Geçirdiği derin buhranı geçirmek amacıyla ailesiyle tatile çıkan Saden, yol sirasinda girdikleri tünelde hiç beklemediği şeyler yaşar, bu tünelin düşündüğünden daha çok sır taşıdığını fark eder. Peki Saden, buradan nasıl, kimlerle ayrılacaktır, ya da ayrılabilecak mıdır? Tüm bu çaresizliklerin gecesinde yolunu gösterexek bir yıldız bulabilecek midir?

Mutlu olmak için yıldızlarda yaşamak isteyen ama aslında yıldızlarda yaşadığını bilmeyen bir halk. Başlarında 4 soylu, yönetilen 13 krallık. Her birinin ayrı ayrı güçleri var. Telekines, yaratma, ilizyon, zamanda yolculuk... Ateş, su, hava ve toprak. Her şey düzen içinde fakat hiçbir zaman yeterli kadar değil. Cinayetler yaşanıyor ve Aithne Thea Leah hem imparatorluğu tekrardan düzene sokmaya hem de kendi hayatındaki her şeye tutunmaya çalışıyordur. Bu evren ne masallar anlatıldığı bir zamanda ne hayal ettiğiniz ve yaşamak istediğiniz düşlerde ne de bir peri masalında geçiyor. Bu evren meçhul bir zamanda tozlu kitapların arasında duran koparılmış bir kağıt parçasında geçiyor. Bu hikaye, yaşayan insanların acıları değil. Bu bir hikaye de değil, bu bir efsane. Bu, gökyüzünde kaybolmuş yıldızların efsanesi. "Biz yıldızlarda yaşamak istedik, tanrı bize tabutları uzattı." Irmak K. Sonsu...

Deniz ortasında bir gemi ve kadarlerinin ne olacağı bir kişinin dudakları arasındaki iki kelimeye bağlı...

Her şey, sonsuz boşluğun içinden doğan yaratılışın ilk kıvılcımıyla başladı. İlah Ra Mu, evrenin ilk nefesini üflediğinde benlikler şekillendi, karanlık ve aydınlık iç içe geçti. Kadim sırlar ve unutulmuş inançlar, zamanın gölgesinde sessizce beklerken, küllerden doğacak bir kaderin ayak sesleri yankılandı. Kara Küp, varoluşun derinliklerinde saklı güçleri uyandırıyor ve geçmişin izleriyle geleceğin kapılarını aralıyor. Her ruh, kendi gerçeğiyle yüzleşmeye mecbur kalacak. Çünkü bu, sadece bir başlangıç...

Ponpon ve hayal toka ve eğlenceler

Karanlık bir diyarda, üç farklı soydan gelen karakter – cadı Selene, vampir savaşçı Kael ve kurt adam avcısı Ronan – aynı kaderle yüzleşmek zorunda kalır. Gölgeler Âlemi denilen kadim ve lanetli topraklarda uyanan güç, yaşayanların ruhlarını çekip tüketmektedir. Onları bir araya getiren şey ne dostluk ne de aşk, sadece hayatta kalma ve felaketi durdurma zorunluluğudur. Yol boyunca unutulmuş tapınaklar, gölge yaratıkları, kadim büyüler ve tehlikeli çatlaklarla karşılaşırlar. Her bölüm, bu âlemin sırlarını biraz daha açar: Ruh Taşları, Ateş ve Gölgelerin Dansı, Kayıp Ruhların Koridoru ve daha birçok ölümcül sınav. Kitap boyunca üçlü, birbirine güvenmeyi öğrenmek zorunda kalır; çünkü bu dünyada tek başına ayakta kalmak imkânsızdır. Gölgeler Âlemi’nin gizemi ise şudur: aslında tüm bu yaratıkların kökeni aynı kadim lanetten doğmuştur ve sonunda onları bekleyen gerçek, kendi türlerinin bile sarsılmasına yol açacak kadar karanlık bir sırdır.

Burası dünya ya da bu sadece insanların dilinde söylenilen bir yalan. Farklı varlıklar, farklı güçler, dünya da olamayacak kadar kin dolular. Zamanı dolan bir hayat, iki yarım kalp. Farklı bir evrende tekrar bir araya gelecek kadar güçlü müdür aşk?

~Havada ya büyü kokusu yada yandere kokusu var sanki~

21. Yüz yılda gördüğü rüyalar yüzünden deli damgası yiyen kız aslında gördüklerinin rüya değil bir mesajı olduğunu öğrenir. Peki bu mesajın amacı ne ve neden kendini bir anda 15. Yüz yılda kadınların cadı olarak görüldüğü yüzyıl da uyandı. O aslında kim ? Neden rüyalarında ki kızın bedenin de ? Bu kitap kadınların haklarını ve onlara umut ışığı olmayı hedefliyor. Canice katledilen bütün kadınlara.

Seninle yanmış bu kalp başkasıyla küle döner mi

𝄞“Zarafetle örülmüş bir kabusun içine hoş geldiniz.” Gizemli bir yabancı, krallığın dört bir yanında peş peşe işlenen korkunç katliamların ardındaki tek isim. Adını bilen yok, nereden geldiğini soran yok. O, geride sadece kan gölü ve yankılanan çığlıklar bırakıyor. O, gecenin karanlığında kaybolan bir figür. Arkasında yalnızca ölüler ve fısıldayan çığlıklar bırakıyor. Kendisini kimse görmemiş, adını duyan olmamış. Ama onun gözlerinde yansıyan bir şey var: intikam. Halk korkudan titrerken, kimse onun neden durmayacağını bilmiyor. Krallığın asilleri dehşete kapılmış, askerler çaresiz. Ama ormanda yankılanan uğursuz melodiler, yabancının kurbanlarını yas tutan doğanın intikam yemini gibi kulakları dolduruyor. Kimi zaman Tanrı’nın adaleti, kimi zaman eski bir hesaplaşma. Ama bir şey kesin: O, başına gelenlerin bedelini ödeyecek olanları seçiyor. Ve geride kalanlar? Onlar, kaybolan hayatların sırlarını çözmeye çalışırken, ölümün soğuk nefesini enselerinde hissediyorlar. Bu vahşi caninin ardında saklanan sır ne? Kan gölünü vaat eden bu adam, gerçekten bir şeytan mı yoksa adaletin soğuk eli mi? Krallıkta iyiler ve kötüler birbirine karışıyor. Herkesin haklı olduğunu sandığı bir dünyada, kim gerçekten masum? Kırmızı gecede, kan ve hüzün içinde, gerçeğin ne olduğunu öğrenmek için ölmen gerekebilir. Kan gökyüzünü kızartırken, adaletin kimden yana olduğunu anlamak için tek bir yol var: hayatta kalmak. Yabancının sırrını çözmek cesaret ister. Ama unutmayın, onun dikkatini çekmek bir lütuf değil, lanettir. Savaş başlamadan önce, kim kazanacağını bilebilir ki? 🂱

Holi rüyasında gökyüzünde kelbeklerle uçtuğunu görür ve sonrasında gökyüzünde parlayan bir ışık görür gökyüzü efendisinin yarışından geçebilecek mi zorlu bir süreç başlasın

Bir kızın ablasını kıskanıp ormanda onu öldürmeye başlar bu hikaye

Gölge Şehri... Haritalarda adı olmayan, rüzgarların bile adını fısıldamaya korktuğu bir şehir. Bu şehirde ya öldürürsün, ya da ölürsün. Tek bir kurşun değiştirdi her şeyi. Rana, nişan aldığı her hedefi bulan, geçmişi kanla yazılmış. Bir keskin nişancı. Demir, bölgenin en sert lideri. Hem düşmanlarına, hem de halkına sözünü Kılıç gibi kullandırtan biri. Gölge Şehri ya seni korur ya da yok eder. Bir mermi o gecenin bütün dengelerini değiştirdi. Demir kanla sonuçlanan bu karşılaşmada, Rana`ya bir seçim sunar. Rana, ya düşman olacak... ya da o anlaşmayı imzalayacak. Ama unuttukları bir şey vardı; Gölge Şehrinde anlaşmalar imzalanmaz, damgalanırdı. Ve her damganın bir bedeli olurdu.

Bir kasaba sular altında kaldı. Okyanusun derinliklerinden gelen karanlık, sadece evleri değil, hayatları da yuttu. Babası bu felakette kayboldu, annesi sustu… Ve o, geriye kalan tek cevap için denize yürüdü. Ama suyun altındaki dünya… Masallardaki gibi değildi. Burada taçlar kanla, sözler yalanla, prensler ise kendi geçmişleriyle kirliydi. Kimin dost, kimin düşman olduğu belli olmayan bir krallıkta, Bir kız hem kendi gerçeğini, Hem de onu öldürmek isteyen karanlığı keşfetmek zorunda. "Su Altı Krallığı", her dalganın ardında bir sır, her bakışın gerisinde bir tehdit saklayan soluksuz bir yolculuk...

İsmi Allie olan genç bir kızın askerlerle ve yaşamla olan mücadelesi ejderhası ve düşmandan aşka olan ilişkisi

Kahin varisi olan Aurora, kardeşi Kamari yerine bir suikaste kurban gider. Irklar arasındaki yüzyıllardır süregelen anlaşmazlıklar bu olayla fitillenir. Kahin kraliçesi öldürülen kızı için savaş başlatır. Kardeşi Kamari bunun sorumlusunu bulmaya çalışır, ablasının ölümüyle artık tek yaşama sebebi bunun suçlusunu öldürmektir. Ancak Aurora için bir şeyler ters gider ve bedeni ölüyken ruhu yaşayanların evreninde dolaşmaya devam eder. Bedenini bulmak ve hayata döndürmek için Şifacıların Prensi Mortis ile bir anlaşma yapmak istemektedir. Peki Aurora bedenini bulabilecek mi, hayata dönebilecek mi? Bu savaş nasıl son bulacak? Ya da bu savaşın gerçekten asıl nedeni Aurora`nın ölümümü? Gerçekleri hiç kimsenin bilmediği, herkesin birbirinin arkasından kuyusunu kazdığı bu evreni tanımaya hazır mısınız? Wemriena`da hiçbir şey gerçekten son bulmaz!

Bir kadın kraliçe doğmaz. Önce acıya dayanmayı öğrenir. Sonra sessizliği. En son da ihanete.

Karanlık bir laboratuvar. Sınırları zorlanan bir deney. Ve her köşede gizlenen sırlar… Arin, kendi geçmişiyle ve deneyin acımasız gerçekleriyle yüzleşirken, içindeki en derin duyguların peşinden sürükleniyor: ihanet, kayıp ve intikam. Neri’ye duyduğu öfke ve hesaplaşma arzusu, onu hem tehlikeli hem de sürükleyici bir yolculuğa iter. Her adımda, dostluk ve ihanet, gerçek ve yalan arasındaki çizgiler silikleşiyor. “Denek 1108”, gerilimin, karanlığın ve insan ruhunun sınırlarının keşfine davet ediyor. Bu hikayede her sır, her karşılaşma ve her hesaplaşma, karakterleri ve okuru beklenmedik bir sona doğru sürüklüyor.

- Babacığım, bana masal anlatır mısın? - Tabii ki, kızım. Yataktan kalktı ve rafın üzerindeki tozlu kitabı aldı. Kitap kapağını okurken yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. - Babacığım, yine aynı kitabı mı okuyacaksın? - Evet, güzel kızım. Başka bir kitap mı istersin? - Hayır, elindeki kitabın hikayelerini seviyorum. Kaç kere anlatırsan anlat, sıkılmam. Adamın yüzündeki gülümseme genişledi. Kitaba tekrar baktığında gözleri doldu. "Ay Ülkesi Efsaneleri." Kitabın adı buydu. - Hadi, babacığım, gelsene. - Geliyorum, güzel kızım. Adam kızının yanına uzandı. Kitabın kapağını açarken sayfalarındaki minik desenlere hayran kaldı. Kısık bir sesle okumaya başladı: "Bir varmış, bir yokmuş..." & Küçük kız uyurken etrafında yedi gölge belirdi. Bu gölgeler Kızıl Şeytan`ın askerleriydi. İrice bir gölge küçük kızın üzerine eğildi. Küçük kıza dokunmaya çalıştığında gölgenin eli yanmıştı... Gölge içinden fısıldadı. "Lanet olası kadının ruhu bile küçük kızı koruyor." &

Çok seven o kıza takmış bir mafyayla masum hiç bir şeyden haberi olmayan ve hastalığı olan doktorun aşkı ~İnsan sevdiğini en acı şekilde kaybedermişiz~

"Gerçeklik sandığın şey... sadece bir versiyondu. Eflin, sıradan hayatında bir defter buldu. İçinde kendi hayatı vardı. Ama başka bir versiyon. Katil arkadaşlar, yanan fotoğraflar, zamana sıkışmış benlikler... Peki, hangi Eflin hayatta kalacak?

O doğduğunda ölüm emri verilen bir kız. O yaşamın öncüsüdür. O Antik Dünya Kralının tehdit`idir. O bu dünyanın kıyametidir. O Anya Luna Aurora Vivienne`dir. .... Doğduğunda ölüm verilen bir kız vardır. Kendisi Antik Dünya Kralının gördüğü bir tehditttir. Kendisinin bile bu durumdan haberi bile yokken, peşine avcı takılır. Ancak bilinmeyen bir şey vardır. Avcı daha önce anlaşma yapar.

Hiçbir zaman kendimi küçümsememiştim çünkü dünya çıkabilecek kadar güçlüydüm. Gerçekten de öyleymiş

Asırlar öncesine dayanan bir dostluk, içinde bir düşmanlığı barındırır mi? Asırlar önce ilk element muhafızları toplanarak torunlarının daha güçlü olabileceği bir akademi inşa ettiler. Ancak aralarından biri, diğerlerine ihanet etti. Kendi türünü diğerlerinden daha güçlü yapmak için bir büyü yaptı. Ancak işler ters gitti. Kara büyü lanete dönüştü. Türün taşıyıcıları laneti kaldıramadı, biri hariç. Kimisi için bir lütuf, kimisi için yıkım. Yüzyıllardır ölen her bebek için doğan ve yıkık krallığını yeşerten o kız. Ölen bebeklerin laneti yüzyıllarca evrende dolaştı. Büyüdü. Ve en sonunda tek bir yerde toplanmaya başladı. Evreni yıkacak bir canavara dönüştü. Canavarı yenebilecek tek kişi doğduğunda bir kehanet indi gökyüzünden. Herkes kızın etrafında toplandı. ~•~•~•~•~•~•~•~•~ Nyla, hiçbir şeyden haberi olmayan yalnız bir kızdır. Kasabada Sisli Ormandan getirdiği odunları satarak yaşamaktadır. Bir gün yine odun almak için ormana gittiğinde 3 erkeğin bir iple ağaca bağlandığını görür. Onları kurtardıktan sonra peşini bırakacaklarını düşünür ama öyle olmaz. Kader onları Avera Sihir Akademisinde tekrar karşılaştırır. Peki bu gerçekten Kader miydi yoksa etrafta dönen bir oyun mu? (Bahsedilen kehanet ilk bölümdedir.)