Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left4.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@hamdiulker
Yine öyle akşamın karanlığında saatin kaç olduğunun bile farkında olmadığım bir vakitte sabahtan beri yaptığım yolculuk son bulmuş ve batıya giden trenden Mercan Garı'nda inmiştim. Bu defa eve gelmenin heyecanı vardı ve adeta hiçbir şeyi gözüm görmüyordu. Trene binen var mıydı bilmem ama sanırım tek inen bendim. Yine elimde az önce bekleme salonundaki yaşlı adama emanet ettiğim valiz vardı. Her taraf karla kaplıydı ve adım atmaya zorlanıyordum. Sağa sola şaşkın bir şekilde bakıyor, ne yapacağımı düşünmeye çalışıyordum. O anda ilk aklıma gelen şey gar binasına girmek oluyordu. Valizimi bir kenara bırakıp, bekleme salonundaki sönmüş sobanın ılık borularına dokunarak üşüyen parmaklarımı ısıtmaya çalışırken salonun dışından bir el uzanıyor ve kapı girişindeki elektrik düğmelerini kapatıyordu. Bir an için karanlıkta kalmıştım. Adam fazla uzaklaşmadan öksürüyor ve orada olduğumu fark etmesini sağlıyordum. Kim bilir belki de kapıyı da üzerime kilitleyip gidecekti. Bir iki öksürüğün ardından adam tekrar geriye dönüyor, meraklı bakışlarla yanıma doğru yaklaşıyordu. Bana doğru bir iki adım daha attıktan sonra;' Kimsin sen, nereden geliyorsun, nereye gideceksin?' gibi ardı ardına sorular sormaya başlıyordu. Bir iki yutkunmanın ardından önce adımı söylüyordum. Kars'ta öğrenci olduğumu ve buradan Çayırlı'ya gideceğimi söylüyordum. Adam bir süre daha yüzüme bakıyor ve bir şeyler homurdanıyordu. Adamın homurdanışlarından anladığım kadarıyla birkaç gündür yoğun bir kar yağışı vardı ve çevredeki bütün yollar kapanmıştı. Bir ara dışarıdan birkaç kez düdük sesi gelmişti. Adam bana; 'Git o asesi buraya çağır!' diyerek beni kapıya yönlendirmişti. Adamın söylediklerine bir anlam verememekle birlikte yine de sözünü dinlemiş ve dışarıya çıkmıştım. Az ilerideki tuvaletlerin bulunduğu kısımda bir gece bekçisi yukarı mahalledeki bir diğer bekçi ile düdükle haberleşmeye çalışıyordu. Düdük sesinden sonra adam beni dışarıya gönderdiğine göre ases dediği de bu olmalı, diye düşünerek gece bekçisine doğru yürüyor ve onu içerideki görevlinin çağırdığını söyleyerek gar binasına götürüyordum. İçerideki görevli ile kısa süren bir ahbap muhabbetinin ardından bekçi beni alarak çarşıdaki bir otele getiriyordu. Otelde kimsecikler yoktu. Otelin alt katındaki kahvehane de kapanmış, bir adam ortalığı toparlayıp, temizleme derdindeydi. Üzerimde fazla para da yoktu ve nasıl yapacaktım bilemiyordum. Ara ara boğazıma gelen gıcık beni öksürtüyordu. Birkaç kez öksürdükten sonra ise gözlerim sulanmış, salonu aydınlatan loş ışıkları haleli görmeye başlamıştım.
Bekçinin beni emanet ettiği orta yaşlardaki adamın arkasından, yan taraftaki üzerine katran sürülmüş ve talaş dökülmüş ahşap merdivenlerden bir üst kata çıkıyordum. Adam hemen salondaki sobayı yakarak; 'Sen biraz burada otur, ben birazdan gelirim!' diyerek tekrar aşağıya iniyordu. Az sonra aşağıdan elinde su dolu güğüm ile yukarıya çıkıyordu. Güğümü henüz ısınmamış sobanın üzerine koyarak; ' Ula uşağum, senin karnun da açtur!' diyor ve eve kadar gidip geleceğini söyleyip, aşağıdaki kapıyı arkadan kilitlememi sıkıca tembihleyerek çıkıp gidiyordu. Kapıyı kilitleyip, yukarı çıkışımla tekrar aşağı inmem bir olmuştu. Merdivenlerden yukarıya çıkar çıkmaz, kapı tekrar çalmıştı ve aşağı indiğimde benim gibi mahsur kalmış, benden bir kaç yaş büyük birisi karşıma çıkıyordu.
Otel sahibi, çok geçmeden elinde yiyecek bir şeylerle geriye dönmüştü. Yanındaki ikinci bir naylon çanta ile de pijamalarını getirmişti. Belli ki benim yalnız kalmamı istememiş bu yüzden kendisi de eve haber vererek otele gelmişti. O gittikten sonra gelen ve bana orada kalacağım iki gün içerisinde de yoldaş olacak birisinin olduğunu gördükten sonra, yiyecekleri bırakıp pijamalarını alarak tekrar evine geri gitmişti. O köhne otelde, Karadeniz aksanı ile konuşan o adamın sıcak yüzü ile misafir kalmıştık. Otelden, yollar açılıp, trafik işlemeye başlayınca, teklif ettiğimiz otel ücretini de veremeden ayrılmıştık...
Şimdi ise köyden sabahın erken saatlerinde binbir türlü meşakkatle Mercan'a inebilmiştim. Buradan Doğu Ekspresi'ne binip Kars'a gitmek her zaman köye gitmekten kolay olurdu ama bu defa oldukça sıkıntılı olacağa benziyordu.
Ahşap kapıların cızırtıları, önünde sırada bekleyenlerin sayısına ve girip çıkanların çabukluğuna göre kısa aralıklarla tekrar etmeye başlamıştı. Gar binasının dışındaki tuvaletlerin önünde bekleyenler, trenin gelişi yaklaştıkça alelacele girip çıkıyorlardı. Bende o acelecilere ayak uydurmuş ve gar binasına doğru bu defa rüzgârı arkama alarak ivedi adımlarla yürümeye başlamıştım. Binanın önüne toplananlar tipiye ve soğuğa aldırış etmeden treni bekliyorlardı. Uzun bir süre içeride beklemekten sıkıldıkları her hallerinden belliydi. Çabucak, bekleme salonuna girip valizimi alıyor ve bende kalabalığın arasına karışarak treni beklemeye başlıyordum. Babam beni bırakıp giderken çok tedirgin olmuştu. 'Acaba gelir mi, gelmez mi?' diye içerisindeki tereddüt ile gitmişti. Lakin görevlilerin de dediği gibi, tren yolda kalmayacaktı.

modal aç
modal aç
modal aç