
Uzun zaman sonra tekrar sizlerleyim😍😍😍 Oy verip yorum yapmayı unutmayalım lütfen 😍 😍 😍 😍
Keyifli okumalar 💞
Gözlerimi yorgunlukla açıp her iki elimle gözlerimi ovuşturduktan sonra yüzüme dağılan saçlarımı geriye doğru ittim. Dün gece ne ara ve nasıl uyuduğumu hatırlamıyordum ve şu an saatin kaç olduğuyla da alakalı hiçbir fikrim yoktu. Sadece gözlerimin ağrıdığını ve kafamın zonkladığını hissediyordum. Dün gecenin benim için pek de iyi geçtiğini söyleyemezdim. Dün gün boyunca fazla hareketsiz kaldığım için her yerim tutulmuştu ve gece boyunca ovmama ve ilaç almama rağmen ayak bileğimin ve belimin ağrısı dinmemişti. Ağrım dışında beni uyutmayan bir başka şey de Meyra olmuştu. Onu bahçede, yağan yağmurun altında bir başına ağlarken görmek beni kahretmişti. Odaya çıkıp bir süre uzandıktan sonra vücudumdaki ağrı hiç dinmemişti ve ben de biraz yürürsem belki ağrım biraz diner düşüncesiyle odadan çıkıp akşam oturduğumuz salona doğru yürümüştüm. Cama yaklaştığım sırada da Meyra'yı bahçede, yağmurun altında görmüştüm. O an yanına gitmek istediysem de Asaf beni belimden tutarak izin vermemişti. Yine de onun yanına gitmek isteyen yanım ona direnmek istemişti. Ama Asaf, Meyra'nın belki de biraz yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu söyleyip beni durdurmuştu.
Asaf bana bakmak için kaldığım odaya doğru geldiğinde benim çıktığımı ve peşimden geldiğini söylemişti. Eğer ki Asaf yanımda olmasaydı ben dayanamaz ve yağmurun altında duran Meyra'nın yanına giderdim, gök gürültüsünden korktuğumu bile bile...
Yatakta doğrulup oturur pozisyonuna geldikten sonra elimi yastığın altında duran telefonu almak için uzattım. Diğer elimle saçımı tekrar kulağımın arkasına sıkıştırırken telefon ekranından saate baktım. Saat daha 7.20 geçiyordu. Daha henüz erkendi. Gözlerim uyku için ağrıyor fakat belimden dolayı uzanamadığım için yataktan ayaklarımı sarkıtarak yatağın dibinde duran terliği ayağıma geçirdim. Değneği elime alıp kalkarken kaşlarım belimdeki ağrıdan dolayı kendiliğinden çatılmıştı.
Yavaş adımlarla lavaboya doğru ilerledim. Her adımımda kaşlarım çatılıyor ağrım daha da artıyordu. Bir an önce ilaç alıp belime krem sürmem gerekiyordu. Bu ağrı neden nüksetmişti ki? Ve üstelik dün geceden beri ağrısı bir türlü dinmek bilmiyordu.
Ayakta durmak beni fazlasıyla zorladığı için zor bela lavaboya geçip rutin işlerimi hallettim. Lavabodan çıktığım gibi çekmeceye koyduğum kremi alarak adımlarımı cam kenarında bulunan berjere doğru yönlendirdim. Daha oturmadan perdeyi çektiğimde güneş yüzüme vurup odanın içini aydınlatmıştı. Bu sefer balkon kapısını açıp havanın içeri girmesini sağladım. Dün gece o kadar yağmur yağmıştı ki, şimdi toprağın kokusu buram buram içeri doluyordu.
Üstümü hafif yukarı sıyırıp parmak uçlarıma sıktığım kremi yavaşça belime yedirmeye çalıştım. Kolum belimin her tarafına uzanamıyordu. Özellikle de ağrıyan bölgeye... Biraz daha elimi ağrıyan bölgeye uzatmaya çalıştım ama bir türlü olmuyordu, başaramıyordum. Artık olduğu kadarla yetinecektim.
Kapının tıklanıp yavaşça açılmasıyla bedenimi kapıya doğru döndürdüğümde dudaklarım arasından küçük bir inilti kopmuştu. Vücudumu döndürmemle birlikte belimin tam ortasında derin bir acı hissetmiştim.
"Günaydın." Gelen Helin'di. Kapıyı ardından kapatıp yanıma doğru ilerledi. "Ne oldu?"dedi, beni kaşları çatık halde görünce.
Kaşlarımı düzeltip gülümsemeye çalıştım. "Günaydın. Birden dönünce ağrı girdi."dedim. Elim hâlâ belimdeydi. Helin dün gece birkaç defa bana bakmak için odaya gelmişti. Hatta gece yanımda kalmak için ısrar da etmiş ama ben kabul etmemiştim. Dün geceden beri ağrım olduğunu biliyordu ve bu yüzden de sabahın bu saatinde yanıma gelmişti. Aslında onu yanıma dün gece gönderen Asaf'tı. Kendisi gece gece kaldığım odaya giremeyeceği için Helin'i gönderip bana bakmasını istemişti.
Asaf'ın da dün geceyi rahat bir şekilde geçirdiğini pek düşünmüyordum.
"Sana dedim bi' hastaneye gidelim. Ama sen bir türlü kabul etmedin. Bizimkilere de haber vermeme izin vermedin. Hadi kalk bi' doktora görünelim lütfen!"dedi yanıma oturup elini bacağıma koyarken. Kafamı iki yana sallayıp krem olmayan elimi bacağıma koyduğu elinin üstüne koydum.
"Krem sürüyorum birazdan ağrısını dindirir. Hem kahvaltıdan sonra ilaç da alırım, hiçbir şeyim kalmaz."dedim. Dün ilaç almış ama krem sürmemiştim. Kremin biraz sonra ağrısını azaltacağını düşünüyordum. Sahi dün gece o kadar ağrım olmasına rağmen neden krem sürmemiştim ki? Aklıma bile gelmemişti. Gerçekten Meyra'nın yaşadıkları benim bütün dengemin şaşırmasına neden olmuştu. Doktorun verdiği en etkili ağrı kesici kremi sürmeyi unutmuş, gece boyu ağrılar içinde kıvranmıştım.
"Ne inatçı bir kızmışsın sen ya..."dedi gülümsemeye çalışırken. Bakışlarını elimde olan kreme çevirdi. "Bari var ben süreyim. Elin her tarafa ulaşamayabilir." Elim ulaşmıyordu, özellikle de fazla ağrıyan taraflara.
"Zahmet olmasın."dediğimde bana yan bir bakış atıp olmaz der gibi kafasını iki yana salladı ve ardından kremi avucumdan alarak biraz eline sıktı.
Helin belime krem sürdükten sonra çıkmış ben de biraz oturup kremin etkisini göstermesini bekledikten sonra kalkıp giyinmiştim. Neyse ki tam da düşündüğüm gibi krem çabuk etki edip ağrımı biraz olsun dindirmişti. Şuan hareket ettiğimde dün geceki gibi ağrım olmuyordu neyse ki...
Yatağın kenarına bıraktığım ateli ayağıma taktıktan sonra yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda karşımda Asaf'ı beklemiyordum.
"Bende sana bakmaya gelmiştim."dedi bakışlarını üzerimde gezdirirken. Sanırsam iyi olup olmadığıma bakıyordu. "Daha iyi misin? Hastaneye de gitmeyi kabul etmemişsin. Dün gece aklım hep sendeydi. Niye hastaneye gitmeyi kabul etmedin? Aklımın sende kalacağını bilmiyor muydun?" Kaşlarını bu sefer çatıp sorularını ardı ardına sormuştu. Aklının bende kaldığını biliyordum ama kimseye o saatte rahatsızlık vermek istememiştim.
"Biliyorum ama kimseyi o saatte rahatsız etmek istemedim. Hem sana bu duruma artık alışman gerektiğini söylemiştim. Böyle inişli çıkışlı bir hayat yaşadığımı biliyorsun. O yüzden endişe edeceğin bir şey yok."dedim elini tutup endişesini yok etmek istercesine. Sözlerimin onun endişesini yok etmediğini biliyordum fakat sözlerim gerçekti. Benim hayatımın gerçekleriydi.
Diğer elini ensesine götürüp kaşırmış gibi yaparak, "Evet ama bu benim elimde olan bir şey değil. Ben senin acı çektiğini bile bile oturup bir köşede bekleyemiyorum. Senin canın yanarken benim de canım yanıyor."dedi. Bu dedikleri benim için çok ama çok kıymetliydi. Beni bu kadar düşünmesi, bana bu kadar değer vermesi ona olan aşkımı, ona olan sevgimi gün be gün daha da büyütüyordu. Ama ben onun bu kadar üzülmesine dayanamıyordum. Bakışlarımı etrafta gezdirip kimseyi görmedikten sonra aramızdaki bir adımlık mesafeyi yok edip ona sıkıca sarıldım.
"Biliyor musun? Ailem dışında beni bu kadar düşünecek birinin karşıma çıkacağına hiç inanmazdım. Bana bu duyguyu yaşattığın için, bana bu mutluluğu tattırdığın için teşekkür ederim. İyi ki geldin hayatıma, iyi ki sevdin beni..."diyerek kafamı hafif kaldırıp gözlerinin içine baktım. Gülümseyerek yanağında oluşan gamzesini ortaya çıkardı. "Sen geldin hayatıma,"derken göz kırpmış, ardından kafasını eğip dudaklarını saçlarıma bastırmıştı. Doğruydu. İlk ben ona gitmiş, onların hayatlarına dahil olmuştum. O zamanlar gitmeye mecbur bırakılarak onların hayatına dahil olmuştum evet, ama bu mecburluğun en güzel tarafı Asaf gibi güzel yürekli bir adamın hayatıma dahil oluşuydu ve ben bunu ne yazık ki çok sonradan anlamıştım.
"Gerçi o zamanlar gelmeseydin de biz yine karşılaşacaktık ve ben seni yine sevecektim."dedi. Bu da doğruydu. Selim ve Hilal'den dolayı mutlaka bir araya gelmiş olacaktık.
Birisinin gelişini belli edercesine hafif öksürmesi ile kendimi Asaf'tan geri çekerek değneğime daha sıkı tutunup boğazımı temizledim. Gelen Helin'di. Bize doğru gelirken yüzünde içten bir tebessüm vardı.
"Ben de Ela'ya bakmaya gelmiştim."dedi. Bakışlarını önce Asaf'a ardından da bana doğru döndürüp, "Daha iyi misin?"diye sordu. Asaf da Helin'in sorusuyla bakışlarını bana dikmişti. Demin sorduğu soruyu geçiştirmeye çalıştığımı düşündüğü için bakışlarını üzerimde gezdiriyordu, iyi olup olmadığımı anlamak ister gibi.
Ama ben iyiydim ki zaten...
"İyiyim merak etme. Ağrım sızım yok denecek kadar azaldı sayılır."dedim gülümserken. Bakışlarım Helin'de olsa da sözlerim hem Helin için hem Asaf içindi. Helin sözlerimden sonra tebessüm ederken, Asaf bana üstten üstten bakmıştı. Sanki sözlerim ona pek geçmemiş gibiydi.
"Kahvaltı bahçeye kurumuş, istersen geçelim fazla ayakta bekleme."dedi Helin bana bakarak. Kafamı sallarken Helin yolu tarif edermiş gibi önümüzden yürümeye başlamıştı. Helin arkasını döndüğü gibi Asaf elimi tutmuş beraberinde yürütmeye başlamıştı. Elimi geri çekmek istesem de bırakmamıştı, ta ki balkon kapısına gelinceye kadar. Orada da bahçeye çıkacağımız için mecbur bırakmak zorunda hissetmişti kendini.
Balkon kapısı sonuna dek açık duruyordu. Balkon kapısında durduğum gibi esen hava yüzümü yalayıp geçmişti. Dünün aksine bugün hava oldukça güzel ve sıcak görünüyordu. Hafif bir esinti vardı. Her yer buram buram toprak kokuyordu. Hava her estiğinde insanın burnuna toprak kokusu doluyor ve bir hoş oluyordu. Buranın kendine has doğal bir havası vardı. Bunu buraya ilk ayak bastığımda hissetmiştim. Bu havada kahvaltı yapmak oldukça güzel ve iştah açıcı olacaktı.
Bahçeye çıktığımızda Meyra ve Yaman Ali dışında ailedeki herkes kahvaltı sofrasında oturmuşlardı.
Masanın bir başında Murat Bey diğerinde ise Selma hanım oturuyordu. Fırat, Leyla, Melih, Eda, Esra ve eşi masanın bir tarafından otururlarken karşılarındaki sandalyeler de boş duruyordu.
Murat Bey bizi gördüğü gibi yüzünde samimi bir tebessüm oluşmuştu. "Buyurun çocuklar."dedi yüzündeki gülümsemesiyle. Tebessüm edip boş sandalyelere geçtik. Asaf Murat Bey'in yanındaki sandalyeye geçip otururken ben de onun yanına oturmuştum. Helin ise Selma Hanım'ın yanındaki sandalyeyi çekip oturmuştu. Aramızdaki 2 sandalye boştu. Sanırsam onlar da Meyra ve Yaman Ali içindi. Ama onlar daha görünürde yoktu.
Biraz sonra tam da beklediğim gibi Yaman Ali önde, Meyra onun bir iki adım gerisinde bize doğru gelmeye başlamışlardı. Yaman Ali Helin'in yanındaki sandalyeye otururken Meyra da benim yanımdaki sandalyeye oturmuştu. Kafamı hafif çevirip ona yandan baktım. Dünün aksine daha toparlanmış gibiydi. Ama durgun görünüyordu.
Üstündeki kıyafetleri ile dikkatimi çekmeyi tekrar başarmıştı aslında. Bizden çok farklı giyiniyordu. Burada onun dışında böyle giyinen başka birini görmemiştim. Burada daha yeni idim evet ama en azından şimdi onun dışında böyle giyinen biri yoktu aramızda.
Meyra hem yaşadıklarıyla, hem giyimi, hem kuşamıyla farklı biriydi, bunu çok iyi anlamıştım. Aslında onu farklılaştıran da ona yaşatılanlardı.
Murat Bey'in afiyet olsun demesi ile sofrada sessizlik hakim sürmeye başlamıştı. Çatal kaşık dışında hiçbir ses yoktu. Meyra dışında herkes kahvaltısını yapmakla meşguldü. Meyra tabağına aldığı bir parça peyniri ezmekle uğraşıyordu sadece. Ağzına tek lokma aldığını bile görmemiştim.
Biraz öncesine kadar bu güzel havada güzel bir kahvaltı yapma düşüncesinde olmuştum. Lakin Meyra'yı böyle görmek benim de iştahımı kapatmıştı. Elimdeki çatalla tabağıma aldığım birkaç zeytin ile öylece uğraşıyordum. Bakışlarım tabağımdaki zeytinlerde olsa da aklım yanımda oturan düşünceli Meyra'daydı.
Asaf'ın bana yaklaşıp, "Ela'm ne oldu, neden yemiyorsun?"demesiyle girdiğim düşüncelerden çıkmıştım. Kafamı bir şey yok dercesine iki yana salladım.
"Kızım beğenmedin mi yoksa? Eğer istediğin bir şey varsa söyle hemen getirtelim."dedi bu sefer Murat bey araya girerek. Kafamı hızlıca iki yana salladım.
"Yok teşekkür ederim. Her şey çok güzel olmuş."dedim gülümsemeye çalışırken. Elimdeki çatalı bırakıp bir yudum su içtim.
"Asaf oğlum Ela kızımın tabağını doldur. Belki eli yetişemiyordur her şeye, belki de çekiniyordur."dediğinde, bakışlarımı ona çevirecektim ki, Murat bey bakışlarını oğluna çevirip konuşmaya devam etti. "Yaman oğlum sen de Meyra kızımın tabağını doldur."deyip önündeki çayından içti. "İkisi de oturduklarından beridir hiçbir şey yemediler."dedi önce Meyra'ya ardından bana bakarak. Tam itiraz edecektim ki Asaf bulduğu her şeyden tabağıma doldurmaya başlamıştı. Teşekkür edip tabağı önüme çektim Asaf daha fazla doldurmasın diye. Bir parça peynir alıp ağzıma atarken bakışlarım tam karşımda oturan Melih ve Eda çiftine kaymıştı. Eda, bakışları önündeki kahvaltı tabağındayken yüzünde anlam veremediğim bir ifadeye bürünmüştü. Morali mi bozuktu, sinirli miydi anlamadım. Melih ise elindeki bardağı kavramış, alttan alttan Yaman Ali ve Meyra'yı izliyordu, en çok da kafasını hiç kaldırmayan Meyra'yı... Bakışlarımın onda olduğunu görmesiyle bakışlarını indirip elindeki bardağı kaldırıp içti.
Bu adamın derdi neydi gerçekten anlamıyordum. Neden ikidir onu Meyra'ya bakarken buluyordum? Kıza çektirdikleri yetmemiş miydi?
*************
Kahvaltı faslı bittikten sonra Asaf beni gezmek için dışarı çıkarmak istemişti. Ağrım azaldığı için ve buraları hiç bilmediğim için kabul etmiştim. Biraz çıkıp hava almak, dolanmak iyi gelecekti. Her ne kadar hoşlanmasam da Selma hanım bize eşlik etsin diye Melih ve Eda'nın da bize katılmalarını istemişti. Fakat Eda başının ağrıdığını söyleyerek gelmeyi reddetmiş, Selma Hanım bu sefer de bana eşlik etsin diye Helin'i bizimle göndermek istemişti. Ama benden çok Meyra'nın Helin'e ihtiyaç duyduğunu biliyordum. O yüzden de güzel bir dille reddetmiştim. Helin ise Meyra'yı yalnız bırakmak istemediği için bana minnetle bakmıştı. Meyra için reddettiğimi o an anlamıştı.
"İyi misin?"dedi Asaf beni oturtur oturtmaz. İlk bulduğumuz restorana kendimizi hemen atmıştık. Biraz fazla yürüdüğüm için yorulmuş ve bileğime ağrı girmişti. Ama ağrım geçecek gibiydi, sadece fazla yorulmuştum.
"İyiyim. Sadece yoruldum."dedim arkama yaslanırken. Kafasını sallayıp kolunu omuzuma sardı. Asaf yanıma oturmuş, Melih de karşımıza geçip oturmuştu. Buranın tarihi yerlerini gezdirmişti bize. En çok Van Kalesine giderken yorulmuştum. Belli bir yoldan sonra yolu yayan devam etmek zorunda kalmıştık ve ben de yolun yarısına kadar gidebilmiştim. Onu da zor bela yürümüştüm. Ama bu kadar yorulduğuma da değmişti açıkçası. Sevmiştim ben buranın taşını, toprağını, havasını...
"Aç mısın? Bir şeyler isteyelim masaya?"dediğinde kafamı iki yana salladım. Kahvaltıyı tam anlamıyla yapmadığımı düşündüğü için dolandığımız süre boyunca Asaf sürekli bana bir şeyler yedirmeye çalışmıştı zaten.
"Aç değilim canım. Ama soğuk bir şeyler alabilirim. Hava çok sıcak, bunaldım." Elimi yelpaze gibi sallayıp serinlemeye çalıştım. Hava aşırı derecede sıcaktı.
Asaf siparişlerimizi verirken Hilal aramış onunla kısa bir konuşma yapmıştık. Ne zaman döneceğimizi, artık bensiz sıkılmaya başladığını söyleyip durmuştu. Ne zaman döneceğimizi ben de bilmiyordum. Bugün döneriz diye düşünmüştüm ama Asaf döneceğimiz ile ilgili hiçbir şey söylememişti. Açıkçası ben de bununla ilgili hiçbir şey sormamıştım. Normalde dönmek için dün gece Asaf'la konuşmam gerekiyordu. Ama bu konu hakkında ne o benimle ne de ben onunla tek kelime konuşmamıştık. Galiba Asaf sessiz kalışımdan burada biraz daha kalmak istediğimi düşünüp sessiz kalmıştı. Evet biraz daha kalmak istiyordum, en azından bugün...
Çünkü beni buraya bağlayan bir Meyra vardı...
Asaf'ın elimden tutup beni dürtmesiyle düşüncelerimden sıyrılıp yüzüne çevirdim bakışlarımı. Ne oldu dercesine yüzüne baktığımda, o ve Melih bana bakıyordu.
"Güzelim deminden beridir sana sesleniyoruz. Ne oldu, nereye daldın öyle?"dedi gözlerini üzerimde gezdirerek.
"Hiç. Yok bir şey. "dedim. Bakışlarımı indirip Melih'in olduğu tarafa hiç bakmadım. Bugün onun yüzünü görmeye yeteri kadar mecbur kalmıştım. Dahası fazlaydı...
"Ela benden pek hoşlanmadı galiba."dedi Melih benim ondan tarafa hiç bakmadığımı görünce.
"Ela sadece..."diyecekken Asaf, telefonunun çalması ile sözü yarıda kesilmişti. Telefonu cebinden çıkarıp baktıktan sonra ayaklandı.
"Dayım arıyor. Bu telefonu açmam lazım. Siz oturun ben hemen gelirim."diyerek yanımızdan uzaklaştı. Melih'ten hiç hoşlanmadığımı, onunla yalnız kalmak istemediğimi biliyordu ama sanırım dayısının Nehir ile ilgili aradığını düşündüğü için hemen telefonu açıp uzaklaşmıştı bizden. Söz konusu Nehir olunca akan sular duruyordu onun için, hele ki Nehir o kazayı geçirdikten sonra...
Şimdi Melih ile yalnız kalmıştık ve bu benim hoşuma hiç gitmiyordu. Onu gördükçe Meyra'nın dünkü gözyaşları gözümde canlanıyordu. Bu da daha çok öfkelenmeme sebep oluyordu.
Telefonu çantamdan çıkarıp telefonla ilgileniyormuş gibi yapıp, o yokmuş gibi davranmaya çalışacaktım.
"Biliyorum. Benden pek hoşlanmadın..." Melih'in sesini işittiğimde kafamı kaldırmadan gözlerimi birkaç saniye üzerinde gezdirdim. Benden cevap bekliyormuş gibi gözlerimin içine baktı ve ardından bakışlarını birkaç saniyeliğine Asaf'ın gittiği tarafa çevirdi.
"Doğru. Senden hiç hoşlanmadım."dedim telefonumu masaya bırakırken. Doğrudan yüzüne bakarak konuşmuştum. Yüz ifadem sert olduğu gibi sesim de sert çıkmıştı. Birkaç saniye yüzüne baktıktan sonra geriye yaslanarak kollarımı göğsümde bağladım. Onun sözlerime alınıp alınmaması umurunda değildi. Melih'e karşı içimde tuttuğum öfkeyi yüzüne vurmasaydım rahat edemezdim.
"Açık sözlüsün. Asaf bu kadar açık sözlü olduğundan bahsetmemişti."derken içtiği kahve fincanını masaya bıraktı. Benden böyle bir şey beklemediği yüzünden belli oluyordu. Sanırım Asaf'ın arkadaşı olduğu için onunla bu kadar açık konuşacağımı düşünmemişti.
Sırtımı yasladığım yerden çekip kollarımı masaya yatırarak direkt yüzüne baktım. "Yüzüne gülüp arkandan mı konuşayım?"dedim. Yüzümde en ufak bir mimik dahi oynamamıştı. Kafasına iki yana sallayıp geriye yaslandı.
"Peki neden? Yani sana herhangi bir kötülüğüm dokunmadı. Seni ismen tanıyor olabilirim ama ilk defa karşı karşıya geldik. Doğrusu bize karşı bu kadar soğuk olacağını düşünmemiştim."dediğinde yüzümde samimiyetsiz bir gülümseme belirmişti. Bunu soruyor olması çok saçma değil miydi? Bunun nedeni çok açık ve netti.
"İnsanları yarı yolda bırakan insandan hiç haz etmem. Ne yanımda, ne de yanımda olan insanların çevresinde olmasını isterim."dedim yüzümü buruşturarak. Onun Asaf'la arkadaş olması hiç haz ettiğim bir şey değildi. Ama işte...
Melih, dediğimle bir an sessiz kalmıştı. Onun bu sessiz kalışı yaptığı kötülüğün farkında oluşundan mıydı? Yoksa diyecek sözünün olmamasından mıydı? Bu saatten sonra yaptığı kötülüğün farkında olması neye yarardı peki? Hiçbir şeye...
"Haklısın..."dedi bir süre sonra. Eli hâlâ masaya bıraktığı fincan kulpundaydı. "Ama şunu unutma! Sen de bir zamanlar, çok değil daha birkaç ay öncesine kadar Asaf'ı yarı yolda bırakıp onun bu ülkeden gitmesine neden olmuştun. Belki kendince sebeplerin vardı, haklı haksız orası tartışılır. Ama Asaf'ın ne kadar acı çektiğine bizzat ben şahit oldum. Onun her günü senden uzakta olsa da senle geçti."diyerek doğrudan gözlerimin içine baktı. Konu neden birden bana ve Asaf'a dönmüştü? Hem onun yaptıklarıyla bizim konumuz ne alakaydı? "Yani demem o ki: kimse isteyerek birine acı çektirmek istemez... Sen nasıl ki Asaf'ın canını isteyerek yakmadıysan..."dediğinde kaşlarım birden çatılmış ve direkt sözünü kesmiştim.
"Pardon! Sen kendi yaptıklarınla benim yaptığımı bir mi tutuyorsun?"derken dayanamayıp sinirden gülmüştüm. Bu adam ne dediğinin farkında mıydı acaba? Yoksa kendi yaptıklarını mı aklamaya çalışıyordu? Ha, eğer kendini aklamaya çalışıyorsa büyük bir yanılgının içinde olurdu o zaman. Çünkü benim durumum çok farklıydı...
"Kusura bakma ama yaptıklarımızın uzaktan yakından alakası yok! Ben Asaf'ın benden gitmesini isterken onu düşünmüştüm. Benimle acı çekmesin, benim için üzülmesin, benim canım yandığında onun ki yanmasın istemiştim!" Asaf daha dün gece benim ağrım olduğu için benimle sabahlayan biriydi. Yaptığım her şey sadece onun üzülmesini istemediğimdendi. Onun dün geceyi benim yüzümden sabahlayarak geçirmesi, bütün gün benim için endişe duyması beni yeteri kadar üzmüştü. Çünkü ben Asaf'ın üzülmesine sebep olan değil, mutluluklarına sebep olan kişi olmak istiyordum.
İşte Melih'in anlamak istemediği de buydu!
"Ben onun..."diyecekken Melih araya girip tekrar sözlerime devam ettim.
"Ama sen yıllarca seni bekleyen birinin olduğunu bilerek bunu yaptın! Ne olacağını, o kızın başına neler geleceğini, onu ne duruma sokacağını bile bile bunu ona yaptın."dedim yüzüne öfkeyle bakarken. Melih sözlerimden sonra geri adım atar gibi sessizliğe bürünmüştü tekrardan. Yaptıklarını bir bir yüzüne söylerken yüzündeki o beliren ifadeyi çok net görmüştüm. Yaptıklarının pişmanlığı vardı yüzünde. Ama bunun bir önemi kalmamıştı artık...
"Daha kötüsü ne biliyor musun?" Yüzüne aynı öfkeyle bakmaya devam ettim. "Meyra'yı daha kötü bir duruma sokmak için başka bir gün yokmuş gibi onunla düğününüzün kararlaştırılacağı gün elinde başka bir kızla karşısına çıktın! Hem de herkesin içinde!"dedim. Kaşlarım kendiliğinden çatılmış, kelimeler duraklarımdan sinirle dökülmüştü. Onun Meyra ile düğünlerinin kararlaştırılacağı gün Eda ile buraya döndüğünü Asaf ve Helin dışında dün düğünde de duymuştum. Bazılarının kendi aralarında bununla ilgili konuşmalarına şahit olmuştum.
"Ama şunu unutma! Bu yaptığın bir gün ip gibi boynuna dolanacaktır, er ya da geç..." Ve ben o günün gelmesini diliyordum. Meyra ne kadar acı çekmişse Melih daha fazla çeksin istiyordum. Çünkü Meyra'nın dünkü yıpranmış hali, istemsizce döktüğü göz yaşları gözlerimin önünden bir türlü gitmiyordu.
Melih bakışlarını kaçırıp daha da sessizleşti. Ben ise daha fazla onunla muhatap olmamak ve yüzünü görmemek adına geriye yaslanıp hafif yan döndüm. Şimdi içimdeki öfke daha da kabarmıştı. Onunla daha fazla diyaloğa girmek istemiyordum. Onunla bu saatten sonra konuşmak boş geliyordu artık. Benim nazarımda onunla konuşmak sadece ağız yormaktan başka bir şey değildi.
Bakışlarımı Asaf'ın gittiği yöne çevirdim. Ardından kolumdaki saate baktım. Gittiğinin üstünden yaklaşık on beş dakika geçmişti. Nerede kalmıştı ki?Dayısı aramıştı. Acaba kötü bir şey mi olmuştu? Yoksa yine Nehir'e mi bir şey olmuştu? Hâlâ dönmüş olmaması o yüzden olabilir miydi? Kafamda bu gibi sorular dönüp dururken Asaf'ın karşıdan bize doğru geldiğini görmüştüm. Daha yanımıza varmadan çantamı alıp değneğime tutunarak ayağa kalktım. Melih'in bakışları ekranı kapalı olan telefonundayken hâlâ deminki sessizliğini korumaya devam ediyordu.
"Artık gidelim mi? Yoruldum bugün."dedim Asaf yanımıza varır varmaz. Kafasını olur anlamında sallarken Melih'e doğru kısa bir bakış attı. Melih bakışlarını Asaf'a çevirmiş ama kalkmamıştı.
"Sen kalkmıyor musun?"diye sordu. Bakışlarımı Melih'ten çekip, diğerine göre daha az ağrıyan ayağıma ağırlığımı verdim.
"Yok. Siz gidin ben biraz daha oturacağım."dediğini duydum Melih'in. Asaf kafasını sallarken dönüp bana baktı.
"Güzelim taksi çağırana kadar istersen biraz otur. Taksi gelene kadar ayakta bekleme"dedi. Melih'in arabasıyla geldiğimiz için haliyle taksi çağırması gerekiyordu.
"Asaf siz arabayla gidin ben taksiyle dönerim. Hem Ela da yorgun, taksi falan uğraşmayın."dedi Melih masada duran anahtarı Asaf'a uzatırken. Benim olduğum tarafa hiç bakmıyordu.
Asaf başta kabul etmek istemese de bana bakıp ardından kabul ederek anahtarı aldı. Ben tek kelime dahi etmedim. Sadece bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordum. Taksi bekleyemeyecek kadar bunalmıştım Melih'ten.
"Tamam o zaman evde görüşürüz."dedikten sonra elimi tutup çıkışa doğru yöneldik. Ayağımın, kafeye ilk girdiğimize nazaran daha az acısı vardı ve bunun için daha temkinli daha yavaş yürüyordum. Gerçi Asaf yanımdayken bunun aksi asla mümkün değildi. Benden çok beni düşünüyor ve dikkatli yürümem için beni sıklıkla uyarıyordu.
"Ne oldu aranızda?"dedi Asaf yerinde duraksayarak. O duraksayınca beni de beraberinde durdurmuştu. İlk başta ne demek istediğini tam anlamamışsam da sonrasında bakışlarının arkaya doğru kaydığını görünce anlamıştım. Bakışları arkamızda bıraktığımız Melih'te idi. Kafamı çevirip onun baktığı tarafa baktım. Melih başını önüne eğmiş, düşünceli bir hale bürünmüştü. Fazlasıyla üzgün bir görüntüsü vardı.
Daha beter olsun!
"Hiç... Yani bir şey olmadı."dedim. Asaf'ın derin nefes alışını ve ardından dönüp bana bakışını gördüm. Aramızda ters giden bir şeylerin olduğunu anlayan bir bakıştı.
"Telefon konuşmaya gitmeden evvel iyi gibiydi."dedi bakışlarını tekrar Melih'e çevirip üzerinde gezdirdi. Aslında Melih'in dışarı çıktığımızdan beridir sürekli durgun bir hâli vardı. Ve benim konuşmamdan sonra daha da durulmuş, üzgün bir ifadeye bürünmüştü. Ama inanmıyordum. Onun bu hâli de artık bana pek inandırıcı gelmiyordu.
"Merak etme dövmedim."dedim gözlerimi devirip, yüzümü buruşturarak. Hoş, elimden gelse en çok yapmak istediğim oydu ya neyse. Asaf'ın yüzünde dediğimle belli belirsiz bir gülümseme belirmiş, bana üstten üstten bakmıştı. Sanki Melih'i gerçekten dövebilecekmişim gibi bana gözlerini dikmişti. "Bakma öyle, bir şey yaptığım yok. Sadece yaptıklarını yüzüne vurdum o kadar..."dedim bir kaşımı havalandırırken. Melih'in yüzüne yaptıklarını vurduğum için Asaf'ın tepki vereceğini veyahut onu savunmak için birkaç kelime de olsa bir şeyler söyleyeceğini düşünsem de onun yüzündeki belirsiz gülümsemesi bu sefer daha net bir şekilde görünmüştü. Elini kaldırıp yanağımı avuçlayarak baş parmağıyla yanağımı sevince doğrudan gözlerinin içine baktım.
"Bir şey demeyecek misin?"diye sordum. Daha iki gün öncesine kadar Melih'i savunacak sözler sarf etmemiş miydi? Peki neden şimdi susuyordu?
"Ne diyeyim?"
"Ne bileyim... Yani onu savunmak için hiçbir şey söylemeyecek misin?"dedim. Kaşlarım alnımın ortasına kadar kalkmıştı. Açıkçası şaşırmıştım.
"Melih kendi hayatıyla beraber birçok insanın da hayatını mahveden kararlar alıp uyguladı. Şimdi bu durumdaysa tek sorumlusu da odur."dedi birkaç saniye sonra. Daha da Melih hakkında bir şey demedi. Fikrini değiştiren ne olmuştu anlamadım. Yoksa dün gece Meyra'yı o yağmurun altında ağlarken görmek mi fikrini değiştirmişti?
"Hadi gidelim artık, bugün fazlasıyla yoruldun."dedi kısa bir süre sonra. Kafamı salladım. Bugün Melih'e fazlasıyla katlanmak zorunda kaldığım için günümüzün geri kalanını mahfetmemek adına kafamı sallayıp konuyu kapattım. Çıkışa doğru yönelirken Asaf bana daha da yaklaşmıştı. Elimi bırakıp koluyla omuzumu sararken diğer eliyle elimi tekrar kavramıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 62.58k Okunma |
4.83k Oy |
0 Takip |
84 Bölümlü Kitap |