Arkadaşlar sizden ricam oy verip bol bol yorum yapmanız! Sizi biraz beklettim ama bu bölüm diğerinden daha uzun.
Bol bol yorum yapmayı unutmayınız lütfen!!!!
Kafeden çıktıktan sonra direkt eve geçmek yerine Asaf bizi sahile götürmüştü. Arabada olduğu süre boyunca da bir sessizlik içinde olmuştu ve bu sessizliği sürdürmeye de oturduğumuzdan beridir devam ediyordu. Ne olduğunu, neden bu kadar sessiz olduğunu anlamış değildim. Dayısı aradıktan sonra bu sessizliğe bürünmüştü. Kötü düşünmek istemiyordum ama ya Nehir'e kötü bir şey olduysa? Ya tekrar düşmüşse! Ona bir şey olsaydı Asaf burada, bu şekilde durabilir miydi? Şimdiye apar topar İstanbul'a gitmiş olmaz mıydı?
Nehir'e en ufak bir şey olsa Asaf'ın burada durabileceğini sanmıyordum. Nehir'in onun için ne kadar kıymetli olduğuna kendi gözlerimle şahit olmuştum.
Elimi elinin üzerine koyup parmaklarımı parmaklarına geçirdiğimde dönüp yüzüne baktım. Bakışları denizin durgun sularındaydı. Bedenen burada olsa da kafası burada değil gibiydi. "Ne oldu? Neden bu kadar düşüncelisin?"diye sorduğumda daldığı düşüncelerden sıyrılıp derin nefes aldığını gördüm. Derin bir nefes aldı ama bakışlarını denizden hiç çekmedi. Yine sessizliğini korumaya devam ediyordu. O böyle olunca ben ister istemez kötü hissediyordum. Son bir iki haftadır onun gülen yüzüne, yanımdayken hiç dinmeyen sesine alışmıştım. İçinde olduğu sessizlik beni fazlasıyla kötü etkiliyordu. Onu bir tek Nehir hastanede iken bu kadar durgun ve düşünceli görmüştüm.
Bu sefer boşta kalan elimi çenesine götürüp yüzünü kendime çevirdim. "Sorun ne? Dayınla konuştuğundan beri yüzün hep düşük."dedim parmağımla yanağını okşarken. Gözleri hâlâ boşluğa bakarmış gibi bakıyordu. "Ali'mm ters giden bir şey mi var?"dediğimde gözleri boşluktan çıkarmış gibi gözlerimi buldu. Ona ilk defa Ali ismiyle hitap ediyordum. İsminin Ali Asaf olduğunu çok önceden Defne abladan duymuştum ama ona ilk defa bu şekilde hitap etmek şimdi nasip olmuştu.
"Yoksa Nehir mi? Ona mı bir şey oldu? O iyi mi?"dedim. Aklıma Nehir dışında başka bir şey gelmiyordu. Elini kaldırıp yanağındaki elimi kavrayarak avuç içine aldı.
"Nehir iyi. Yani şimdilik..."dediğinde ona anlamaz gözlerle bakakalmıştım. Ne demekti bu şimdi?
"Dayım aradı ya..."deyip duraksadı. Sanki diyecekleri onun canını daha da yakacakmış gibiydi. Devam etmesi için kafamı evet anlamında salladım. "Bugün Nehir'i kontrol için hastaneye götürdüklerini söyledi. Doktorlar eğer Nehir ameliyat olmazsa durumunun daha da kötüye gideceğini, tamamen felç kalabilme ihtimalinin bile olabileceğini söylemiş..."dediğinde sanki üzerime koca bir ağırlık çökmüştü. "Ve olacağı bu ameliyat da biraz riskli..."diye sözlerine devam etti. Yutkundum. Asaf bilmiyordu ama bu söylemlere alışık biriydim ben. Zamanında bu gibi söylemler benim için fazlasıyla kullanılmıştı. Bunun ne kadar acı verdiğini o yüzden fazlasıyla bilen biriydim. İlk zamanlarda daha küçük olduğum için her ne kadar anlamamış olsam da hep hissetmiştim. Annemlerin her doktor çıkışı benim için ağladıkları günleri hayal meyal hatırlıyordum. Annemler bana hissettirmemek için ellerinden geleni yapıyorlardı lakin ben yine de hissediyordum. Büyüdükçe de bu his benimle bir çığ gibi büyüyor ve canımı her seferinde daha da acıtıyordu.
"Peki ameliyat sadece daha kötüye gitmemesi için mi? Yani ayağa kalkma gibi bir ihtimali yok mu? En azından ayakta durabilecek kadar?"diye sordum. Nehir'in sadece ayaklarının tutmadığını biliyordum. Kollarında, ellerinde herhangi bir sıkıntı yoktu, yani öyle biliyordum. Tamamen felç kalabilme ihtimalinin olması kötü olurdu.
Asaf'ın derin bir nefes alıp geri verdiğiniz işittim. "Doktorlar her zaman öyle bir ihtimalin yok denecek kadar az olduğunu söylüyorlar."derken ellerini ellerimin arasından yavaşça çekip geriye yaslandı. "Bu ameliyat da sadece Nehir'in daha kötüye gitmemesi içinmiş." Ellerini çekiştirir gibi saçlarından geçirip yüzünü sıvazladı. Asaf ellerini ellerimden çekince ellerim boşluğa düşermiş gibi kucağıma düşmüştü. Bir an ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Hem böyle bir durumda ne denilebilirdi ki?
