91. Bölüm

55. Bölüm

Roman diyarı1
zozanli

Keyifli okumalar 💞

 

Yerimden kalkıp önünde duran masanın ucuna oturdum. Bir elimi dizine koyarken, diğer elimle gözümden inen yaşları sildim. Amacım onu eskiye götürüp incitmek değildi; ben sadece ilerde pişman olacağı bir kararı vermesini istemiyordum. Çünkü insanın aşık olmadığı biriyle evlenmesi, onunla bir ömrü beraber geçirmesi anlamına geliyordu... Ve ben, ne onun ne de Dua'nın sonrasında pişman olacakları bir şey yaşamalarını istemiyordum.

"Ela, inan bana en doğru karar bu. Sadece bunu bil, başka bir şey sorma, lütfen!"

Yusuf abi gözlerimin içine öyle bir baktı ki, o an ne diyeceğimi bilemedim. Kafamı sessizce salladım. O bakışta öyle çok şey vardı ki; yorgunluk, kırgınlık, belki biraz da saklamaya çalıştığı bir şey... Bu evlilik kararının ardında başka bir şeylerin olduğunu hissediyordum ama Yusuf abinin üzerine gidip, onu daha fazla üzmek de istemiyordum.

Belki de dediği gibi, en doğru karar buydu...

Derin bir nefes alıp yerimden kalktım. Madem bu konu hakkında konuşmak istemiyordu, ben de onu şimdilik rahat bırakacaktım. Tam yerimden kalkıp yanından geçiyordum ki, elimdem tutup beni durdurdu.

"Biraz daha yanımda kalsan!?"dedi, sesi neredeyse bir çocuk kadar yumuşaktı. Kafasını hafif eğip masum bir ifadeyle yüzüme baktı. Gözlerindeki yorgunluk, kafamın içindeki tüm düşünceleri yok etti.

Gülümsedim. "Yanımda kal ama bir şey sorma diyorsun?" dedim kaşlarımı hafif havalandırırken, ardından yanına geçip oturdum. Kafasını usulca salladıktan birkaç saniye sonra başını sessizce omuzuma yasladı. Sonra uzun bir sessizlik çöktü aramıza. Rüzgâr yaprakları hafifçe savururken, fincanlardan yayılan soğuk kahve kokusuna karışan bir hüzün vardı havada.

"Biliyor musun, abi? Aslında aramızdaki bağın daha güçlü olduğunu düşünmüştüm,"dedim aramızdaki sessizliği bozarak.

Abim, sözlerimle beraber bakışlarını bana çevirdi. Şaşırmıştı. "Nasıl yani?" derken kaşları hafif çatıldı.

Ellerimi kucağımda birleştirip parmaklarımla oynamaya başladım. "Yani... eğer aramızdaki bağ güçlü olsaydı, içindeki sıkıntıyı benimle paylaşabilirdin," dedim sessizce. Sözlerim bir sitemden çok, kırık bir itiraf gibiydi. Biliyordum, konuyu açıp yine onu darlıyordum belki, ama onu yanımda böyle sessiz, böyle uzak görmek içimi yakıyordu. "Demek ki derdini anlatacak kadar güven oluşmamış aramızda," diye ekledim, cümlemin sonunda sesim neredeyse fısıltıya dönüşmüştü.

Yusuf abi başını omzumdan çekti. Bakışlarım hâlâ kucağımda birleşmiş ellerimin üzerindeydi ama onun bana baktığını hissedebiliyordum. Ardından, parmaklarının sıcaklığını çenemde hissettim. Elini hafifçe kaldırdı, yüzümü nazikçe kendisine çevirdi.

"Yok öyle bir şey," dedi, kaşlarını hafifçe kaldırarak. Sesi ne sertti ne de yumuşak. Gözleri gözlerime kilitlenmişti. "Ama biliyor musun?" diye devam etti, sesi biraz daha derinleşmişti. "Daha birkaç hafta öncesine kadar ben de aynı senin gibi düşünüyordum."

Bir an yüzümü parmaklarının arasından çekip bakışlarımı kaçırmak istedim. Birkaç hafta önce... Asaf'sız geçen o uzun, sessiz, nefessiz geçen günler... Asaf'ın Amerika'dan döndükten sonra bıraktığı boşluk, içimde yankılanan o tarifsiz sızı... Yusuf abinin bahsettiği o zaman dilimi, benim nefes almayı bile unuttuğum dönemdi.

Yusuf abi, kelimelerini ölçerek seçiyordu sanki, sanki her biri yüreğime dokunacaktı biliyordu. "Sen gözlerimin önünde acı çekiyordun, Ela..." dedi, sesi neredeyse bir fısıltıya dönmüştü. "Ve ben sana her geldiğimde, beni geri itiyor, 'Yok bir şey' diyordun."

Gözlerimi kapattım. O an boğazıma bir düğüm oturmuştu. İçimde bir yerlerin sızladığını hissettim. Haklıydı Yusuf abi. Ben susmuştum. Acımı saklamıştım. Belki konuşmaya cesaret edememiştim, belki de anlatmanın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini biliyordum.

"Ama biliyor musun?" dedi ardından. "Sana hak veriyorum. Çünkü insan bazen içindekileri-"

"Ne kadar güven duyarsa duysun, bazen en yakınındakine bile anlatamıyor," dedim, sözünü yavaşça tamamlayarak. Gözlerimi açmadan konuşmuştum.

Belki onun gözünde bu bir bahane gibi görünürdü bilmiyorum ama... benim kendimce sebeplerim vardı. Asaf, onun en yakınlarından biriydi. Ve o zaman sahte olduğunu bilmediğim bir ilişkinin içindeydi. Evet, o sahte ilişkiye sebep olan bendim, ama Yusuf abiye, evlenmek üzere olan bir adam için acı çektiğimi söyleyemezdim. Bunu söylemek, hem onu hem kendimi incitmek olurdu. Onun gözünde, evlenmek üzere olan birini seviyor gibi görünmek istememiştim.

Peki, şimdi anlatabilir miydim?

"Dua ile evliliğimiz, sadece kağıt üzerinde..."dedi Yusuf abi, uzun bir sessizlikten sonra, beni saran düşüncelerin içinden çekip alarak. Bir an bakışlarımı parmaklarımdan kaldırıp yüzüne baktım. Sırtını geriye yaslamıştı, omuzları çökmüş, bakışlarında benim az önce hissettiğim ağırlığın bir benzeri vardı.

Ama neden? Dua'yı sevmiyorsa... neden böyle bir yükün altına girmişti ki? Sırf bir imza için kim hayatını böyle bağlardı?

"Ömer için..." dedi saniyeler sonra, sanki içimde beliren tüm soruları tek tek okuyormuş gibi.

"Ömer için mi?" dedim, anlamaya çalışarak. Sesim bir fısıltıdan ibaretti.

Kafasını yavaşça salladı. "Evet... Dua'nın annesi ve üvey babası, Ömer'i ondan almak istiyorlar."

Yusuf abinin sözlerinden sonra, sanki mideme bir yumruk yemiş gibi oldum. Dua'yı ve Ömer'i o harabe eve atan annesi ve üvey babası mı istiyorlardı? O hasta çocuk rutubet kokan o evde, açta açıkta yaşarken neden o zaman yanlarına almamışlardı da, şimdi istiyorlardı?

Ne hakla?

O kadının doğurmuş olması, ona 'anne' demeye yeter miydi? Hele ki hayatının hiçbir anında evlat gibi davranmamışken?

İçimdeki öfke kabarmaya başladı. Peki bu, sözde annelik bağı yeter miydi mahkemeye? Yetmemeliydi. Ömer bir eşya değildi ki gelip alıp götürsünler...

"Dua'nın üvey babası..." dedi Yusuf abi, sözlerinin devamını tartıyor gibi. Ardından yavaşça bakışlarını bana çevirdi; sanki söylediği şey beni de yaralayacaktı, o yüzden hazırlamaya çalışıyordu.
"'Eğer istediğim kişiyle evlenmesen, Ömer'i senden ayırır, bir daha da onu sana göstermem' demiş." dediğinde boğazımda bir yanma hissettim.

Bu kadar kötülüğü bir insanın içi nasıl kaldırırdı ya?

O adam nasıl Ömer'i bir tehdit unsuru olarak kullanırdı? Ömer neydi onun gözünde?

Öfkem ellerimi titretmişti. Ama öfkemden de ağır bir şey çökmüştü içime: korku.

Dudaklarım güçlükle aralandı: "Ömer'i... alamazlar, değil mi abi?" dedim. Sanki cevabı bilmekten korkuyormuşum gibi fısıldayarak.

Gözlerimi ondan cevap değil... güven arayan biri gibi ayıramıyordum. Çünkü Ömer sadece bir çocuk değildi. Dua için nefesti. Onun hayatıydı.

Yusuf abi bakışlarımı üzerine çivilendiğimi görünce, "Alamazlar," dedi beni rahatlatmak istercesine. Ama içim rahat değildi. Ömer hastaydı ve onlar alsalar, o çocuğa gerektiği gibi bakamazlardı... Ki, onları harabe bir eve terk eden insanların bakacaklarına da inanmıyordum.

"Korkma güzelim, ben hayattayken kimse Ömer'e dokunamaz."dedi, kolunu omuzuma dolayıp beni kendine çekerek. "Bu evliliği zaten onun için yapıyoruz. Bu yüzden korkmanı gerektirecek bir durum yok. Ömer'i bizden almaları söz konusu bile olamaz."dediğinde, rahat bir nefes verdim. Ama içimde beni huzursuz eden o his beni terk etmedi.

"Mahkeme onlara vermez, değil mi?" diye sordum, sesim titremesin diye kelimeleri adeta tutarak. "Sonuçta onun annesi..."

Yusuf abi başını hafifçe iki yana salladı. "Ela," dedi, bakışlarını gözlerime sabitleyerek. "kan bağı bazen sadece bir kelimeden ibaret olur. Elbette, kağıt üzerinde annesi. Ama bir çocuğu doğurmakla anne olunmuyor." Omzumdaki elinin sıcaklığıyla birlikte sesindeki ton da yumuşadı. Söylediği her kelime, içimde bir yerleri yerine oturtuyordu. "Bir insan çocuğunu sevgisiz, ilgisiz bırakıyorsa... çıkarı için tehdit ediyorsa... mahkeme bunu görmezden gelmez."

Başımı öne eğdim. "Ama ya... ya yasal olarak ellerinde bir hak varsa?"diyebildim zorla. İçimdeki korku o kadar yoğundu ki, sanki kelimeler boğazıma takılıyordu.

Yusuf abi hafifçe iç çekti, sonra kolunu omzumdan kaydırıp elini saçlarımın arasına yerleştirdi. "Bak güzelim," dedi, sesi bu defa daha içten, daha yavaş. "Bu evlilik Ömer'i korumak için. Mahkeme karşısında artık Dua'nın arkasında bir aile var. Bir düzen var. Ve sen de biliyorsun... Ömer hâlâ tedavi sürecinde. O insanların onu hayatta tutacak ne ilgileri ne de koşulları var. Böyle bir durumda Ömer'i alabileceklerini sanmıyorum."

Yusuf abinin sözleri birer birer içime işlemişti. İçimde Ömer'e dair hâlâ korkular vardı, evet... Ama Yusuf abinin yanında olmanın verdiği güven, o korkunun gölgesini küçültmeyi başarmıştı.

Aşk değildi Yusuf abiyi bu evliliğe götüren.
Sorumluluktu. Vicdandı. Merhametti. Yani Yusuf abinin ta kendisiydi.

"Sen hep böyle misin, abi?"dedim, farkında olmadan yüzüme yerleşen o küçük gülümsemeyle.

Kaşları hafifçe kalktı, gözlerinde merakla karışık sıcak bir ifade belirdi. "Nasılım?" diye sordu, sesine gizlenmiş yumuşak bir tebessümle.

Başımı hafif yana eğdim, bakışlarım gözlerinden kaçmadan. "Bu kadar... iyi," dedim. "Hep başkalarını korumaya çalışıyorsun. Kendi canın acısa da önce karşıdakinin canını düşünüyorsun. Bir insanın güvenebileceği... sırtını yaslayabileceği biri oluyorsun."

Yusuf abi önce bir şey söylemedi. Sanki sözlerim içindeki görünmez bir yere dokunmuştu. Yüzüne kısa bir şaşkınlık gelip geçti; ardından o tanıdık, dingin gülümsemesi geri döndü.

"Ben sadece yapmam gerekeni yapıyorum," dedi alçak bir sesle. Elini hâlâ saçlarımda tutuyordu, parmakları arada bir usulca hareket ediyor, gerginliğimi alma çabası gibi bir şefkat taşıyordu.

Yerimden hafifçe doğrulup ona doğru yönümü tam çevirdim, sağlam ayağımı elimin yardımıyla kendime çektim. "Peki ondan sonra ne olacak? Ya bir gün aşık olursan?"diye sordum. İnsanın yarın ne olacağı belli olmuyordu ki... Aşk bazen ansızın kapını çalabiliyordu.

Yusuf abi, yüzüme öyle bir şey mümkün değil der gibi baktı bir an. Esra'dan sonra kalbini tamamen aşka kapatmıştı.

"O defter benim için kapanalı çok oldu, güzelim." Bakışları uzaklara kaydı bir an. Karşımda oturan Yusuf abi değil de, geçmişte donup kalmış bir adam vardı sanki. "Bazı şeyler," dedi yavaşça, ardından dudakları tekrar aralandı, "tekrar yaşanmasın diye sonsuza kadar kapatman gerekiyor,"dediğinde sesi titremişti. Sesindeki kırılmayı duymamak imkânsızdı zaten. "Bir insanı... gözlerinin önünde kaybedince," derken bir an duraksayıp yutkundu. Gözlerinde bir anlığına yanan o sızı, çok kısa parladı ama içimi kanatmaya fazlasıyla yetmişti. "Bir daha bir kalbi kendine bağlamaya cesaret edemiyorsun."

Konuşurken benimle değil de, sanki geçmişiyle konuşuyor gibiydi. Esra'ya... o son ana... kendine konuşuyordu sanki...

Ben ise çaresiz, dolu gözlerle izliyordum onu. Böyle hiçbir şey yapmadan durmak canımı daha fazla yakıyordu. Bir yanım ona sarılmak isterken, diğer yanım dokunursam dağılacakmış gibi korkuyordu.

"Birini sevmek demek, bir gün onu yeniden kaybetmeye cesaret etmek demektir. Ben artık yapamam, Ela... Ben artık başka birini kaybetmeye dayanamam... Bunu yapamam..."dediğinde, dudaklarımın arasından küçük bir hıçkırık koptu. Elimle ağzımı kapatırken, bakışlarımı başka tarafa çevirdim hemen.

İnsanın sevdiğini kaybetmesi çok zor bir durumdu. Hele ki, onu bir daha hiç görme şansın olmasa...

Gözlerimi silip derin bir nefes aldım. Onun şu an ağlamama değil, yanında güçlü durmama ihtiyacı vardı. Benim onun yanında güçlü durup, onu bu kör kuyudan çıkarmam gerekiyordu.

"Abim..." dedim, eline uzanıp avucuma alırken. Gözlerimin tekrardan dolmaması için çabaladım. "Esra'nın, kalbinde hep bir yeri olacak, biliyorum." Parmaklarım istemsizce elini sıkılaştırdı. "Ama... o da senin böyle yaşamanı istemezdi. Kendini kapatmanı, korkularınla yaşamanı istemezdi..."

Yusuf abinin gözleri doldu sözlerimle. Ellerini parmaklarımın arasından çekmek isterken, izin vermeyip, bu sefer yüzünü avuçlarımın arasına aldım. "Hayat... öyle acımasız ki bazen." dedim, kelimelerim yüreğimin titremesine sebep oldu. "Kalanlar için devam etmek en zor sınav. Ama yine de devam etmek zorundalar... ve sen de edeceksin. Yeniden sevecek, yeniden güleceksin!" Gözlerinden inen yaşlar elimin üzerine damlayıp yüreğimi bir kez daha titretti.

"Bunu hem bizim, hem kendin, hem de Esra için yapacaksın!"dedim, gözlerindeki yaş tanelerini başparmağımla nazikçe silerken. Dokunuşumun onu teskin etmesini isterken, sanki elim kendi kalbimdeki sızıyı da okşuyordu. Sonrasında, düşünmeden kendime çektim ve sıkıca sardım onu.
Göğsü, nefesinin düzensiz ritmiyle inip kalkıyordu; içindeki fırtınayı susturmak için çırpınan bir kalp gibi...

Aramızda derin, ama aynı zamanda da içimizi saran bir sessizlik oluşmaya başladı. Yusuf abi, kafasını göğsüme yaslamış şekilde bir süre öylece bekledi. Her iç çekmelerini duyduğumda içim yansa da, derin derin nefesler alıp onu daha çok sardım. Bir süre sonra ise sakinleşir gibi olup başını omzumdan çekip hafifçe doğruldu. Gözlerinde hâlâ yaşların bıraktığı ıslaklık vardı.

"Geç oldu, hadi yatalım artık."dedi, geri çekilirken gözlerini silip, yüzüne iyi olduğunu gösterir gibi bir gülümseme yerleştirdi. "Sen de yorgun gözüküyorsun, güzelim."

Kafamı iki yana salladım. Hava hafif bir soğuklukta esse de çok güzeldi ve hiç içeri geçesim yoktu. "Ben iyiyim, abimm. Biraz daha kalalım lütfen!"deyip omuzuna başımı usulca koydum. Biraz sonra kollarını omuzumda, dudaklarını saçlarımda hissetmem bir oldu.

"Bu konuştuklarımız aramızda kalacak, tamam mı? Kimse bu evliliğin kağıt üstünde bir evlilik olduğunu bilmeyecek," dedi Yusuf abi, aramızda oluşan kısa çaplı bir sessizlikten sonra.

"Elbette,"dedim, kafamı sessizce sallarken. "Ama neden? Yani... Annemlerin karşı çıkacağını mı düşünüyorsun?"derken kaşlarım hafif çatılmıştı. Yani, Nalan annenin de, Metin babanın da böyle bir duruma karşı koyacaklarını düşünmüyordum; aksine ona destek vereceklerini düşünüyorum.

"Hayır... Ama onların beni düşünüp üzülmelerini istemiyorum artık. Varsın, benim mutlu bir aşk evliliği yaptığımı düşünsünler,"dediğinde, gözlerimi kaldırıp yüzüne baktım. Acı bir tebessüm yerleşmişti yüzüne. Sözleriyle birlikte içimdeki sızı tekrar yerini buldu. Onun bu kadar kendinden vazgeçmiş, yaralarını saklamaya çalışmış hâli... insanın içini acıtıyordu.

"Hıh..."dedim, başımı iki yana sallarken burukça gülümsedim. "Buna inanacaklarını mı sanıyorsun?" Doğrudan gözlerinin içine baktım. "Bence bugün burada bulunan hiç kimse Dua ile aranızdaki evliliğin aşk üstüne kurulacağına inanmadı."

Yusuf abi sustu bir an. Gözleri uzaklara kaydı, sanki düşüncelerinin arasından çıkmaya çalışıyor gibiydi. Ardından derin bir nefes verdi. "Zamanla inanacaklar," dedi sonunda. "İnanmak zorundalar... Bu evlilik hem Dua'nın hem benim kurtuluşum aslında. Onun için onları inandırmak zorundayım."

Kaşlarım hafif çatıldı. "Senin için mi? Nasıl yani?" dedim, yüzümde hem şaşkın hem de anlamaya çalışan bir ifade vardı. "Tamam, Ömer'i korumak için böyle bir evlilik yapıyorsunuz, evet... ama senin formalite icabı bir evlilik yapmak için başka ne gibi bir mecburiyetin olabilir ki?"

"Dua ile evlenmek istediğimi söylemeseydim," dedi, sesi alçalıp neredeyse bir fısıltıya dönüştü, "babaannem başka biriyle evlenmemi isteyecekti... Ve ben babaannemi kırmamak için, muhtemelen hiç istemeyeceğim bir evlilik yapmak zorunda kalacaktım."

Bir an babaannemin Murat amcayla konuştukları geldi aklıma. O gün beni ve Asaf'ı da evlendirmek istediğini söylemişti.

Babaannem daha hayatta iken torunlarının mürüvvetlerini bir bir görmek istiyordu sanırım.

"O zaman da hem o kızı hem kendimi bir çıkmazın içine sokmuş olacaktım," dedi Yusuf abi, sözlerine devam ederek.

"Anladım,"dedim, kafamı sessizce sallarken.

"Onun için güzelim bu konuştuklarımız aramızda. Hiç kimse bilmeyecek, Dua bile..." Kafamı olur anlamında tekrar salladım. Dua biraz çekingen, kendi içine kapanık bir kızdı. Eminim ki benim bildiğimi bilse, her yan yana geldiğimizde kendini rahatsız hissederdi.

"Benden başka kimse bilmiyor mu peki?" diye sordum. Aslında kastettiğim Selim enişte ve Asaf'ın bilip bilmediğiydi. Gerçi Yusuf abinin ikisinden saklayacağını düşünmüyordum.

"Selim ve Asaf dışında kimse bilmiyor," dedi, tahminimi doğrularcasına.

"Tahmin etmiştim," dedim. Göz ucuyla bana baktı. Omuz silktim. "Birbirinize her şeyi anlatıyorsunuz ya, ondan."

"Öyle..." dedi ve ardından başını yana çevirip kendi kendine bir şeyler mırıldandı. Dudaklarının hareketini gördüm ama kelimeler o kadar sessiz çımıştı ki ağzından ne dediğini anlamamıştım.

Tam o anda bana döndü. "Ee, madem uykun yok, içeri de geçmek istemiyorsun... o zaman şimdi anlatma sırası sende."

Ellerimi birbirine geçirdim. Tam beklediğim, ama kendimi hazır hissetmediğim an buydu. Çekindiğimden miydi bilmiyorum ama bu konu hakkında Yusuf abiyle konuşmak Mert abiyle konuşmaktan daha zordu. Ama şöyle bir şey de vardı ki açıldım mı tam açılır, her şeyi bir bir anlatırdım.

Ona çaktırmamaya çalışarak esneme numarası yaptım. "Birden uyku bastırdı," dedim, elim ağzımda, hâlâ esniyordum.

Kaşlarını hafifçe kaldırıp yan gözle baktı. "Yok öyle," dedi sakin ama kararlı bir tonla. "Bana her şeyi anlattırıp sonra kaçmak yok küçük hanım."

"Şaka yapmıştım zaten,"dedim dudaklarımda mahcup bir gülümsemeyle. Yüzüme düşen saçlarımı elimle düzeltir gibi kulaklarımın arkasına sıkıştırdım.

Zaten bir noktada öğrenecekti, değil mi?
Bugün Mert abiye Asaf'tan bahsetmiştim... şimdi de Yusuf abiye anlatacaktım.

Ellerimin yavaştan terlediğini, gerildiğimi hissediyordum. İnsanın abilerine içini açması sadece benim için mi bu kadar zordu?

Ben sessizliğin içine sıkışıp kelimelerimi toparlamaya çalışırken, Yusuf abi sesimi duymayı beklemiyormuş gibi yeniden konuştu. "Madem birbirimize açık olacağız, güzelim..." dedi, sesi adeta içimi yoklayacak kadar yumuşak bir tonda. "Senin de benden bir şey saklamanı istemiyorum. Konu her ne olursa olsun, benimle paylaş istiyorum."

Sözleri henüz zihnimde yankılanırken, bir anda beni kendine doğru çekti. Kollarının arasında kalınca, içimde gergin bir tel gibi gerilmiş olan şey bir anlığına gevşedi. Başımın üstünden öpüşü... o dokunuşun sıcaklığı, içime işleyen bir koruyuculuk taşıyordu. "Abiler kardeşlerinin sığınağı, korunağı, ihtiyaç duyduğunda hep yanında olanı olurlar. Ve ben eskiden hep bu duyguyu merak ederdim,"dediğinde dudaklarının kenarında hafif, hüzünle karışık bir gülümseme belirdi. Elleri şefkatle saçlarımda gezinmeye başladı bir süre sonra. "Sana daha önceden de söylemiştim. Ben hep bir kardeşimin olmasını istemiştim. Kardeş hissi nedir merak ettim durdum." Bir an dudaklarının kenarı hüzünlü bir gülümsemeyle kıvrıldı.

"Yıllar sonra bir kardeşim olduğunu öğrendiğimde..." Sesi bir an titredi. "Biliyor musun, ilk kez içimde boş kalan bir yer doldu sanki. Büyük bir ailenin içinde doğup büyüdüm evet, ama bir kardeş yokluğunu hep hissettim." Saçlarımda dolaştırdığı eli bu kez daha sıkı, daha koruyucu bir şekilde durdu. "Şimdi buradasın," dedi alçalıp yumuşayan bir sesle. "Ve ben şimdi... o kardeş isteyen çocuğun hayalini doğru yaşayabileyim istiyorum. Korumak... yanında olmak... güvenmen... bunlar benim için sandığından daha önemli." O an kalbime dokunan sadece sözleri değildi; sesindeki kırılma, kollarındaki sıkılığın ardındaki ihtiyaç, içimde yankılanan o "yalnız çocuk" hissi... hepsi birden geldi, göğsümün orta yerine oturdu. Sanki yıllardır güçlü durmaktan yorulmuş birinin, bir anlığına maskesini indirip gerçek yüzünü gösterişine tanıklık ediyordum.

Yusuf abinin kalbi... dışarıdan bakınca dağ gibi, kaya gibi görünse de aslında içi sessizlikle büyümüş bir ev gibiydi; çocukluğunda tamamlanamamış, yarım kalmış odaları vardı. Ve ben, o odalardan birine ilk kez ışık taşıyan insan olmuştum belki de.

Sözleri kulaklarımda ağır ağır dolaşırken, içimde bir yerde suçlulukla koruma içgüdüsü arasında bir çizgi gezindi. Ben ona bir şey anlatmak için çabalarken, o bana hiç istemediği halde sakladığı bir yarasını açmıştı. Daha önceden de Esra'yı, kabuk tutmayan yarasını açmıştı. İşte bu... güven demekti. Karşılıksız, koşulsuz bir güven.

Göğsüne yaslandığım yerden nefesini hissettim; düzenliydi ama derinde tedirgin bir ritim taşıyordu sanki. Ellerini saçlarımdan çekmeyişi, beni bırakmayışındaki temkin... tümü konuşmadığı başka cümleleri fısıldıyordu sanki.

Elimde olmadan yutkundum. İçimde yükselen duygu öyle büyüktü ki, sanki göğsüm daralıyordu. Onun tüm güçlü duruşuna rağmen içinde taşıdığı o eksikliği görmek... kalbimi hem ısıtmış hem de acıtmıştı.

"Abim..." dedim, sesim benden bağımsız titrek çıkarken. " Başımı göğsünden biraz kaldırıp ona baktım. Başımı kaldırmamı bekliyormuş gibi alanıma hafif bir öpücük kondurdu. Gözlerim istemsizce parlamaya başladı. "Sen... belki farkında değilsin ama... ben sana senin düşündüğünden daha çok güveniyorum." Dudaklarımın kenarı hafifçe titrerken, elimi kaldırıp yanağını avuçladım. "Beni korumak istediğini, yanımda durduğunu, beni sahiplendiğini biliyorum." Derin bir nefes aldım. "Ve bunu en güzel şekilde yaptığını da..."

Parmaklarım hâlâ yanağını avuçluyordu, ama içimdeki cesaret yavaş yavaş kabuğundan çıkmaya başlamıştı. Gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan, elim titrek ama kararlı bir şekilde yanağından kayıp dizlerimin üzerine döndü.

"Zaten..." diye başladım, sesim neredeyse fısıltıya dönerken. "Seninle çok önceden konuşmak istemiştim."

Yusuf abinin kaşları hafifçe kalktı, ama tek kelime bile etmedi. Sadece dinledi.

"Ama insanın böyle konuları abisiyle konuşması... ne bileyim,"dedim elimi kafama götürüp kaşırken.
Daha birkaç saat önce Mert abimle konuşmuştum ve bunun pek de kolay olmadığını anlamıştım.

"Konu sevda diyorsun yani..." dedi Yusuf abi derin bir nefes aldıktan hemen sonra. "Rahat ol güzelim." Elini elimin üzerine koyup hafif sıktı. "Sana dedim ya 'benimle her konuda konuşabilirsin.'"

Kafamı yavaşça salladım, gözlerimi yere indirip nefesimi tuttum bir an. Sanki kelimeler boğazımın içinde birbirine dolaşıyordu, çıkmak için acele ediyor ama aynı anda geri kaçıyorlardı.

"Sevda…" dedim sonunda, kelime ağzımdan dökülürken bile bir ağırlık bırakarak. "İnsanı çok acıtıyormuş, abi." Yüzümde buruk bir gülümseme peyda oldu. Benim canım çok yanmıştı ve o günler aklıma her geldiğinde içimde acıyan o yer hâlâ sızlamaya devam ediyordu.

Bir an gözlerimi kapatıp içimdeki düzensizliği topladım. "Bu öyle bir acı ki… tarif et desen edemem. Sanki göğsünde incecik bir çizik var ve her nefes alışında o çizik biraz daha derinleşiyor. O kişiyi düşündükçe daha çok… batıyor. Kafanın içinde bin tane ihtimal, bin tane soru dolaşıyor. Kendini sorguluyorsun, duygunu sorguluyorsun, doğru mu yanlış mı… hepsi birbirine karışıyor."
Normal bir insan bunları bir kez düşünürken bizim gibi hassas insanlar bin kez düşünürdü.

Yusuf abininkinden sıcak, güvenli bir sessizlik çöktü aramıza.

"Birine karşı… o duyguyu hissetmek," diye devam ettim. "İnsanın kendisiyle savaşmasına yol açıyormuş meğer." Yüzümdeki buruk gülümseme daha da genişledi. "Korkuyorsun. Yanlış olur diye. Kaybedersin diye. Yara alırsın diye… ama yine de kendini durduramıyorsun." Yutkundum. Ben çok korkmuştum. Yara alırım, kaybederim diye...

Yusuf abi elimi sıkarken yüzüme baktı bir an. Fakat bakışlarımı yerden hiç çekmedim.

"Ve korkutuyor insanı," dedim, sesimin uçları titreyerek. "Çünkü birine değer vermek… onu kaybetme ihtimalini de yanında getiriyor. O ihtimal bile insanın içini parçalıyor. Acıtıyor. Hem de hiç beklemediğin yerden."

Derin bir nefes aldım, gözlerim hâlâ yerdeydi ama dudaklarımın kenarı yavaşça kıvrıldı.

"Ama sonra…" dedim, sesi bu kez daha sıcak, daha yumuşak bir tona bürünerek. "Sonra bir şey oluyor. Bir bakışı, bir sözü, bir gülüşü… içindeki o acıyı alıp yerine bambaşka bir şey koyuyor." Aklımda Asaf’ın yüzü belirdi… Gülüşünün içimde bıraktığı o hafiflik… Bakışının kalbimde açtığı o sıcak boşluk… Çektiğim tüm acıların üzerine serilen o incecik huzur… Sanki her yarayı avucuyla kapatıp iyileştiren bir el gibi. Ve insan, o acının neden çekildiğini işte o zaman anlıyordu.

Başımı hafifçe kaldırıp Yusuf abiye baktım.
Karşılaştığım şey beklediğimden daha derindi.
Yusuf abi… tamamen sessizleşmişti. Konuşmam boyunca da hiç ses etmemişti. Sanki söylediğim her cümle, kalbinin bir yerine dokunmuş gibiydi… Kaşlarının arasındaki çizgi derinleşmiş, bakışları ciddileşmişti.

"O kişinin kim olduğunu sormayacak mısın, abi?

Bölüm : 28.11.2025 18:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...