77. Bölüm

48. Bölüm

Roman diyarı1
zozanli

Keyifli okumalar 💞

 

Güne gözlerimi dışarıdan gelen seslerle açmıştım. Ellerimle gözlerimi biraz ovuşturup sonrasında doğrularak yataktan ayaklarımı indirdim. Dün gece uykuya dalana kadar epey geç olmuştu. Neredeyse gözlerim sabaha doğru kapanmıştı.
Yatağın ucuna bıraktığım sabahlığı alıp kollarıma geçirdikten sonra terlikleri ayağıma geçirip değneğe tutunarak ayağa kalktım ve odada bulunan büyük cama doğru yürüdüm. Ayağımdaki ateli dün geceden çıkardığım için yürüdüğümde ayağım hafif yamuluyordu ama bunu dert etmeyip yürümeye devam ettim. Ayağımda ağrı olmadığı için şimdiden takıp sıkmak istememiştim. Ateli ayağıma taktığımda ayağım düzeliyordu ve daha rahat yürüyebiliyordum evet ama onunla beraber ayağımı fazlasıyla sıkıyordu. Hoş, buna alışmıştım artık... Neredeyse ömrümün hepsi bu atelle geçmişti ya...

Cam pencerenin önüne gelip perdeyi biraz çekince güneşin keskin ışığı gözlerimin içine vurdu. O an gözlerimi kısıp elimle güneşi engellemeye çalışmış sonrasında ise hafif yana kaymıştım. Bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde ise birçok çalışanın yanı sıra onların başında duran Murat Bey ve oğlu Hakan vardı. Hakan Murat Bey'in en büyük oğlu oluyordu. Yaş olarak Mert abiden biraz daha büyük görünüyordu.

Murat bey ve Hakan biraz ilerideki çardağa doğru ilerlediklerinde Asaf ve Melih'in de orada oturduklarını görmüştüm. Herkes kalktığına ve dışarıda olduğuna göre saat epey ilerlemiş olmalıydı. Telefonum yastığın altındaydı ve hiç alıp bakmamıştım. Saatin kaç olduğunu da bilmiyordum fakat artık neredeyse öğleye doğru geldiği aşikardı.

Hakan oturduktan hemen sonra kalkıp içeri girmiş ve daha üzerinden beş altı dakika geçmeden iki adamla beraber Asaf'ların yanına tekrar gelmişti. İşin tuhaf yanı adamlardan biri Asaf'a elini uzatırken Melih'in hiçbir şey demeden yanlarından geçip arabaya binerek çıkıp gitmesiydi. Melih neden yanlarından geçip gitmişti? Bu adam kimdi ki? Yaman Ali olabilir miydi? İyi de bu adam Yaman Ali olsa Melih neden yanlarına geldiği gibi çekip gitmek istesin ki? Tabii ya! Abisinin yüzüne bakacak yüzü olmadığı içindi. Bundan başka sebep yoktu...

Yaman Ali'yi bu birkaç gündür ismen tanıyordum lakin onu daha hiç görmemiştim. Murat Bey'in Yaman Ali dışına diğer çocuklarıyla tanışmıştım. Sadece Yaman Ali kalmıştı. Geldiğimden beri onu hiç görmemiştim...

O adamın kim olduğunu bilmesem de biraz sonra Asaf onlardan ayrılıp Melih'in peşinden gitmesiyle kim olduğunu artık tamamen anlamıştım. O adam Meyra ile evlenecek olan Yaman Ali'nin ta kendisiydi. Asaf gittikten hemen sonra damat tıraşı olmak için kendisine hazırlanan yere geçip traş olmaya başlamıştı çünkü... Onun Yaman Ali olduğunu böylelikle öğrenmiş olmuştum.

Bakışlarımı onlardan çekip etrafta gezdirmeye devam ettim. Bu gün bu konakta bir düğün vardı ve dışarda çalışan onca insan kalabalığı vardı ve kendilerini pür dikkat yaptığı işe odaklamışlardı. Sahi ne içindi bu hazırlıklar, zorla evlendirilen iki insan için miydi? Öyle bir hazırlık yapıyorlardı ki sanki birbirini seven bir çiftin mutluluğuna mutluluk katmak istiyorlarmış gibi... Fakat öyle bir durum kesinlikle söz konusu değildi. Belki de bu düğüne katılacak onca davetli bunun mutluluk üzerine kurulan bir evlilik olacağını düşünecekti. Oysa öyle bir durum yoktu. Onlar Melih'in yaptığı hatanın iki birer kurbanı olmuşlardı sadece...

Bu durum canımı fazlasıyla sıktığı için perdeyi çekip yatağa doğru tekrar yürüdüm. Bütün bunları düşününce içimdeki öfke kabardıkça kabarıyor ve içimden Melih'e, buna sebep olanlara küfrediyordum.

Sinirle yatağa oturup çekmeceye koyduğum ağrı kesici kremi alarak ayağıma sürüp yedirmeye başladım. Ayakta fazla durduğum için ayağımda sızlanmalar olmaya başlamıştı. Ayakta fazla durmamam gerekiyordu ve benim kafam Meyra'ya yaşatılanlarla dolu olduğu için onu bile unutmuştum. Ayağıma krem sürme işlemi bittikten sonra lavaboya geçip rutin işlerimi hemen halletmeye çalıştım. İlaçlarımı kullanmamın vakti gelmişti. Zaten ayakta fazla durmamam gerektiği yerde fazla durarak bileğimin şişmesine sebep olmuştum. Şimdi de ilaç almayı unutsam olmazdı.
Ama önce bir şeyler yemem gerekiyordu. Bunun için de bir an önce giyinip bu odadan çıkmam gerekiyordu.

Kahvaltının yapılıp yapılmadığını da henüz bilmiyordum ama tahminimce bu saate kadar yapılmıştır. Çünkü saat epey ilerlemişti. Ben sabaha karşı uyuduğum için uyanamamıştım ama kimse beni neden uyandırmamıştı? Nasıl olmuştu bilmiyorum ama dışarıdan gelen seslere bile uyanmamıştım.

Giyinip ateli ayağıma takarken kapı iki kez tıklanıp ardından hafif aralandı. Gelen Helin idi. Ateli ayağıma taktıktan sonra pantolonumun paçasını aşağı indirip ona doğru döndüm.

"Günaydın. Girebilir miyim?"dedi tebessüm ederek. Yüzü dün geceden kalma hâlâ solgun, gözleri kızarıktı.

"Günaydın. Tabii ki"dedim gülümseyip kafamı sallarken.

"Ben de sana bakmaya gelmiştim."deyip içeri girerek kapıyı ardından kapattı. "Aslında annem senin için kahvaltı hazırlatmıştı, ben de belki yardıma ya da bir şeye ihtiyacın vardır diye sana önceden bir bakayım demiştim." Sanırsam giyinmede yardıma ihtiyacım olduğunu düşünmüştü. Ama ben her ne kadar zorlu geçen aylar geçirmiş olsam da kendi ihtiyaçlarımı zor da olsa karşılayabiliyordum.

"Teşekkür ederim ben hallettim."dediğimde kafasını hafif sallayıp gülümsedi. Giyinmiş hazır bir şekilde beklediğimi görmüştü. "Neden bu saate kadar beni uyandırmadınız ki? Ben normalde kalkarım da dün gece sabaha karşı uyudum. O yüzden de uyanamadım. Keşke uyandırsaydınız beni, çünkü böyle çok ayıp oldu. Kahvaltıyı bile kaçırdım."dedim mahcup bir sesle. Helin kafasını iki yana sallayıp elini elimin üzerine koydu.

"Hiç öyle düşünme, sizin evde nasıl davranıyorsan burada da öyle davran, rahatına bak."derken elini koluma dokunarak dostane bir şekilde sıvazladı. Kafamı sallayıp tebessüm ettim ama yine de kendimi biraz mahcup hissetmiştim. Sonuçta başkalarının evine misafir olarak gelmiştim. Geç saatlere kadar odadan çıkmamak olmazdı."Hem durumları biliyorsun zaten, kimsede kahvaltı yapacak iştah kalmamıştı. O yüzden bir şey kaçırmış sayılmazsın."dediğinde saniyeler sonra, bakışlarını kaçırıp yere indirmişti. Murat bey dışında herkesin keyifsiz olduğunu dünden beri görüyordum zaten.

"Sen nasılsın peki, daha iyi misin?" Bu sefer ben elini tutup bana bakmasını sağlamıştım.

"İyiyim."dedi omuzlarını düşürerek. Kendisinin iyi olduğunu söylerken bile yüz ifadesinden iyi olmadığı çok iyi anlaşılıyordu.

"Buraya yardıma ihtiyacım olup olmadığına bakmak için gelmiştin değil mi?"dediğimde şaşırmış yüz ifadesi ile bana baktı. Her ne kadar şaşırmış olsa da kafasını evet anlamında salladı.
"Bana yardımcı olmak istiyorsan o zaman kahvaltıda bana eşlik edebilirsin. Çünkü ben yalnız kahvaltı etmeyi hiç sevmiyorum."dedim gülümseyip elini hafif sıkarak.

"Aç değilim... Ama yalnız oturma diye yanına otururum merak etme..."

"Sen kahvaltı yaptın mı peki?"diye sordum. Onun kahvaltı yaptığına pek inanmıyordum ama yine de sormuştum. Kafasını iki yana sallayarak beni doğrulayınca, "ama böyle olmaz ki... Yemek yemezsen güçsüz olup düşersin."dedim. Dün akşam yemeğinde de onun yemek yemediğini, sadece tabağını karıştırdığını görmüştüm.

"Ela yiyemem... Benim arkadaşımın günlerdir ağzından doğru düzgün bir lokma geçmemişken ben burada oturup yemek yiyemem. Üstelik arkadaşımın bu halde olmasının sebebi abim iken bunu yapamam..."dedi gözyaşları içerisinde. Helin'in söyledikleriyle benim de gözlerim dolmuştu. Hem onun hem de Meyra için... "Hadi gidelim, daha hazırlanmamız da lazım. Çünkü bir iki saat sonra misafirler gelmeye başlayacaklar."dedi saniyeler sonra kendini toparlayarak. Gözlerindeki yaşları silip ayağa kalkacakken elinden tutup engelledim.

"Arkadaşın için şuan ne kadar üzgün olduğunu çok iyi biliyorum. Ama böyle yaparak ona yardımcı olamazsın. Onun yanında, ona destek olmak istiyorsan o zaman güçlü durmak zorundasın. Çünkü arkadaşının en çok bu gün sana ihtiyacı olacak."dedim. İnsan zor gününde en yakın arkadaşından güç alabiliyordu. Benim de Asaf'ın gidişinden sonra çok zor günlerim geçmişti ve bu zor günlerimde Hilal desteğini benden hiç esirgememişti. Her ne kadar Asaf'ın gidişinden sonra dağılmış olsam da beni ayakta tutan en büyük etken Hilal'in hiç bitmeyen desteği olmuştu. Tabii ara sıra Asaf'ı reddettiğim için beni azarladığı çoğu zaman da olmuştu. İşte şimdi de Meyra'nın Helin'in desteğine ihtiyacı vardı. Çünkü Meyra'yı dayanılması çok zor bir gün bekliyordu.

"Biliyorum."dedi Helin eliyle gözlerinden inen yaşları tekrar silerken. "Ama o benim abim yüzünden şuan bu durumda... Benim ona vereceğim destekten ne çıkar... Ben onun yüzüne doğru düzgün bakamıyorum. Onu öyle dağılmış, paramparça görmek benim canımı hiç olmadığı kadar acıtıyor..."dedikleriyle beraber gözlerinden yaşlar tekrar ve tekrar süzülmeye başlamıştı. O göz yaşı akıttıkça benim de gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Helin hiç suçu olmadığı hâlde abisinin yaptıklarından kendini suçluyor ve arkadaşının yüzüne bakamadığını söylüyordu ya, benim içim onun için daha çok yanıyordu.

"Senin hiçbir suçun yok... Dediğin gibi abin yüzünden, senin değil..."dedim, ardından önce onun sonra da kendi göz yaşlarımı sildim. Kenara koyduğum değneği ayağa kalkarak, "Hadi artık kahvaltı yapmaya gidelim. Zaten ilaç saatimin üstünden baya bir zaman geçti. Bir an önce gidip ilaç almam gerek."dedim. Helin itiraz edecekken kafamı itiraz istemiyorum der gibi sallayıp elinden kavrayarak ayağa kaldırmaya çalıştım.

Helin'in tüm itirazlarına rağmen onu ikna etmeyi başarmıştım. Birlikte odadan çıkıp mutfağa geçtiğimizde kahvaltının hazır bir şekilde masaya kurulduğunu görmüştüm. Mutfakta ise çalışanlar dışında Eda ve Selma hanım da vardı. Ben hafif bir tebessümle günaydın derken, Helin, Eda'nın olduğu tarafa hiç bakmadan sessizce geçip masaya oturmuştu.

"Kızım rahat uyuyabildin mi?"dedi Selma Hanım, geçip masaya oturduğumdan sonra. Kafamı evet anlamında salladım. Sabaha kadar uyuyamamış olsam da sonrasında çok rahat uyumuştum. Burası hiç de düşündüğüm gibi olmamıştı. Murat Bey'in, Helin'in, yüzü asık olsa da Selma Hanım'ın ilgisi düşüncelerimi yıkmıştı. İnanılmaz ama kendimi burada kendi evimdeymiş gibi rahat hissediyordum. "Seninle de pek ilgilenemedim kızım kusuruma bakma lütfen!"dediğinde Selma Hanım hemen kafamı iki yana salladım. Bana ilgileri konusunda kusurluk bir şey asla yoktu.

"Olur mu hiç öyle şey... Hem düğünden dolayı başınızın yoğun olduğunu biliyorum. O yüzden hiç sorun yok..."dedim samimi bir şekilde tebessüm ederek. Selma Hanım'ın dediğimle üzgün yüz ifadesinde ufak da olsa bir tebessüm belirmişti.

Biz, daha doğrusu ben kahvaltı yapmaya devam ederken Selma Hanım ailesinin gelmesiyle onları karşılamak için Eda ile birlikte çıkmıştı. Mutfakta birkaç çalışan, Helin ve ben vardık. Helin sessizce boş tabağında çatalını gezdirirken sessizliğini korumaya devam etmişti. Eda'nın çıkmadan önce arada bir göz ucuyla ona baktığını görmüştüm. Fakat Helin hiç oralı olmamıştı. Arkadaşından dolayı Eda'ya kızgındı ve tavrını da böyle ortaya koymuştu. Peki Eda bu tavrı hak ediyor muydu? Eğer Melih'in sözlü olduğunu, bir kızı yarı yolda bırakıp ona gittiğini bile bile Melih'e evet demiş ise işte o zaman bundan daha fazlasını hak ediyordu benim gözümde. O da en az Melih kadar suçlu olurdu çünkü...

Gerçekten Eda'nın Melih'in bir başkasına sözü olduğundan haberi var mıydı peki?

Selma hanımlar çıktıktan sonra kahvaltımı bitirip ilaçlarımı almak için direkt odaya çıkmıştım. Salondan o kadar ses geliyordu ki Selma Hanım'ın gelen misafirlerinin çok kalabalık olduğunu anlamıştım. O yüzden de kendimi direkt odaya atmıştım. Helin de onlara selam verip hemen geleceğini söyleyerek gitmişti biraz önce.

İlaçlarımı aldığım sıra telefonumun çalmasıyla elimdeki su bardağını komodinin üzerine bırakıp telefonumu aldım. Hilal arıyordu...

"Efendim mavişim."dedim telefonu açıp kulağıma götürürken.

"Ne yapıyorsun canım, nasılsın?"

"İyiyim mavişim, ilaçlarımı alıyordum. Sen nasılsın?"

"Ben çok iyiyim Roz! Sana çok güzel haberlerim var. Duyunca çok sevineceksin."dediğinde yüzümde kocaman bir gülümseme belirmişti. Sesi o kadar mutlu geliyordu ki diyeceği her neyse aşırı merak ediyordum. Aslında bir tahminim vardı.

"Bebeğin cinsiyeti mi belli oldu?"diye sordum hemen. Çünkü dün hastaneye gitmişlerdi ve bebeğin cinsiyetini öğrenmiş olma ihtimalleri vardı. Hilal bir kızının olmasını çok istiyordu. Eğer tahmin ettiğim gibiyse mavişimin bir kızı olacaktı.

"Evet!!"dedi saniyeler sonra, büyük bir coşkuyla.

"İstediğin gibi kız mı?"dedim bende aynı onun coşkusuyla.

"Evet Rozzz!! Bir kızım olacak." İçindeki heyecanı ta buradan hissediyordum. Onun adına çok mutlu olmuştum.

"Selim erkek istiyordu değil mi? Artık şansına küssün, o da başka sefere artık."dedim gülerek. Helin kapıyı tıklatıp hafif aralayınca kafamla içeri gir dedim. Elinde yöresel kıyafetlerle dolu iki askıyla içeri girip elindekileri yatağa bıraktı.

"Aslında onun istediği oldu."dediğinde Hilal kaşlarım kendiliğinden yukarı doğru kalkmıştı.

"Nasıl yani? Selim erkek olsun istemiyor muydu?"

"Evet Selim erkek istiyordu."dedi rahat bir tavırla. Karşıdan gülümsediğini hissedebiliyordum.

"Eee kızım bu çocuk hem kız hem erk..." Daha sözümü tamamlamadan ne demek istediğini anlayıp büyük bir çığlık atmıştım. Helin verdiğim tepkiye şaşırmış bana bakmıştı. "İkiz mi yani?"dedim, mutluluktan elimi kolumu nereye koyacağımı bilmeden.

"Evet Roz. Bir erkek bir de kız teyzesi oluyorsun."dediğinde sevinçten yanımda oturan Helin'e sarıldım. Helin şaşırmış ardından o da bana sarılmıştı.

"Mavişim çok sevindim. Allah tez zamanda bize gelmelerini nasip etsin."dedim kendime gelip Helin'den ayrıldıktan sonra. "Bir dakika ya, siz dün hastaneye gitmiştiniz. Sen bunu dünden beri biliyorsun ve bana şimdi mi söylüyorsun?"

"Yok be kızım. Dün öğrenseydim sana hemen haber verirdim. Dün hastaneye giderken yolda Mine Hanım kardeşinin kaza geçirdiğini, gelemeyeceğini söyledi. Biz de bugün gidip göründük ve şimdi de hastaneden çıktık, eve geçiyoruz."deyip kısa bir an duraksadı. "Bu haberi de ilk seninle paylaşıyoruz ha..."diye devam etti. Arka planda Selim eniştenin sesi geliyordu. Ama her ne diyorsa tam olarak anlaşılmıyordu.

"İyi bari, sizden sonra ilk ben bilmişim."

"Tabii ki Roz ilk sen bileceksin. Ee sen ne yapıyorsun? Bugün düğün yok muydu?"diye sordu konuyu değiştirerek.

"Var canım. Ben de şimdi hazırlanacaktım."

"Tamam canım ben seni tutmayayım sen de hazırlan."deyip vedalaştıktan sonra telefonu kapattı. Hilal ve Selim enişte için fazlasıyla mutlu olmuştum. İkisi de bu mutluluğu fazlasıyla hak ediyordu.

"Yeğenin mi oluyor, daha doğrusu yeğenlerin?"diye sorunca Helin kafamı sallayıp gülümsedim. Evet yeğenlerim olacak.

"Sana dün bahsettiğim arkadaşım vardı ya, işte o... Onun ikiz çocukları olacakmış."dedim. Bizimkileri tanıdıkları için Selim eniştenin eşi olduğunu dün gece söylemiştim.

"İkisi adına da çok sevindim. İnşallah sağlıkla gelirler."dedi tüm samimiyetiyle.

"Sağol canım."dedim, gülümseyip elini tutarak hafif sıktım. "Bunlar ne?"deyip bakışlarımı getirdikleri kıyafetlere çevirdim.

"Bizim yöresel kıyafetler, belki sen de giymek istersin diye düşündüm." Ben mi? İyi de ben bu kıyafetleri taşıyabilir miydim? Abiye giymek bile benim için eziyetten başka bir şey değildi.

"Ben mi? Ama ben bu kıyafetleri giyemem ki..."

"Neden? Eğer rahatlık açısından diyorsan bunun ondan çok da farkı yok."dedi kanepenin üzerine bıraktığım elbiseyi göstererek. Dün kırışmasın diye oraya bırakmıştım.

"Yani onun için de... Ama ben daha önce hiç böyle bir şey giymedim ki. Giysem bana yakışır mı acaba?" Elimi kıyafetlerin üzerinde gezdirip baktım. Gerçekten de çok güzel gözüküyorlardı.

"Neden yakışmasın? Çok güzel yakışır hemde... Bence denemelisin."deyip kıyafetlerin içinden mavi tonlarında bir kıyafeti çıkarıp kucağıma koydu. "Bu renk sana çok güzel gider."

Helin kıyafetleri, üzerine takacağım kemeri de bana verip giyinmek için kendi odasına geçmişti. Ben de artık kalkıp yavaştan hazırlamaya başlamıştım. Öncelikle üzerimdeki elbiselerden kurtulup Helin'in verdiği kıyafetin altını giydim. Ardından kenara bıraktım fistanı üzerine giyip kemeri de taktım. Bu kıyafetin isminin kıras fistan olduğunu Helin'den duymuştum. Üzerimi düzeltip büyük boy aynanın karşısına geçtiğimde dakikalarca kendime baktım. Bana çok tuhaf gelmişti ama aynı zamanda çok da beğenmiştim.

Acaba Asaf beni bu kıyafetlerle gördüğünde ne diyecekti? Beni böyle beğenir miydi?

Giyinip saçlarımı ve biraz da makyaj yapana kadar epey vakit geçmişti. Helin biraz önce yanıma geldiğinde beni beğeniyle izlemiş ve gelin almaya gidecekleri için hemen çıkmıştı. Aslında ben de çok beğenmiştim ama bu kıyafetle yürümenin beni biraz zorlayacağını düşünüyordum.

Aynanın karşısında son kez kendime bakıp ardından ayağa kalkarak pencereye doğru yürüdüm. Artık çıkmam gerekiyordu. Birazdan gelini getireceklerdi ve ben onu görmeyi sabırsızlıkla bekliyordum. Günlerdir sürekli aklımda olan Meyra'yı artık görmek istiyordum.

Camdan dışarı baktığımda bahçenin dolmaya başladığını gördüm. Şimdi bu kıyafetlerle onca insanın içinde nasıl yürüyeceksin dedim kendi kendime. Acaba Asaf'ın gelmesini mi beklesem? Ayrıca beyefendi nerede kalmıştı ki? Bu saate kadar artık dönmesi gerekmiyor muydu? Hem bugün yanıma hiç gelmemişti. Ben de sadece Melih'in peşinden giderken görmüştüm onu... Kafamdaki düşünceleri bir kenara bırakıp, takılıp düşmemek için fisatanın uçlarını tek elimle hafif kaldırarak yavaş adımlarla odadan çıktım. Bunun hesabını ayriyeten ona soracaktım.

Odadan çıkıp koridoru da geçtiğimde derin bir nefes alma gereği duydum. Bu devasa bahçede neredeyse oturulacak yer kalmamıştı. Oysa odanın camından baktığımda bu kadar kalabalık olduğunu görmemiştim. Geçip nereye otursam diye baktığımda Selma Hanım, Melih ve Eda'nın oturduğu masa gözüme çarptı. Dün kınaya da gitmeyen Selma hanım bugün gelin almaya da mı gitmemişti? Ama neden? Bu soru kafamda dönüp dolaşırken yüzüme ufak bir tebessüm yerleştirip onlara doğru yürüdüm. Her ne kadar Melih'in olduğu masaya geçip oturmak istemesem de burada başka hiç kimseyi tanımadığım için mecburen onun oturduğu masaya oturacaktım.

İnsanların bana baktıklarını görmemek için bakışlarımı yerden hiç çekmeden yürüdüğümde birinin önümde durmasıyla adımlarım durmuştu. Kafamı kaldırmadığım için onu görmemiştim fakat kim olduğunu korkusundan anlamıştım.

"Başın her zaman dik olsun ela göz!"dedi, benim kafamı neden eğdiğimi bildiği için. Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda gözlerim onun simsiyah gözleriyle buluştu. Bakışları birkaç saniye gözlerimde, ardından da yavaşça üzerimde gezmeye başlamıştı. "Bu kıyafetler içinde çok farklı görünüyorsun."dedi birkaç saniye sonra. Sesi çalan müzikten dolayı çok az çıksa da benim kulağım ondan başkasına kapandığı için onu çok rahat duymuştum. Bakışlarını üzerimden hiç çekmiyordu. Öyle farklı bir bakışı vardı ki.. Beni böyle beğenmemiş miydi yoksa?

"Beğenmedin mi?" Kafasını iki yana salladığında dönüp kendime baktım tekrar. Ama neden! Ben çok beğenmiştim oysa... "Çok mu kötü durmuş? Aslında ben beğenmiştim ama eğer güzel değilse gidip hemen değiştireyim."dedim hemen. Tekrar içeri girmek için dönerken kolumdan tutup durdurdu. "Dur ela göz, hemen nereye öyle?"

"Senin hoşuna gitmedi o yüzden değiştireceğim."

"Evet hoşuma gitmedi... Ama kıyafetin değil, seni bu kıyafetlerle görüp gözlerini senden ayıramayan şu tipler hiç hoşuma gitmedi."dedi kaşıyla sağ tarafımızda, biraz ilerde oturan birkaç genci göstererek. "Kimse benim sevdiğim kadına hayran hayran bakamaz! Üstelik sen bu kadar güzel olmuşken..."diye de sözlerine devam etti. Beni böyle beğenmişti. Beni beğenmediğini sanıp üzülürken o sadece onlar öyle baktı diye öyle yapmıştı. Evet üzerimdeki bakışları hissedebiliyordum fakat Asaf'ın düşündüğü gibi baktıklarını sanmıyordum.

"Hadi gidelim, bu kıyafetler içinde çok da rahat olmadığını görebiliyorum. Bir de daha fazla ayakta bekleyip yorulmanı istemiyorum."dedi ben sessiz kalırken. Girmem için kolunu uzattığında koluna girip Selma Hanımlara doğru yürüdük. Masaya vardığımızda Asaf oturmam için sandalyeyi çekti. Oturup teşekkür ettiğimde o da hemen yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Selma Hanım yine dünkü gibi asık suratıyla oturmuş hiç konuşmuyordu. Bu kadının derdi neydi hiç anlamıyordum. Tamam oğlu zorunda kalmış bir evlilik gerçekleştiriyordu evet ama Yaman Ali bile onun kadar üzgün görünmüyordu.

Biraz sonra Selma Hanım gelen misafirleri karşılamak için kapıya doğru gittiğinde masada biz bize kalmıştık. Bahçe misafirlerle dolup taşmasına rağmen yine de misafirler gelmeye devam ediyordu. Bir de gelin almak için giden bir sürü insan daha vardı. Onlar da sanırsam biraz sonra burada olurlardı. Çünkü gelin evinin çok da uzak olmadığı söylenilmişti.

Melih'in dağılmış olan suratına baktım oturduktan bir süre sonra. Bedenen burada ama ruhen burada olmayan bir Melih vardı şu an karşımda. Bütün her şeye sebep o iken neden şu an bu durumdaydı ki? Yani Melih'in kendi isteğiyle Meyra'yı bırakıp Eda ile evlendiğini bilmesem diyecektim ki Melih'i Meyra'dan ayırıp zorla Eda ile evlendirmişler. Yani o derece üzgün duruyordu...

"Ee sizi ne zaman evlendiriyoruz?" Eda'nın sesi ile daldığım düşüncelerden bir anda sıyrılmıştım. "Ela'cım bak bizim arkadaşımızı peşinden çok dolandırmışsın, şimdi de uzatıp onu üzme lütfen!"dediğinde kaşlarım kendiliğinden çatıldı. Nasıl yani? Eda bizi biliyor muydu? Tamam Asaf'ın arkadaşıydı evet ama bu arkadaşlık bizim özelimizi bilecek kadar ileri miydi yani?

"İnşallah yakın bir zam..."

"Bizim şuan acelemiz yok. " Asaf ile aynı anda konuştuğumuz için o sözünü yarıda bitirip bana bakmıştı. Şuan bu ikiliyle, daha doğrusu Melih ile aynı masada oturmak bile istemezken bir de sohbet etmek benim için olanaksızdı. Bu yüzden de sözü hemen kestirip atmak istemiştim. Ve Asaf da bunu bildiği için sessiz kalmıştı.

"Bana sorarsanız bence hemen evlenin."dedi Eda Melih'in elinden tutup gülümseyerek. Melih Eda'nın onun elini tutmasıyla sanki aramıza yeni katılmış gibi kafasını kaldırıp bize bakmıştı.

"Sana sormayız."dedim kendi kendime, ama sesim biraz yüksek çıkmış olabilirdi. Eda beni duymuş muydu bilmiyorum lakin Asaf'ın yanımda oturduğu için beni çok net duyduğunu biliyordum.
Elini elimin üzerine koyup bana yapma der gibi bir bakış attı ve ardından da Eda ve Melih'e bakarak gülümsemeye çalıştı.

Eda tam konuşacağı sırada dışardan gelen korna sesleriyle susup bakışlarını bahçenin iki kapılı büyük kapısına doğru çevirmişti. Korna sesleriyle gelinin geldiği haberi veriliyordu. Bakışlarımı hemen o tarafa çevirdim. Korna seslerine davul zurna, zılgıt ve şarkılarla eşlik edilmeye başlanılmıştı. Biraz sonrasında ise Yaman Ali'nin gelin arabasına doğru gitmesiyle o sesler kulakları sağır edecek kadar yükselmişti...

Dakikalar sonra Yaman Ali Meyra'yı arabadan çıkarmıştı. Kolunu uzattığında Meyra koluna girdiği gibi ikisi birlikte onlar için hazırlanan yere doğru yürümeye başlamışlardı. Meyra'nın başında duvak olduğu için yüzünü göremesem de yürüdüğünde kendisini nasıl da sıktığını görebiliyordum. Belki de onun ne şartlar altında evlendiğini bildiğim için sadece ben onun kendisini kastığını görebiliyordum...

Yaman Ali gelin koltuğunu çekip Meyra'yı oturttuktan sonra karşısında durup başındaki duvağı yavaşça kaldırdı. Saniyeler sonra eğilip alnından öptü ve kendisini hemen geri çekti. Benim bakışlarım sadece Meyra'da kalmıştı. Bakışlarımı ondan hiç çekmedim. Duvağının yüzünden kaldırılmasıyla içim onun için biz kez daha yanmış ve gözlerim dolmaya başlamıştı. Çünkü yaşadığı her şey yüzüne, bedenine yansımıştı. Meyra fazlasıyla tükenmiş bir durumdaydı. Fakat yorgun gözüken bedeni, solgun yüzü, kızarmış gözleri ve üzgün yüz ifadesinin aksine dikkatimi çeken başka şey onun sadeliği ve dupduru bir güzelliğe sahip oluşuydu. Bembeyaz bir tene, kumral saçlara, çekik gözlere sahipti. Oturduğumuz masa onlara yakın olduğu için onu çok net görebiliyordum ve dikkatimi çeken ilk şey de gözleri olmuştu. Zümrütü andıran gözleri vardı. O kadar güzeldi ki bir kadın olmama rağmen ona hayranlıkla bakakalmıştım.

Ama işte insanın yüzünün güzel olması bahtının güzel olması için yeterli değildi...

"Güzelim iyi misin?" Asaf'ın koluma dokunmasıyla dalgın bir şekilde bakışlarımı ona doğru çevirdim.
Elini kaldırıp yanağımı avuçlayınca bakışlarımı kaçırıp hemen kendimi toparladım.

"İyiyim."dedim dolan gözlerimi silip gülümsemeye çalışırken. Kafasını sallayıp elimi sımsıkı tuttu. Ne için üzüldüğümü biliyordu.

Sandalyenin hızla geri çekilmesiyle bakışlarımız kendiliğinden o tarafa çekilmişti. Melih oturduğu sandalyeyi az kalsın devirecekmiş gibi itip ayaklanmıştı. Daha ne olduğunu anlamadan çekip gitmişti yanımızdan. Ne olmuştu bu adama? Neden öfkeyle çekip gitmişti? Eda ve ben Melih'in arkasından bakarken, Asaf hemen döneceğini söyleyerek Melih'in arkasından gitmişti...

Melih'in gidişinden sonra Eda da hiçbir şey demeden sessizce içeri gitmiş ve koskoca masada bir başıma kalmıştım. Etraf insandan geçilmiyordu fakat ben yalnız kalmış gibi bir hissin içine kapılmıştım. Neyse ki birkaç dakika geçmeden Helin ve beraberinde birkaç kız daha yanıma gelip yalnızlığıma ortak olmuşlardı. Helin yine dün geceki gibi üzgün haline bürünmüştü. Yanımda oturuyordu fakat dolu gözleriyle sürekli arkadaşına bakıyordu. Onu anlıyordum ve Meyra'yı gördükten sonra onu daha da anlamaya başlamıştım...

Asaf Melih'in peşinden gittiğinde hemen dönerim dese de uzun bir süre olmuş ve hâlâ dönmemişti. Bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde ise ne onu ne de Melih'i görememiştim. Aslında avlunun öbür tarafında olabilirlerdi, çünkü oturduğumuz yerden orası tam görünmüyordu. İlk gittiklerinde ikisini konağın kapısının önünde konuşurlarken görmüştüm. Sonra oraya baktığımda ise ne onu ne de Melih'i görebilmiştim.

"Gelin tarafı da geldi." Yanımızda oturan kızın sesiyle benim ve Helin'in bakışları ona kaymıştı. Onun bakışları ise kapıdan içeri giren kişilerin üzerindeydi. Helin gelin tarafının geldiğini görür görmez hemen ayaklanıp onlara doğru gitmişti. Gelin tarafının geldiğini gören Murat bey de oğlu, kızı ve damadıyla birlikte onları karşılamak için kapıya doğru gitmişlerdi. Fakat Selma hanım yine yoktu... Yine ve yine kendisini geri plana atmıştı.

Bölüm : 10.02.2025 16:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...