
Evet yeni bölüm geldi.
Uzun upuzun bir bölüm ile karşınızdayım...
5500 Kelime...
Adile Naşit tonlaması ile... Lütfen...
550 yorum bekliyorum... Yine tam yerinde kestim... 🫣
Devamını isteyenler pamuk eller klavyeye...
Cihan ve Zelfi'nin evliliği onuncu gününü doldurmuş evde ki rutin tekrar rayına oturmuştu...
Bu geçen zaman da hanımlar Derya'ya ve Hanoğlu konağına misafir olmuş onun haricinde evde zaman geçirmişlerdi. Hesna oğlu için beyaz bir yelek örerken, Zelfi örneğin olduğu dergide güzel bir battaniye modeli görüp heves etmiş dört gözle bekledikleri yeğenleri için onu örmeye başlamıştı. Mevsim de kış olunca çayın yanında sıcak bir sohbet eşliğinde keyifli zaman geçiriyorlardı. Daha doğrusu gündüzleri böyleydi, bu işin birde geceleri vardı ki Zelfi'nin canına okuyan da o gecelerdi.
Evlenmeden önce neredeyse sönümlenmiş rüyaları, evlendikten sonra yaşananlarla tekrar tetiklenmiş bu rüyalara bir de ağlayan bebek sesi eklenmişti. Farklı mekanlarda dört dönerek arayıp bulamadığı, ama sürekli ağlayan sesini duyduğu bir bebek...
Bir zamanlar olmasın diye dua ettiği, şimdi ise anlamsız bir şekilde olmayacağı korkusuna düştüğü o bebek...
Olamazdı ki zaten Cihan kendi sedirinde, Zelfi yatağın ona en uzak köşesinde uyurken olamazdı.
İyi değildi ama iyi değilim demeye de yüksünüyordu. Demezler miydi ne var iyi olmayacak. Kocan konuş diye iki dudağından çıkacak söze bakıyor, annesi kızım dedikçe ağzından bir kızım daha çıkarıyor... Eltin desen kız kardeşten öte... Ne derdin var demezler miydi?
Gün ve akşam bir şekilde tükeniyor ama gece olup da odaya girdikler mi iki yabancı oluyorlardı sanki... Cihan ne yapacağını nasıl yaklaşacağını şaşırmıştı, Zelfi'nin rüyalarında boğuştuğu hiç bir şeye gücü yetmiyordu. Bu acizlik de onu için için bitiriyordu...
Halbuki konuşsa anlatsa çözerlerdi, kendi başına boğuşmak zorunda değildi karısı...
Karısı... Zelfi...
Daha bir yastığa baş kıyamadıkları evlilikleri pamuk ipliğinin ucundaydı sanki... Halbuki kalın kalın urganlar ile bağlanmak istiyordu Cihan...
Yine yorgun bir sabaha gözlerini açıp, ikisi de hallerini saklamaya çalışarak kahvaltıya indiler...
Çaylar servis edildi, Songül çay termosunu masanın köşesine bırakıp mutfağa geçti. Eskiden usul bu değildi ama Hesna artık bu şekilde olmasını daha uygun bulmuştu. Yine bir densizlik eder de Zelfi'yi üzerse diye hayatında ilk defa birine set çekmişti.
Bazı hataların ikincisi beklenmezdi ona göre...
Cihan abisinin de birşeylerden rahatsız olduğunu fark etsede konuşacak fırsatları olmamıştı.
Yeni evli çiftin halini iyi görmüyordu ama suyun akıp yolunu bulacağını düşünüyordu.
"Bugün kontrole gideceğiz unutmadın değil mi Bekir?" Diye sordu kocasına...
Bekir sıkıntılı bir nefes alıp verdi,
"Unutmadım ama gelemeyebilirim, sana bahsetmiştim ya bir işim var diye."
Hesna, Hüseyin Karacahan'ın mahkeme süreci ile ilgili konuştukları detayı hatırlayıp ortamın tadını kaçırmadan,
"Tamam, sen gelemezsen Cengiz abiyi yollarsın." Dedi anlayışla.
Bekir karısına uzanıp şakağına derin bir öpücük kondurdu. Onları izleyen Cihan içli bir nefes aldı, derin bir düşünceye dalmış gibi tabağında ki peyniri atomlarına kadar ayırmayı hedeflemiş Zelfi'nin eline uzandı,
"Bu eziyeti hak edecek kadar ne yaptı da kızdırdı seni?" Dedi peynir diliminin yenisini tabağına bırakarak.
Aklında ki fikrin kendini bu hâle getirdiğini ancak fark edebildi genç kadın,
"Farkında değilim..." Dedi gülümsemeye çalışarak "Dalmışım..."
"Keşke benimle dalsan düşüncelere, belki batmaz çıkarız." Dedi Cihan şakacı bir tavırla, ama kocasını istemeden de olsa ötelediğinin farkındaydı Zelfi,
"Sen varken batmak ne mümkün." Dediğinde Cihan'ın hafifçe havalanan kaşları tebessüm ettirdi Zelfi'yi bu kadar dağılmak yeterdi. Toplanmak zorundaydı, kendisi için değilse bile Cihan için... "Anlatmayacağım ama düşünmeyeceğim de..." Deyip emin olamayan gözlerle ona bakan eşine tebessüm etti "Söz..."
Elini dudaklarına götürüp öpücük bırakan Cihan ile yanakları kızardı. Tüm gözler onlardaydı çünkü... Bu kocasının umurunda mıydı?
Tabii ki hayır...
Bekir'in onlara takılmak için aralayan dudakları ağzına tıkılan lokma ile susturuldu.
Hesna,
"Hadi işin çok diyordun, oyalanmadan ye de işinin başına git kocacım." Dedi yaptığını kılıfına uydurarak.
Gülhan hanım gülüşünü saklamak için tabağına eğdi başını.
Bekir,
"Hesna hanım cümlenin sonuna kocacım ekleyince beni kovduğun gerçeği değişmiyor haberin olsun."dedi alınmış bir tonda.
"Ben hamileyim Bekir sen değil, trip atılacaksa ben atarım, küsülecekse ben küserim. Rol çalma..." Dedi bu alınmışlığı hiç de takmayan Hesna.
"Bu eve geleli huyun değişti..." Diye sessizce söylenen Bekir'e,
"Bir şey mi dedin hayatım?" Dedi bu kez karısı.
"Hızlıca yiyeyim de gideyim diyordum hayatım." Dedi geri vites yaparak.
Beyleri işe yolladılar, Zelfi odasına çıkıp taze bir duş aldı. Dışarı çıkacak şekilde giyip saçlarını toplafı. Kabanını da eline aldı. Cesaretini kaybetmemek için odasında doktora gitmeye hazırlanan Hesna'nın yanına geçti.
Kapıyı tıklayıp,
"Hesna gelebilir miyim?" diye seslendi.
"Gel canım." Diyen ses ile odaya girdiğinde burasının onların mahremi olduğunu düşünüp çekingence açtı kapıyı.
"Sen otur canım geliyorum hemen..." Diye seslenen Hesna'nın giyinme odası olarak düzenlenen kısımda olduğunu anlayınca camın önüne yerleştirilen berjere oturdu.
Bu oda kendi odalarından büyüktü, hatta yatak olan kısım ayrı bir oda gibi köşede kalıyordu. Oturma odası gibi düzenlenmiş kısımda bir televizyon ve kitaplık bulunuyordu. Kendi odalarında kapı açıldığında yatak karşıda kalıyordu ve aslında bunun rahatsız edici olduğunu yeni fark etmişti. Üstelik Cihan'ın uyudu sedirde göz önündeydi. Buna bir düzen getirmek gerek dedi içinden. Sonra bu düşüncesine güldü acıklıca, sanki mahrem bir şey yaşanıyordu da mahremiyeti düşünüyordu.
Hesna giyinme odasından elinde kabanı ile çıktığında, kendisi gibi dışarı çıkmaya hazır gördüğü eltisine hafiften kaşlarını çatarak baktı,
"Canım bir yere mi gideceksin sen de?" Dedi çok dışarı çıkmadığı için şaşırarak.
Zelfi elindeki çantanın kulpunu farkında olmadan sıktı, dudaklarını birbirine bastırdı konuşmadan önce,
"Ben de seninle gelmek istiyorum." Derken söyledi ile hafifledi sanki.
Hesna'nın biraz evvel çatıdan kaşları şaşkınlıkla havalandı,
"Emin misin?" Sadece yanındaki berjere geçip otururken.
Boğazıma oturan yumruyu yutkunup yatıştırdı Zelfi,
"Eminim Hesna, çok dağıldım bir yerden toparlanmaya başlamam lazım. Doktora geleceğim seninle Bir problem varsa öğrenmemek onu çözmüyor. Kafamda büyüttükçe kendimi yiyorum." Dedi.
Hesna uzanıp elini tuttu,
"En doğru karar vermişsin, hem gidelim bakalım belki de sıkıntı yoktur? Ya da basit tedavi ile düzelecek bir şeydir..." Dedi Zelfi'yi rahatlatmak için.
"Bilmiyorum Hesna, bildiğim tek şey var düşünüp kendimi hasta ettiğim. O günden beri rüyalarımda bebek ağlaması duyuyorum... Şu aşamada aklıma takılması gereken son şeyken, günlerdir aklımdan çıkmıyor." Dedi ilk defa kendini açarak.
Hesna, Songül'e içinden bir daha saydırdı...
"Zelfi... Yanlış anlama merakımdan sormuyorum, konuşmak paylaşmak istersen diye söylüyorum. Aklına takılan ne olursa ben buradayım. Akıl veremesemde derdini dinlerim." Dedi.
"Evliyiz ama beraber bile uyuyamıyoruz Hesna, bu dağı nasıl aşacağımı bilmiyorum. Rüyalarım bile huzurlu değil, abim fark etmesin diye uzak duruyorum. O da ben uzak durduğum için saygı duyuyor ama aramızda hergün büyüyen bir dağ var." Dedi açık yüreklilikle, artık içinde yaşamaktan yorulmuştu.
"Psikolojik desteğe devam etmelisin bence, hatta eş terapisi falan tavsiye eder belki... Beraber çözmeniz gereken şeyler bunlar."
Derin bir nefes alıp verdi Zelfi,
"Şu doktor işini bi aradan çıkarayım, sonra ilk iş İnci hanımdan randevu alacağım. Ülkü hanım'dan randevu almadık ama rica etsek yardımcı olur diye düşündüm." Dedi emin olamayarak.
"Olur bence, mesleğin de çok iyi bir hekim. Seninde içini ferahlatır inşallah." Dedi Zelfi'nin elini tutup sıkarak.
"Böyle odaya geldim ama Gülhan annenin yada Songül'ün yanında konuşmak istemedim." Dedi geldiğinden beri rahatsız olduğu konuyu da söyleyerek.
"İyi yaptın canım, ben takılmam öyle şeylere. Memnun oldum hatta." Deyip içtenlikle gülümsedi.
Hesna bu ailenin şansıydı...
Zelfi de ona gülümsedi aynı ışıltıyla...
"Hadi çıkalım o zaman oğluşum çok heyecanlı bugün, yerinde duramıyor. Deldi yanlarımı..." Dedi tatlı bir sistemle karının sağ yanını ovalayarak.
Beraberce çıkıp Ülkü'nün baş hekimliğini yaptığı tüm Bebek ve kadın doğum merkezine geldiler. İş yoğunluğundan dolayı az hasta kabul eden Ülkü, Hesna ve Zelfi'yi güler yüzle karşılayıp buyur etti.
Hesna'nın rutin kontrollerini tatlı bir sohbet eşliğinde yaparlarken çok samimi çok içten davranıyordu. Bu hali Zelfi'ye de cesaret oldu.
Geldiklerinde olan gerilimin bedenini tek etmesiyle konuşmaya karar verdi, Hesna'nın reçetesini yazan genç kadına,
"Ülkü hanım ben de muayene olmak istiyorum." dediğinde yazdığı kâğıttan başını kaldırmadan,
"Tabii... Sizden sonra ki hastamın kanaması olmuş, sabah acil gelip gittiler zamanım müsait." Deyip elindeki reçeteyi Hesna'ya uzattı. Sonra Zelfi'ye döndü, "Şikayetiniz nedir?"
Sıkıntılı bir nefesi alıp verdi Zelfi,
"Durumumu biliyorsunuz?" Dedi ama aslında soru cümlesiydi.
Ülkü de arkasına yaslandı,
"Zelfi'cim ben burda Mirza'nın eşi yada Firuze'nin eltisi değilim. Bu şehrin dedikodularına çoğu zaman kulaklarım kapalı olduğu için uyum sağlamam çok zor oldu. Seninle ilgili bildiğim şeyler yok, kulaktan dolma hiç bir bilginin de bu odada karşılığı yok zaten. Sen en yalın haliyle kendini anlattığında ve bu odadan konuşulan hiç bir şeyin çıkmayacağına emin olabilirsin." Dedi.
Anlatmak kolay mıydı?
Değildi...
Günlerdir bunun için kendi kendini yemişti ya zaten...
Ama madem geldi o cesareti de gösterecek o yaranın kabuğunu bir kez daha koparacaktı,
"Onyedi yaşımdan yirmi iki yaşıma kadar istismara uğradım." Dedi dile kolay gelen bir zaman diliminin aslında kendi için asırlara bedel olduğunu belli ederek omuzları düştü.
Hesna bakışlarını, Ülkü gebe olmamıza etkisiyle dolan gözlerini kaçırdı...
Dinlemek bile yüklü insanlara peki yaşamak...
Yine en cesur Zelfi oldu devam etti,
"Başlarda adet düzeni bozukluğum vardı ve çok defa hamile olmaktan deli gibi korktum. Son iki yıldır daha düzenli adet görüyorum..." Bu noktada derin bir nefesi daha ciğerlerine doldurdu "O zaman hamile olmadığım için şükrediyordum ama şimdi bu benim kabusum oldu. Hamile olmam için bir engel varsa öğrenmek istiyorum."
Onun gibi derin bir nefes alan Ülkü, hormonlarını ve kadınlık hassasiyetini geriye iterek,
"Bunun pek çok sebebi olabilir Zelfi, çok basit olabileceği gibi uzun tedavi gerektiren süreçlerde işin içine girebilir. Önce seni bir muayene edelim sonra konuşalım." Dedi.
Başını sallayan genç kız Ülkü'nün eliyle işaret ettiği sedyeye uzandı. Kasıklarına yakın sürülen soğuk jel ve dolaşan prop ile sertçe yutkundu. Önce sağ yanında sonra sol yanında uzun uzun dolaşan prob bedeninden uzaklaşınca derin bir nefes aldı.
Ülke'nün hafiften çatık kaşları aklına kötü düşünceler fısıldamsk için fırsat kollayan şeytanın zincirlerini gevşetecekken,
"Yumurtalıkların da kistler var Zelfi ama bu çok sıradan bir durum, yoldan geçen on kadının üçünde gözlemlenebilecek kadar sıradan. Fakat rahmin içinde de ufak polipler gördüm onlar için vajinal muayene yapmam gerekiyor. Gebeliğe mani olup olmadıklarını ancak o şekilde netleştirebiliriz." Dediğinde korktuğu kadar kötü cümleler duymamak içini ferahlattı ama korkuları da yerli yerinde duruyordu.
Hesna'nın baktığı yöne çevirdi gözlerini ve o muayene koltuğunu gördü.
En basit anlatımla korkutucuydu...
"Korkmana gerek yok canım sadece bana rahat muayene yapabilmem için alan sağlıyor." Dedi Ülkü bu bakışı çokça gördüğü için.
"Hesna dışarı çıkayım mı?"Diye sorduğunda onu sadece başıyla onayladı. Yanlız olmak daha iyi olacaktı.
Ülkü'nün telefonu ile odaya bir hemşire girdi ve Zelfi'yi yönlendirdi.
Önce pantolonu çıktı sonra çamaşırı, nasıl yerleşmesi gerektiğini tarif eden hemşire ile kurbanlık koyun gibi ama kendi isteğiyle çıktı ve istenilen konumu aldı Zelfi. Dizlerine kadar beyaz bir örtü ile örtüldü.
Kendini telkin etmeye çalıyor ama bacaklarını geçirdiği kolçaklar ve aralanan bacakları arasında ki mesafe savunmasız hissetmesine sebep oluyordu.
Başını geriye atıp kendini rahatlatmaya çalıştı ama mümkün değildi. Yalnız hissediyordu...Hesna yanında olup elini tutsa... Başını iki yana salladı bu onun gidereceği bir boşluk değildi.
Cihan olsa elini tutsa korkmazdı... Yalnızda hissetmezdi...
Bu düşünce beyninde bir bomba etkisi yarattı, yanında uyuyamadığı kocasını böyle bir anda yanında istiyor oluşu çok derin sarstı Zelfi'yi.
Titrek bir nefes aldı...
Ülkü eline eldivenini takarak geniş ve güven veren bir tebessüm ile perdenin diğer yanına geçti.
Zelfi'nin halinden yılların da tecrübesi ile anlayarak, elindeki rahim içi ultrason sağlayan probu göstererek,
"Bu sana korkutucu geliyor farkındayım Zelfi ve şuan buna hazır hissetmiyorsan muayeneye devam etmeyebiliriz. Canını acıtmaz ama senin için zor olduğunu görüyorum." Dedi bir abla gibi elini sıkarak.
Zelfi'nin sert yutkunuşunu gördü içi acıdı... Bir kızı olacaktı... Her zamankinden daha hassastı Ülkü...
"Devam edelim Ülkü hanım." Dediğinde başıyla onayladı onu muayene başladı, gerekli ölçümleri yaptı. Kistlerin ve poliplerin konumunu tespit etti. Bu sırada Zelfi'nin gözleri tavanda olsada göz yaşları şakaklarından kayıp saçlarını ıslatıyordu.
Bedeninde ki doluluk hissiyle ilk defa savaş halinde değildi Zelfi...
Ama ne hissettiğini de tanımlayamıyordu. Acı yoktu... Korkusu dinmişti ama ağlamaktan da geri duramıyordu.
Biten muayeneyi geride bıraktığı boşluktan anladı. Kendini toparlamaya çalıştı ama zordu,
"Acele etme... Vaktimiz var kendini hazır hissedince kalabilirsin." Deyip omzunu okşayan Ülkü içeri geçti.
Bu zamana ihtiyacı vardı Zelfi'nin, duygularını analiz etmeye...
İnci hanım beş yıl boyunca yaşadığı zulmün cinsellikle alakası olmadığını defalarca anlatmaya çalışmıştı ama başarılı olamadığını şimdi anlıyordu Zelfi.
Muayene olurken bile eskiye giden aklını eşiyle yakınlaşırken nasıl o anda sabit tutacaktı...
En büyük korkusu buydu zaten, Cihan'dan korkarsa ve bunu o fark ederse ikisi içinde dönülmez yollara çıkardı.
Nasıl aşacaklardı...
Kendine bir kaç dakika verdi... Sakinleşip toparlanarak kalktı muayene koltuğundan.
Giyinip Ülkü'nün yanına geçerken hâlâ tuhaf bir his dolanıyordu bedeninde.
Göz ardı ederek koltuğa oturdu,
"İyi misin Zelfi'cim?" Dedi Ülkü.
Tebessüm etti elinden geldiğince,
"İyiyim Ülkü hanım."
"Peki..." deyip burnumdan derin bir nefes aldı, " Sonuç korktuğun gibi değil Zelfi... Kistler ilaç tedavisi ile küçülür hatta bir kısmı tamamen kaybolur. Poliplerin ise konumu gebeliği engellemiş ama hamile kalmak istediğinde küçük bir cerrahi müdahale ile bebeğin tutunması için elverişli ortam sağlanabilir. Polipler kendini yenileyebileceği için bunu hamilelik düşündüğün zaman yapmamız daha uygun olacaktır."
İçine koca bir koca buzlu su dökülmüş gibi ferahladı Zelfi,
"Anne olabilirim değil mi? Benim de bir bebeğim olabilir?" Dedi onaylatmak isteyerek.
"Bunun önünde tıbbi bir engel yok, dediğim gibi kendini ne zaman hazır hissedersen o zaman küçük bir operasyon ile sorunu ortadan kaldırabiliriz." Dediğinde gözünden bu kez şükür eden bir damla yaş akıp ıslattı güzel yüzünü.
Teşekkür edip çıktı odadan, dudaklarını ısırarak neredeyse kanatmış bir Hesna ile karşı karşıya gelmeyi beklemiyordu.
"Zelfi...?" Dedi korkuyla.
O dakika içine kocaman hiç pişmanlık çöktü, buraya Hesna ile gelmemeliydi. Ne kadar üzülüp kendini yıprattığını ancak fark ediyordu, yüzüne bir tebessüm oturttup öyle yürüdü karnı burnuna yaklaşan eltisine,
"İyiyim Hesna, hiç birşey korktuğum gibi değilmiş. Ama seni üzdüm korkuttum, özür dilerim." Dedi sarılıp sırtını okşarken,
"Ay... Allah'ım çok şükür... Ne özrü Zelfi? Ben her zaman senin yanında olurum, ne zaman ihtiyacın olursa... Bunu asla unutma." Dedi o da saçlarını okşayarak.
"Biliyorum canım iyi ki varsın." Dediğinde,
"Hadi evimize gidelim elticim" deyip koluna girdi Hesna.
Evlerinin yolunu tuttular.
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Aladağ konağında ise günler diken üstünde geçiyordu, Firuze evin içinde ki düzeni öğrenmeyi kendine öncelik saymıştı. İlk kurak mutfağı ve çalışanları avucunun içine almak olmalıydı ama Arjin hanımın bu kalesi çok güçlüydü. Çalışanların hepsi onun ağzının içine bakıyordu.
Ne kadar mutfağa girip bağ kurmaya çalıştıysa da, kendini eve gelen yaramaz misafir çocuğu gibi hissetmekten öteye gidenemişti.
Burda ne işin var bakışı atıyordu orta hizmetini gören onsekizlik kızlar bile...
Hal böyle olunca da pişecek yemekten, gelecek misafire kadar Arjin hanım karar veriyor, herşey ona soruluyordu...
Buna bir son vermeliydi ama nasıl... Miran'a bu durumu anlatsa ne derdi? Bütün çalışanları işten çıkaracak halleri yoktu ya... İnsanların ekmeği ile oynayamazdı, hamurunda kötülük olmayınca bir yere kadar güç yetiriliyordu işte.
Odasından çıktığı her an misafirdi Firuze... Miran ise Mirza'nın elinin ucuyla yürüttüğü işleri düzenine oturmaya çalışıyordu. Bir de bunları anlayıp kafa şişirmek istemiyordu genç kız...
Ama içinde ki umut ışığı da sönmeye yüz tutmuştu. Derya ablası gibi herkesi çekip çevirecek gücü de becerisi de yoktu demek ki...
Bu düşünceler ile pek de odasından çıkmaz olmuştu, elindeki kitabı yatağın üzerine kapanmayacak şekilde bırakıp yanında ki telefonundan saate baktı. Miran'ın gelişine az bir zaman kaldığını görünce bugün oda daha soğuk geldiği için giydiği kalın yumoş yumoş pijamalarını istemeye istemeye çıkardı. Kalın bir elbise seçip altına iki kat çorap giydiğinde ısındığı çalıp kısa bir es vererek Miran içeri girdi.
Kapıya doğru yürüyüp gülümsedi,
"Hoş geldin."
Miran kabanının düğmelerini açarak çıkarıp koltuğun üzerine bıraktı,
"Hoş buldum Firuze, geç kaldım bir duş alayım yemeğe inelim." Dediğinde banyoya doğru yürüyen adama bakıp başını salladı sadece.
Zaten o da cevap beklemiyor olacak ki çoktan banyoya geçmişti. Yatağın ucuna oturdu parmakları ile oynayarak, günler birbirinden sıkıcı geçerken akşama kadar Miran'ı bekliyordu ama onun da işi başından aşkındı. Evlilik dedikleri böyle bir şey miydi? Zorla diri tuttuğu morali daha fazla direnemedi, omuzları düştü...
Derya ablasının evinde ne kadar güzel zaman geçiriyorlardı... Orayı özlediğini fark etmek içini daha da burktu...
Ülkü yakınlık gösteriyordu ama ona güvenmek de isteniyordu. Bir kere negatif elektrik almıştı aşamıyordu.
Banyodan çıkan Miran'ın giyinip karşısına geçtiğini bile ancak elini tutup önünde dizlerini kırarak göz hizasına geldiğinde fark etti.
"Firuze... İyi misin güzelim?" Dediğinde başını salladı sadece iyi değildi ama söylemeye gerek yoktu. Yalan da söyleyecek gücü bulamadığı için gözlerini kaçırdı hafifçe.
Miran ellerini iki eliyle kavradığın da mecburen göz göze geldi,
"Çok ihmal ettim seni... Bizi..." Dedi durum tespiti yaparak.
"Yok estağfurullah senin de işin gücün var, rahatım yerinde benim. Merak etme sen." Dedi sitemden çok uzak bir yaklaşımla.
İçli bir nefes alıp verdi Miran, Firuze öyle alışmıştı ki yaşamın kıyısında durmaya hiç birşeyi kendine hak görmüyordu.
Haklı bir sitemi bile...
"Merak ederim, rahatının yerinde olması keyfinin de yerinde olduğu anlamına gelmez. İşim gücüm senden önemli değil ama elimize bakan, vesilemizle evine ekmek götüren çok insan var. Onların hakkını çiğnememek için seninkini çiğnemiş bulundum ama düze çıktık çok şükür." Deyince Firuze'nin sisli gözlerinden puslar çekildi. Yeşiller eski ışığına kavuşunca bir tur daha kendine sövdü Miran.Bir insan bu kadar çabuk ikna olmamalıydı, nazı niyazı, tribi olmalıydı.
Niye yoktu?
Sonra Bekir'in dediği geldi aklına Hesna trip bilmezdi ki demişti... Nazını çeken mi olmuş ki nazlansın...
Firuze de öyleydi, üstüne gerçek bir evlilik deyip aynı çatı altına girselerde karı koca ilişkileri evli bir çift gibi değildi hâlâ... Neyin nazını yapacaktı kızcağız...
"Bundan sonra emrindeyim hanımağam, iş güç de bir yere kadar. Az da müdürler uğraşsın." Dedi şakaya vurarak.
"Gerçekten mi?" Dedi ama boş bulunup söylemişti...
Miran'ın gülüşü büyüdü,
"Gerçekten tabii, ne sandın böyle kös kös oturacak mıyız?" Dediğinde gözlerini kaçıran Firuze'nin aynen öyle sandığını da anlamış bulundu. "Seni yarın at çiftliğine götüreyim mi? Atları sever misin?"
"Severim..." Dedi şaşkın bir sevinçle genç kız. "Konaktayken binmeme izin vermezlerdi ama sevmeye giderdim, tüylerini tımar ederken onlarla sohbet ederdim. Atlar insanı anlıyor sanki Miran biliyor musun?" Dedi az evvel ki durgunluktan iyice sıyrılarak.
Şefkatli bir tebessüm yer etti adamın gözlerinde, 'Firuze içinde ki çocuğu saklamak için bu kadar durgun Miran, o çocuğu korumak için sessiz.' dedi kendi kendine.
Sonra dikkatini çeken başka bir şey oldu, odanın soğukluğu... Dışardan geldiği için ilk ev sıcak gelmişti ama şimdi banyo da yaptığı için fark ediyordu,
"Burası niye soğuk?" Dedi ama sorudu Firuze'ye değildi?
Karısının önünde kırdığı dizlerinden destek alıp kalktı, o peteğe doğru yürürken Firuze, Miran'ın önünde eğilmiş olduğunu yeni idrak ediyordu. Çocukken bile boyuna inilip konuşulmamıştı, soğuk odaya rağmen bu ayrıntının içini ısıttığını hissetti.
Miran'ın ne kadar güzel bir baba olacağını düşündü, zaten onun oğluna olan ilgili tavrı dikkatini çekmişti ya...
Dudağının kıyısını ısırarak aklındaki soruyu sorup sormamakta kararsız kaldıysa da merakı galip geldi,
"Miran? Dediğinde odadaki ikinci peteğe yönelmiş adamın,
"Efendim güzelim." Demesiyle,
"Asım nasıl? Yani görebiliyor musun? Hani yoğundun ya merak ettim."
Sordu sonrasına ama söz ağızdan çıkınca fark etti yanlış anlaşılabileceğini. 'Benimle ilgilenmediğin zaman da oğlunu gördün mü?' demiş gibi olmuştu.
Miran'ın peteğin farklı noktalarına temas eden eli durdu...
O da sorunun temelini düşündü bir anlığına...
Ama doğruyu söylemekten de geri durmadı,
"Gün aşırı teyzesi şirkete getiriyor Asım'ı, düğünden önceki hafta annesi biraz rahatsızdı görmemiştim ama şimdilik bir rutine oturttuk." Dedi.
"Ben sizi görmüştüm yani biz tanışmadan önce..." Dedi bunu niye anlattığını da bilmiyordu.
Miran'ın merakla havalanan kaşı ve soracağı soru çalan kapı ile bölündü.
Kapıyı açıp gelene baktı, evin hizmetini gören kızlardan biriydi,
"Ağam akşam yemeğine bekliyorlar."diyen kızı başıyla onaylayıp yolladı.
Geriye döndüğünde Firuze yataktan kalkmış hırkasına daha çok sarılmıştı.
"Az evvel ki konuyu gelince anlatacaksın hanım ağam ama önce söyle bakalım bu petekler kaç saattir ısınmıyor?" Dedi.
Dudak büktü Firuze,
"Sabah sıcaktı öğleden sonra oda soğuk geldi daha kalın giyindim, peteklerin çalışmayacağı aklıma gelmedi. Bugün hava daha soğuk sandım."
" Gel bakalım tüm konak mı soğuk?" Deyip dolapta ki kalın şallardan birini alarak karısının omuzlarına sardı.
Elini uzattığında soğuk parmaklar iyice canını sıktı. Beraberce yemek yenilen büyük salona geldiklerinde odanın iki yanında kurulmuş ısıtıcılar dikkatini çekti.
Masada ki yerine geçmeden önce Firuze'yi oturttu, sonra baş köşedeki sandalyesine yerleşti.
Yemekleri servis etmek için bekleyen emektarları Rukiye hanıma döndü,
"Bu ısıtıcılar ne Rukiye hanım?" Dedi dirsekleri masaya yaslayarak.
"Kalorifer kazanı arızalandı ağam, öğleden beri uğraşıyor Halim efendi." Dedi eşi olan kahyadan bahsederek.
Aslında bu yaşta bir kadın yemek servisi yapmazdı ama Arjin Hanım'ın en büyük yancısı olduğundan aile içine bir tek Rukiye hanım girerdi.
"Benim yada hanım Ağa'nızın niye haberi yok?" Dedi önündeki müzeden bir çatal alıp ağzına atarken.
Kadının gözleri Arjin Hanım'a döndü fakat tabağa sertçe bırakılan çatal sesiyle yüzünü hemen Miran'a çevirdi.
"Siz şirkettesiniz arıza da arada olan birşey Halim ne yapılacağını biliyordu. Yarına düzelir diye... Düşünemedik...". Dedi ellerini önünde bağlayarak.
Annesi yaşında kadının el pençe duruşu rahatsız etti ama geri adım atmadı Miran,
"Bana haber vermemenizde art niyet yok onu anladık, her zaman olan şey demişsiniz. Üşünmesin diye de sobaları kurmuşsunuz oraya kadar olan kısım da tamam. Eşimin odasına niye bir soba çıkarılmadı orayı da anlat bi zahmet." Dedi geriye yaslanarak.
"Ağam..." Dedi ama devamı gelmedi...
"Bizim odada buz gibi..." Dedi Mirza da konuya dahil olarak.
"Sizin odanın kapısı kilitli ağam nasıl girseydik?" Dedi kadın savunmaya geçerek.
Ülkü de omzunda ki şaşa sarılmış izliyordu olanı biteni...
"Kapının anahtarı olsa düşündünüz yani hamile olan hanımınızı..." Diye sordu Miran tekrar kontrolü ele alarak.
"Düşünseler arayıp haber ederler abi bırak Allah aşkına..." Dedi Mirza sinirle.
Arjin Hanım araya girip,
" Rukiye sen çıkabilirsin." Deyince bakışlar ona döndü. Kadının fırsat bu fırsat kaçışının ardından "Anneniz yaşında kadın, elinde büyüdünüz sayılır. Hesap sormak yakışıyor mu?" Dedi suç bastırır bir tonda üste çıkmaya çalışarak.
Miran'ın dudak büküşüyle gözler ona döndü bu kez,
"Haklısın senden çok emeği var üstümüzde, bir kap yemek pişirip de önümüze koymadığın için bınca sene... Evin çalışanlarının bile hakkı senden çok üzerimizde." Dedi.
Asım Aladağ'ın,
"Miran!" Deyişi ile bu kez babasına döndü
"Sahi bize nasip olmadı da sana nasip oldu mu Arjin Hanım'ın elinden yemek yemek?" Diye sordu.
"Koskoca hanım ağa mutfağa mı girecekti? Neyiniz eksik kaldı? Nankörlük etmeyin!" Dedi karısını arkalayarak.
Gülmekten çok uzak güldü oğlanlar,
"Düşünenimiz üstümüze titreyenimiz eksikti Asım Ağa, aşiretine veliaht büyütmekten öte evlat deyip sahip çıkamamız eksikti. Bak hâlâ eksik, Arjin hanım evdeydi düşündü mü gelinlerini?" Diye sordu.
Babasına sordu ama cevap Arjin hanımdan geldi,
"Karının odasından çıktığı mı var? Biz düşünemediysek o çıkıp gelseydi ne oluyor diye?" Dedi haklı çıkmaya çalışarak.
Başını salladı Miran çok boş kalmıştı ortalık, bu boşluktan yüz bulmuştu insanlar.
"Karımı ilk günden çok güzel karşıladığın için..." Dedi devamını getirmeden.
Gözlerini kaçırdı Arjin Hanım...
"Rukiye hanım!" Diye seslendi yüksek sesle.
Kapı açıldı usulca,
"Buyur Miran Ağam." Dedi kadın.
"Odalara ikişer ısıtıcı çıkarın." Dediğinde kadın başıyla onaylayıp çıktı.
"Anne..." Dedi ama imalı bir seslenişti."Yemekleri sen servis et de anne eli değmiş bir yemek yemiş olalım." Dediğinde sinirle dişlerini sıktı ama "Rojda'dan haber var mı gitmiş mi çeyizleri?" Deyince kızına getirilen lafın bir tehdit olduğunu biliyordu Arjin hanım.
"İyiymiş Rojda teşekkür etti çeyizlerini yollamama müsade ettiğiniz için..." Deyip yemekleri dağıtmaya başladı.
Yemek yenilip herkes odasına dağılınca kurulmuş iki ısıtıcıya rağmen soğuk olan odalarına çıktılar.
Taş binanın güzel yanı ısındı kolay soğumazdı ama soğudumu da ısıtmak zaman alırdı.
Firuze'nin ısıtıcının yanında ki koltuğa oturup ayaklarını kendine çekişini izledi. Miran için üşünecek kadar soğuk değildi ama Firuze'nin kıvrılışına bakılırsa çok üşüyor olmalıydı.
Aklına Firuze'nin yapıp getirdiği sıcak çikolatalar gelince kapşonlu sweatshirtünü giyip kapıya yöneldi,
"Miran nereye?" Diye soran karısına,
"Hemen geleceğim." Dedi.
Mutfağa giden merdivenleri inerken annesinin mutfaktan çıktığını görüp oyalandı biraz, ona kendini fark ettirmemek için usul adımlarla indi. Hiç karşılaşıp dert anlatacak enerjisi yoktu. Üstelik yalandan yaranma çabalarını duymak istemiyordu.
Arjin Hanım'ın en büyük korkusu Rojda'nın hamileliğini Asım Ağa'nın duymasıydı. Miran bunu bilip bu kozu elinde tutuyordu. Kızına sahip çıkamamış bir anne konumuna düşmek, son kalesini de kaybetmek istemiyordu.
Onun salonun kapısından girişi ile mutfağa geçecek oldu ama bu kez de duydukları ile duraksadı...
Rukiye hanımın sesi dışarı taşıyordu,
"Üç günlük gelin için yemediğim azar kalmadı, kendi iş bilmiyor köşeye sıkışınca da bizi alta veriyor." Diyerek söyleniyordu.
Annesinin ardından söyleniyordu...
Arjin Hanım'ın sağ kolu hem de...
Kaşları havalandı...
O sırada Kahya Halim Efendi,
"Ben sana Miran'ı arayalım dedim, Arjin'in ağzına bakan sensin. Onun devri mi kaldı artık? Azıcık aklınız olsa yeni gelin ile iyi geçinirdiniz." Dediğinde bu farkındalık şaşırmıştı Miran'ı.
Fakat bu kez başka bir ses duyuldu, bu iki emektarın kızı Aleyna,
"Ya baba bırak Allah aşkına Miran Ağa'nın kaçıncı karısı bu? Hangi birinin teline göre oynayacağız. Hepsi gider Arjin Hanım kalır bak görürsün." Dedi.
Acı bir tebessüm ile dinledi daha yaşı yirmi olmamış kızın dediklerini...
"Aleyna doğru diyor, Miran bu kızı saydırmaya çalışıyor ama kızda iş yok. Oğlan, Bekir Karacahan'ı kıramadı yoksa dönüp bakacağı biri değil yeni gelin. Bana kalırsa aklı Narin de kaldı, son sıra çocuk hatrına falan diye pek sık görüşüyorlardı. Narin güzeldi, iş bilirdi şu konakta bir Narin'in sözü geçti. Bir o gelin Arjin'in dişine göreydi. Bak Ülkü'nün ardında Mirza durmasın üç günde koyulur kapıya..."
Derin bir nefesi içine çekip bıraktı Miran...
"Hem bu kız kalıcı olsa Narin hanım odası olduğu gibi durur mu? Kaç gece önce yeni gelinin ordan çıktığını gördüm. Rengi atmıştı garibin..." Dedi acır gibi...
Miran'ın sıktığı dişinden ağzına kan tadı yayıldı.
Bu konakta hâlâ Narin'e ait bir oda mı vardı?
Yetemiyordu...
Hem şirkete, hem aşirete, hem konağın cerbezelerine yetemiyordu. Firuze'nin gözünden tek damla akıtmayacağım demek kolaydı da bu kadar cephede tek başına savaşmak zordu.
Aleyna yine yaşından büyük bir bilmişlikle,
"Aman... Kız bir iki mutfağa geldi baktı yüz veren yok geçti köşesine... Odasından bile çıkmıyor, Miran Ağa desen evin yolunu zor buluyor. Bu evlilik de dikiş tutmaz ben size söyleyeyim."
Şeytan dedi gir içeri siz ne diyorsunuz diye hesap sor...
Eski Miran olsa öyle yapardı...
Ama sinsi oynaması gerekiyordu, acı bir tecrübe ama bunu çok iyi anlamıştı.
O sırada çalan telefonu ile anlık erteledi düşüncelerini, ekranda Bekir'in adını görünce açıp kulağına götürdü,
"Buyur Bekir Ağam." Dedi neşeli çıkarmaya çalıştığı sesiyle.
"......................"
"Hanımımla çay içeceğiz, konağın kalorifer sistemi arıza yapmış, çok üşümüş bugün Firuze."
"......................"
"Yarına düzelecek diyorlar, bakalım düzelmezse geliriz. Güzel misafir ağırlıyorsun aslında bu fırsat kaçmaz da..." deyip arkadaşına takıldı.
Bekir de verilen cevapların tutarsızlığından bir durum olduğunu anlayıp 'sonra konuşalım bi işler var sizde' deyip telefonu kapattı.
Miran da telefonu kapatıp mutfağa girdiğinde az evvel dedikodunun tillahını yapan onlar değilmiş gibi hepsi kendi hâlinde takılan aileye selam verdi.
"Birşey mi istemiştin Miran ağam?" Dedi Rukiye hanım.
"Firuze üşüyor hâlâ, sıcak birşeyler götüreceğim." Dedi dolapları karıştırırken.
"Termosa çay koyayım ağam, atıştırmalık birşeylerde vardı." Diyen Aleyna hızlıca mükellef bir tepsi hazırlamıştı bile.
Elindekilerle yukarı çıkan adamın arkasından yakalanmamış olmanın huzuru ve bugüne kadar mutfağın yolunu bilmeyen Miran Aladağ'ın karısına çay taşımasının şaşkınlığı ile geride kaldılar.
Merdivenleri çıkıp ilk kata ulaştığında kısa bir telefon konuşması yaptı Miran...
Birilerine git diyecekse, bu konakta taşlar yerinden oynayacaksa yeni taşları Miran dizecekti...
Yukarı çıktığında Firuze'yi kitap okurken buldu...
Sarındığı battaniyenin içinde kozasından çıkmamış bir kelebeğe benziyordu.
Çayı ve atıştırmalıkları aradaki sehpaya bıraktı.
Gelişini fark eden Firuze de elindeki kitabı...
Çaylarını alıp karışıklı oturdular geniş koltukta,
"Evet şimdi anlat bakalım, beni ve Asım'ı nerede gördün?" Diye sordu.
Yemek masasında ki gerginlikten sonra çokça şaşırdı bu soruya Firuze. O bile unutmuştu açtığı mevzuyu...
Dağhan'ın götürdüğü kahvaltı da onları gördüğünü anlattı kısaca,
"Ama senin oğlumla ilgilenişin, hele de Mardin gibi bir yerde çok hoşuma gitmişti." Diye de tamamladı cümlesini.
Miran çayından bir yudum aldı,
"Beni değilde oğlumla ilgilenmemi beğendin yani... Doğru mu anladım?" Dedi kızı köşeye sıkıştıran imalı bir tonda.
Tahmini oydu ki, Firuze'nin kızaran yanaklarını izlemek ne zaman olsa böyle keyifli olacaktı.
"Yok..." Dedi önce. Nasıl toparlayacağını da bilemedi "Öyle bakmadım yani... O niyetle bakmadım, hem masada kadınlar da vardı. Evli sandım ben sizi..."
Firuze ile uğraşmak hoştu ama konu hoş değildi o yüzden uzatmadı Miran, bir de Narin'e ait odanın olduğu gibi durduğunu ve bundan Firuze'nin haberdar olduğunu duymak tüm sinirlerini germişti.
Kirli sakallarında elini gezdirdi Firuze'nin kaıncalanan parmak uçlarından habersiz...
Alttan alta odayı mı sormaya çalışıyordu acaba... Bir şekilde konuyu Narin'e getirmek istiyorsa Asım doğru bir başlangıç olabilirdi.
Firuze, Miran'ın yüzüne uzanamadı ama Miran çillerle süslü yanağı okşadı hafifçe, yüzüne dökülmüş bir tutamı kulağının arkasına sıkıştırdı.
"Bizim evliliğimiz biteli yılı aşıyor Firuze ama ikimizin bir evladı var illa ki görüşüp konuşmamız gereken zamanlar olacak." Dediğinde anlayışla başını salladı genç kız. "Ama sen iyi bir gözlemcisin, oğlumla bağımı gördüysen annesi ile mesafe mi de görmüşündür. Sen yokken bu böyleydi, sen varken daha da dikkat edeceğim." Dedi tane tane anlatarak.
Firuze sağ yanını koltuğa yaslanmıştı, Miran sol yanıyla koltuğa yaslanmış sol eli Firuze'nin saçlarıyla oynuyordu.
Ve bunu farkında olmadan yapıyor oluşu Firuze'ye, bu odada ki, hayatında ki varlığına alışmasına en büyük delildi aslında.
"Miraaaan..." Diyerek ilk defa ismini nazlı çıkmaya yakın bir tonda uzattı Firuze,
"Hımmm?" Dediğinde eli hâlâ saçlarının uçlarıyla oyalanır haldeydi.
"Ben... Hani Asım'ı görebiliyor musun dedim ya... Yanlış anlamadın değil mi? Yani ben senin işin gücün olduğunu bilirim ama o bilmez ki bebek daha ondan sordum. Gerçekten kötü bir niyetim yoktu." Dedi.
Kendine yapılan ayıba rağmen hâlâ bu kadar ince düşünüyor oluşu Miran'ın yüksek duvarlarından bir kaç tuğla daha eksikti ama bunu bilmedi Firuze.
Sadece Miran'ın hayran bakışını fark etti, yanakları kızardı iyice... Gözlerini kaçırdı masumca...
"Bazen gerçek misin diye şüpheye düşüyorum? Sonra nasıl benim nasibim olabilirsin diye sorguluyorum... Çok fazlasın Firuze, bana da bu konağa da çok fazlasın." Dedi kadını çıkmazlara sürükleyen etkileyici sesiyle.
"Rabbim denk görmüş ki bizi birbirimize yazmış ben senden razıyım, birazda sen senden razı olsan." Dedi Miran'ın kendini ezen yanına tahammül edemeyerek.
Burnundan bir nefes vererek alayla güldü Miran,
"Bu evde Narin'in kaldığı oda öylece duruyormuş, ben bunu az evvel tesadüfen öğrendim Firuze." Deyince kızın bakışlarını kaçırması ile emin oldu o odayı bildiğinden hatta gezip şahit olduğundan. "Sen o odayı gördün, gelip bana niye hesap sormadın?" Dedi samimi bir merakla.
Korkusu oydu ki kendinde bu hakkı göremeyecek kadar iplerin ucu kaçmamış olsun.
Fakat Firuze öyle düşünmemişti bunu açıkça söyledi,
"İlk fark ettiğimde üzüldüm, sinirlendim hatta... Ama sonra... Ben senin haberinin olmadığını anladım, haberin olsa benim olduğum evde başkasının eşyasını durdurmazsın çünkü sen. Biliyorum bunu... Seni tanıyorum Miran." Dediğinde içine çöken huzura çok yabancıydı adam.
Acı bir tebessüm çöktü yüzüne Miran'ın,
"Tanıyor musun gerçekten? Bu kadar kolay mı beni tanıyıp anlamak?" Dedi.
Firuze sıkıca sarıldığı battaniyeden kurtardı sol elini, uzanıp Miran'ın yüzünü kavradı,
"Kolay... Saklamıyorsun ki kendini... Sınırların var, daha bilmem için erken olan şeyler var. Belki hiç bilemeyeceğim öğreneneyeceğim şeyler de yaşamışsın ama o sınır seni benden saklamıyor. Saklanmıyorsun sen, belki en çok da anlaşılmak istiyorsun." Diye bitirdi sözünü.
Miran'ın gözlerine gelip yerleşen yıldızları seyretti. Bu bakışı ne çok sevmişti Firuze, yaşam ışığı ne çok yakışmıştı kocasının gözlerine.
Cesaret kızım dedi... Bir cesaret hadi yapabilirsin...
Dudaklarını birbirine bastırıp usulca ama derin bir nefes aldı. Sırtını koltuğun kolçağından ayırdı, aralarında çok bir mesafe olmayan Miran'ın yüzüne yaklaşırken kalbi kulakların da atıyordu.
Çenesinin biraz üzerine bastırdı dudaklarını...
Sakallarını yumuşak dudaklarında hissetti...
Kokusundan bir nefes alıp çekilecek olduğu sırada beline dolanan kol ile mesafeleri sıfırlandı.
Miran battaniyesi ile beraber havalandırdığı bedenini kucağına yan bir şekilde oturtup Firuze'nin başını sinesine saklanmıştı.
Bu atağı beklemeyen Firuze çığlık atmamak elini dudaklarına siper etmişti.
Sıkı sıkıya sarılmış kolları, burnunun değdiği kokusuyla mest olduğu boynu ve bedenine yaslı bedeni...
Miran içine katmak ister gibi sarmıştı Firuze'yi...
Bir zaman ikisinden de ses çıkmadı, Miran'ın eli Firuze'nin saçlarında sırtında dolaştı, o sarıldıkça yavru kedi gibi kucağında küçülüp mayışan genç kıza,
"Üşüyor musun hâlâ?" Diye sordu sonunda.
Ne üşümesi ömründe bu kadar yürekten ısınmamıştı Firuze ama cevap vermeyecek kadar da olduğu konumdan utanıyordu. Hem o öpmüştü Miran'ı... Nasıl cesaret etmişti...
Dilini damağına vurdurup cıkladı sessizce, utançla kızaran yüzünü Miran'ın boynuna daha çok sakladı.
"Kokumu sevdin onun için sokuluyorsun o zaman?" Dedi Miran.
"Yaaa Miraaan..." Dedi nazlandığının bile farkında olmayarak.
Adamın güldüğünü saklandığı göğsünün hareketinden anladı...
Az sonra saçlarında Miran'ın dudaklarını hissetti, derince kokusunu içine çekerek öptü...
Peşi sıra çenesini başına yaslayıp daha da sardı Firuze'yi...
Sakalına takılan saçları okşadı bir kez daha,
"Berdel hükmü verdi diye iyi ki dövmemişim Bekir'i... Böyle bir nimete şükürsüzlük etseydim, hayatta iki yakam bir araya gelmezdi ha gün ışığı...?"
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Karacahanlar da akşam yemeğini yemiş salonda ki koltuklarda yerlerini almışlardı.
Hesna doktora gelemeyen Bekir'e, ultrasonda gördüğü kadarıyla oğlunu anlatıyordu. Gülhan hanım elinde ki örgüsünü örerken bıcır bıcır konuşan gelinine tebessüm ediyordu.
Zelfi ise doktordan geldiğinden beri dinmeyen baş ağrısı için aldığı ilaçların etki etmeye başlaması ile tatlı bir yorgunluğun içine çekiliyordu.
Cihan'ın ağzına uzattığı elma dilimini başını iki yana sallayarak reddetti, azıcık yan dönüp koltuğun baş kısmına daha da yasladı başını. Tatlı bir ağırlık çöküyordu üstüne...
Oysa ki Songül kesilmeyen baş ağrısı için ikinci ilaç olarak ağrı kesici diye bolca uyku yapan progestanı vermiş kendince kim bilir yine ne hinlik düşünmüştü.
Daldığı normal bir uyku değildi farkındaydı ama bilincini açık tutamıyordu. Bugün kendini sıkmaktan tutulmuş kasları sanki pelteleşmiş gibiydi.
" Zelfi..."diyen Cihan'ın sesini duydu ama cevap verecek kadar bilincini toparlayamadı.
Ama farkında olmadan Cihan'ın koluna kollarını dolayıp başını omzuna koydu...
Bu hareketle donup kaldı Cihan...
Sabaha kadar kımıldamadan oturabilir, Zelfi'nin rahatı bozulmasın diye bir heykele dönüşebilirdi.
Nitekim durdu da çok narin dokunuşlarla saçını okşadı hatta...
Ama odalarına çıkmaları gerekiyordu, Zelfi'nin rüyalarında huzuru yoktu ve bunu Cihan'ın bile bilmediğini sanıyor saklamaya çalışıyordu. Şimdi burda bir kabus görse...
En iyisi odaya çıkarmak deyip,
"Zelfi... Güzelim hadi odaya çıkalım orda uyu rahat rahat... Hadi güzelim.." dedi ama aldığı tek karşılık kendisine daha da sokulan karısı oldu.
Alıp bağrına basmak istiyordu Cihan, kesinlikle uzakken herşey daha kolaydı...
"Oğlum al kucağına çıkar yukarı, derin uyumuş işte kızcağız." Dedi Bekir.
Cihan bir ömür taşırdı Zelfi'yi de tereddütü başkaydı.
Kimse anlamazdı ki...
Hesna da yanlarına gelip seslendi ama cevap alamadı,
"Abi Bekir haklı sen kucağına al çıkar, burda rahat edemez." Deyince ondan cesaret bulan Cihan kollarının ve bacaklarının altından kucakladı Zelfi'yi...
Göğsüne düşen başı, saçlarının tatlı kokusu...
Yavaş yavaş anın tadını çıkararak tırmandı merdivenleri...
Allah'ım beni bu kadar yakın olacağım günlere ulaştır fazlasını istemiyorum... Diye de dua etti...
Aynı odada hasretini çekmek, kabuslarından çekip alamamak on günde on yıl yıpratmıştı Cihan'ı...
Yatağın pikesini usulca ittirerek yatağa sırtüstü bıraktı Zelfi'yi...
Sırtı yatağa değdiği an tetiklenen rüyalarını bilemezdi ki...
Rahat etsin istemişti sadece...
Derin uyuyor oluşuna güvenerek saçlarını sevdi biraz daha...
Hatta azıcık çizgisini aşıp yanağını okşadı...
Yüzüne öylece dalıp gitmese yumruk olan ellerini fark ederdi aslında ama Zelfi'ye hasreti bu detayı da kaçırttı Cihan'a...
Okşadığı yanağından çekti elini yatağın yanından ayaklandı usulca ama son dedi kendi kendine... Derin uyuyor zaten... İyi geceler öpücüğü niyetine...
Kendiyle savaşını kaybetti, hasreti iradesine galip geldi...
Yastığının yanına elini koyup üzerine eğildi biraz, alnına minicik tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı.
Ne olduysa o anda oldu... Korkuyla uyandı Zelfi... Loş odada üzerine eğilmiş bedeni rüyasının devamı sandı... Gözlerindeki dehşet veren korkuyla önce yataktan kaçmaya çalıştı... Zelfi, Cihan'dan korktu...
O korku Cihan'ı alnından vurdu...
Sonra ise Zelfi'nin ilk defa sesli attığı çığlıkları tüm evi doldurdu...
Oyyyy oyyy Cihan'ımmmm....😔
Yorum yazmazsanız öbür bölümü üç ay sonra atarım haberiniz olsun 😎
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 120.04k Okunma |
11.75k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |