Hesna elindeki küçük çekçekli bavulu giyinme odasının çıkışına bıraktı, çekmeceye sakladığı test çubuğunu ordan çıkarıp el çantasının fermuarlı cebine yerleştirdi. İçi içine sığmazken heyecanla odada sağa sola yürüdü, Bekir'e baba olacağını söylemeden nasıl sabredebilmişti bir hafta kendine şaşıyordu.
Sonunda konağın gittikçe tatsızlaşan havasından uzaklaşmak için iki günlük haftasonu tatiline çıkmaya karar verdiklerinde haberi başbaşayken vermenin hesaplarını yapar olmuştu.
Çalan telefonu telaşla çantadan bulup kulağına götürdü,
"Gülüm, beş dakikaya ordayım inşallah hazır mısın?" diyen adamda en az karısı kadar heyecanlıydı.
"Hazırım hayatım kabanımı giyip çıkacağım, ineyim mi kapıya?" Dedi.
" Yok çıkma soğuk üşürsün, odada bekle kıyamam ben sana." Deyince sıcacık oldu Hesna.
"Tamam bekliyorum." deyip dudağını ısırarak kapattı.
Nasıl sevinecekti kim bilir? Bekir'in Hüseyin ağaya tezat şahane bir baba olacağına zerre şüphe duymuyordu Hesna.
Kapı tıklanınca iki adımda ulaşıp açtı, Gülhan hanım yorgunluğuna rağmen gülen gözlerle bakıyordu kızım dediği gelinine,
"Ne yaptın kızım hazır mı eşyan, bir eksiğin ihtiyacın var mı?" diye sorduğun da kapıyı iyice açıp bir adım geri çekildi Hesna, sözsüz bir davetti Gülhan hanım da icabet etti.
İçeri girip kapıyı kapattılar,
"Herşey hazır anne, Bekir geldiğinde çıkacağız."
Şefkatle yüzünü okşadı Gülhan hanım,
"Sen daha da güzelleştin son sıra, hamilelik güzelleştirdi seni." deyince kalakaldı genç kadın,
"Anne?" dedi sen nerden biliyorsun demek yerine.
"Anneler bilir, hisseder... Bekir'e tatilde mi söyleyeceksin?" diye sordu.
Hesna'nın utancından yanakları yanmaya başladı,
"Sürpriz olsun dedim, sizden sakladığımdan değil anne." diye açıklama yapma derdine düştü.
Gelininin güzel kalbini bilen Gülhan hanım ellerini elleri içine aldı,
"Hesna'm tabii ki önce kocana söyleyeceksin, ben annen olarak dikkatli olman gereken şeyleri söylemek istedim. Bekir de bilmiyorum zorlamasın seni, bebek ilk zaman hassas olur kuzum. Sana iyice tutunana kadar dikkatli olun emi annem?" dedi yumuşacık bir sesle.
Yanakları yansada gözleri doldu Hesna'nın anne bildiği kadının boynuna sarıldı,
"Gülhan annem iyi ki varsın." Dedi ta içinden gelen bir sevgiyle.
"Sen de olmasan bu konak çekilmez Hesna'm esas sen iyiki varsın." Deyip anne sevgisine hasret gelininin sırtını sıvazladı.1
İkisi dolu gözlerle birbirine bakıyordu ki aşağıdan bağırış sesleri gelmeye başladı,
Bekir ve Hüseyin Ağa'nın sesi birbirini bastırmak ister gibi yükselirken,
"Eyvallahlar olsun!" diyen Gülhan hanımla beraber Hesna da avluyu bakan koridora çıktı,
"Siz delirdiniz mi?" derken sesinden alev çıkıyordu Bekir'in.
Hüseyin ağa kapı tarafında set gibi dikilirken Bekir onun önünde delirmiş gibiydi.
