
Ay... Geldim... Geldim...
Kaç gündür eve akşam saatlerinde ancak düşüyorum. Dikkat ederseniz geldim demedim düştüm dedim. Allah rutinden geriye koymasın da bu nedir yaaa?
Eşim diyor ki madem öğretmenler günü niye siz koşturuyorsunuz? Sizin hizmet görmeniz gerekmez mi?
Düşündüm de adam haklı...
Sonra düşündüm bu haklılık benim hiç bir işime yaramaz düşünmemeye karar verdim 😂😂
Size efsane bir bölüm yazdım ve bunu gerçekten zor şartlarda yaptım. Beni yoruma boğun...
Genç neslin tabiriyle Yorum manyağı olmak istiyorum 😎
Hadi bakalım buyrun.
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
"Hayalsin yine... Cihan demez ki Zelfi..." Dedi titreyen dudaklar...
Bir oku tüm gücüyle gerip atsa bu kadar canını yakmazdı Zelfi'nin...
Hayalleri bile Zelfi'ydi...
Ve Cihan hayallerinde bile gerçekçiydi...
Sözünün peşi sıra öksürdü ama ona bile gücü yoktu...
Gözünden süzülen yaşı sildi usulca,
"Hayallerin gerçek olmuştur belki..." Dedi ama cevap gelmedi yine bilinci kayboldu Cihan'ın...
Bu aşkın tüm yükü adamın omuzlarındaydı... Zelfi'nin korkuları da, Cihan'ın pişmanlıkları da adamın omzunda yüktü ve artık taşıyamayacağı son damla o geceki çığlıklar ile dağ olmuş altında kalmıştı adam.
Zelfi o yatağın yanına çöküp saatlerce ağlamak istiyordu ama zamanı değildi...
Ne ağlayacak, ne de aşkın derinliğinde düşüncelere dalacak zamanı vardı...
Cengiz'i arayıp yukarı gelmesini rica etti.
Banyoya geçip küveti ılık su ile dolması için ayarladı, bunları yaparken göz yaşları da karışmıştı dolan suyun içine ama önemsemedi...
Cengiz yukarı çıkıp Cihan'ın halini görünce, o da panikledi.
İkisi beraber zar zor taşıyıp ılık suyun içine bıraktılar Cihan'ı...
İniltisi yüreğini dağlasa da direnecek gücünün bile olmaması korkutuyordu Zelfi'yi...
Cihan'ın üzerinde sadece baksırı vardı... Birbirinin yanında tişört bile değişmeyen bir çift için fazla bir çıplaklıktı...
Takılmadığı detayların farkında bile değildi genç kadın... Can derdine düşünce beyin tüm hassasiyetlerini öteliyordu demek ki...
Cengiz,
"Yenge ben bir doktor çağırayım, serum bağlasınlar böyle olmayacak." Dediğinde başını salladı sadece, Cihan'ın suyun içinde titreyen bedenine sahip çıkmaya bile takati yoktu.
"Biraz daha soğut suyu ben yarım saate gelirim." Deyip çıktı adam.
Zelfi kıyamasa da soğuk suyu açıp küvetteki ısıyı biraz daha düşürdü. Cihan'ın alında saçlarına dolaşan eli destek olmak istiyordu...
Geçen beş dakikanın ardından titremeleri durulan Cihan daha derin soluklar alır olmuştu...
"Cihan... Beni duyuyor musun?" Deyince gözleri kapalı olsada tatlı bir rüya görür gibi dudakları kıvrıldı adamın...
Cevap vermedi...
Bir zaman daha durdular biri suyun içinde, diğeri küvetin kıyısına oturmuş sevdiği adamın saçlarını okşayarak...
Zelfi'nin eli yine saçlarından uzaklaşıp alnında dolaşmaya başladığında kapalı gözlerini açtı usulca...
Baş ucunda telaşlı, yaşlı gözlerle kendisine bakan karısını bulmak beklediği son şeydi...
"Zelfi?" Dedi ama bilinci yerinde bir sorgulayıştı bu...
Gülümsedi elinden geldiğince genç kız,
"İyi misin?" Diye sordu sadece.
İyi miydi Cihan... Hayalle gerçek arasında sıkışmıştı algısı... İki gündür ne zaman gözünü kapatsa Zelfi'nin çığlıkları gelip sarıyordu etrafını... Onlara sabretmek zordu ama esas canına okuyan gülen gözlerle gelip sokulan, sarılıp öpen... İsmini aşkla söyleyip gözlerinin içine bakan kısacası hayal olan Zelfi'ydi...
Hayaldi ama nasıl güzeldi...
Zelfi'nin ağlayan gözlerine baktı boş gözlerle, sonra içinde bulunduğu suya, bulundukları banyonun fayanslarına...
O an bulunduğu yeri ve konumu algıladı Cihan...
Banyoda suyun içindeydi, dahası neredeyse çıplaktı ve bu haline şahit Zelfi yanıbaşındaydı...
Zihninde alarmlar çalmaya başladı, korkardı karısı... Ve o korkuyu bir daha görecek yürek yoktu Cihan'da...
Toparlanmaya çalıştı hızlıca, paniği hastalığının önüne geçti...
Hızla çıkmaya çalıştı sudan, öyle ki taşan su Zelfi'yi de ıslattı. Küvetten çıkıp yandaki havlulardan bir tane alarak beline sardı hızlıca.
Fakat hızlı hareket edecek kadar iyi değildi, saatlerdir aç olan bedenin ani kalkışı ile gözleri karardı...
Sırtını soğuk duvara yasladı gözlerini kapattı devrilmemek için ama soğuğun etkisiyle ince bir inilti döküldü dudaklarından...
Herşey o kadar hızlı oldu ki onun hızına yetişemedi Zelfi...
Ancak sırtı duvara yaslandığında yerinden kopup adım attı Cihan'a...
"Ne yapıyorsun? Dur... Çok ateşin var hastasın, düşeceksin." Deyip yaklaştı panikle.
Kollarını Cihan'a sarıp soğuk duvardan kopardı heybetli bedenini...
Dönen başıyla bu hamleye karşı koyamadı adam... Alnı Zelfi'nin omzuna düştü...
Bir iki kuru öksürük yine zorladı Cihan'ı, savuşturmasını sabırla beklediler, ikisi de yutkundular zorlukla...
Zelfi, Cihan'ın ıslak tenine sarmıştı kollarını... Kalbi ağzından fırlayıp çıkacakmış gibi çarpıyordu.
Üzerinde ki kazağa rağmen adamın kor ateşten nefesini teninde hissediyordu...
"Korkma..." Dedi Cihan bu kalp atışını korkuya yorarak... "Korkma aklım başımda zararım dokunmaz sana..." gücünü toparlayıp çekilmeye çalışırken.
Az evvel ki yakınlıkları hatırlayan zihni ona oyun mu oynamıştı emin olamiyordu... Hayal ile gerçek birbirine geçmişti... Zelfi adını tereddütsüz anıyor, saçını yüzünü okşuyordu...
Gerçek olabilir miydi? Bunun ayırdımına varmadan,
"Korkmuyorum..." Dedi kollarını sıkılaştıran kadın Cihan'ın uzaklaşmasına izin vermedi "Kendinde değilkende korkmadım şimdi de korkmuyorum. Çok hastasın zorlama bedenini..."
'Kendinde değilkende korkmadım...'
Bu cümle gerçek olabilir miydi?
Ne düşüneceğini bilemedi Cihan ama kollarını kaldırıp Zelfi'ye sarılacak cesareti de bulamadı kendinde...
Üç gece önceki çığlıkları kulağındaydı hâlâ...
Sadece kokusundan derin bir nefes çekti içine...
Alnı Zelfi'nin omzundaydı, gücünü toparlayıp çekilemiyordu. Halsizce yaptığı girişim Zelfi'nin daha sıkı tutunan elleriyle boşa düşmüştü.
Durdular öylece ama soğuyan bedenini hafif titremeler tekrar yoklayınca Cihan'dan ayrıldı Zelfi...
O ayrılık daha çok üşüttü Cihan'ı.
"Kıyafet getireyim sana." deyip klozetin üzerine oturması için yönlendirildiğinde dik durmaya çalışsa da gücü yoktu...
Banyodan çıkıp yan odaya koşturdu Zelfi, açık sistem olan giyinme odasında hemen çok kalın olmayan bir tişört, diz hizasında bir şort bulup aldı, iç çamaşırı çekmecesini çekinerek açsa da yapması gerekiyordu. Artık sınırlarını zorlamadan yol alamayacağının farkındaydı.
Şimdiye kadar en büyük korkusu Cihan'dan korkup onu kötü hissettirmek, aralarına mesafe girmesine sebep olmaktı ama beş kat beterini yaşamışlardı zaten.
O geceyi Cihan'ın hafızasından silip atabilseydi keşke...
Hızlı adımlarla tekrar banyoya yöneldi titremeleri artmıştı Cihan'ın, az evvel ki kadar dirayetli duramıyordu.
Raftan havlu alıp saçlarını kuruladı olabildiğince, mesafeleri azdı... Hiç olmadığı kadar azdı... Sarsmamaya çalışarak saçının ıslaklığını aldı Zelfi. Havluyu yana bırakıp getirdiği tişörtü başından geçirdiği gibi kendine hayranlıkla bakan bir çift bal rengi gözde takılı kaldı. Cihan güçsüz kollarını tişörtün kollarından geçirdi ama göz temaslarını hiç kesmedi.
Bu bakışa hasretti ya kaç gündür, Dünya da ki en güzel varlığa bakıyormuş gibi bakan bir çift kehribar göze... Bir cesaret elini Cihan'ın saçlarına tırmandırdı Zelfi, parmakları ile geriye doğru tarayıp düzelti.
Sarılıp sinesine saklamak istedi adamı, bu bakışını çerçeveletip her korkuya kapıldığında saatlerce oturup o bakışı izlemek.
O kadarına şimdilik gücü yetmedi.
Ama bu kez cesaretini toplayan Cihan oldu, saçlarından uzaklaşan eli kavrayıp avuç içine derin bir öpücük bıraktı.
İkisi de içli birer nefes alıp verdiler...
Farklıydı... Birşeyler farklıydı... Dibe vurduk dediği yerde, yine yeniden ümidini yitirdiği yerde Zelfi elinden tutup yukarı çekiyordu Cihan'ı.
Abisinin yüzüne bakmadığı gün hastane bahçesinde, bu diyardan gitmeyi düşünen Cihan'a umut olmuştu Zelfi...
Yine başka akşam gülüşünü soldurdu sanıp kahrolduğunda, bir bardak çay ve limonlu kurabiye ile yanına gelmiş cesaretinin fitiline kibrit çalmıştı...
Şimdi beraber kabusu yaşayıp dibe vurdukları o gecenin ardından, Cihan'ın günlerdir ekmek aş yerine sigara tükettiği bu zor zamanda yine Zelfi elini tutup suyun üstüne çekiyordu ikisini...
"Daha iyi misin?" Diye sordu yakınlığa kalbi çok dayanamayacak gibi olunca...
"İyi olurum." Dedi hem güçsüz hem tereddütsüz bir sesle "sen yanımdasın ya şifa olursun bana..."
Eee iyi de Cihan hiç yardımcı olmuyordu. Şuraya pat diye bayılsın istiyorsa çok doğru bir yoldaydı...
Zelfi elini uzattı kocasına oturduğu yerden kalkışına yardımcı olmak için,
"Yemek yemen lazım güçsüz düşmüşsün. Gülhan annemin çorbasından getirdim sana." Dedi Cihan'ın büyüsüne kapılıp gitmemeyi başararak.
Fakat Cihan'ın gözleri kenarda ki şort ve arasına sıkıştırılmış çamaşıra takıldı,
"Sen hazırla o zaman, ben giyinip geleyim." Dediğinde tereddüt ile kendisine bakan kadına göz kırptı.
"O kadar da ölmedik Zelfi hanım." Dedi şakayla karışık.
İfadesini iyice tartan Zelfi banyodan çıktı. Çıktığı gibi de elini kalbinin üzerine koyup soluklandı.
İyi gidiyorsun iyi... Diyerek kendine gaz verdi birde...
Sonra ıslanmış pantolonunu ve kazağını fark etti. Yine giyinme odasına geçip Cihan'ın tişörtlerinden bir tane aldı, altına bol ve uzun gelse de bir eşofman altı uydurdu. ikisi de siyahtı... Zaten Cihan da çok renkli giyinen bir adam değildi.
Hızlıca giyip, ıslak kıyafetleri kurumaları için peteğe bıraktı.
Evden getirdiği poşetten çorbayı çıkarıp kahve köşesi gibi olan alanda bulduğu kaseye servis etti. Kaşığı yanına ekleyip bir bardak da su ekledi.
Cihan banyodan çıktığında daha iyi görünüyordu,
"İyi misin?" Diye sordu yinede...
Gözleri kesiştiğinde adamın şaşkın bir bakışla üzerinde dolanan gözleri ile yanakları utançla kızardı...
"Üzerim ıslanmıştı da... Burda yedek kıyafetim de yoktu..." Dedi açıklama gereği duyarak.
Cihan'ın boğazını zorlayan bir yutkunuşla yutkundu,
"İyi ki yokmuş... Yakışmış..." Diyerek gözlerini üzerinden çekip yatağa adımlaması ile rahat bir nefes aldı.
Tişörtün kolları dirseklerine kadar uzanmıştı. İçinde kaybolmak deyiminin karşılığı gibiydi üzerinde ki kombin.
Sırtını yatak başlığına yaslayarak oturan adamla çorba düştü aklına, tepsiyi alıp yanına adımladı, yatakta Cihan'dan kalan boşluğa çekinmeden ilişti,
"Bunu iç sonra ilaç vereceğim, yoksa yine ateşin yükselir." Derken sıcak çorbayı karıştırıyordu. Göz göze olmamak için iyi bir meşgaleydi doğrusu...
"Hiç yiyesim yok az daha uyusam toparlarım güzelim." Dedi Cihan şansını deneyerek.
Zelfi'nin çatılan kaşları karıştırdığı çorbayı bırakıp ona dönünce,
"Bu bakışı sevmedim." Dedi çocukça bir kaçışla.
"Ben de kocamın hasta oluşunu sevmedim, arayınca ulaşamamayı, nerededir ne yapıyor bilmemeyi..." Deyip tek kaşını kaldırdı. "Şansını zorlama borçlu çıkarsın."
Bu kez gözlerini kaçıran Cihan oldu... Kaçmıştı Zelfi'den ama aklının içindekilerden kaçamamıştı... O gece ki halini hatırladıkça, çığlıkları kulağında çınladıkça yok olmak istiyordu. Şahit olmak bile onu bu kadar dağıtmışken, yaşayan Zelfi olmasına rağmen yine dimdik karşısındaydı ya işte buna aklı ermiyordu.
"Çorbayı içersem af çıkar mı?" Dedi köşeye sıkışmış olmanın verdiği mahcubiyet ile.
Dudağının kıyısı kıvrıldı karısının,
"Allah'tan bende kredi notunuz çok yüksek, yoksa kolayına af çıkmazdı size..." dedi bir bankacı edasıyla.
"İçeceğiz o zaman, ben hanımımın elinden zehir olsa içerim zaten... Öyle hanımcı bir insanım." Deyince içten bir gülüş ile güldü Zelfi.
Kışına bahar geldi Cihan'ın...
O gülüşü izledi durulana kadar...
"Hımmm tabii tabii, ben Bekir abinin yolunu kesmesem çorbanı onun elinden içecektin." Deyince Cihan yüzünü buruşturdu.
"Hasta hasta hiç çekemem kendisini, karısının dizinin dibinde otursun Bekir Ağa." Dedi.
Bir kaşık çorba uzatıp Cihan'ın dudaklarına kaşığı yasladı Zelfi,
"Ya değil mi? Bende öyle dedim, sen karınla oğlunun yanında dur ben kocama bakarım dedim." Dedi daha bir saat kadar öncesi yaşanan olaydan bahsederek.
Fakat bu sahiplenişe hazır değildi Cihan, abisi illaki halini söylemişti Zelfi'ye. Bilinci bile yerinde değilken yanında korkmadan mı durmuştu?
İçtiği bir kaşık çorba boğazına kaçtı o öksürüklerle boğulunca kızın eli ayağına dolandı.
"Ay... Dur su iç! Ne oldu sıcak mıydı? Soğuttum da ama..." Dedi panikle.
Bir elini havaya kaldırıp sakin olması için işaret eden Cihan hâlâ öksürüyordu...
Nihayet boğazına takılan lokmayı savuşturup kendini toparladı,
"Sıcakmış biraz." Dedi yarı yalana sığınarak.
Bir kaç kez daha havalandırdığı çorbayı kaşığa doldurup dudağının ucuyla sıcaklığını kontrol etti Zelfi, nasıl hayranlıkla izlendiğini bilmeden,
"İyi gibi aslında ama senin boğazın kötü ya ondan sıcak geldi sanırım." Dedi tahmin yürüterek.
Kaşığı yeniden uzattı Cihan'a, Dünya'nın en tatlı çorbasını içirdiğini bilmeden.
İtirazsız içilen çorba bitmek üzereydi ki kapı tıklatıldı,
"Cengiz abidir, o da sen kendine gelmeyince korktu, doktor getirmeye gitti." Diyerek açıklama yapıp çorbanın son kaşığını da yedirdiği adamı geride bırakarak kapıya yöneldi.
"Zelfi?"diyen sesle duraksayıp geriye baktığında üzerinde ki kıyafetleri işaret eden Cihan " Böyle mi açacaksın?" Dediğinde başını eğip bilmiyormuş gibi haline baktı kız.
"Komik görünüyorum değil mi?" Dedi dudak bükerek.
Komik mi? Asla...
Daha çok her zerresi Cihan'a karışmış gibi duruyordu ki karısının bu halini kimse ile paylaşamazdı...
Yerinden zorda olsa doğruldu adam, banyonun etkisi geçtikçe yükselen ateşi yine dermanını kesmişti ama belli etmedi,
"Ben açarım sen içerde bekle istersen." Diyerek bağımsız bir oda olan çalışma odasını işaret etti.
Peki dercesine başını yana eğip odaya geçti Zelfi, kulağı kapıda içeriyi dinledi.
Cengiz'in, kapıyı açan adama şaşırışını duydu önce, sonra doktorun 'Bu ne hâl Cihan Ağam?' diyerek takılışını... 'Gelin hanım iyi bakmıyor mu sana?' Deyişi ile kapıya biraz daha yanaştı.
"Bakmaz mı Duran abi aklı çıktı gelin hanımın korkudan." Diyen Cengiz'in sesini duydu. "Ama bak biz gelmeden de ayağa kaldırmış Cihan Ağa'yı."
Cihan'ın öksürdüğünü duydu yine... Yüzü buruştu kendi ciğerleri acımış gibi...
"Ben haylazlık ettim Duran abi, sigarayı da fazla kaçırdım son sıra ondan oldu." Diyerek geçiştirişi ile bulunduğu kapı arkasında burukça gülümsedi.
"Dön bakalım sırtını bir dinleyelim anlarız." diyen doktorun sesi biraz evvelkine göre ciddi çıkmıştı.
Dudaklarını birbirine bastırıp doktorun söyleyeceklerini dinledi Zelfi...
Cihan'ın bir iki kez daha öksürüşünü duydu...
"Oğlum bu ciğerlerinin hali ne kârda mı yattın? Bunca hastalığa iyi ki havale geçirmemişsin." Deyip biraz duraksaması ile ortam da sessizleşti.
Dudaklarını kemirerek dinlemeye devam ettiğinde,
"Cengiz bak bu deli oğlan laf dinlemez, sen Bekir Ağa'ya da gelin hanımınada söyle sigara kesinkes yasak. Azaltma falan yok direk bırakacak... Ekmek yerine sigaramı içtin ne yaptın oğlum sen? Derdin ne erken mi ölmek istiyorsun?" Derken cevap bekler gibi değilde fırça atar gibiydi doktorun sesi...
"Abartma Duran abi, o kadar da değil. Toparlarım bir iki güne." Diyen Cihan, Zelfi'nin duyduğunu bilerek konuyu yumuşatmaya çalışsa da fayda etmedi.
"Bugün toparlar yarın yıkılırsın, gençliğinize bu kadar güvenmeyin aslanım. Bak daha düğününün çalgısı silinmedi meydandan, yeni evli adamsın dikkat et kendine." Deyip babacan ses tonuyla konuşunca Cihan'dan ses gelmedi.
"Şu serumu bağlayayım, ateşin tekrar yükselmesin, bu seni uyutur da dinlenir toparlanırsın." Dediğini duydu sonrası çok sürmeden gelen kapı sesiyle gittikleri anladı.
Suçlu bir kız çocuğu gibi ayakları neredeyse sürüklenerek çıktı odadan,
"Gittiler mi?" dedi saçma bir soruydu biliyordu.
Cihan sağ koluna bağlanmış serum ile yatak başlığına sırtını yaslamış uzanıyordu.
"Gittiler." Dedi Zelfi'ye uyarak "Hanımın iyi bakıyor, çabuk ayaklanırsın dedi Duran abi."
Burukça gülümsedi Zelfi yatağın diğer yanından dolaşarak sol yanına geçti. Hatta dizlerinin üzerine emekliyerek iyice yanaştı.
Bu gelişi şaşkın bir bakışla izliyordu Cihan ne olduğunu anlamış değildi, ne olacağı ile ilgili de en ufak bir fikri yoktu. Bu yakınlığa, Zelfi'nin kendi isteğiyle kurduğu bu iletişime nasıl karşılık vereceğini bilmiyordu.
Zaten Cihan, Zelfi'yi nasıl koruyup kollayacağını biliyordu. Korkmasın diye uzak durmayı, bakışını bile değdirmemesi gereken zamanları...
Böyle yakınlaşınca ne yapacağını hiç düşünmemişti ki...
Hele de o geceden sonra aralarına sıra dağlar örülecek sanarken, bu tavrı nasıl karşılayacağını bilemiyordu.
O daha gelişinin şokunu atlatmadan sol yanına sığınıp başını göğsüne, tam kalbinin üzerine yaslayan kadın ile kalakaldı.
Nefesi tekledi Cihan'ın...
Kesin seruma bişey kattılar diye düşündü... Rüya görüyorum...
Kolunu Zelfi'ye sarmak için havalandırdı ama kararsız kaldı, bu çelişkiyi aşmadıkça ilerlemek mümkün değildi ama yapamıyordu.
Havada kalan eline ince zarif parmaklar dolandı, Cihan'ın yapamadığını Zelfi yaptı kocasının kolunu kendine sarıp iyice sığındı deli gibi çarpan kalbin sahibine.
Nefes nasıl alınıyordu...
Cihan o an bunu unuttu...
Nefesinin kesildiğini,
"Cihan..." Diyen sesi duyduğunda anladı...
Cihan...
Adı bu kadar güzel miydi? Kulağına hiç bu kadar hoş gelmemişti. Kimse bu kadar güzel Cihan dememişti...
Cevap dahi vermediğini Zelfi başını yasladığı sineden kaldırınca ancak fark etti, zarif çenesini az evvel başını koyduğu yere koyup o mesafeden gözlerine bakan kadına bakakaldı...
Zelfi,
"Ben ne zaman bu kadar bencil oldum bilmiyorum..." deyip kendine kilitli kalmış kehribarlardan kaçırdı gözlerini ama yine dönüp dolaşıp o gözlere döndü çikolata kahveler "Bu aşkın tüm yükünü senin omuzlarına yükleyip, gölgende huzur bulacak kadar bencil olmuşum..." Dedi Cihan'ın itiraz etmek için aralanan dudakları kesik bir nefes alabildi sadece dili tutulmuştu sanki, Zelfi devam etti,
"Ama ben gölge nedir hiç bilmem Cihan, ben gölgeme kardeşimi sakladımda büyüttüm ama beni gölgesine saklayan olmadı. Ta ki sana kadar... Bir senin gölgene sığınmak huzur verdi... Bir sana sırtımı dönmek korkutmadı..." Deyip Cihan'ın yükleriyle yorulduğunu düşündüğü omzuna küçük bir öpücük kondurdu.
"Zelfi..." Dedi ama kelimeleri terk etmişti Cihan'ı... Tek kelimesi Zelfi oldu, tüm Dünyası da Zelfi'ydi ya zaten...
"Sana çok aşığım Cihan..."
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Arjin Hanım'ın küçük gelininin elinden çıktığını bildiği halde beğenisini gizleyemeden yediği hamur işiyle edilen kahvaltıdan sonra Miran söz verdiği üzere at çiftliğine getirmişti Firuze'yi...
Soğuk sayılacak bir hava vardı ama ona inat ışıldayan Güneş de bedenini ısıtmasa da içini ısıtıyordu insanın...
Harada Firuze önde Miran bir adım gerisinde ilerliyorlardı. Her atın yanında durup yelelerini seven, sohbet
eden kızı izlemek adama derin bir huzur veriyordu.
"Senin kendi atın var mı?" Diye sordu Firuze. Başını okşadığı atı severken hafifçe geriye dönmüştü.
Var mıydı?
Vardı...
Bekirlerin çiftliğinde bir atı vardı ama zamanında adını dahi Canan'ın koyduğu atı ile Firuze'yi muhatap etmek içine sinmezdi.
"Vardı..." Dediğinde merakla kendine dönen yeşil gözlere bakarak devam etti "Oldukça yaşlandı, emekliye ayırdık bizde."
"Anladım... Ama yaşlı diye bırakma öyle geride, özler seni... Üzülür unutursan..." Diyen naif sese karşı gülümsedi.
"Bırakmadım hanım ağam merak etme arada uğrayıp hatrını soruyorum. Gel gelelim yeni bir ata ihtiyacım olduğu gerçeği değişmiyor. Yeni doğmuş taylardan bir tane... Yok iki tane biri sana, diğeri bana... Hımmm?" Deyişi ile başı Miran'a dönük olsada bedeni sevdiği ata dönük olan Firuze'nin heyecan ile tüm bedenini kendine çevirişini izledi.
"Hii... Gerçekten mi Miran? Benim de atım mı olacak?" Derken küçük bir kız çocuğu gibi sevinçle yerinde zıplayacaktı neredeyse.
"Tabii... Atın ve silahın olması lazım... Böyle attığını vuracaksın, hanım ağasın sonuçta." Dedi tüm ciddiyetiyle.
Az evvel ışıldayan yüzün duruluşunu izledi,
"Yaaa... Silah da şart diyorsun yani..." Dedi düşen moduyla "Ben vuramam ki kimseyi, elim titrer daha silahı görünce."
"Yok Firuze hanım öyle olmaz. Oldu ki başın dara düştü kendini savunacak kadar silah kullanabilmen lazım." Derken iş şaka olmaktan çıkmıştı.
"Benim başım niye dara düşsün Miran? Sen varken kim bana zarar verebilir?" Diyen kızın kendine olan güveni ve teslimiyeti her seferinde içine oturuyordu adamın.
Ya koruyamazsam, tenine değecek kurşundan da korkuyordu. Kalbini kıracak bir söze muhatap olur üzülür diye de her daim tetikteydi.
Gelen günün ne getireceğini kimse bilemezdi ama Derya hanım bile iki kez silahla muhatap olmak zorunda kalmıştı. Cihan'ı nasıl tongaya düşündüğünü, kendi beline silah saklayıp tuzak kurduğunu Bekir şaşkınlıkla anlatmıştı.
"Sizin rol modeliniz kim Firuze hanım?" Diye sordu.
Şaşkınca dudak büktü, rol model neydi ki...
"Yani demek istediğim hanım ağa olmak için kimi örnek alıyorsun?"
Buna çok düşünmedi Firuze,
"Derya ablayı." Dedi tek de.
Bu cevabı bekliyordu zaten başını usulca sallayarak onayladı,
"Kendisi kocasının da olduğu bir yerde silah çekip Devran ağayı namlunun ucundan aldı biliyor muydun?"
Şaşkınlıkla kaşları havalandı Firuze'nin,
"Derya abla?" Dedi sorarca.
"Derya ablan ya... Sende madem onun çırağısın attığını vuracaksın Firuze hanım. Ben her daim seni korurum ama olur ki elim ermez, dosta düşmana karşı dimdik olacaksın." Dedi itiraz kabul etmez bir tonda.
"Derya ablaya şaşırmayı bırakmalıyım bence..." Diye kabullenmişlikle kendi kendine söylendi Firuze.
"Kesinlikle." Diye onaylandı.
Peşi sıra binmeleri için hazırlanan atın getiren seyis ile konu değişti.
Avludaki boşluğa çıktıklarında Miran tek hamlede ustaca atın üzerinde yerini aldı, adam zaten heybetliydi şimdi iyice ulaşılmaz olmuştu.
Firuze hayranlığını saklamadığı gözlerle Miran'a baka dursun elini uzatıp,
"Haydi gel." Deyişi ile gözlerini şaşkınca büyüttü.
O Miran'ı seyredeceğini düşünmüştü, ata binmeye cesaret edemeyecek kadar korkuyordu işin aslı. Ama binse de Miranla binmezdi zaten, onca yakınlığa bayılıp düşebilirdi...
"Firuze hadi güzelim, korkacak bir şey yok. Ben varken sana zarar gelmesi mümkün mü?" Dedi kendisine güvendiğini her fırsatta söylemekten çekinmeyen kıza karşı doğru taşı oynayarak.
Bu sözden sonra geri durmak sözünü çiğnemek olurdu Firuze için, kendine uzanan ele elini uzatıp sıkıca tutundu. Sonra ise nasıl olduğunu anlamadan kuş gibi havalanıp atın üzerinde buldu kendini.
Öyle ki ağzından kaçan çığlığı bastıramayacak kadar şoktaydı.
Beline sıkıca dolanan kol tüm bedenini çekip Miran'ın göğsüne yasladığında saçları adam yüzüne dağılmıştı.
Kulağına okşayıp geçen nefes,
"Korkma güzelim, yaslan bana..." Dedi ama Miran'ın nefesi ateştendi.
Zorla yutkunup korkusunu ve heyecanını bastırmaya çalıştı genç kız, o sırada at hareket edince belinde ki kola sarıldı sıkı sıkı,
"Miran...!" Diye ince bir korku nidası firar etti dudaklarından.
Beline dolanmış el olduğu yeri okşadı usulca,
"Şşşş... Burdayım gün ışığım, burdayım üzüm buğusu..." Dediğinde korku aklından silinip gitti kızın.
Sırtını yasladı kocasına, boynuna yerleşip saçlarını koklayarak dizginleri tutuşuyla biraz hızlandıklarında dönüp Miran'a bakmak istedi ama o sıra kulağına dolan sessiz tınıyla kalakaldı,
Kıskanır rengini baharda yeşiller
Sevda büyüsü gibisin sen Firuze
Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu
Üzüm buğusu gibisin sen Firuze...
Yarı şarkı yarı şiir adını duyanların ilk aklına gelen dizeleri söylüyordu Miran.
Firuze amacının sadece düşmemek adına tutunmak olduğu kolları daha bir sahiplendi.
Belinde ki elin tenindeki gezintisi hoşuna gitmişti... Korkutmaktan, incitmekten çok uzak bir keşifti...
Sessiz bir huzuru dinleyerek ilerlediler öyle ki hem dünya yansa umurlarında değil, hem de en ufak bir aksiliğin bu anı bozacağı korkusu içlerinde çelişiyordu.
Bir gölet kıyısına gelip duraksadıklarında Miran bu huzurun onu buluşuna şaşkın ve duacı... Firuze ise Narin'e kuma gelecek kadar gözünü karartıp Aladağ konağına girmiş kadını, Miran'ın ilk aşkını sorguluyordu. Aslında bu sorgu kafasında hep vardı ama kadının adı sanı izi tozu dahi silinmişti sanki... Huzursuz bir his içini dolanıp dursa da bu iş bu hale nasıl geldi denecek fırsatı da bulamamıştı. Sanki Asım olduğu için Narin'e bile kredisi vardı Miran'ın ama o kadını çok keskin silmişti.
Adam silmişti de bu kadar ince düşünen, gözünden sakınarak seven bir adamı kadın nasıl silmişti ki?
İçinde sinsi bir yan sildiklerini nerden biliyorsun? Diye fitne vermek için an kolluyordu.
Narin'in varlığını tehdit görmüyordu, belki tesadüfen şahit olduğu konuşmaların etkisiydi, belki Miran ile onu bir masada görüp aralarında elektrik görmediği içindi ama... İçinde bir ses ya diğer kadın... Diye fısıldamaktan asla vazgeçmiyordu.
Sonunda dayanamadı,
"Miran? " Dedi kısık bir tonda zaten başı omzuna yaslı gibiydi duyardı.
Saçlarından nefeslenen adam hımm diyerek dinlediğini belli etti.
Konuşup konuşmamakta çelişti Firuze hem anı bozmak istemiyordu, hemde Miran'a kapıldıkça sonradan öğreneceklerinin canını daha çok yakacağından korkuyordu.
"Birşey soracağım sana ama bu anı bozan kişi olmak istemiyorum." Diye mırıldandı.
Adamın yerinde dikleşip kendisini göğsüne daha çok yasladığını hissetti,
"Aklını bu anda bile kemiriyorsa sormalısın bence?" Derken cesurdu ama ne geleceğini de ön göremiyordu Miran.
Tahmini bu işin sonu Asım'ın doğumuna bağlanacaktı ve bu soruyu cevapsız bırakmak bir türlüydü, açık etmek bir türlü...
Firuze'nin derince nefeslenip güç toplayışını hissetti.
"Bana ikinci eşinle evliliğini anlatır mısın? Yani... Nasıl başladı? Niye bitti?"
Adamın ciğerlerine çektiği derin nefesi hissetme sırası Firuze'ye geçmişti.
Bi süre bekledi ama ses gelmeyince,
"Gözünüzü bu kadar karartıktan sonra nasıl ayrı düştünüz? Bu kısım aklımı çok kurcalıyor." Diye ekleme gereği duydu.
Yine sessizlik...
Sessizlik vardı çünkü bunu beklemiyordu Miran, düşününce aslında Asım'ın varlığı Firuze'nin yadırgadığı birşey değildi. Hatta onu fazlasıyla kabullenmiş görünüyordu. Dahası Narin ile de ilgili açıklama yapmıştı... Ama Canan bilinmez ve tehlikeli olandı karısı için...
Firuze'nin aklının kendine bir kere çelme takışına saygı duydu ve,
"Ben onu tanıdığım da onsekiz yaşında bir genç kızdı, ailesi olmadığı için yetimhanede büyümüş, yaşı orada kalacağı sınırı aşıncada köydeki dedesinin yanına sığınmış kimsesiz bir genç kız..." Deyip derince soluklandı Miran, Firuze'nin sessiz dinleyişi ile devam etti.
"Yaşlı bir adam köy yerinde bir genç kıza ne kadar sahip çıkıp kollayabilir? Köyün ipsiz sapsızları musallat olmaya başlayınca köyün öğretmeni beni aradı. Bizim aşirete bağlı bir köy olduğundan tanışıklığımız vardı. Akıllı bir kız var köyden kurtaralım derdindeydi ama işin rengi değişip dedesi kızı taciz edenlerden birine vermeye kalkınca..." Bu noktada da derin bir nefes alıp verdi adam "iş başa düştü gidip dil döktüm dedesine, okutalım eli ekmek tutsun dedim ama o evlendirmeyi kafaya koymuş..."
"Sende onunla evlendin?" Diye soru cümlesi olan tespitini söyledi Firuze.
Saçlarının üzerinde Miran'ın dudaklarını hissetti genç kız küçük bir öpücük sanki aklını sever gibi,
"Amaç evlilik değildi, ordan onu başka türlü çıkaramayacağımı anlayınca o anlık bulunmuş yanlış bir çözümdü. Bir kere kapı eşiğinde gördüğün insanla bir saat sonra imamım karşısında nikahlanıyor olmak akıl kârı bir iş değildi." Diye cahil aklıyla yaptığı işi anlattı Miran.
"İlk görüşte aşk değil yani?" Diye biraz şakayla karışık takıldı Firuze.
"İlk görüşte aşka inanan biri değilim, belki başıma gelmediğinden belki yoğurdu üfleyerek yediğimden." Diyerek sorudan kaçmayan bir cevap verdi adam.
İşin nasıl aşka dönüştüğü kısmını fazlaca kısa geçerek Narin'in hayatlarına dahil oluşunu anlattı... Peşi sıra Canan'ın kuma oluşuna giden süreci üstün körü geçti.
Asıl merak ettiği kısımlar buralar olsa da düştüğü tuzakları ve hâlâ sindiremediği etiketleri nasıl üzerine yapıştırdıklarını uzun anlatmayacağını da tahmin ediyordu karısı...
İstanbul'a apar topar gidişlerine kadar anlattı ama en acı veren yere gelince nefesi kesilmiş gibi duraksadı.
"İstemiyorsan devam etmek zorunda değilsin Miran." Diyen anlayış yüklü sesle battığı düşünce bataklığından sıyrıldı.
"Benim onu sevişimi sevmiş Firuze, beni değil sabrını, sevgimi, merhametimi... Yüzüme söyledi bunları... Beni sevmedi kızımızı da sevmedi, süt vermek istemedi sütü kesilsin diye uğraşır gibiydi. Beni sevmemiş tamam da küçücük bebeği niye sevmedi? Ben kızımı bile tek başıma toprağa verdim... O küçük bebek mezarına ben kendimden de büyük bir parça gömdüm." Dediğinde Firuze'nin koluna tutunmuş eli havalanıp Miran'ın yanağına ulaştı.
Amaç destek olmak, burada olduğunu hissettirmekti ama hissettiği kirli sakallara karışmış göz yaşlarını hiç beklemiyordu.
Masal'a kadar sesi düzdü Miran'ın hatta Canan'a karşı hiç bir duygu kırıntısı yakalamamıştı Firuze ama konu ne zaman ki kızı oldu aldığı nefes bile acı verir oldu sanki adama.
Yanağındaki ıslaklık ile şaşırsa da renk vermedi Firuze, daha sıkı tutundu adama... Anlattıkları hiç kolay şeyler değildi ki özetin de özetini dinlediğinin farkındaydı.
Tesellisi olmayacak tek şey ölümdü, annesini ölü bildiği zamanlarda o çaresizliği iliklerine kadar yaşamıştı gençkız...
Sonra aklına bir öğretmeninden duydukları geldi, o heyecanla söze başladı,
"Annesi sevmese de babası çok sevmiş Masal'ı... Hem çok küçük ölen çocuklar cennette anne babalarına kavuşacakmış biliyor musun? Ahirette evlat sahibi olunamayacak ama evladını daha kokusuna doyamadan yitirenlere Rabbim orada dahi Bebek sevmek lezzetini tattıracakmış... Bir arkadaşımın daha bebek olan kardeşi ölmüştü ona böyle anlatmıştı öğretmenimiz."
Onun teselli çabasına tebessüm etti Miran, dediklerini hayal ettiğinde Masal bebeğin doyamadığı kokusu ile burnunun direği sızladı.
Firuze'nin hâlâ yanağında olan elini tutup avuç içine derin bir öpücük kondurdu,
"Seni bana yollayan Rabbim ne büyük..." Deyip histerikçe burnundan nefes verir gibi güldü Miran. "Tatsız konuları kapatalım, sana berdel kararından önceki günümü anlatayım mı?" Dedi üzüntüsünün sesindeki yanığı dururken konuyu dağıtmak isteyerek.
Başını geriye çevirip kolları beline dolanmış adamı görmeye çalıştı Firuze,
"Ne oldu ki o gün?" Dedi ince bir merakla.
Miran'ın hafifçe kızarmış gözleri içini acıttı ama gülümsedi için göz kenarlarında oluşan çizgileri de ilk defa bu kadar yakından görüyordu.
"Asım ile vakit geçirdim akşama kadar, sonra o uyuyunca Narin'in evinde çok durmak istemedim uçağım var diyerek erkenden havaalanına geçtim. Gel gelelim uçağında rötar yapacağı tuttu uçuş gece yarısından da sonraya kaldı..." Deyip az evvel ki neşeli olmaya çalışan haline tezat derin bir nefes daha çekti içine.
"Sonra?" Dedi merakına yenilen karısı.
Onun acelesi yine gülümsetti adamı,
"Sonra... O kadar saat havaalanında ne yapacağımı düşündüm. Konağa gitmek aklımın ucundan bile geçmedi de Bekir'i görememiştim, Gülhan anneyi de çok severim. Gideyim az hasret gideririz dedim, tam hesabı isteyeceğim geride ki masada benim hakkımda ileri geri konuşan iki gencin konuşması doldu kulağıma..."
Komik yada heyecanlı bir hikaye bekleyen Firuze konunun gittiği yeri hızlıca kavradı ama ses etmedi.
Miran anlatmak istediğine göre bilmesi gerekenler vardı demek ki...
"Bekir ile ben çocukluk arkadaşıyız, ergenlikte söz verdik daha sevdiğimizden başkasına gözümüz dahi değmeyecek, evlenene kadar helalimizi bekleyeceğiz diye. Ona sözünü tutmak nasip oldu Hesna'ya kavuştu ama ben Mardin'e şan oldum. O masada ki gençler de arkamdan çok hoş sözler söylemiyorlardı. Kalktığım sandalyeye gerisin geri oturdum, ben kimsenin aile sofrasına yakışacak bir adam değildim. O çocukların düşündüğünü belki Bekir'in eşi de düşünüyordu... Benimle aynı sofrada oturmak istemese hakkıydı, daha kötüsü beni Bekir'in yanına yoldaş olacak bir adam olarak da görmeyecekti." Dedi çok uzak olmayan geçmişe dalarak.
Firuze,
"Miran, Hesna öyle biri değil ki." Diyebildi.
"Biliyorum güzelim, çok güzel yengelik yaptı bana. Gönlünün genişliği, kalbinin güzelliği tam Bekir'e denk. Mutlulukları daim olsun..." Deyince Firuze Amin dedi canı gönülden.
"İlk bir saat çok takılmadım o gençlerde çekip girmişti zaten ama sonra durdukça düşündükçe delirecek oldum. Ben kendi ipimi kendim çekmiş, arkasından yaptığı haksızlıklar konuşulan kadın düşkünü bir adam olarak mı bilinecektim... Bu düşünce içimi kurt gibi oydu, ne ara Bekir'i aradım? Ne ara çıktı geldi onu bile bilmiyorum. Dertleştik iki kardeş kendince beni teselli etmeye çalıştı. Gün doğmadan neler doğar dedi, kapatma kapılarını dedi..." Bu kez Miran öne eğilip Firuze ile göz göze gelmeye çalıştı "Bende ona dedim ki "Ben bu hayatta bir daha kimseye güvenip elini tutamam, güvenip sırtımı yaslayıp uyuyamam."
Göz gözeydiler ikisi de birbirinin sert yutkunuşunu fark etti, Firuze'nin dudakları hafifçe kıvrıldı,
"Sabahına ben gelip hayatına dahil oldum, öyle mi?" Diye sordu.
Miran'ın da dudakları kıvrıldı,
"Sabaha karşı uyuduğum uykumdan beni 'Adına berdel kararı çıktı' diyerek uyandırdı. Önce şaka yapıyor sandım, sonra bu kararı vermeye kimin cüret ettiğinin öfkesi sardı içimi." Dedi o günü olduğu gibi anlatarak. "Telefonu yüzüne kapattım, konuşsam kalbini kıracağım ama Bekir'i de çiğneyemedim düştüm yola."
"Bir temiz dövmek niyetindeydin sanırım." Deyip kuyruğu dik tutmaya çalıştı genç kız, bu kadar mı istememişti Firuze'yi...
"Ne yalan söyleyeyim niyetim oydu..." Diyecek kadar dürüsttü Miran ama karısının düşen modunu saklama çabasını da fark etmişti.
"Dövmedin ama?" Dedi genç kız bir geri vites bekleyerek.
Üşümekten hafifçe kızarmış biçimli burnunun ucuna konulan öpücük beklediğini verecek sözlerin ilk ayak sesleriydi.
"Gece gittiğim yolu akşam olmadan geri dönerken çok düşündüm, ben derdimi Bekir'e anlattım. O da bana Allah büyük dedi, gün doğmadan neler doğar dedi... O sözün üstüne, daha o sabaha gözlerimi bu haberle açmam tesadüf olamazdı. Kaderinin çizgisine teslim ol Miran dedim... Bekir eğri yoldan gitmez, sözünü yere düşürme dedim." Diye anlattı.
Firuze'nin aklına 'Allah'ım beni burdan kurtar kaderime teslim olacağım diye yakardığı dakikalar geldi... Burukça gülümsedi...
Miran yanağını okşayarak derin bir nefes alıp devam etti,
"Kendimce bir plan kurdum, kafamda sana roller biçtim, hiç görmediğim kadın hakkında fikirler yürüttüm ama herşey seninle oturup konuştuğumuzda tepe taklak oldu. Beni alt üst ettin Firuze, çekingen ürkek haline rağmen dik duruşunla. Aklınla, çizgilerini çekmen gereken yerlerde cesurca rest çekişinle... O gün belki anlamadım sadece takdir ettim sandım, hayata karşı duruşunun hoşuma gittiğini düşündüm ama içine ektiğin tohumları fark edemedim."
Yanağının içini ısırarak büyümek için can atan gülümsemesini kontrolü altında tutmaya çalıştı Firuze...
"Benim hayatım sonbahardı, kışı atlatmam sanıyordum ama sen her sabah güneş gibi doğarken ben tekrar bahara kavuşacağıma inanır oldum." Deyip alnını alnına yasladı usulca "Ben geçmişime izleri tam silemeyecek basit bir sünger çekmedim Firuze, ikimiz için temiz bir sayfa ile karşına geldim. Yeni... Eskinin izi tozu olmayan... O sayfayı sen doldurmaya başladın, hemde çizdiğin resim göz kamaştırıyor gün ışığı..."
Firuze'nin gözünden bir damla kurtulup yanağında yol aldı... Çok uzaklaşmadan Miran yakalayıp sildi göz yaşını da, geride kalan izini de...
Firuze'yi kendine çekip dudaklarını şakağına yasladı,
"Miran..." Diyen mırıltısını duydu karısının "Ben o gün o aciziyetimin içinde ne dedim biliyor musun?" Dediğinde yanağını okşayan el tekrar beline dolanıp daha sıkı sarıldı "Allah'ım beni burdan kurtar kaderime razı olacağım... Duam buydu Derya ablayı beklerken Bekir abi çıktı karşıma kaderim senmişsin demek ki" deyince saçları öpüldü.
Sanki bir atın sırtında değilmiş gibi unuttular dünyayı...
Tabii Miran'ın telefonu çalana kadar...
Huysuzca cebinden çıkardığı telefonun ekranında Bekir'in adını görmek beklediği bir şeydi. Akşam sizde bir haller var deyip telefonu öyle kapatmıştı. Bu saatte kadar sesinin çıkmaması şaşırtıcıydı.
"Buyur Bekir Ağam kulağını mı çınlattık?" Dedi keyifli çıkan sesini sakınma gereği duymayarak.
Fakat ne cevap aldıysa sesinin tonu keyiften uzaklaşıp endişeyi kucakladı,
"Ne diyorsun oğlum sen? Cihan nerde ne alem de?"
Tatsız birşeyler olduğunu anlayan Firuze de endişeyle doğruldu.
"Ben yanına geliyorum." Deyince ne olup bittiğini bilmese de Firuze kendini işaret etti. "Firuze de gelmek istiyor evde durumlar nasıl?"
Miran sinirle yüzünü ekşitmesini izledi karısı,
"Anladım kardeşim, biz şu deli oğlanı bulup toplayalım da..."
Biraz dinleyip telefonu kapattı,
"Zelfi bir sinir krizi geçirmiş sanırım çok detaylı anlatmadı Bekir. Cihan dağılmış bulamıyorum diyor." Deyince üzüntüyle büküldü karısının biçimli kaşları,
"Ben gitsem destek olurum Zelfi'ye?" Dediğinde Miran başını iki yana salladı hafifçe,
"Derya hanım üzerine düşmeyin, günlük hayatına devam edecek demiş."
Anlamazca dudak büktü Firuze,
"O düğün günü bana çok destek oldu, yanında olayın istemiştim." Dediğinde Miran yanağını okşadı usulca,
"Anladığım Cihan'dan başkası derman olmaz gelin hanıma ama o da ortada yokmuş. Ben bir gidip duruma bakayım belki sonra götürürüm seni." Deyince uysalca onaylandı yine.
Bir insanla hiç yorulup yıpranmadan yaşanabilir miydi? Bu kişi Firuze ise evet yaşanırdı.
Karısının alnından öpüp atın yönünü dönüş yoluna çevirdi Miran, geldiklerinin aksine rüzgarla yarışır gibi hızlandı. Beline sarılmış koluna korkuyla yapışan zarif eller ile daha sıkı sardı belini... Rüzgar saçlarını yüzüne dağıttı, kızıl kahvelerin kokusu içine işledi.
"Özgürlüğün tadını çıkar Firuze ben tutuyorum seni" deyince eller önce biraz gevşedi sonra ise iki yana açılıp rüzgarı hissederek geriye yaslandı...
"Miraaaan... Bu çok güzel..." Dedi çocukça bir mutlulukla.
"Güzel olan sensin gün ışığım..." diyen sesle kalp atışı mümkünmüş gibi daha arttı.
Aralarında ki duvarlar eriyip yok oluyordu bunu iliklerine kadar hissetti genç kız...
Geri döndüklerinde Miran karısını konağa bırakıp Bekir'in yanına gitti. Firuze ise önce Derya'yı arayıp Zelfi'nin halini sorup içini ferahlatmaya çalıştı. Derya'ya kalırsa bu patlama iyi bile olmuştu... O öyle diyorsa bir bildiği olurdu, bu kısa zamanda hep böyle olmuştu.
O cephede içi biraz rahata erince bugün duydukları tekrar tekrar düşünüp ölçüp biçti kafasında. Aklında ki en büyük soru işareti adını bugün öğrendiği Canan denilen kadındı. Kendinde itiraf edemesede ortaya çıkıp Miran'ın aklını karıştıracak derne çatma yuvalarına gölge düşürecek tek tehdit olarak o kadını görüyordu.
Ama bugün öğrendiklerinden sonra, hele de kızına bile sevgi göstermeyen sütünü esirgeyen bir kadın aklını karıştıramazdı Miran'ın. Dahası seni değil beni sevişini sevdim ne demekti?
İyi ki de sevmemişti...
İnsan Miran gibi birini nasıl sevmezdi ki?
Düşündüğü ile kendi yanakları kızardı, seviyordu kocasını ve hergün büyüyordu sevgisi...
Bunu itiraf edip söyleyecek kadar cesareti yoktu ama o ilk görüşmede içine ekilen güven tohumları kök salıp gönül toprağının sevgi katmanına ulaşmıştı...
Miran'ın sabrı sevilesiydi, merhameti de, yakışıklı da bir adamdı... Ama Canan denen kadın için bunlar yeterli olmamıştı demek ki...
İçinde bir yan dediki, ya sende sabrını merhametini seviyorsan... Sevmek nedir çok mu biliyorsun sanki...?
İç sesi bir yüzleşmenin kapısını açtı Firuze için, Miran ona en yalın hali ile gelmişti. Adı Mardin'de kötü anılan, karısının üzerine kuma getirmiş kadın düşkünü bir adam olarak biliniyordu... Halbuki Canan'ın sevdiğini sandığı adam o kadın için çölde bir serap gibiydi. Tam da tutunacak dal aradığı bir zaman diliminde karşısına çıkan, kusursuz bir adamı sevdiğini sanmak kolaydı...
Ama Canan sevmediğini bunu sevgi sandığını söyleyebilmişti.
Peki ya Firuze'nin karşısına çıkan adam... Derya ablası bile Bekir Ağa'nın hatrı için şans verip konuşmalarına izin vermişti. Yoksa resti çekip yanından ayırmaz, ölse kötü bir adam olduğunu düşündüğü Miran'a vermezdi Firuze'yi...
Firuze'nin her gün biraz daha kapıldığı adam tüm eksilerini ilk günden gözünün önüne sermişti. Bunlara rağmen ikisine bir şans veren Firuze içinde kök salan sevginin samimiyetine inanıyordu.
Oturduğu koltuktan Mardin'in manzarasını izlerken bugün aldıkları yolun devamını getirmeye karar verdi.
Azıcık giyinip süslense nasıl olurdu?
Dudağının kıyısını dişleri ile eze eze dolabın önüne gitti. Kaloriferlerin bozuldu gün gelen sobalar hâlâ odadaydı, belli bir ayarda sürekli çalışıp odalarını ısıtıyordu.
Bedenini saran, yeşilin gözlerine en yakışan tonunda dizden çok az yukarda kalan bir elbise çarptı gözüne.
İddialı mıydı?
Biraz...
Amaçda bu değil miydi?
Bir cesaret alıp giydi elbiseyi, peşi sıra lise makyajıyla başlayıp bir cesaret gözlerini hafifçe koyulttu. Çok abartmadı çünkü gözü makyaja başladığından beri bordo ruha takılıp duruyordu. Yasemin cadısı bu ruh alınır mı siz adamı deli mi edeceksiniz deyip imalı imalı öpücük atmıştı...
Yanakları düşündükleri ile kızarınca allığa gerek kalmamıştı...
Çıktın bir yola hakkını ver Firuze dedi kendi kendine...
Saçlarını düzleştirip uçlarına becerebildiği kadar dalga verdi.
Ruju zorlansa da sürdüğün de aynadaki kadın hiç tanıdık gelmedi, rujlu dudaklarını birbirine bastırıp ezdi stresle... Ama ruju taşıracak gibi olunca durdu panikle...
Gözüne köşedeki ince topuklu çizmeler ilişince bir gün onları bu elbise ile giymeyi aklına not etti...
Oda içinde onları giyecek değildi...
Tavşanlı pofuduk pandufları çok rahattı ama es geçti onları da, zarif topuklu bir terlik bulup giydi.
Adam zaten heybetliydi azıcık boyuna yaklaşırdı hiç değilse...
Saat akşamı bulmuş ortalık kararmıştı ama Miran'dan ses yoktu. Dertleşiyorlarsa diyerek aramadı ama durumu soran bir mesaj attı.
Miran,
"Bir saate geleceğim..." Diye cevap verdi mesajına.
Aynanın karşısında son haline tekrar göz attı... Kocasının nasıl tepki vereceğini düşündü, düşündükçe midesi düğümlendi.
Tekrar koltuğa oturup kitabını eline alacaktı ki avludan sesler yükselmeye başladı.
Arjin hanım ve yabancı bir kadın sesi üst perdedeydi, geride Mirza ve Ülkü'nün sesini duyuluyordu. Terlikleri çıkarıp spor ayakkabılarını geçirdi ayağına, karanlık terastan avluya bir bakış attığında,
Arjin hanım,
"Ne yüzle geldin? Ne demeye geldin? Bu konakta Canan adını anan bir Miran vardı, onunda umrunda değilsin ki yeni karısını el üstünde tutuyor." Diye çıkışan kayınvalidesi ile kaşları şaşkınlıkla havalandı.
Kayınvalidesi Firuze'yi sevmiyordu ama belli ki Canan'dan daha da haz etmiyordu.
Aşağıda üzerine spor bir şişme mont ve kot pantolon giymiş esmerce bir genç kadın vardı.
Canan'ı andıkları gibi kapılarında bitmiş olması kaderin bir cilvesi olsa gerekti.
Canan, Arjin Hanım'ın son sözleri ile öfkeyle işaret parmağını yaşlı kadına kaldırdı,
"Kim bilir neyle tehdit edip köşeye sıkıştırdınız Miran'ı? Üç günlük kadını mı el üstünde tutuyor? Kim inanır bu anlattıklarına Arjin hanım, Narin'e bile bakmamış adam, o köylü kıza mı bakacak. Dönüp dolaşıp bana geleceğini bildiğiniz için, ana kız plan kurup önünü kestiniz." Derken kendinden o kadar emindi ki bugün konuştukları konuları bilmese, Firuze büyük bocalardı.
Arjin hanım sinir bozan bir kahkaha attı,
"Köylü kızı?" Dedi gülmeye devam ederek. "Sen aslını unutalı çok oldu tabii ama suç sende değil benim oğlumda, sana aslını unutturacak kadar yüz verip başımıza çıkardı. Mirza ara abini, gelip bu kadını kapıya atsın da Canan hanımın aklı başına gelsin."
Kendi bir köyden Miran sayesinde kurtulup okutulan Canan hanım Firuze'yi küçük görüyordu demek ki, o zaman Firuze'nin de meydanın sanıldığı kadar boş olmadığını göstermesi gerekirdi. Evliliğini bir adım ileri taşımak Miran'a süslenerek değil de evliliklerine herkesin önünde sahip çıkarak olurdu.
Onlar tartışa dursun içeri girip az evvel bir gün giymek için gözüne kestirdiği ince topuklu uzun çizmeleri giydi, elbisesine uygun taş rengi ince kaşmişmirden paltosunu giydi. Saçları alev gibi omuzlarına döküldüğünde savaşa hazır bir komutan gibi çantasını da koluna alıp aşağı inen merdivenlere yöneldi.
İnce topuklunun tiz sesi taş merdivenlerde çınlamaya başladığında gözler o yana döndü, Firuze ise bir eli taş korkuluklara zarifçe dokunarak, acelesiz adımlar ama dimdik bir duruşla basamakları indi.
Firuze ile Canan'ın karşılaşması işine gelmeyen Arjin Hanım bir kere daha Mirza'ya yükseldi,
"Ara abini gelsin bu işin rezili çıkmadan." Diye çıkıştı.
Oğlunun bu Canan denen kadına zaafı vardı, Firuze ile papaz olurlarsa berdel bozulursa işin ucu kendi kızına da değerdi.
Canan ise merdivenleri asil adımlarla inen kıza takılıp kalmıştı, Firuze dedikleri kız bu merdivenleri inen afetse hiç şansı yoktu ama bunu sindirecek kadar da yürekli değildi.
Firuze avluya indiğinde duraksadı hafifçe Canan ile aralarında birbirini tartan bir bakışma geçti. Sonra bir kaç adım daha atıp mesafeyi azaltmıştı ki Mirza kulağında tuttuğu telefonu söylenerek indirip,
"Abim açmıyor." Dedi isyankar ve bıkkın bir sesle.
Arjin hanım dişleri arasında tekrar konuştu,
"Bir daha ara!"
Bu gergin ortamı Firuze'nin Duru sesi bozdu,
"Hoşgeldiniz." Deyip elini uzattı bocalaması gözlerinden okunan kadına.
Canan bir orman yeşili gözlere, bir ona uznan zarif parmaklara baktı. Yutkunup uzattı elini,
"Hoş buldum." Deyip burnunu dikti hafifçe ve varlığının Firuze'yi rahatsız edeceğini düşündüğü kıza "Canan ben, kim olduğumu biliyorsundur." Dedi.
Tek kaşını biraz kaldırdı Firuze bu huyu gittikçe Miran'a benziyordu,
" Firuze... " dedi isminin güzelliğini vurgular gibi " Siz de benim kim olduğumu biliyorsunuzdur." Deyip Canan'ın sen diline karşı siz dilini korudu.
Ortamın elektriği ile yay gibi gerilen Mirza,
"Abim telefonunu açmıyor." Diye söylendi.
Firuze ince bir tebessüm ile,
"Miran'a ulaşamadınız mı?" Deyip omzunda ki şık çantadan hediye olan telefonunu çıkarıp Miran'ı arayarak kulağına götürdü.
Mirza sinirle yerinde bir tur döndü, Miran Canan'ın gelişine ayrı, Firuze ile muhatap edilmiş olmasına ayrı delirecekti. Hiç yoksa on defa aramış ama cevap alamamıştı ama bu yeni bir durum değildi. Miran berdel günü çalmayan telefonun intikamı gibi kardeşinden gelen hiç bir aramaya cevap vermiyordu.
Firuze'nin araması ise daha ikinci dıt sesinde cevaplandı,
'Efendim güzelim?' diyen sesi duyunca rahat bir nefes aldı Firuze ama dışarıdan belli etmedi. Aramaya cevap vermezde bu kadına karşı mahcup düşerim diye çok korkmuştu.
"Hayatım." Dedi ilk defa ama içinden gelerek "Dışarda yiyelim diye konuşmuştuk ya seni bekliyorum. Bir de misafirimiz var ne zaman geliyorsun?" Deyince bu sakinlik Canan'ı tedirgin etti.
Daha yirmisinde bu kız neyine güveniyordu...
Miran ise dışarda ki yemeğin aramaya bahane olduğunu anlamıştı. Mirza'nın ısrarlı aramalarının konuyla bağlantılı olduğunu tahmin etti ama misafirin kimliği hakkında bir fikir yürütemedi.
'Kimmiş o misafir güzelim?' dediğinde Firuze kocasını görmese de tek kaşının havalandığını artık biliyordu.
Firuze tebessümünü bozmadan cevap verdi.
"Canan hanım burada canım... Seni bekliyoruz."
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Vooovvv parmaklarım alev aldı bebeğim... 6300 kelime... Geç geldin ama tam geldim değil mi?
Beğenmeyi ve eğer takipte değilseniz hesabımı takibe almayı unutmayın güzellerim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 119.99k Okunma |
11.73k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |