ifadeyle başımı eğdim ve “benim değil, senin bana yaklaştığını düşünmüştüm”
Kleora gözlerini kısarak bana baktı, sonra aniden bir adım attı, aramızdaki mesafe neredeyse kapandı ama tam o anda durdu. Yüzü yüzüme çok yakındı. Gözlerini gözlerime kilitledi. Bir an sessizlik hakim oldu.
Derin bir nefes aldı, sonra hafifçe başını eğip omzuma doğru kaydı. Bir anlığına, başını hafifçe yasladı. Çok kısa bir an. Nefes alış verişlerini duyabiliyordum. Savunmasız küçük bir kız gibi davranması ona karşı olan dik duruşumu bozmuş gibiydi. Neden bu kadar üzgün görünüyorsun insan? Neden yanında savunmasız hissediyorum? O gözlerinle bana baktığında güçsüz ve aciz hissediyorum. Üzgün olduğunda ben de üzülüyorum.
Kleora bana bakmadan hızla geri çekildi. Bu yaşananlardan kaçıyormuş gibiydi.
Kleora: “Buradan çıkalım” dedi yürüyerek uzaklaşırken.
Ben ise gidişini izlerken olduğum yerde kaldım. Kalp atışlarım hızlanmıştı ama bunu yüzümde belli etmemeye çalıştım.
Aramızda olan bir mesafe hala mövcutdu ama bu mesafeyi aslında Kleoranın tamamen istemediğini fark etmişdim.
Sığınağa gittiğimde tanıdığım herkes ateşin kenarında oturmuş sohbet ediyordu. Diğerleri sohbete dalıp kahkaha atarken, Wild yine sessizce yanlarında oturup ateşi izliyordu. Sanki fiziksel olarak onlarla birlikteydi ama ruhu Aprhidanın yanındaydı. Onu özlediğini biliyorum ağabey, acı çektiğini biliyorum. Ruhun şuan burada olmadığında bile fiziksel olarak acı çektiğin o kadar belli ki.. neden değer verdiğim insanlar acı çekiyor? Ben onları yeteri kadar koruyamıyor muyum? Wild’ı bu ağrılı düşünce bulutlarında kurtarmalıyım.
Sessizce yanına gidip oturdum. Omzunu sıvazlayıp...
Ben: “iyi misin?” Diye sordum.
Bu haraketimle sanki düşünceler denizinden çıkıp yanımıza tekrar dönmüştü. Soruma başını evet şeklinde yukarı aşağı salladı. Dahada iyi olacaksın ağabey. Ben buradayım ve üzülmene izin vermeyeceğim.
Uzun beyaz saçları kirlenmişti, kaç gündür duş almıyordu. Milrunanın şanlı kralına bu durum hiç yakışmıyordu. Seni bu durumdan kurtaracağım ağabey sadece bana güven.
Ben: “Aphridayı düşünüyorsun değil mi?” diye sordu ateşi izlerken. Dirseklerimi dizlerimin üstüne koymuştum. Wild ise soruma cevap vermeyip sessiz kaldı. O sessiz olduğunda söyleyemeyeceği kadar büyük acılarla baş ettiğini billiyordum.
Ben: “Ben her zaman buradayım ağabey, her zaman yanındayım. Aphrida iyi olacak, onu kurtaracağız. Sadece biraz daha sabr et”
Ayağa kalktı ve derin nefes verirken ateşe bakıp konuştu...
Wild: “Sabr etmekten başka hiçbirşey gelmiyor elimden”
Cümlesini bitirdiğinde “Ben uyumaya gidiyorum” diyip yavaş adımlarla arkasını dönerek gitti. O giderken arkadan onun gidişini izledim. Yaşayan bir ölü gibiydi.
Etrafa bakındım.Ozarius, Salim ve Olivera küçüklüğünden konuşurken kahkaha atıyor bir tarafdanda şarap içiyordu. Kleora aramızda yoktu. Ahh insan, neden şu an burada değilsin? Peki sen? Sen neden iyi değilsin? Bir süre sessizce ateşi izlerken olanları düşündüm. Geçmişi ve insan kıza olan hislerimi. Gözlerimi ateşten ayırıp, yeni tanıştığım bu gençlere baktım. Hala geçmişlerinden ve yapdıkları komik eylemlerinden konuşmaya devam ediyordular. Bir süre sonra sohbetlerinden sıkılıp asıl merak ettiğim kişiyi sordum.