Aramızda kısa bir sessizlik olmuştu. Asaf yanımda acı çekiyordu ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu. Teselli bile veremiyordum. Çünkü biliyordum ki bu acının bir tesellisi yoktu. Özellikle de Nehir açısından...
"Nehir biliyor mu?"diye sordum aramızdaki sessizliği bozarak. Kafasını evet anlamında sallamakla yetindi sadece.
"O ne diyor peki? Kabul ediyor mu?" Aslında Nehir'in ne dediğini, nasıl tepki verdiğini az çok tahmin edebiliyordum.
Asaf sorduğum soruyla kafasını yavaşça bana doğru çevirdi. Yüzünde öyle acı bir tebessüm vardı ki... Kafasını iki yana sallayarak öne eğilip başını elleri arasına aldı. "Dayım Nehir'in ameliyatı kesin bir dille red ettiğini söyledi. "dedi saniyeler sonra. Sesi yorgun çıkmıştı.
"Biliyorum çok zor bir durum ama bu da elbet geçecek."dedim elimi omuzuna koyup hafif sıkarak. Onu anladığım için değil, bizzat bu gibi birçok durumdan geçtiğim için bunun ne kadar zor bir durum olduğunu biliyordum. "Hem Nehir de onun için neyin doğru olduğunu anlayacak ve daha zor bir hayat yaşamamak için kabul edecektir. Ama ona biraz zaman tanıyın."derken elim hâlâ omuzunda gidip geliyordu.
Ne kadar zor bir durum öyle değil mi? Yaşadığın hayat zaten yeteri kadar zor iken, bir de daha zor, daha sancılı bir hayatın seni bekliyor olması...
"Haklısın. Ama doktor Nehir'in çok da zamanı olmadığını söylüyor. Bir an önce ameliyata alınması gerekiyormuş."dedi kısa bir süre sonra. Kafasını elleri arasına alıp parmaklarıyla şakaklarına bastırdı.
"O kadar karamsar olma lütfen! Derdi veren Allah elbette ki dermanını da verecektir."dedim elimi omuzundan çekip dizine koyarken. Nehir için fazlasıyla üzüldüğünü biliyordum. Fakat sebep ne olursa olsun onun üzülmesi benim canımı da yakıyordu. Şimdi onu böyle çaresizce görmek bana dokunuyordu. "Belki de bu ameliyat Nehir'e düşündüklerinden çok iyi gelecektir. Nehir belki de bu ameliyattan sonra çok iyi olacaktır..."dediğimde kafasını elleri arasından çekip bana umutsuzca baktı. Gözlerinin önünü bir sis bulutu kaplamıştı sanki. Dolan gözlerinden yaşlar ha indi ha inecek gibiydi. Yönümü ona doğru döndürüp yanağını avuçladığımda gözlerindeki inmeye hazır olan yaşlar bir bir parmaklarıma damlamıştı. Baş parmağımla inen yaşları silerken uzanıp yaşlardan ıslanmış yanaklarından öptüm. "Biliyor musun? Mucize denen bir şey var ve ben ona çok inanıyorum. İnanmaktan öte o mucizeleri yaşayan biri oldum."dedim. Benim de gözlerim dolup inmeye başlamıştı. "Doktorun Nehir için söylediği o sözleri ben yıllarca işittim. Benim için neler neler dediler bir bilsen..."derken alt dudağım titremiş, acı bir şekilde gülümsemiştim. Sanki o günleri tekrardan yaşıyormuş gibi hissetmiştim.
Ben o günleri hiç unutmamıştım ki... İstesem de o acı günler asla unutulmuyordu.
"Konuşamaz, oturamaz, yürüyemez..." Yaşlar gözlerimden hızla inmeye devam etmiş, yutkunmuştum. "Yürümeyi bırak parmağını dahi oynatamaz de..."daha sözümü tamamlamadan Asaf beni kendine çekip sarıldı. Bana öyle bir sarılmıştı ki sanki çektiğim bütün acıları yok etmek ister gibi...
"Benim mucizem gerçekleşti. Şimdi sıra Nehir'de..."dedim geri çekilip burnumu çekerken. Gülümsemeye çalışıp burnumu çekerek yaşlardan ıslanmış yanaklarımı sildim. Ben mucizelere inanan ve o mucizeleri yaşayan biriydim. Benim en güzel mucizem de şuan karşımda oturan, bana duydu dolu gözlerle bakan adamdı. Ben, beni onun gibi sevip sarabilecek birinin karşıma çıkacağına asla ihtimal vermezdim o zamanlar. O yüzden Asaf benim için en güzel mucizem olmuştu.
"Gerçekten Nehir için de bir mucize olur mu?"dedi. Yaşlı gözleri bu sefer ışıl ışıl bakmıştı, yeni bir umuda sarılmış gibi, içinde yeni umutlar yeşermiş gibi...
"Neden olmasın? Yeter ki inanın... İnanın ki Nehir de inanabilsin. Eğer sizin Nehir'in iyi olabileceğine inancınız olmazsa Nehir'in de olmaz. Çünkü o bunu hisseder ve kendine olan inancını da kaybeder."
Elimi yanağına koyup gülümsedim. Gözlerim tekrar yaşlandığı için gülümsemem burukça olmuştu. Ama Asaf'a tekrardan umut aşılayabildiğim için mutlu olmuştum.
"Peki Nehir'i nasıl ikna edeceğiz? Nehir'in iyileşeceğine dair hiçbir zaman umudu olmadı ki... Bu ameliyatın da sadece daha kötüye gitmemesi için yapılması gerektiğini bildiği için kabul etmeyecek biliyorum." Söyledikleriyle yüzündeki ışık tekrar sönmüştü. "Nehir'i tanıyorum. Bu ameliyatı kabul etmek istemeyecektir."dedi kafasını iki yana sallarken.
"Ben inanıyorum ki sen onu ikna edersin. Hem Defne abla ona en çok senin sözünün geçtiğini söylemişti."
"Bu konuda değil. Konu onun sağlığı olunca kimseyi dinlemiyor."derken kafasını tekrar iki yana sallamıştı. Onu anladığımı belirtir gibi kafamı sallayıp baş parmağımla gamzesinin olduğu yeri okşadım.
"Onu ikna etmek için elimizden geleni yaparız. Sen yeter ki üzülme... Hepimiz onunla tek tek konuşur, bir şekilde onu ikna ederiz. Gerekirse ona yaşadığım her zorluğun üstesinden nasıl geldiğimi tek tek, saatlerce anlatırım. Yeter ki sen de o da üzülmeyin."dedim elim hâlâ yanağını okşuyorken. Elimi tutup indirerek avuç içlerime dudaklarını bastırdı tek tek.
"Teşekkür ederim hem desteğin, hem de yanımda olduğun için..." Beni kendisine çekip sarıldığında ona sıkıca sarıldım.
"Bundan sonra her zaman yanında olacağımı söylemiştim. Sen nasıl ki her zorluğumda yanımda olacaksan, ben de her zorluğunda seninleyim."dedim kafamı omuzuna yaslarken. Bir iki saniye sonrasında ise duyacağı bir şekilde kulağına sessizce fısıldadım. "Çünkü bu kız seni düşündüğünden çok çok fazla seviyor." Sözlerimin sonunda belimdeki eli sıkılaşmış, beni daha çok sarmıştı.
"Biliyor musun? O kız benim yaşama sebebim. Onu o kadar çok seviyorum ki..."dedi geri çekilip gözlerimin en derinine bakarken. Gözlerim onun gözlerine denk gelince bakışlarımı hiç çekmek istemez gibi benim için parlayan gözlerine odaklandım. Elleri hâlâ yanaklarımdaydı. Yüzüme gelen saçlarımı parmaklarıyla geriye doğru tararmış gibi yapıp açıkta kalan alnıma dudaklarını bastırdığında birden yutkunmuştum. Asaf'ın dudaklarını tenimde hissetmemle gözlerim kapanırken kalbimin titrediğini hissetmiştim.
Bizi bu duygu dolu andan çıkaran telefondan gelen ses olmuştu. Boğazımı hafif temizleyip geri çekilirken sesin Asaf'tan değil benim çantamdan geldiğini duymuştum. Benim telefonum çalıyordu.
Elimi çantama atıp telefonu çıkaracakken ses kesilmişti. Arayanın kim olduğuna bakarken Defne ablanın aradığını görmüş, şaşırmıştım. Hem de iki kez aramıştı. İlk çalışını da duymamıştım zaten.
"Kim?" Asaf'ın sesiyle bakışlarımı ona çevirdim.
"Defne abla."dedim şaşırdığımı belli eden bir yüz ifadesiyle.
"Ablam mı?"dediğinde Asaf kafamı sallayıp Defne ablayı tekrar arayarak telefonu kulağıma götürdüm. Hemen ilk çalışta açıp konuşmuştu.
"Tatlım ne yapıyorsunuz, nasılsınız? İki kere aradım açmadın. Asaf'ı aradım o da açmadı ve beyefendi aramalarıma da geri dönmedi. Biraz daha aramalarıma dönmeseydin Selma teyzeleri aramak zorunda kalırdım. Bir sorun yok değil mi?"dedi. Bakışlarım Defne ablanın sözleriyle Asaf'a kaymıştı. Telefonunu cebinden çıkarıp baktıktan sonra onu onaylarcasına kafasını salladı. İyi de biz neden duymamıştık ki? Sanırım o kadar konuşmaya dalmışız ki telefonlarımızın çaldığını bile duymamışız.
"Kusura bakma abla ya... Senin de boş yere endişelenmene sebep olduk."dedim üzgün olduğumu belirterek. Onu endişelendirdiğim için huzursuz hissetmiştim. Belki de Nehir'den dolayı Asaf ile konuşmak istemiş ve Asaf açmayınca onun için endişelenmeye başlamıştı. Herkes Asaf'ın Nehir için ne kadar endişe duyduğunu biliyordu çünkü.
"Siz iyi misiniz gerçekten? Bir sorun yok öyle değil mi?"diye tekrar sorunca hemen araya girdim.
"Yok yok abla. Hiçbir sorun yok, Asaf da yanımda dışarıdayız şimdi."dedim hemen, Asaf için endişelenmesin diye. "Sahil kenarında olduğumuz için sesten dolayı aradığını duymamışız herhalde."
"İyiyiz ablam teşekkür ederiz. Ee sizler nasılsınız?"
"Bizler de iyiyiz canım sadece sizi özledik. Ne zaman dönüyorsunuz?"deyince bakışlarım direkt Asaf'a kaymıştı. Daha ne zaman döneceğimizi bilmiyordum ama Asaf'ın Nehir'den dolayı bir an önce dönmek istediğini biliyordum.
"Yarın dönüyoruz abla."dedi Asaf kafasını telefona yaklaştırarak. Ardından telefonu alıp ayağa kalkarak birkaç adım uzaklaştı. Onunla biraz annesi hakkında konuşup onu yalnız bırakmamasını, kendisi dönene kadar evde kalmasını söylemişti. Nehir Ayla yengenin kardeşinden kalan tek yadigarı olduğundan dolayı annesinin onun için endişeleceğini biliyordu. Onun için de Defne ablanın orada olmasını istemişti.
Asaf Defne abla ile konuşurken sırtımı geriye yaslamış, konuşmasını bitirmesini beklemiştim.
"Kalkalım mı artık?"dedi telefonu kapatıp bana doğru uzatırken. Kafamı sallayıp telefonu alarak çantama koydum. Artık neredeyse akşam üzeri olmak üzereydi. Karanlık çökmemişti lakin güneş çoktan kendini kaybettirmişti. Sabahtan beri dışarıdaydık. Artık dönmemiz gerekiyordu zaten.
Asaf'ın elini tutup arabaya doğru ilerlemiştik. Asaf kapıyı hemen açıp binmeme yardım etmiş ve ardından direksiyona geçmişti. O arabayı çalıştırıp sürerken ben de camdan bir daha ne zaman geleceğimi bilmediğim şehri izlemeye başlamıştım. Biraz bu güzel şehri izledikten sonra camı sonuna kadar indirip bu sefer temiz havasının yüzüme çarpmasını sağlamıştım. Buraya gelmek çok güzeldi ve buraya geldiğim için hiç pişman olmamıştım. Bir tek beni üzen Meyra'nın yaşadıkları olmuştu...
"Daha önce bu şehre hiç geldin mi?"diye sordum bir süre sonra, bakışlarımı Asaf'a çevirirken. Buraları çok iyi biliyor gibiydi. Gözünü yoldan alıp bana baktı.
"Evet. Neden?"dedi ardından bakışlarını tekrar yola çevirdi.
"Öylesine..."dediğimde gülümsedi. "Yani... Buraları çok iyi biliyorsun." Gezdiğimiz her yere daha önceden gelmiş gibiydi. Kafasını sallayıp beni onayladı. "Melih ile olan arkadaşlığınızdan dolayı buraya geldiğini söylesem, Melih'in çocukluğunun burada değil Amerika'da geçtiğini söylemiştin... Ki, sen de çoğunlukla oradaydın. Selim enişte ile öyle demiştiniz hatırlarsan."dedim ona doğru gövdemi tam çevirip kaşlarımı havalandırarak. Kafasını tekrar salladı. Belki de işten dolayı gelmişti. Neticede Murat Beylerle ortak iş yapıyorlardı. O yüzden olmalıydı. Ben de sadece merak ettiğim için sormuştum.
"Teyzem... Buralı biriyle evlenmişti. Vefat ettiğinde buraya defnedildi. Her Türkiye'ye gelişimde de Nehir'i alıp buraya getirirdim."dedi bir süre sonra. Bakışlarını yoldan hiç çekmemişti. İşte böyle bir şey düşünmemiştim. "O yüzden buraları iyi bilirim."derken birkaç saniyeliğine dönüp yüzüme bakmıştı. Yüzünde buruk bir gülümseme vardı.
Anladığımı belirtircesine kafamı salladıktan birkaç saniye sonra, "Hâlâ da getiriyor musun?"diye sordum. Ben İstanbul'a gittikten sonra onun yurt dışı dışında İstanbul'dan ayrıldığını görmemiştim. Bir tek Antalya'ya gitmişti, oraya da hepimiz birlikte gitmiştik zaten. Bana bakıp kafasını iki yana salladığında kaşlarım istemsizce çatılmıştı.
Anne ve babası bu dünyadan göçüp gitmiş olsalar da, en azından onların mezarına gitmek Nehir'e daha iyi gelmez miydi?
"Dört beş yıl oldu onu buraya getirmeyeli... Artık gelmek istemediğini söyleyip her getirmek istediğimizde reddetti."dedi bakışları hâlâ yolda iken. "Sadece burası için de değil, hiçbir yere gitmeyi kabul etmiyor. Evi bırak, odasından dahi çıkmak istemiyor. Söylemiştim ya sana, doktor kontrolü için zar zor çıkarıyoruz."derken parmakları direksiyonu sıkmış, sıkıntılı bir nefes almıştı. Elimi destek vermek istercesine direksiyondaki elinin üzerine koyduğumda parmakları gevşemişti. "Büyüdükçe içine daha çok kapanıyor. Kendini tamamen kapatmasından korkuyorum Ela..."dediğinde dönüp bana baktı.
"Geçecek..." Ona biraz daha yaklaşıp kafamı omuzuna yaslayarak koluna sarıldım. "Onun için elimizden geleni yapacağız."dedim. Başka diyecek hiçbir söz bulamamıştım. Biraz sonrasında saçlarımda dudaklarını hissetmemle gözlerimi kapatıp Nehir'in iyileşmesini diledim.
Nehir yaşadıklarından dolayı bir tür travma geçiriyordu aslında... Yaşadıkları asla kolay şeyler değildi. Yaşadığı o engebeli hayatın yanında bir de annesinin, babasının ve kardeşinin yokluğunun acısını yaşıyordu. Bunlar bir insanın öyle kolay taşıyabileceği yükler değildi ki...
Benim yanımda hiçbir zaman desteklerini benden esirgemeyen ailem varken bile o kadar acı çektiysem, kim bilir Nehir nasıl acılardan geçmiştir.
Araba Aslanbeylerin konağının önünde durana kadar ikimiz de sessiz kalmıştık. Açıkçası çok sessiz ve düşünceli geçen bir yolculuğumuz olmuştu. Asaf yolculuk boyunca derin düşüncelere dalarken kafamı omuzundan hiç çekmemiştim. Her zaman, her koşulda yanında olduğumu daha çok hissetsin istemiştim.
Arabadan inip bahçeden içeri girdiğimizde bakışlarımız direkt biraz ilerideki çardakta oturan Murat Bey'in her iki oğlu Hakan ve Yaman Ali'ye kaymıştı. Asaf onlara kafasıyla selam verdikten sonra bana dönüp, "Güzelim bugün yorucu bir gün oldu senin için... İçeri geçip biraz uzanıp dinlen istersen. Ben de Yaman'ların yanına geçeyim biraz."dediğinde tamam der gibi kafamı salladım.
Aslında o kadar yorgun hissetmiyordum. Evet, gezmek beni biraz yormuştu ama sahil havasını almak yorgunluğumu almış, Nehir'in durumunu öğrenmeyi saymazsak iyi hissettirmişti.
Asaf onların yanına doğru ilerlerken ben de yavaş adımlarla eve yönelmiştim. İçeri girdiğim gibi konağın içindeki sessizlik dikkatimi çekmişti. Kimse yok muydu konakta? Bahçede Hakan abiyi ve Yaman Ali'yi görmeseydim konakta hiç kimsenin olmadığına inanırdım, konak o derece sessizdi.
Adımlarımı direkt kaldığım odaya çevirdim. Zaten ter içinde kaldığım için kimseye görünmeden odaya geçip üzerimi değiştirmem gerekiyordu. Ama düşündüğüm gibi olmamıştı tabii. Salonun önünden geçerken Selma Hanım'ın beni görmesiyle seslenmesi bir olmuştu.
"Ne zaman geldiniz kızım?" dediğinde yerinden kalkıp yanıma doğru gelmişti. "Asaf ve Melih nerede?"diye sordu. Bakışları bir an kapıya doğru kaymıştı. Melih daha dönmemiş miydi? Biz onun yanından ayrıldıktan sonra sahilde de fazla kalmıştık. İyi de şimdiye kadar dönmüş olması gerekmiyor muydu?
"Yeni geldik. Asaf bahçede, Melih de biz dönerken işi olduğunu söyleyip sonra döneceğini söylemişti."dedim gülümsemeye çalışırken. Selma Hanım anladığını belirtircesine kafasını sallarken, sıcak bir tebessüm sunup koluma dokunmuştu.
"Hadi salona geçelim o zaman, ayakta bekleme kızım. Kızlar da salonda zaten..."dedi.
"Şey, ben en iyisi odaya çıkayım. Çok terlemişim, üzerimi değiştirsem iyi olur. Hemen dönerim."dediğimde kafasını sallamakla yetinmişti sadece.
Selma Hanım tekrar salona geçerken ben de kaldığım odaya geçip kapıyı ardımdan kapatmıştım. Aslında terlediğim için kısa bir duş almak istiyordum ama hiç hevesim olmadığı için sadece üzerimi değiştirecektim. Dolabı açıp baktığımda gözüme ilk ilişen doğum günümde ablamın aldığı elbise olmuştu. Mavinin açık tonlarında, dizlerimin biraz altında biten, hafif göğüs dekoltesi olan bir elbiseydi. İlk denediğimde bedenime tam oturmuş, çok beğenmiştim. Sağ ayağımın üzerinde biraz yükselip elbiseyi askıdan alarak lavaboya geçtim. Üzerimdekileri çıkarıp kenara bıraktıktan sonra yavaşça giyinip, ardından aynanın karşısına geçerek üzerimi değiştirirken dağılmış olan saçlarımı düzelttim. Hava hâlâ sıcak olduğu için serin ve rahat bir şeyler giyinmek istemiştim aslında ama sonrasında hemen vazgeçmiştim. Kendi evimde değildim sonuçta.
Lavabodan çıktığım gibi yatağa oturup önce ayağımı biraz rahatlatmak için ayağımdaki ateli çıkartıp bir köşeye koydum ve ayağımı yatağın üzerine uzattım. Odadan çıkarken tekrar takardım zaten. Belimde şuan beni rahatsız etmeyecek kadar hafif sızlanmalar vardı. Ama o sızlanmalar da ilaç aldıktan sonra geçerdi. Tek temennim ilaç alıncaya kadar artmamasıydı.
Çantamı alıp içinden telefonumu çıkarmaya çalışırken elime yüzüğüm gelmişti. Asaf'ın bana evlilik teklifi ettiği o yüzük... Parmağıma takıp elimi kaldırıp baktığımda yüzümde kocaman bir gülümseme belirmiş, parıldayan gözlerle yüzüğüme bakmıştım. O günden sonra çantamdan hiç çıkarmamıştım. Sadece zamanını bekliyordum. O gün geldiğinde bu yüzük parmağımdan hiç çıkmayacaktı.
Yüzüğü parmağımdan çıkarıp tekrar çantama koyarken bu sefer telefonla beraber Asaf'ın bana aldığı bilekliği çıkartarak koluma taktım. Artık odadan çıkmak için uzanıp ateli alacaktım ki telefonum çalmaya başlamıştı. Arayan Mert abimdi. Onu özlemiştim. Buraya geldiğimden beri annemlerle konuşmuş, sadece onunla konuşamamıştım. İşlerinin bu ara yoğun olduğunu, o yüzden de beni arayamadığını söylemişti Seren yenge.
Abimle yaklaşık yirmi dakika konuşmuş ardından kapatmıştık. Orada her şey yolundaydı. Onlar iyiyse ben de iyiydim. Onların mutluluğu benim mutluluğumdu neticede...
Elimden destek alarak ayağımı yavaşça yataktan indirip ateli tekrar ayağıma taktım. Bu yirmi dakika ayağımı uzatıp ovmak rahatlamıştı.
Yarım saatten fazladır odada olduğum için artık çıkmam gerekiyordu. Oysa Selma Hanım'a hemen döneceğimi söylemiştim. Daha fazla oyalanmamak için değneğimi alıp hemen ayaklandım. Üzerimi düzeltip kontrol ettikten sonra odadan çıkıp salona doğru ilerledim. Salona geçerken içerde sadece Selma hanım, Eda, Esra ve Leyla vardı.
"Gel kızım."dedi Selma Hanım, beni kapıda görür görmez. Kafamı sallayıp tebessüm ederek yanındaki boş yere geçip oturdum.
Meyra ve Helin yoktu. Onlar neredeydi? Meyra odasında olmalı diye düşünüyordum. Acaba Helin de onun yanında mıydı?
Selma Hanım önündeki kahve fincanını eline alırken dönüp Leyla'ya baktı. "Kızım, Ela için de bir kahve yapar mısın sana zahmet?"dediğinde, Leyla kafasını salladı. Elindeki kahve fincanını masaya bırakıp kalkacakken onu hemen durdurdum.
"Hayır hayır teşekkür ederim, hiç zahmet etme."dedim içmeyeceğimi belirterek. Şuan canım bir şey içmek istemiyordu. Leyla peki dercesine kafasını sallayıp geri oturunca, Selma Hanım da kahvesini yudumlamaya başladı.
Selma Hanım, Leyla ve Esra ile sohbet etmeye başlamıştık kendi aramızda. Daha doğrusu onların sohbetine katılmak zorunda kalmıştım. Eda bu süre eşliğinde hiç konuşmamıştı. Suratı yine sabahki gibi asıktı. Arada bir bakışları bana kayıyor, ardından geri çekiyordu.
Selma Hanım bir süre sonra saatine bakıp ardından Eda'ya dönmüştü hemen. "Eda, kızım hadi geç odana artık hazırlan istersen. Biraz sonra misafirler gelmeye başlarlar."dedi. Misafir mi gelecekti? Eda tamam deyip yerinden kalkarken, Selma Hanım ona yardım etsin diye Esra'yı da beraberinde göndermişti. Biraz sonrasında ise Leyla'nın telefonunun çalıp kalkmasıyla salonda Selma Hanım ile tek başımıza kalmıştık.
"Helin yok mu?"diye sordum kısa bir süre sonra. Helin'i eve geldiğimden beri hiç görmemiştim. Selma Hanımlarla biraz öncesinde konuşurken de bakışlarımı etrafta gezdirmiş ama onu görmemiştim.
"En son mutfaktaydı. İstersen çağırayım?"dediğinde kafamı hızlıca sallayıp değneğe tutunarak ayağa kalktım.
"Siz hiç zahmet etmeyin. Ben onun yanına geçerim. Hem biraz susadım, su da içmiş olurum."diyerek su içme bahanesine sığındım. Kadına zahmet vermek istememiştim. Doğrusunu söylemem gerekirse kalkmak istememin sebebi biraz da gelecek olan misafirlerdi. Onlar gelince kendimi hiç rahat hissetmeyeceğimi biliyordum.
Selma Hanım beni tekrar oturtmak, suyu kendisi getirmek istese de reddedip salondan çıkmıştım. Koridoru geçip mutfağın kapısına geldiğimde Helin ve Meyra'yı orada bulmuştum. Helin masada oturmuş salata yaparken, Meyra ocağın başında, tencerede bir şeyler karıştırıyordu. Mutfağa girdiğim gibi burnuma buram buram yemek kokusu dolmuştu. Yemek kokusunu alınca birden acıktığımı hissetmiştim.
"Merhaba, kolay gelsin." Sesimle beraber ikisinin bakışları beni bulmuştu. Helin'in bakışları bende kalırken, Meyra hafif tebessüm edip ardından yemeğine geri dönmüştü. Sabah kahvaltıda gördüğümden biraz daha iyi görünüyordu sanki.
"Sağ ol canım. Gelsene içeriye ayakta bekleme."dedi Helin, benim hâlâ mutfak kapısında beklediğimi görürken. Kafamı sallayıp mutfağa girerek hemen karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum.
"Ne zaman döndünüz? Hiç duymadım."dedi. Elindeki salatalığı bitirip, yeni bir tane aldı.
"Biraz oldu. Ama geldiğim gibi hemen odaya çıkmıştım."dedim. Zaten geldiğimde bir tek Selma Hanım'a görünmüştüm. Helin kafasını anladığını belirtir gibi sallayıp, bakışlarını doğradığı salatalıklara çevirdi. Salatası neredeyse bitmek üzereydi, sadece birkaç salatalık kalmıştı önündeki büyük tepsinin içinde. Bakışlarımı Helin'den alıp ocağın başında tencereyi karıştıran Meyra'ya doğru çevirdim. Arkası bize dönüktü. Bütün dikkatini karıştırdığı tencereye vermiş gibi duruyordu. Ocağın üstündeki tencerelerin dışında kenara konulmuş bir sürü tencere vardı ve sanırım hepsi de hazırlaması biten yemeklerdi. Bütün bu yemekler Selma Hanım'ın biraz önce bahsettiği misafirler için miydi? O kadar kalabalık mı olacaktı gelenler?
Peki bu yemeklerin hepsini kim yapmıştı? Meyra ve Helin mi? Mutfakta ikisi dışında başka hiç kimse yoktu. İşin tuhaf yanı çalışanlardan da kimse yoktu ve etrafta da görünmüyorlardı.
"Misafir varmış, bütün bu hazırlıklar onun için mi?"dedim, doğradığı salatalığın küçük bir parçasını alıp ağzıma atarken.
"Evet canım akşam biraz kalabalık olacağız."dedi ve ardından bakışlarını balkon kapısından dışarıda çevirdi. Hava neredeyse kararmak üzereydi.
"Meyra'cım sen odaya çık. Dedemler birazdan burada olurlar, daha dedemler gelmeden hazırlan istersen."dedi Meyra'ya dönerek. Fakat Meyra'nın onu duyduğundan pek emin değildim. Karıştırdığı tencereye öyle bir dalmış görünüyordu ki Helin'i duymuyordu sanki.
Helin, Meyra'nın sessiz kalıp cevap vermediğini görünce elindeki bıçağı bırakıp yerinden kalkarak ona doğru gitti. Meyra'nın koluna dokunup onu kendine çevirince Meyra 'ne oldu?' dercesine yüzüne bakakalmıştı. Öyle görünüyordu ki Meyra gerçekten de Helin'i hiç duymamıştı.
"Çok yoruldun, bırak artık..."derken Meyra'nın elindeki kaşığı alıp tezgaha bıraktı. "Zaten her şey hazır. Odaya geç bir duş al, üzerini değiştir istersen."deyip eliyle kolunu sıvazladı. "Dedemler birazdan burada olurlar. Hadi sen çık."
Meyra, Helin'in söylediklerinden sonra kafasını yavaşça sallayıp sırtını tezgaha dayadı ve derin bir nefes alıp gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı. Yüzünü dönünce yorgunluğu yüzünden akıyordu.
Gözlerini birkaç saniye kapalı tutmasının ardından hızla dönerek ellerini yıkayıp kuruladıktan sonra hiçbir şey demeden üzerindeki önlüğü çıkararak mutfaktan çıktı. Meyra çıktıktan birkaç saniye sonra Helin üzgün bir ifadeyle masaya geri dönmüştü. Onun için ne kadar üzgün olduğu yüzünden görünüyordu.
"Ben devam edeyim istersen," dedim önündeki salatayı işaret ederek. "Sen de yorgun görünüyorsun."
"Sağol canım. Az kaldı zaten, bitiyor. Sen hiç yorma kendini."dedi kafasını iki yana sallayıp reddederek.
Ayakta durup yapmak benim için zor oluyordu evet, ama böyle oturup yapmak beni yormazdı.
"Hem, ben çok bir şey yapmadım zaten. Her şeyi Meyra yaptı."dediğinde şaşırmıştım. Nasıl yani? Bütün bu yemekleri Meyra tek başına mı yapmıştı?
"Bütün bunları Meyra mı yaptı gerçekten?"dedim tezgahtaki sıra sıra dizilmiş yemek tencerelerini gösterirken. Orada bir sürü yemek yapılmış tencere vardı. Kim bilir kaç çeşit yemek yapmıştır? Helin kafasını evet anlamında sallayıp önündeki salataya dönerken, ben hâlâ içinde olduğum şaşkınlıkla bakışlarımı etraftan çekmemiştim.
Bütün bu yemekleri Meyra tek başına nasıl yapmıştı? İyi de ama neden tek başına yapmıştı ki? Selma Hanım gelinleri ve kızıyla salonda kahve keyfi yaparken neden Meyra burada tek başına yemek yapıyordu ki?
"Bu bizim kendi ailemizde gelenek gibi bir şey."dedi Helin düşüncelerimi bölerek. Sanki düşüncelerimi okumuştu. Anladığımı belirtir gibi kafamı sallayıp bakışlarımı ona doğru çevirdim. "Geleneğiniz biraz yorucu bir gelenekmiş."dedim gülümsemeye çalışarak. "Desene sen de evlendiğinde seni de böyle yorucu bir gün bekliyormuş…"dedim birkaç saniye sonra.
Kafasını iki yana sallayıp, "Ben yemek yapmasını bilmiyorum."dedi gülümserken. Sanki küçük bir sır vermiş gibi kafasını bana yaklaştırıp sesini alçaltarak konuşmuştu. Bu dediği beni gülümsetmişti. "Hem benim nereye gelin gideceğim belli değil ki..."dedi birkaç saniyenin ardından, geri çekilip yaptığı işe dönerek. Sesini bu sefer normal tonunda çıkarmıştı. Hâlâ gülümsüyordu.
"Haklısın."derken ben de gülümsemiş, ardından uzanıp küçük bir parça daha salatadan ağzıma atmıştım.
"Acıktıysan yemek koyayım?"diye sorunca kafamı hemen iki yana salladım. Acıktığımı hissediyordum ama bekleyecektim. Aslında mutfağa girmeden önce aç olduğumu bile anlamamıştım. Gelen yemek kokularından dolayı açlık hissim ortaya çıkmıştı.
"Akşam yemeğini bekleyeceğim canım."dediğimde, peki deyip bakışlarını önüne çekti.
Salatasını tamamen bitirince ayağa kalkıp tezgahtaki cam kaselerini alarak masaya koydu. Cam kaselerine tek tek salata koyduktan sonra dönüp bana baktı. "Dedemler gelmek üzeredirler, onlar daha gelmeden ben bi Meyra'ya bakıp geleyim. Belki bir şeye ihtiyacı vardır."deyip kapıya yönelecekti ki birden vazgeçti. "İstersen sen de benimle gel, burada yalnız kalma."dedi. Bu benim için de daha iyi olurdu aslında. Birazdan misafirler gelirlerdi ve ben bir başıma salona geçmek istemiyordum. Asaf da sanırım hâlâ bahçedeydi. Konağa geldiğimizden beri onu hiç görmemiştim.
"Olur."deyip ayağa kaltığımda telefonum çalmaya başlamıştı. Nalan anne arıyordu...
"Annem arıyor... Sen git Meyra'yı yalnız bırakma istersen, ben annemle konuşup yanınıza gelirim."dedim. Helin telefonumun çalmasıyla kapı eşiğinde durmaya hâlâ devam ediyordu.
Kafasını sallayıp, "Tamam canım... Bu arada Meyra'nın odası, koridoru geçince sağdan ikinci oda."dedi ve ardından çıkıp gitti. Bunu söylediği iyi olmuştu. Meyra'nın hangi odada kaldığını bilmediğim için birilerine sormak zorunda kalmayacaktım.
Helin gittikten sonra telefonu açıp kulağıma götürerek balkon kapısına doğru ilerledim.
"Bebeğim nasılsın?"dedi Nalan anne telefonu açtığı gibi.
"İyiyim anneciğim teşekkür ederim."dedim kolumu kapıya yaslayıp hava almaya çalıştım. Karanlık çökmesine rağmen hava hâlâ sıcaktı. Bir de mutfakta onca yemek yapıldığı için sıcaklık iyice basmıştı. "Siz nasılsınız? Babam, abim, Meryem teyze herkes..." Bu kısacık iki günde her iki ailemin de her bir bireyini ayrı ayrı özlemiştim.
"Herkes iyi kızım, hepimiz iyiyiz, sadece seni özledik. Ne zaman dönüyorsunuz?"dedikten sonra birkaç saniye duraksadı. "Artık bir an önce dönün, çok özledim seni."dediğinde yüzümde bir gülümseme belirmişti. Ben de onları özlemiştim.
"Ben de sizi çok özledim. Merak etme annem yarın dönüyoruz."dedim yüzümdeki gülümsemeyle. Asaf kimseye yarın döneceğimizi söylememiş miydi?
"Oh çok şükür! Yarın dönüyor olmanız beni o kadar mutlu etti ki..."derken sesindeki o mutluluğu buradan hissetmiştim. O an aramızda kısa bir sessizlik oluştu. Bakışlarım biraz sonra bahçeden içeri sıra halinde giren arabalara kaydı. Selma Hanım'ın ve Helin'in bahsettiği misafirler gelmişti.
Herkes arabalarından inip içeri girmeye başladıklarında beklediğimden daha kalabalık olduklarını görmüştüm.
"Bugün abin ile hiç konuşun mu?" Nalan annenin sesiyle bakışlarımı gelen misafirlerden çekip ona odaklandım tekrar.
"Abim mi?"dedim. Bugün Mert abiyle konuşmuştum.
"Evet canım. Bugün Yusuf abin ile hiç konuştun mu?"
"Hayır. Neden?"diye sordum hemen. Yusuf abi ile bugün hiç konuşmamıştık. Onunla en son Esra'nın mezarını ziyaret ettiği gün konuşmuştuk galiba.
"Abin bize bugün evlenmek istediğini söyledi."dediğinde küçük çaplı bir şok yaşamıştım.
Ama bu nasıl olurdu? Yusuf abi daha geçen gün Esra'nın ölüm yıl dönümü için Amerika'ya gitmişti. Onu ziyaret ettikten sonra konuşmayacak kadar dağıldığına ben şahit olmuştum. Benimle doğru düzgün konuşamamıştı bile...
Üstelik kiminle evlenecekti ki?
Sizce Yusuf'un evleneceği kişi kim? Haydi yorumlara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
46.96k Okunma |
3.93k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |