Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left10.
Bölüm
keyboard_arrow_right

Yeni Bölüm - 10

@hamdiulker
Birkaç yıldır bu okula gidip geldiğim zamanlarda trenle yolculuk etmek zorunda kalıyordum. Hem ucuz, hem de yer bulma sorunu olmuyordu. Üstelik öğrenci kimliğimi gösterdiğim için de bir miktar daha indirim yapıyorlardı. Fakat her gidip geldiğim zaman trendeki görevlilerin bu sinirli tavırları ile karşılaşıyor, her defasında da mutlaka bir azar işitiyordum. Bu defa da yine her şey kendi halinde sessiz ve sakin gidiyor zannettiğim bir anda hiç yoktan bilet suratıma fırlatılmış birilerinin öfkeli tavırlarına maruz bırakılmıştım.
Bir defasında yine böyle aynı kompartımanı paylaştığım insanlardan birisine; 'bu adamlar neden böyle çok sert!' diye sorduğumda, çok çalıştıklarını ve yorulduklarını, bu yüzden de asabi olduklarını söylemişti.
İstanbul'dan elindeki sefer tası ile trene binen bir görevli Kars'a iki günde geliyor. Birkaç saatlik bir dinlenmenin ardından tekrar trene binerek aynı yolu geriye dönüyordu. Üstelik yaklaşık dört günlük bu yolculuk sırasında sefer taslarına evde ne konulmuşsa onu idareli bir şekilde yemek zorunda kalıyorlardı. İşte bu yüzden yediklerinden, içtiklerinden ve yaptıkları hiçbir şeyden zevk almaz hale geliyorlardı. Bütün bu yorucu ve sıkıcı iş hayatının sonucunda ise ortaya somurtkan, asabi ve çekilmez bir insan modeli çıkıyordu. Bundan dolayı her defasında azarlanmak istemeyen yolcular mecbur kalmadıkça trene binmek istemiyorlardı.
Görevli bir müddet sonra tekrar kapıya dayandığında yaşlı kadının etekleri tutuşmuş, ne yapacağını şaşırmıştı. Adam bu defa kesin kararlıydı. Ceza yazmadan gitmeyecekti. Belki de basacaktı cezayı ve yolculuk sırasında biriktirdiği bütün öfkesini bu kadından çıkaracaktı. Kapıyı açıp yaşlı kadına doğru yöneliyor ve hiçbir şey söylemeden kadının yüzüne sert bir şekilde bakarak bileti uzatmasını bekliyordu. Kadın büyük bir kabahat işlemişçesine bir kelime dahi edemeden kaderine teslim olmuş ve yerinden kımıldamıyordu. Ahmet Bey devreye giriyor ve başlıyordu kadının hayat hikâyesini anlatmaya. Fakat adam Ahmet Bey'i hiç dinlemiyordu. Koltuğunun altında sıkıca tuttuğu küçük siyah çantayı eline alıyor ve içerisinden ceza makbuzunu çıkarıyordu. Tam o sırada yine araya giren Ahmet Bey'e dönerek; 'Geç onları be adam, biz o hikâyeleri çok dinledik. Yoksulluk ayaklarına yatan milyonerler mi dersin, hasta numarası çekenler mi dersin? Biz onların envaı çeşidini duyduk.' diyor ve kestirip atıyordu. Ahmet Bey bir tek bana asker olduğunu söylemişti. Belki de bu adama da söyleyip ve yaşlı kadına inanmasını isteyecekti. Çok beklemiştim ama nedendir bilmem, bir türlü yapamamıştı. Adam büyük bir iştahla, homurdanarak ceza makbuzunu doldurabilmek için kadının bu defa hüviyet cüzdanını istiyordu ki kadının aklına bir şey gelmiş, bir anda gözleri çakmak gibi açılmıştı.
Yerinden kalktı, hemen başının üstündeki raftan küçük pembe kabanı aldı ve göğsündeki cırtlı cebini çekerek açtı. İçerisinden yepyeni, gıcırgıcır iki tane turuncuya çalan hüviyet cüzdanı, iki adet ise küçük karton parçası çıkararak görevliye uzattı.
Adam, elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi bir anda şaşkınlıkla biletlere bakıp, susup kalmıştı. Ceza yazmasını gerektirecek durum ortadan kalktığı için o zevkten mahrum kalmıştı. Büyük bir hışımla cüzdanları ve biletleri kadına uzatıp, biletlere yıldız bile basmadan çekip gitmişti.
Erzurum Garı'nda uzun süren bekleyiş sırasında çocuk sıkılıp, mızmızlanmaya başlayınca kadında oyalanması için hüviyet cüzdanlarını ve biletlerini vermişti. Sonra da küçük torununu kıramamış onda kalmasına müsaade etmişti. Çocuk ise bir süre sonra üzerindeki kabanın göğüs cebine koyup cırtını kapatmıştı. Görevli gittikten sonra Ahmet Bey, koltuğunda iyice geriye yaslanmış, ellerini koynuna koyup kafasını da arkaya yasladıktan sonra hafifçe gözlerini kapatmıştı. Bir anda odanın içerisine büyük bir hüzün ve gece sessizliği çöküvermişti...
Erzincan'a kadar zorlanarak gelen tren oradan sonra normal hızıyla devam etmişti. Bu ana kadar da her hangi bir sıkıntı yaşanmamıştı. Doğuya ilerledikçe karın kalınlığı artsa da fırtına durmuştu. Hatta kimi yerlerde ay ışığının parlattığı tepelerdeki kayalar ve ağaçlar kocaman bir dev, bazen de Şahmeran gibi gözüküyordu.
Küçük çocuklar çoktan gecenin derinliğinde dalıp gitmişlerdi. Oğlan bir süre devam eden huysuzluğun ardından annesinin dizlerine kafasını koymuş, derin derin nefes alırken arada bir gelen mırıltılarından başka da ses çıkarmaz olmuştu. Kız ise ondan bir süre sonra kafasını kardeşinin sırtına yaslamaktan kendisini alamamış ve o da dalıp gitmişti. Benim yanımdaki küçük kız ise ilk önceleri ninesinin omzuna, o bilet telaşına düşünce de benden tarafa doğru koltuğun üzerine kendini bırakıvermişti. Benim gözlerim de direnmekten yorulmuştu. Arada bir irkilerek öne doğru düşen kafamı kaldırıyor ve uyanıyordum. Birkaç kez böyle tekrar etmişti.
Bir ara karşımda oturan Firuze Hanım'ın toparlanmaya çalışması ve kocasına valizleri bagajdan indirmesini söylemesi ile tekrar gözlerimi açmış ve bir hayli uyuduğumu fark etmiştim. Üstelik sağa sola düşmekten boynumda ağrımıştı. Kim bilir belki de horlamıştım bile...
Ahmet Bey, yerinden kalkmış, oturdukları tarafın üzerindeki bagajdan bir büyük valiz, birkaç irili ufaklı çanta ve bir de torbayı sırasıyla ortaya indirmişti. Sarıkamış yaklaşmıştı. Birazdan tren duracak ve onlarla olan tanışıklığımız belki de bir daha olmayacaktı. Ardından Selim'e kadar yaşlı kadın ile belki de bir tek kelime konuşmadan gidecektik ve oradan sonrası ver elini yalnızlık...

modal aç
modal aç
modal aç