Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left5.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@hamdiulker
Rüzgâr sol kulağımı iyiden iyiye üşütmeye başlamıştı. Arada bir kaşkolü sol tarafıma doğru kaydırıp üşüyen kulağımı korumaya çalışıyordum. Bazen de tipinin yüzüme çarpmaması için sırtımı rüzgârın estiği yöne dönüyordum. Akşam yaklaştıkça gün boyunca ara vermeden savrulan tipinin acımasızlığı artmış, suratımı hissedemez olmuştum. Bir an için rüzgâra öfkelenmişçesine yönümü doğuya doğru çevirdiğimde babamın tedirgin bakışlarla beni aradığını görüyordum. Hemen valizimi olduğum yere bırakıp, ona doğru yürüyor ve neden geri geldiğini soruyordum. Elindeki pakette bir şeyler vardı ve bana uzatarak; 'Araba beni bekliyor, şunu al!' diyerek paketi elime tutuşturarak ardına bakmadan ağır adımlarını zorlayarak oradan uzaklaşıyordu. Onun o hırçın bakışlarının ardındaki yufka yüreği ve bana olan sevgisini ikinci bir defa bana sarılamayışından anlamıştım. Yüreği buna ikinci defa tahammül edemeyecekti ve ikinci bir kez gözyaşlarını bana göstermekten belki de utanacaktı. Bu yüzden olsa gerek yemem için bana bir şeyler hazırlatmış, paket yaptırmış ve köye gidecek arabayı bekleterek getirip paketi bana verip gitmişti.
Gar binasının dış kapısı açılıyordu. Az öncesine kadar bekleme salonunda bekleyen son bir iki yolcu ile birlikte iri yapılı, uzun boylu, koltuğunun altında uzun saplı bir işaret levhası ve elinde bir evrak çantası bulunan adam dışarıya çıkıyordu. Elini, yeşile çalan parkasının yan cebine sokup bir metal düdük çıkarıyor ve uzun uzun birkaç kez çalıyordu. Ardından hırlak sesi ile; ' Tren gelmek üzere, raylardan uzak durun!' diye bağırıp, yol kenarına iyice yaklaşanları ise birkaç kez tekrarlayan öfkeli düdük sesi ile uyarıyor ve raylardan geriye çekilmelerini sağlıyordu.
Gündüzlerin oldukça kısa olduğu bu zemheri günlerinde, akşam karanlığı saat beşi geçerek bastırıyordu. Henüz hava kararmamıştı ama zaten tipiden çok iyi fark edilemeyen karşıki dağların yamaçları esmerleşmeye başlamıştı. Babamın son anda getirip elime tutuşturduğu paketin içerisinde ne vardı bilmiyordum ama midemin ve bağırsaklarımın gurultusu beni oldukça rahatsız etmeye başlamıştı. Babam köyün arabasına binip kasabadan çoktan uzaklaşmıştı. Ben ise gözlerimde biriken hüzünlü damlaları utanma pahasına da olsa yanaklarıma doğru sızdırarak katarın Mercan Garı'na girişini izliyordum.
Bir elimde valizim, diğer elimde ise bekledikçe soğan ve salça kokularını dışarıya sızdırmaya başlayan naylon poşet ile yüksek merdivenlere tırmanıyor ve yolcuların itip kakmaları ile birlikte trene biniyordum.
Trenin istasyonda durduğu zamanda kapılarından birisi tam benim durduğum yere denk gelmiş ve arkamda birbirini ittiren yolcuların önlerinde trene binme şansı bulmuştum. Kapıdan biner binmez boş olan kompartımanlardan birisine yerleşme telaşına kapılmıştım.
Kompartımanın kapısını açmış uzayıp giden koridora doğru bakan uzun boylu ve sert mizaçlı bir adam adeta o kompartımanı kapatmışçasına boş yer arayan yolculara arkaya doğru gitmelerini söylüyor ve onları trenin kuyruk kısmına doğru yönlendiriyordu. Bir an için göz göze geldiğimizde suratıma bakıyor ve birazda halime acıdığından olsa gerek; 'Geç şöyle otur!' diyerek beni içeriye alıyordu. Karşılıklı koltukların bir tarafında otuzlu yaşlarda bir kadın ve ilkokul çağlarında bir kız bir oğlan iki çocuğu ile oturuyordu. Ben ise elimdeki valizi baş üstü bagaj kısmına yerleştirdikten sonra sağ taraftaki koltuğun kapıya doğru olan köşesine oturuyordum. Az önce beni içeriye alan sert mizaçlı adam, sürgülü kapıyı kapatıyor ve benim oturduğum taraftaki cam kenarına kuruluyordu. Sanki benim gelişimden, başta kadın ve çocuklar olmak üzere herkes rahatsız olmuş, bir süre odada soğuk rüzgârlar esmişti. Kimse ağzını açıp bir kelime konuşmuyordu. Çocukların bakışları bana yoğunlaşmıştı. Kadının dikkatlerini camdan dışarıya çekmeye çalışmasına rağmen çocuklar hâlâ meraklı bakışlarla gözlerimin içine bakıyorlardı. Bir ara uzun bir düdük sesinin ardından, bir klakson sesi duyulmuş ve tren kısa sürede olsa durakladığı Mercan Garı'ndan hareket etmişti.
Elimdeki poşeti evirip, çeviriyor ve bir türlü açmaya cesaret edemiyordum. Oysaki çok acıkmıştım ve bir an önce içerisinde ne varsa onu yemek istiyordum. Yan tarafımdaki pencere kenarında oturan adam bir ara yüzüme bakıyor, bana bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Bir süre sağa sola dönüp durduktan sonra bana doğru dönerek; 'Sanırım onun içerisinde yiyecek bir şeyler var, ye de kokmasın.' diyordu. Bir süredir cesaret bulamadığım yemeğimi yemeye adamdan izin çıkmıştı ve bir an önce yemeliydim. Yerinden kalkıyor, camı azıcık aşağıya indiriyordu. Ardından cam önündeki küçük masayı çekerek açıyor ve bana tekrar dönerek; ' Şöyle gelebilirsin!' diyerek bana yemek yiyebileceğim bir yer gösteriyordu. Utana sıkıla yerimden kalkıyor, cam kenarındaki masanın başına oturarak titreyen ellerimle poşeti açmaya çalışıyordum. Adam belli ki görmüş geçirmiş, anlayışlı bir insandı. Hemen hanımına dönüyor ve ; 'Firuze, istersen şöyle koridorda biraz yürüyelim. Oturmaktan bacaklarım uyuştu benim.' diyordu. Kadın gönülsüzce doğruluyor, yerinden kalkıyor, eteğini düzelttikten sonra hiç itiraz etmeden, çocuklara da göz ucuyla işaret ediyor ve kocasının arkasından hep birlikte koridora çıkıyorlardı. Bir anda kompartımanda yalnız kamıştım. Alelacele poşeti açıyor ve babamın bana hazırlatıp getirdiği ekmek arası köfteyi onlar gelmeden bitireyim diye hemen yemeye başlıyordum.

modal aç
modal aç
modal aç