"Sen kardeş sevgisi nedir bilmiyorsun madem Cihan'a karışma gereğini yapsın." dediğinde ikisi de konunun ne olduğunu anlamamışlardı,1
"Lan... Kadın hamile!" Diye kükredi Bekir. "Bebeğe birşey olsa vebalini nasıl taşıyacaksınız? Hiç mi aklınız, fikriniz yok!" deyip çıkmak için kapıya yöneldiğinde,
"Bekir dur durduğun yerde, aklının ermediği işe de karışma." diyen Hüseyin Karacahan'ı aşmak mümkün değil gibiydi.
"Çekil önümden Hüseyin Ağa!" diyerek tekrar hamle yaptığında hiç beklenmeyen bir şey oldu.
Bir baba oğluna silah çekip tam göğsüne nişan aldı, Hesna ve Gülhan hanımın korku dolu nidaları birbirine karışırken Bekir kapıya bir adım daha attı. Cihan'ı pişman olacağı işler yapmadan durdurması gerekiyordu.
Konağa girdiği sıra Devran'ın aramasıyla öğrendiklerini hâlâ sindiremiyordu. Nasıl bir kadını, hamile bir kadını kaçırıp da Boran'a göz dağı verirlerdi. Bu kadar mı düşmüşlerdi...
Hüseyin ağanın çektiği silah pekte umrunda değildi, sıkamayacağını adı gibi biliyordu. Yüreksiz bir adamdı baba demeye utandığı kişi...2
Fakat Hesna onun tanıdığı kadar tanımıyordu kayınpederini, bir eli ağzında, eli korku dolu yüreğinde izliyordu olanları.
Bekir bir adım daha attığın da yine namlunun ucundaydı ama durmadı, Hüseyin ağa tekrar nişan aldığında,
"BEKİR!!" diye haykırarak gözlerini kapatan Hesna'nın sesine tek el silah sesi karıştı...
Silahın sesiyle hem kalbinde, hem rahminde ince bir tel koptu Hesna'nın, güç bedeninden çekilirken dizlerinin üzerine düştü.
"Yavrum, Hesna!" Diyerek tutmaya çalışsa da düşen Hesna değildi sadece, bir can tutunduğu anneyi bırakmıştı.
Karısını ancak adını haykırdığında gördü Bekir, babasının havaya sıktığı kurşunun kendine geldiğini sanmış olmalıydı.
"Hesna'm!" diyerek merdivenlere ulaştı ikişer üçer çıktı...
Gördüğü ise baygın karısının mavi eteklerine bulanan kandan ibaret oldu.1
Dinlediği ses kaydından sonra boş gözlerle, giden Derya ve Boran'ı izledi Cihan.
Aptal bir adam olmalıydı ki bunca yalana inanmıştı...
Bir aşiret insanın, binlerce çalışanın önünde düğme iliklediği çoğunun saydığı, gerekenin korktuğu bir adamdı o.
Kardeşine güvenmek aptallık mıydı?
Çöktüğü sandalyede kaldı öylece...
Etrafında binlerce ipin ucu vardı aslında, Nazlı demişti mesela kendinden öte kimseye güvenme demişti...
Abisi Zelal'in aklına uyma demişti...
Devran katil değilse, bunca düşmanlık...
Zelfi'nin gidişi Devran'ın işi değildi o zaman...
Nefesi kesildi... Boğazını bir el sıkıyordu sanki...
Zelfi'nin gidişi Zelal'in ve Şilan'ın planı mıydı?
Korku yüreğini sıktıkça sıktı... Demir bir pençenin içinde kalbi eziliyor gibiydi...
Dosya da bu ses kaydı varsa, şahit de vardı... Kimdi o şahit? Ne biliyordu?
Yakasına dolanan el ve suratına inen yumruk ile ancak kendine geldi,
"Lan Cihan, hamile kadını kaçıracak kadar düştün mü sonunda?" diyerek tekrar yakasını toplayıp bir yumruk daha çaktı Devran.
Kemal ve diğer adamlar araya girmek istesede kalabalık gelmişti Hanoğulları...
Cihan ise boş bakıyordu Devran'a bomboş...
Üçüncüyü çakmak için kaldırdığı yumruğu indirdi yıllardır düşman bellediği adam,
"Öğrendin mi gerçeği?" diyen sesinde abi şefkatinin kırıntıları vardı.
Az abilik etmemişti zaten, Bekir, Devran , Boran, Cihan... Peş peşe dünyaya gelmiş dört candı.
Beraber büyüdüklerinden, birbirin arkasını hep kollarlardı. Ta ki ipler kopmak zorunda kalana kadar...
Gerçi kopan tek can Cihan olmuştu, Bekir asla inanmamıştı ne Zelal'e ne de tüm Mardin'i saran dedikodulara...
Tek salak benim dedi içinden tek aptal...
Devran'ın eli yakasından sıyrıldı,
"Dua et Derya'ya, bebeğe birşey olmasın... Yoksa Boran'a bırakmam benzin döker yakarım seni." Deyip arkasını döndüğünde,
"Bilmiyorum..." Diye döküldü dudaklarından dakikalar sonra ilk kelime. "Hamile olduğunu bilmiyordum Devran..."
Hışımla döndü gittiği üç adımı Devran,
"Lan gerizekalı mısın? Bütün Mardin duydu bir sen mi eksik kaldın." diyerek elinin tersiyle ittirdi.
"Sabah geldim Mardin'e, bir haftadır şehir şehir dolaşıyorum boktan işlerin peşinde." deyip yalvaran gözlerle baktı Devran'a "Beni savcı hanım ile görüştür, dosyanın her detayını öğrenmem lazım." dedi en sağlam kaynağa giden yol Devran'dan geçiyorsa ayağına bile kapanırdı.
Devran'ın toprak kahvesi gözleri Cihan'ın samimiyetini yoklamak için yüzünde dolaştı,
"Babamın adamı gerçeği sakladılar benden, Devran bende şahit olur ne biliyorsam anlatırım yeter ki gerçekleri ver bana." dediğinde Devran'ın tek kaşı havalandı,
"Bedeli bacınla, baban olsa bile mi?"
"Bedeli canım olsa bile..." dedi düşünmeye bile gerek duymadan.
Düş o zaman peşime diyen Devran Dünyaları bağışladı Cihan'a.1
Hastanede acil servisin önünde turlayan bu kez Bekir'di.
Canı yanmıyor, canı sökülüyordu...
Yıllar önce annesini koruyamayan, mutlu edemeyen küçük erkek çocuğu gibi hissediyordu. Nasıl hissetmesin ne Hesna'yı koruyabilmişti o adamdan, ne de daha doğmadan yitip giden evladını...
Kurşun kalbini delip geçse bu kadar canı yanardı...
Hesna'nın kanlar içindeki hali, kağıt gibi bembeyaz olmuş gül teni gözünün önünden gitmiyordu.
Gülhan hanım yığıldı sandalyede bayılınca onuda alıp başka bir sedyeye yatırmışlardı.
Bir annesi bir de karısı vardı bundan sonra... Ne baba, ne kardeş, ne bacı... O kandan kimseyi istemiyordu hayatında.
Demişti, Hesna'm gel gidelim bu konaktan demişti de karısının güzel kalbi onlara sırtını dönmeye razı gelmemişti.
Ağzına kan tadı geldiğinde sıktığı dişlerini, ısırdığı yanağını ancak fark etti.
Acilin içeri alınmadığı cam kapıları sağa sola kaydı. Orta yaşlarda bir kadın doktor,
"Hesna hanımın yakını?" deyince atıldı Bekir,
"Burdayım doktor hanım benim... Karım iyi mi?"
Gülümsemeye çalışan doktor çok da başarılı değildi,
"Karınız iyi tansiyonu çok yükselmiş buna bağlı olarak bebekte hassas dönem içinde olduğu için malesef eşinize tutunamamış. Buraya geldiğinizde düşük gerçekleşmişti zaten, biz gerekli müdahaleyi yaptık. Arkadaşlar birazdan odaya alıp size bilgi verecek." deyip uzaklaştı.1
Bekir sandalyelerden birine yapıldığında hastaneye telaşla gelen iki kişi daha vardı Mirza ve Ülkü...
Anlaşmalı boşanmak üzere gittikleri avukatın bekleme salonunda Derya'dan gelen arama ile alelacele hastanenin yolunu tutmuşlardı.1
Mirza direksiyonda yolu takip ederken Ülkü'nün aklı hâlâ nasıl bu duruma geldiklerini sorguluyordu.
Boran sözünü tutmuş Derya havaalanından dönüp gitmeyince Ülkü'yü arayıp haber vermişti. Araları iyi değildi ama yan yanaydılar... Toteminin gücüne inanan Ülkü de konağın yolunu tutmuştu belki birşeyleri değiştirip düzeltebiliriz diye.
Konağa girdiği gibi de Arjin hanımla karşılaşmıştı, gelininin kuyruğu sonunda indirdiğini düşünen kadın,
"Ooo... Gelin hanım bakıyorum da kürkçü dükkanının yolunu bulmuşsun. E okumuş akıllı kadınsın tabii senin şehir adetlerinin buralarda ilemeyeceğini anladın inşallah?"
Bu kadına tahammül edemiyordu, baştan ayağa riya ve yapmacıklık... Mirza varken başka yokken başka...
"Döndüysem kocama döndüm Arjin hanım konunun sizinle ilgisi yok. Çok kafamı attırırsanız kocamı da alır giderim!" diye bir gözdağı verdi.
Neyine güveniyorsun Ülkü? Diye de kendine sormadan edemedi.1
"Yok öyle bir Dünya doktor hanım, gidiyorsan işte kapı" deyip dışarıyı işaret etti orta yaşlarda olmasına rağmen gençlere taş çıkaracak kadar atik bir hareketle Ülkü'nün kolunu diseğinden yakaladı, "Bir oğlumu Narinle Canan yalan etti, bunca yıllık emeğim hiç oldu. Mirza'yı da sana yedirmem, o Miran gibi tanımaz beni iki göz yaşıma, iki tatlı sözüme kanar. Zararlı sen olursun akıllı ol." Deyip genç kadının kolunu küçümser bir ifade ile savurup ayrıldı yanından.2
Günler sonra odasına çıkan Ülkü sakinleşmek için duş aldı, saçlarını tarayıp kuruttu. Güzel bir elbise giyip makyajını yapınca hazırdı. Neye mi kocası ile bal başa bir akşam yemeğine...
Boş bir oda bulacağını düşünerek odaya giren Mirza karısının kokusuna bulanmış havayı ciğerlerine çekince günler sonra ilk kez evine gelmiş gibiydi. O kadar uzun zamandır yoktu ki kokusu bile silinmişti odadan.
Makyaj masasında karısını görünce sıcak bir gülümseme yüzüne yayıldı.
Ülkü'de tüm olanlara rağmen gülümseyip,
"Uzun zamandır bu kadar hoş bulamamıştım." Diyen adam ceketini yatağa savurup karının yanına adımladı.
"Çiğdem çiçeğim..." Deyip şakağına bşr öpücük kondururken kokusunu da içine çekti. Ülkü'de özlediği kollara sığındı, herşeyden kaçıp bir tek ona sığındığı günlerdeki gibi.
"Çok özledim, kokuna bile hasret bıraktın zalim..." diyerek takıldı Mirza.
"Akıllı olsaydın da kalmasaydın Mirza Ağa." diye lafı çaktı Ülkü.
"Tamam haklısın, biraz fazla tepki vermiş olabilirim ama adam bizim hayalinizde ki hayatı milletin gözüne sokarak yaşıyor Ülküm. Hak mı reva mı? Mardin burası Mardin..." Dedi Boran'ın düğün gecesindeki rahatlığına atıf yaparak.
"Bence bu konuyu kapatalım yoksa yine kavga edeceğiz. Ayrıca kendisini çok takdir ediyorum bunu da söylemeden geçemeyeceğim kusura bakma." diyerek favori çiftini korudu.
"Sustum, bu konu bizi bir daha sınamadan sustum." Deyip kollarını karısının ince beline doladı. "Özledin mi odamızı? Beni? Hımm?" Deyip sarıldı sıkıca.
"Konağı değilse de odamızı özlemişim, bir de seni..." Deyip sustu Ülkü zira gerisi zerre umrunda değildi hele de kayınvalidesi olacak sinsi.
"Alışacak benim karım, o hanım ağadan neyi eksik tam konak gelini olacak..." dedi Mirza yarı şaka yarı ciddi.
Ben değil de siz eksiksiniz demek istedi Ülkü. Yuttu...
Bu kafayla çok sürmeyecek bir maceraydı evliliği görüyordu artık...
"Yemeğe çıkarız diye hazırlandım, çıkarız değil mi?" diye sordu yine de bir heves.
"Çıkarız Çiğdem çiçeğim sen iste yeter ki." Cevabıyla burukta olsa sevindi. Başka zaman rutin olan şeyler bile lutüf olmuştu.
Ama yemeğe de çıkarmadılar, bilmem ne aşiretinin ağası Civan ağa ailesiyle yemeğe geliyormuş meğerse... Tabii ki bunu evin gelinine son dakika bildirmek kayınvalidesinin işiydi. Konakta olmadığı için söyleyecek sözü de yoktu haliyle.1
Akşamın gündemi neydi peki? Karısı ile ayrı eve çıkan Boran Ağa... Şiddetle kınadı iki aile büyüğü adam da Boran'ı baba ocağı bırakılır mıydı? Boran değil Devran Ağa olmalıydı... Kendilerince başkalarının hayatını konuşup hüküm kestiler. Mirza ile Ülkü kısa bir an göz göze geldiler, Ülkü Mirza'nın ses çıkarmasını bekledi. Onlar öyle karar vermiş bize ne demesini... Lakin bakışlarını kaçıran adamla da cevabını almış oldu. Sinirle çıktı salondan mutfağa girmeden adını geçmesiyle kapı önünde duraksadı.
Görüncesinin sesini tanıdı önce sobra misafir gelen ailenin kızının sesini,1
"Kızım çıkıp geleceği tutmuş tam da gününde yani vallahi nerdeyse on gündür evde yoktu. Bakma sen öyle aralarında sorun yokmuş gibi göründüklerine Ülkü hanım yapamaz burada" deyip işveli bir sesle devam etti "Sen onu bunu boşver de Mirza abimin ilgisini çekmeye çalış."
"Adam geldiğimizden beri karısından gözünü çekmiyor, sen boşa bana ümit veriyorsun. Bu kadın bulmuş Mirza Ağa gibi adamı bırakır mı?" diyen ses misafir geldiği evin evli oğluna göz diken kızın sesiydi.1
"Adamın anasına anam demiyor, töresini saymıyor, çocuk doğurmuyor, işten eve uğradığı yok... E gecesi gündüzü belli değil bir telefon gelse koşup gidiyor. Kim çeker kızım böyle evliliği iki işve cilve yaparsın, önüne iki kap sıcak yemek koyarsın, anan anamdır, atan atamdır dersin... Bak bakayım Ülkü'nün adını anıyor mu? Hele birde çocuk doğursan kıymetin on misli olur." deyince yutkundu Ülkü dışardan ne kadar kötü bir eş olarak göründüğünü sesli duymak canını yakmıştı.
Yumruklarını sıkıp odadına çıktı, pijamalarını giyip yatağa girdi. Gözünden akan yaşlara aldırmadan uyumaya çalıştı. Ne kadar süre sonra başardı bilinmez ama Mirza geldiğinde uyuyordu.
Bir anda ortadan kaybolan karısının adına misafirlere mahcup olmuştu ama aslında en çok Ülkü'ye mahcuptu. O dönmeyince Civan Ağa'nın kızı ertafında dolanmış durmuştu, yüz vermese de rahatsız olmuştu. Evli olduğunu bile bile yapılan hoş değildi. İyi ki Ülkü erkenden odaya çekilmişti.1
Ertesi gün öğle yemeğinde eşine sürpriz yapsa da akşam ki sıcak kadın yoktu karşısında Mirza'nın,
"Sen de babam ve Civan denen adam gibi mi düşünüyorsun?" dedi kadın hiç beklemediği yerden vurarak.
"Öyle düşünmediğimi biliyorsun Ülkü ama bende bu sistemin istemeden de olsa bir parçasıyım artık ve tek söz sahibi de değilim. Sen yılların töresini silip geçeyim herkese herşeye kafa tutayım istiyorsun. Ben nelerle uğraşıyorum fikrin bile yok."1
Ülkü derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu,
"Töreyi değiştir demiyorum Mirza, bize yakam alanı aç diyorum. Küçük blr evimiz olsun, iki kişilik soframız başbaşa çayımızı içtiğimiz bir pencere önü istiyorum. Bu kadar zor olmamalı ya... Neden herşeyi imkansız hale getiriyorsunuz." Diyerek isyan etti sonunda.
Karısının isteğinin mütevazılığına mı yansın, bu kadar basit birşeyi yerine getiremeyişine mi bilemedi Mirza,
"Miran abim ile Canan dönsün tekrar konuşuruz Bayram Ağayla bırakır gideriz buraları biraz sabır etsen gülüm ha?" Dedi yumuşacık bir sesle.2
"Canan bir daha çocuk sahibi olamıycak Mirza ve şuan annenin olsa ne olmasa ne dediği bir kızları var. Abin nasıl ağa olacak." Diye çıkıştı.
"O ne demek Ülkü küçücük bebek için ne biçim konuşuyorsun?" dedi söyleneni anlamayarak.
"Ben konuşmuyorum annen konuşuyor Ülkü, sana ve cümle âleme ağlıyor arkanızdan ise doğsa ne olur ölse ne olur kız değil mi? Diyen de yine annen Mirza." dedi daha fazla içinde tutamayarak.1
"Daha iki hafta önce mevlüt okutup dua ettirdi, gözünün yaşına tüm Mardin şahit... Yapma Ülkü bu kadar ileri gitme." diyen adamla Arjin hanımın haklı olduğunu anladı Ülkü.
" Biliyor musun bu kadar da değil çok daha ağır şeyler söyledi kulağımla duydum ama onlar önemli değil artık. Önemli olan ne biliyor musun? Annen dün demişti ki Mirza sana değil bana inanır." Güldü yine Ülkü gülmekten uzak bir gülüşle "Haklıymış..." deyip ceketini ve çantasını alarak kalktı masadan.
"Ülkü..." desede faydası yoktu artık bitmişti biten sadece dönüp dediki,
"Keşke abin kadar tanısaydın anneni belki herşey daha farklı olurdu." Deyip çıkıp gitmişti günler önce şimdi ise boşanma avukatının yanından yine hastaneye gidiyorlardı.
Sessizdi ikisi de konuşacak çok birşey de kalmamıştı.
Hastaneye girip koridor boyu yürüdüler yan yana ama kalben uzak iki kişi olarak.
Odasının kapısı önünde Derya ve Boran'ı şakalalarak beklerken buldular. Hanımlar içeri geçerken ayaklanan Boran'a Ülkü,
"Sizi birazdan içeri alacağım Boran Bey." deyip durdurdu.
Yaptığı herşey Mirza'nın başına belaydı Boran'ın karısının gıcığı bitmiş onun ki başlamıştı bu ikiliye.
Mirza geçip Boran'ın yanına oturdu,
" Neler oluyor Boran Ağa, yarın ki toplantı sizinle ilgiliymiş. Bütün Mardin çalkalanıyor." deyip adamın keyfini kaçırmayı hedefledi.
"Olan birşey yok aslında, gördüğün gibi eşim yanımda, huzurum yerinde. O ihtiyar heyetinin ne diyeceği umrumda değil. Bir daha Derya'ya söz ederlerse terk ederim bu toprakları." Diyen adam ile ise fena ters köşe oldu. Ama bu kadar basit olmamazdı çekip gitmek
"Boran delirdin mi? Ata toprağını bırakıp nasıl gidersin? Karın uyacak bu düzene başka çaren yok, bunu sende biliyorsun." dedi ne diyeceğini bilemeyerek. Onlar çekip giderse Ülkü de giderdi.
Hoş zaten gidiyordu, Derya hanım aramasa anlaşmalı boşanma belgesini imzalamış olacaklardı.
Mirza telaşa düşse de Boran çok sakindi,
"Ya yarın arkamda dururlar yada artık layık oldukları gibi yönetilirler Mirza. Madem Doğan ağanın ağzına bakıp toplantı istediler akacak kanın önüne de kendileri geçsinler bundan sonra. Benim Derya için vazgeçmeyeceğim hiç bir şey yok." diyen adamla diyeceği tüm sözler ağzına tıkıldı Mirza'nın kaşları havalandı,1
" Sen mantıklı düşünemiyorsun. " diyebildi en sonunda.
Güldü Boran bu söylediğine, çok da mantıklı düşünüyordu. Asıl karşısında ki adam başına gelecekleri ön göremez haldeydi. Madem öyleydi bu da Boran'ın Ülkü hanıma kıyağı olsundu,
" Eşin doktor Mirza, iki kız çocuğun olsa kuma al diye başlayacak aşiret. Sen onlara bebeğin cinsiyetini babanın belirlediğini anlatabilecek misin?" dediğin de dondu kaldı. "Her dediklerini yapa yapa bu hale getirdiniz işleri, her yeni kuşak eskiyi taktit etti. Etmeyene cehennem ettiler hayatı, pes edip gitti insanlar. Ben de çekip gideceğim, bugün bana yarın sana Mirza. Bu yılan hepimize bir gün dokunacak." dediği sıra da hemşire hanım içeri girebileceğimi söyledi.
Mirza'yı kapıda düşünceleri ile bırakıp içeri girdi Boran.
Arkasında karma karışık bir adam bıraktığını biliyordu ama hak etmişti. Şuan umrunda olan tek şey karısının ve bebeğinin sağlığıydı.1
Cihan, Devran'ın arabasında ucunu kaçırdığı ipleri yumak yapmaya çalışıyordu, araba durduğunda kafasının içinden çıkıp etrafına baktı,
"Savcı hanımın evine, gel bakalım sorularına cevap bulalım." deyip indi Devran arabadan.
"Devran, böyle kapısına gelinir mi? Habersiz." dedi aklını biraz toplamaya çalışarak.
"Sen derinlere dalmışken aradım ben savcı hanımı bizi bekliyor. Uzun etme yürü hadi." dedi sinirli olsa da Cihan'ın halinin farkındaydı Devran.
O dik meydan okuyan Cihan'dan geriye koca bir mahcubiyet kalmış gibiydi.
İkinci kata çıkıp zili çaldılar, kısa süre sonra üstünde ince bir kazak ve kot pantolon ile kapıyı açtı Ela hanım.
"Buyrun." deyip yolu açtığında içeri geçtiler. Oldukça mütevazı bir evdi Amerikan mutfaklı bir salon kapalı, çiçeklerle dolu bir balkon hiç de o sert , demir leblebi Ela hanımın evi gibi değildi.
"Nasılsın güzelim? " diyen Devran'a gülümseyen kadın ile ev birleşince sıcacık bir yuvaya benzemişti Cihan'ın gözünde.
"İyiyim canım, herkes iyi değil mi sorun yok." Diye soran kadını,
"Derya ve Boran doktora geçtiler, şimdilik sorun yok gibi." Deyince Cihan yer yarılsa da içine girsem diye düşündü.
"Buyrun Cihan Bey oturun." deyip onlar köşe koltuğun iki ayrı ucuna yerleşirken ortada ki büyük sehpadan mavi bir dosya alıp Cihan'a uzattı Ela,
"Bu bilgilerin hepsi avukatınızda da mevcut aslında, gizli tanığın adı dışında herşey şeffaflıkla işlendi. Gerçi biz adını vermesekte babanız Zelfi'nin peşinde kızcağız konaktan çıkarsa koruma ordusuyla çıkıyor." Dediğinde Cihan bir eli dosyada kalakaldı.
"Gizli tanık Zelfi mi?" diye döküldü dudaklarından.1
Devran'ın kaşları inceden çatılırken, Hüseyin Ağa'nın nasıl bir adam olduğunu tekrar tekrar gözden geçiriyordu. Cihan'ın gerçekten hiçbir şeyden haberi yoktu.
" Ben balkonda bir sigara yakıyorum Ela." diyen Devran bu evde en huzur bulduğu yere attı kendini.
Ela onu başıyla onayladı sadece, Cihan'a döndü tekrar derin bir nefes aldı sıkıntıyla verdi,
"Gizli ve tek tanık, olaya tesadüfen şahit oluyor ve sonrasında kız kardeşi ile tehdit edilerek boyun eğmek zorunda bırakılıyor. Kardeşiniz sandığınızdan da zalim biri Cihan Bey."
Yıllarca Cihan Zelfi diye yanarken, abisinin hayatını karartan Zelal miydi? Mutlu o diyerek yıllarca bulduğu teselli de mi yalandı? Cihan boğuluyordu, yaşadığı his tam olarak buydu... Nefesi kesilecek kadar ağır bir yükün altında kalmış gibiydi. Hâlbuki daha yük ile tanışmamıştı bile... Duydukları duyacaklarının yanında devede kulak değildi.
"Şimdi güven de değil mi?" Dedi öncelikle bundan emin olmalıydı.
"Güvende olduğunu düşünüyordum, ta ki siz Derya'yı kaçırana kadar. Artık çok emin olamıyorum malesef..." Diyen Ela laf çakmak derdinde değildi, karşısında ki adamın halini görüyordu ama gerçekte buydu.
Derya'yı bile kaçıracak kadar gözleri döndüyse Zelfi de pek güvende değildi demek ki...
"Bizden yana kimseye zarar gelmez artık savcı hanım, babamın da hesabını göreceğime emin olabilirsiniz." deyip elindeki dosya ile ayaklandı. "Bende kalabilir mi?" Diye sordu.
"Ben istifamı verdim Cihan Bey başka bir arkadaş ilgilenecek dava ile." Dediğinde Cihan da onu başıyla onayladı. Devran'a da küçük bir baş selamı verip çıktı huzur kokan evden.
Devran huzuru bulmuş dedi içinden... Selma'nın o saçma gün avluda söyledikleri ve Derya hanım ile olan yakıştırmaların çirkinliği aklına geldi. Kardeşinin akıl sağlığından şüphe duydu bunları düşününce.
Karşıda ki restoranın üst katına çıktı ikindin vakti bomboştu tüm masalar, cam kenarı kuytu bir yere yerleşti. Elindeki dosyayı önüne koyup sert bir kahve kahve söyledi, en son dün içtiği kahve ile duruyordu zaten ama şu an en son umrunda olacak şey açlığıydı...
Dosyanın kapağını açtı ve Zelfi'nin ifadesini buldu...
Dananın kuyruğu kopuyor artık Cihan Zelfi'nin başına gelenleri öğrenmek üzere ve hâlâ kuaför önünde gördüğü kişinin Zelfi olduğunu bilmiyor.3
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın arkadaşlar
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
77.6k Okunma |
8.15k Oy |
0 Takip |
66 Bölümlü Kitap |