
Yeni bölüm birkaç gün sonra dedim ama sizin için hemen bitirip attım.
Keyifli okumalar 💞
Ela'dan
Yaklaşık bir saat kadar uyumuştum. Daha doğrusu, Ece'nin cıvıl cıvıl sesiyle gözlerimi aralamıştım. Gözlerimi yeniden kapatacakken boynumda minik parmaklarının hafif hafif gezindiğini hissetmiş, istemsizce gülmeye başlamıştım. Başımı yastıktan kaldırıp ona bakmaya çalıştığımda ise çoktan kahkahalarla geri çekilmişti. Gözlerimi tekrar kapatmamla bana yaklaştığında, kolundan tutup onu kollarımın arasına almıştım. Minik gövdesini gıdıklamaya başlarken, kahkahalar atıp, ellerimin arasından kurtulmaya çalışmıştı. Kahkahaları bir süre sonra çığlıklara dönüşmüştü. Onun kahkahaları bütün odayı sarınca, benim bütün yorgunluğumu, uykumu bir anda silip süpürmüştü.
Ece ile biraz yatakta oyalandıktan sonra, Ece çıkmış, ben de hemen kendimi toparlayıp aşağı inmiştim. İndiğimde babamları salonda görmemle yüzümde kocaman bir gülümseme belirmiş, gidip hemen onlara sıkıca sarılmıştım.
Herkes gelmişti, buradaydılar. Bir tek Asaf, Ayla yenge, Dua, Ömer ve Efe eksikti. Efe'nin de biraz sonra aramıza katılacağını söylemişlerdi. Nalan anne, Ayla yengenin eve uğrayıp sonra geleceğini söylemişti. Peki Dua'nın olmaması... Yusuf abimle artık evlilik kararlarını açıklayacaklarını biliyordum. O yüzden bugün burada olması gerekmiyor muydu?
Asaf'ın ise Nehir'in yanına uğrayıp ardından da eve geçip dinleneceğini biliyordum ama yine de onun burada olmasını istiyordum. O yüzden de kısa bir süre sonra annemlerin yanından ayrılmak için ayaklanmış, annem ne olduğunu sormak istediyse de, biraz hava alacağımı söyleyip balkon kapısına doğru ilerlemiştim. Asaf ile konuşmak istiyordum. Herkes buradayken onun evde olması olmazdı, değil mi? Üstelik Yasemin de ortalıklarda yokken bu hiç olmazdı. Asaf'ın evde yalnız olduğunu bilse onunla baş başa kalmak için eve gideceğini bildiğim için içim hiç rahat değildi.
Bahçeye çıktığımda hiç görmek istemediğim bir yüzle karşılaşmıştım; Yasemin'le. Yanında Aslı ve Fırat abinin eşi vardı, onlara bir şeyler anlatıyor gibi duruyordu. Ne zaman dönmüştü ki? Bir yanım Asaf'tan uzak olduğu için mutlu olsa da, diğer yanım onu gördüğü için keyfimin kaçmasına sebep olmuştu.
Onlara biraz yaklaştığımda Yasemin'in söylediği sözlerle bir an duraksamış, dişlerimi birbirine bastırmıştım. Asaf'ın, onu arkadaşının evine kadar bırakmak istediğini, çıkana kadar onu bekleyeceğini ısrarla dile getirdiğini ama kendisinin buna izin vermediğini, yol yorgunu olduğu için, eve geçip dinlenmesini söylediğini söylemişti. Tabii ki böyle bir şeye inanmamıştım. Yasemin'in kendi kendine uydurduğu yalanlarıydı yine.
Asaf'ı arayıp telefonu kulağıma dayayarak onlardan uzaklaşmış, Erdem amcanın benim için çiçeklerin oraya kurduğu salıncağa oturmuştum. Onun sesini duyduğum gibi içimdeki bütün kötü hisler hemen yok olmuştu.
Telefon görüşmem bittikten sonra cihazı bir köşeye bırakıp sırtımı geriye yasladım. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım, başımı da geriye yasladım. İçimde tarifsiz bir huzur vardı; Yasemin'in demin söylediklerine rağmen. Asaf'ın her daim yanımda olması, bana değerli olduğumu hissettirmesi beni öyle mutlu ediyordu ki. Yıllardır hayalini kurduğum o güvenli limana sonunda ulaştığımı hissediyordum artık.. Mutluydum, hem de çok mutlu.
Ama yine de... Asaf'ın az önce bana söyledikleri içimde ince bir sızı bırakmıştı. Kalbimin bir köşesinde sessizce kanayan bir yara gibi... Sebebi belliydi: Nehir. Onun inadını, direncini çok iyi anlıyordum. Belki de onu en iyi anlayacaklardan biri de bendim. Nihayetinde onun geçtiği yoldan ben de geçmiştim...
Bunu Asaf'a da anlatmak istemiştim. Daha sağlıklı düşünebilmesi için ona biraz zaman vermelerini söylemiştim. Ama Asaf'ın içindeki endişenin yok olmadığını biliyordum. Neden Nehir için bu kadar endişe ettiğini de... Çünkü Nehir'in o kadar zamanı yoktu. Nehir ne karar verecekse bir an önce vermesi gerekiyordu.
Şu an mutlulukla hüznü aynı anda yaşamam ne tuhaftı değil mi? Bir tarafım, sonunda yolum Asaf'la birleştiği için tarifsiz bir huzur içindeyken, diğer tarafım Nehir'in geleceği için kaygılarla doluydu. Hele de Asaf'ın sesi hâlâ kulağımda çınlarken... Onun Nehir'e dair çaresizliğini hissetmek, kendi kalbimin de yükünü artırıyordu.
Asaf'ın öyle acı çektiğini bilmek canımı yakıyordu...
Birinin yanıma oturmasıyla gözlerim aralandı. Kafamı çevirip kim diye baktım. Abimdi, Mert abi. Yanıma oturup geriye yaslanarak kolunu başımın arkasından geçirdi, beni kendisine çekti.
"Ne yapıyorsun burada tek başına?"dedi. Onun sesinde de yorgunluk sezmiştim. Derin nefes alıp omuz silktim. Yalnız kalmak bazen iyi hissettiriyordu aslında.
"Biraz abi kardeş baş başa kalalım, eski günlerdeki gibi..."dedi. Kafamı göğsüne yaslayıp gülümsedim, eski günlerdeki gibi...
"Yiğit Ali uyudu mu?"diye sordum saniyeler sonra. Salona inerken Yiğit Ali kucağındaydı, sallayıp duruyordu.
"Çok uğraştırdı, ama uyudu sonunda,"dedi parmaklarını saçlarımın arasında gezdirmeye başlarken. Kafamı hafif kaldırıp yüzüne baktım. Sesindeki yorgunluğun aksine yüzünde tatlı bir ifade vardı. Onun yorgunluğu, oğluyla ilgilenmenin verdiği tatlı bir yorgunluktu.
"Bir oğlunun olmasını çok istiyordun, abi. Şimdi de uğraşacaksın mecbur,"dedim göz kırpıp gülümserken. Gülümsedi. Parmakları hâlâ saçlarımda dolaşıyordu.
"Evet. Ama bizi bu kadar zorlayacağını tahmin etmemiştim. Hele ki Ece'den sonra..."
"Ece bambaşkaydı,"dedim hemen. "O çok miskindi." Ece'nin bebekliği gerçekten bambaşkaydı. Seren yenge bazen emzirir, minderin üzerine bırakırdı ve Ece öyle uslu dururdu ki... Egzersizlerimi bitirir bitirmez, yanına uzanıp onu seyrederdim. Bazen dakikalarca tatlı tatlı yüzüme baktığına şahit olurdum.
"Haklısın, benim kızım çok başka,"dediğinde, sesi öyle yumuşak çıkmıştı ki... Şu an gözlerinin içinin parladığına emindim. "Yiğit ablasına hiç çekmemiş. Hiç sakin değil, sürekli ilgi istiyor,"derken, gözümün önüne düşen bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Bu huylarını da kimden aldığı belli,"dedi saniyeler sonra. Kafamı hafif kaldırıp ona sahte bir yüz ifadesi ile baktım. Benden bahsettiğini elbette ki biliyordum.
"Benden bahsediyorsun ama ben hiç üzerime almıyorum, abicim. Çünkü ben senin oğlun kadar huysuz değildim,"dedim göz kırparak. Gülümsüyordum. Abim yüzüme 'emin misin' der gibi baktığında, "Tamam, birazcık ilgi istemiş olabilirim. Ama birazcık,"dedim parmak ucumu gösterirken. Hemen geri adım atmıştım. Çünkü biraz ilgi istediğim külliyen yalandı. Ben çok ama çok ilgi isteyen bir çocuktum.
"Birazcık mı?" Parmağıyla burnumun ucuna hafifçe vurdu. "Sen unutmuş olabilirsin küçük hanım ama abin unutmadı o günleri."
Sessiz kalıp içtenlikle gülümsedim. Ben o günleri hiç unutmamıştım, hiçbir zaman da unutamazdım...
Abim birkaç saniye tebessümle yüzüme baktı. Ardından kafasını eğip dudaklarını alnıma bastırdı.
"Sen hep böyle gül, olur mu güzelim?"dedi, geri çekilirken. Yüzüme inen saçlarımı tekrardan kulağımın arkasına sıkıştırdı.
"Siz benim yanındayken ben hep mutlu olurum ki..."dedim, hafifçe yükselip yanağına küçük bir öpücük kondurarak. Gülümsememe içtenlikle karşılık verdi.
"Öyle mi, küçük hanım?" diye sordu birkaç saniye sonra. Gözlerini hafif kısmıştı. "Biz her zaman senin yanındaydık zaten... Ama seni uzun zamandır hiç bu kadar mutlu görmemiştim. Söyle bakalım, bu mutluluğun kaynağı nereden geliyor?"dedi göz kırparak. Bir an bakışlarımı kaçırdım. Kalbim, cevabı bas bas bağırmak istiyordu. Bu kadar mutlu olmamın sebebini onlar bilmese de ben çok iyi biliyordum.
Beni bu kadar mutlu eden, gözlerimin parlamasına sebep olan kişi Asaf'tı.
Derin bir nefes alıp, "Biliyorsun abi, son iki senede çok şey yaşadım,"dedim. Abim kafasını onaylarcasına salladığında konuşmaya devam ettim. "Her şey üst üste geldi benim için. Başka bir ailem olduğunu öğrenmem, babamın onlara dönmemi istemesi, hayatıma bir anda hiç tanımadığım insanların ailem olarak girmeleri... Bunların hepsi haliyle beni biraz yıprattı." Bir an duraksadım. Bu söylediklerimin hepsini geride bırakmıştım evet; ama tüm bunları dile getirince içimde tuhaf, adını koyamadığım bir his oluşmaya başlamıştı.
Ben bunları her dile getirdiğimde böyle tuhaf mı hissedecetim?
Duraksadığım için abim üzüldüğümü düşünüp tam konuşacakken, yüzümde oluşan donuk ifadeyi hemen sildim. Kocaman gülümseyip, "Ama şimdi her şey yoluna girdi abicim,.. Neden mutlu olmayayım ki? Sevdiğim herkes yanı başımda; en önemlisi de siz artık hep buradasınız,"dedim.
Abim, bir koluyla beni sararken, diğer eliyle çenemi kaldırıp yüzüne bakmamı sağladı. "Sadece bu kadar mı?"diyerek kaşlarını havalandırdı. "Bence bu mutluluğunun altında yatan başka bir sebep var..."dedi. Birden yutkundum. Mutluluğumun altında yatan sebep Asaf'tı; evet, ama ben bunu abime söyleyemezdim, utanırdım... Böyle bir şey nasıl söylenirdi ki hem? Gerçi abim bana da, ablama da, Hilal'e de, 'eğer bir gün olurda, ki bir gün mutlaka olacak, biri hayatınıza girerse benden çekinmeden anlatın; anlatın ki sizi her kötülükten koruyabileyim' demişti. Bunun için de Hilal, Selim enişte ile tanıştıktan kısa bir süre sonra onu abim ile tanıştırmıştı. Ablam desem, biraz ketumdur ama abimden hiçbir şeyini gizlemezdi, yani öyle düşünüyordum. Bizden her şeyini saklardı evet, ama abimden değil...
"Bak Ela'm,"dedi, ben öyle sessizce yüzüne bakarken. "Seni senden ve hatta herkesten daha iyi tanıyorum." Bu sefer sesi daha yumuşak çıkmıştı. Konunun nereye evrildiğini bildiğim için içimde tuhaf bir his uyanmaya başlamıştı. Neden böyle hissettiğimi de bilmiyordum. Ben normalde abimden çekinmezdim. Evet, utanır, bu konularda öyle rahat konuşamazdım belki ama bu kadar da garip hissetmezdim.
"Senin ne zaman yalan söylediğini, ne zaman bir şey gizlediğini, neye üzüldüğünü, neye mutlu olduğunu bilecek kadar seni çok iyi tanıyorum. Ve inan bana seni hiç böyle görmemiştim."
O an gözlerimin içine baktı, bakışları sanki içimde saklamaya çalıştığım her şeyi görüyordu. Dudaklarının kenarında beliren belli belirsiz bir gülümseme ile, "Hatırlıyor musun? Eskiden, daha Seren ile evlenmeden önce bir gün eve geldiğimde gözlerimin neden parladığını, neden bu kadar mutlu olduğumu sormuştun."
Hatırlıyordum.
Bir an geçmişe dalmış gibi oldu, bakışları uzaklara kaydı. "Ben o zaman hiçbir şey söylememiştim sana. Ama sen peşimi bırakmamış, 'Abi, kesin birine aşıksın, değil mi?' demiştin. O an yüzümdeki ifadeden her şeyi anlamış olduğunu anlamıştım. Çünkü gözlerden gizlenmiyor bazı şeyler, Ela'm. Hele de kalbin birine değdiğinde..."
Kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Abim her şeyi anlamıştı işte... Peki, kalbimin değdiğinin kim olduğunu da biliyor muydu?
"Sen bana bir şey söylemesen de ben anlarım. Çünkü sen benim kardeşimsin. Bakışın, gülüşün her şeyi anlatıyor gülüm,"dedi. Bakışlarımı indirip sessiz kaldım. Ne diyeceğimi bilemedim o an.
Aramızda uzun sayılacak kadar derin bir sessizlik oluşmuştu. Ona her şeyi anlatmak istiyordum, fakat nereden başlayacağımı, daha doğrusu nasıl anlatacağımı bilmiyordum.
Benim bu kadar mutlu olmamın sebebi bu aşkken, aylarca acı çekmeme sebep olan da bu aşktı neticede; her ne kadar bu aşkı kendi ellerimle geri iten ben olsam da...
"Abi," dedim ondan ayrılırken. Sırtımı geriye yaslayıp, ellerimi kucağımda birleştirdim. Bakışlarım önümüzde duran çiçeklere kaymıştı "Ben daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Bu... Bu çok farklı bir duyguymuş..."
Birkaç saniye sonra abimin parmaklarını parmaklarımın üzerinde hissettiğimde, bakışlarımı üst üste olan parmaklarımıza çevirdim.
"Doğru, güzelim. Bazen insanı öyle mutlu ediyor ki... Bazen de..."deyip duraksadı. O an aklının nereye gittiğini anlamıştım.
"Bazen de çok acı veriyor,"dedim sözünü tamamlayarak. Seren yenge ile arasının düzeldiğini, ama yine de bir yerde içindeki kırıklığı görebiliyordum.
Kafasını sessizce salladı. "Sana da acı vermiş anlaşılan,"dedi saniyeler sonra. Benim o zamanki yaram başka, onunki bambaşkaydı.
"Beni bu durumda kimse kabul etmez, kimse sevemez diye düşünmüştüm,"dediğimde abimin bakışlarının bana kaydığını hissettim. Öyle düşündüğüm için üzerimdeki bakışlarının beni azarlamak için olduğunu biliyordum. O yüzden de kafamı kaldırıp hiç bakmadım ve daha o konuşmadan sözlerime devam ettim. "Bu yüzden de hep onu reddettim. Olmaz diye hep direttim. Bizden olmaz, ben sana göre biri..." Abimin elimin üzerindeki parmaklarının gerildiğini görünce birden duraksamış, kafamı hafif çevirip yüzüne bakmıştım. Bana, 'devam etme' der gibi bakıyordu. Nasıl ki önceden bunları her dile getirdiğimde benim canım yandıysa, şimdi de onun canı öyle yanıyor gibiydi.
Onu rahatlatmak istercesine gülümsedim. "Abi, biliyor musun? O da aynı senin gibi... Merhametli, düşünceli, sevgi dolu..." Asaf, merhametiyle, şefkatiyle ve düşünceli yapısıyla gerçekten abime çok benziyordu.
Abim sessizce kafasını salladı. "Kim? Tanıyor muyum?" Bu kez sessizce kafasını sallayan taraf ben oldum.
"Asaf," dedim, birkaç saniye sonra. Dediğimle abimin kaşları havalandı.
"Murat amcanın oğlu?" Sanki onun ismini beklemiyormuş gibi şaşkındı.
"Evet."
"Ama o birkaç hafta önce başka biriyle evleneceğini söylememiş miydi?"diye sordu. Neden şaşırdığını şimdi anlamıştım.
"Evet, ama o öyle bir şey değildi. Yani o durum biraz farklı,"dedim bakışlarımı parmaklarıma çevirirken. Ardından abime olanları kısa kısa anlatmaya başladım.
Abim, hiç araya girmeden, konuşmamın sonuna kadar beni sessizce dinlemişti. Yalnızca arada, öfkesini bastırmaya çalışıyormuş gibi derin derin nefesler alıp veriyordu. Bakışlarında hem bana hem Asaf'a duyduğu öfkenin birbirine karıştığını görebiliyordum. Şu an ne kadar zor olsa da bunu anlatmak zorundaydım; çünkü abimin ne beni ne de Asaf'ı yanlış anlamasını istemiyordum.
"Ela, az kalsın seni kaybediyorduk! Nasıl böyle düşüncesiz davranabildiniz!" dedi bakışlarını bana doğrulturken. Sesi titriyor, kelimeler ağzından dökülürken öfkesinin altındaki korku açıkça hissediliyordu. Kafamı kaldırıp yüzüne bakamadım; boğazıma bir yumru oturmuştu.
"Tamam, seni biliyorum... Sen kendini asla düşünmezsin," diye devam etti, sesindeki titreklik giderek derinleşerek. "Ama Asaf... O nasıl böyle düşüncesiz davrandı? Ya sana bir şey olsaydı, Ela? Ya seni gerçekten kaybetseydik? O zaman ne olacaktı? O bunun hesabını bize verebilecek miydi?"
Sessiz kaldım. O an ne söyleyecek sözüm, ne de kafamı kaldırıp yüzüne bakacak cesaretim vardı. Sanki söyledikleri içimde yankılanıyor, zaten zor zapt ettiğim suçluluk duygumu daha da derinleştiriyordu.
Aramızdaki ağır sessizlik, abimin kolunu omzuma atıp beni kendine çekmesiyle bölündü. Sarılışı hem bir sitem hem de derin bir sahiplenişti.
"Şu an ikinizi de dövmüyorsam, bu, günlerdir gözlerinde gördüğüm o parıltıdan dolayıdır... Yüzündeki o gülümseme hiç solmasın, mutluluğuna üzüntünün gölgesi bile düşmesin diyedir," dedi, kafasını kafama hafifçe vururken. Sesi öfkeyle titremiyordu artık; daha çok, içindeki kırılgan sevgiyi saklamaya çalışan bir tını vardı.
İçimde az önce oluşan o ağırlık, abimin sözleriyle biraz olsun hafiflemişti; ama suçluluğun izleri hâlâ kalbimin bir köşesindeydi.
"Hadi kalkalım," dedi abim bir süre sonra, sesini toparlamaya çalışarak. "Bizi görmezlerse merak ederler." Ardından ayağa kalktı, elini bana doğru uzattı. Elinden tutup kalktığım gibi kollarımı direkt boynuna sardım.
"Seni çok seviyorum, abicim," dedim kulağına doğru.
Kollarını sırtımda hissetmemle, sesi kulaklarıma doldu: "Ben de seni çok seviyorum, güzelim."
Eve doğru yürüdüğümüzde sofranın yeni yeni bahçeye kurulmaya başlandığını gördük. Daha babaannemler çıkmamıştı; bahçede yalnızca gençler vardı. Gözüm, Selim enişte ve Yılmaz'ın yanında oturan Asaf'a kaydı. Ne zaman gelmişti? Yeni gelmiş olmalıydı.
Abimle geçip Seren yenge ve Hilal'in yanına oturduk. Hilal koluma girip nereye kaybolduğumu merakla sorarken, bakışlarım farkında olmadan Asaf'ı izleyen abime kaydı.
Asaf, bizden biraz uzakta Selim enişte ve Yılmaz'la sohbete dalmıştı. Aralarındaki konuşma her neyse bu Asaf'ı güldürüyordu. Ama abim... Abim tek kelime etmeden, dikkatini ondan ayırmadan izliyordu onu. Yüzünde hiçbir şey okunmuyordu. O an abimin içinde neler geçtiğini tahmin etmek çok zordu.
"Kızım, kime konuşuyorum ben?" Hilal'in sesi ve omzuma yaptığı hafif dokunuşla irkildim. Abimden gözlerimi çevirip Hilal'e döndüm. "Nereye kayboldun sen?"diye tekrar sordu, ben daha konuşmadan.
"Abimle biraz şurada oturuyorduk," dedim, kafamla oturduğumuz yeri işaret ederek.
Hilal'in bakışları bu kez abime kaydı. Birkaç saniye dikkatle onu süzdü. Abimin gözlerindeki sabitlenmiş bakışı görünce, kaşları hafifçe çatıldı.
"Mert abi neden Asaf'a öyle bakıyor?" diye fısıldadı, merakla tekrar bana dönerek.
"Her şeyi biliyor." Sadece Hilal duysun diye sesimi o kadar alçak tutmuştum ki.
"Her şeyi derken?"dediğinde gözleri büyümüştü.
"Beni ve Asaf'ı... Ona her şeyi anlattım," dedim.
Seren yengenin dönüp bize bakmasıyla Hilal hemen toparlandı, ben de onunla birlikte yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim.
Kısa bir sessizlikten sonra karnımın boşluğunu hissettim. "Galiba acıktım," dedim, bir süre sonra. Hava kararmış, bahçedeki masaların üzerine lambalar serpiştirilmişti ama sofra hâlâ kurulmamıştı. Saate göz ucuyla baktım. "Niye hâlâ sofra kurulmadı ki? Çoktan yemek zamanı oldu."
Hilal başını yana eğip bana baktı. "Nalan teyze, Yusuf'ların gelmelerini beklediklerini söyledi biraz önce,"dedi.
"Yusuf abi nerede ki?" Onu en son salona indiğimde görmüştüm.
"Dua'yı almaya gitmişti,"dediğinde, kafamı anladığımı belirtmek istercesine salladım.
Yaklaşık yirmi dakikanın ardından Yusuf abilerin de gelmesiyle herkes sofraya geçmişti. Yemeğin sonuna doğru Yusuf abi, Dua ile evlilik kararı aldıklarını, yarın kız isteme, bir iki hafta içerisinde de nişan ve düğün yapmak istediklerini söylediğinde, Selim enişte ve Asaf dışında masadaki herkes şaşırmıştı.
Metin baba ve Nalan anne, Yusuf abinin bu kararı aldığını daha önceden bilseler de, her şeyi bu kadar aceleye getirmek istemelerine şaşırmışlardı. Yusuf abi için endişe ettiklerini biliyordum ama içlerinde bir yerde Yusuf abi için mutlu olmuşlardı; çünkü Yusuf abi ölü bir insanın anılarıyla yaşıyordu. Bir yerden sonra Yusuf abinin hayatına birinin girmesi onları mutlu etmişti.
Anlaşılan yarın bizi dolu dolu bir gün bekliyordu...
Gecenin ilerleyen saatlerinde millet dağılmış, ev sessizliğe gömülmüştü, herkes kendi odasına çekilmişti. Ben ise yemeği çok kaçırdığım için, herkes dağıldıktan sonra bahçede biraz yürümüş, ardından da odama çıkmıştım.
Üzerime pijamalarımı giyip banyoya geçerek rutin işlerimi hallettim. Banyodan çıkıp aynanın karşısına oturdum. Gözüm bir an yüzüme takıldı; tatlı bir yorgunluk vardı yüzümde. Avucumun içine biraz krem sıkıp yavaşça ellerime yaydığım sırada odanın içini telefonumun melodi sesi doldurmaya başladı. Ekrana baktığımda Asaf'ın aradığını gördüm.
"Efendim," dedim, telefonu açıp kulağımla omuzum arasına alırken.
"Ne yapıyorsun, bir tanem?"
"Hiç, ellerimi kremliyordum. Sen ne yapıyorsun?" Ellerime kremi iyice yedirip, telefonu elime aldım.
"Yeni yatağa geçtim ben de. Bir sesini duyayım, öyle yatayım istedim." Sözleriyle birlikte dudaklarımın kenarı istemsizce kıvrıldı. Gülümsedim. Sanki o an yanımdaymış gibi kalbimin içinde tatlı bir sıcaklık hissetmiştim.
"İyi düşünmüşsün," dedim birkaç saniyenin sonunda. Aramızda kısa bir sessizlik oluştu.
"Uyuyacak mısın şimdi?"diye sordu, sessizliğin içinde.
Aslında uykum şu anlık yoktu.
"Pek uykum yok şu an, belki biraz kitap okurum diye düşünmüştüm,"dedim. Ellerimle saçımı enseden toparlayıp değneğe tutundum. Tam doğrulurken kolum masanın üzerindeki parfüm şişesine çarptı. İnce bir tıngırtı sesiyle şişe hafifçe sallandı, ama düşmedi.
"Ne oldu? O ses neydi?" diye sordu Asaf, sesi bir anda endişeyle dolmuştu.
"Yok bir şey, sadece kolum parfüm şişesine çarptı," dedim hemen. "Hem, az daha parfüm şişesini deviriyordum,"derken gülmüştüm.
Asaf'ın telefonun diğer ucundan derin bir "hıh" sesi çıkardığını duydum; anladığını, ama aynı zamanda biraz da meraklandığını belli ediyordu.
"Olsun, sen yine de dikkat et," dedi, sesi yumuşak ama koruyucu bir tonda.
"Tamam," dedim gülümseyerek. "Hadi sen de uyu artık, sesin yorgun geliyor."
"Tamam..." dedi, ardından hafif bir esneme sesi duyuldu. O an istemsizce gülümsedim.
"İyi geceler canım, Allah rahatlık versin."
"Teşekkür ederim, güzelim. Sen de gözlerini çok yormadan uyu, tamam mı?" Yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü. Sanki görecekmiş gibi kafamı aşağı yukarı salladım.
Telefonu kapatıp masanın üzerine bıraktım. Odaya derin bir sessizlik çökmüştü; sadece kalbimin ritmi duyuluyordu. Elime aldığım kitapla yavaşça pencerenin yanındaki koltuğa yöneldim. Perdeyi hafif araladığımda bahçedeki loş ışığın altında Yusuf abiyi gördüm. Sandalyede, başını iki eli arasına almış, hareketsiz bir şekilde oturuyordu.
Ne zaman dönmüştü? Yeni mi gelmişti?
Onlar Dua'yla yemekten hemen sonra kalkmışlardı. Ömer biraz rahatsız olduğu için onu getirmemişlerdi. Yusuf abi, Ömer'e göz kulak olması için Sıla'yı onlarda bırakmış olsa da, Dua'nın içi rahat etmemiş, yemekten hemen sonra aceleyle kalkmışlardı.
Zaten yemek boyunca da Dua başını önündeki tabaktan hiç kaldırmamıştı.
Bir süre öylece Yusuf abiyi izledim. Gözleri bir noktaya dalmış gibiydi. Saniyeler sonra cebinden bir sigara paketi çıkardı. O an şaşkınlıktan gözlerim kocaman açıldı. Yusuf abi... sigara mı içiyordu? Onu bugüne kadar elinde sigarayla hiç görmemiştim. Parmaklarının arasında bir dal aldı, dudaklarına götürdü ve çakmağı ateşlemesiyle birlikte küçük bir kıvılcım belirdi. O kıvılcımın parıltısı bir anlığına yüzünü aydınlattı ve ben o an, gözlerinin içinde ne kadar çok yorgunluk biriktiğini görmüştüm.
Elimdeki kitabı bırakıp ayağa kalktım. Evlenmeye karar verdiğinden beridir onunla hiç oturup konuşma fırsatım olmamıştı.
Aşağı indiğimde adımlarımı direkt mutfağa yönlendirdim. Mutfağa girdiğimde Fatma abla da tam ışığı kapatıp çıkmak üzereydi.
"Bir şey mi istemiştin?"dedi beni kapıda görünce.
Kafamı iki yana sallarken içeri girip yavaşça tezgaha yaklaştım.
"Kahve yapacağım," dedim dolapları karıştırmaya başlarken. Cezveyi arıyordum.
"Ben yapayım istersen?"
"Yok abla, sağ ol. Cezvenin yerini söylesen kâfi,"dedim, kafamı ona doğru çevirip gülümsedim.
"Bugün yoruldunuz siz de. Hadi git dinlen artık, ben hallederim, merak etme."
Fatma abla, bir süre tereddüt ettikten sonra yumuşak bir tebessümle başını salladı. "Peki madem," dedi. Eğilip hiç kapısını aralamadığım dolaptan cezveyi çıkardı ve önüme bıraktı. Ardından beni mutfakta yalnız bırakıp sessizce çıktı.
O çıktıktan sonra dolaptan iki fincan çıkarıp tezgâha koydum. Kahve kavanozunun kapağını açtığımda taze kahve kokusu burnuma doldu. İki kişilik ölçüyle cezveye kahveyi, şekeri ve suyu koyarken bir yandan da aklım Yusuf abideydi.
Neden bu kadar düşünceli duruyordu? Onu bu kadar düşündüren neydi? Bu evlilik miydi? Bu evliliğin öyle bir aşk evliliği olduğunu kesinlikle düşünmüyordum. Bence, bu akşam, burada bulunan hiç kimse bunun bir aşk evliliği olduğunu düşünmüyordu. Çünkü onun kalbinde hâlâ ölü bir kadının anıları yaşıyordu. Onunla birlikte gömülmemiş bir sevda, yıllardır sessizce orada, Yusuf abinin kalbinde nefes almaya devam ediyordu. Ve bunu ailedeki herkes de çok iyi biliyordu. Sadece Yusuf abinin, sebep ne olursa olsun hayatına bir yerden devam etmesini istiyorlardı.
Kahve taşmak üzereyken altını kısıp köpüğü fincanlara pay ettim. İkinci taşımayı da dikkatlice döktüm. Fincan tabaklarını tepsiye yerleştirip, değneğime tutunarak yavaş adımlarla mutfaktan çıktım. Bahçeye açılan kapıyı sessizce araladım. Serin hava yüzüme vurdu. Elimdeki kahve tepsisini dikkatle tutarken bakışlarımı Yusuf abiye çevirdim. Loş ışığın altında hâlâ aynı şekilde oturuyordu.
Bir elimde tepsi, diğer elimde değneğim... Yavaş, dikkatli adımlarla yürüyordum. Tepsideki fincanlar her adımımda hafifçe sallanıyor, içindeki kahveler dalga dalga titreşiyordu. Fincanın kenarından taşan bir damla, tabağın içine süzülünce, dudaklarımın arasından kısık bir nefes kaçtı.
Yusuf abi, ona yaklaştığımı, önünde durduğumu göremeyecek kadar derinlere dalmıştı.
"Biraz daha elimdeki tepsiyi almasan, bütün çabam yeri boylayacak,"dedim. Kolum tepsiyi daha fazla taşıyacak kadar dayanıklı değildi. Tepsiyi buraya kadar getirip, sadece birkaç damlasını dökmek bile benim için büyük bir başarı sayılırdı.
Sesimle beraber Yusuf abi düşüncelerinden bir anda sıyrılıp bakışlarını bana çevirmişti. Karşısında beni görünce, bir an şaşırmış, elindeki sigarayı hemen atmıştı.
"Senin için kahve yaptım, kendi ellerimle," derken gülümsemiş, ardından kaşlarımla tepsiyi işaret etmiştim. Eğilemediğim için tepsiyi masaya bırakamıyordum. Bir de ayakta beklediğim için ayak bileklerimde hafif hafif sızlamalar hissediyordum.
"Sağ ol, güzelim," diyerek tepsiyi elimden alıp beni azat etti.
Bana yer açmak için hafif yana kaydığında, yanına oturmak yerine karşısına geçip oturdum. Kahve fincanını elime alıp, dumanı üstünde tüten kahvemden bir yudum aldım.
"Sigara kullandığını bilmiyordum," dedim kısa bir sessizlikten sonra. Bakışlarım az önce attığı sigara izmaritine kaydı. "Daha önce içtiğini hiç görmemiştim."
"Çünkü kullanmıyordum." Kahve fincanını eline alırken bakışları bir an yere indi. "Bu ilkti. O da öylesine içtiğim bir şeydi." Kahvesinden küçük bir yudum aldı.
Başımı usulca salladım, anladığımı belirtmek istercesine. Fincanı dudaklarıma götürüp bir yudum daha aldım.
"Çok güzel olmuş, ellerine sağlık, güzelim."dedi fincanını bana doğru kaldırıp gülümserken. "Hayatımda içtiğim en güzel kahve diyebilirim..."dediğinde, fincanı tekrar dudaklarına götürüp, bana kısa bir bakış atmıştı.
Hemen kendini toparlamaya çalışması, sanki biraz öncesine kadar derin düşüncelerin içinde boğuşan o değilmişçesine davranması dikkatimden kaçmamıştı.
"Bence bu kadar kesin konuşma, damat bey," dedim hafif bir gülümsemeyle. "Bir de yarın akşam Dua'nın ellerinden bir kahve iç, sonra kararını ver. Gerçi yarınki kahven biraz tuzlu olacaktır,"deyip göz kırptım. Dudaklarının kenarında çok da belli olmayan bir çizgi belirdi.
"Dua demişken, Ömer'im nasıldı?" diye sordum.
"Daha iyi, merak etme..."dediğinde abim, rahat bir nefes vermiştim. Ömer hâlâ tedavi görüyordu. Doktor her ne kadar Ömer'in ara ara böyle komplikasyonlar yaşamasının normal olduğunu söylese de, Ömer rahatsızlandığında onun için endişe etmekten kendimi alıkoyamıyordum.
"Ömer'in iyi olmasına çok sevindim," dedim, bakışlarımı ondan ayırmadan. Ardından sesimi alçaltıp ekledim: "Peki ya sen? Sen nasılsın, abi?"
Yusuf abi, fincanı elinde tutarken bir an duraksadı. Gözleri kısa bir süreliğine kahvenin üstünde gezindi, sonra bana döndü. Yüzünde, sanki ne söyleyeceğini bilemeyen bir ifade vardı. Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. "İyiyim. Neden böyle bir şey sordun ki?" dedi, sanki biraz şaşırmış gibi.
"Çünkü senin iyi olup olmadığını anlayacak kadar seni tanıyorum artık..."dediğimde, oturduğu yerde hemen dikleşti. "Ve ben şu a--"
"İyiyim. Sadece biraz yorgunum,"dedi hemen, daha sözümü tamamlamama izin vermeden.
"Neden, abi?"
"İşler bu aralar biraz yoğun," dediğinde, kafamı iki yana salladım. Beni yanlış anlamıştı.
"Onu sormuyorum. Neden birden evlenme kararı aldın?"diye sordum.
Elini saçlarının arasından geçirirken gülümsedi. "Abim, insanlar neden evlenme kararı alırlar?"
"Birbirlerini sevdikleri için, kavuşmak için, bir aile, mutlu bir yuva kurmak için... Peki sen, abi? Sen hangisi için evleniyorsun?" Elimdeki fincanı masaya bırakıp, öne doğru hafif eğilerek dirseklerimi dizlerime koydum. "Dua'yı sevdiğin için desem, kalbinin onun için çarpmadığını biliyorum. Sırf annemlerin bir yuva kurmanı istedikleri için bu kararı almak istediğini söylesem, sen onlar istedi diye sevmediğin biriyle bir yuva kuracak biri değilsin,"dedim.
Yusuf abi, sözlerimden sonra bir an sustu. Bakışlarını kaçırmak ister gibi gözlerini yere indirdi, ama hemen toparlanıp yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirdi.
"Ben..." dedi kısık bir sesle, ardından kısa bir nefes aldı. "Ben, bu kararımın herkesten çok seni mutlu edeceğini düşünmüştüm." Gözleri yavaşça bana döndü. "Bana hep, 'Kalbini kapatma, çünkü hayat devam ediyor, hayat her şeyiyle yaşamaya değer' diyen sen değil miydin?" Söyledikleri bir an kulağımda yankılanıp, beni konuştuğumuz o güne götürmüştü. Evet, öyle demiştim. Ama ben o cümleleri söylerken, onun gerçekten birini seveceği, kalbini yeniden ısıtacak birini bulacağı günü hayal etmiştim...
Kafamı evet anlamında salladım. "Evet, doğru. Öyle dedim," dedim sessizce. Sözlerime devam edecekken, Yusuf abi tekrar konuşmaya başladı.
"Ee, o zaman sorun ne, Ela? Sorun, bu kişinin Dua olması mı?"dediğinde, yüzüne inanmazcasına baktım.
"Sence ben Dua'yı sorun edecek biri miyim?"dedim. Gözlerim istemsizce kısılmıştı. Sesimde hem kırgınlık hem de yorgun bir sitem vardı. Ben Dua’yı sorun edecek biri değildim; aksine, Yusuf abinin hayatına biri girecekse, bunun Dua olmasını isterdim. Ama aşkla… Gerçekten hissederek, gerçekten severek… Çünkü bir insanı sevmeden, sadece boşluğunu doldursun diye hayatına almak, hem kendine hem de o kişiye yapılacak en büyük haksızlıktı.
"Abi, sorun Dua ya da bir başkası değil. Sorun sensin... Sorun, daha tanımadığın, kalbinin çarpmadığı biriyle evlenmek istemen... Bu çok.. çok yanlış..."
Yusuf abi bir an sustu. Parmaklarını fincanın kulpuna doladı, sonra bırakıp derin bir nefes aldı. "Ela…" dedi, sesi neredeyse fısıltıya dönüşmüştü. Birkaç saniye düşündü, kelimeleri özenle seçmeye çalışır gibi. "Demin öyle söylemek istemedim. Dua'yı sevdiğini, onu önemsediği biliyorum. Bizi düşündüğün için böyle konuştuğunu da. Ama inan bana öyle bir şey yok. Ben bu kararı isteyerek, kalbimden geçerek verdim."
Kaşlarım benden bağımsız çatıldı. Gözlerimi ondan ayırmadan, "Yani, Dua'ya âşık oldum ve onunla evlenmeye karar verdim diyorsun?"diye sordum. Kaşlarım çatılmış olsa da, yüzümde ona inanmadığımı belirten bir gülümseme belirmişti.
Kafasını ağır ağır salladı. Bana, inanmak istediğim bir yalanı gerçekmiş gibi sunmaya çalışan birinin bakışlarıyla bakıyordu.
"Böyle bir şeye inanmamı beklemiyorsun, değil mi?" dedim, sesim titreyerek. "Abi, sen... sen kaç senedir, sırf Esra'ya ihanet olur korkusuyla kimseyi bırak hayatına, aklına bile getirmeyen adamsın. Gözünün ucuyla dahi kimseye baktığını görmedim bu güne kadar. Üstelik daha birkaç gün önce Esra'nın ölüm yıl dönümü için dünyanın taa öbür ucuna gitmedin mi?" Nefesim boğazıma takıldı. "Şimdi kalkıp bana, birkaç haftada birine aşık olduğunu ve onunla evlenmeye karar verdiğini söylüyorsun. Ben buna nasıl inanayım?"
"Ben sadece vedalaşmak için gitmiştim."dedi, derin bir nefes aldıktan sonra. Gözleri dolmuştu. Dolan gözlerini görmemem için bakışlarını kaçırdı, hafif kamburlaşıp, kafasını her iki elinin arasına alarak bastırdı.
Yerimden kalkıp önünde duran masanın ucuna oturdum. Bir elimi dizine koyarken, diğer elimle gözümden inen yaşları sildim. Amacım onu eskiye götürüp incitmek değildi; ben sadece ilerde pişman olacağı bir kararı vermesini istemiyordum. Çünkü insanın aşık olmadığı biriyle evlenmesi, onunla bir ömrü beraber geçirmesi anlamına geliyordu... Ve ben, ne onun ne de Dua'nın sonrasında pişman olacakları bir şey yaşamalarını istemiyordum.
"Ela, inan bana en doğru karar bu... Sadece bunu bil, başka bir şey sorma, lütfen!"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 62.58k Okunma |
4.83k Oy |
0 Takip |
84 Bölümlü Kitap |