devam ediyor 23s önce güncellendi
GÜLSEREN HATUN GERÇEK AİLE
@defnelunatk
Okuma
67
Oy
38
Takip
1
Yorum
0
Bölüm
18
Zamanın ötesinde, ışığın ve karanlığın sınırında bir diyar vardı. Bu diyar, yüzyıllardır üç büyük soyun —perilerin, cadıların ve insanların— ayrı yaşadığı bir yerdi. Her biri kendi yasalarını koymuş, kendi büyülerini korumuştu. Ancak eski kehanetler, bir gün bu üç soyun kanlarının birleşeceğini, tek bir nesilde bütün güçlerin uyanacağını söylüyordu.
Atiye Hatun, on yıl önce Dolunay gecesi dünyaya geldiğinde gökyüzü susmuş, rüzgâr yönünü değiştirmişti. Annesi bir insan, babası yarı peri yarı cadıydı. Doğduğu anda üç farklı ırkın kutsal işaretleri bedeninde belirmişti: Peri ışığı gözlerinde, cadı mühürleri ellerinde, insanın sevgisi kalbinde...
Kehanete göre "İlk Bilge" olarak anılacak, tüm güçler onda sabitlenecek ve yeni bir çağın kapısını aralayacaktı. Fakat bu birleşme, sadece barışla değil, aynı zamanda büyük bir tehditle de gelecekti. Çünkü karanlık, bu kutsal birleşmeyi istemiyordu...
Atiye Hatun’un doğumuyla başlayan birleşme, zamanla tüm diyara yayıldı. Periler, cadılar ve insanlar artık savaşmıyor, birlikte yaşıyor, birlikte yaratıyordu. Bu birliktelikten doğan yeni nesiller, "Birleşik Kan" soyundan gelen özel güçlere sahipti. Her kuşakta bir “Hatun” doğuyordu — soyun rehberi, bilgeliğin taşıyıcısı.
Aradan on kuşak geçti. Kehanet yeniden yankılandı:
“Onuncu gelen, kalemle çizecek, taşlar hatırlayacak, ışığı sözle koruyacak.”
Ve böyle doğdu: Gülṡeren Taşlar Aydın Karakalem.
Adı bir kehanetti. Gülṡeren, kırılgan ama dirençliydi. Taşlar, atalarının gücünü simgelerdi. Aydın, bilgiyle yol göstereceğini; Karakalem ise onun savaşını ve kalemle yazacağı kaderi işaret ediyordu.
Gülṡeren’in damarlarında Atiye’nin kanı, üç soyun kudreti vardı. Ama bir farkla: Gülṡeren’in görevi sadece birleştirmek değil, geleceği yazmaktı. Onunla birlikte yeni nesiller doğacaktı — her biri barışın koruyucusu, ışığın taşıyıcısı, hatıraların yazıcısı.
Çünkü bu sefer savaş büyüyle değil, unutturmaya çalışan karanlıkla verilecekti. Geçmişi unutanlar geleceği kaybederdi. Ve Gülṡeren bunu biliyordu. O yüzden kalemiyle savaştı, taşlara yazdı, kuşaklara anlattı.
Bugün, hem geçmişin hatıralarının hem de geleceğin umutlarının birleştiği bir dönüm noktasıydı. Artık bir zamanlar birbirinden kopuk, hatta düşman olan üç ırk —periler, cadılar ve insanlar— birlikte yaşıyor. Ama bu birliktelik, sadece toprak üzerinde değil, kanlarda da derin bir değişim yaratıyor.
Geçmişin büyücüleri, cadılar ve periler, her zaman kendi yollarını izlemişti. İnsanlar ise kendi dünyalarında, kalplerindeki güçle, her zaman yavaş ama güvenli bir şekilde ilerlemişti. Ama şimdi, Birleşik Kan adı verilen bir köprü var aramızda. Hep birlikte, aynı topraklarda, aynı günleri paylaşıyoruz.
Bunu sağlayan en önemli isimlerden biri de benim: Gülṡeren Taşlar Aydın Karakalem.
Benim, geçmişin bilgeliklerini yazma görevim olduğu kadar, aynı zamanda geleceği şekillendirme sorumluluğum da var. Her gün yeni bir adım atılıyor, yeni bir kural ekleniyor. Kendi yazdığım defterlere, hayatımızı yeniden inşa ederken yeni kurallar ekliyorum. Eski kurallar artık işlemiyor. Diyarın yeni kurallarına ihtiyacı var.
Taşlar Aydın, sadece bir diyar değil, aynı zamanda bir hayalin adıdır. Diyarın adı, geçmişin taşlarını, geleceğin aydınlık umutlarını bir araya getirir. Bir zamanlar, bu diyarda birbirinden tamamen farklı iki kent vardı: Taşlar ve Aydın.
Taşlar, sert, sağlam ve geçmişin hatıralarıyla yoğrulmuş bir kentti. Her taşında bir anı, her sokağında bir efsane vardı. Taşlar, kadim güçlerin izlerini taşıyor, her binası geçmişin yankılarını hala duyuruyordu. Güçlü, dirençli ve değişime karşı her zaman temkinli bir kentti.
Aydın ise ışığın, bilginin ve yeniliğin kenti olarak biliniyordu. Aydın, her zaman geleceğe doğru adım atmaya, zihnini özgürleştirmeye ve insanları aydınlatmaya çalışıyordu. Işık ve öğrenmenin simgesi olan bu kent, her zaman umut dolu, her zaman yenilikçi bir yapıya sahipti.
Bir zamanlar birbirlerinden uzak, hatta bazen düşman olan bu iki kent, Taşlar Aydın adlı yeni bir ülkenin temellerini attı. Şimdi, kentler birbirine yarı yarıya bölünmüş durumda:
Taşlar kenti, geçmişin hatıralarını taşırken,
Aydın kenti, geleceğe dair umutları yansıtan bir yapı oluşturuyor.
Üç ay boyunca her şey yolundaymış gibi görünüyordu. Gülseren de Emine de, kucaklarında salladıkları minik bebeklerine gözleri gibi bakıyor, uykusuz gecelere rağmen anneliğin tadını çıkarıyorlardı. Ancak kader, sessizce gizlediği büyük sırrı yavaş yavaş açığa çıkarmaya hazırlanıyordu.
Doğumlarının aynı hastanede, aynı gün ve aynı saatte gerçekleşmiş olması, kimsenin aklına kötü bir ihtimali getirmemişti. Ta ki. Üç ay sonra yapılan rutin bir sağlık kontrolünde, bir hemşirenin dikkatini çeken küçük bir detay tüm dengeleri sarstı.
Aileler, Gülseren ve Emine.Birbirine karışan kaderleriyle şimdi, çok daha büyük bir gerçekle yüzleşmek zorundaydı. Bebekler doğumda karışmıştı. Ve şimdi, gerçek aileleri öğrenme vakti gelmişti.