
Merhabaaa! Yeni bölümle geldimmm. Bu bölüm, önceki bölümlere kıyasla daha az kelime içeriyor. Neden diye soracak olursanız, tadında bırakmak istedim 🤭. Sıkı tutunun çünkü bu bölüm gerilimi damarlarınıza kadar hiss ettirecekkk. İyi okumalarrr! Oy vermeyi unutmayın 🙈🌸
Henry'nin anlatımıyla...
Bazen, varmak istediğin yere ulaşamaman için hayat önüne engeller koyar. Bu, hayata küs olduğumuzdan ya da ona isyan ettiğimizden değil; hayatın sert ve acımasız yüzünden dolayıdır. Hayat, bir var olma mücadelesi ister. Yaşamak için engelleri aşmalı, mutluluğa ulaşmak içinse pek çok şeyden vazgeçmeliyiz. Burada kastettiğim “çok şey” aslında çabalamaktır. Ve çabalamak için de bolca zamana ihtiyaç vardır. Mutluluğa harcadığımız zaman ise bir kumar gibidir: sonunda ya kazanırsın ya da yeniden oynamak zorunda kalırsın.
Şimdi ben de varmak istediğim yere ulaşmak için çabalıyordum. Hayat önüme o kadar engel çıkarmıştı ki artık üzülmek yerine öfkemle yanıyordum. Her defasında elim kılıcımın kabzasına gidiyor, bakışlarım öfkenin gölgesinde sertleşiyordu. Çünkü bitmek bilmeyen sıkıntılar ruhumu iyice yormuştu.
Barbar korsanlar güverteyi istila ettiğinde herkes kılıcını çekti. Korsanlar sırıtarak, bu gemiyi de yerle bir edeceklerini düşünmenin coşkusuyla parlayan gözlerle etrafı süzüyordu. Tuzlu denizin keskin kokusu her dalgada daha da yoğunlaşıyor, sanki öfkemi biraz olsun hafifletiyordu. Güverteye inen korsanlar kara cüppeler giymişti. Sakalları dağınık ve bakımsızdı. Otuz-kırk kişilik bir kalabalıktılar. Kimileri kırk-elli yaşlarında, kimileri on sekizle otuz arasında genç adamlardı. Çoğunun yüzü yara bere içindeydi.
Onlarca ayak gemiye basar basmaz kaptanları öne çıktı. Kaptan olduğu hemen anlaşılıyordu; çünkü yalnızca onun başında şapka vardı. Şapkanın üzerinde tek gözü kör büyük bir karga simgesi işlenmişti. Aynı simge gemilerinin bayrağında da dalgalanıyordu.
Uzaktan bakıldığında sıradan bir ticaret gemisini andırıyorlardı. Ancak dikkatli gözler için bayrak, şüphe uyandıracak kadar belirgindi. Bunun dışında profesyonel olmayan biri bu geminin korsan gemisi olduğunu anlayamazdı.
Korsanlar vakit kaybetmeden kılıçlarını kınından sıyırdı. Hepsi kabzalarını avuçlarının içinde demir gibi sıkıyordu. Kılıçlar uzun ve simsiyah kabzalıydı. Sıradan bir demircide dövülmüş basit silahlar değildi; hepsi aynı şekilde işlenmiş, ayrı bir görkeme sahipti.
O iğrenç sırıtışlarını gördüğüm anda ben de kınımdaki kılıcı kavradım, parmaklarımı kabzanın etrafında sıkıca kenetledim. Gemimizin kaptanı Loir, dümeni bırakmak istemese de bu ani saldırı onu mecbur bırakmıştı. Yanındaki iki yardımcısı hızla ağabeyimle Ozarius’un yanında belirdi. Olivera ile Kleora’ya içeri geçmelerini söylemiş olmama rağmen gitmemişlerdi. Hepimizin bakışları davetsiz misafirlere kitlenmişti. Kaptan Loir ise ne yapacağını bilemiyor, kararsızlıkla bir an donakalmış gibiydi.
Ağabeyim olayı kontrol altına almak istedi. Hemen yüksek sesle kaptana seslendi:
“Kaptan! Siz dümenden ayrılmayın. Gerisini biz hallederiz!”
“Tamam efendim!” diyerek kılıcını kınına geri yerleştirdi ve dümenine döndü.
Ağabeyimin beyaz saçları, mavi gözlerinin önünde dalgaların getirdiği sert rüzgârla savruluyordu. Bakışları, avını gözetleyen keskin gözlü bir şahini andırıyordu.
Hemen Kleora’ya baktım. O da Olivera’nın yanında durmuş, hançerlerini sımsıkı tutuyordu. Hepimizin gözlerinde, her saniye daha da büyüyen bir öfke alevi yanıyordu.
Gökyüzü kara bulutlarla kaplıydı. Yağmur, ince damlalarla saçlarımızı ve kıyafetlerimizi yavaşça ıslatıyordu. Damlalar güverteye vurdukça ıslak tahtaların kokusu, denizin tuzlu havasına karışıyordu.
Kaptanın şapkasındaki simgeyi fark ettiğimde içimde bir şey koptu. Çünkü biliyordum: o karga işareti ölümün habercisiydi. Birkaç saniye sonra çeliklerin çarpışma sesi gökyüzünü yırtarcasına güvertede yankılandı. Demir sesleri kulaklarımızda çınlarken kaptan ağır adımlarla üzerime yürüdü. Gençti, dalgalı siyah saçları omuzlarına dökülüyordu.
Korsan kılıcını bana doğrulttuğunda kendi silahımla kendimi korudum. Çarpışan çeliklerin sesi öylesine gürültülüydü ki sanki güvertede beş demirci aynı anda balyoz sallıyordu.
Korsan kaptan sert bakışlarını gözlerime dikti. O an, bakışlarının derinliğinde ölümün buz gibi soğukluğunu gördüm. Direnişimi fark ettiğinde tekrar sırıttı. Dudaklarının arasından görünen beyaz dişlerinden, keskin bir içki kokusu yayılıyordu.
Her darbesi öylesine güçlüydü ki, kılıcını tutan tek kişi değil de üç kişiymiş gibi hissediliyordu. Gücü korkutucuydu, hem de inanılmaz derecede hızlıydı. Bir anlık gafletle kendimi koruyamazsam kılıcı beni ikiye bölebilirdi.
Bir darbe daha! Kılıcım titredi. Geriye adım attım. O ise ağır, kararlı ve ölümcül adımlarla üzerime yürüyordu.
Adımlarım yavaş yavaş geriye kayıyordu çünkü bu güç beni geri çekilmeye zorluyordu. “Bu adam bu hareketleri nerede öğrenmişti? Nasıl bu kadar dayanıklı ve kudretli olabilirdi?” diye düşünmeden edemiyordum.
Savaşımızda ben sadece savunma yapabiliyordum; bana tek bir hamle fırsatı bile bırakmıyordu. Kontrolü ele geçirmek için hızlı bir manevra yapmalıydım. Ama nasıl? Şimdi mi düşünmeliydim, yoksa sadece savaşmalı mıydım?..
Kılıcını yeniden üzerime savurduğunda iki elimle kabzayı kavradım. O kılıcı tek eliyle kullanmasına rağmen avantaj ondaydı. İkinci elini de silahın üzerine koyup tüm gücüyle üstüme bastırdığında dişlerimi sıktım.
“Hayır Henry! Sakın bırakma! Bırakırsan, Afian’ın (Cehennem’in) dibini boylarsın!”
Kılıcımı parmaklarımın arasında öylesine sımsıkı tutmuştum ki ellerim uyuşmaya başlamıştı. Kol kaslarım geriliyor, bütün bedenim o darbeyi durdurup geri itmek için çırpınıyordu. Titremeye başladım. Son gücümü toplayıp kılıcını geri ittiğimde, istemsizce haykırdım.
Nihayet birkaç adım geri çekildiğinde derin nefesler alıp verdim. Ciğerlerim sanki yırtılıyordu. Ama diğerlerini görmeliydim!
Şu an tek düşüncemiz Milruna’ya sağ salim ulaşmak ve bu vahşi korsanlardan kurtulmaktı. Ama onların niyetleri açıktı: gemimizi ele geçirmek, bizi yok sayıp bu gemiye sahip çıkmak istiyorlardı.
Kleora’ya bakmak istiyordum ama başımı yana çevirirsem karşımda duran tehditkâr korsan tek hamlede başımı uçurup ayaklarının altına alabilirdi. Ne yapmalıydım? Nasıl bir yol izlemeliydim?
“Dayan Henry… biraz daha dayan!”
Korsan birkaç adım geri çekildi. Ben ise nefes nefese kalmıştım. Her aldığım nefes boğazımı yakıyor, ciğerlerime bıçak gibi saplanıyordu. Hızlı soluduğum için sanki ciğerlerim patlayacakmış gibi sancıyla yanıyordu.
Birden, kılıcını tuttuğu kolunu gevşetti. Silahını elinden bıraktı ve kılıç güverteye saplandı. Sessizce yüzüme baktı. Bembeyaz kesilmiş yüzünde donuk, hatta biraz da dalgın bir ifade vardı. Ardından üstümü ve kıyafetlerimi dikkatle süzmeye başladı.
Ne yapmaya çalışıyordu? Eminim ki kafasında bir plan vardı.
Gök gürültüsü şiddetleniyor, diğerlerinin kılıçlarının çarpışma sesleri yıldırımla birlikte havayı daha da geriyordu. Beni öldürmeyi kafasına koymuş bu korsana yağmur dokunmuyordu sanki. Oysa güverte kayganlaşıyor, ayakların altında denizle karışan suyun sesi yankılanıyordu.
Bedenimi süzmeyi bitirdikten sonra bakışlarını gözlerime dikti. Yüzündeki soğukkanlı ifadeyi bozmadı, sükûnetinden en ufak bir şey kaybetmedi.
Gerçekten neyin peşindeydi bu barbar?..
Gözlerini benden ayırmadan yavaşça sol elini göğsüne götürdü. Dalgalı saçları yağmurdan sırılsıklam olmuş, yüzüne yapışıyordu.
Göğsünden bir hançer çıkardı.
Kılıcımın gücü sınırlıydı. Si Lefur! Eğer o hançeri bana saplarsa tekrar üstünlüğü ele geçirecekti.
Hançeri eline aldığında yüzünde yine iğrenç bir sırıtış belirdi.
Peki, o darbeden nasıl kurtulabilirdim?..
“Bir şey söylemek ister misin?” diye sordu, kalın ve gürleyen sesiyle.
Ciğerlerim sıkışmıştı, konuşmam neredeyse imkânsızdı. Hızlı nefeslerim göğsümü kaldırıp indirirken, dikkatle korsanın yüzünü izledim.
Nefesini kontrol altına al Henry! Düşmanın karşısında zayıf görünemezsin!
Bütün gücümü toplayıp burnumdan derin bir nefes aldım ve konuşma cesaretini buldum.
“Boş kelimeleri sevmem korsan!” dedim, yüksek bir sesle. Bu sözlerim, korkmadığımı ve asla boyun eğmeyeceğimi ilan ediyordu.
Hançerine baktı. Ben ondan neredeyse dört adım uzaklıktaydım.
Ama sözüm biter bitmez hançerini kesin bir hamleyle fırlattı. Beklemiyordum! Omzuma saplanan hançer ağrılı, kısa bir çığlık koparmama sebep oldu.
“Ahğ!”
Hançerin açtığı yaradan sıcak kanım hızla akmaya başladı. Yağmurla incelen damlalar güverteye dökülüyor, kırmızı izler bırakıyordu. Dişlerimi sıkarak elimle omzumu tuttum. Sağ elimdeki kılıcı soluma geçirmiştim, boşta kalan elimle kanayan yere bastırmaya çalışıyordum.
Korsan kahkaha attı. Kahkahası gök gürültüsüyle birleşerek ortama ürkünç bir hava kattı. Öyle ki, diğer korsanların bile ona eşlik etmesi işten değildi.
“Daha yeni başlıyoruz genç!” dedi, kulak tırmalayan sesiyle.
Artık sırtımın dikliğini kaybetmiştim.
Yavaş ve tehditkâr adımlarla üzerime yürüyüp yeniden kılıcını savurdu. Bu kez hamlelerini öğrenmeye başlamıştım, gelen darbeleri karşılıyordum. Ama bir hamlesini durdurduğum anda aniden bacağıyla göğsüme tekme attı.
Nefesim kesilmişti. Afallamış haldeyken ikinci tekmesini dizime yöneltti. Islak güverte nedeniyle ayağım kaydı. Gücünü kaybeden bacaklarımın üzerine yığıldım. Dizlerimin titremesiyle çökmüş halde, onun önünde duruyordum.
Kılıcını boğazıma dayadı.
Nefes al Henry! Almalısın!
Kalbim nefesimden bile hızlı atıyordu, göğsüm gümbür gümbür çarpıyordu. Soğuk kılıç cildime değdiğinde, kanımın demir kokusu burnuma doldu.
Parmaklarım hâlâ kılıcıma sarılıydı. Beni kurtaracak tek şey oydu. Ama artık hareket edemezdim.
Düşün! Ne yapabilirsin?! Kılıç boğazında. Omzun kanıyor. Gücün tükeniyor. Eğer harekete geçmezsen bu kirli ellerin sahibi korsan önünde canını alacak.
Gözlerimi kapattım, yutkundum. Bu bir pes ediş değildi. Sadece düşünmek için kendime birkaç saniye tanımak istiyordum.
Birden korsanın boğuk bir inilti çıkardığını duydum. Gözlerimi açtığımda baş parmağına bir hançerin saplandığını gördüm. Bu… Kleora’nın hançeriydi!
Korsan inleyip yaralı elini tuttuğunda bacağına bir tekme savurdum. Hamlemle yere kapaklandı. Bu kez kılıcımı onun boynuna dayayan bendim.
O ise kanayan elini sıkarak çevrilip Kleora’ya baktı. İki mürettebatını çoktan kaybetmişti. Yerde kanlar içinde yatan cesetleri görünce nefesim hızlandı.
Yine de yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. “Onu kendime alacağım!” dedi, iğrenç gözleriyle Kleora’ya dikilirken.
Bu söz, gözlerimdeki öfkeyi daha da körükledi.
“Sen benim evcil hayvanımın dışkısını bile alamazsın!” diye haykırdım. Sesim o kadar yükseldi ki boğazımda damarlar belirginleşti.
Kılıcımı ona savurduğumda, yaralı eliyle yakaladı.
Bu nasıl bir mahluktu? Avucunun içine derin bir kesik atmıştım ama acıya aldırmadan tutmaya devam ediyordu. Bu hareketi, kılıcımı geri çekmeme ya da tekrar hamle yapmama engel oluyordu.
Kalın sesiyle tekrar konuştu:
“Ben istemediğim sürece sen asla kazanamazsın genç!” dedi. Çatık kaşlarının altındaki kahverengi gözleri tehditkâr bir ifadeyle parladı.
Diğer eliyle kılıcını kavrayıp bacağıma sapladı. Acı içimi oyuyordu, ama bağırmamak için dişlerimi sıktım. Gözlerimden yaş fışkıracak gibiydi.
Korsan, bastırdığı kılıcı geri çekmedi. Aksine, daha da bastırarak avucunun içinde çevirmeye başladı. Bakışlarımız, kinle birbirine kenetlenmişti.
Kazanacağını sanıyorsan yanılıyorsun korsan!
Bütün gücümü toplayıp diğer elimle kılıcını bacağımdan çıkarmaya çalıştım. Titreyen kaslarıma rağmen, irademin son kırıntısıyla başardım. Kılıcı onun baskısına rağmen bedenimden kurtarmıştım.
Ama başım dönmeye başlamıştı. Birkaç adım geri çekildim, afallamıştım. O ise dimdik ayakta kalmayı başarmıştı. Ardından bana doğru eğilip kulağıma fısıldadı:
“İyi uyu genç!”
Ne demek istiyordu? Yoksa kılıcında zehir mi vardı? Burada, böyle mi ölecektim?
Hayır! Reddediyorum! Ölmeyeceğim korsan. Ölecek biri varsa o da sensin!
Başım zonkluyor, hareketlerim kontrolden çıkıyordu. Az önce ciğerlerimi yakan oksijen artık bedenime ulaşmıyordu. Korsanın yüzüne baktım; sanki güverteyle birlikte dönüyor gibiydi. Pis sırıtışı hâlâ suratını terk etmemişti.
Kanlı elimle alnıma bastım. Gözlerim kapanmaya başladı, ama kapanmaması için son gücümle direniyordum.
Derin nefes al Henry! Nefesini kontrol etmelisin!
Kaslarım gevşiyor, bedenim yavaşça kontrolünü kaybediyordu. Dizlerimin üzerine düştüm. Vücudum alev gibi yanıyordu, alnımdan boncuk boncuk ter akıyordu. Sol elim kapanmaya direnen gözlerime kaydı.
Şimdi ben ne yapacaktım? Elimden gelen hiçbir şey kalmamış gibiydi. Bu korsan, geldiği gibi bütün gemiyi sarsmayı başarmıştı.
Dudaklarımın arasından, bayılmadan önce son bir cümle döküldü: “Bu yaptığın yanına kalmayacak korsan!”
Sonra sessizce fısıldadım:“Üzgünüm sevgilim… üzgünüm ağabey, üzgünüm mürettebat… sizi yalnız bırakıyorum."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.24k Okunma |
589 Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |