
Keyifli okumalar 💞
Asaf'tan
"Bu kaçıncı kez oldu, aynı sokaktan geçiyoruz. Sen arkadaşının evinin buralarda olduğundan emin misin?"deyip bakışlarımı kısa bir an Yasemin'e çevirdim. Dakikalardır aynı sokakları dönüp dolaşıyorduk.
Amcamlardan çıkarken, Yasemin onu da yol üstü arkadaşına bırakmamı istemişti. Her ne kadar onunla yalnız kalmak istemesem de, yine de kafamı olur anlamında sallamıştım.
"Evet evet, eminim. Buralarda bir yerdeydi,"deyip bakışlarını etrafta dolaştırmaya başladı. "Uzun zamandır görmediğim için buraları unutmuşum,"dediğinde dönüp bana bakmıştı.
"Böyle bulamayacağız gibi, sen arkadaşına söyle konum atsın. Çünkü işim var, geç kalıyorum,"dedim önüme döndükten kısa bir süre sonra. Çok bir işim yoktu. Sadece Nehir'i görüp eve geçecektim. Ama Yasemin ile daha fazla aynı ortamda kalmak istemiyordum.
"Şey... Aslında burada arkadaşım falan yok. Ben sadece seninle biraz yalnız kalmak istemiştim." Yasemin'in dedikleriyle kaşlarım çatılmıştı "Asaf... Aslında seninle konuşmak için..."
"Yasemin, lütfen!"dedim daha sözünü tamamlamasına izin vermeden. Ne söyleyeceğini bildiğim için devam etmesini istememiştim. Aslında onu arabaya almak benim için büyük bir hataydı.
"Sadece konuşalım istemiştim. Geldiğimizden beri ne zaman yanına gelip konuşmaya çalışsam, ya bir bahane bulup benden uzaklaşmak istedin, ya da işin olduğunu söyledin,"derken elini direksiyondaki kolumun üstüne koydu.
Kolumu geri çekip teması kestim.
"Çünkü seninle konuşacak hiçbir şeyim yok,"dedim.
"Ama sana olan hislerimi biliyo-"
"Yeter!"diye kestim sözünü, sesim öfkemi gizleyemeyecek kadar sert çıkmıştı. Daha fazla ileri gitsin istemiyordum. Yasemin'in yıllardır bana karşı ilgisinin olduğunun farkındaydım ama ona hiçbir zaman umut vaadedici bir şekilde yaklaşmamıştım; ta ki Antalya'ya son gidişimizde... Yaptığımın yanlış olduğunu biliyordum. Ama o zaman da ona öyle bir yaklaşımda bulunmamıştım. Sadece onun bana yakın durmasına izin vermiştim. O da sırf Ela kıskansın diyeydi. Ama bunun ne kadar yanlış olduğunu sonradan fark etmiştim.
Sesimi yükseltmemle arabada kısa bir anlığına derin bir sessizlik oluşmuştu. Bu sessizliği bölen ise telefonumun sesi oldu.
Ela göz❤️ arıyor...
Telefon bir kez çalıp ardından kapanınca bakışlarım kısa bir an ekranı sönen telefonumda kalmıştı. Belki hissetmişti Ela, belki de yanlışlıkla aramıştı...
Yasemin göz ucuyla telefona, ardından da bana baktı. "Onun için mi beni görmezden geliyorsun? O sakat kız için mi?"dediğinde, aniden frene basıp, arabayı büyük bir gürültüyle durdurdum. Parmaklarım direksiyonu öyle bir kavramıştı ki parmak eklemlerimin acıdığını hissediyordum.
Yasemin’in sözleri kulağımda tekrar tekrar yankılanmaya başladı o an.
'o sakat kız için mi?'
O sözleri kulağımı tırmalarken nefes almayı unutmuştum. Kalbim gürültüyle çarpmaya başlamıştı.
Yavaşça başımı ona çevirdim. Gözlerim sabit, yüzüm donuktu.
"Ne dedin sen?" Kaşlarım daha da çatılmıştı.
Bir şey demedi. Sadece baktı. Gözlerinde pişmanlık değil, kıskançlık vardı. Saf kıskançlık… Ela’ya.
"Sana ne dedin, dedim." Sesim benden bağımsız yüksek çıkmıştı. Yasemin, sesimi yükseltmemle bir an irkilse de hemen kendini toparladı.
"Yalan mı?"dedi, alaycı bir tebessümle. "Gerçekten onun senin için doğru kişi olduğunu mu düşünüyorsun?Ne var onda? Gerçekten... ne gördün o kızda? Saflığı mı hoşuna gitti? Zavallılığı mı?" İçimde bir şeylerin kıpırdandığını hissettim. Rahatsız edici bir uğultu gibi kafamın içinde döndü sözleri.
"Sen ne kadar inkâr etsen de, Ela senin için doğru kişi değil. Onun hayatı senin hızına yetişemez. Hayatın boyunca eksik bir sevdayla mı yetinmeye çalışacaksın?" Nefesim sıklaştı. Parmaklarım hâlâ direksiyondaydı ama artık kontrolümü yitirmemek için tutunur gibiydim. Sözleri, sanki tırnaklarını kalbimin içine geçirip çekiştiriyordu. Tüm bedenim kasıldı o an.
"Kes sesini!" diye kükredim. Sesim boğazımdan değil, göğsümün tam ortasından çıkmıştı. "Ağzından çıkan her kelimeyle biraz daha küçülüyorsun gözümde. Gerçek sandığın şeyler, senin kafanda kurduğun kurgulardan ibaret. Bu… senin içinde kaybolduğun dünya. Ama benim gerçekliğimde senin yerin yok, Yasemin." Bir an nefesimi tuttum. Kalbim hızlı atıyordu ama öfkeden değil bu kez. İçimde, Ela’nın adını andığım o anın ağırlığı büyüyordu. Öfke kırılgan bir sevdayla iç içe geçmişti.
Gözlerimi kısıp ileriye baktım, ama aklım orada değildi. Kafamda bir tek Ela vardı.
"Ben onun yanındayken başka hiçbir şeyin önemi yok benim için. Ne geçmiş, ne gelecek. Sadece o an, sadece onun varlığı. Sanki dünya birkaç saniyeliğine duruyor da ben nefes almayı öğreniyorum yeniden. Ve bu, senin anlamayacağın kadar sessiz, senin taşıyamayacağın kadar derin bir şey,"dedim sözlerime devam ederek. Derin bir nefes alıp elimi kapı kilidine attım, artık tahammül sınırım kalmamıştı.
"Bir daha…”dedim, sesimi bastırmaya çalışarak ama gözlerim Yasemin’in gözlerini delip geçiyordu, "…bir daha asla ama asla Ela’nın adını ağzına almaya kalkma. O, senin kirli düşüncelerinden, ucuz yorumlarından, hastalıklı bakışından çok uzakta çünkü."
Yasemin tam ağzını açıp konuşacaktı ki kafamla kapıyı işaret ettim. "Şimdi in arabadan!"
"Ama..."
"Sana in dedim!"diye bağırdım, sesim öfkeyle çatlamıştı. Söylediği sözlerden sonra, içimde ona karşı zerre saygı kalmamıştı. Onunla değil aynı ortamda kalmak, aynı havayı solumak bile midemi bulandırıyordu artık.
Kafasını usulca sallayıp, sessizce kapıyı açarak ağır adımlarla indi. Ne özür dilemesini bildi, ne de savunma yapmasını... Gerçi, söylediği sözlerin savunulacak hiçbir tarafı yoktu.
Kapıyı kapattığı an, gözümü kırpmadan gaza bastım. Ne arkamı döndüm, ne aynadan baktım. Onu ardımda, asfaltın ortasında bıraktım.
Yasemin'i yıllardır tanıyordum. Semra yengenin yeğeni olduğu için, defalarca aynı sofrayı paylaşmış, istemesek de her özel anımızda yanımızda olmuştu.
Bugüne kadar sadece kalabalığın içindeki suskunluğu, gülümsemesinin ardındaki nezaketi görmüşüm. Oysa şimdi, ilk defa kalbinin bu kadar köreldiğine, bu kadar kararmış olduğuna şahit oluyordum. Belki de hep öyleydi; sadece bize o yönünü göstermemişti.
Ama artık görüyordum. Her şeyi. Ve o görüntü midemi bulandırıyordu.
Yasemin’i arabadan indirdikten sonra, içimde kalan öfkeyi bastırmak için uzun süre direksiyona yaslanıp öylece oturdum. Ama ne yaparsam yapayım o sözler kulaklarımdan silinmiyordu. Kafamın içinde uğultu gibi yankılanıp duruyordu. Bir an önce ondan, o anın ağırlığından uzaklaşmam gerekiyordu.
Kafamı toparlayıp kendime geldiğimde dayımların evinin önüne gelmiştim. Arabadan inip, kapıyı sertçe kapatmadan ama hızlıca ittim. Bahçede, annem, yengem ve dayım küçük bir masa etrafında oturuyorlardı. Bir şey konuşuyorlardı ama beni görünce annemin yüz ifadesi bir anda değişti. Sandalyeden hızlıca kalktı ve bana doğru yürümeye başladı.
"Hoş geldin oğlum," dedi, sesi her zamanki gibi yumuşaktı ama içinde bir sıkıntı gizliydi. Ve ben o sıkıntının ne olduğunu çok iyi biliyordum. Kollarını açtı, ben de karşılık verip sarıldım.
"Anne, hayırdır… Bir şey mi oldu?" dedim, onu kollarımdan nazikçe ayırırken. Gözlerine baktım. Göz kapakları şişmişti, belli ki sabaha kadar düşünmüş ya da ağlamıştı. Nehir, ona ve dayıma kardeşlerinden emanet olduğu için Nehir'in acı çekmesini, üzülmesini istemiyordu.
"Yok oğlum, korkulacak bir şey yok," dedi beni telaşlandırmamak için ama hemen ardından ekledi, sesi iyice alçalmıştı. "Nehir işte… yine aynı. Hiçbir şekilde ikna olmuyor." Kafamı anladım der gibi sallayıp, gözlerimi bahçeye, evin camına doğru çevirdim. Oradaydı. Aynı odada, aynı sandalyede.
"Önceden konuşmuyordu zaten… Şimdi hepten içine kapandı. Ameliyat lafını duyduğu anda kesip atıyor. Ne desek boş," dedi annem. Ardından başını omzuma yasladı. "Sen bir konuşsan belki…"
Bilmiyordum… Eskiden geç de olsa sözümü dinler, benimle konuşur, içini dökerdi… Şimdi, beni dinler mi hiç bilmiyorum... O düşmeden sonra benimle konuşsa da eskisi gibi değildi.
"Tamam annem, sen rahat ol, buluruz bir çaresini," dedim yavaşça. En azından deneyecektim. Kabul etmeyeceğini biliyordum ama onu ikna etmenin bir yolunu bulmam gerekiyordu.
Annem gözlerini kapatıp başını bir kez salladı. Sözüm, yüzüne çok az da olsa bir rahatlama getirmişti. Ama onun aksine benim içim hiç rahat değildi.
Tam o sırada dayım seslenip, "Asaf, ne zaman döndünüz oğlum?"dedi.
"Bugün döndük dayı, bir-iki saat kadar oldu."
"Gel otur, sana da bir kahve isteyelim,"dediğinde kafamı iki yana sallayıp red ettim.
"Sağ ol dayı, biraz yorgunum, eve geçeceğim. Sadece Nehir’i görmek için gelmiştim," dedim ve ardından müsaade isteyip içeri doğru yol aldım. İçeri geçtiğimde koridorun sonundaki kapalı odaya yöneldim direkt. Nehir’in odasına. Kapı uzaktan kapalı görünse de hafif aralıktı. İçeriye adım attığımda Nehir pencereye sırtı dönük bir şekilde oturuyordu. Sandalyesi hareketsizdi. Güneş ışığı sırtına vuruyordu.
"Nehir,"dedim geldiğimi fark etsin diye. Ama yine de ses etmedi. Kıpırdamadı bile... Belki de daldığı için, geldiğimi, ona seslendiğimi fark etmemişti.
"Nehir,"dedim bir kez daha, bu sefer yanına yaklaşıp omuzuna hafif dokunarak. Yavaşça kafasını bana doğru çevirdi. Gözlerinde her zamanki gibi yorgunluk vardı ama bu sefer daha derindi.
"İyi misin, güzelim?"dediğimde, dalgın bakışlarını tekrar yere indirip omuz silkti. Anlaşılan bu ameliyat konusu, dayımların ısrarları iyice canını sıkmıştı. Ama hepimiz onun iyiliğini istiyorduk.
Yanına varıp dizlerimin üstüne çökerek onun hizasına geldim. Elimi elinin üstüne koyup yüzüne baktım.
"Gelir gelmez beni ameliyat için ikna etmeye mi geldin?" diye sordu. Ona bugün döneceğimizi daha dünden söylemiştim. "Eğer onun için geldiysen boşuna gelmişsin..." dedi, kafasını hiç kaldırmazken.
Benim bakışlarım onda, onun bakışları yerdeydi.
"Neden, Nehir? Neden hayatı kendine daha da zorlaştırmak istiyorsun? Eğer o ameliyatı olmazsan daha kötüye gidebilirsin, Nehir."
"Aptal değilim, biliyorum,"dedi. Sertçe yutkundum. Elim hâlâ elinin üstündeydi ama onun bakışları yere sabitlenmiş gibi kafasını hiç kaldırmıyordu.
Sonra birden dönüp bana baktı. Gözleri doluydu ama ağlamıyordu.
"Ben zaten kaybettim, Asaf abi. Annemi, babamı, kardeşimi..." Sesi titrese de sözlerine devam etti. "O kaza benden her şeyimi aldı. Beni bile," derken gözünden bir damla yaş süzülüp yanağından indi. "Şimdi bu ameliyat bana neyi kazandıracak ki? Bana hiçbir şey kazandırmayacak... Yine yürüyemeyeceğim. Yine aynı odada, aynı sandalyeye mahkûm olacağım. Sadece… biraz daha mahvolup, biraz daha geç çürüyeceğim. O kadar."
Yutkundu. Birkaç saniye sonra elini ellerimin arasından çekip gözünden inen yaşları sildi.
"Bütün bunları bilmenize rağmen niye ısrarla o ameliyatı olmamı istiyorsunuz?"
"Çünkü hayat devam ediyor, Nehir. Annen, baban ve kardeşin gitmiş olsa da sen hâlâ buradasın. Ve seni seven, hep yanında olacak insanlar var." dediğimde yüzünde bir gülümseme belirdi. Ama öyle içten bir gülümseme değildi.
"Beni seven, hep yanımda olan?" derken yüzündeki o donuk gülümseme hâlâ duruyordu. "Hep yanımda olacağını, beni hiçbir zaman yalnız bırakmayacağını söyleyenlerden biri de sendin. Aylarca ortadan kayboldun. Beni bırakıp gittin. Yanımda olmayı bırak, sen aylarca arayıp sormadın bile..." Sözleri, içimde kapanmamış yaraları tekrar açtı. Boğazım düğüm düğüm olmuştu. Ne desem yetersiz, ne söylesem geçersizdi. O kadar haklıydı ki… Her bir kelimesi bir bıçak gibi saplanmıştı içime.
Yasemin'in Ela hakkında söylediği sözlerden sonra, şimdi Nehir'in bu sözleri beni kül etmişti.
"Nehir… ben—"
"Beni yalnız bıraktın. Sen de annem ve babam gibi beni terk ettin," dedi.
"Ben... gerçekten çok—"
"Şu an sana kızmaya da hakkım yok, biliyorum..." diyerek tekrar sözümü böldü. Sesi olduğundan daha hüzünlü çıkmıştı. "Senin de kendine ait bir hayatın, bir geleceğin var. Ömrünün sonuna kadar beni bir yük gibi taşıyamazsın omuzunda. Ne sen ne de başkaları... Çünkü ben ömrümün sonuna kadar böyle kalacağım, belki de çok daha kötü."
Derin bir nefes aldı. Bu nefes, yalnızca ciğerlerini değil, içinde taşıdığı yılgınlığı da dışarı salmıştı.
Gözleri yeniden dolmuştu.
Dizlerimin üstünden doğruldum, hiç düşünmeden sarıldım. Ama Nehir’in bedeninde öyle bir mesafe vardı ki, tenine değil, duvarlarına çarpıyordum sanki. Beni nazikçe geri itti ve sandalyesini pencereye çevirdi.
"Öyle bir şey yok, Nehir. Sen bize asla yük değilsin, olamazsın da..." dedim, titreyen bir sesle. Boğazım yine düğümlenmişti ama bu kez sadece suçluluk değildi içimdeki. Kaybetme korkusuydu... Kaybetme korkusu sarmıştı her yanımı. Ama ben onu kaybetmek istemiyordum.
Ona dönerek elini sımsıkı tuttum. "Sen hiçbir zaman ne benim için ne de dayım için yük oldun.
Seni Naz’dan ayırmadım, asla ayırmam. Şimdi böyle şeyler söylüyorsun ya… bu, beni gerçekten çok incitiyor."
Yaşlar akıyordu gözlerinden. Yanaklarını silip, "Seni ne kadar sevdiğimizi biliyorsun, Nehir…
Seni Naz’dan ayırmadığımı da biliyorsun," dedim ve gözlerinin içine baktım. Bakışlarını kaçırmak istedi ama bırakmadım. "Tamam. Bir hata yaptım, seni incittim. Ama ben o zamanlar kendimde bile değildim. Bunu en çok sen biliyorsun. Buradayken ne kadar acı çektiğime bizzat sen şahit olmuştun..."
Evet. Bu bir mazeret değildi, biliyordum. Onu her ne olursa olsun aksatmamam gerekiyordu. Bunun için kendimi asla affetmeyecektim.
"Nehir, bundan sonra söz veriyorum seni hiçbir zaman yalnız bırakmayacağım,"dedim.
Bu defa sessiz kaldı. Bir şey demedi. Sadece yüzüme baktı, gözleri yaşla parlayan bir ayna gibiydi.
Ama o aynada kendimi değil, kırdığım bir çocuğu görüyordum.
"Yine de ameliyat olmayacağım!" dedi birkaç saniye sonra. Sesi netti, kararlıydı. "Ve şimdi lütfen beni yalnız bırak. Biraz uyumak istiyorum…" Kafamı sallayıp ağır ağır ayağa kalktım. Nehir inatçıydı, evet, ama bu inat aslında bir savunmaydı.
Bunu ben de çok iyi biliyordum. Şimdi bir şey söylemeye yeltensem bile beni dinlemeyecek kadar gözünü kararttığını biliyordum. O yüzden şimdilik üzerine daha fazla gitmem anlamsız olurdu.
Zorla iyileştiremeyeceğimiz yaralar vardı. Bunu kabullenmek ise en zoruydu. Onu kurtarmak istiyordum ama belki de önce, Nehir'in yeniden yaşama inancını geri kazanması gerekiyordu. O inancı geri kazanmadığı sürece, ameliyat da, ilgi de, hiçbir şey ona yetmeyecekti.
Sandalyesiyle yatağa yöneldiğinde bir an durdu.
Yardım etmek istedim ama, onun yıllardır kimseye ihtiyaç duymamaya çalıştığını biliyordum.
"Yardım ister misin, güzelim?" dedim yumuşak bir sesle, kabul etmeyeceğini bile bile... Tam da düşündüğüm gibi başını iki yana salladı.
Yanına eğilip, saçlarının arasından başına küçük bir öpücük kondurdum. Bir an orada kalmak, onu sarmak istemiştim. Ama zamanı değildi. Ne onun, ne de benim için.
Ağır adımlarla odadan çıktım. Ayaklarım bedenimi değil, içimde taşıdığım yükü sürüklemişti sanki.
*************
Daha saat öğlen dört civarıydı ama gökyüzü akşamı hatırlatır gibi griye bürünmüştü adeta. Dayımın evinden çıkarken, annem de benimle gelmişti.
Arabanın içi, sanki sesleri yutacak kadar sessizdi. İkimizin de aklı Nehir'de kalmıştı. Gözlerim yola kilitlenmişti, direksiyonu biraz fazla sıkı tutuyordum. Annem ise yan koltukta, ellerini kucağında kenetlemiş, ara sıra camdan dışarı bakıyordu. Her ikimiz de sessizdik. Annem Nehir'in beni de reddedip ameliyatı kabul etmediğini öğrenince daha fazla üzülmüştü. Nehir için fazlasıyla endişeli olduğunu biliyordum ve bu endişesinde de o kadar haklıydı ki... Çünkü doktor Nehir'i bir an önce ameliyata almaları gerektiğini söylemişti.
"Ne olacak şimdi? Nasıl onu ikna edeceğiz?" dedi annem, arabadaki derin sessizliği bozarak.
"Allah büyüktür annem... Elbet bulacağız bir çaresini," dedim elimi kucağında birleştirmiş ellerinin üstüne koyarken. İçimde her şeyin düzeleceğine dair bir umut vardı.
"Biliyorum oğlum ama Nehir'in o kadar zamanı yok, biliyorsun..." Biliyordum. Bu bunu bilip de elimden hiçbir şeyin gelmemesi daha çok yaralıyordu beni.
"Biliyorum anne,"dedim derin bir nefes alarak. "Nehir'in üzerine fazla gidersek hiçbir şekilde kabul etmemesinden korkuyorum."dediğimde, annem anladığını belirtir gibi kafasını sallayıp ardından tekrar sessizliğe büründü.
Bir süre sonra eve varmıştık. Annem üzerini değiştirip amcamlara geçeceğini söyleyerek odasına çıkarken, ben de yönümü direkt odama çevirmiştim. Odaya geçip kapıyı ardımdan kapatarak çantamı köşeye bıraktım. Odanın içinde, dışarıdaki ağır havaya benzeyen bir sessizlik vardı. Perdeler kapalıydı, loş bir ışık her köşeye yayılmıştı.
Üzerimdeki gerginliği atmak için banyoya girdim. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup kendimi suyun altına bıraktım. Sıcak su tenime değdiğinde, omuzlarımda taş gibi biriken yorgunluk yavaşça çözülmeye başladı o an. Buhar aynayı kaplarken gözlerimi kapattım, suyun ritmik sesi düşüncelerime karışmıştı.
Ne kadar uğraşsam da aklım yine Nehir’e kayıp duruyordu. Yüzümü suyun altına tutup derin bir nefes aldım, sanki suyun sıcaklığıyla beraber içimdeki o ağır hisleri de akıtabilirmişim gibi… Ama olmadı. Nehir’in bakışları, sesi, kelimeleri hâlâ kulaklarımdaydı. Sıcak su bedenimi rahatlatsa da zihnim hâlâ diken üstündeydi.
Bir süre öylece durup suyun tenimde bıraktığı ağırlığa teslim oldum. Sonra musluğu kapatıp kenardaki havluya uzandım. Saçlarımdan süzülen damlalar omuzlarıma vururken havluyu başıma sardım. Banyodan çıkıp odama geçtim.
Tam o sırada, komodinin üzerine bıraktığım telefonumun çaldığını duydum. Komodine yaklaşıp telefonu elime aldığımda arayanın Ela olduğunu görmemle yüzümde bir gülümseme, kalbimde bir sıcaklık hissetmiştim.
Telefonu açıp kulağıma götürdüm, ama birkaç saniye konuşmadım. Sadece onun sesini bekledim.
Biliyordum ki Ela’nın sesi, üzerimdeki bütün ağırlığı alıp götürecekti.
"Alo... Asaf!" dediğinde, sesi sanki kalbime yumuşak bir dokunuş yapmış gibi oldu.
"Orada mısın? Sesim geliyor mu?" diye sordu, ben hâlâ sessizken.
"Hıhı, çok güzel geliyor." Elim saçlarımdaki havluda, saçlarımı yavaşça kuruluyordum.
"O zaman neden konuşmuyorsun?"
"Önce senin sesini duymak istedim," dediğimde, yüzünde beliren gülümsemeyi adeta hissedebiliyordum.
"Hımmm..." diye mırıldandı hafifçe. Sesi şimdiden bana iyi gelmeye başlamıştı.
"Evet... Özledim seni."
"Bu kadar çabuk mu? Daha birkaç saat önce yan yanaydık."
"Ben seni her saniye özlüyorum… Sen bana saatlerden bahsediyorsun," dedim sessizce. Bir an sessizlik oldu. Onun nefes alışını duyuyordum. Saçlarımı kurulayıp havluyu köşedeki berjerin üzerine bıraktım, yatağa oturup sırtımı yatak başlığına yasladım. Şimdi gözlerimi kapatsam, onun sesi eşliğinde uyuyabilirdim.
Telefonun diğer ucundan hafifçe boğaz temizleme sesi geldi.
"Nehir'in yanına uğradın mı?" diye sordu.
"Evet, biraz önce oradan döndüm."
"O nasıldı? Biraz daha toparlanmış mı?"
"Aynıydı..." dedim, elim sakalımda gezinirken. "Yanına gittiğimde ilk söylediği şey, ‘Ameliyat olmayacağım,’ oldu." O an Nehir’in gözlerindeki inat, kelimelerinin sertliği zihnime öyle bir kazınmıştı ki, boğazımda istemsiz bir düğüm hissettim.
Ela, karşı tarafta sessizleşti. Nefesini tutmuş gibiydi.
"Üzerine gitmek istemedim," dedim sessizce. "Ama… bu kararın onu nereye sürükleyeceğini ikimiz de biliyoruz. Yarın tekrar uğrayacağım, belki… fikrini değiştiririm."
Ela derin bir nefes aldı, ardından sesi daha düşük, ama ağır bir tonla geldi. "Asaf… böyle şeyleri inatla reddetmek nasıl bir his, ben çok iyi biliyorum," dedi. "O an insanın içine öyle bir korku giriyor ki… anlatmak zor. Sanki bir karar vermiyorsun, o karar senin yerine veriliyor. İçin, aklın, her şeyin seni geri çekiyor."
Bir an sustu. Sesindeki hafif titreme, onu geçmişteki bir anıya götürdüğünü belli ediyordu. "Ben de bir zamanlar… aynı Nehir gibi düşünüyordum," diye devam etti. "Çünkü… bazen öyle bir noktaya geliyorsun ki… ‘Ya böyle devam ederim, ya da hiç etmem,’ diyorsun. Ve o an, aslında devam etmeyi değil… vazgeçmeyi seçiyorsun. Hem de farkında olmadan." O cümleleri duyduğum an, boğazımda keskin bir düğüm hissettim. Gözlerim istemsizce doldu, ama sesime yansıtacak olsam Ela hemen anlayacaktı. Derin bir nefes aldım, dudaklarımı birbirine bastırdım. O duyguyu yutmaya çalıştım.
Ela, kısa bir sessizlikten sonra yutkunup hafifçe gülümsedi. "Ama gördüğün gibi… o günleri atlattım. Nehir de atlatacaktır, eminim. Yeter ki bizim yanında olduğumuzu hissetsin,"dedi, Sesindeki kırılma yavaş yavaş yerini sıcaklığa bırakmıştı.
Sanki hiçbir şey olmamış gibi, boğazımdaki o düğümü bastırarak, "İnşallah," diyebildim sadece. Ama içimde çoktan Ela’nın hissettiğinden fazlası kopmuştu.
"Asaf… bir tanem…" dedi birden. Sesi, bu kez sanki tenime değen hafif bir dokunuş gibiydi. "Şu an seni görmüyorum, ama o hâlini… o bakışlarını, o gözlerinin doluşunu hissedebiliyorum. Nehir için endişelisin, üzgünsün… Bunu saklamaya çalışsan da kalbinin nasıl attığını biliyorum." Telefonun ucundan gelen her kelimesi, sanki içime işliyor, beni olduğum yerden biraz daha derine çekiyordu. "Emin ol Nehir bu kötü günlerin üstesinden çok güzel bir şekilde gelecektir. Onu bu zor günlerinde asla yalnız bırakmayacağız. İkimiz hep onunla olacağız,"dediğinde, gözlerimi kapatıp içimden binlerce kez şükrettim. İyi ki Ela benim hayatıma girmişti. O benim şükür sebebimdi. Ela yanımdayken, artık hiçbir şey bana ağır gelemezdi ki...
Derin bir nefes alıp, "Seni çok seviyorum, Ela’m… İyi ki benimsin, iyi ki hayatımdasın. Seni bana getiren Rabbime her gün şükrediyorum," dedim. İçimde, sanki bu sözleri söylerken bile yetemiyormuşum gibi bir his vardı; kelimeler ne kadar güzel olursa olsun, ona olan sevgimi tam anlatamıyordu.
"Ben de seni çok seviyorum," dedi yumuşak bir sesle. "Sen de iyi ki, iyi ki hayatımdasın… iyi ki benimsin." O cümleyi öyle bir vurgu ile söyledi ki, kalbimde hafif bir sızıyla birlikte tatlı bir huzur yayıldı.
Ela’nın bana bu kadar içten ve rahat konuşması, hâlâ beni hem şaşırtıyor hem de derinden mutlu ediyordu. Onun sesinde öyle bir samimiyet vardı ki, insanın en kırık yanlarını bile onarırdı. Belki de bu yüzden, ne kadar şaşırırsam şaşırayım, her seferinde kendimi ona daha da teslim olmuş buluyordum. Onun varlığı, benim en büyük şükür sebebimdi.
Aramızda birkaç saniyelik derin bir sessizlik oluştu. Telefonun diğer ucundan sadece nefes alışı duyuluyordu.
"Sen ne yapıyorsun? Nehir’den bahsedince nasıl olduğunu sormayı unuttum. Dinlenebildin mi biraz?" dedim. Uçakta giderken bir ara başı omzuma düşmüş, gözleri kapanır gibi olmuştu. Ama belindeki ağrı yüzünden hemen toparlanmak zorunda kalmıştı.
"Evet… Sen gittikten sonra çıkıp biraz uyudum zaten," dedi.
"Belin nasıl? Ağrın geçmiş mi?" diye sordum. Onun acı çekmesi, benim içimi kemiriyordu.
"Hıhı… İyiyim, merak etme. Hem… Aslında ben seni başka bir şey için aramıştım."
"Beni sevdiğini, özlediğini söylemek için mi?" dedim hafif gülerek. Göremesem de şu an hafif hafif kızardığını biliyordum. Aslında ona takılmamın sebebi aramızda demin oluşan o kasvetli havayı yok etmekti.
"Akşam yemeğine herkes burada, sen de gelsene diyecektim,"dedi beklemediğim bir şey söyleyerek.
"Akşam yemeğine mi?"
"Evet. Herkes akşam burada olacak. Galiba Yusuf abi evlilik kararını açıklayacak herkese."
Yusuf mu? Yusuf'un bu kadar hızlı bir şekilde böyle bir adım atacağını beklemiyordum açıkçası. Bana ve Selim’e, Dua ile evlenmek istediğini ilk söylediğinde de şaşırmıştım. Çünkü Yusuf’un kalbinde hâlâ Esra vardı…
"Tamam güzelim, sen yeter ki iste. Birazdan orada olurum," dedim kısa bir sessizlikten sonra. "Hem seni görmek bana daha iyi gelecek."
Tam telefonu kapatıp yerimden doğrulacaktım ki Ela'nın sesi ahizeden tekrar duyuldu.
"Asaf!"
"Efendim bir tanem..."
"Canını sıkma olur mu? Her şey düzelecek ve çok güzel olacak,"dedi. Nehir için söylüyordu.
"İnşallah güzelim..."
"Seni sevdiğimi ve her zorlukta yanında olduğumu da unutma, tamam mı?"dediğinde yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi.
"Ben de seni seviyorum güzelim, hem de her şeyden ve herkesten çok. Ve yanımda olduğunu da biliyorum."
Telefonu kapatıp yerimden doğrularak giyinme odasına geçtim. Dolabın kapağını araladım, elbiseler arasında kısa bir süre gezindim. Rahat ve sade bir şey giymek istiyordum. Üzerimde hâlâ suyun ferahlığını taşıyan bir dinginlik vardı ama içimde, Ela’yla konuştuktan sonra kabaran bir heyecan da vardı. O bana her, 'seni seviyorum' dediğinde, içimdeki aşk daha da kabarıyordu.
Önce beyaz bir tişört, ardından da bir alt katta bulunan gri pantolonumu aldım. Onları giyip üzerine siyah gömleğimi aldım. Hem daha rahat, hem de böylesi daha iyi göründüğü için önünü açık bırakmayı tercih ettim. Son olarak ise beyaz ayakkabılarımı giydiğimde kendimi daha da hazır hissettim.

(Asaf'ın kombini)
Aynanın karşısına geçtiğimde gözlerim kendi yansımama takıldı. Kıyafetlerim tamamdı, ama gözlerimin içindeki telaş, saklayamadığım heyecanı açık ediyordu. Daha sabah yanından ayrılmama rağmen, şimdi Ela'yı görecek olmanın düşüncesi bile kalbimi hızlandırıyordu. Dudaklarımın kenarında istemsizce beliren gülümsemeye engel olamıyordum.
"İyi ki varsın Ela," diye geçirdim içimden. "Beni ben yapan en güzel şeysin."
Sonra derin bir nefes alıp saatime baktım. Artık çıkma vaktiydi. Bir kez daha üzerimi kontrol edip ardından anahtarımı, cüzdanımı ve telefonumu alıp odadan çıktım.
Aşağı indiğimde bakışlarım direkt etrafta gezinmeye başladı. Annem çıkmış mıydı acaba? O da amcamlara geçeceğini söylemişti. Eğer çıkmadıysa beraber giderdik.
Bakışlarım etrafta gezinirken Seher teyzeyi görmemle ona seslendim. "Seher teyze!"
Balkon kapısından bahçeye çıkacakken benim seslenmemle dönüp, "Buyur oğlum,"dedi.
"Annem nerede? Çıktı mı?"
"Hayır oğlum, ama birazdan çıkacağını söyleyip, arabayı hazırlamalarını istedi."
Başımı salladım. "Arabayı hazırlamalarına gerek yok. Ben de çıkıyorum zaten, annemle birlikte gideriz,"dedim.
Seher teyze başıyla onaylayıp, "Peki oğlum, söylerim," dedi. Ardından balkona yöneldi.
Elimi cebime sokup salona doğru ilerledim. Annem birazdan hazır olurdu herhalde. Adımlarım salona doğru yönelirken merdivenlerden gelen hafif topuk sesleriyle aynı anda yankılandı. Başımı kaldırdığımda annemin zarif adımlarla merdivenden inişini gördüm. Elinde küçük bir çanta vardı, her zamanki gibi özenle giyinmişti.
"Hazır mısın anne?" diye sordum gülümseyerek.
"Hazırım oğlum," dedi, gözlerimdeki ifadeyi yakalayarak. Son merdiveni inmeden yanına yaklaşıp elimi uzattım. Elimden tutup son basamağı indi. Bakışları hâlâ üzerimdeydi. "Sen de bayağı şık olmuşsun,"dedi gözlerini üzerimde gezdirip. "Ela görsün de düşünsün artık, benim oğlumun ne kadar yakışıklı olduğunu."
Annemin sözleriyle gülümseyip başımı yana eğdim. "Anne…" dedim hafif bir sitemle, ama gözlerimdeki gülümsemeyi gizleyemedim.
Onunla birlikte kapıya yönelirken, içimde giderek artan heyecanın bedenime yayıldığını hissettim. Birkaç dakika içinde Ela’nın yanında olacaktım.
Önce annem için kapıyı açıp ardından yerime geçerek motoru çalıştırdım.
Aslında annem, bizim Ela'yla olan ilişkimizden haberdardı, hem de başından beri... Tabii önceleri sadece benim duygularımı biliyordu ve bundan benim haberim yoktu. Amerika'dan dönüp, Hazal ile evlilik kararı aldığımızı söylediğimizde başta tebrik etse de, sonrasında benim Ela'ya olan duygularımı bildiğini söylemişti. Bana ilk söylediği şey ise, 'Gönlünde Ela varken, neden hem kendi hayatını hem de Hazal'ın hayatını mahvediyorsun!' olmuştu. Hazal ile oynadığımız oyunu anlamasın diye her ne kadar bu evliliğe isteyerek karar verdiğimi söylesem de annemi bir türlü inandıramamıştım. Ve sonunda da itiraf etmek zorunda kalmıştım.
Nalan yengenin de Ela'nın beni sevdiğini bildiğini söylemişti Ela. İşte annelerden bir şey saklamak zordu. İnsanı bir bakışından bile tanıyorlardı.
Mesafe kısa olduğu için amcamların evinin önüne kısa bir süre içinde varmıştık. Adem annem için kapıyı açarken, bende kontağı kapatıp arabadan indim.
"Hoş geldiniz efendim,"dedi Adem, kısa bir baş selamıyla.
Elimi omuzuna koyup başımla selamını aldıktan sonra, annemle beraber kapıya doğru yöneldik. Sesler arka bahçeden geldiği için kapıyı çalmadan direkt orada ilerledik. Bahçeye girdiğimiz gibi bakışlarım, orada hiç bulunmaması gereken birine kaymıştı. Onun ne işi vardı şimdi burada? Hangi yüzle buraya gelebilmişti?
Şu an tam karşımda Yasemin vardı. Semra yengenin sağ tarafında oturmuş, Aslı ile bir şeyler konuşup gülüyordu. Nasıl bu kadar rahat davranabiliyordu? Bütün o sözlerden sonra utanmadan nasıl buraya, Ela'nın evine gelebilmişti... Ela'nın yüzüne nasıl bakıyordu?
Bakışları bizim olduğumuz tarafa kayınca, bir an göz göze geldik. Yüzündeki o samimiyetsiz gülümseme hemen silindi. Ben ise bakışlarımı hemen çekerek, onun buradaki varlığını yok sayıp Selim ve Yılmaz'ın olduğu tarafa doğru yöneldim. Yasemin diye biri, benim için artık yok hükmündeydi.
Bir bölümün daha sonuna geldik. Oy verip yorum yapmayı unutmayınız 🙏🙏
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 62.58k Okunma |
4.83k Oy |
0 Takip |
84 Bölümlü Kitap |