
Eveeetttt...
Gezdim tozdum ama sizi de ihmal etmedim canımcımlar...
Kıyı bucak bulduğum her boşlukta yazıp bölümü bitirdim.
Yani bu da demek oluyor ki siz de kıyı bucak her boşlukta okuyup bol bol yorum yapacaksınız ki yeni bölüm de çabuk gelsin...
Yorum sınırı 500 ki uzun bir bölüm için az bile... ❤️
Hadi ben gidip iyi bir geli olup azıcık işleneyim... Buralar size emanet...
Kuşadası'ndan selamlar olsun🥰❤️
Eltim gelmiş hoşgelmiş....
Keşke benim eltimde Hesna olsaydı. Zelfi çok şanslısın gülüm....🫣🤭
✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙✨
İkindin vakti çıkarıldıkları avluda volta atarken buraya nasıl düştüğünü düşünüyordu Hüseyin Ağa...
İllegal işlerini Bekir'e asla sezdirmemişti, ilk iş babasını ihbar eder bir dakika düşünmezdi...
Cihan ise işin legal kısmı ile öyle boğulur haldeydi ki şüphe etse de parçaları birleştirecek vakti olmuyordu.
Zelal'in en iyi yaptığı iş Cihan'ın aklını karışık tutmaktı.
Ne geldiyse başlarına kızının Boran takıntısı yüzünden gelmişti ya zaten... Şahit kızı ortadan kaldırmak en mantıklısıydı ama Zelal ölmesini istememiş Döne'nin köyünde ellerinin altında olmasının daha iyi olacağını düşünmüştü.
O zaman çok sorgulamamıştı kızı niye öldürtmediğini, acımasız kızının acıyasının tuttuğunu sanmıştı. Gel gör ki işin aslı öyle değildi, büyük oğlunun bir besleme ile evlendiği yetmezmiş gibi akılsız Cihan da bir hizmetçi kıza tutulmuştu.
Zelal bunu mektup yazıp anlatmasa hâlâ haberi olmayacaktı. Neyse ki kız Cihan'ın adını duymaya tahammül edemeyecek kadar Karacahan'lardan nefret ediyordu.
Yine de ortadan kalkması en iyisiydi, Cihan'ın böyle bir kıza meyletmesi demek Karacahan'ların aşiretler arasında iyice kan kaybetmesi demekti. İlla ki çıkacaktı bu delikten, Bekir'e karşı hiç şansı yoktu ama Cihan'a yanaşabilirse belki bir şansı olurdu.
Kızın Cihan'ın sevdasından haberi olmadan, aralarında ki husumet durulmadan Zelfi'yi ortadan kaldırmalıydı. Cihan'ı ağalıktan etti, bize iftira attı deyip kızı ortadan kaldırmak en iyisiydi ama Hanoğlularının şöförü bile kızın önüne atlayacak kadar deliydi. Murat salağı iki kurşun yemiş az kalsın ölüyordu, aptaldı bu insanlar kimin canı insanın kendi canından öte olabilirdi ki...
Bu noktada Gülhan hanım düştü aklına...
Sevdalıydı ona...
Uğruna töreye bile karşı gelmiş, kimleri araya sokup oğlan doğuran karısının üzerine kuma almıştı.
İşin garibi kuma kadınlar kocasını hoş tutup kendinden tarafa çekmeye çalışırken, Gülhan üzerine kuma geldiği kadını abla bilmiş Hüseyin Ağa'ya düşman kesilmişti.
İki evladının annesiydi ama bir kere yüzüne gülüp gönlünü hoş etmeye uğraşmıştı.
Bekir'i öz anasından çok sever bir dediğini iki etmez ama kocasına sıcaklık göstermez bir kadındı.
Kuma olacak kadın değildi Gülhan, Hüseyin Ağa bunu anladığında çok geç kalmıştı. Ben sadece onu seversem o da beni sever kuma olduğunu unutur sandıysa da çok yanılmıştı.
Gülhan uğruna kurşunların önüne atlar mıydı?
Atlardı... Sevda böyle bir belaydı...
Ama senin gönlün ona düştü diye o da seni sevecek diye birşey yoktu. Çok geç ve acı bir şekilde anlatmışı Hüseyin Ağa.
Şuraya düşeli bir kere ziyaret etmemiş, telefon hakkında arasa da sesini dahi duyurmamıştı.
Asıl hapisliği yıllarca kendisi yaşamış şimdi de Hüseyin Ağa'ya yaşatıyordu.
Aklının dağıldını fark edip toparladı kendini... Son gönderdiği adam kızın etrafında etten bir duvar olduğunu, korumasız dışarı çıkmadığını söylemişti. Şansını zorladığında da Hanoğullarının eline düşmüş hem dayak yemiş, hemde kendini açık etmişti salak herif...
Daha cevval birini bulmalıydı ama elinde para olmayınca hükmü de olmuyordu, Cihan'ı seven adamlara Cihan'ın sevdiğini öldürtmeye çalışıyor elinden de başka bir şey gelmiyordu.
Gardiyanın seslenmesi ile koğuşa girdiler... İlk geldiğinde ağadır diye önünde eğilen adamlar yanından omuz atarak geçer olmuştu. Bir an önce bi çare bulmalıydı bu işe...
Koğuşun ortasında ki masaların üzerinde tepsi tepsi baklavalar, büyük tencerelere doldurulmuş yemekler vardı.
Gardiyanın biri başlarında bekliyordu,
"Hadi yine iyisiniz ahali, Hüseyin Ağa'dan bir ağalık görenesek de Cihan Karacahan tam bir ağa maşallah. Tüm Mardin'e yemek dağıtıldı yetmedi, üç gün sizlerle kaldı diye size bile yemek yollamış." Deyip bir baklavayı bütüncek ağzına soktu.
Ağzı dolu olarak da konuşmaya devam etti,
"De hayde buyrun Cihan Ağa'nın düğün yemeğidir, hepinize afiyet olsun." Deyip çıkmak için kapıya yöneldi.
Hüseyin Ağa duyduğunun şokunu atlatana kadar adam üzerlerine örtülen demir kapıya varmıştı bile, yaşından beklenmeyecek bir atiklik ile atılıp yetişti gardiyana,
"Kim evlenmiş Cihan mı?" Dedi duyduğunu doğru duyduğunu bilsede "Kiminle evlenmiş, benim niye haberim yok!" Diye hesap soracak oldu eski bir alışkanlıkla.
Gardiyanın kendini geri çekmesi ile ancak fark etti adamın yakasına yapışıp hesap sorduğunu...
"Bana bak ağalığın dışarda kaldı kendine gel Hüseyin efendi. Ben ne bileyim kiminle evlendi... Ye yemeğini otur aşağı, adamdan saysa gelir oğlum söylerdi. Hesabını da ona sorardın." Deyip çıkacak oldu adam,
"Telefon... Telefon etmem lazım..." Dedi bu kez haftalık hakkını kullanmadığı için ses etmedi gardiyan.
Telefonu alıp ezbere bildiği tek numarayı tuşladı, açılmayacağını biliyordu ama başkasından değil hiç olmazsa Gülhan hanımın sesinden duymak istiyordu.
Uzun uzun çaldı...
Açan olmadı...
Zaten geldi geleleli bir kere açılmamıştı...
Tam kulağından çekeceği sırada,
"Alo..." Diyen sesi duydu.
"Gülhan..." Dedi sesini duyduğuna şükür eder gibi "Gülhan konuş sesini duyayım gülüm." Dedi hep ettiği iltifatla.
"Niye arıyorsun Hüseyin Ağa, derdin ne?" Dedi karşıda ki ses her zamanki soğukluğu ile.
Niye aradığı o zaman düştü aklına,
"Cihan evlenmiş, kiminle ne zaman evlendi? Niye haberim yok?" Dedi sanki hakkı varmış gibi.
"Niye haberin olsun düğünde mi öldürtecektin gelini mi?" Dedi kadın.
"O kızla mı evlendi, nasıl müsade edersin, yıllarca kimin altında gezdiği belli olmayan bir kıza nasıl gelinim dersin." Diye çıkıştı.
"Ben kime ne diyeceğimi çok iyi bilirim Hüseyin Ağa, bu yüzden sana bir gün kocamsın demedim, saygı duymadım, sevgi göstermedim. Sadece kağıt üzerinde karın oldum, artık onu da olmayacağım. Masum bir genç kıza yıllarca zulüm edip, pisliğiniz açığa çıkınca da öldürecek kadar haysiyetsiz bir insanla kağıtta da olsa adımı yan yana koymayacağım."
"Gülhan!" Diyen adamı dinlemedi kadın,
"Avukat getirir boşanma evrakını, sana Allah kurtarsın bile demek gelmiyor içindem Hüseyin Ağa orda bile akıllanmadın çünkü. Çocuklarımdan ve benden uzak dur!" Deyip yüzüne kapandı telefon.
Ahizeyi yerine asacak gücü kendinde bulamadı Hüseyin Karacahan...
Ne kalmıştı elinde...
Bunca dalavere... Bunca oyun... Usulsüz iş... Sevdiği kadının bile sevgisini kazanamamıştı...
İki adım attı ama sendeledi. Duvardan destek aldı tek eli,bir adım daha attı ama oraya yığıldı.
Yaşlı bir kalp için bunca hırs çok fazlaydı...
✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙
Hava kararmış şehrin ışıkları daha dikkat çeker olmuştu yada Zelfi dikkatini başka yönlere vermek istiyordu, düşünmemek için fena bir yöntem sayılmazdı ama otel ile ev arasında ki onbeş dakikalık kısa mesafeye yapacak çok birşeyleri yoktu.
Araba durduğu anda gelip Cihan'ın kapısını açan vale sayesinde indiler arabadan, üzerlerinde gelinlik ve damatlık olduğu için tebrik edenleri kabul edip tebessüm ederek asansöre ilerlediler. Asansörde Cihan karısının elini tutuşu sıkılaştırdı, bu şey demekti... Rüyada değilim Zelfi burada...
Zelfi de aynı şekilde karşılık verince birbirlerine gülümsediler. Sessizlik yine çok şey anlatıyordu...
Son katta duran asansör ile beraberce inip Cihan'ın yönlendirmesi ile odalarına yürüdüler.
Biri iş güzarlık yapar diye müdürü sıkı sıkıya uyarmış özel bir hazırlık istemediklerini belirtmişti Cihan. Gül yaprakları ve mumlarla süslenmiş bir oda Zelfi için romantik değil korkutucu olabilirdi.
Zaten günü kurtarmak için buraya gelmişlerdi, evlendikleri gece aile ile aynı evde kalmaları şüphe çekerdi. Bu evliliğin hane içinde bile gerçek algılanması gerekiyordu, gerçekti de zaten gönüller birdi, sadece bedenlerin bir olması için biraz zamana ve sabıra ihtiyaç vardı.
Beraberce içeri girdiler Cihan kapıyı kapattı, ilk defa baş başaydılar. Kapının arkasında aileden kimse yoktu. Yada bir kaç saat sonra ikisinden biri buradan çekip gitmeyecekti. Hep yan yana, hep baş başa...
Bu düşünce ile Zelfi'ye baktı Cihan, onu mutlu eden bu fikir karısında da aynıyla karşılık buluyor mu diye merak etti işin aslı.
Zelfi geniş odada cama doğru yürüyordu üzerinde gelinliği, başında uzun kuyruklu duvağı...
Yok yok kesin rüyaydı...
Camda ki aksinden Cihan'ın bakışını yakaladı Zelfi,
"Gerçekten burdayım." Deyince Cihan'ın eli ensesine gitti anlık.
Utanınca pek tatlı görünmüştü Zelfi'nin gözüne.
Bir kaç adım atıp Zelfi'nin yanında yerini aldı, dışarıya baktılar amaçsızca ama yan yana olmaktan keyif alarak.
Cihan bir yerden sonra döndü Zelfi'ye ,o da Cihan'a...
Gözlerini kaçırmadı ikiside, biri gelinlikler içinde ki karısını izledi, diğeri damatlıklar içinde ki kocasını.
Cihan'ı seviyordu Zelfi ama sevgisinin de üzerinde bir saygısı vardı ona karşı. Bu saygıyı sabrıyla kazanmıştı Cihan...
Yüreği korku ile titremeden aynı çatının altında durabiliyorsa saygısı ve Cihan'a duyduğu güven sayesindeydi.
Adını duymaya tahammül edemezken şimdi çantasında ikisinin adı yazılı bir nikah cüzdanı vardı.
"Gelinlik çok yakıştı Zelfi, Dünya üzerinde şimdiye kadar gördüğüm en güzel şey sensin. Şu odaya gelene kadar seni gören her gözü kıskandım." Dedi Cihan sağ eli havalanıp Zelfi'nin omuzlarına dökülmüş saçlarından bir tutamı sevdi.
Bu temkinli hali karşısında Zelfi de rahatladı biraz,
"Sana da damatlık çok yakışmış Ağam ama ben gelinliği bir günlüğüne giydim, sen her gün böyle takımlar giyip etrafta dolaşıyorsun ben ne yapayım." Dedi misilleme yaparak.
Cihan dudağının kıvrılışını saklayamadı,
"Sen kıskandığını kabul mu ettin az önce?" Diye sordu.
Yalandan bir şaşkınlıkla tek kaşını kaldırdı Zelfi,
"Kıskanamaz mıyım? Hakkım değil mi?" Diye sordu.
Küçük bir kahkahasına mani olamadı Cihan,
"Hakkın tabii, hakkın olmaz mı?" Deyip yutkundu ciddileşti biraz evvelki kahkasına tezat "Seven sevdiğini kıskanır..." Dedi karşılık bekleyen gözlerini Zelfi de gezdirerek.
Cihan seviyorum diyordu ama Zelfi biraz kaçak oynuyordu bu konuda...
Fakat bu kez kaçmadı Zelfi, üzerinde gelinlikle, bu adamın geliniyken kaçmak da istemedi.
"Seven" deyip kendini işaret eden parmağını Cihan'a çevirdi "Sevdiğini kıskanır elbet." Dediğinde adamın seyiren çene kemiğini, oynayan Adem elmasını fark etti...
Cihan ise içinde derin bir savaşa düşmüştü, bir kere sarılsa hasreti diner miydi Zelfi'ye...
Sevdiğim deyip onu işaret eden elini alıp yüreğinin üzerine koydu iki eliyle sardı orada, Zelfi kuş gibi çırpınan kendi kalbinin eşini tutuyordu avuç içinde...
Zelfi için delice atan Cihan'ın kalbi...
Kalbinin sesini işittirdiği eli kez dudaklarına götürüp avuç içine derin bir öpücük bıraktı.
"Elimi tuttuğuna asla pişman etmeyeceğim seni... Bana geldiğine her gün şükür edeceğim Zelfi."
Duyduklarına karşılık veremedi Zelfi aralarında sözleri aşan bir çekim vardı, Cihan'ın sarıp sarmalamak isteği elle tutulacak kadar somuttu aralarında.
Ama tutuyordu kendini, söylediği her söz o ateşe bir odun olup düşecekti Zelfi'nin...
Sessizce dinledi bu yüzden Cihan aşkını da yeminini de. İçinden karşılık verdi, gözleri ile yanıtladı ama ses etmedi.
Cihan tuttuğu eli bırakmadan cebinden küçük sayılmayacak bir kutu çıkardı, içinden de zarif bir bileklik...
Bileğine takıp klipsini kapattı, tam nabzının attığı yere küçük bir öpücük daha bırakıp geri çekti kendini.
"Ben sonsuza kadar gelinliğin içinde izleyebilirim seni ama çok rahat bir kıyafet olmasa gerek. Değiştir istersen." Dediğinde,
" İyi olur aslında." Dedi sesini zar zor bulan Zelfi.
Cihan bir adım daha uzaklaştı, "Banyo yan odada." Deyip sürüklenen duvağını tutarak geçmesine yardım etti. "Hazırladığın çanta dolabın içinde, bekle getireyim." Deyip giyinme odasının olduğu tarafa geçti.
Elinde bir çanta ve kendisi için aldığı kıyafetleri ile geri döndü. Ben oturma odasındayım sen rahatça değiştir" deyip saçına dokundu az evvelki gibi "Duş almak istersen herşey var içerde..."
Başını salladı sadece Zelfi, Cihan çıktı odadan çıkarken de kapıyı kapattı. Duvağını çıkatıp sandalyenin üzerine bıraktı. Saçlarından sayamadığı kadar toka çıkarırken biraz zorlandı, sıkılan spreyin etkisi ile sertleşmiş saçları başını ağrıtmıştı. Banyo yapmak iyi bir fikir olabilirdi. Geniş banyo alanına geçti, gelinliğin yan tarafında olan fermuarını açıp bedeninden düşmesine müsaade etti.
Üzerinde beyaz iç çamaşırları ile kaldığında aynadan kendi bedenine takıldı gözleri, dolgun göğüsleri ince bir beli vardı. Erkekler bunları ilgi çekici buluyor olmalıydı ki, kadınlar en çok bunları sergiliyordu. Ama çıplaklık Zelfi'nin sadece midesini bulandıran bir özneye dönüşmüştü. Kendi çıplaklığına dahi tahammülü yoktu.
Usulca yıkanıp çıktı banyodan, kullandığı şampuan Cihan kokuyordu. Zelfi de Cihan kokmuştu. Üzerine alt üst takım siyah saten pijamalarını giyip saçına havlu sararak çıktı banyodan.
Saçının nemini aldı iyice tarayıp ördü, odanın içi fazlaca sıcaktı, kurutmaya gerek duymadı.
Diğer odaya geçmek için kolu çevirdi ama yavaşça açtı hemen de girmedi, olurda Cihan müsait değilse ses etsin diye bekledi, ses gelmeyince içeri girdi. Gördüğü manzara pek de beklediği birşey değildi.
Camın önündeki boşluğa seccade sermiş namaz kılıyordu Cihan...
Zelfi'nin yüzüne nedenini bilmediği bir tebessüm yayıldı, bu hali fazlaca yakıştırdı kocasına...
Koltuğa ilişip onun namazını bitirmesini bekledi, Cihan namazını kıldı, duasını edip seccadeyi toplayarak kenara bıraktı. Zelfi'nin geldiğinin farkında olduğu için gözleri hemen onu buldu.
"Saçlarını kurutsaydın, hasta etmesin seni." Dedi gelip aralarına mesafe bırakarak oturmadan hemen önce.
"Alışığım ben hasta olmam, namaz kıldığını bilmiyordum." Dedi Zelfş merakına engel olamayarak.
"Vakit namazı kılan biri değilim malesef, evliliğimiz için şükür namazı kıldım." Dediğinde,
"Keşke bekleseydin beraber kılardık." Dedi Zelfi bu da Cihan'ın gözlerinde yıldızlar parlattı.
"Ben şükrümde yanlızım sandım, seni bir yerde bu evliliğe mecbur bıraktık Zelfi. Biraz daha zamana ihtiyacın vardı." Dedi dürüstçe.
Dudaklarını birbirine bastırdı genç kız,
"Alacak daha çok yolun vardı ama senin yanında daha hızlı yürürüm belki, beni senin gönlüne düşürüp bu kadar güzel sevdiren Rabbime nasıl şükür etmem. Şükründe yanlız değilsin."
Cihan Zelfi'nin gözlerinde söylediklerinin gerçekliğini gördü, yanında olmasından huzursuz değildi, incitmemek için kılı kırk yaran tarafının farkındaydı Zelfi...
"Sen de odana geçince kılarsın o zaman. Güzel bir film seçelim, beraber izleriz istersen." Dedi ortamın havasını dağıtmak için.
Cihan'ın yapmak istediğini anlayarak onayladı Zelfi,
"Olur... Ya evde olsak Mısır patlatırdım ama artık bi daha ki sefere..." Dedi koltuğa yerleşirken.
Kendine uzatılan kumandayı görünce uzanıp aldı,
"Sen filmi seç abur cuburlar bende." Dedi Cihan.
İlerdeki dolaptan çikolata, cips, patlamış mısır çıkarıp kaselere boşalttı, içecekte doldurup tepsiyle döndü.
"Yalnız eline yakıştı, hiç beklemezdim." Diyerek takıldı Zelfi.
"Lise de staj yaparken garsonluk, barmenlik, bellboyluk dahil yaptım, orda kimse ağam sen dur ben yaparım demiyor." Dedi Zelfi'nin takılmasına karşılık olarak.
"Turizm otelcilik mezunu musun? Ben işletme okumuşsundur diye düşünmüştüm." Deyip de bağdaş kurarak aralarına tepsiyi koyup oturan Cihan'a döndü.
"Yani işin kolayını seçsem işletme okuyup otellerin başına geçebilirdim ama işin mutfağını bilmek insanı bir sıfır öne geçiriyor. Okurken biraz sürünsem de, şimdi nerde ne dönüyor biliyorum." Dedi.
Odada gözlerini dolandırdı Zelfi,
"Eve gelmediğin zamanlarda burda mı kalıyordun?" Diye sordu merakına yenilerek.
Bu soru biraz şaşırttı Cihan'ı,
"Eve gelmediğinin farkında mıydın ki sen?" Dedi o da merakına yenilerek.
Devirdiği çamı fark edip dudağının kıyısını ısırdı Zelfi,
"Hesna üzülüp anlatıyordu ordan biliyorum." Diyerek esas cevaptan kaçtı. Aslında bir yerden sonra gözü ister istemez Cihan'ı arar olmuştu ama şuan söyleyecek cesareti yoktu.
Cihan cevabın doğruluğunu sorgular gibi baktı ama üstelemedi,
"Burada kalıyordum, daha doğrusu burası bana ait. Müşterilerin kullanımına açılmıyor... Konaktayken de kafa dinlemek için arada kaçardım." Dedi.
"Hım..." Dedi Zelfi ama aklına bambaşka birşey takılmıştı, "Birşey sormam lazım, hiç sırası değil ama sormazsam da kafaya takar uyuyamam." Dedi, gerçi duyacağı cevabı da kafaya takıp uyuyamayacaktı belki ama...
Cihan da onun gibi tüm bedenini Zelfi'ye döndü,
"Sor... Seni uykusuz bırakacak kadar kafana ne takıldı ben de merak ettim doğrusu?"
Yanak içlerini ısırdı Zelfi nasıl soracaktı şimdi?
Offff keşke merakıyla uykusuz kalsaydı...
Şimdi eski defterleri karıştıracak zaman mıydı?
Onun çekincesini anladı Cihan,
"Zelfi biz evlendik, aklında ne varsa sormak hakkın, çekinme benden."
Adamın cesaret veren gözlerine baktı, gerçekten çok güzel gözleri vardı...
İç karmaşasına oflayıp konuya döndü,
"Sen Şilan'ı kaçırdığında." Deyip Cihan'ın sertleşen yüzünü izledi...
Hakkaten bu akşam konuşulacak konu değildi...
"Evet...?" Dedi Cihan devam et der gibi...
Zorlukla yutkundu Zelfi,
"Sizi burda bulmuş ya Devran Ağam...?" Deyip gözlerini kaçırıp odada gezdirdi.
'O kızla bu odada mı kaldınız diyemedi?' Kelimeler boğazına battı.
Derin bir nefes alıp verdi Cihan, yaptığı salaklıklar elbette önüne çıkacaktı, haklıydı kız...
"Zelfi ben Şilan'ı kaçırmadım, o ve suç ortağı otele gelip yaptıkları planı anlattılar. Derya hanımın gittiğini bir daha dönmeyecek derece de, veda bile etmeden Boran'ı bıraktığını anlattılar. Gerçi orada ne döndü de Derya hanım Boran'ı bırakıp gitti şimdi onları tanıdıkça hiç aklım almıyor." Dedi.
Dudak büktü Zelfi,
"Neden gitti kimse bilmiyor, konu neyse ikisinin arasında gömülecek belli ki, ama Derya abla kolayına Boran Ağa'mı bırakıp gitmez. Suçlu varsa Boran Ağa'mdır yani... Karısı dönene kadar ne perişan olduğunu az anlatmadı Ayşe." Diyerek bildiği kadarıyla anlattı.
"Bunu çok önceden anlamıştı ismi lazım değil kardeşim, hayatta tek derdi Boran'ın karısı olmaktı. Benim o zamanlar inandırıldığım yalanlar şimdi ki durduğum yerden bakınca çok komik geliyor ama inanmıştım. Hanoğluları, özellikle Devran intikam almam gereken insanlardı. Kimse bilmese de seni benden kopardığı için düşmandım ben Devran'a."
"Ben?" Dedi Zelfi kendini işaret ederek.
"Sen..." Dedi Cihan içli bir nefes çekti içine "Okulun bitsin de karşına çıkayım diye beklerken yanında gençten bir oğlanla evlilik resmin geçti elime." Deyip Zelfi'nin gözlerine baktı.
Kimdi o demek istiyordu ama onun da soracak cesareti yoktu.
"Sadece fotoğraf için yan yana getirildiğim biriydi. Bayram Ağa evlendiğime mutlu olduğuma inanıp peşimi bıraksın diye." Diyerek sorulamayan soruları cevapladı genç kız.
Gözlerini kaçırdı Cihan,
"Mutlu görünüyordun?" Dedi sitem desen değil, hesap sormak desen yanından geçmeyecek bir tonda. "Ben o mutluluğuna kandım yıllarca."
Kendineydi sitemi...
İnandığı yalanlara...
Daha çok peşine düşüp de Zelfi'yi o cehennemden daha erken kurtarmayışına...
"Ayşe'yi ikna edememişler, ablam okulunu bırakıp gitmez diye çok ağlamış. O kansın da peşime düşmesin diye gülümsedim. Yoksa Ayşe'min başını da yakacaklardı." Derken dolan gözlerini saklamak için kaçırdı bakışlarını.
Cihan dilini ısırdı sertçe, yutmalıydı bu soruları Zelfi'ye sormaya hakkı yoktu. Merakını yutmalı eski yaraları kanatmamalıydı.
Uzun bir sessizlik aralarında asılı kaldı...
Zelfi sorduğu sorunun buralara çıkacağını hesap edememişti...
Hakikaten bu akşam sorulacak sorular değildi.
Sessizliği Cihan bozdu,
"Ben Şilan'ı kaçırmadım, o çıkıp geldi... Seni sevdiğimi bile bile geldi." Dediğinde Zelfi'nin odanın her köşesinde dolanan gözleri Cihan'ın kehribarlarını buldu.
"Bu odaya girmedi, başka bir oda da bir gece kaldı. Sabah Devran bizi konağa götürdü gerisini biliyorsun." Deyip konuyu kapattı.
"Biliyorum..." Dedi Zelfi...
İnanmayıp üstüne birde Derya ablasını kaçırmıştı...
Ah Cihan ah...
"Benim uykum geldi, yorucu bir gündü. Filmi başka bir akşam izlesek olur mu?" Diye surdu, düşüncelere dalmış adama.
Başını salladı Cihan, onun da film izleyecek keyfi kalmamıştı.
Biri eskinin muhasebesini yaparak, diğeri akşamı mahvetmiş kişi olduğunu düşünerek ayrıldılar.
Zelfi odasına geçip yatağa uzandı, Cihan az evvel beraber film izleyecekleri kanepeye...
İkisi de saatlerce tavanı izledi, biri hatalarına, diğeri hiç olan yıllarına yandı.
Şimdi gerçek yeni evliler gibi bir birinin nefesinde soluklanabilecekken ayrı yataklarda uyumaya çalışıyorlardı.
Sonunda dolanıp durduğu yatakta oturur hale gelip ayaklarını yataktan sarkıttı genç kız.
Kendi bu kadar dağıldıysa Cihan'ın halini merak ediyordu. Parmak uçlarında açık olan kapıya yürüdü.
Başını uzattığında Cihan'ın kanepede olmadığını gördü, karanlığa alışmış gözleri, yerde cama taraf oturmuş kanepenin yan kolçağına sırtını dayamış adamı fark etti. Dizinin birini kendine çekmiş diğeri ileri uzatmış, kendine çektiği dizine bıraktığı bir eli amaçsızca boşlukta olan Cihan'ı gördü...
Orada mı uyuyakalmıştı...
Çıplak ayak parmak ucunda ilerledi uyuyorsa da zor dalmış olmalıydı... Fakat yaklaştıkça uyumadığını fark etti, Cihan da camda ki yansımadan başını çevirdi Zelfi'ye oturuşunu düzeltmek istedi ama o gücü bulamadı kendinde...
Hem yabancı değildi ki karısıydı gelen...
"Sende mi uyuyamadım?" Diye sordu Zelfi tamamen konuşmuş olmak için konuşarak.
Başını salladı Cihan... Konuşsa sanki içine zor sığdırdı öfkesi taşacaktı... Tamamen kendine olan öfkesi...
Uzun zamandır Zelfi'nin ışığına kapılmış iç hesaplaşmalarını geriye itebilmişti... Fakat bu gece ki sohbet, kabuk tutmuş tüm yaraların üzerinden kabuklarını bir bir çekip almıştı...
Onun sessizliğine yabancıydı Zelfi, Cihan'ın hep anlatacak bir şeyi olurdu çünkü...
Dudaklarını birbirine bastırdı, dönüp geldiği odaya baktı...
Dönse de uyuyamayacaktı, Cihan uyuyor olsa belki bir nebze uyku girerdi gözüne ama şimdi imkansızdı...
Önünden geçip yerde yanına oturdu kocasının, kolçağın çoğunu Cihan'ın geniş omuzları kapladığı için çok da mesafe koymadı aralarına onun gibi yere oturup ayaklarını kendine çekti...
Yanına gelip oturacağını hiç beklemeyen Cihan, ona yer açmak için yana çekilecek oldu. Fakat Zelfi'nin elini tutan eli ile kaldı olduğu yerde.
Zelfi'nin eli Cihan'ın elinde Cihan'ın dizine yerleşti, bedeni omzuna neredeyse yaslı yanı başındaydı...
Beraberce geceyi izlediler bir zaman...
Cihan'ın büyük elinin baş parmağı avucundaki eli okşuyordu bu yaptığının belki farkındaydı, belki de değil...
Aklı çok karışık morali oldukça bozuk görünüyordu...
Zelfi alt dudağını ısırıp cesaret toplamaya çalıştı,
"Bana bir türkü söyler misin?" Dedi gözlerini Cihan'a çevirerek.
Kendine dönen kanlanmış bal rengi gözlere baktı, sanki göz altları bile çökmüştü birkaç saatte.
Cihan ise bunu bekler gibiydi, bir türkü söylesem de, sözlerini kendime elçi yapsam,
"Karım ister de söylemez miyim?" Derken karabulutları dağıldı biraz...

(Bu türküyü bir okurumdan duymuştum, Cihan ve Zelfi'yi anlatıyor diyeek özelden yazmıştı. Kitapadd yorumları silmiş isim yazamadım. Çok yerinde bir tespit teşekkür ediyorum kendisine. )
(Neşet babaya selam olsun...Ruhu şad olsun)
Türkü bitti...
Daha iyi bir seçim olabilir miydi?
Sanmıyordu Zelfi...
Sanki Cihan'ın söyleyemediği her söze elçi olmuş bir türküydü...
Başını Cihan'ın omzuna yasladı, elini seven parmaklarını daha sıkı kavradı...
"Sen benimsin, ben seninim..." Dedi türkünün sözlerini tekrar ederek...
✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙✨🌙
Diğer yandan evli çifti uğurlayıp geriye kalanların içine düştüğü bir düğün telaşı daha vardı...
Hesna'ların evin salonunda oturmuş gündüze inat bütün soğukluğu bastırmış akşam ile sıcak birer çay içip sohbet ediyorlardı.
Mirza ve Ülkü konakta ki hazırlıklar ile ilgileneceklerini söyleyip müsade istemişlerdi.
Zaten yoklukları birşey eksiltmiyordu...
Bekir, Hesna'nın yorulduğunu düşünerek bacaklarını uzatıp oturması için ısrar ediyor, karısı ise misafirlerin yanında o şekilde oturtup rahat edemeyeceğine kocasını ikna etmeye çalışıyordu.
Gülce kız alıştığı kalabalıkta kucaktan kucağa gezerken, Derya Sevinç ile yarın için yapılacakları konuşuyordu.
Firuze gözleri ise ortamın içinde ama aslında kalabalıktan kendini soyutlamış Miran'a takılmıştı.
Bu kadar derin ne düşünüyordu ki bu adam?
Evlenmek istemiyor olduğu için yarın ki düğün ona angarya geliyor olabilirdi. Yada Aladağ konağına dönecek olmak canını sıkıyordu...
Miran saklı bir kutuydu kim bilebilirdi ki ne düşünüyor...
Bu duydu rahatsız etti Firuze'yi, yarın gece aynı yastığa baş koyacaklardı ama 'niye durgunsun' diyecek kadar bile yakın hissedemiyordu. Aslında yemeğe çıktıkları akşam veya odalarının alışverişi için buluştuklarında daha rahattı. Ama bu rahatlığı da Miran verip, Miran alıyordu. Kendini kapattı mı duvarlarının dışında kalıyordu genç kız...
Miran'ın gözleri sanki hissetmiş gibi tek hamlede o kalabalığın içinde Firuze'yi bulunca, panikledi ama bakışlarını kaçırmak içinde geç kalmıştı bi kere...
Gülümsemeye çalıştı paniğini bastırarak, aynıyla da karşılık aldı...
Dahası Miran ayaklanmış ona doğru geliyordu,
"Üşümezsen dışarda biraz konuşalım mı?" Deyince yanında Yasemin ve Derya ile derin bir sohbete dalmış olan Sevinç'e bir bakış atıp oturduğu koltuktan kalktı...
Yasemin ile Sevinç amca kızıydılar ve Sevinç için aileden biri varken Firuze sohbet etmekte tercih edilen biri değildi demek ki...
Şu geçen bir hafta da insanları daha iyi analiz edip, kendine yaklaşımlarını çözebilir olmuştu...
İlginç ki aslında bunlar önceden de fark ettiği ama üzerine düşünmeyi kendine hak görmediği şeylerdi...
Derya'nın ablalığı ve Miran'ın her koşulda arkandayım deyişi ile mi bunları düşünmeyi kendine hak görür olmuştu bilmiyordu ama bir aydınlanma içinde olduğu kesindi.
Düşüncelerini bir yana itti,
"Üşümem... Konuşalım tabii." Deyip Miran'ın peşine takıldığında onun herkesle vedalaştığını görüp konağa gideceğini de anlamış oldu.
Kısa vedalaşma faslının ardından beraberce bahçeye çıktılar.
"Düğün telaşında soramadım, iyi misin? Bir isteğin ihtiyacın var mı?" Diye sordu Miran.
Firuze ne diyeceğini şaşırdı bir an, açıkçası Zelfi'nin düğün için olan heyecanı gibi bir heyecan içinde değildi.
Durumun Miran içinde farklı olduğunu sanmıyordu, Cihan Ağa'nın gözlerinde ki ışık onda yoktu. Olması da abes olurdu zaten, bir hafta da aklı başında hiç kimse tanımadığı bir kadına meftun olmazdı.
"Dün biraz buruktum açıkçası, önce Derya abla bir anne gibi sahip çıkıp yanlız bırakmadı sağolsun." deyip etrafta dolanan gözlerini yarın eşi olacak adama çevirdi, "Sonra senin annemi getirmen ilaç gibi geldi. Birinin halimi fark edip benim için birşeyler yapmasına hiç alışık değilim. O yüzden nasıl teşekkür edeceğimi de bilemiyorum." Dedi tüm samimiyetle.
"Fark edersem ve gücüm yetiyorsa boynunu bükük bırakmam ama büyük bir girdabın içine gidiyoruz Firuze. Bak senin yarın gelin geleceğin eve bende bu akşam mecburiyetten gidiyorum. Olur ya gözümden kaçar, insanlık hali düşünemediğim olur." Deyip Firuze'nin üşümüş ellerini avuçlarının arasına aldı. "Burda benim yetemediğime yetenimiz çoktu, orda sadece biz varız. Yarın dahil ne istiyorsan söyle, neyde rahatsızsan belli et."
Kocaman eller içinde üşümüş parmakları ile beraber tüm kalbi ısındı Firuze'nin. Böyle oluyordu işte Miran yanındayken herşeyi beraberce çözebilirlermiş gibiyken, Miran'dan azıcık uzaklaşınca düşüncelerinin esiri oluyordu.
"Aklın kalmasın." Deyip tebessüm etti Firuze "Senin bana diyeceğin, uyaracağın birşey varsa sende söyle. Bilmeden bir kusurum olursa uyar, olacağım konumu başlarda yadırgayacağım illa ki."
"Sen de o ışık var, bu bir hafta da bakışın bile değişti, merak etme Aladağ konağına beraberce gidiyoruz, her engeli de beraberce aşarız." Dedi Miran da tebessüm ederek. "Üşüdün sen içeri geç ben de kaçınılmaz sona doğru gideyim." Diye de şakaya vurdu biraz.
Firuze onun gitmek istemeyen yanını görüp hem üzülüyor, hem de karşısına çıkacak insanlardan korkusu bir tık artıyordu.
İçinde yaşadığını dışına yansıtmadı,
"Seni uğurlayayım içeri geçerim." Dedi.
Bunu beklemiyordu Miran, en son ne zaman uğurlanmıştı...
Uğurlanmak... Güzel dileklerle yolcu edilmek... Buna çok çabuk aşılabilirdi...
O arabasına yürüyüp bindi çalıştırıp Firuze'ye küçük bir baş selamı ile veda etti. Kızın hafifçe el sallaması ile tebessümü büyüdü, ne kadar olgun olsa da bir yanı çocuktu Firuze'nin.
Giden araba gözden kaybolmadan arkasından gelen sesle irkildi,
"Hele sen evlenmez dedikleri Miran Ağaya bak, ellerini bırakıp da gidemedi bir türlü..."
Yakalanma duygusunu ilk defa tadınca kulaklarına kadar kızardı çilli yanakları,
"Yok abi ellerim üşüyünce... Yani onun için..." Dedi baktı ki konuştukça batıyor "Of..." Diyerek utançla az evvel Miran'ın ısıttığı ellerini yüzüne kapattı.
Dağhan ise utanan kıza kolunu sarıp kendine çekti,
"Oyyy benim fıstığım utanmış mı?" Diyerek takıldı.
"Abi yaaa..." Diye iyice sindi saklandığı yerde Firuze.
"Gel seninle bekarlığa veda yapalım, tatlı ısmarlıyayım sana hım?"
Başını kaldırıp Dağhan'a baktı genç kız,
"Sevinç abla gelmiyor mu?" Diye sordu.
"İkimiz birlikte ortadan kaybolduk fark etmedi, muhtemelen Yasemin'den alacağı derin dedikodu mevzuları var." Deyip üşümesin diye hızlı adımlarla arabaya yürüyünce Firuze de ısrar etmedi.
Uzak olmayan bir cafeye gelip tatlılarını söylediler, babasıyla annesinin durumundan, bundan sonra nasıl bir yol izleyeceklerindem konuştular. Dağhan'ın anlattıkları Firuze'nin yüreğine su serpti.
Annesi ve babası artık güvendeydi, Doğan Ağa da amcasında bu işin peşini bırakmak zorunda kalmışlardı.
Mardin'e gelmeleri akıl karı olmasa da en azından bulundukları şehirde huzurla yaşayabilirlerdi.
Ciddi sohbetleri bitirip çaylarını içerken,
"Dün kınanı Sevinç'e yaktırırsın diye bekliyorduk ters köşe yaptın bizi." Derken alınmış görünmüyordu Dağhan. "Sevinç bunu bir köşeye yazmıştır, ne kinci olduğunu bilirsin."
Farkındaydı Firuze ama hafta boyu bir kere olsun aramayıp, gelip başrole oynamasından rahatsız olmuştu.
"Sevinç ablamı çok seviyorum abi bunu biliyorsun." Dediğinde onu onaylayan bir tebessüm ile dinliyordu Dağhan "Ama bu bir hafta da sizinki gibi bir evlilik istemediğimi anladım. Hoş istesem de olmaz, kimse senin Sevinç ablanın gönlü olsun diye uğraştığın, nazını çektiğin gibi nazlamaz beni." Dağhan'ın biçimli kaşları hafiften çatıldı,
"Bana pek öyle gelmedi ama... Yengemi getirmiş sırf sen kına gecende görebildiye... Miran ilgisiz değil sana karşı." Dedi durum tespiti yaparak.
"İlgili olmak, özen göstermek başka... Aşık olup sevdaya düşmek başka... Sen Sevinç abladan başkası için bunca nazı niyazı çeker misin?"
Durup karısının huyunu düşündü adam, Sevinç iyiydi hoştu ama kinciydi. Öz abisinin üzerini tek kalemde çizecek kadar kinci... Bu en hoş karşılanmayacak huyu olsada düşününce başka eksilerden yok değildi.
Mesela kuzeni Barlas ilişkilerine arka çıkmasa ölse ailesini çiğneyip de evlenmezdi Dağhan ile...
O düşüne dursun Firuze devam etti,
"Hesna da benim gibi amca evinde sığıntı büyümüş ama Bekir Ağa sarmış bütün yaralarını... O kız benim yaşıtım ama şu düğün dernek işlerinde bir güne bir gün beni Zelfi'den ayırmadı. Ona da benim gibi bir haftaya kalmadan düğün kurmuşlar ama Bekir Ağa karısı olmak için doğmuş sanki... Hani yerini seven çiçekler olur ya kök salar toprağına, çiçeklenir şenlenir aynı öyle Hesna."
Dağhan, derin bir tebessüm ile dinledi elinden geldiğince korumaya çalıştığı kızı,
"İnşallah herşey gönlünce olur Firuze... Ama olurda olmadı, yaralarımı sarsın diye umduğun adamın kendisi sana yar değil yara oldu... Senin bir abim var, dönebileceğin bir baba ocağın var. Bunu bil sen kimseye mecbur değilsin. Bu evliliğe rıza gösterdiğim gibi seni çekip almasını da bilirim." Demesiyle gözleri doldu Firuze'nin.
Zelfi'nin uğurlanaşı pek içine dokunmuştu bugün, baksan özden bir tek bacısı vardı onun da ama koskoca Bayram Ağa konağının anahtarını vermişti eline... Dağhan'a kocaman tebessüm etti,
"Ben de yerimi seven bir çiçek olurum inşallah abi, ama baktım ki dallarımı kırıyorlar ilk sana koşarım." Dedi bugüne dek babasından çok sahip çıkıp kollayan genç adama.
Tatlılarının üzerine birer çay daha içip geri döndüler.
Derya'lar kendi evlerine geçmişlerdi bu arada, o evin kapısını çaldılar ve Yasemin tarafından karşılandılar,
"Ooo... Kaçaklar gelmiş... Düğün yemeğinde yürek de ikram etmedikler Dağhan abi ama sen ne cesaret hanımdan habersiz ortadan kayboldun." Dedi her zaman ki şakacı kişiliği ile.
Dağhan minik bir kahkaha attı,
"Çok mu kızdı fark edince?" Diye sordu.
Yasemin dudağının kıyısını dişleri ile kıstırıp başını iki yana salladı 'sen yandın' der gibi...
Genç adam karısının gönlünü almaya gitmeden önce Firuze'ye göz kırptı,
"Sevinç'im evimin neşesi... Neredesin karıcımmm..."
Yasemin de yanındaki kızı dürttü,
"Ablam diye demiyorum tam bir cadı, şuna bak Dağ gibi adamı parmağında oynatıyor." Deyince kıkırdadılar.
Firuze de akşam Sevinç ile vakit geçirip aralarında ki gerilimi eritti.
Sevmediği huyları olsada çok desteğini görmüşlüğü vardı inkar edemezdi.
Derya'nın evinde prenses gibi hissettirildiği son geceyi sabah ettiğinde baş ucunda Gülce kız ile uyandı,
"Öp annem ablayı da uyansın, gelinler bu kadar uyur mıymış? Ne kadar ayıp." Diyerek yalandan bir kınama ile kınandığında araladı zümrüt yeşili gözlerini...
"Kız Firuze insan uykusundan olsun çirkin uyanır, eli yüzü şişer... Bu ne uyuyan güzel gibi uyuyup uyanıyorsun maşallah." Deyince utanarak yatakta toparlanmaya çalıştı.
"Günaydın Derya abla." Dedi iltifatları üzerine çok alınmayarak.
"Günaydın tabii gelin hanım, kuaför ile makgöz geldi sizi bekliyorlar."deyip baş ucundan kızını kucaklayıp ayaklandı Derya. "Gideyim de makgözü geri yollayayım. Bizim kızı Rabbim doğuştan kınalayıp, boyalayıp yaratmış. Fazlası can yakar... Yazık Miran Ağa'ya bu güzellikliğe can mı dayanır. Kıskançlıktan erken yaşlanmasa bari adamcağız."
Firuze daha uyanmadan bu kadar övülmeye bünyesi alışık değildi, o genelde Kudret'in 'uyan kız sünepe!' deyip dürtükleyişi ile uyanır gün boyu da çilli, kızıl şeytan, çiyan diyerek eziklenerek iş yapar kimseye yaranamadan, bolca yaralı başını tekrar yastığa koyardı.
Kapıya doğru iki adım atmış olan Derya'ya seslendi,
"Derya abla..." Deyip kendisine dönem kadına o iki adımlık mesafeyi kapatarak sımsıkı sarıldı. "Seni Mardin'e gönderen Rabbime bin şükür olsun. İyi ki bu topraklara geldin, iyi ki bize kol kanat, umut oldun." Dedi tüm yüreğiyle.
Mavi gözler bulutlandı bu ani sarılışla, zaten Derya anne olalı eskisi kadar keskin olamıyor duygusallığı ağır basıyordu.
"Beni size kavuşturan Rabbime şükür olsun Firuze... Daha elini uzatmış yardım bekleyen, belki bir yardım elinden bile umudu kesmiş kim varsa hepsi için buradayım. Gücüm yettiğince hem yanınızda hem arkanızdayım..." Dedi çatallanmış sesi ile.
Firuze'nin uzaklaşmasına müsade etmeden elini avucuna aldı,
"Sen, Zelfi veya Ayşe hepiniz benim için birisiniz. Dün Zelfi'ye söylenen sözlerin hepsi senin için de geçerli, olmaz inşallah ama kötüsü oldu diyelim ki. Babanın evine gider gibi geleceksin bu kapıya, ben seni üzmenin hesabını kime olursa olsun sorarım hiç merak etme."
Dupduru bir tebessüm yerleşti Firuze'nin gözlerine...
Yapılan kısa kahvaltının ardından bir yandan saçı, bir yandan makyajı yapıldı. Gelinliğini de giyince salonda dün Zelfi'nin olduğu baş köşede yerini aldı.
Dün Zelfi'nin istememesi ile bağlanmayan kardeş kuşağı bugün Dağhan'ın elinde dualarla Firuze'nin ince beline bağlandı. Boran da evlerinin bir anahtarını hediye etti Firuze'ye. Dün babası Bayram Ağa'nın, Zelfi'ye verdiği hediyenin bu kimsesiz kız tarafından nasıl imrenerek izlendiğini görmüştü.
Bekir dün ki gibi oğlan tarafıydı, Miran ile beraber gelin evinin kapısına geldiler. Davullar bu gelişi haber verdiğinde ellerinin titremesine engel olamadı genç kız.
Kafasında ki en büyük soru işareti 'Miran da biraz olsun heyecanlı mı' sorusuydu.
Heyecanlı mıydı Miran?
Evet...
Garip bir acemilik duygusuna eşlik eden içten içe bir heyecan vardı...
İlk defa, başlangıcı istek üzerine olmasa da, usulüne kuralına uygun ilerleyen ve yanında olmasından huzur duyduğu bir kadın ile yola çıkıyordu. Belki bir sevgiliye kavuşmanın heyecanı yoktu ama doğru olduğunu umduğu yol arkadaşı ile çakılan yolun sonuna duyulan derin bir merak vardı...
Ama eve girip beyazlar içinde kızıl bir gonca gülü andıran Firuze'yi görünce, ritmini sert ve keskin bir şekilde değiştiren kalbi onu da şaşırttı.
Nefesi teklemek diye bir şeyin varlığını ilk defa tecrübe ediyordu...
Öyle ki Bekir, hafif bir alayla sırtından itince öne doğru sendeledi...
Firuze güzel bir kadındı ama gelinliğin bu denli yakışacağını düşünmemişti, bu yakışmanın kendisine kal getirecek seviye de olmasını hiç mi hiç beklemiyordu.
Kendine çeki düzen verip durumu kimseye fark ettirmeden toparladı, böyle bir güzelliğin yanına yakışmak, taşımayı bilmek lazımdı.
Derya'nın duvağını kapatıp üzerine kırmızı örtüsünü örttüğü gelini doğru ilerleyip koluna girmesi için yönlendirdi, o arada fark edebildiği kızın ağlamaktan kızarmış gözleri canını sıksa da elinden birşey gelmiyordu.
Sadece koluna giren zarif eli tuttu güven vermek için...
Beraberce arabaya doğru ilerleyip Aladağ konağına doğru yola çıktılar.
Firuze'nin heyecan ve gerginlikle tırnaklarını çekiştirip durduğunu far edince uzanıp elini tuttu.
Ben burdayım demenin sözsüz haliydi bu hareket... Beraberiz, yol arkadaşıyız demekti...
Elini kavrayan eli sıkı sıkı tuttu Firuze, bundan sonra bir tek Miran vardı...
Çok uzak olmayan Aladağ konağına varıldı, davullar zurnalar ve zılgıt sesleri eşliğinde indiler arabadan...
Firuze yine Miran'ın koluna girdi, taş yapının tarihi ahşap kapısına doğru yürüdüler.
Arjin hanım hanımağalığının hakkını vermek istercesine yöresel kıyafetini giyip altın kemerini, takılarını hatta hızmasını takmış. Başında el ağır işlemeler ile süslenmiş oyalı şalı ile Firuze'ye nereye geldiğini anlatmak isteyen bir kibirle kapıda karşıladı yeni gelinini...
Taş basamakları tırmandıklarında Arjin hanımın burnuna kadar uzattığı elini duvağının altından zar zor gördü genç kız. Başında ki kat kat tüllerin üzerinden usulen öptü kayınvalidesinin elini, peşi sıra uzatılan testiyi alıp Miran ile ikisinin ayakları dibine atarak parçalanmasını sağladı. İçinden dökülen şeker ve paraları çocuklar kapışırken konaktan içeri girdiler. Geniş avluda kendileri için hazırlanmış masaya geçtiklerinde herkesin gözü yeni çiftin üzerindeydi.
Miran, Firuze'nin duvağını açıp alnından öptüğünde bütün konak alkış ve zılgıt sesleri ile tekrar inledi...
Alnında hissettiği dudaklar ile tüm bedeni titreyen kızın halini kimse bilmedi ama allaşan yanakları Miran için yeterli bir ip ucuydu.
Çok geçmeden Hanoğulları ve Karacahanlar da gelip Firuze'ye en yakın olacak şekilde ayarlanmış masalarına yerleştiler.
Hoş geldiniz demek için masalarına gelen Arjin hanımla konuşan Derya'ya takıldı Firuze'nin gözü... Kesinlikle tanıdığı, boynuna sarılıp ağladığı kadın değildi. Öyle üstten, öyle mesafeli konuşuyordu ki biraz evvel burnunu kibirle diken Arjin hanımı süt dökmüş bir kediye çevirmişti...
Firuze duyamasa da gelinine vazifesini yerine getirmeyen, istemesine kınasına gelmeyen Arjin hanımın ince ince tozunu almıştı Derya. Firuze'nin taşımakla bitirilemeyen çeyizini işaret edip,
"Gelininizin ailesi benim Arjin hanım, sakın ha sahipsiz sanıp da sözünüzü tartmamazlık etmeyesiniz." Diyerek son uyarısını da yapıp cevap dahi beklemeden yerine yerleşmişti.
Bu uyarı Arjin'i durdururmuydu bilinmez ama günah Derya'dan gitmişti...
Ülkü'ye, Arjin hanımdan daha insaflı yaklaştı Derya. Bu kadının gelinlerini ezmek için yer aradığını bildiğinden eline koz vermeden sarılıp hoş geldinini kabul etti.
Evin büyük gelini olarak yapması gerekenleri ezber etmişti Ülkü. Şimdi ki aklı olsa berdel kararının çıktığı gün ilk iş Miran'ı arayıp haber verirdi ama iş işten geçmiş hiç kaybetmeleri gereken bir kaleyi anlık bir korkaklık ile kaybetmişlerdi.
Miran'ın İstanbul'da ki işleri bırakmadı Ülkü ve Mirza'nın konfor alanını oldukça daraltmıştı.
Halbuki ilk an arayıp söyleseler, kardeşlik vazifelerini yapsalar Miran'ın tavrı farklı olurdu. Ağalık için uğraşmaz Firuze'yi alıp İstanbul'a giderdi.
Şimdi Ülkü'nün yeni başladığı işi bırakıp İstanbul'a gidemiyorlardı ve üstüne oradaki işleri burdan yönetmek Mirza'yı inanılmaz zorluyordu.
Burda ki ilişkileri toparlamaktan başka çıkar yol yok gibiydi Ülkü için, oturup kaliteli zaman geçirebildiği nadir bir kaç insandan biri Derya iken o grubu kaybetmek istemiyordu.
Aynı samimi sarılış ile Ela, Dilan hanım, Türkan hanım, Hesna, Gülhan hanım ve Zelfi ile de sarıldı. Pek tanışıklığı olmayan Sevinç, Yasemin ve Ayşe'ye baş selamı verip masadan uzaklaştı.
İşin aslı insanların gözü dün ki düğünde sadece uzaktan görebildikleri Zelfi ve Cihan çiftinin üzerindeydi. Bu durum Zelfi'yi verse de Cihan yanında yıkılmaz bir dağ gibi dururken asla güçsüz değildi.
Uykusuz ama sonunda huzuru birbirlerinin omzunda buldukları gecenin sonunda odaların da kahvaltılarını yapıp bu gün ki düğün için hazırlanıp gelmişlerdi.
Resmi nikah kıyılıp Firuze Aladağ soyadını aldığında ikisi içinde yeni bir dönem başlıyordu.
Çekilen halaylara misafirler eşlik edip, masalar çeşit çeşit yemekler ile dolup taşarken düğünün pek de beklenmeyen bir misafiri vardı.
Doğan Ağa ve yeni karısı Kudret...
Kapıdan giren ikili ile Miran'ın kaşları anında çatılırken, tüm düğün ahalisi gibi bu ikiliye mana vermeye çalışıyordu.
Doğan Ağa ise kolundan emanetçe tutunmuş Kudret ile doğrudan gelin ve damadın olduğu masaya yöneldi,
"Hayırlı olsun Miran Ağa." Dedi sanki davetli bir misafirmişçesine bir pişkinlikle.
Miran'ın ifadesi Firuze'nin ilk defa çekileceği kadar sertleşirken,
"Sağolasın Doğan Ağa." Dedi sesinin en sert tonuyla.
Kudret'i iyice yanına çekti Doğan,
"Hanımımla ilk katılacağım düğün senin düğünün oldu... Ne demişler kısmet..." Demesiyle Firuze kurşun yemiş gibi irkilerek baktı Kudret'e...
Kudret'in gözlerinde her zaman aklında dolaşan tilkilerin verdiği kurnaz bir ışıltı olurdu...
Yoktu...
Boş bakıyordu... Bomboş...
Kurmalı bir bebek gibi adamın kolunda hareket ediyordu sadece...
Aklına gelenler ile midesi bulandı Firuze'nin... Kendisine Doğan Ağa'nın karısı olunca göreceği muameleyi hatta yatak odası detaylarını hiç iğrenmeden, Firuze'ye acımadan anlatan Kudret şimdi o adamın karısı mıydı yani...
Etme bulma dünyasıydı ama yinede Kudret için bile bu sonu dilemezdi Firuze...
Kudret ise son iki gündür sadece ölmek istiyordu ama ölmek için bile söz sahibi değildi...
Doğan Ağa'nın kucağına düşünmeden ittiği Firuze'nin düğününe o adamın kolunda gelmiş olmak azaptı. Üstüne amca kızının gözünde zerre kin yoktu, hep kıskançlık ile baktığı yeşil gözlerde sadece acıma ve üzüntü vardı.
Pişman mıydı Kudret?
Çoookkk...
Faydası var mıydı?
Malesef...
Miran Aladağ'ın yüzüne bile bakmadı, başını kaldırıp genç bir erkek ile göz göze gelirse bu gece yaşanacakları bir bir anlatmıştı kocası...
Göz ucuyla yanındaki adama baktığın da gözünün Hanoğlularının masasında olduğunu fark etti. Bayram Ağa'nın gözünden çıkan kıvılcıma bakılırsa Doğan Ağa'nın hedefi yıllardır aşık olduğu Dilan hanım olmalıydı.
Neyse ki çok durmadan gittiklerinde herkes rahat bir nefes aldı.
Düğünün sonlarına doğru çalınan Reyhani müziği ile gözler gelen ve damada çevrildi.
Miran oynamayı sevmezdi ama düğün gününde Firuze'nin isteklerini daha önemli buluyordu,
"Reyhani biliyor musun?" Diyerek oynamak istemezse diye bir açık kapı bırakarak sordu karısına.
Biliyordu Firuze ama dudağının içini ısırdı, bunca insanın gözü önünde oynayabilir miydi? Dün ki düğün ne güzeldi, kimseden çekinmeden halaya dahil olmuş gönlünce eğlemişti ama burası kurtlar sofrası gibi geliyordu kalabalığa alışık olmayan kıza...
"Biliyorum ama..." Dedi devamı olmayan çekince dolu bir cümleydi...
Miran bırakılan açık kapının farkındaydı, oynamak istemese bilmiyorum der kestirip atardı. Kalabalıktan çekiniyordu karısı...
"Gel bakalım Firuze hanım, meydan yeni hanım ağasını bir görsün." diyerek elinden tutup ayaklandığında heyecanını bastırmaya çalışarak eşlik etti Firuze de.
Karşı karşıya gelip kollarını oyun için açtıkların da Firuze'nin kalbi ağzında atıyordu. Etraftaki kalabalık silinmiş bir tek karşısında kollarını tüm heybeti ile açmış oyununu oynayan adam kalmıştı.
Zarif hareketler ile ona eşlik ederken tek farkındalığı Miran'ın bakışı ile fark ettiği Bekir Karacahan'ın onları derin bir tebessüm ile izlediği oldu.
Hatta dizini yere vuran Miran Aladağ da Bekir Karacahan'ı selamladı.
Sessiz bir teşekkürdü bu kimse bilmedi...
Oyun bitip Firuze'nin sırtı Miran'ın sol göğüsüne yaslandığında bu gün ikinci kez alnında hissettiği dudaklar ile içini uçuşan kelebekler sardı genç kızın...
Etrafları imrenme hatta bazen haset dolu gözlerle doluyken Miran'ın yanında ki kadın olmak garip bir ayrıcalık duygusu getirdi Firuze'ye.
Peşi sıra misafirlerin çoğunu uğurladılar, Dini nikah için konağın büyük salonunda yerlerini aldılar.
"Mehir ne istersin kızım?" Diye soran imam ile hiç düşünmediği bir soru ile karşı karşıya kaldığında,
"Hiç birşey istemem." Dedi kendinden emin çıkan sesiyle.
Arjin hanım dudak büktü bu yok gözlülüğe...
Miran'ın gözünü boyamak için yapıyordu gelini... Bilmez miydi o...
O bu düşüncesini kendi içinde çevirirken Miran'ın sesi duyuldu,
"Karıma ağırlığınca altın ve bu konağı mehir olarak veriyorum hocam."
Firuze'nin şaşkın bakışları odadaki bütün Aladağ'lar gibi Miran'a döndü.
Ne demekti konağı vermek...
Asım Aladağ,
"Oğlum...!" Dedi uyarır tonda...
Konağı oğlunun üzerine yaparken elin kızına mehir diye vereceğini hiç düşünmemişti.
Arjin hanımın renginde ki değişim bir doktor olarak Ülkü'yü bile korkuturken,
"Konak benimdir baba, benim olan da karımın. Ağa benim hüküm de benim." Diyen Miran ile denecek tüm sözler yutuldu...
Nikah kıyıldı, yeni evli çift kalacakları otelin yolunu tuttu...
Pek tabii ki orada kendilerini bekleyen Bedirhan'ın planından haberleri yoktu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 120.04k Okunma |
11.75k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |