Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left15.
Bölüm

Her Öl Diyene Ölelim Ama Bir Canımız Var

@emrahcelik

Size güzel şeyler söylemek isterdim ama gerçek olmazdı, çünkü gerçek olan şu ki, var olanlar güzel değil.
Her gün savaş edebiyatı yapanlar, sanırım bu kuvveti akşam gidecekleri evlerinin sıcaklığından buluyorlar.
“Gerekirse dağa çıkarım” diyenlere, birisi savaşın yaşandığı dağların hafta sonu gidilen piknik ve mesire alanları kadar düz olmadığını,
“Vur de vuralım” diyenlere vurduğun zaman vurulma ihtimalinin de doğduğunu ve vurulunca canının acıdığını,
“Öl de ölelim” diyenlere, ölümün herkes için zaten mukadder olduğunu, fakat bir saat ömrünü uzatmak için insanların onlarca yıl her adımını hesapladığını da hatırlatmalı.
“Şimdi çağırsalar, giderim” diyenlere ise aman gelmeyin diyorum. Çünkü geldiğinizde her şeye sitem edeceksiniz, burun kıvıracaksınız, söyleneceksiniz, nöbetlerde uyuyacaksınız, terörist görünce donup kalacaksınız. Nerden mi biliyorum, çocuklarınızdan biliyorum tabii ki, onlar sizin gelecekleriniz değiller mi, ya da siz onların geçmişi olmayacak mısınız?
Davul, zurnalar ile uğurladığınız, “kahramanlar gibi çatışma” hikâyeleri anlatan çocuklarınızın o kadar da kahraman olmadığını artık birinin söylemesi gerekiyordu, kırdıysam üzgünüm ama gerçek bu lütfen kabullenin. Ve bu gerçeği kabullenmek için şu gerçeği de anlayın; işçi olan işçidir, çiftçi olan çiftçi ve memur olan da memur. İki aylık eğitimle okuma yazma dahi öğrenilmezken işçi birinden savaşçı olmasını da beklemeyin. O genç erkek evlatlarınızı, “uydurma savaş hikâyeleri anlatan, savaş meraklısı” rolleri yapmak mecburiyetinde bırakmayın. Onlar helikopterden helikoptere atlarken şarjör değiştirme hikâyeleri anlatsa da siz onların mutfakta patates soyduğu gerçeğini düşünün. Çünkü daha ötesinde bir yerde görevlendirilirse ve “öl de ölelim” sloganlarındaki gibi ölürse “vatan sağ olsun” dan daha ziyade komutanlarının ihmali nedir diye en yüksek tazminatı kazanabilecek avukatların isimleri dillerde olacaktır.
İronik şekilde askerliğin “yan gelip yatma yeri” olmadığı gerçeğini de bilin. Askeri birliklerin evinizin oturma odasından çok farkı var, televizyon, sehpa, kanepe yerine mühimmat, silah, mayın var. Ve bunların olduğu bir yerde ölmek ihtimali, ev eşyaları ile ölmek ihtimalinden milyon kat fazladır. Ve bu sebeple askerlik yan gelip yatmadan daha ziyade “can verip yatma” yeridir.
Ve iğneyi kendinize çuvaldızı da başkasına batırın, buradaki insanlar batıdakiler kadar rahat çatışmaların devam etmesi için slogan atıp, nutuklar döktüremiyor. Çünkü buradaki Kürt halkının yaşamının her alanında biz duruyoruz ve onlara kendi köylerinde bazı yerleri yasak ediyor, geceleri evlerinin yanı başındaki üs bölgelerimizden ve karakollarımızdan ateş ediyor, şehre her gidişlerinde kimlik soruyor, arabalarını arıyoruz, sırtlarında taşıdıkları ot çuvallarına şüpheyle, gözlerinin içine hep acaba “terörist midir” diye sorgulayarak bakıyoruz. Batıda köyüne bir yabancı geldiğinde endişe edenler, mahallesinde bir tabanca patlayınca eylem yapanlar, bir sebeple bir sokak trafiğe kapatıldığında korna eylemi yapanlar, kendi muhitinde yan baktı diye adam dövenler acaba bu durumlara ne kadar tahammül edebilirdi.
Ya şehit haberlerini kabullenerek terörle savaşı destekleyin, ya da şehit haberleri olmaması için terörle çatışmayı bitirecek her türlü süreci destekleyin. Önceliklerinizin farkına varın, iki ay eğitim görerek “savaşçı” olan çocuklarınız ölsün mü, ölebilir mi, ölmesin mi?
Ve bence devletin, yirmi yaşında bir genç yurttaşının ölümünü durdurmaktan daha öncelikli hiçbir görevi olamaz.
Ben şimdi kiminizin gözünde cami bombalayacağı için “dinsiz-imansız”, kiminizin gözünde darbeyi başaramadığı ve alışageldiği gibi hükümete “balans ayarı” yapamadığı için “kâğıttan kaplan” bir ordunun şimdi de bunları yazdığı için “hain” subayı olmuş olabilirim.
Fakat orada savurduğunuz sözlerin buradaki gerçeklerle hiçbir alakası olmadığını bilin. Ve bu kötü gerçeği değiştirmek için desteklemiyorsanız da en azından susun.
modal aç
modal aç
modal aç