Ben: “Kleora nerede?”
Olivera: “bize biraz başının ağrıdığını söyleyip uyumaya gitti. Muhtemelen çadırındadır”
Tabikide başı ağrımıyordu. O acı çekiyordu. Bunu nasıl kimse anlamazdı, nasıl kimse göremezdi. İki gün sonra buradan gidiyoruz insan, seni tanımam için bana çok az zaman tanındı.
Ben: “ancak daha akşam yemeğimizi yemedik, aç mı uyudu?”
Olivera: “Ahh Henry baş ağrısı olunca açlığı bile düşünmüyorsun”
Biraz sarhoş gibiydiler. Aşçının yanına gitmeyi düşündüm, belki insan kadın uyanıktır ve birşeyler yiyebilir. Aşçının yanına gittiğimde balık kızartıyordu. Beni gördüğünde sevinerek..
“Siz Milruna prensisiniz değil mi?”
Ben: “evet”
İnsan: “ahh çok havalısınız. Katıldığınız savaşları biliyorum. Hepsini duydum ve itiraf etmem gerek çok cesur bir prenssiniz. Özelliklede Gemheris savaşında yaptığınız kahramanlık topraklarımızda çok konuşuldu.” dedi heyecanlı ses tonuyla
Kendisi 18 yaşlarında genç bir insandı. 1.70 boylarında, kumral saçları ve ela renginde gözleri vardı.
Ben: “İsmin ne” diye sordum tebessümle
İnsan: “Alfred efendim”
Ben: “Memnun oldum Alfred. Bu kadar kişiye yemek yapmak gerçekten irade ister”
Alfred: “Teşekkür ederim efendim”
Ben: “İsmim Henry, efendim değil”
Alfred “Tamam efen... ah şey Henry”
Güldüm ve “bana bir tabak kızartma balık ve bir kase su verir misin Alfred?”
Alfred “Tabii ki”
Elimde tepsiyle Kleoranın çadırına girdiğimde gerçektende uyuduğunu fark ettim. Sarayda yaşadığımda keyfim olmadığında hizmetçiler sırayla düzülüp odama yemek getirirdi. Şimdi ise ben, Milruna prensi bir zamanlar düşman olduğum insan ırkından bir kıza hizmet ediyordum. Bu garip ve ilk tecrübemdi çünkü ben yüzyıllık yaşamımda ilk kez hayat tarafından böyle bir sınava tabii tutuluyordum.
Tepsiyi masanın üstüne koydum ve Kleora’ya baktım. Terler içinde kalmıştı. Elimin tersiyle alnına dokunduğumda ateşinin olduğunu hissettim. Endişeyle yutkundum, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. İlk kez hasta birisini görüyordum üstelik o bir insan! Tamam, tamam...Bir dakika sakin ol Henry. O ölebilir mi? Öle bilir. Peki ölüyor mu?
Si Lefur ne yapmam gerek?
Hızla çadırdan çıktım ve Ozariusun yanına gitmek için koştum. Ama Ozarius diğerleriyle birlikte sarhoş olup uyuyakalmıştı. Kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu. Son çare Alfredi buldum ve bağırdım.
“Alfred!”
Alfred başını bana çevirerek merakla baktı. “Evet Henry, birşey mi oldu?”
“ O, o...ölüyor”
Bu sözüm üzerine Alfred’in gözleri büyüdü.
“Kim ölüyor?”
“Kleora! insan kadın! Ateşi var!”
Onu kolundan tutup hızla Kleoranın çadırına sürükledim. Alfred, Kleoranın alnına dokunarak kontrol etti. Ardından derin bir nefes vererek güldü.
“Tanrım, çok korktum. Henry, o ölmüyor, sadece hasta”
“ama siz insanlar hastalandığınızda ölüyorsunuz!”
Alfred kahkaha atarak bir eliyle Kleoranın uyanmaması için ağzını kapattı. “Henry ateşimiz olduğunda bedenimiz hastalıkla savaşır. Bazen günlerce sürebilir ama ilacı olmazsa durum kötüleşebilir. Kleoranın şu an sadece ateşi var, endişelenme. Birkaç şey yaparsak yarına iyi olur.”
“Ama Salim salağı o kadar içmiş ki uyuya kalmış. İlaca ihtiyacımız var, ya kötüleşirse?”
Alfred omzuma vurdu. “Merak etme, ben de ilaç var. Uyandırıp içmesini sağlarız”
“Sen çayı ve soğuk bezi bana ver, ben yaparım.”
“Tamam ama en azından annemi çağırayım. Kleoranın üstünü değiştirmesi gerek, kiyafetleri terden sırılsıklam olmuş.”
“Tamam, ama çabuk olalım”
Endişem geçmemişti. Kleora uykusunda bir şeyler mırıldanıyordu. Sayıklıyordu ama ne dediği belli değildi.
Yaklaşık 20 dakika sonra Alfred’in annesi çadırdan çıktı. 60 yaşlarında, kısa boylu bir kadındı.
“İlacı içirdim ve kiyafetlerini değiştirdim. Sabaha kadar ateşi düşmesi için bezi yenilersen birşeyi kalmaz, oğlum.” dedi tebessümle.
Buradaki insanlar ne çok tebessüm ediyor...
“Tamam. Teşekkür ederim.” Dedim hafif bir gülümsemeyle.
Çadıra tekrar girdiğimde Kleora duruşunu düzeltmeye çalışıyordu. Kadın, deri kiyafetlerini çıkarıp ona beyaz, rahat bir pijama giydirmişti. Örgülü saçları açıktı. İlk kez saçlarını açık görüyordum ve ilk kez onu böyle savunmasız hissediyordum. Ben.. ben sadece ona sarılmak istedim.
Kleora uykulu gözlerle “Neden endişelendin Prens?” diye fısıldadı.
“Sonuçta sen bir insansın. Ölebilirdin.”
“Ölmem seni endişelendirmemeli, Prens.” dedi, gözlerini açık tutmaya çalışarak.
Yanına yavaşça yaklaştım ve yatağının köşesine oturdum.
Kleora: “Bana yaklaşmamanı söylemiştim, Prens.”
“Ama sana yaklaşmam gerekiyor.” dedim başımı geri yaslayarak.
O sırtını dik tutmakta zorlanıyordu. Gözleri kapanırken başı hafifçe göğsüme yaslandı.
Kleora: “Yanımda olduğunda kendimi savunmasız hissediyorum. Neden yapıyorsun bunu bana?” dedi fısıldayarak.
Cevap veremedim. Sadece sessizce saçlarını okşadım ve sabaha kadar yanında kaldım.
Bir süre sonra derin nefes alış verişlerini fark ettim. Gözlerini kapatıp uyuyordu. Bir süre öyle kaldık sessizce. Daha sonra ben yanımızdaki ıslak bezi onun alnına koydum. Her 5 dakikada bir yeniliyordum. Kleora bir süre sonra yine sayıklamaya başladı.
Kleora: “Lütfen yapmayın. Yalvarırım durun.”
Ağlamak istiyor gibiydi. Aynı kelimeleri tekrarlıyor ve titriyordu. Onu bu kadar savunmasız ve acı çekerken görmek canımı yakıyordu. Onu bu durumdan kurtarmak için elimden hiçbir şey gelmiyordu. O sadece fiziksel acı çekmiyordu, aynı zamanda kalbinden de yaralıydı. Sessizce başını okşamaya devam ettim.
Ben: “şşş. Geçti, herşey yolunda. Geçti ben buradayım” dediğimde sakinleşmişti. Titremesi geçmediğinde nazikce kollarımla bedenini sarmaladım. Onu bu şekilde yalnız bırakamazdım. Sen benim için önemlisin insan kız ve seni kazanmak için herşeyi yapacağım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.24k Okunma |
587 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |