
Dakikalardır dirsekleri dizlerinde başı ellerinin arasında sağ dizini seri bir şekilde zemine vurarak oturuyordu Cihan.
Ellerinde ki kanı görmemenin tek yolu buydu...
Ne yapmalı...?
Nereden başkayıp Hüseyin Ağa'nın ipini çekmeliydi...?
Babası sinsi bir adamdı, olacağı ön gördüğünde harcamayacağı kimse olmazdı. Bunun farkındalık ile o da sinsice hareket etmeliydi. Ayağının altından halıyı çekmeli ve bunu Hüseyin Karacahan ancak düştüğünde fark etmeliydi.
Ama nasıl?
Mirza önüne otelin sadece özel müşterilerine servis yaptığı çorba kasesini bırakmasıyla duraksadı,
"İç şunu canımı sıkma Cihan." diyerek terslenen eski dostuna göz ucuyla baktı.
"İçerim bir ara..." deyip ellerine baktı. Midesi yine çalkalanınca "Sen gitsene asıl, karın bekler oğlum. Saatlerdir benimlesin." Diyerek Mirza'dan kurtulmaya çalıştı ama yanında ki adam bunu anlayacak kadar tanıyordu onu,
"Cihan yarın Mardin için önemli bir gün neyi ne kadar biliyorsun bilmiyorum." deyip sigara yakarak karşısına oturdu. "Senin benim bildiklerime, benim de senin aklına ihtiyacım var. İç şu çorbayı topla kafanı konuşmamız lazım." Diyerek kaseyi biraz daha Cihan'a itti.
' Bende akıl ne gezer' dedi içinden...
Zorla bir kaç kaşık içti, elindeki kanı, zihninde Zelfi'nin susmayan çığlıklarını yok sayması imkânsızdı. Kaşığı bırakıp,
"Bir duş alıp kafamı toplayayım konuşalım." Diyerek ayrıldı Mirza'nın yanından banyoya geçtiğinde o iki kaşık çorbayı da tutamadı içinde...
Aynada morarmış sağ gözü ve sol elmacık kemiği ile karşılaştı yine umursamadı. Suyun altında kirlerinden arınmaya çalıştı ama boğazına kadar pisliğe batmış birini su temizler miydi? Zor...
Bir eşofman altı ve siyah bir tişört giyip Mirza'nın yanına adımladı.
"Anlat bakalım Mirza Ağa." Dedi bu hitaptan nefret ettiğini adı gibi bildiği arkadaşına.
"Ağalığımı si..." Diye homurdandı Mirza "Ne geldiyse ondan geldi başıma." dese de konuya dönmesi uzun sürmedi,
"Doğan ağa, Devran'ı mahkemeye vermiş oğlum Savaş'ı öldürttü." Diye.
"Yuhh... Devran ne alaka oğlum?" dedi şaşırarak.
Mirza derin bir nefes aldı,
"Boran'ın ölen karısı Elif... Savaşla aldatıyormuş Boran'ı. İddiaları bu..."
Cihan'ın kaşları çatıldı duydukları ile,
"Aslı astarı var mı bunların?"
Dudak büktü Mirza,
"Aslı var mı bilmem ama avukat hanım mahkemede içlerinden geçmiş. En son Doğan şerefsizi, 'Boran'ın çocuğu olmuyordu onun için karısı oğlumla birlikte oldu' Deyince hamileliğini mahkeme de açıklamış. Üstüne de Boran'ın çocuk sahibi olabileceğine dair test sonuçlarını mahkemeye sunmuş."
"Eee hazırlıklı gitmişler demek ki... Bu işin içinde iş var Mirza." Dedi Cihan.
Başını usulca aşağı yukarı salladı,
"Bence de... Dahası mahkemeden istediğini alamayan Doğan ağa 'Boran karısına güvenmeyip test yaptırdı.' diyerek iftira attı Derya hanıma yarın da aşiret toplanıp karar vereceklermiş Boran'ın akıbetine."
Sessizlik çöktü aralarına biri babasının bu fırsatı kaçırmayacağını düşünüyordu, diğeri bunları duyarsa karısının Mardin defterini komple kapatacağını.
"Ne yapacağız?" dedi sonunda Mirza.
Cihan'ın kafasında ise taşlar yavaş yavaş yerini buluyordu.
"Baban Asım Aladağ, Civan ağa ve Hüseyin Karacahan Doğan'ın tarafını tutarlarsa Bayram amca ağalığı bırakır. Ondan sonrasını da ne sen sor, ne ben söyleyeyim."
