
Ben geldim vallahi yetiştireceğim bu akşama diye çok uğraştım ama yetiştim de 👏🏻👏🏻👏🏻
Özleştik değil mi arkadaşlar...
Tatilde bile aklım kitaplarımda ve sizdeydi zaten üç çocuklu bir anne olarak tatil benim neyimeydi?
Uzun bir bölümle geldim yorum sınırı 450 herkes iki yorum yazsa aşar geçeriz evelallah...
Hadi buyrun bakalım...
Firuze kendini Miran'ın göğsünde ağlarken bulduğunda aklı karma karışıktı, adam ağlama dememişti ama benim yanımda ağla deyip güvenilir bir liman sunmaya çalışmıştı.
Ağlaması iç çelişlere döndüğünde usulca ayrıldı kokusuna bulandığı sineden...
Miran, göz altından çenesine doğru akan yaşları kurulayarak temaslarını devam ettirdiğinde adamın parmak uçlarında ki şefkate sığınmak, avucuna yüzünü yaslayıp orda soluklanmak isteyen yanını zor bastırdı Firuze...
Yüz bulunca astarını da istermiş gibi çekince doldu içine, kısa zaman sonra düğünleri olacaktı belki ama yabancıydı yine de...
"Daha iyi misin?" Diyen tok ses karşısında iyice kendine geldi, yutkundu sesini bulmak isteyerek hafifçe de öksürdü,
"İyiyim teşekkür ederim destek olduğun için." Dedi gözlerini kaçırarak.
Fakat çenesinin altından zarifçe tutulup yüz yüze getirilmeyi beklemiyordu, bütün gece arkadaş muamelesi yapan Miran Aladağ değil miydi karşıda ki.
"Seni üzmem Firuze, üzülme diye herkesin önünde dururum, dik dur diye arkanda olurum ama gücümün yetmediği yer illaki olur." Dediğinde az evvelki adamın densizliğini kastettiği belliydi. "O zaman da teselliyi yine bende ara olur mu? Benim hatalarımın acısına başka omuzlarda ağlama. Kızacaksan bana kız, öfkelenirsen tırnakların bana çıksın ama araya kimse girmesin. Dert bizimse dermanda biz olalım."
Biz...
Kulağa bu kadar hoş geleceğini asla düşünmeyeceği birinci çoğul şahıs...
Miran ile biz olmak...
Firuze ve Miran...
Çenesine ki el sayesinde hâlâ göz gözeydiler,
"Olur..." Dedi Miran'ın gittikçe alıştığı hoş sesiyle ve yutkunup bir cesaretle ekledi. "Peki benden yana kötü söz duyarsan o zaman ne olacak? Bu şartlar ikimiz içinde geçerli mi?" Diye sordu.
İllaki Bedirhan pisliği o olmazsa, anası yada Kudret hasedi ile karşılaşacaklardı. Bu geceye benzer bir rezillik, belki daha üst perdesi olacağını adı gibi biliyordu genç kız.
Miran'ın gözleri kısılacak kadar derin tebessümünü bunca yakından görmek kalbine iyi gelmedi,
"Bu kadar keskin bir akıl için fazla güzelsin be Firuze, bir yerden sonrası kul hakkına girmiyor mu?" Diyen adamın ne dediğini anlamasına fırsat vermeden geriye bir adım atıp mesafelerini artırdı Miran, "Şartları eşit aklın kalmasın....Boran ağamıza ve Derya hanıma selamlar." Dedi hadi git der gibi...
Firuze ilk şoku atlatınca geriye dönüp az evvel Miran'ın durduruşu ile yarım bıraktığı yolu devam etti, dudağının kıyısını ısırıp tebessümünü durdurmaya çalışsada pek başarılı olamadı.
Bütün gece bir iltifat, bir yakınlık bekleyip hiç ummadığı anda fazlası ile imtihan olmuştu. Hızla atan kalbinin üzerine sağ elini koyup,
"Yapma, böyle atma... Eve ulaşamadan dermanını kesme." Dedi kendi kendine.
Miran giden kızın arkasından baktı, akıllı bir kadındı ama kurnaz değildi Firuze. Sadece güvende olmaya, emin olmaya çalışırken aklı her duygusunun önüne geçiyordu. Caddeleri meraklı bir çocuk gibi izleyişi, gece boyunca fark ettirmediğini sandığı anlarda evleneceği adamı mahcupca izleyişi, gecenin sonunda olanlara rağmen mağrurca arabadan inişi fettan bir kadından çokça uzaktı.
Akıl iyi bir sermayeydi ama doğru kullanılmayınca, insanı şeytana hizmetkar ediyordu.
Narin'in aklının onu çıkmazlara sürüklediğini gibi...
Kıvrılan dudaklarına mani olmadan Firuze'nin eve girişini, küçük bir baş selamı verip kendince veda edişini izledi. O da başını eğerek karşılık verdi.
Kızların Firuze'yi içeri çekip kapıyı hızlıca kapatmasına başını iki yana sallayarak güldü. Şu düştüğü hale hâlâ inanamıyordu.
O saatlerde Narin de yanında oğlu ve her zaman destekçisi kızkardeşi ile kendi evine dönüyordu, tek fark şöför koltuğunda oturan Kerim'di.
Karanlığın bastırdığı sokaklarda konuşmadan devam ettiler, zaten söylenecek her sözü söylemişti Narin. Annesine karşı içinde büyüttüğü öfke düşünülünce ile az bile söylemişti.
Araba durduğunda kollarında uyuya kalmış Asım'ın üzerine battaniyesini iyice örtüp indi, Kerim bagaja koydukları bir kaç parça eşyayı taşırken Nermin evin kapısını açtı. Hep beraber içeri girdiler, oğlunu yatağına bırakan genç anne fazlalık kıyafetlerini çıkarıp üzerinini örttü.
Bebeğini izledi bir zaman, Miran'a benzeyen oğlunu...
Miran defteri kapanmıştı, Narin'in kendine kalsa hiç kapatamayacağı defteri kader kapatıp önüne bırakmıştı. Bunca yaşanan içinde tek güzel şey şüphesiz yatakta Dünya'dan habersiz uyuyan masum candı.
Derin bir nefes alıp çıktı odadan, salonda Nermin elindeki telefona dalmış gitmişken mutfaktan gelen tıkırtıları duyup o yana yürüdü.
Su ısıtıcısında kaynamak üzere olan suyun sesini ayırt etti önce, sonra tezgahın üzerinde ki iki kupayı... Birde hâlâ dolapları karıştırıp birşeyler arayan Kerim'i, yanına doğru ilerleyip bitki çayları ve kahvelerin bulunduğu dolabın kapağını açtı.
"Bunları mı arıyorsun doktorcum?" Dedi sanki o gergin gecenin devamında değilde eski günlerdelermişçesine.
Kerim önce açılan dolaba baktı sonra yanı başında ki Narin'e,
"Bunları arıyordum Ağa kızı." Dedi eskiden beri kullandığı hitabıyla.
Aslında bu hitap Kerim'in kendine çizdiği bir sınırdı, Narin'in kim olduğunu unutmamak adına verdiği savaşta küçük bir hatırlatıcı.
Gördüğü küçük salep paketleri ile gülümsedi adam,
"Eski alışkanlıklar devam mı?" Diye sordu.
Omuz silkti Narin,
"İki lafın belini kıracak kimse olmayınca Salepin de tadı olmuyor ama seni bulmuşken eskiyi yadedebilirim. Olur mu?" Deyip iki paket salep alıp Kerim'e bakarak gülümsedi.
Bu gülümsemeyi görmeyeli ne çok zaman olmuştu, Narin'i bırakıp gideli gülüşüne de hasret kalmıştı. Geldi geleli de sadece döktüğü göz yaşına şahitti.
"Onu içersem şuracıkta uyuya kalırım Narin, gece nöbetçiydim sonra da gelemeyen bir arkadaşın yerine devam ettim. Abinin halini görünce Cennet annem seslendi ama Hamide hanım benden daha doktor olduğu için o yaptı pansumanını." Deyip açtığı konuyu kapatmak isteyerek "Yoksa çoktan uyumuştum." Dedi.
Dudakları aşağı büküldü Narin'in,
"Doktorlukda zor be Kerim, ağzını yüzünü dağıtmak istediğin adama pansuman yapmak zorundasın. Abim o dayağı çok uzun zamandır hak ediyordu ama kısmet Miran'aymış." Deyip salepleri hazırlamaya başladı.
Abisi Davut küçüklüğünden beri Hamide hanımın en büyük yancısıydı, Kerim ile yaşıt olmalarına rağmen hiçbir zaman arkadaşça davranmamış hep düşman bilmişti. Evlerinde ki bu kimsesiz garibi ne avluyu sığdırırdı ne sofraya. Attığı dayaklarda cabası...
"Bu diyeceğimi hiç düşünmezdim ama hakkaten eline sağlık güzel benzetmiş." Dedi dürüst olarak.
Kupaya su ekleyip karıştırırken gülümsedi Narin,
"Miran kendini savunmayınca dövdüğü gibi olur sanmıştır o saf, yoksa yine merhamet etmiş." Derken yine Miran'ı konuşuyor olmaktan rahatsız olup Kerim'e döndü hazır olan Salepin birini uzatarak. "Uyursan sana bir kanepe açarız doktorcum, gitmene gerek yok." Dedi samimiyetle.
Bu teklifi beklemeyen genç adamın kaşları hafiften havalansa da ses etmeden aldı uzatılan kupayı.
Mutfaktaki masaya karşılıklı yerleştiler, Kerim hasretle burnuna çekti kokuyu. Narin bilmezdi ama Kerim onsuz salep içmezdi, ne bu kokuyu alıp eski hatıraları dalacak gücü vardı ne de Narin olmayınca Salepin tadı...
Sessizce yudumlayıp düşüncelere daldılar, Kerim nasıl bir yol izlemesi gerektiğini düşünüyordu, Narin de öyle...
Kerim Asım için iyi bir ağabey olup evin içindeki baba eksiğini hissettirmemek çok isterdi. Niyeti Narin'in oğluna baba olmak değildi, Miran'ın oğlu için yuttuklarını sustularını öğrendiğinden beri ona yumruk atan eli sızlıyordu.
Narin ise bundan sonra oğlunun babası ile ilişkisini nasıl devam ettireceğini düşünüyordu, şimdiye kadar hep Narin'in yanında yakınında görüşmelerdi. Asım daha beslenmek için anneye bağımlıydı o zamanlar şimdi bir kaç saat olsun babası ile yanlız kalabilir mamasını yeyip annesinden bir süre ayrı kalabilirdi.
Peki ya o kız ister miydi Asım'ı?
Yarın öbür gün çoluk çocuğa karışsalar Miran'ın oğluna ilgisi azalır mıydı?
Aklında deli sorular dönüp dururken başını kupadan kaldırdığı gibi Kerim'in onu izleyen kahveleri ile karşılaştı.
"Bu kadar derin ne düşünüyorsun Narin?" Dedi adam aklında bu gece Miran'ın nişanlısı ile yemeğe gittiğini düşünüyor olduğundan emindi ama sordu yine de...
Dudak büktü Narin,
"Aslına bakarsan daldan dala konuyor aklım, Miran'ın bundan sonra Asım ile ilişkisi nasıl olacak. Hayatına giren kadının bize bakışı...
Yarın öbür gün çocukları olunca geri plana düşer miyiz? Miran detaycı düşünen bir adamdır, en azından öyle olmaya çalışır ama gözden ırak olan gönülden ırak olur." Dedi bardağına dalmış bir şekilde tekrar başını kaldırdığında Kerim gözlerinde huzursuzluğu gördü. "Benim için değil oğlu için konuşuyorum, ben hep gönülden ıraktım zaten Kerim." Dedi gülümsemeye çalışarak.
Derin ve sıkıntılı bir nefes aldı adam,
"Niye bu kadar zorladın şartları Narin, Miran'ı böyle vazgeçilmez yapan neydi?" Dedi içi yana yana.
Gülmekten çok uzak güldü kadın,
"Saygı, sevgi, sadakat... Hem de bana göre hak etmeyen bir kadına karşı sevgi saygı sadakat... Canan, Miran'ı hak etmiyordu Kerim ama benim de araya girmeye hakkım yoktu. Beklemem lazımdı ama Hamide hanımın elinde oyuncak oldum. Aladağ'ların Ağa olacak oğlu değil de sıradan bir insan olsaydı caydırmak için elinden geleni yapardı fakat tam dişine göre birini sundum ona."
Bu kez Kerim acıklıca güldü,
"Bilmem mi?" Dedi yıllardır onu da zorbalayan Hamide'nin ta kendisiydi.
"Miran'ın hayatını mahvettim ben Kerim, seven insan bunu yapar mı? Bunları yapmış birinin sevgisine güven duyulur mu?" Deyip samimi bir tebessüm ile "İnşallah bu Berdel onun kaderidir. Hiç görmeden evlenmeyi kabul ettiği kadın da onun şansı olur." Dedi yürekten bir dua ile.
Kerim'in kaşları havalandı,
"Görmeden mi kabul etmiş?" Dedi şaşkınca.
Başını sallayıp salepinden bir yudum aldı Narin,
"Görmeden kabul etmiş, kıza Miran'ın kabul ettiğinin haberi verilmeden benim yanıma geldi. Olanı biteni anlattı, Bekir Ağanın başının altından çıkmış bir iş. Dengi olmayanı Miran'ın yanına yakıştırmaz bilirim. Benimle bir selamı dahi yoktur." Dedi aslında Miran'ın hayatına hiç giremediğini kabullenerek.
Bekir'in hayattaki en büyük sırrında dahi haberdar olduğunu bilse ne hissederdi Narin...
Konuyu değiştirmek istedi eski eşinden konuşmak doğru gelmiyordu artık,
"Eee... Anlat bakalım doktorcum sen neler yaptın? Şark hizmetine Mardin'e geldiğine göre gönlünün sultanını hâlâ bulamadın diye yorumluyorum." Dedi.
Kerim kaçış için kupasından büyük bir yudum aldı, ne demeliydi...
Açık yaraya kurt düşmezmiş dedi içinden bir ses, doğruyu söyleyemiyorsan da yalan söyleme.
Bir cesaretle,
"Gönlümün sultanını Mardin'de bırakmışımdır belki ne biliyorsun?" Dedi oyunbaz bir tavırla,
"Ooo... Bak sen... Doktorcum neler duyuyoruz böyle." Diyen kadına baktı Kerim, yeniden bulmaya çalıştığı neşesi ile eski Narin'e benziyordu.
Kerim'e bir gecede mesafesini koyup yabancıya dönüşen kadına değil de. Çocukluk arkadaşı olan beraber büyüdükleri Narin'e.
"Altı sene sonra bıraktığın gibi bulabildin mi bari?" Diye sordu kadın.
Bıraktığında kendisiyle selamı bile zor olan kadın şimdi karşısındaydı Kerim'in. Narin ona belki hiç seveceği aşık olacağı biri gözüyle bakmamıştı ama en iyi arkadaşı, tek sırdaşıydı. Ta ki bir gün iki yabancıymış gibi davranana kadar.
Aralarına Narin'in koyduğu mesafe öyle can yakıcıydı ki Kerim için, benden uzaklaşır diye sevdasını bile içinde tuttuğu genç kızın sebepsiz koyduğu mesafe çok canını yakmıştı.
Çünkü Narin bilirdi Kerim'i...
İyi anlaştığı insanların piç sıfatını duyup kim olduğunu öğrenince ondan uzaklaştıklarını... Piç etiketinin peşini hiç bırakmadığını...
Tek kurtuluşu Mardin'den gitmekte yeni bir sayfa açmakta bulduğunu.
Peki ya o da yabancılar gibi bir gecede araya dağlar dizince ne düşünmeliydi Kerim?
Belki en son düşünmesi gerekeni düşündü, Narin'in yaş aldıkça aklı erdikçe başkaları gibi onu hor gördüğünü düşündü.
Şimdi soruyordu altı sene sonra bıraktığın gibi bulabildin mi? Diye...
"Bıraktığım da çok uzaktı, imkansızdı Narin. Öyle olmasa bırakmazdım da zaten." Dediğinde Narin'in biçimli kaşları havalandı. "Ama şimdi daha yakın, daha oluru var gibi... Bende yolundayım, sevgimi sonuna kadar önüne sereceğim, belki çiğneyip geçecek belki o yolu yürüyüp bana gelecek... Kısmet." Deyip göz kırptı.
"Aklı varsa gelir..." Dedi genç kadın kendinden bahsedildiğini bilmeden.
Kerim gülüşü büyüdü yüzünde,
"Akıllı kızdır aslında ama akılda bir yere kadar, kalbi ile görsün beni..."
İkisi birbirine baktı bir zaman, düşündü Narin, Kerim uzaktayken mi kendini büyümüştü böyle... Yok dedi kendi içinde, o hep derindi. Derin olmaya mecbur bırakıldı çünkü...
✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙✨
Ertesi sabah Derya ve kızların neşe içinde kurduğu şen kahkahaların, esprilerin havada uçuştuğu kahvaltı sofrası oldukça sessizdi.
Firuze ve Zelfi iki kukumav kuşu olmuş düşüncelere dalmışlardı.
Düğün tarihleri hafta sonuna yani iki gün sonrasına kesinleştiği için ne yapacaklarını bilemez bir halin içindeydiler.
Peki bu ani hızlanışa sebep neydi?
Civan Ağa'nın konağında bir arada olan Rojda ve Kudret'in kışkırtması ile Firuze'nin hâlâ nikahlanmamış olması Berdel'in gereğinin yerine getirilmediğine yorulmuş. Aşireti toplamak için yol aramaya başlamışlardı.
Miran ve Firuze cephesinde sorun buyken, Cihan ve Zelfi cephesi daha da karışıktı.
Dün gece evin etrafında Hüseyin Karacahan'a çalışan bir adam yakalanmış korumalardan Zelfi'nin peşinde olduğunu itiraf ettirene kadar dayak yediği için çenesinin bağı çözülmüş olanı biteni anlatmıştı.
Plan yine Zelfi'ye zarar vermekti, düğün bir an önce yapılıp bu insanların cahil aklını zaptedecek bir sebep olarak Zelfi'nin soyadı artık Karacahan olmalıydı.
Kızların suratı asıktı da Derya'nın da yüzü gülmüyordu. Kızlara gönlünce kına gecesi yapacak içine sine sine düğünlerini yapıp yerlerine yerleştirecekti. Böyle atlı kovalar gibi düğün mi olurdu canım?
Kızlar şöyle bir kaç ay daha yanında kalaydı ne olurdu ki yani...
Buna en çok sevinen valizini toplamış yola çıkacak olan Yasemin'di. İlk iş telefonu alıp uçak biletini iptal ettiği gibi, peşi sıra gelinlik modellerinin kızlara uygun olanlardan bir dosya oluşturmaya başlamıştı.
Sofrada ki sessizliğe de daha fazla tahammül edemedi,
"Ay bu ne ölü evi gibi!" Deyip çıkıştı. "Düğün evi burası düğün, bi silkinip kendinize gelin bakayım aaa..." Dedi kızlara. Sonra Derya'ya döndü "Derya abla kusura bakma açık konuşacağım, sal şu kızları artık. Başına yastık olacak değiller biri karşı eve gidiyor zaten. Gurbete gelin veren anneler gibi surat asıyorsun sabah beri. Bi de başına yazma çatalın tam olsun bari." Diye çıkıştı.
Boran'ın yürü be Yasemin arkandayım bakışını yakaladı ama ses çıkarmasını zaten beklemiyordu. Adam Derya kızlara bağlanıp yollamak istemedikçe suçlu hissediyordu, sanki onu burda istemediği bir hayata mahkum etmiş gibi.
Zelfi ve Firuze birbirine baktılar zoraki birer tebessüm oluştu dudaklarında ikisinin de niyeti karşıdakini yüreklendirmekti.
Zelfi düğün derneğe, aynı odada kalmaya hazır değildi daha...
Tamam aldığı yol az değildi ama daha gidilecekde çok yol vardı.
Düğün dansını bile yapamazdı o...
Bedenine yaslanmış bu kadar yakın bir nefese tahammül edemezdi, nasıl diyecekti bunu...
Nasıl dile dökecekti...
Cihan Mardin'de duymayanın kalmayacağı bir düğün olacak diyordu.
O kadar insanın önünde kriz geçirip rezil olmak da vardı.
Firuze ise bambaşka bir girdaptaydı, Miran'ı ve evliliği belki Zelfi kadar korkutucu olarak kafasına takmıyordu ama onu da Aladağ konağı ve Arjin hanım ile karşı karşıya gelecek olmak korkutuyordu.
Kapının çalması ile herkesin ilgisi o yana döndü,
Karşı evin tüm ahalisini kapı önündeydi, Hesna heyecanlı ama paytak sayılacak adımlarla girdi içeri,
"Günaydın kızlar..." diyerek kapıyı açan Boran'ı geride bırakıp ilerledi masaya.
Günaydın diyen ahali de onun bu enerjik gelişi ile ayaklanmıştı bile, kızlar sarılıp öpüşürken az evvelki hava dağılmış gibiydi.
Hesna rahat bir koltuk bulup oturduğun da konuşmaya başladı,
"Yarın yani Cuma akşamı kızlara kına gecesi yapacağız. Sonra ki gün Zelfi ile Cihan abimin düğünü olacak. Pazar günü de Miran abi ile Firuze'nin..." Dedi tüm planı yapmış şekilde.
Firuze ile Zelfi birbirlerine baktılar ve sessizce başlarını olumlu anlamda salladılar. Firuze başını çevirip dün gece kollarında ağladığı Miran'a baktı göz ucuyla, adam rahat görünüyordu. Zaten Berdel olunca araya zaman konmazdı. Derya hanım olmasa geldiği akşam nikahını kıyar bilmediği bir konağın içinde yapayalnız bırakırlardı.
Diğer yanda Cihan'ın gözleri Zelfi'nin üzerinde olsada bırak göz göze gelmeyi, yönü dahi Cihan'a dönmüyordu kızın.
Sanki filmi başa sarmışlardı, bu duygu Cihan'ın bedeninde bütün tüylerini ürperten bir his bıraktı. Ne sanıyordu ki Zelfi... İstemediği hiçbir şey olmayacaktı bunu bilecek kadar beraber zaman geçirmişlerdi.
Yasemin ve Hesna kınayı konuşmaya başlamışken kaçınılmaz son geldi Zelfi'nin bakışı Cihan'a değdi. Adamın yüzünün aldığı hali görünce içi burkuldu genç kızın... Ayaklanıp kış bahçesine yürüdü, Cihan peşinden gelirdi değil mi?
Bekledi dakikalar geçti ama Cihan gelmedi, geçen beş dakika beş asır gibiydi Zelfi'ye.
Yutkundu...
Gözleri doldu...
Dönüp bakmayışına kırılmıştı Cihan biliyordu ama o an cam gibi saydamdı Zelfi korktuğunu görüp üstüne alınsın istememişti sadece...
İçerden şen kahkaha sesleri geledursun beklediği bir türlü gelmeyince ayaklandı genç kız. O gelmezse Zelfi giderdi...
Tam kapıyı açmak için hamle yapmıştı ki aynı anda Cihan kış bahçesine girdi. Beklemediği için geriye sendeleyen Zelfi'yi belinden yakaladı Cihan.
Aralarında ki mesafeyi hiç aşmamışlardı ama şuan dip dibelerdi.
Zelfi çöle düşmüşte susuz kalmış gibi bir damla suya muhtaç hissettiğinde başını kaldırıp Cihan'ın gözlerine baktı bir gaflet. Kehribarlar endişe ile parlıyordu, belindeki eli gevşetip bir adım uzaklaştı Cihan, usulca uzanıp açık kalan kapıyı kapattı.
Bu birkaç saniye de kendini toparlayıp bir adım da Zelfi geri çekildi.
Aralarında elle tutulur bir gerilim vardı ve bunu Zelfi başlatmıştı, uzun zamandır birbirine doğru emin adımlarla yaklaşıyorlardı. Küçük ama emin adımlarla...
Şimdi birden bire geri çekilen Zelfi'ye karşı ne yapacağını bilmiyordu Cihan.
Düğün fikrini sevmemiş olabilirdi... Haklıydı...
Ama burdan sonrası Cihan'ın da boyunu aşıyordu, bir çatının altına aynı soyadına geçmeleri gerekiyordu ki üzerlerindeki karabulutlar dağılsın.
Cihan'ın gölgesi Zelfi'nin üzerine düştü mü daha kimse ona zarar vermeye cesaret edemezdi.
Eliyle koltukları işaret eden küçük bir reverans yaptı Cihan.
Zelfi'nin oturduğu koltuktan biraz uzakta bir yer seçerek oturdu.
Cihan doğru bir giriş yapmak için kılı kırk yara dursun ilk atak Zelfi'den geldi,
"Özür dilerim." Diyen cılız bir ses ve kaçırılan gözler.
"Niye özür diliyorsun Zelfi... Sen nasıl hissediyorsan öyle davrandın, demek ki sana yeterli güveni verememişim ben özür dilerim." Dedi Cihan.
Uzun bir sessizlik girdi araya adam bekledi... Kadın hayır öyle değil desin diye bekledi...
Ama sessizlik uzadıkça içine oturdu kendi sözü, güven verememişti Zelfi'ye...
"Ben sana ayrı bir oda hazırlatırım, şuan ki durumunuzdan da ileri gitmem. Hatta yeni sınırlar koy istersen, ben elini tutsam yeter derken bir yola çıkmaktı kastım. İstersen elini de tutmam Zelfi, gölgem değmez gölgene." Dedi dirsekleri bacaklarına dayalı gözü zemindeki taşların çizgilerinde dolaşarak.
Alt dudağını ısırarak ağlama isteğini zorla bastırdı genç kız, bu adamın sevdasını hak etmek için mi çekmişti onca çileyi.
Bu nasıl sevmekti...?
Zelfi'nin içinden Cihan'a akan çağlayanlar vardı ama sessizce çırpınmaktan öteye gidemiyorlardı.
Yutkunup boğazında ki yumruyu savuşturmaya çalıştı, gözlerini kapatıp telkin etti kendini...
Cihan ise bambaşka bir fikrin kıyısındaydı, Zelfi'nin kendi ile verdiği mücadeleyi sıkıntılı nefesleri duyarak odada ki varlığından rahatsız olduğunu düşünmeye başladı. Hiç kapısı kapalı bir odada baş başa olmamışlardı ki, baş başa oldukları tek an dün gittikleri kahvaltıydı. Orası da halka açık bir mekandı zaten yalnız değillerdi.
Onun dışında ki her an ya yanlarında birileri vardı yada açık havadalardı.
Nasıl düşüncesizce gelip kapıyı kapatmıştı, bunu nasıl düşünemezdi.
Ama o Zelfi'nin peşinden gelmesini beklediğini sanarak gelmişti zaten buraya. Geldiğinde Zelfi de odadan çıkmak üzereydi, yanlış yorumlayıp rahatsızlık vermişti demekti bu...
Kalkıp çıkmalıydı bu odadan...
Öyle derin bir muhasebeye girmişti ki kendi içinde elinin üzerine konulan zarif parmaklar ile ancak sıyrıldı düştüğü düşünce girdabından.
Zelfi önünde dizlerinin önünde çökmüş bir eli Cihan'ın elinde olarak gözlerine bakıyordu.
"Biz bu yolu çok zor geldik geriye bir adım dahi atmayalım. Benim derdim, korkum sen değilsin... Güveniyorum sana... Aksini aklına bile getirme... Senin sayende iyileşiyorum, iyileşeceğim de." Derken Cihan'ın üstünden koca bir dağı çekip aldı haberi olmadan öyle ki aldığı nefes bile şu geçen iki dakikada yük olmuştu adama.
"Zelfi'm..." Dedi adı şifaymış gibi...
"Ben düğünden, o hengameden, senin ilmik ilmik işlediğin yakınlığımıza zarar verecek bir danstan, belki bizden gözlenecek bir yakınlaşmadan korkuyorum. Senden değil üzerime dönecek gözlerden, belki beni sana yakıştıramayan bak-..."
Cümlesini yarım kaldı Zelfi'nin Cihan'ın baş parmağı dudaklarının üzerindeydi çünkü...
O cümlenin devamına da, başına da, Zelfi'nin aklına geliyor oluşuna da tahammülü yoktu.
Zelfi sustuğunda ateşten çeker gibi geri çekti elini, parmak uçlarına bu geri çekilişe isyan etsede geri çekti. O tatlı yumuşaklığı hissetmek bile sarsmıştı dengesini.
Zelfi de ondan farklı değildi, hiç beklemediği anda gelen bir temastı ama geri çekilmeye bile çalışmamış kitlenip kalmıştı.
"O cümleyi bırak kurmayı aklına getirmene bile tahammülüm yok. Sakın, kimin ne düşündüğü de umrumda değil, arkamızdan ne konuşacakları da. Senin tereddütlü tek bakışına kurban ederim hepsini..." Dedi az evvelki durumun üzerinde durmamaya çalışarak.
Fakat başını kaldırdığında Zelfi'nin kendisinin dudaklarına takılmış bakışları ile kalakaldı. Zelfi de Cihan'ın dudaklarına dokunmanın nasıl bir his olduğunu merak ediyordu...
Aldığı nefes boğazına takıldı adamın, genç kızın gözlerini kaçırması ile fark etmemiş gibi davranmaya çalıştı.
"Düğün aile arasında olsun, yakınlarımız bulunsun sadece... Ben meydana çadırlar kurdurup yemekler verdireceğim tüm Mardin'e. Sağır sultan bile duyacak evlendiğimizi, gelin arabası ile meydandan geçer bir görünürüz kafi. Senin sıkıntı edeceğin hiçbir şey yok." Deyip gözlerini gözlerine dikti "Anlaştık mı?"
"Ben sen çok büyük bir düğün olacak deyince... Kendimi o kalabalığın içinde düşünemedim." Deyip sustu genç kız.
Başını salladı Cihan hafifçe, Zelfi'yi elinden tutup kaldırdı diz çöktüğü yerden eski yerine yönlendirip oturttu ama kendi çok uzağa gitmedi yanı başındakiler berjere oturdu.
"Zelfi... Bunları konuşmak zorundayız, ben sen rahatsız hissetme diye konuyu açmadıkça sen kafanda kurup daha da yormuşsun kendini. Biz iki gün sonra evli olacağız ve aramızda ki sınırlarda bir değişiklik olmayacak. İstersen ayrı oda hazırlatı-..."
Bu kez sözü kesilen Cihan oldu,
"İstemem..." Dedi anlık yükselerek. Sonra çok yükseldiğini fark edip duruldu "Yani evde hizmet eden var, ayrı oda kurarsak evlenme sebebimizi boşa düşürmüş oluruz..." Deyip duraksadı.
Cihan mantıklı açıklamayı hiç mantıklı bulamamıştı. Başka şeyler duymak isterdi Zelfi'den, gönül öyle istiyordu işte ne yapsın?
"Hem..." Diye gözlerini kaçırarak devam etti Zelfi, "Ben odada olmandan rahatsız olmam, sen mesafene her zaman dikkat ediyorsun." Diye de ekledi.
Hafifçe gülümsedi Cihan aynı odada olalım ama mesafeni hemen aşma diyordu sevdiği...
"Senin içinde olduğun odada nefes alacağım ya o yakınlık yeter bana." Dedi onu onaylayıp biraz da utandırarak.
Allanan yanaklarına ek 'Yaa Cihaaan...' deyip nazlansa tadından yenmezdi de zamanı vardı bu işlerin.
✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙
Öte yanda Aladağ konağına düğün haberi düşmüş hazırlıklar Miran'ın emriyle başlamıştı.
Miran'ın gözü Mirzaların eski odasındaydı, konaktan en bağımsız yaşam alanı orasıydı. İki oda arasınsa bir kapı açılıp tadilat işleri hızla başlayıp hızla bitmişti. Şimdi boya yapılıyor bir kaç saat sonra da mobilyalar gelecekti.
Firuze ve Miran ilk başbaşa alışveriş maceralarını odaları için yaşamış, Firuze yaşam alanları için keyifle alışveriş yaparken belki de hayatında ilk defa kendi için bunca büyük kararlar verirken sessizce onun hevesini izliyordu Miran.
O olgun tavrın altındaki küçük kızı görüyor onun hevesli dallarını soldururum diye vicdan mahkemesi hiç susmuyordu.
Onun içinde konağın herhangi bir odasını değil en tepeyi seçmişti, Mirza ve Ülkü konak yaşamından bağımsız olmak için orayı kullanmışsa da Miran'ın sebebi farklıydı.
O odanın önünde ki teras bütün konağa hakim bir tepe gibiydi, Arjin hanıma verilen açık bir mesajdı bu...
Öfkeden delirse de sakin kalıp ruh halini konak çalışanlarına belli etmek istemeyen Arjin hanımsa ikindin vakti kendini odasına ancak atabilmişti.
Telefonunu eline alıp kızı Rojda'yı aradı,
"Anne..." diye ağlamaya yakın bir sesle açıldı telefon...
"Kızım iyi misin annem, sesin niye öyle geliyor yine..." Dedi içine çöken ağırlıkla.
"İyi değilim anne Bedirhan eve çoğu gece gelmiyor, halim nedir umrunda değil. Kudret desen sanki Firuze'nin yerine beni koymuş, fırsat bulsa kuyumu kazacak belli... Sanki planlarını ben bozdum, anne karnımda çocuk olmasa çoktan dönüp gelmiştim." Dedi bütün derdini sıkıntısını annesinin üzerine boca ederek.
Ahhh etti içinden Arjin o Kudret'in derdini biliyordu elinin altında olsa hakkından da gelirdi de kızı Rojda bu konularda annesi yanında olamayınca bir hiçti. Kime iki laf edecek olsa sırtını anasına dayar konuşurdu ama şimdi pusulası kayıp gemi gibi kalmıştı dalgalı bir denizin ortasında.
"Ben onun derdini biliyorum buraya gelemedi diye sana bileniyor ama herşey o Bekir'in başı altından çıktı. Şimdi de Hanım ağa almış o çilli çiyan Firuze'yi yanına düğün dernek kurduruyor bize. Berdel olmuş kıza düğün ne demek, kıy imam nikahını yeter gider. Başımıza hanım ağa ettiler elin sığıntısını ama gelsin hele ben biliyorum ona edeceğimi." Dedi kızına edilenleri de Firuze'nin hanesine yazarak.
"Anne ben yapamıyorum burda, ne yemekleri bize benziyor ne temizlikleri herşey kokuyor. Her işi Firuze'ye yaptırmışlar bunca zaman Çamaşır makinesi bozulmuş tamir edilmemiş o kız yıkamış kaç zamandır. Şimdi de kimse üstüne alınmıyor, elimde yıkadım bir kaç parçayı ellerimin hâlini gör kurudu çatladı hep..." Dedi küçük bir kız çocuğu gibi sesi kısılıp ağlamaklı oldu.
Derince bir nefes alıp verdi Arjin hanım, bir bardak çayı bile kızına doldurtmamış el bebek gül bebek büyütmüştü Rojda'yı...
Kızını o konağa vermezdi de iş işten geçtikten sonra öğrenmişti bir çok şeyi... Kendinden kopan oğullarının ipini tutayım derken kızı uçup gitmişti elinden...
"Sen biraz sabret şu düğün telaşesi bitsin, o kızın çeyizlerini diziyormuş hanım ağa... Onun çeyizi gelecekse bu konağa sana da çeyizlerini yollarım o bahaneyle. Araya da bir çamaşır makinesi sıkıştırsın Kahya..." Dedi.
"Hii... Annem gerçekten mi? Çeyizim gelirse belki biraz değerim olur burda, hizmetli bile hor görüyor beni. Zaten hizmetli diye de bir anne bir de kızı var nasıl koca Konak dönüyor anlamadım gitti." Diye dert yandı.
"Sırrını sağlamda tut kocanla Kudret'ten başkası bilmiyor hamile olduğunu hane dışına lafın taşarsa iflahın olmaz. Erken doğum falan yutturacaksınız artık. İpin Kudret'in elinde aman deyim ters düşme suyuna git." Dediğinde aslında işler planladığı gibi gitse Kudret'in ipi de Arjin hanımın elinde olacaktı. Kuma gelmiş bir kadın kocasının gözünde değersizse, kocasının ailesine olsun yaranmaya çalışırdı.
Kudret'in tek kalesi olacaktı Arjin... Kudret akıllı kızdı bindiği dalı kesmezdi.
Ama şimdi elinde kalan dal ile Rojda'yı dövüp terbiye eder olmuştu.
"Anne ben nereye düştüm böyle..." Dedi genç kız içli bir nefes vererek.
Aynı içli nefesten bu kez Arjin hanım verdi,
"Her aklına esen konakta oda birleştiriyor, senin bu abilerinin derdinden akıl kalmadı bende de... Şu düğünü bir aradan çıkarayım el atacağım ben oraya da. Az sık dişini ben bilirim o Kudret'in ince telini, az sabır annem." Dedi teselli vererek.
Kapatılan telefonun ardından annesini üzmemek için tuttuğu göz yaşlarını serbest bıraktı Rojda nasıl Bedirhan'ın tatlı sözlerine kanmış da buralara düşmüştü.
İlk fırsatta yakınlaşmaya çalışmasından rahatsız olsa da bir süre sonra kadınsı duyguları ağır basmış kendini Bedirhan'ın olmayan insafına terk etmişti. Sonradan amacın kendisini hamile bırakıp kaçmaya mecbur etmek olduğunu anlasa da iş işten geçmiş içinde bir can hayata tutunmaya çalışır olmuştu.
Eli göbeğine gitti daha belli bile olmuyordu ama bir haftalık yalnızlığında tek yoldaşı olmuştu minik can.
Aladağ konağı gelinleri için hiç bir zaman şirin bir yer olmamıştı ama abisinin karım deyip saymadığı Narin'e bile kimsenin gücü yetmezdi. Ülkü zaten hiç kendini ezdiren biri değildi... En mazlumu Canan'dı onunda arkasında dağ gibi Miran Aladağ vardı. Kimse öte git diyemezdi, diyememişti.
Bir tek Arjin hanım ve onun yaptığını mattah bir şey sanan Rojda buldukları her fırsatta huzur kaçırmak için ellerinden geleni yaparlardı.
Şimdi deyim yerindeyse köpekler gibi pişmandı genç kız, bir gün kendinin de gelin olarak gittiği evde insan yerine dahi konulmayacağını bilemezdi. Keşke azıcık empati kurarak hareket etseydi.
Göz yaşlarını silip mutfağa indi hem yardım ederken görülüp göze girmek hemde az çok kendine göre pişecek bir kap yemek ayarlamak içindi çabası. Yemekler ağır geliyor hem hamilelik hemde alışmadığı usülde pişen, baharatlanan yemekler midesini bulandırıyordu.
Sofra kuruldu, kayınvalisi ve kayınpederi vardı sofrada bir de Kudret... Bedirhan yine yoktu...
Bekardan daha bekar yaşıyordu hâlâ...
Her kaşık yemek düğüm olduğu boğazında, Kudret'in laf sokmaları imâları eşliğinde ölmeyecek kadar yiyebildi.
Annesine söyleyememişti ama Bedirhan'ın ailesi biliyordu gebe olduğunu... Ama bilmiyormuş gibi yaşayıp gidiyorlardı, ne işten sakınıyorlardı gelinlerini ne de oğullarının kulağını çekip iki nasihat ediyorlardı.
Bu evde herkes başkasının mutsuzluğundan besleniyordu...
Bedirhan ile beşik kertmesi diye düşman bilip diş bilediği Firuze'nin bu cehenneme nasıl dayandığını ölesiye merak ediyordu. Kendi daha bir haftada ona yapılan eziyetin belki çeyreğini görmemişken canından bezmişti.
Miran abisi evlenmeyi kabul ettiyse kurtulmuştu Firuze. Sevmese de üzmez, kimseye laf söyletmez el üstünde tutardı...
Olan Rojda'ya olmuştu Kudret'in istediğini anlamadığı için ettiği zulüm edeceğinin yanında bir hiçti görebiliyordu.
Sofradan son tabakları almış salondan çıkmak üzereyken Kudret'in sesini duydu,
"Gelin hanım kahveleri geciktirme keyfim kaçıyor akşam kahvemin saati şaşınca." Dedi sedirde telefonu ile uğraşırken. "Kendine yapma ha sana yasak... Sebebini biliyorsun ya..." Diye iğnesini de batırdı.
Gebeliğini yüzüne vuruyordu utanmadan sanki o çanak tutamamış gibi, sanki Bedirhan'ın bu işte hiç günahı yokmuş gibi...
Sabır çekip indi mutfağa üç sade kahve yaptı, bezgin adımlarla mutfağın avluya açılan kapısından çıkmıştı ki kapıdan buyur edilen Doğan Ağa'yı gördü.
Elinde tepsi olduğu yerde kaldı, böyle vakitsiz habersiz uçarsız gelmesi garibine gitse de bu ailenin usulünü daha çözememişti. Salona giren adamın peşinden az bekleyip Rojda da içeri girdi.
Civan Ağa ile Doğan Ağa'yı yan yana görünce kahveleri onlara ikram etmek için adım atacak oldu ki Doğan Ağa'nın ağzından çıkanla olduğu yerde dondu kaldı.
Vay leyli vay leyli her telden bir bölüm yazdım size yok yok maşallah 🧿.
Doğan Ağa'nın derdi ne ola ki acep tahmini olan var mı?
Bölüme oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen 🙈
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 119.99k Okunma |
11.73k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |