42. Bölüm

39. Bölüm

Zaman Sızım
zamansizim84

Bol bol satır arası yorum bekliyorum canım okurlarım...

 

 

Karacahan konağından ayrılmak Hesna'ya iyi gelmişti, ayrılmadan önce yaşadıkları kötü anıyı hiç unutmayacaktı ama sanki bu yeni evde kendi öz benliğini bulmuştu.

 

Konaktan buraya sadece yardımcı kızlardan Songül gelmiş, geri kalan herkes herşey orada kalmıştı. Bekir'in de ordan ayrıldığından beri daha huzurlu olduğunu görmek hem Hesna'yı hemde Gülhan hanımı mutlu ediyordu.

 

Cihan geçen zamanda kendine ayrılan bir oda olmasına rağmen çoğunlukla otelde ki odasında kalıyor. İşleri de yoğun olduğu için bunu bahane ederek Bekir'den kaçıyordu. Bunda Bekir'in beraber oturdukları sofrada bile Cihan yokmuş gibi davranıyor olmasının payı büyüktü elbet. Hesna ile her seferinde papaz olsalar da bu yaptığını ısrarla sürdürüyordu.

 

Hesna yemek hazırlıklarını tamamlayıp hazırlanmak için odasına geçti, konağın aksine burda kendini evinde hissediyor, yemek yapmaktan, sofra kurmaktan müthiş keyif alıyordu.

 

Banyoya girmek için üzerindekilerden kurtulduğu sırada kapı teklifsiz açılınca, henüz çıkardığı için elindeki bluzu kendini saklamak isteyerek göğüs hizasında tutup refleks ile kapıya döndü.

 

Bekir ise karşılaştığı manzaradan fazlasıyla memnun kapının kilidini usulca çevirdi, elindeki iş çantasını yandaki berjere bırakıp,

 

"Bu ne güzel karşılama Hesna hanım..." Diyerek arada ki mesafeyi azalttı.

 

"Karşılaşma falan yok Bekir Bey, banyoya girecektim ve hatta şimdi giriyorum boş heveslere kapılmayın." diye terslendi.

 

Bekir onun bu tavırlı hallerine ayrı bayıldığından pek de etkilenmiş değildi, hatta dudağı daha da kıvrıldı,

 

"Ne heves etmişim karıcım?" deyip bir adım daha yaklaşınca aralarında ki mesafe de azalmış oldu,

 

"Boşa şirinlik yapma, kırk yılın başı birşey rica ettim yapmadın. Üzülüyorum ama..." Diye tamamladı cümlesini.

 

Evet yine tribin sebebi Cihan'dı, vallahi kardeş demeyip bacağına sıkacaktı bu gidişle ama Cihan'ın halinin hal olmadığının da farkındaydı Bekir. İki gündür eskisinden de beter olunca Hesna bir derdi var diye tutturmuştu. Evde yüzüne bakmasa da gölge gibi peşindeydi bir yanlış daha yapmaması için, öyle olunca da halinin sebebini öğrenmesi zor olmamıştı,

 

"Dün ceza evine gidip Zelal ile görüşmüş ondan keyfi yokmuş anlayacağın... Benim gölgem üstünde Hesna ama fazlasını bekleme içimden gelmiyor birşey olmamış gibi davranamıyorum." dedi açık yüreklilikle.

 

Buna da Hesna'nın diyecek sözü yoktu, Bekir bir abi olarak çok uyarmıştı onu haklıydı. Cihan, Zelal'in yanına niye gitmişti ki?

 

Tam ağzını açacağı sırada Bekir'in beline dolanan kollarları ile kalakaldı,

 

"Ben bıktım ya bu adam yüzünden trip yemekten, vallahi kinimi körüklüyorsun Hesna. Affedeceğim varsa da kaçıyor ha..." dedi sistemle.

 

Elindeki bluzu yer çekiminin insafına bıraktı Hesna, üzerinde dantel bir sütyen ile belini saran adama doladı kollarını,

 

"Bıktın yani benden." Dedi adamın lafından işine geleni cımbızla çekerek, yalandan dudak büzdü.

 

Karısının cilveli hali ile mest oldu Bekir,

 

"Hımm... Bıktım bak nasıl bıktım bir detaylıca anlatayım sana, senin dilin çok uzadı bir ayar verelim değil mi?" dediği gibi dudaklarına kapandı karısının, dili, dişleri işin içine dahil olurken Hesna yaktığı ateşten memnun Bekir'in boynuna doladığı kollarından destek alıp kucağına tırmandı. Karısından bu atağı beklemeyen Bekir anlık şaşırsa da kolunun birini kalçalarının altından geçirip kendine bastırdı. İkisinden de tatlı bir inilti yükselirken Hesna'nın sırtı önce duvarla, sonra yatakla buluştu. Elleri Bekir'in düğmelerini çözerken, bu manzarayı keyifle izleyen kocasını üzerine çekip tenlerini tekrar kavuşturdu.

 

Bu cesur halleri, istediğini saklamayan, zevk aldığını belli eden tepkileri bu eve özeldi sanki... Utangaç, hayata mülteci Hesna gitmiş, yerine dişi, ne istediğini bilen bir kadın gelmişti. Bu ev hepsine iyi gelecekti...

 

Bekir dakikalar sonra hızlı başlayıp, ateşli biten birleşmenin hazzıyla Hesna'nın üzerine yığıldı.

 

Nefesini düzene sokamadan,

 

"Sen bu ateşli kadını aylardır nerde saklıyordun Hesna? Öldürüyorsun beni..." Diye soludu.

 

Karısının işve ile kıkırdaması onunda dudaklarının bükülmesine sebepti.

 

Kalbinin üzerine bir öpücük bırakıp, ezdiği bedenin üzerinden kendini yana bıraktı. Hemen göğsüne yerleşen kadının yerini yurdunu bilir oluşuna sarılarak karşılık verdi. Öyle ki içine alıp saklayası vardı bu kadını, kadınını...

 

"Bekir... Doktor tekrar bebeğiniz olur dedi ama yine de içimde blr korku var. Sen üzülme diye ses etmiyorum ama... Ben yitip giden bebeğimle çok bağlanmıştım, çok hayaller kurmuştum. Ya olmazsa? Ya bir daha bana tutunamazlarsa? Koruyamazsam yine?" dedi içinde daha fazla tutamayarak.

 

Bekir, Hesna'nın içini şenlendiren kokusunu soludu yine,

 

"Sen koruyamadın diye yitip gitmedi ki Hesna'm... Doktora güven ki korkun seni kötü etkilemesin ha küçük hanım? O müjdeyi verdiğin gün seni pamuklara saracağız güzelim... Allah'ın izniyle, hayal ettiğin gibi bu ev çocuk sesleri ile çınlayacak." Dediğinde kolunu sıkılaştırıp daha çok sarıldı karısına.

 

Hesna da daha çok sokuldu ona...

 

Bekir'e inanacaktı, başka çaresi de yoktu zaten...

 

Ağırlaşan havayı,

 

"Öyle tek atışta tutturamayız güzelim, gel garantiye oynayalım." diyerek karısını tekrar kucağına çeken Bekir dağıttı.

 

Hesna küçük çığlığını elini dudaklarına kapatarak zor yutmuştu.

 

Yemek saatine kadar hasret giderip sofraya geç kalmamak için aşağı indiler.

 

Gülhan hanım onların neşeli hallerinden çok mutluydu, tek tutunacak dalı Bekir ve Hesna'ydı. Cihan toparlanacak yerde daha çok dağılıyor bu da annesini üzüyordu.

 

Cihan abisinin olduğu yerde adeta yok olmak ister gibi bir sessizliğe bürünüyor bu da evin hanımlarını çok üzüyordu. Bekir için ise Cihan masada yoktu, gözünü bile değdirmiyordu oturduğu sandalyeye. Evinin kapılarını ona açmıştı çünkü gözünün önünde olsun istiyordu. Bir hataya daha tamammülü yoktu.

 

"Abi bak sevdiğin mezelerden yaptık." Diyen Hesna ile masada ki sessizlik bozuldu.

 

Cihan kırmamak için tabağına aldığını yoğurtlu mezeden sonra,

 

"Eline sağlık abicim." Dedi sadece, çatalı ile yemeğini sağa sola itelemeye devam etti.

 

Duyduklarından sonra midesi tek lokmayı bile almıyordu, çöken göz altları dikkatten kaçacak gibi değildi. Zelfi uyku bile uyuyamazken, yemek, içmek, huzurla uyumak haramdı. O bu bataktan çıkana kadar da öyle kalacaktı.

 

Bekir göz ucuyla kardeşinin yemeğini didikleyişine bakıp sıkıntılı bir nefes alıp verdi.

 

Bu akşamı da böyle tamam ettiler, bir yanları umutlu bir yanları buruk.

 

✨✨✨✨

 

Hapishane de ise Cihan uğradığından beri huzur yoktu, değirmenin suyunun kesildiğini anlayan yalaka tayfa bu kez eziklendikleri ağa kızını ezme derdindeydi.

 

Öyle ki ne yedikleri yemek yemeğe benziyordu, ne içtikleri çay çaya... Banyo da bile Şilan ile Zelal birbirini kollayarak sıra ile girip çıkıyorlardı. Tek kaldığı her an, üzerinde bir göz hissettiği her dakika Cihan'ın tehditi Zelal'in korkuyla ürpermesine yetiyordu. Cihan bunu yapar mıydı? Zelal önceden olsa yapmaz derdi ama o gün gördüğü adam abisi değil celladıydı. Son dakikaya kadar kontrolünü kaybetmemişse de Zelfi mevzu bahis olunca gözünde dönen ateşi beklemiyordu Zelal.

 

Zelfi'den geriye bir enkaz kalmışken, hiç bir erkeğin ona kadın gözüyle bakacağını sanmıyordu. Ne o savurdu mu akıl alan saçları vardı,ne ok ok kirpikleri kalmıştı. Kağıt gibi parlayan teni son gördüğünde yaşlı bir köy kadını gibi gün yanıkları ile doluydu. Bu haline rağmen mi seviyordu Cihan, erkek adam başkasının elinin değdiğine dokunabilir miydi? Erkekler de bencil yaratıklardı, eşleri olacak kadını ilk kendileri öpüp koklasın ister ama kendileri koklamadık çiçek bırakmazlardı.

 

Zelal de abisinin bu yanını uyandırıp öfkesini başka tarafa çekmek istemiş fakat hiç beklemediği bir yanıt almıştı.

 

Döne halası da başına bela olmuştu, Nazlı'nın çekip gitmesinden annesini meshul tutan Cemil ne arayıp soruyor, ne de beş kuruş para yolluyordu. Zaten kendi de içerdeydi ama gücü anasına yetiyordu. Hele Nazlı'nın çekip gittiğini duyunca delirmiş, koğuşu dağıtıp hücre cezası almıştı.

 

Hüseyin Ağa'nın ise eli kolu bağlıydı, kendi elleriyle oğluna verdiği umumi vekâlet sayesinde Cihan babasının üzerinde tek telli kuruş bırakmamış, dahası Zelal'in olan ne varsa hepsini Hesna'nın üzerine geçirmişti.

 

Oğlunun bu derece gözünün döneceğini hesap edemeyen Hüseyin Ağa içerde kuyruğu dik tutmaya çalışsa da saltanatının çöküşü yakındı.

 

✨✨✨✨✨

 

Mardin'de bunlar olurken, İstanbul'da Miran günden güne kopan iplere düğüm atmaya yetişemez olmuştu. Canan ile ne yapsa kaliteli iletişim kuramamış dahası geçen ay iş bulup mesleğini yapmaya başlayan kadın her geçen gün daha da uzaklaşır olmuştu.

 

Artık ne yapacağını bilmediğinden iş çıkışına gidip güzel bir yemeğe götürerek tekrar konuşmayı deneyecekti.

 

İşlek caddede arabanın içinde çıkışını beklerken, yanında iki erkek bir kadınla gülüşerek camlı binadan çıkan Canan evde hiç olmadığı kadar neşeli ve iyi görünüyordu. Onlar sohbet ederek kendine yaklaştığında arabadan indi Miran.

 

Canan ise kendine yaşına uygun temiz bir sayfa açmış, sanki yeni doğmuş gibi sıfırdan bir hayat kurmanın derdindeydi. Öyle ki yanında ki arkadaşları ne Miran'ı ne de ölen bebeğini biliyordu.

 

Arabasından inen adamı görünce paniklemesi de bundandı, bu halini Miran'dan saklayamadı zaten öyle bir derdi de yoktu. Çatılan kaşlarını görünce adımları duraksadı.

 

Arkadaşlarına dönüp, bir yakınının onu almaya geldiğini söyleyerek hatta kıskanç geri kafalı bir tip olduğunu ima ederek onlardan uzaklaşıp Miran ile iletişim kurmadan arabaya bindi.

 

Habersiz gelip kendini kontrol etmeye çalıştığını düşünerek trip atıyordu, çünkü aslında tam olarak Miran yokmuşçasına bir hayat kurarken hem inceden vicdan azabı duyuyor hemde yıllar sonra bulduğu temiz sayfaya eski hayatından tek bir harf taşımak istemiyordu.

 

Onun bu yaptığı aptal bir adam olmayan Miran için fazlaca anlam içeriyordu, fakat anlamak akıl, kabullenmek kalp işiydi... Miran iki ayı geçkin zamandır ilişkilerini kurtarmak için kürek çekip çabalayan tarafken Canan'ın çektiği kürek tam tersi içindi. İki kürek ters hareket ederse o sandal ancak yerinde dönüp durur içindekileri bir adım ileri taşımazdı.

 

Tam bu nokta da Canan için aldığı arka koltukta ki gül buketi boynu bükükçe olduğu yerde kaldı. Bu ilişki de dananın kuyruğunun koptuğu son noktaydılar. Artık kabullenmenin zamanı geldi geçiyordu belki de.

 

Planı bozmadı, yemek için yer ayırttığı restorana sürdü arabayı, valeye anahtarı teslim edip indiklerinde Canan'ın gözü anlık arkadaki buketi seçti ama araba çoktan gitmişti.

 

Miran'ın elini belli belirsiz hissetti belinde içeri yöneldiler yavaş adımlarla. Cebinde ki yüzük kutusu sanki cebinde kaldırım taşı varmış gibi ağırlaştı.

 

Temiz bir başlangıç, haksızlık etmemek adına bir adım olarak bugün aldığı tektaş...

 

Karşılıklı oturdular siparişi yine aynı sessizlikte verip gelen yemeklere kadar ikisi de farklı şeyler düşünerek boğazın eşsiz manzarasını izlediler.

 

Servisi yapan garsonun afiyet olsun demesi adettendi tabii... Ağız da tat bırakmayan ortam fazlaca gergindi,

 

"Eskiden..." Deyip duraksadı Miran hafifçe dudak büktü "Çoksa eski sayılmaz aslında aylar öncesi sadece." Dedikten sonra devam etti "arkadaşların ile tanışayım, yapılan organizasyonlara beraber katılalım istediğin, ama buna uygun bir sıfatımız olmadığı için geri adım attığın günler." deyince Canan gözlerini kaçırdı.

 

Ne çok hevesi kursağında kalmıştı, Miran onu hiç bırakmamış ama hiç de onun olmamıştı. Ne elini tutup özgürce gezebilmiş, ne bir arkadaş ortamında sevgilim deyip tanıtabilmişti...

 

"Şimdi geldiğimiz noktada hepsine sahibiz ama sanırım senin için yasakken olduğu kadar cazip değil bu fikir." Dedi sitemden uzak bir tespit ile.

 

Sessiz kaldı Canan, tanıştıkları ilk günden bu yana yaşananları düşündü, köyden kurtarışını, amcaoğlundan yediği bıçak darbesini, Miran'ın aldığı ilk bilgisayara ne çok heyecanlandığını, yaptığı Allah affetsinlik yemekleri azimle yeyişini, Narin'den sonra ki çırpınışlarını...

 

Niye sevmişti Miran'ı...

 

Yapamadığı yemekler ile dalga geçse sever miydi?

 

Yada gözünün önünde kalsın diyerek istemediği bir bölümü Mardin'de okumaya mecbur etse sever miydi?

 

Narin gibi hem ağa kızı, hem güzel bir kadına yönünü dönüp bakmamış olması bile sevilmesi için yeterdi değil mi?

 

Artık hiç biri yeterli gelmiyordu Canan'a...

 

Yaşıtlarının ne kadar özgür, ne kadar kaygısız yaşadığını bugün daha iyi anlamıştı. İş çıkışı bir kahve içmek için kimseye ne haber, ne de hesap vermek zorunda değillerdi.

 

"Miran ben artık yaşımı yaşamak istiyorum, iş çıkışı arkadaşlarımla kahve içmek, plansızca sinemaya geçip saatin kaç olduğunu düşünmeden eve dönmek... Maaşımı alıp gönlümce alışveriş yapmak..."

 

Miran'ın dudağının bir yanı burukça kıvrıldı. Canan devam etti,

 

"Biz seninle çok şey yaşadık, çok şeyi paylaştık hatta son dönem paylaşamadık bile... İsteklilerimiz beklentilerimiz değişti."

 

Miran bu noktada kendi içini sorguladı ne istiyordu Miran? Bu soruyu sormayalı çok uzun zaman olmuştu.

 

"Biz bu yolu beraber devam edemeyiz, çabanı görüyorum ama olmaz. Ben senin istediğin aileyi sana veremem, artık anne olamayacak bir kadın için bu emek yersiz." Dediğinde Miran'ın aralanan dudaklarını görünce onun konuşmasına fırsat vermeden devam etti,

 

"Evlat edinelim diyeceksin..." dediğinde birbirini bu kadar iyi tanıyor olmak ilk defa can sıkıcıydı. "Benden anne olmuyor gördün, canımdan kopana annelik edemedim. Belki sütüm kesilmese, belki sevgi bağı kurabilsem bırakıp gitmeyecekti bizi..."

 

Kendi içinde ki mahkeme de aklanamayan birini başka hiç kimse aklayamazdı. Bebeği onun şansıydı ama Canan ona sırtını dönmüştü. İçinde o yasın kırk mumu hep yanacaktı...

 

"Bu konuşmanın sonu nereye gidiyor Canan, dilinin altında ki baklayı çıkar artık..." diyerek geriye yaslandı Miran.

 

"Azad et beni... İkimizde yolunuza bakalım. Sen aileni kur, ben kaçırdığım yaşlarımı yaşayayım." dedi bir çırpıda.

 

Derin bir nefes alıp verdi Miran, cebinde ki yüzük biraz biraz daha ağırlaştı.

 

Otuz yaşında bir adamdı, elinde ne vardı... Berbat ettiği üç hayat... Babasız büyüyen bir oğul, boyundan büyük bir mezar taşına ad olmuş bir kız evlat.

 

Canan yoluna gidecekti de Miran ne olacaktı?

 

İlk defa düşündü, Canan'ı hiç tanımasa Narin'in oyununa da düşmeyecekti. Gönlü bir gün birine düşecek yuva kuracak mutlu olacaktı belki...

 

Kim bilebilirdi ki?

 

Canan'ı azat eden kelimeleri söyleyip aralarında ki nikah bağını da kopardı. Evlenme teklifi edeceği masadan boşanmış olarak kalktı.

 

Arkasından bakan kadının gözünden düşen yaşları görmedi, onunda canının yandığını bilmedi. Madem bitsin istiyordu Miran'a yakışan ceketini alıp gitmekti.

 

Eve uğrayıp zaten bir kaç parça olan eşyalarını topladı, kızının kokusu olan kıyafetleri de kendi valizine yerleştirdi. Zaten bir tek kokusu kalmıştı babasına...

 

Gözünden bir damla yaş yuvarlandı Canan'ı bırakırken akmayan yaş kızını anınca söz dinlemez oldu.

 

Asım'dan ayrı düşmüş, Masal'ına ise hiç doyamamıştı. Baba olmayı bu kadar seveceğini söyleseler şaşırdı Miran ama evlat cennet gibiydi...

 

Evin anahtarını masanın üzerine bırakıp Canan gelmeden valizini alıp çıktı.

 

Kızının öldüğü gün ağladığı banka yürüyüp oturdu, soğuğu hissetmeden sabahı ederken ne yapacağını düşündü durdu.

 

✨✨✨✨✨✨✨

 

Zelfi üzerinde ki siyah sade tulumla asil ama şık olmayı hedeflemiş kendince de tutturmuştu. İki gündür kendini toparlamak için üstün çaba sarf etmiş bu iki gündür görmediği Murat'ı bu sabah kuaföre giderken gördüğünde tepkisiz kalmayı başarmıştı.

 

Murat'ın ise yüzüne bakamıyor oluşu canını yakmıştı, ortada yanlış yada utanılacak birşey yoktu ki... Normal olmayan Zelfi'ydi, kim ne derse desin bunu biliyordu genç kadın, kadın olmak zorunda bırakılmış ruhu genç kız olan bir genç kadın... Zelfi...

 

Aynadan tekrar baktı kendine, dekoltesiz ama zarif bir kıyafetti. Derya mağazalarda ne kadar tulum abiye varsa eve getirtmiş, içinden bunu seçmişlerdi. Yoksa Zelfi'nin insan içine çıkacak gücü yoktu, bu sabaha kadarlık canı vardı. O da canının mutlu gününe gölge düşürmemek için.

 

 

Ayşe'nin olduğu odaya geçti, camın önünde kabarık etekli gelinliği ile heyecan içinde Murat'ın gelişini bekliyordu. Uzun duvağı, belinde Bayram Ağa'nın bağladığı kuşağı ile tam telli duvaklı denilecek şekilde yuvadan uçuyordu can parçası. O böyle mutlu olsun diye neler çekip, neleri yutmuştu Zelfi ama şu gördüğü manzara acılarına en şifalı merhemdi.

 

"Ablam..." dedi Ayşe, duyduklarının acısı içini yakıyordu. Zelfi de birgün kendi gibi mutlu olsun istiyordu ama çok zor olduğunun da artık farkındaydı.

 

Kalbine kapanmaz yaralar açılmış ablası, yüksek duvarlar örerek kendini korumaya almıştı.

 

Geçen günlerde bir iki kendini bilmez kadın, dul çocuklu adamlar için Zelfi'yi düşündüklerini kulaklara çaldırsa da Derya, Ela ve Türkan hanım hepsinin haddini bildirmişti.

 

Okul Zelfi için tek kaçış, son kurtuluş ümidiydi...

 

"Ayşem... Ne güzel oldun kuzum, çok yakıştı beyazlar." dedi içindeki yıkıma inat neşeli tutmaya çalıştığı sesiyle. "Çok mutlu olun, birbirinizi hep sevin... Çok sevin..."

 

Dudaklarının içini ısırdı Ayşe, dolan gözlerini savuşturmak için yukarı baktı hatta,

 

"Sen? Sen ne yapacaksın ablam? Ne olur vazgeçme... Sende çok sevil, sende mutlu ol." derken iki damla gözlerinden çoktan kurtulmuştu.

 

"Ooo... Ben avukat olayım bak kimleri kapımda süründüreceğim. Ayşe hanım hemen ilk yüzüme gülene aldanmam..." Dedi şakaya vurarak.

 

Kıkırdadı ikiside,

 

"Bugün beni düşünme Ayşem,bugün senin günün... Tadını çıkar, seni böyle gelinlikler içinde göremeyeceğim diye ne çok korktum ben biliyor musun? Şükür bak beraberiz."deyip sarıldı kardeşine.

 

Tıklatılan kapının sesiyle ayrıldı, Ayşe'nin yanağında ki yaşın izini silip okşadı,

 

"Şu Murat eniştemden bi kapı tutma parası isteyeyim, sonra kızı kolay aldım deyip haylazlık etmesin." deyip göz kırptı.

 

Murat'ın kaç gündür kendisinden kaçtığının farkındaydı da buna sebep yoktu. Evlenecek sağlıklı iki insanın yakınlaşmasından normal ne olabilirdi ki... Kapıyı aralayıp Murat'ı görünce,

 

"Kapı açılmıyor enişte." dedi her zaman adını söylediği adama.

 

Murat ise önce Zelfi'ye nasıl davranacağını şaşırsa da onun şakacı hali içini ferahlattı, cebinden kendi için yüklü sayılacak bir miktar çıkarıp baldızına uzattı.

 

"Bi daha dene bakalım, açılıyor mu?" deyince Derya'nın arkadan kaşlarını havalandırdığını gördü Zelfi,

 

"Açılmıyor ama hanım ağa parası istiyor bence." dedi ona uyarak.

 

Derya hemen Zelfi'nin eline bir tam altın bıraktı.

 

"Ben hamileyim." Deyip işine gelince hep yaptığı gibi elini beline attı, "yormayın beni..." Halbuki biraz sonra halay çekmesine razı olmayan Boran ile ne savaşlar verecekti.

 

Onun bu oyuncu haline gülüp kapıyı tamamen açtı Zelfi, Murat içeri girince ise onları yanlız bırakıp dışarı adımladı.

 

"E... Ben bu altını yakamamı takayım Derya abla." dedi gülerek.

 

"Sen bilirsin canım, bence bozdur beraber ezeriz." Dedi sanki kendi vermemiş gibi.

 

Az sonra hepsi bahçedeki masalara yerleşmişken Ayşe ve Murat kol kola evden çıkıp ortada kurulan piste yürüdüler, çalan dans müziği ile ilk danslarını yaparken heyecanları gözlerinden okunuyordu.

 

Zelfi ve Ayşe'nin kan bağı olan kimsesi yoktu ama tüm Hanoğluları yanıbaşlarındaydı.

 

Zelfi'nin bir yanında Derya, bir yanında Ela varken yanlız hissetmeye fırsatı bile olmuyordu.

 

İlk dans müziği bitip ikincisi başladığında Zelfi önüne uzanan el ile şaşkınca elin sahibine baktı,

 

"Bu dansı bana lutfeder misiniz hanımefendi?" diyen sesin sahibi kayıtsız kalamayacağı tek isimdi.

 

Gülümsemeye çalışarak ona uyum sağladığında etraflarındaki çiftler de birer birer hareketlendi. Ortam da tek olan iki kişinin kendileri olduğunu anlayınca gülümsedi Zelfi, ince düşünceli bir adamın kollarında ve güvendeydi.

 

Erkek cinsi her canlıdan kıyı bıçucak kaçmak istese de yılların getirdiği güven kimilerini istisna yapıyordu. Ne Devran'dan, Ne Boran'dan ne de Bayram Ağa'dan kaçmak gibi bir derdi yoktu.

 

Şuan dans ettiği babacan adama gülümsedi içtenlikle...

"Düğünün en güzel kızı ile dans etmek de bana kısmetmiş ha Zelfi?" dedi Bayram Ağa.

 

"Hanoğlu gelinleri dururken, mümkün mü?" dedi onun espirili yaklaşımına karşılık vererek.

 

Bayram Ağa'da kısaca etrafına bir bakındı, Boran'ın gözlerine dalmış Derya'ya ve çekingenliğini yeni yeni atan Ela'ya takıldı gözleri. Oğulları mutluydu ya daha ne isterdi Allah'tan...

 

"Onlar Hanoğlu geliniyse sende kızısın Zelfi hanım. Kendini fazla hafife alıyorsun." dediğinde onun bu sahiplenişi Zelfi için oldukça kıymetliydi.

 

Çok şey söyleyebilirdi ama gülümsedi sadece, üzerinde hâlâ iki gün önceki duygu patlamasının yorgunluğu vardı.

 

Ayşe ile göz göze gelince tebessümü büyüdü, aynı büyüyüp yuvadan uçan kardeşi gibi... Aynı zamanda dolan gözlerine mani olamadığında,

 

"Murat onu mutlu edecek, aklın Ayşe de kalmasın." dedi Bayram Ağa.

 

"Biliyorum ama bu ağlamak istememe engel değil." dedi tebessümünü korumaya çalışarak.

 

"Abla olmak böyle bir şey demek ki..." deyince dudaklarını birbirine bastırarak başını salladı Zelfi...

 

Abla olmak zordu...

 

Hesna ve Bekir geç kaldıkları düğüne dansla başlayarak hızlı bir giriş yaptılar.

 

Zelfi ve Hesna birbirine küçük birer baş selamı verdiler, geçen zamanda Derya ve Ela birer abla olsa da, Hesna yaşı ve neşesi ile tam bir arkadaş olmuştu Zelfi için. Eşi ile olan şahane iletişimi, karşılıklı saygı ve sevgileri ümit vaadediciydi. Hele de bir hafta da tanışıp evlenmiş bir çift için fazlasıyla aşk doluydu ilişkileri.

 

Tek sıkıntı Hesna'nın, Serkan hocadan gıcık kapıyor oluşu ve bunu asla içinde tutmayışıydı.

 

Dans müziği bitince nikah merasimi yapıldı, Murat'ın ailesi düğünün köyde ve kendi isteklerine göre yapılmıyor oluşundan rahatsızlıklarını belli edercesine her ortamdan geri dururken, bu durum pek kimsenin umrunda değildi.

 

Fakat gözden kaçmayan detay Zelfi'nin üzerinde ki rahatsız edici bakışlardı. Özellikle Murat'ın ablasının eşi olan enişte beyden Zelfi çok rahatsız olsada, uzak durmayı çözüm sanmıştı.

 

Düğünün eğlence kısmı başlayınca Derya'dan kendini kurtarması mümkün bile değildi, bir yanında Ayşe, Ela, bir yanda Zelfi, Hesna düğünün tadını çıkardılar. Boran ara ara hamile olduğunu hatırlatıp oturtması için ikna etmeye çalışsa da başarılı olamadı.

 

En son halay başı olmaya kalkmasıyla, ikna çabasını boş veren Boran elinden tutup masaya çekiştirmişti. Atışmaları bile fazla tatlıydı bu ikilinin...

 

Ortam biraz durulup pastalar ikram edilmeye başladığında Hesna'nın tuvalet ihtiyacı için içeri geçtiler, alt katta ki banyoyaçu göstermek için ilerleyen Zelfi,

 

"Valla Ayşe'yi bilmem de ablası sağlam ayakkabı değil, baksana gözü heryerde... Bir Boran Ağa'nın evinde, bir konakta Devran Ağa'nın dibinde... Erkek adam kızım bunlar, dul kadın azıcık kendi sınırını bilecek. Sabahtır Sadi'yi süzüp duruyor, düğün yeri diye susuyorum bakma. Yoksa ben yapacağımı bilirdim orop..." diyen sesi tanıyordu, Murat'ın ablası Mesude'ydi. Kocasının fıldır fıldır dönen gözlerinin günahını bir kadına yamamak kolay gelmiş olmalıydı.

 

Ayaklarına beton dökülmüş gibi olduğu yerde kalan Zelfi sendeleyince Hesna duyduklarının öfkesiyle yanmasına rağmen arkadaşının kolunu tuttu.

 

İçerdekiler ise asla susacak gibi değildi,

 

"Kızım kocaya alışmış kadın durur mu? İlla birilerine yeşil ışık yakacak, sen kocana sahip çık. Onun gözü de göz değil, zaten sen hamileyken yemediği nane kalmadı." derken akıl mı veriyordu, laf mı sokuyordu belli değildi.

 

"Sana da dert anlatmaya gelmiyor Arzu ha! Ben varken kimseye bakmaz Sadi, o zaman ben ilgisiz bıraktım ondan aklı karıştı. Bir daha açma bu lafı." Deyip banyoyu saklayan koridordan çıktığı gibi Zelfi ve Hesna ile burun buruna geldi.

 

Gözlerinden bir anlık panikleme geçerken çabuk toparladı Mesude, hiç birşey olmamış gibi yanlarından geçip gidecek sıra koluna dolanan parmaklar ile duraksadı. Zelfi sanmıştı ama değildi, sabahtır yanınsa dolanan Hesna'nın kim olduğunu bilmediğinden ters bir bakış attı,

 

"Ne tuttun kolumu hayırdır?" diye de çıkıştı üstüne.

 

"Bunca fesatlığı nerende saklıyorsun merak ettimde ondan tuttum kolunu." Deyip Mesude'nin balık etini geçkin kilolu bedenini süzdü Hesna "Gerçi için genişmiş bi bu kadar daha fesatlık sığar bu bedene." diyerek tuttuğu kolu savurdu.

 

"Bana bak kardeşimin hatrı dedim sustum beni zıvanadan çıkarmayın." diye çirkefleşen kadını az evvelki dedikodu arkadaşı tutup aralarına mesafe koyacak şekilde bir kaç adım uzaklaştırdı.

 

Hesna ileri atılacak oldu ama Zelfi,

 

"Bırak Hesna değmez." dedi sessizce, o da kardeşinin hatrına susacaktı hep yaptığı gibi.

 

Ama Hesna durmadı,

 

"Sen önce ağzını topla, kimin hakkında kimin evinde konuştuğunu tart biç. Zıvanadan çıkacakmış, çık! Senin gibisinden mi korkacağım." diye yükseldi.

 

Zelal Karacahan ile bir sofra da ekmek yemiş insandı o, bu iki çenesi düşükten mi korkacaktı.

 

"Ne o sen kapak atamadın mı Hanoğlularına." Deyip yalandan üzüldü Mesude, "Merak etme bu yanında ki seni de birilerine yamar, önce kendini bir garantiye alsın. O şehirli hanım ağa bunları ne sandıysa aldı bağrına bastı. Yarın kocası elinden gitti mi anlarda geçmiş ola." Diyerek daha da çirkinleşen kadınla arasında ki mesafeyi hızla kapattı Hesna,

 

"Senin o had bilmez ağzını toplatmayı ben bilirim. Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diyerek göğsünden ittiği sırada Hesna'yı merak eden Bekir eve girdiği gibi eşini kavganın ortasında buldu.

 

Mesude'nin, Hesna'nın saçını çekmek için havalanan eli Bekir'in hızlı hamlesi ile havada kaldı.

 

Ortamda Bekir'in heybetli bedeni belirince az evvel korkunun zerresi olmadan konuşan iki kadın köşeye sindi.

 

"Ne oluyor, ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz?" diyerek karısının önüne geçtiğinde Hesna,

 

"Sen kimsin diye sordu, ben de Hesna Karacahan olarak kendisiyle bir güzel tanışacaktım. Hatta çekil sen aradan ben bir tanıtayım kendimi..." Diyerek kocasının aşılmaz cüssesinin önüne geçmeye çalıştı.

 

Zelfi'nin açık kumral teni kağıt gibi bembeyaz olmuştu, boş gözlerle baktığını Hesna fark etmese de Bekir fark etti.

 

"Sen arkadaşınla ilgilen istersen iyi görünmüyor." dediği sırada baltayı taka vurduklarını anlayan iki kadın da kal gelmiş bir şekilde donmuştu.

 

Köy yerinde herkesin adını duyuyordun da işte böyle karşına dikilmeden tanımak kısmet olmuyordu. Karacahan aşiretinin ağasıyla da ancak bu kadar kötü bir şekilde tanışılabilirdi.

 

Karısına şefkatle bakan gözler onlara döndüğünde buz tutturacak kadar keskin bakıyordu.

 

"Murat'ın neyi oluyorsunuz?" dedi en sert sesiyle.

 

Mesude içine kaçmış sesiyle,

 

"Ablasıyım ağam." dedi az evvel çirkefleşen o değilmiş gibi.

 

Telefonu kulağına götüren Bekir,

 

"Boran, Derya hanımı da al içeri gel kardeşim. Ayşe fark etmeden getirebilirsen Murat'ı da getir." deyince,

 

"Ağam kimseye rahatsızlık vermeye gerek yok, biz tatsızlık olmadan çeker gideriz. Kimsenin ruhu duymaz, tatlı gününü bozmayalım kardeşimin." dedi müşvik ablayı oynayarak.

 

Hesna, Zelfi ile iletişim kurmaya çalışsa da kitlenmiş gibi boşluğa bakıyordu genç kadın.

 

Derya, Boran, Ela, Devran ve Murat peş peşe eve girdiğinde Zelfi yerinde bir kere daha sendeledi.

 

Bu sendelemeyi fark eden Ela,

 

"Devran, Zelfi iyi değil." dedi ilk kendi adımlarını hızlandırsa da Devran onu geçip düşmemdk için son gücüyle Hesna'dan destek alan kızı kucağına aldı.

 

Derya,

 

"Ela odasına çıkarın ben hemen geleceğim." demesiyle onlar merdivenlere yönelince, "Burda neler oluyor?" diye soran sesi az evvel bahçede eğlenen kadından çok uzaktı.

 

Hesna merdivenlerde gözünmez olan Zelfi'nin peşinden Mesude'ye atıldı,

 

"Senin o zehir saçan ağzının payını vermek lazım." dediğinde yine Bekir engeline takıldı.

 

"Siz yanlış anladınız hanım ağam " diyen Mesude geri viteste tarih açıp kapatırken yandaşı konuşacak kadar bile sesini bulamıyor gibiydi.

 

"Neyi yanlış anladım, Zelfi hakkında söylediklerini mi? Boran Ağa ve Devran Ağaya attığın iftirayı mı? Yoksa bana attığın çamurumu?" Diye çıkıştı.

 

"Abla!" diyen Murat'ın sesi sitem doluydu. Mesude,

 

"Yok ablam inan öyle değil!" deyipce bu kez Hesna delirdi,

 

"Kızı da burda ki herkesi de arsız namussuz ilan ettiniz be, ne öyle değil kulaklarımla duydum."

  

Murat'ın esmer teni önce solup, sonra öfke ile kızarmaya başladığında Bekir,

 

"Hesna biz gidelim güzelim, Boran ve Murat gereğini yaparlar." Diyerek zorda olsa Hesna'yı ikna ederek ortamdan çıkardı.

 

Masadan ufak çantasını aldığı gibi düğünden ayrılıp iki adım uzakta ki evlerine yürüdü Hesna, zira öfkesi hiç bir yere sığacak gibi değildi. Ayşe bunu duymamalıydı...

 

Eve girdiklerinde giniş salon bile dar geldi Hesna'ya,

 

"Adi kadına bak, ne Boran Ağa kaldı iftira atmadığı, ne Devran Ağa... Zelfi'yi resmen orop..." Sözünü tamamlayamadı dili varmadı dudaklarını ısırdı öfkeyle. "O şerefsiz kocası düğünün başından beri gözünü kızdan çekmedi, ona laf edemiyor gücü Zelfi'ye yetiyor." Diyerek ayağındaki topuklu ayakkabıyı sertçe zemine vurdu.

 

Hırsını alamayınca omuzları düştü, güçlü Hesna da bir yere kadardı koltuğa bıraktı bedenini,

 

"Ağzını açıp tek laf etmedi Bekir, kitlendi kaldı kız. O sendeleyişi, boş bakan gözleri benim içimi deldi. Böyle sanacak şimdi, herkesin ona bu gözle baktığını düşünmesini nasıl engelleyeceğiz.Bıraksaydın yolsaydım o kadının saçlarını,benim içim böyle nasıl soğuyacak." dediği sırada merdivenlerden üzerinde kapşonlusu ve eşofman takımı ile Cihan inip yıldırım gibi kapıdan çıktı.

 

Bekir de, Hesna da ardından baka kaldılar,

 

"Abim evde miydi?" Dedi Hesna suçlu bşr çocuk gibi.

 

"Evdeymiş..." diyen Bekir, Cihan'ın vicdan muhasebesi yaptığını sanıyordu hâlâ. Bu haline bile üzülüyordu, bir de sevda kuyusuna düştüğünü bilse kardeşinin yanan kalbini bu kadar kırmazdı belki.

    

 

Geride kalanlar için hesaplaşma daha kısa sürmüştü, Murat ablası ve kuzenini alıp evden çıktığı gibi onları bahçenin tenha kısmından dışarı çıkarmış. Açıklama yapmaya çalışan ablasına tek söz söylemişti,

 

"Bundan sonra ne kapıma gel, ne de başka yerde karşıma çık. Kardeşlik buraya kadar."

 

Ablasının huyunu bildirdi, daha kötüsü eniştesini olacak şerefsizi de. Uyarmış sıkı sıkı tembih etmişti, peki sonuç... İki güne iki yıkım Zelfi'nin pamuk ipliğine bağlı psikoloji için fazla değil miydi?

 

Bu kadar insan bir damla kızın huzurunu sağlayamıyorlarsa daha ne işe yararlardı ki?

 

Kapının önündeki araba kalabalığından korumaların kullandığı bir arabayı seçti gözü, Mesude ve Arzu'yu arka koltuğa oturtup Sadi şerefsizini arayıp kapıya çağırdı.

 

Dakikalar sonra,

 

"Ne oldu kayınçooo, hayırdır?" diyerek gevşek gevşek kendine doğru yürüyen adama gelişine bir yumruk çaktı.

 

Yakasından kavradığı gibi öfkesine sahip çıkarak arabanon ön koltuğuna tıkıp kapıyı çarptı.

 

Güvenlik için bekleyen korumalardan birine köye bırakmalarını, en ufak aksiliği haber vermelerini söyleyip Ayşe'nin fark etmemiş olmasını umarak içeri girdi.

 

Bilmediği ise o dakikalarda köye gitmek için yola çıkan arabanın şöför koltuğuna yerleşmiş Cihan Karacahan'dı.

 

   

 

Cihan elini korkak alıştırma annem👊🏻👊🏻👊🏻

 

Zelfi'm tam toparlanacak diyorum, dağıtıyorlar kuzumu😔

 

Bol bol yorum yaparsanız, bu işi gücü çok yazarınız motive olup hızlıca güzel bölümler yazar size. 😘

 

    

 

Bölüm : 29.01.2025 17:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...