55. Bölüm

48. Bölüm

Zaman Sızım
zamansizim84

 

Geldim... Geldim...

 

Hemde bomba gibi bir bölümle geldim...

 

Uzun bir bölüm ve bol yorum bekliyorum 🥰

 

Oy sınırı yok her zaman ki gibi...

 

Yorum sınırı 300 olsun zaten sabaha aşarsınız... 🙈🤭

 

Hadi buyrun,

 

 

 

Cihan'ın son çıkışından sonra, Yasemin'in adama karşı ilgili tavrı biraz durulsa da Zelfi'nin gözü istemsizce kızın üzerindeydi. Neşeli neşeli konuşuyor oluşu, daha az evvel tanıştığı insanları kırk yıldır tanır gibi rahatlığı, Boran Ağaya abi deyip şakalar yapışı, dışardan biri gelip görse Derya ablasının gerçekten kız kardeşi gelmiş sanabilirdi. Kız dakikalar içinde Ela hanım ve Devran Ağayı da etkisi altına almıştı.

 

 

Hani matematikte bir kavram vardır değili diye... Kız Zelfi'nin değili gibiydi...

 

Zamanında olmak isteyip olamadığı... Ve artık asla olamayacağı o neşeli genç kız.

 

Hayatının hiç bir döneminde böylesi pervasız olmuş muydu ki? Erkenden annesini kaybedip babasının para için konak hizmetine sattığı kızıydı. Daha kendi çocukken, kardeşine anne olup onu koruyup kollamaya çalışan bir ablaydı.

 

Yasemin'in attığı küçük kahkahası ile kendine geldiğinde ancak farketti onu seyre daldığını..

 

Ondan çektiği bakışı anlık Cihan'ı bulduğunda gözlerinin kesiştiği kehribarlar ile anlık duraksadı. Zira o bakış içini okur gibi buruk, ağır bir vicdan azabı ile kavruktu.

 

Belki saniyelik olan o bakışlarda, içinde ki Cihan köşesinde yerini aldı, keşke dedi bende cesur bir genç kız gibi cesaretle gözlerimi dikebilseydim sana.

 

Genç kızlık hayallerim nefesimi kesen bir el tarafından çalınmış olmasa, neşe ile açacak dallarım soğuk alıp kurumasaydı... Ben genç kız olamadan, kadın olup bütün ümitlerimden kanamasaydım...

 

Yine kaçışı bir kaç tabak alıp mutfağa gitmekte buldu, bunca kahkahaya şahit olmayalı bir ömür olmuştu...

 

Bu neşe ölü bir ruha ağırdı...

 

Cihan ise içeri giden kızın ardından bakıyordu hâlâ, misafir kızın ilgisinin üzerinden çekilmesi içini rahatlatsa da aklı Zelfi'nin saklamaya çalıştığı, memnun olmuş gülüşünde takılı kalmıştı.

 

Gül dudaklarının kıvrıldığına şahit olmak güneşin doğuşu gibi insanın içini ısıtıyordu...

 

Derya hanım da kızını babasının kucağına verip sofrayı toparlamaya başlayınca hanımların hepsi ayaklandı, herşey bir solukta mutfağa taşındı.

 

Ayşe ve Zelfi bulaşıkları makinaya dizerken, Yasemin çalan telefonu ile kış bahçesine geçmişti. Fırsatı bulan Hesna fısıltıdadı,

 

"Derya abla bak misafir diye ses etmedim ama bu kız açık açık abime yürüdü." Dedi hayrete karışık bir sinirle.

 

Derya gayet rahattı,

 

"Hesna'cım abin bekar, misafirimiz bekar ne var bunda?" Deyince Hesna'nın gözü bulaşıklar ile uğraşan Zelfi'yi buldu, mümkünmüş gibi biraz daha kıstı sesini,

 

"Abim bekar değil, başı bağlı onun." Dedi Zelfi'yi işaret ederek.

 

Derya sinsi bir bilmişlikle gülümsedi,

 

"Bu başı bağlılık tek taraflı kalmasın diye uğraşıyoruz ya güzelim, ta Kayseri'den oyuncu dahil ettim ortama." Deyip göz kırpınca Hesna'nın dudakları şaşkınlıkla aralandı,

 

"Ne yani? Yasemin mahsus mu yaklaştı Cihan abiye?" Dediğinde Ela da yanlarına gelmişti.

 

Derya sessizliği ile onayladı onu, sonra devam etti,

 

"Zelfi duygularının üzerinini kalın yorganlarla örten biri Hesna, birinin o yorganı çekip onun hislerini üşütmesi lazım ki kendinin farkına varsın. Ve Zelfi, Yasemin'den rahatsız oldu. Daha güzeli bunu Cihan abin de fark etti..." Demesiyle Hesna'nın da yüzü güler oldu.

 

Ela alt dudağını dişleri ile kıstırarak gülüşünü kontrol altında tutmaya çalışarak,

 

"Çok fenasın hanım ağam." Dediğinde Derya havalı bir yürüyüşle Boran için yaptığı pastayı hazırlamaya geçti.

 

Yasemin'in geleceğini duyduğun da bu fırsat kaçmaz deyip, sevaptır diyerek kara kızın da aklına girmişti. Bu cadının bu kadar iyi oynayacağını biliyordu çünkü, ne olsa Yasemin, Nermin Sultan kadar manevi ablası Leyla'nın da elinde yetişmişti. O Leyla ne cadıydı, bayılmıştı kızıl saçlı kadına Derya.

 

Çaylar hazır olup ortalık toparlanınca hanımlar masaya geçti, bir tek Derya mutfakta kaldı, mumlarını yakıp süslediği pastası ile kapıdan çıktığında iyi ki doğdun Boran şarkısı tutturmadı onun yerine her duyduğun da bizi anlatıyor dediği şarkıyı doladı diline,

 

 

 

 

 

 

Kara gözlüm, biz seninle

 

 

 

 

Bir ev kursak yemyeşil

 

 

 

 

Pervazında, bahçesinde

 

 

 

 

Kumrular mı söyleşir?

 

Avucunda ellleri ile yaptığı pastası ile ikisi için kurdukları yemyeşil evlerinin bahçesine yürüdü şarkıyı tüm kalbi ile söyleyerek...

 

Boran bugünü unutmamıştı elbette ama böylesi bir kutlama beklemiyordu, Derya sevgisini hep belli eden bir kadın olsa da bunca kalabalığın içinde aşk dolu gözlerle, şarkı söyleyerek ona yürüyüşü kalbini sekteye uğrattı.

 

 

 

 

Cennet oldun gam telimden

 

 

 

 

Çal, yüreğim iyileşir

 

 

 

 

Gözlerine baktığımda

 

 

 

 

Yedi cihan birleşir

 

Esas cennet kendiydi bu kadının, kollarında ki kızını daha da sardı, cennet olduğu yetmemiş bir de melek getirmişti Boran'ın hayatına.

 

 

 

 

 

Söyle, canın tatlı mı?

 

 

 

 

Senin de harbi

 

 

 

 

Seven haklı mı?

 

 

 

 

Böyle içine sığmaz da hani

 

 

 

 

Elinde kalbin

 

 

 

 

Kederi saklı mı?

 

Ahhh Derya ah... Bir şarkı, bir aşkı böylesi özetler mi? Gözlerini sevdiği adamdan hiç çekmeden gelip pastayı masaya bıraktı,

 

 

 

 

Bilmezdim senden önce bunu

 

 

 

 

Değmezdi o rüzgârları baharın

 

 

 

 

Aymazdım, ben toy bi' beşer idim

 

 

 

 

Öğrendim yüzünde

 

 

 

 

Kar yağdı şu saçlarıma, tut elimi

 

 

 

 

Varmaz mı menzil bize, bu nedir?

 

 

 

 

Ben razıyım senden gelene, canım

 

 

 

 

Eğlendim özümde...

 

Biten şarkı ile kızını alıp ayaklandı Boran, Derya'nın omzundan sardığı koluyla sinesine çekip şakağına derin bir öpücük bıraktı.

 

Ah bu ikisi... İnanmayanı da aşka inandırırlardı...

 

Tamda şu an yüzünde kocaman bir gülümsemeyle onları izleyen Zelfi ve onun gülüşünü bir kere daha görmeyi dileyip, bu kadar tez vakitte duasına kavuştuğuna şükreden Cihan gibi...

 

Zelfi'nin göz kenarlarında çizgi belirecek kadar gülüşü farkında olmasa da yıllar sonra onun için ilkti...

 

Boran Ağa'nın içinde nasıl bir bahar açtı bilemezdi ama Derya ablasının insanın hayatını cennete çevirecek kadar güzel bir kadın olduğu, Zelfi için şüphe götürmeyecek tek gerçekti.

 

Bu kadın sayesinde belki bir gün mutlu olacağına inancı artıyordu.

 

Boran Ağa'ya da bahar, beş çileli yıl sonunda gelmemiş miydi?

 

Belki bir gün Zelfi de iyileşirdi, belki bir eli tutmaktan korkmaz, incinirsem yıkılırım korkusundan kurtulurdu.

 

 

Bunlar sadece karşısında pasta kesen çekirdek aileyi izlerken kurabildiği hayallerdi...

 

Pasta servis edildi çaylar içildi, ne ara ortadan kaybolduğunu fark etmedikleri Boran elinde bağlaması ile görününce,

 

"Oooo...." Sesleri havada uçuştu...

 

Sanki buradaki herkes aşiretlerin, törelerin sorumluluğu sırtlarında yüklü değilmiş de, üniversite zamanlarında ki gibi kaygısızmışçasına bir hafiflik vardı üstlerinde.

 

Sazı ile yerini alan Boran, Derya'ya baktı... İkisinin arasında ki sessiz köprüden kelimeler aktı gitti ama sadece ikisinin bildiği bir dildi...

 

"Yakamoz..." Dedi Derya, gamzesini sergileyecek kadar gülümseyerek onayladı Boran...

 

Bağlamanın telleri yürekleri titretti... Boran'ın sesinden şarkı dinlemek gerçekten ayrıcalık olabilirdi. Hele hele de Ahmet Kaya şarkısı söylüyorsa.

 

 

Alkış sesleri geceyi çınlattığı sırada beklenmedik birşey oldu.

 

 

Boran bağlamasını Cihan'ın kucağına bıraktı,

 

"Doğum günüme eli boş gelmişsin Cihan Ağa, kulağımızın pasını bari siliver." Dedi nazı geçsin diye.

 

Eski günler geldi hepsinin aklına Devran, Bekir, Boran ve en küçükleri Cihan...

 

Kardeş gibi büyüyüp de bir hainin sinsi planıyla onlardan kopan Cihan...

 

Bugün sofralarına kabul edilse de, sandalyeye bile eğreti oturan Cihan...

 

Bu uzatılan saz değil de, beyaz bir mendil... Eskiye çekilmiş bir süngerdi..

 

Bu dörtlü bir araya geldi mi, Boran çalar Cihan söyler saatleri aşan fasıllar yaparlardı.

 

Yutkunup, uzatılan barış elini geri çevirmeden sazı aldı Cihan...

 

O da Ahmet Kaya severdi de bu gece Boran'dan rol çalmaya hiç niyeti yoktu.

 

Karşısında oturan gönül sızısına değdi bakışları, sonra ise kapandı gözleri...

 

Bir şarkı anlatacak ise Zelfi'yi anlatalıydı, hatırlatacak ise yine onu hatırlatmalı...

 

Ta yüreğinden kopan bir giriş yaptığında tüyleri diken diken edecek kadar derinden koptu geldi sesi,

 

 

 

 

Söküp atılmıyor, bende mi kusur?

 

 

 

 

Doğarken kök salmış öze saçların

 

 

 

 

Bir kara sevda ki ya büyü ya sır

 

 

 

 

Sığmıyor kaleme, söze saçların...

 

Gözlerini açtı ama Zelfi ile çarpışan bir karşılama beklemiyordu... Omuzlarına dökülmüş saçlarındaydı zarif parmakları... Farkındaydı sanki onun için titreyen tele, titreyerek eşlik eden yürekte ki aşkın...

 

Zelfi..

 

Cihan'ı görüyor muydu artık...

 

 

 

 

Bir kara sevda ki ya büyü ya sır

 

 

 

 

Sığmıyor kaleme, söze saçların...

 

Dedi Zelfi'nin gözlerine bakarak. Kız gözlerini kaçırmadı ama bu kez Cihan'ın yüreği dayanmadı, saza eğdi başını yumdu gözlerini...

 

Bu türkü bir zamanlar diline dolanır durur, Zelfi'nin omzunu döven saçlarını gözünün önünden silinmezdi. Ta ki zalim bir kardeş eli onu hayatından koparıp ailene kadar...

 

Yıllar vardı ne saza eli, ne de bu türküye gönlü değmeyeli...

 

O diyemese de, türkü öylesine güzel anlatıyordu ki derdini,

 

 

 

 

Örgüde bir başka, düzde bir başka

 

 

 

 

Gizlendiği zaman nazda bir başka

 

 

 

 

Omuzda bir başka, yüzde bir başka

 

 

 

 

Kirpik olmuş inmiş göze saçların

 

 

 

 

Omuzda bir başka, yüzde bir başka

 

 

 

 

Kirpik olmuş inmiş göze saçların...

 

 

 

Bağlamanın üzerinde ki parmakları durduğunda hanımların hepsi şaşkındı. En çok da Zelfi.

 

Saçlarında ki parmakları şarkının sözleri ile kıpırdayamaz olmuş hatta o şaşkınlığı ile Cihan ile göz göze gelmişti.

 

Normalde kaçıracağı bakışları, kehribar gözlere takılı kalmıştı. Şarkıyı ona söylüyordu Cihan, anlamamak yada kabulenmemek için aptal olmak lazımdı.

 

Yasemin'in neşesi ile burulan tarafı, bu jest ile başını doğrulttu.

 

Bu adam güzel severdi, sevdiği kadına Dünya'nın en güzel kadını gibi hissettirmezdi. Dünya da başka bir kadın yokmuş gibi hissettirdi...

 

Gece bitip herkes evine dağılınca Zelfi de odasına geçti, pijamalarını üzerine geçirip Fransız balkon tipi camın önüne sırtını duvara vererek oturdu.

 

Bugün kesinlikle uyumadan üzerine düşünülmesi gereken bir gün olmuştu, sabahından itibaren Cihan ile başlayıp Cihan ile bitmiş ve işin garibi Zelfi bu ismin anılışından hatta varlığından rahatsız olmamıştı.

 

Dahası kimseye değil kendine dürüst olmak boyunun borcuydu, başkasına itiraf edemeyecek olsada Cihan'ı, Yasemin'den kıskanmış. Öylesi bir bir ihtimalin canını yakacağının farkına varmıştı.

 

Dürüstlük iyiydi de, sonuç neydi şimdi?

 

 

Cihan elini uzatsa tutabilir miydi?

 

 

Karşı evin balkonunda bir hareketlilik oldu ve sesiyle içini titreten adam elindeki sigara ile göründü.

 

Kendi odasının ışığı kapalı olduğundan hiç bakışını çekmedi, odalarının böylesi karşılıklı olması tesadüf müydü? Yoksa Derya ablasının bir kaç gün önce oda düzeni değiştirmesi kaderin cilvesi miydi? Gerçi o odan Gülce'ye yakın olsun demiş, arka bahçeye bakan odadan ön bahçeye bakan odaya taşımıştı Zelfi'yi...

 

Cihan'ın izlendiğini bilse ne düşüneceği fikriyle kıvrıldı dudakları... Üst dudağını ısırdı hemen, gülerken bile kontrollü olmaya çalışan bedenini o an fark etti. Bu odada onu görende yoktu, ayıplayacak olanda... Ayşe'nin düğününde yaşananlardan sonra herkese karşı mesafesini koruma çabası artmış, Boran ve Devran dahil tüm erkeklerden uzak durmaya çalışır olmuştu.

 

Bir dedikoduyu daha kaldıramayacak kadar incinmiş ruhu, bu gece gülmek gıdasını ne çok özlediğini Zelfi'ye haykırır gibiydi.

 

 

Cihan sanki kızın varlığını bilir gibi karşı eve bakarak bitirdi sigarasını, Zelfi ile konuşması lazımdı ama nerde, nasıl? Önce telefonunu bulmak lazımdı değil mi? Hesna da vardır nasıl olsa. Sonra görüşmek istediğini söylemeliydi, otelin teras restoranında bir yemek. Sadece ikisi olsalar rahatsız olur muydu Zelfi?

 

İnsanlardan da rahatsız oluyordu, farkındaydı Cihan... Belki ilk teklifte reddedilecek o masa kendisine zehir olacaktı ama yılmak yoktu. ilk darbede yıkılmak hiç yoktu.

 

Sabaha ilk gözlerini açan Zelfi oldu, erkenden uyanmıştı ama uyuyası da yoktu. Pantolon ve ince bir triko giyip saçlarını tarayıp gevşekçe örerek bir omzuna aldı.

 

 

 

 

Mutfağa inip kahvaltı için hazırlık yapmaya başladı, her ne kadar kızın varlığından inceden rahatsız olsa da Yasemin misafirdi. Derya ablasının uzunca bir zaman Kayseri'de yanlarında kaldığı ailenin kızıydı. Güzel ağırlamayı hak ediyordu.

 

 

 

 

Çeşit çeşit reçelleri küçük sunumluklara paylaştırdı, peşi sıra peynir tabağı hazırlamaya başlamıştı ki arkadan gelen sesle önce korktu,

 

 

 

 

Örgüde bir başka, düzde bir başka

 

 

 

 

Gizlendiği zaman nazda bir başka

 

 

 

 

Omuzda bir başka, yüzde bir başka

 

 

 

 

Kirpik olmuş inmiş göze saçların...

 

 

 

 

Yasemin'in etrafında dolaşıp örgülü saçını omzuna alarak söylediği türkü dün geceye götürdü Zelfi'yi...

 

 

 

 

Cadının sesi de güzeldi...

 

 

 

 

İmalı bir gülüşle söylediği dörtlüğü bitiren kız,

 

 

 

 

"Aşk olsun diyeceğim de, olacağı kadar aşk olmuş zaten Zelfi'cim. Niye demiyorsun bal göz benim diye, enişteye yürüttün beni..." Deyip birde cık cıkladı.

 

 

 

 

Bu kadar açık sözlülüğe alışık değildi Zelfi'nin bünyesi,

 

 

 

 

"Anlamadım." Diyebildi.

 

 

 

 

Yasemin peynirden küçük bir parça koparıp ağzına atarken,

 

 

 

 

"Diyorum ki adam sana dut gibi aşık, sen de bal gibi farkındasın. Aklı çıktı sen yanlış anlayacaksın diye tüm akşam yanlışlıkla bile değdirmedi bakışını bana. Madem bu iş böyle niye demedin dün diyorum?" Dedi tane tane.

 

 

 

 

Zelfi peynirleri böldüğü ahşap kesme tahtasına eğdi başını,

 

 

 

 

"Yok ki öyle bir şey, sen yanlış anlamışsın." Dedi bıçakla peynir küçültürken.

 

 

 

 

Dudak büktü Yasemin, bu kız kendini kandırdığı gibi milleti de saf sanıyordu her halde...

 

 

 

 

Israrla gerek yoktu, işin iç yüzünü Derya ablası anlatmıştı bilmesi gerektiği kadar.

 

 

 

 

"Sen öyle diyorsan..." Deyip Zelfi'nin hazırladıklarını sanki kırk yıldır bu evli gibi masaya taşımaya başladı ama yeni bir türkü eşliğinde,

 

 

 

 

Oy ne imiş ne imiş aman aman

 

 

 

 

Kaderim böyle imiş...

 

 

 

 

Gizli sevda çekmesi aman aman

 

 

 

 

Ateşten gömlek imiş...

 

 

 

 

O sırada mutfağa gelen Derya kızları hazırlık yaparken bulunca,

 

 

 

 

"Ayy... Bir kızın olmasından iyi birşey varsa kesinlikle iki kızın olması..." Deyip neredeyse hazır olan sofraya doğru yürüdü.

 

 

 

 

"Günaydın hanım ağam, sen emret yeterli, emirlerine amadeyim." Diyerek İngiliz usulü önünde eğilerek kendini selamlayan kızın omzuna kalçasıyla hafiften vurup Zelfi'ye doğru yürüdü Derya,

 

 

 

 

"Türkü mü söylüyordunuz sabah sabah, neşeniz bol olsun." Deyip Zelfi'nin kolunu severek saçlarını okşadı.

 

 

 

 

"Hımm..." Dedi Yasemin "Bir yar sevdim el aldıyı söylüyordum Zelfi'ye... Öyle içimden geldi."

 

 

 

 

Konunun özünü bilen ve asla açılmasını istemeyen Zelfi,

 

 

 

 

"Derya abla sen omlet yapsan, sen yapınca ayrı güzel oluyor." Deyip konuyu dağıtmak için yine işe sarıldı.

 

 

 

 

"Yok en güzel Boran bey yapıyorlar ama şuan işgal altında kendisi, kızı kolunda uyuyor uyanmadan gelemez." Deyip tezgah başına geçti.

 

 

 

 

Yasemin ise son kez tekrar etti şarkının can alıcı kısmını,

 

 

 

 

"Gizli sevda çekmesi aman aman ateşten gömlek imiş..."

 

 

 

 

Zelfi herşeyin farkında olup safa yatan Derya'dan habersiz, Yasemin'e kaş göz yaptı bu konuyu kapatması için...

 

 

 

 

Bilmediği oydu ki ikna olana kadar dört koldan saldırı altında kalacaktı.

    

 

 

Akşam üzeri Derya'nın çok sevdiği profiterollerin içini doldurup hazırladığı çikolata sosunu soğumaya bırakan Yasemin'i keyifle izliyorlardı. Sabah ki gerilim bitmiş sessizce sulh olmuşlardı. Kızın kötü bir niyeti yoktu, zaten Cihan'dan karşılık alamayınca geri vites yapmıştı.

 

 

En çok da iki güne gidecek olması ile içi rahattı Zelfi'nin, Cihan ile ilgilenen birini çok yakında istemezdi doğrusu.

 

 

"Şu tabaktakiler Hesna'ya gidecek, dün biz Derya abla ile konuşurken duydu canı çekti." Deyince Zelfi ile göz göze geldiler, Yasemin kendini koltuğa bıraktı "Ben çok yoruldum hanginiz götürürse artık." Deyip telefonu ile ilgilenmeye başladı.

 

 

Bu şey demekti, ben o sulara bir daha girmem rahat ol. Gülümsemesine engel olamadı Zelfi, tam ben götürürüm diyecekti ki,

 

 

"Gülce uyurken ben bırakıp geleyim o zaman." Diyen Derya ile kal geldi.

 

 

Ben giderim nasıl diyecekti, gidilecek yer daha düne kadar kapılarına ayak basmamak için kırk takla attığı Karacahanlardı.

 

 

En azından Yasemin gitmiyor diyerek kendini teselli ettiği sırada Derya taze çikolata sosunu tatlıların üzerinde gezdirip üzerine minik kek fanusunun kapağını kapattı.

 

 

Mutfaktan çıkıp dış kapıya yürüdüğünde peşi sıra bakıyordu, tam kapıdan çıkacakken duraksayıp,

 

 

"Ayy Zelfi, Gülce ağlıyor emzirip tekrar uyutayım, uykusunu alamazsa çok huysuz oluyor bu cadı." Deyip tatlıyı eline tutuşturup merdivenlere yöneldi. "Birazdan götürürüm artık, tazeyken yese iyi olurdu ama neyse artık."

 

 

Eline geri dönen tabağı alıp kapıya yöneldi,

 

 

"Ben iki dakika bırakıp gelirim Derya abla." Deyip sorgulamaya fırsat vermeden çıktı kapıdan.

 

 

Bu yaptığına inanamıyordu, acaba beyler işten dönmüş müydü? Boran Ağa bugün biraz geç kalmıştı, normalde bu saatte evde oluyordu yani.

 

 

Bir an durup gözlerini kapattı, Cihan'ı görmek isteyen yanı ile yüzleşti.

 

 

Adını anamadığın adamı görsen ne olacak acaba diye paylayan tarafını görmezden geldi.

 

 

Tatlıyı Hesna'ya verip, görebilirse Gülhan hanıma selam vermek istediyse de mutfaktan çıkmayan kadın ile içi biraz daha buruldu.

 

 

Dış kapıdan çıkıp karşı eve yürürken giderken ki gibi çelişkili değildi... Durulmuştu...

 

Akşam her zamankinden de sessiz kalıp edilen sohbete kulak verdi ama kulağında ki sesler aklını bastıramıyordu. Erkenden odasına çekilip yine aynı camın önüne oturdu. Sırtını duvara verip bacaklarını kendine çekerek kollarını doladı, başını dizine yaslayıp Cihan'ın sigara içmek için çıktığı balkonu izleri.

 

Neyi neden yaptığını sorgulamıyordu artık, sadece onu görmek isteğini kabullenmişti...

 

Derken elinde sigara ile balkona çıktı Cihan ama dünkü gibi sakin değildi hareketleri, elindeki telefon ile sağa sola adımlayarak sigarasını içen adamın hali ilgisini çekti bedenini o yöne çevirdi.

 

Cihan derin bir nefes ile nefeslendiğinde heybetli bedeni dolup taştı, cesaretini toplayamayacağını anlayınca, tevekkültü Allah deyip arama tuşuna dokundu.

 

Kulağına götürdüğü telefona baktı Zelfi, kimi aramıştı ki? Saat iş yada fazlaca samimi olmayan arkadaşlar için geç sayılırdı.

 

Yatağının üzerinde çalmaya başlayan telefon ile kalbinde bir deprem oldu...

 

Hayır... Hayır... Hayır..

 

Aradığı Zelfi olamazdı değil mi?

 

Bu saatte ne diye arasındı ki?

 

Yerden güç bela kaldırdı bedenini, eline aldığı telefonda tanımadığı blr numara görünüyordu...

 

O işte Cihan...

 

Yutkundu, açmada...

 

Ya bir daha aramazsa...

 

Tam kapanmak üzereyken açtı telefonu, iki tarafı da bir sessizlik sardı... İlk sesini bulan bu anâ daha hazırlıklı olan Cihan oldu,

 

"Zelfi iyi akşamlar, ben Cihan."

 

Adını anamadığı adam kendini tanıttı... İsmi onun ağzından kulağa kötü gelmiyordu.

 

Zelfi hâlâ diline alamasada da, en azından duymaya tahammülü vardı artık.

 

"İyi akşamlar." Dedi aklını toparlayınca.

 

"Saat biraz geç oldu ama rahatsız etmedim inşallah." Diyen adam kendini payladı. 'Bu ne hacı dedeler gibi konuşuyorsun, bir de muhallebiciye davet et tam olsun.' diye.

 

"Estağfurullah, şaşırdım sadece." Diyen kıza ne diyecekti şimdi.

 

Zelfi'nin onu izlediğinden habersiz bir eli ensesine gitti, sıktı acımadan...

 

Balkonun korkuluğuna tutundu sonra, en iyisi açık konuşmaktı,

 

"Seninle konuşmak istediğim önemli bir konu var, yarın bana bir saatini ayırabilir misin?" Deyip gözlerini kapatarak cevabını bekledi.

 

Zelfi'nin kalbi kafesinden çıkmak ister gibi atmasa adamın gerginliğini daha çok farkedip, heyecanın da yanlız olmadığını görürdü de, kalbi ağzında atıyordu işte...

 

Bunu bekliyor muydu?

 

Hem evet, hem hayır...

 

Peki şimdi ne diyecekti?

 

Derin bir nefes alıp verdi,

 

Konu ne diyecek kadar cesaretli olamadı, yarın kulağı ile duyacak cesareti bu gece toplamayı umuyordu.

 

"Peki..." Dedi sadece karşıda ki adamın yumruğunu 'işte bu' der gibi sallayışına gülmemek için dudaklarını ısırdı.

 

Sorgulamadan bir kabul ediş beklemeyen Cihan şoku atlatınca,

 

"Yarın bir de seni alsam uygun mu?" Diye sordu.

 

"Konaktan alabilir misiniz?" Diye sordu Zelfi. Derya, Ayşe ve piyangodan yeni çıkan Yasemin'e açıklama yapmaktansa Ela'ya yakalanmayı tercih ederdi.

 

"Alırım." Diye yükseldi Cihan. Sonra yüksek çıkan sesini fark edip "Alırım, birde orada olurum." Diye toparlamaya çalıştı.

 

İyi geceler dileyerek kapattılar telefonu, Cihan bir sigara daha yakıp yerinde duramayarak içti. Zelfi, o sigaradan dün gece dertli dertli çekilen nefesleri de izlemişti.

 

Yarın ne duyacağını az çok tahmin ediyordu da, ne cevap vereceği muammaydı. Aklı başka söylüyordu, içinde yeni yeni kıpırdanan kelebekler başka...

 

✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨

 

Ülkü uzun zamandır gitmeyi planladığı ama ancak fırsat bulduğu evin kapısına arabasını park etti.

 

Çalışma saatleri daha düzenli olsa da geçen ay yapılan teftiş ve denetleme yüzünden yoğun bir dönem geçirmişlerdi. Sperm bankası operasyonundan sonra tüp bebek merkezleri sıkı denetim altına alınmışlardı.

 

Narin İstanbul'dan döndüğünden beri gelmek istese de ancak bu akşam fırsat bulabilmişti.

 

Evin ziline basıp elindeki pasta ve oyuncak kutusu ile beklemeye başladı. Çok geçmeden Narin kucağında Asım bebek ile kapıyı açtı,

 

"Hoşgeldin Ülkü, nerelerdesin özlettin kendini." Derken eski eltisini içeri buyur etmişti.

 

Asım dışardan gelen bedene atılırken, yabancılamıyor oluşu Ülkü için nimetti. Pek sık gelemediği için unutulması çok olasıydı.

 

"Paşam özledin mi sen beni? Ellerimi yıkayayım da kavuşalım prensim."deyip paketleri girişteki pufun üzerine bırakıp elini yıkandıktan sonra Asım'ı kollarına aldı,

 

"Seni unutmuyor Ülkü, yoksa yabancılamayı öğrendi." Diyerek birbirini çok seven ikiliyi salona yönlendirdi.

 

"Hiii... Öyle mi yakışıklım, sen beni çok mu seviyorsun bakıyım hı!" Diyerek başını göbeğinde iki yana salladı.

 

Bebeğin kıkırtıları andıran sesi içini sıcacık yaptı.

 

Onlar aşk yaşayadursun Narin çayın altını kısmak için ayaklanmıştı.

 

Hazırladığı atıştırmalıkları ve konuşacakları birikmiş mevzuları Asım'ın uyumasından sonraya ertelenmişti. Ülkü bu gece buralıydı, aynı evin içinde uzun süre iki yabancı gibi yaşadıktan sonra elti olmasalar da iyi arkadaş olmuşlardı.

 

Asım Ülkü'nün saçlarını eline dolayında hemen müdahale etti Narin, bu yeni huyuydu,

 

"Annem yapma yenge uf olur." Deyip bebeğinin elinden saçları kurtardı.

 

"Bebekler yılanı boğar diyorlar burda, öyle güçlü olurmuş parmakları. Eski hastanedeyken bir hemşire abla öyle derdi." Deyip acımış saç köküne çaktırmadan masaj yaptı Ülkü.

 

Söylenene güldü Narin,

 

"Öyle derler bende duymuştum, ben mecbur topluyorum yoksa paşamın elinden kurtulmuyor." Dedi.

 

Ülkü bir kaç ay önce avuç avuç saçı dökülen kadının toparlanmış saçlarına daha dikkatli baktı, şakalarında çıkmaya başlamış bebek saçları durumun iyiye gittiğine delildi.

 

"Bak beslenmene dikkat edince toparlanmış saçların." Diyerek gülümsedi.

 

Farkın fark ediliyor oluşuna Narin de mutlu oldu.

 

"Miran'ın burda eczacı bir arkadaşı var, sağ olsun bitkisel içerikli vitaminler verdi. Onun faydasını gördüm, yoksa çok da sağlıklı beslenmeyi başaramıyorum." Deyince Ülkü'nün kaşları havalandı.

 

"Bak sen... Adamın içine mi doğmuş senin saçının döküldüğü?" Deyince dudağının içini ısırdı Narin,

 

"Yok..." Dedi mahcup bir sesle "Miran fark edip söylemiş olmalı."

 

Asım'ın ilgi isteyerek tekrar Ülkü'ye atılışı ile,

 

"Bunu bi konuşalım Asım uyunca hı Narin?" Dedi imalıca.

 

Burukça gülümsedi kadın,

 

"Pek konuşulacak bir şey yok, çocuğunun annesi için endişe ediyor hepsi bu."

 

Ülkü gözlerini kısarak baktı sadece,

 

"Bakma öyle gerçekten bana özel bir ilgi değil, biz bebeğimize birlikte bakmıyoruz ki Ülkü. Ben hasta olsam eksiğimi Miran doldurup, iyi olana kadar boşluğumu dolduramaz." Deyip derin bir nefes alıp verdi. "Ben iyi olayım istiyor asla suçlayıcı bir tavrı yok ama Asım'ın annesi iyi olsundan öte de bir yakınlığını görmedim. Sadece bazen daha dikkatli bakıyor onu hissediyorum."

 

"Seni görebilir Narin, çok güzel bir kadınsın. Hepimizi şaşırtsan da şahane anne oldun. Ben yeni Narin'i görüyorsam Miran abi de görebilir." Dedi Ülkü umut vermek değildi derdi. Hatta asla umut veren olmak istemezdi de ama böyle düşünüyordu. Gerçek buydu...

 

"Bana bakınca içimde bir yerlerde o eski Narin'in durduğunu ve onu çok iyi sakladığımı düşünüyor. Bunu gözlerinde okuyabiliyorum. Haksız da değil adamın elini sürmediği kadın çocuğunu doğurdu Ülkü. Beni şeytandan farklı görmediğine eminim." Dedi ve çayları getireyim bahanesiyle kaçtı.

 

Çaylar içilip Asım paşa uykuya yatırılınca pijamalarını giyip rahat koltukların üzerine yerleştiler.

 

"Mirza abinin İstanbul'da ki işi uzun mu?" Diye sordu Narin.

 

Dudak büktü Ülkü,

 

"Değil gibi yarın döner büyük ihtimalle. Senin gittiğin haftasonu Miran abi görüşmüştü adamlarla, çok da olumlu geçmiş görüşme. Bu kez imzalar atılacak gibi." Dedi.

 

"Anladım..." Diyen kadın kapıda Canan ile burun buruna geldikleri anâ gitti.

 

"Narin telefonda söyledim ama yüz yüze konuşamadık. Beni arayıp sizin tekrar birlikte olduğunuzu duyduğunu, Mardin'e gelip senin yaptıklarını ailene ve insanlara anlatacağını söyledi. Bende hem zaman kazanmak adına, hemde zaten doğrusu bu olduğu için iki günlüğüne gittiğini söyledim. Onun sandığı gibi bir durum olmadığını anlattım. Hoş olsa ona ne ama iki günlük huzurun bozulsun istemediğim için,kendimce gazını aldım. Miran abiyi de arayıp haber verdim ki dikkatli olsun." Diyerek önceden de izah ettiği durumu tekrardan anlattı.

 

"Biliyorum Ülkü, senlik bir durum yok. Hatta iyi bile oldu biliyor musun? Artık Miran'ın Canan defterini kapattığına eminim. İlk defa onun gerçek yüzünü bilerek davrandı. Hatta beni korudu, önüme geçip bana vurmaya kalkacak eli durdurdu." Deyince Ülkü'nün gözleri kocaman oldu,

 

"Sana vurmaya mı kalktı?"

 

Gülmekten çok uzak bir gülüş döküldü Narin'in dudaklarından,

 

"Bebekleri benim yüzümden ölmüş, katilmişim ben..."

 

Karşısında ki kadının kaşları derince çatıldı bu kez,

 

"Ciddiye almadın inşallah." Dedi.

 

Başını iki yana salladı Narin,

 

"Ben çok yanlış işler yaptım, inkar etmedim, etmem de ama katil değilim Ülkü. Hastane valizini bile elimle hazırlayıp yardım ettim. İstanbul'da tedavi olurken her gün o ve bebeği için dua ettim. Elimden ötesi gelse asla geri durmazdım. Küçücük bir canla ne alıp veremediğim olur. Benim ona olan savaşım konağa geldiği gece bitti." Deyince Ülkü uzanıp elini tuttu.

 

"Geçti gitti o günler, üzülme diyemem ben bile şimdi kendimi hatalı buluyorum. Kabul etmeyecektik tavrımız Canan'a da Miran abiye de daha sert olmalıydı. Ben artık o kadar bıkmıştım ki Arjin hanımın baskılarından, sanki televizyon da dizi izler gibiydim sizi izlerken. Mirza desen hiç bir zaman evin insanı sayılmamış, fikri sorulmamış. Bize dokunmayan yılan bin yaşamasa da akıbetini merak etmeyecek kadar soyutlanmıştık Mardin'den. Miran abinin seninle arasında iki türlü de nikah vardı. Ne olursa olsun bunu yapmasının hiçbir tutar yanı yok." Dedi o gün ki olanlara bugün ki aklıyla bakarak.

 

Narin gözlerini kaçırdı,

 

"Bizim dini nikahımız yok Ülkü hiç olmadı. İlk bizim konaktan gelin çıkarılırken kıyılacaktı Miran kabul etmedi. Sonra Aladağ konağına gelindi, nikâh kıyılırken eş olarak kabul ettin mi? Diyen imama da etmiyorum dedi. Arjin hanımda, Asım Ağa'da şok geçirdi. İkna edemediler... İmamı bir şekilde yolladılar, kimse de bir daha bu nikah işi ne olacak demedi. Oğlunun odama girmediğini bile bile torun haberi bekledi Arjin hanım. Sonra da bu torun nerden çıktı diye sormadı. Anlayacağın ben bu çocuğu başkasından peydahlıyacak bir kadın olsam dahi, ağa kızı olduğum için kabuldü." Dedi derin bir nefes alıp gözlerini kapattı.

 

Arjin hanımdan bir kere daha etiyle kemiğiyle tiksindi Ülkü. Bu nasıl bir kadın, daha kötüsü nasıl bir anneydi?

 

"Ne diyeceğimi bilmiyorum Narin, sözün bittiği yerdeyim." Diyebildi.

 

Narin için ise Pandora'nın kutusu açılmıştı bir kere, aylardır neyi niye yaptım diyerek kendi içinde çıktığı yolculuğu birine anlatmak istedi.

 

"Benim annem kuma bir kadın Ülkü, babam cici anneme çok aşıkmış ama evlat sahibi olamayınca babannemin emrivakisi ile annem girmiş hayatlarına. O zaman şimdi ki gibi de değil, kimse durmamış cici annemin arkasında. Bana gelen kumayı kabul etmeyen babam kendi evlatlarına bu sayede sahip olabilmiş bir adam. Ona rağmen benim arkamda durmaya çalıştı... Trajikomik değil mi?" Deyince Ülkü'nün hiç aşinası olmadığı bir Dünya'nın kapılarını açtı.

 

"Cici anne dediğin babanın ilk eşi mi?" Diye sordu.

 

Kadının adı geçince gülümsedi Ülkü,

 

"Evet o, Dünya iyisi bir kadındır. Hem yüzü hem kalbi güzel... İçi, dışı bir. Annemi de ezmemiş hiç, hâlâ da bi şekilde beraber yaşayıp gidiyorlar." Deyip camdan dışarı dalmış gözlerini Ülkü'ye çevirdi. "Aynı şeyi annem için söyleyemem ama annem içten pazarlıklıydı yada öyle olmak zorundaydı. Hep güzel, hep bakımlı, aşırı özenirdi kendine. Başka şansı yoktu çünkü...Mesela babam ağlayan insandan nefret eder, bir tek cici annemin göz yaşına tahammülü vardır. Ben annemin bir kere olsun ağladığını bilmem. Hep güçlüydü, daha doğrusu eşi olacak adama tutunmak için öyle olmak zorundaydı." Diyerek çocukluğundan beri yaşadığı evi analiz etmeye başladı.

 

"Anneni seviyor mu baban? Yani şimdi?" Derken nasıl soracağını bilememiş gibiydi Ülkü.

 

Dudak büktü Narin,

 

"Bilmiyorum ki, annem ağlasa gözünün yaşını siler mi? Arkasını dönüp gider mi? Seven sevdiğini avutur Ülkü, gözünün yaşına kıyamaz. Ağlayamayacak kadar kalbini katılaştırmaz..."

 

"Haklısın..." Demekten öte sözü yoktu. Seven sevdiğini avuturdu...

 

"Annem beni şımarttıkça şımarttı, iki sözünden biri 'sen ağa kızısın' diye başlardı. Herşey benim hakkımdı, hep başkası suçluydu. İnanılmaz bir zırhdı anneme göre Ağa kızı olmak. Eğer Ağa kızıysan herşeye hakkın vardı, değil sen yok. Bu kadar basitti denklemi... Niye böyle yaptığını şimdi şimdi anlıyorum biliyor musun?" Diye sordu Ülkü'ye.

 

"Niye? Yani yanlış anlama ama iyilik yapmamış sana." Dedi açık sözlülükle.

 

"Cici annem ağa kızıydı, annem değil." Deyip iki elinin avuç içini yukarı gösterecek şekilde yanlara açtı.

 

İşte hepsi bu yüzden der gibi...

 

"Annemin isteyip de olmadığı herşeyin sebebi ağa kızı olmamasıydı." Can acıtan bir tebessüm ile devam etti "Ne yanlış bir tespit değil mi?"

 

Ülkü'nün boynu da yana eğildi usulca, yanlıştı...

 

"Her istediğini yaparak büyüttüğü kızı hem kuma oldu, hem üstüne kuma geldi. İkisini bir arada yaşamak da benim ayrıcalığım olsa gerek." Deyip durumu biraz alaya almak istedi ama o gülüş dudağına oturmadı Narin'in.

 

"Benim Miran'a aşık olduğumu anlayınca yine o girdi devreye, sabahlara kadar ağlayarak olmazmış, istediğimi söküp almayı bilmeliymişim. Ben Ağa kızıymışım Canan kimmiş? Küçüklüğümden beri her istediğimi bana bir şekilde vermiş annem Miran'ı da altın tepside koydu önüme. Nikahına girdim ama gönlüne giremedim, hırsımdan çocuğunu doğurdum ama bir kere öpemedim." derken ağladığının farkında bile değildi.

 

Ülkü çekip sardı sinesine bir anne gibi...

 

Annelik yapmamış bir annenin yaralı kuzusuydu Narin.

 

"Onu suçlamıyorum Ülkü, benim de hamurum müsaitmiş ki işledikçe işledi." Deyip yine objektif olmaya çalıştı Narin.

 

Annen büyütmese de hayat büyütüyordu...

 

"Annen o Narin, ben annem doğruyu gösterdiği hatasını kabul ettiği halde onun yanlışına talip olmuş biriyim. Senin onun yoluna çıkman da insanlık hali ama bak döndün hatandan." Dedi nasıl teselli edilirdi ki böyle bir durum.

 

"Miran, Canan'ı alıp konağa getirdiği akşam Ağa kızı Narin'i de çekip alnından vurdu. Ben yıkılıp düştüm ya sen gelip yakaladın, işte o düşen Ağa kızı Narin'in cenazesiydi. Düştüğü yerden kaldırdığınız da yeniden doğan bir kadındı, Asım'ın annesi Narin..."

 

Ülkü,

 

"Narin..." Dedi ama devamı gelmedi.

 

"Hak ettim biliyor musun? Mevlid'den bir gece önce Asım'ı kucağıma alıp Miran'ın kapısına gittim. 'Kabul et senin yolun benim' dedim. 'Bu bebek de ağalığının garantisi...' Şuursuz bir kadın gibi annemi taklit ettim. Kocamı ağalığından yakalayıp yanımda tutarım sandım. O gece Miran'ın gözünde ki hayal kırıklığını sana tarif edemem. Kollarımda ki oğluna acıyarak bakışını..." Derken göz yaşları artık görüşünü kapatacak kadar çoktu.

 

"Miran Ağa kızı Narin'i çekip vururken, kendi ağalığından da vazgeçmesi gerektiğini biliyordu. Onu Canan'a iten çoğu zaman ben oldum. Belki aralarında ki sınırı aşmalarına bile benim bencilce hamlelerim sebep oldu." Gülmekten çok uzak güldü "Yoksa Miran gelinlik giymeden ona dokunmazdı, yıllarca bunu bekledi..."

 

Ülkü dudakları bir birine bastırdı, üzüntü ile bakakaldı yanı başında ağlayan kadına.

 

"Benim Miran'a aşkım tertemizdi Ülkü, uzaktan onları izleyip için için ağlıyordum ama temizdi duygularım. Ben en çok o temiz aşkı kirlettiğime ağlıyorum. Oğluma anlatacak masum bir hikayemiz olmadığı için yanıyor içim..."

 

 

 

Ayyy... İçimi pişirdin Narin... Vallahi kendim yazıp kendim üzülüyorum...

 

İnsanlar kötülük yaparlar, bazen sadece kötüdürler. Bazen fıtratları iyiyi ayırt edemeyecek manipüle edilmeye müsaittir.

 

Bu kimseyi masum yapmaz ama anlaşılabilir yapar...

 

Zelfi...

 

Cihan...

 

Narin...

 

Miran...

 

Oy vermeyi unutmayın arkadaşlar sizi seviyorum ❤️ 🧿 🥰

    

 

    

    

    

    

    

    

 

   

    

    

    

Bölüm : 26.04.2025 20:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...