Sıkıntılı bir nefes verdi Mirza,
"Boran karısını alır gider, kabak biz kalanların başına patlar." dedi bugün gördüğü manzaradan emin olarak.
Sağa sola bakınıp telefonunu bulan Cihan,
"Dağhan'ın gelmesi lazım..." dedi arkadaşını aydınlatmak için.
Mirza kaşlarını çattı anlamadığı hamleyi sorgularken,
"Niye? Civan ağa dururken oğlu ne yapacak?" dedi.
Cihan telefonu kulağına götürürken,
"Civanla babana kalsak taş devrine geri döneriz, vekalet savaşlarını başlatmanın vakti gelmiş anlaşılan."
Karşıda ki genç adama aklında ki planı anlattı Cihan, Dağhan abisinin akranıydı iyi de arkadaştılar. Hüseyin Karacahan'ın ipini çekmeden önce Bekir'in ağalığı kabul etmesi gerekiyordu ki meydan boş kalmasın.
Sabaha kadar Cihan'ın otelde ki suit dairesinde plan yaptılar.
Cihan'ın güvenecek adamı kalmamışken Mirza'yı ona Allah göndermişti.
Mirza için ise çözemediği düğümü çözecek tek kişi Cihan'dı. Burada ki saçma düzeni en iyi o bilir nerden çomak sokup alt üst edeceğini de kolayca bulurdu.
Sabahın ilk ışıklarına kadar tüm detayları konuşup biri koltukta biri masa başında uykuya yenildi.
Yorgunluktan artık sızmış kalmış olsada uykusunu yine Zelfi'nin çığlıkları böldü Cihan'ın... İrkilerek uyandığında kollarını başına yastık yaptığı için ilk ellerini gördü, kanlı ellerini... Görmemek için kapattı gözlerini... Midesindeki bulantı hiç geçmiyordu, insan kendinden tiksinince böyle oluyordu demekki...
Karşı koltukta uyuyan Mirza'ya aldırmadan balkona çıktı, soğuk hava bıçak gibi kesti tenini. Derin bir nefesi içine çekti ama ciğerine ulaşan yine yangın oldu.
Sırtını duvara yaslayıp oturdu buz gibi zemine Mirza uyanıp başına dikilene kadar içini soğutmaya çalıştı.
Uyurken omzuna attığı ceketin sıyrılıp düşmesiyle uyandı Mirza, önce boş boş baktı etrafa. Aklını toparlayınca onlarları hatırladı. Oturur hale gelip avuç içlerini gözlerine bastırdı. Dün Cihan, Derya hanımı kaçırmamış olsa acil hastaneye çağırılmamış olsalar boşanma evraklarını imzalamış olacaklardı.
Direkten dönmek bu olsa gerekti... Bu şansı iyi değerlendirip ipleri tekrar eline alması şarttı. Bunun için de bugün çok önemliydi.
Sağına soluna bakındı ama Cihan ortada yoktu, hali hiç hoşuna gitmemişti. Tek sorun Hesna yada Zelal değildi içini yakan birşey vardı Cihan'ın ama anlatmayacağını da biliyordu.
Ne odasında ne de banyoda bulamayınca kaşları çatıldı, tam resepsiyonu arayacaktı pencereden ki balkon zemininde ki çıplak ayağını gördü, sürgülü camı yana çeker çekmez,
"Cihan manyak mısın oğlum bu soğukta burda durulur mu?" diye çıkıştı kolundan asılıp kaldırmaya çalışarak,
Sakince burnunu çekti Cihan sonra da Mirza'dan kolunu kurtarıp ayaklandı içeri geçerken,
"Yengeyi arayıp sorsan Hesna nasılmış? Kimseye soracak yüzüm yok." Deyip banyoya yürüdü. Buz tutmuş yüzüne çeşmeden akan su bile sıcak gelmişti.
Mirza bu bahaneye sığınıp Ülkü'yü aradı,
"Efendim." dedi karısının güzel sesi bir yabancıya seslenir gibi.
"Günaydın." dedi bocalayarak.
Ülkü bocalamamış olacak ki,
"Günaydın demek için aramadın herhalde Mirza, iyi misin sen?" diye sordu.
"İyi değilim ama olacağım Ülkü, olacağız güzelim." dedi dünden beri kurduğu hayalleri gerçek yapacağına inanarak.
Sessiz kaldı Ülkü içi içini yemişti dünden beri,
"Mirza..." desede adam müsade etmedi konuşmasına,
"Sadece birkaç gün müsade et bana." dediğinde,
"Birşey değişmeyecek Mirza sende biliyorsun." Dedi kadın ümitlenmeyi bırakalı çok olmuştu.
Derin bir nefes aldı Mirza inanmamakta haklıydı,
"Ülkü'm bunları konuşacağız ama başka bir şey sormam lazım, Hesna Karacahan'ın durumunu öğrenme şansın var mı?"
Ülkü şaşırsa da hekim kimliğine bürünmesi uzun sürmedi,
"Gebelik çok yeni olduğu için düşen bebek anneye zarar vermemiş, öğlene taburcu olur." dedi sabah kontrolü kendisi yaptığı için...
"Ülkü" Dedi Mirza karşıdan ses gelmeyince " Seni seviyorum ve bizim için elimden geleni yapacağım bunu unutma olur mu?" deyip cevap beklemeden kapattı telefonu.
O sırada Cihan gelince,
"Hesna iyiymiş merak etme." dedi içini az da olsa ferahlatmak için.
Eyvallah der gibi başını salladı Cihan,
"Aşağıdan aradılar Dağhan gelmiş inip planı ona da geçelim. Bir de bana iki güvenilir adam bulman lazım, ağızları çok sıkı olmalı." deyince tek kaşını kaldırdı Mirza,
"O ne için?" dedi şüpheyle.
"Babamın ipini çekmek için." diyerek netliğini konuşturdu Cihan.
Üstünde ki takıma bakınca akşamki adamdan eser yoktu sanki hiç birşey olmamış gibi dimdik duruyordu Mirza'nın karşısında.
"Bu işi bitirelim beraber yapalım ne yapmak istiyorsan. Tek başına olmaz." dedi.
"Bu toplantı en zayıf olduğu an Mirza, bu fırsatı kaçırmamak lazım. İki adam bulursan iyi olur yoksa tek gideceğim." dedi tereddütdüz.
Bu kez Mirza başıyla onayladı,en güvendiği iki adamını otele çağırdı.
Dağhan, Civan Ağa'nın eski kafasını hiç bir zaman onaylanmamış. Sevdiği kadını kabullenmeyen ailesini karşısına almaya çekinmeyerek evlenip Kayseri'ye yerleşmişti. Kardeşi Bedirhan iş bilmezin önde gideni olduğu için Dağhan dönsün diye bütün aşireti Civan ağaya baskı yapıyordu.
Bu yüzden bugünün sürpriz taşı Dağhan olacaktı...
Planın detaylarını konuşup Cihan'ın adı geçmeyecek şekilde anlaşınca Mirza ve Dağhan, Bekir'i oyuna dahil etmek için beraber hastaneye doğru yola çıktılar.
Hastanede ise üzüntüsünü eşine belli etmemeye çalışan bir Hesna vardı, dün ilk şokun etkisiyle saatlerce ağlayıp yorgun düşmüştü genç kadın. İlaçların sayesinde uykuya dalmadan önce tek hatırladığı acı ile kavrulmuş Bekir'in kıpkırmızı olmuş gözleriydi.
Kayınvalidesi, eşi ve bir kere görmesine rağmen ablası gibi davranan Nazlı ile üzüntüsünün içinde burukça mutluydu. Acısıyla başbaşa değildi...
Kayınpederini bir daha görmek dahi istemese de içten içe Cihan'ın ziyaretini bekliyordu.
Bekir'in pişmanlığı öyle keskindi ki, öfkesini ardında görmeyip,
"Cihan abim iyi mi?" Diye sordu ortaya.
Nazlı ile Gülhan hanım birbirine baktı üzüntüyle, Bekir ise dişlerini sıktı. Ben bir doktora bakayım deyip odadan çıktı.
"Cihan dün geldi sen uyuyordun annem. Çok merak etmiş, duyar duymaz koştu geldi." dedi kayınvalidesi gelininin güzel kalbini bildiği için gerisini anlatmadı.
"İyiyim anne merak etmeyin." desede kimseyi inandıramayacak kadar bitkindi.
"Değilsin Hesna, güçlü durmaya çalışma acını içine atma güzelim." diyense Nazlıydı. " Şimdi yaşanmazsan sonra daha kötü etkiler içindeki üzüntü." deyip sarıldı Hesna'ya.
Bunu bekliyor gibi tekrar gözyaşı döken kızı sarıp sarmaladı iki kadın.
"Bekir çok üzülüyor anne, onun için güçlü durmaya çalışıyorum ama olmuyor." dedi titreyen sesiyle.
"Sen acını içine atınca anlamaz mı sanıyorsun, daha çok üzülüyor annem yapma böyle... İçine atma." diyerek saçlarını okşadı Gülhan hanım.
Bekir ise içindeki öfkeyi nereye sığdıracağını bilmiyordu, babasının bunca yaptığına bir şekilde sabır göstermiş olsa da sanki bu son darbe dolu bardağı taşırmamış, adeta içindeki öfke barajının kapakları kırıp parçalanmıştı. Yakıp yıkmak istiyordu...
Koridorda volta atarken karşısına dikilen Dağhan ve Mirza'nın cazip teklifleri ile öfkesini kontrol altına alıp aklını tekrar kuşandı. Hüseyin Ağa'nın otoriteritesini bitirmek yapacağı ilk iş olacaktı. Planı yapanın Cihan olduğundan habersiz oyuna dahil oldu.
Saatler sonra Hesna'yı taburcu edip amcasının evine emanet ederek aşiret toplantısının yapıldığı Doğan Ağa'nın konağının önüne geldi. Devran'dan içerde olup bitenin haberini alan üç ağa varisi toplantının en kritik yerinde kapıyı çalıp müsade isteyerek gergin salona girdiler.
Babalar oğullarını görmeleriyle şaşkınca birbirine baktı, hele de oğluna binbir dil döküp yerine geçmesi için bir yalvarmadığı kalan Civan Ağa'nın Dağhan'o görünce gözleri büyüdü.
İçerde beş büyük aşiretin ağaları U Şeklinde döşenmiş sedirlere oturuyordu. Baş köşede ve her zaman Bayram Ağa'nın oturduğu yerde bu kez Mirza'nın babası Asım Aladağ vardı, sağında ise Doğan ağa'ya taraf olduklarını ispat edercesine aynı sedire yerleşmiş Hüseyin Karacahan ve Civan Ağa. Tam karşılarında Bayram Ağa'nın iki yanında iki kalesi Boran ve Devran. Bu manzara şaşırmamamıştı gençleri ama Boran'ın yanında siyah sade bir elbise içinde tüm özgüveni ile oturan Derya Hanoğlu oldukça şaşırtıcı olmuştu. Böyle toplantılara kadınların katılması pek adetten değildi. Zaten kadın sesi çıkmadıkça daha makbuldü ya neyse...
Bekir dünden sonra asla karşılaşmak istemediği babasıyla göz göze gelmemek için tarafını belli edercesine Devran ve Boran selam verip Bayram Ağa'nın elini öperek onlardan tarafa sedire yerleşti. Onu Mirza ve Dağhan takip ettiğinde dengeler fazlası ile şaşmıştı.
Nihayetinde Doğan ağa söz hakkı verildiğinde kurnazlığı ile bilinen adam, dün mahkemeden elde edemediği herşeyi bu toplantıda elde etmek niyetindeydi.
Oğluyla Elif'in ilişkisinden başlayarak, Devran'ın oğlu Savaş'ın ölümünün azmettiricisi olduğuna kadar herşeyi anlattı. Hatta Boran'ın eski eşi Elif'in öldüğün de oğlundan hamile olduğuna kadar ileri gitti.
Ağalar şokla birbirine bakarken Boran'ın bir yabancının hayatını dinliyormuşçasına rahatlığı Doğan Ağa'nın sinirini bozmuştu. Bekledi ve istediği tepki bu değildi.
Asım ağa duyduklarını doğru olup olmadığı bu kez Boran'a sordu.
Boran gayet dik yönünü karşısındaki adamlara çevirdi,
"Ağalar benim eşim yanım da, ona karşı sevgim de saygım da sonsuz. Elif'e gelince..." deyip derin bir nefes aldı. " O beni hiç sevmedi, diyeceksiniz ki niye o kadar zaman üzülüp yasını tuttun? Ben ailem olarak bildiğim kadını koruyamamanın, günahsız bir cana kıyılmasını engelleyememenin yasını tuttum." deyip eşine baktığında Derya hanım samimi bir tebessümle ona destek oldu.
" Sizin merak ettiğiniz kısma gelirsek, beni aldattığını evliliğimiz boyunca hiç düşünmedim. Şimdi ise ölmüş birinin ardından bu muhasebeyi yapmak ne işime yarar, ne de bana yakışır. O günahların bedelinin ödetildiği gerçek Dünya'ya gitmişken burda bunları konuşmak çok anlamsız." deyip arkasına yaslandı.
Doğan Ağa ise suya düşen planlarını kurtarmak derdindeydi.
"Sen mezhebi geniş olabilirsin Boran Ağa ama ben oğlum da olsa bu suçun cezasız kalmasını istemiyorum. Senin namusun olan kadın söz konusuyken, sen beni ilgilendirmez diyemezsin."
Kışkırtıcı üslubu Boran sakin tavrını bozmaya yetmedi, genç adam yönünü Doğan ağaya çevirdi,
"Beni ilgilendiren tek kadın yanımda oturuyor Doğan Ağa, ona da iftira atıp Mardin'in diline düşürmeye kalkan sensin. Ölmüş oğlunu bile kendi amacın uğruna harcarsın, biz Savaş ile hiç anlaşamadık. O bunu başkasının eşine göz dikecek boyuta getirmişse de, elimde delil yok. Ne yapalım ölmüş insanlardan hesap mı soralım." dedi gayet rahat ve onun kışkırtma çabasını boşa çıkardı.
Doğan ağa daha da hırslandı,
"Ateş olmayan yerden duman çıkmaz!" dedi hiddetle.
"Niye çıkmasın?" diye sordu Boran karşısında hırsından gözü dönmüş adama. "İki gündür Mardin de dolanan benim karıma güvenmeyip test yaptırdığım yalanı da ateş olmayan yerden çıkan bir duman değil miydi. Bunun için aşireti toplamadınız mı?"
Ağaların kafası karışmış olacak ki birbirlerine baktılar.
Asım ağa derin bir nefes aldı,
" Boran oğlum, sen inanmıyorsun diye Doğan ağanın anlattıklarını yok sayamayız. Elif için bedel ödetmek zorundasın." dediklerinde tam da Doğan Ağa'nın ekmeğine yağ süren noktaya gelmişlerdi "Ayrıca biraz evvel ki mevzuyu insanlara anlatamayız, ne hastaneye ne doktora güven kalmaz. Kuma diye tutturanların önünde duramayız." deyip sustu.
Boran ise gayet sonuç odaklıydı,
"Ne olacak yani?"
"Yanisi eşinin uğradığı haksızlığı gideremeyiz, insanların tekrar güvenini sağlayamayız. Bilirim Bayram ağanın vekilisin ama bu saatten sonra sözünü aşirete geçiremezsin. Ya eşinden geçeceksin, ya ağalıktan." Dedi Asım Aladağ.
Boran ise zaten bunu bekler gibiydi karısının elini tutup ayaklandı,
"Ben seçimimi buraya yanımda eşimle gelirken belli ettim ağalar, sizde tarafınızı belli ettiniz madem benden buraya kadar." deyip kapıya doğru iki adım attı, Devran da peşleri sıra onları takip ettiğinde,
Bekir de ayaklanıp,
"Boran dur kardeşim, yakma gemileri." diyerek olaya müdahil oldu.
Duraksadıkların da, Bayram Ağa'nın sesini duyuldu,
"Bekle Boran Ağa, beraber gidelim. Lakin ağalara iki çift lafım var." deyip oturmalarını işaret etti.
Boran; Mirza, Bekir, Dağhan ile göz göze gelip elini minnetle Bekir'in omzuna iki kez vurdu. Destekleri için sessiz bir teşekkür etti kendi üslubunda.
Bayram Ağa'yı çiğnemeyeceği için tekrar yerine oturdu.
Bayram Ağa karşısında ki yaşlı adamlara baktı değmezsiniz der gibi,
"Derya kızım bu ağalara diyecek sözün var mıdır? Söyle ki için de kalmasın." deyip sözü desteğini hiç esirgemediği gelinine verdi.
Bu hamleyi bekliyor olacak ki Derya hanım yerinde dikleşti,
"Ne demeli bilmiyorum ki babacım, sözün bittiği yerdeyiz. Ölmüş bir kadının hakkını arayan ama hayattayken hakkımı yemekte mahsur görmeyen insanlara ne denir ki." derin bir nefes alıp devam etti.
"Üniversitedeyken bir hocam vardı, kökeni bu topraklara dayanan ama kendini adalete adamış bir kadın, Mihrimah Kızıltepe. Törelerin masum insanlar üzerinden suçtan caydırma üzerine kurulu bir sistem olduğunu, berdel ve kan davasının ailendeki masumları düşünerek nefsine yenilmemeyi temel edindiğin anlatmıştı. Ve derdi ki burada en büyük zafiyet bencil insanların yok sayılmasıydı. Kardeşini, evladını hatta ana babasını kendi hırsı uğruna harcayacak bencil insanlar var oldukça töre hep zalim olaracak, hep can yakacaktır." dediğin de Doğan ağaya bakışları meydan okuyordu.
Töre denilen kara düzen daha güzel özetlenemezdi...
Ondan gözlerini çekip Hüseyin Ağa'ya döndü.
"Dün oğlunuz Cihan Karacahan beni kaçırdı." Dediğinde konudan habersiz olacak ki Bayram Ağa'nın çıkışı gecikmedi,
" Ne demek kaçırmak, benim niye haberim yok?" diye kükredi.
Devran'ın onu sakinleştirmesi zor olmuştu.
Derya hanım ise tereddütsüz devam etti,
"Ben kızınızdan ayrısınız, bir evladınızla daha sınanmayın istemiştim ama sanırım bencil olmak da fayda var. Siz düşünün oğlunuzu nasıl kurtaracağınızı."
Bekir'in dudakları memnuniyetle belli belirsiz kıvrıldı. Bela arayana Derya hanım yeterdi.
Asım Aladağ ortayı bulmak ister gibi araya girdi,
"Derya kızım bizi de anlaman lazım, buraların bir düzeni var. Uymak zorundasın, seni kurtarmak için bütün taşları yerinden oynatamayız."
Mirza babasının basiretsizliğini ilk defa kanlı canlı gördü, bu yaşlı tayfa ile bir karış ilerleyemeyecekleri netti. İçinden Cihan vekalet savaşlarının zamanı geldi derken çok haklıymış diye geçirdi.
Avukat hanım ise zarifçe güldü,
"Bu toplantıyı yönettiğinizi bütün Mardin bilecek Asım Ağa, insanlar verdiğiniz hükme de saygı duyacak belki. Ama siz en büyük kaybı kendi haneniz de yaşayacaksınız. Bu haksızlığınızı sizin yanına bırakmaz Ülkü Aladağ. Çünkü sizin sandığınızın aksinize, bize dokunmayan yılan bin yaşasın demenin kendi sonumuzu hazırlamak olduğunu bilecek kadar zeki kadınlarız." dediğin de Asım ağanın bakışları oğlu Mirza Aladağ'ı bulmuştu. Oğlunun tarafı belliyken çok birşey diyemedi.
Onlara göre tuzu kuru olan yada öyle olduğunu sanan Civan Ağa,
"Sen bizleri tehdit mi ediyorsun gelin hanım? " dedi alaylı bir ifadeyle.
Derya Hanoğlu bu kez ona döndü,
"Kimseyi tehdit etmiyorum Civan Ağa, gitmeden önce yapacaklarımı anlatıyorum. Bu arada Kayseri'ye yerleşmeyi düşünüyoruz. Gelininiz Sevinç'i de Mardin'de yaşamamakla ne kadar doğru bir karar verdiği konusunda tebrik edeceğim."
Dağhan yanınada ki iki arkadaşına sessizce fısıldadı,
"Bu kadın varken bize gerek yokmuş ağalar, hepsine tek başına yeter Allah Boran'a dengini vermiş." Dedi keyiflendiğini saklama gereği duymadan.
Boran hayranlıkla dinlediği karısının elini tuttu, çekinip sakınmadan,
"Siz sanıyor musunuz ki ben karıma attığınız iftirayı temizlemeden gideceğim. Huzurunuz bozulmasın diye gizlice örtbas ettiğim sperm bankası operasyonunu tüm Mardin öğrenecek. Benim o testi neden yaptırdığımı herkes bilecek. Ardımda nasıl bir cehennem bıraktığım umrumda bile olmaz. Hanginizin kızının üstüne kuma gelir. Hanginizin oğlu zürriyetsiz ilan edilir bu saaten sonra sizin sorununuz." dediğinde açık açık tehdit eden oydu aslında.
Bayram Ağa sessizce dinledi konuşulanları. Yeeibden kalkıp Asım ağanın yanına, yani esas oturması gereken baş köşeye geçti.
" Doğan..." dedi "Yıllardır ettiğin düşmanlığın sonuna geldik. Sen bugün istediğini alacaksın. Sana tek bir soru soracağım."
Herkes sus pus olmuş yıllardır süren düşmanlığın bitişini ve biterken sorulacak kadar bekletilmiş soruyu merakla bekliyordu.
Doğan ağa yerinde dikleşti, o da gelecek soruya odaklanmıştı.
"Dilan'ın canına kıyacağını bilsen, yine Mustafa ile Havva'yı yakalayıp aşiretin önüne atar mıydın?"
Bekir halasının adını duyunca şaşırdı demekki düşmanlığın temelinde karşılıksız aşk vardı.
Doğan ağanın ise gözlerinden çok duygu aynı anda geçti ama bunların içinde pişmanlık yoktu,
"Bugün olsa yine aynı şeyleri yaparım Bayram, Dilan benim olmadıysa senin de olmadı." dedi tüm bencilliği ile.
Bayram Ağa gözlerini kapattı acıyla, eli ceketinin iç cebine gitti. Eskimiş, saman kağıdından bir zarf çıkardı. Titreyen parmakları ile içindeki mektubu açtıp okumaya başladı sevdiği kadından elinde kalan son hatırayı,
"Bayram, sen ve ben hiç bir zaman bu topraklara ait olmadık. Sen okumaya gittiğinde 'bekle dönünce evleneceğiz' demedin. 'Dilan'ın ümidini kaybetme sen de okuyacaksın, bu topraklara adalet getireceğiz' dedin.
Bayram'ım, hayat bize gülmedi. Berdeli kabul etmek zorundasın, kimse kardeşinin cenazesi üzerine yuva kuramaz. Sen daha Dilberle nikahlanmadan, Doğan kapımızda bitti, yüzüğün parmağımdayken 'ölürüm yine senle evlenmem' dediğim adama sözler verildi. Ben bilmiyorum sanıyorlar ama herşeyden haberim var. Ayrılığının acısına bile kanamadım...
Biliyorum sen her zaman çözüm bulursun. Biliyorum beni kimseye yar etmezsin. Ben de senden başkasına yar olamam zaten. Fakat gücümüzün yetmediği yerdeyiz.
Gidiyorum, ailemin yüzünü eğip verdikleri sözü çiğneyemem, Dilber'in üstüne kuma gelemem. Bizim kavuşmamız mahşere kaldı çavreşamın(karagözlüm). Benim bu törelere gücüm yetmedi ama senin yetsin Bayram. Dilber'i suçlama, hayal ettiğimiz evlatları onunla yetiştir. Bu topraklara seninle deli bir Boran bırakmak istedim, olmadı... Ama karagözlü bir oğlun olursa adı Boran olsun. Belki bizi yarım bırakan törelerin gücü ona yetmez... Dilan'ın gücünün yetmediği yerde bile dik duracak kadar deli bir kız bul oğluna, bu topraklarda adaletin simgesi olsunlar.
Seni çok seviyorum çavreşamın.
Dilan'ın.
Mektubu katlayıp yine sol göğsünün üstüne gelecek şekilde cebine koydu. Gözlerinden akan yaşları saklama gereği duymadan Doğan'a döndü,
"Sen benden Dilan'ı alabileceğini sandın, bencildin hâlâ da öylesin Doğan." deyip derin bir nefes alıp devam etti, "Benden buraya kadar ağalar, şimdiye kadar sevdiğim kadının vasiyeti için çabaladım. Yıllardır kimsenin hakkını yemedim, yedirmedim. Dilan'ımın dediği gibi onun gücünün yetmediği yerde size meydan okuyacak kadar gözü kara kızı bulduğunda tamam Bayram dedim gözün açık gitmeyecek, Dilan'ın vasiyetini yerine getireceksin."
Kızım dediği gelinine dönüp gülümsedi,
"Derya'yı size yedirmem, hoş bana ihtiyacı yok, hiç bir zaman da olmadı. Hepinizin hakkından gelmeyi iyi bilir. Fakat onun gibi hanım ağa bu topraklara çok fazla. Dediği gibi, ölü olan Elif'in hakkını aradınız ama benim kızıma iftira atan adama hesap sormak aklınıza bile gelmedi. Bundan sonra layık olduğunuz gibi yönetileceksiniz. " deyip parmağındaki Mardin ağalığını temsil eden yüzüğü çıkarıp Asım Aladağ'ın önündeki sehpaya bıraktı.
Herkes şaşkın gözlerle birbirine bakarken ilk kendine gelen Mirza Aladağ oldu,
" Bayram amca yapma, oluk oluk kan akar bu topraklarda. Müsade et orta yol bulalım." dedi kendinden oldukça emin çıkan sesiyle tüm bakışlar ona dönmüştü.
"Babanın yapmadığı neyi yapacaksın Mirza?" diye sordu Bayram Hanoğlu yani Ağa olmuş Mirza'ya.
Yerinde bir soruydu...
"Babamın yapmadıklarının peşinde değilim, ama burdan bu haksız hüküm çıkarsa ben de karımın elinden tutup gideceğim, devranın dönmesini bekleyip bu düzene evliliğimi feda etmeye niyetim yok. Belli ki en başından Dağhan haklı, Boran savaştı olmadı, ben dediklerini yaptım olmadı. Ya Derya hanıma attılan iftirayı temizlersiniz yada kendinizi çok kıymetli aşiretinize liderlik edecek diğer oğlunuzun yapacaklarına hazırlarsınız." Diyerek babasına hiç beklemediği kadar sert bir rest çekti.
Asım Aladağ oğlunun gözlerinde ciddiyetini gördü. Evliliğini Arjin hanıma oyuncak etmeyecek kadar gözü açılmıştı.
Hüseyin Karacahan'ın diyecek sözü yoktu.
Civan ağa ise sözün bittiği yerdeydi. Oğlunun bir gün döneceğine olan tüm ümitleri son bulmuştu.
Doğan ağa ise bu çıkışları beklemediği için zaferinin tadını çıkaracağını sandığı anlarda şoktan şoka sürükleniyordu.
Hüseyin Karacahan bir cesaret Bekir'e döndü,
"Sende mi gideceksin Bekir?" diye sordu.
"Gitmeyeceğim Hüseyin Ağa ama ağalık da etmeyeceğim. Ya Boran geçer başa bizde size vekalet ederiz yeni bir düzen kurulur, ya da bizi yok sayıp yolunuza Doğan ağayla devam edersiniz." dediğin de Mirza ve Dağhan da onu onayladılar.
Doğan Ağa,
"Derya hanımı zor duruma düşüren durumun yanlış anlama olduğunu açıklar bunu düzeltiriz ama ağalık bende kalacak." dedi tüm netliği ile.
Bekir Karacahan alaylıca güldü,
"Zaten yapman gerekeni bize lutüf gibi gösterme Doğan ağa, biz pazarlık yapmıyoruz. Boran aşiretin başına geçmeyecekse yokuz."
Boran eşinin tuttuğu elini hiç bırakmazken durumdan oldukça memnundu. Hedefi Doğan Ağa oldu,
"Eee... Doğan ağa benim ve Devran'ın başına çorap örerken bunu düşünmeliydin. Kim sana nasıl güvensin? Bugün bana yaptığını yarın onlara yapmayacağın ne malum?"
Ortam da buz gibi bir sessizlik oldu. Peşi sıra ise herşey su gibi aktı. Boran aşiretin başına geçip babasının yüzüğünü takarken, Mirza ve Bekir artık babalarına vekalet edeceklerdi. Civan ağa şimdilik devam etse de önemli kararlar alınırken Dağhan'ın Mardin de olması şartı konuldu.
Doğan ağa da oğlunu kendine vekil kılabilir yada yanlız kaldığı bu yolda devam edebilirdi. Yanlız kaldığı için gücünü de yitirmişti.
Cihan'ın kurduğu oyun kusursuz işlerken ağalar bir bir konaktan ayrıldı, Hüseyin Karacahan ise dışarı çıktığında ne sağ kolu Kemal'i bulabildi ne de her sırrına hakim şoförü Naci'yi.
Onlar yoktu ama Hüseyin Ağa'yı bekleyen bir polis arabası vardı...
Upuzun bir bölüm ile geldim. Bu toplantı Muhtemel Aşk kitabım için finale giden önemli bir bölümdü.
Muhtemel aşkı okumayan varsa kafası bi tık karışmış olabilir ama çoğunuz Derya'nın hikayesini biliyor ve seviyorsunuz. Bilmeyen arkadaşlar için Muhtemel Aşk'ın 'Yolun sonu' bölümünü okumak aydınlatıcı olabilir.
Hüseyin Ağa'nın başına neler gelecek bakalım. Cihan akıllı bir adam ve artık bunun hakkını verecek gibi...
Boş bol yorum yapmak yeni bölümü erken getirmenin en kolay yoludur hatırlatırım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 120.17k Okunma |
11.77k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |